KÜRT AÇILIMI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KÜRT AÇILIMI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ocak 2019 Salı

KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ-4

KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ-4

Yazan  
İkbal Vurucu
* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, DYÇ Araştırmaları Bilimsel Danışmanı.


17 Ocak 2010

Kürt Açılımı sürecinde Türk kimliği, Kürt kimliğine kıyasla çok fazla belirsizliğe sahiptir veya bilinçli bir şekilde tartışma dışı bırakılmaktadır.
Oysa, Türkiye'nin geleceğinde ve "daha çok demokratikleşme" sürecinde Kürt kimliğinin alacağı siyasal konum "Kürt Sorunu" çerçevesinde yoğun bir şekilde müzakere edilirken[1] "Kürt Sorunu" ile diyalektik bir yapı arz eden Türk kimliğinin siyasal boyutu göz ardı edilmektedir. Bu tartışmalarda dikkat çeken Kürt Açılımının "Kürt Sorunu" aksiyomundan hareketle içeriği doldurulmaya, bilimsel temelleri inşa edilmeye çalışılmaktadır. Bütün bu sorun alanları ise Türk kimliğinin devlet ve kültür yaşamından ne ölçüde geri çekileceği ve yerinin yeni kimliklerle dolduracağı sorunu ile birlikte at başı gitmektedir. Belli bir amacı ve gelecek tasavvuru içeren bu açılımın vatandaşlık ve anayasal düzlemde Türk, Türklük, Türk millet ile ilgili tartışmaları Kürt kimliği lehine Türk kimliği aleyhine bir gelişme gösterdiği görülmektedir. Bu hassasiyet sahiplerine sert eleştiriler yöneltilse de bu yönde bir durum kabul edilmeme gibi bir eğilim göze çarpmaktadır. Bir kuruntu, saplantı, Sevr paranoyası, ırkçılık gibi ithamlar muhatabına yöneltilmektedir. En üst düzeyde, 36 etnik gruptan bahsedilirken Türklüğü de bu grupların içinden bir grup olarak anılması ve etnik grup düzeyinde değerlendirilmesi Açılımın yaratıcısı kadro ile Türk kimliği arasında ciddi bir sorun olduğunu aşikâr kılmaktadır. Bu eksende Türkiyelilik veya anayasal vatandaşlığın Türklük yerine ikame edilecek kimlik olarak tasavvuru bir sorun alanı olarak Türk kimliğini Sosyo-politik bir gerçeklik zeminine oturtmaktadır.

Türk kimliğinin alacağı konum hakkındaki algının ve bunun yarattığı rahatsızlığın dışavurumu olan tartışmaların, bizzat Kürt Açılımının uygulayıcısı olan hükümet partisine mensup vekiller içerisinde de görülmesi özel bir anlam içerir. Bu durum Türklük konusunda bir sorun olduğu gerçeğinin artık yadsınamayacağı anlamına gelir. Açıkça ifade edilmekten kaçınılsa da Türk kimliğinin mevcut konumu ve geleceği açısından durum olumlu bir yöne doğru gitmemektedir. Türkiye devletinin Türk karakterinin silinmesi ölçüsünde demokratikleşmenin gerçekleştirilebileceği düşünülmektedir. Türklüğün başta anayasa olmak üzere devletin kurucu kimlik olma özelliğinden çıkarılmasının demokratikleşmenin ön koşulu olarak belirlenmesi bu gerekçenin meşrulaştırım referanslarının müphemliği ile sekteye uğramaktadır. Birleşmiş Milletlere üye hiçbir devlet kendini milli kimliklerden soyutlamış değildir. Zaten bu durum "Devlet" olgusu ile de örtüşmemektedir. Bu noktada "Bize özgü bir çözüm" söylemi, Türklüğün işlevsizleştirilmesiyle demokratikleşmenin ancak mümkün olduğu yönündeki yaklaşımın doğrulanması olarak okunabilir. Böylece bu uygulama AB gibi referans olan ülkelerin tecrübe ve mevcut yapılarının göz ardı edilmesini mümkün kılmaktadır.

Hükümetin önde gelen milletvekillerinin de Türk kimliğinin Kürt Açılımının neresinde olduğu yönündeki kaygılarını dile getirmeleri sorunu salt muhalefetin, ırkçıların, şovenistlerin bir sorunu olmaktan çıkarmaktadır. Reha Çamuroğlu'nun görüşleri bu konu da kayda geçmelidir. Ona göre, Başeskioğlu'nun İçişleri Bakanı Beşir Atalay'a yönelik eleştirileri çok önemlidir. Sayın Başeskioğlu, 'Neden Türk sözcüğünü ağzınıza almıyorsunuz?' diye sormaktadır. Çamuroğlu, "Bu memlekette Çerkes, Abhaza, Boşnak, Laz; birçok etnik unsur var. Ancak tek bir millet var: Türk milleti. Sayın İçişleri Bakanı bunu hiç telaffuz etmeyecek, öyle mi? Bu, bizimle dalga geçmektir. Türklük bir etnik unsur değil bir ulusun adıdır. Bunu idrak etmeden ilerleme katedilemez. Bunun bedeli ağır olur. Millet devletin meşruiyetini sorgulamaya başlar. Bunu yapmaya kimsenin hakkı yok,"[2] demektedir. Görüldüğü gibi Türk kimliğinin gelecekte tasavvur edilen konumuyla ilgili kaygılar ortaktır.

Bununla birlikte, AKP milletvekili Ayşenur Bahçekapılı ise Neşe Düzel ile yaptığı söyleşide, Anayasanın ne zaman değişeceği konusunda ki soruya "Bir tarih veremem ama demokratik açılım konusunda atılan her adım bizi anayasa değişikliğine daha çok yaklaştırıyor. Demokratik açılım başarılı olursa anayasa değişir. Çünkü demokratik açılım anayasa değişikliğini kapsıyor. Demokratik açılımı kısa, orta ve uzun vadeli olarak düşünürsek, demokratik açılımın uzun vadede anayasa değişikliğiyle sonuçlanması gerekiyor. Zaten anayasa değişikliği olmadan demokratik açılım yapılamaz ki…" demektedir. Düzel'in "Neler değişecek Anayasa'da?", sorusuna "… kurumların temizlenmesi, haklar ve özgürlüklerle ilgili sınırlamaların azaltılması, hayatın sivilleştirilmesi gerekiyor. Ayrıca vatandaşlık tanımı da değiştirilecek. Herkes kendi etnik kökenini ifade edebilecek ve üst kimlik olarak "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım" diyecek. İşte bu, sorunu çözer. Zaten Kürt vatandaşların da üniter yapıyla, tek bayrakla ve resmî dilin Türkçe olmasıyla ilgili bir itirazı yok," diye cevap vermektedir. Arkasında Düzel, başka bir önemli soru sorar: "Vatandaşlıktaki 'Türklük' tanımı kalkacak öyle mi?", cevap gayet açık ve nettir: "Tabii. Yoksa demokratikleşmeyi yapamazsınız," bu cevabı tamamlayan soru ve cevap ise şu: "Anayasa değişikliği için hazırlıklar var mı?", "Şu anda her alanda çalışmalar var. Mesela yargı reformu hazırlanıyor. Kültürel hakların tanınması konusunda çalışmalar yapılıyor. Bunlarla, toplumun kendisini özgürce ifade etmesi amaçlanıyor. Bütün bunlar, anayasa değişikliği için birer hazırlıktır."[3]

Kürt Açılımıyla Türkiye devletinin Türk karakterine resmi düzeyde dil ile ikrar edilmemiş bir mücadele sürdürüldüğü görülmektedir. Bazı önemli sorunların tespiti ve anlaşılmasında önemsiz gibi görülen ve arka planda kalan olay ve olgular önemli rol oynar. Başka bir deyişle, kimi zaman önemsiz gibi addedilen şeyler büyük olayların anlaşılmasına en büyük katkıyı sağlar. Kürt açılımını da bu zeminde değerlendirmek gerekir. Başbakan dahil bakanların ve açılımı "halka anlatmakla"görevli vekillerin açılımı hep muhalefeti eleştirmekle sınırlamaları; bazı bakanların Kürt Açılımını anlatacağı topluluk önünde ilgili notları bulamayınca kürsüden inmesi gibi eylem biçimleri zihinsel arka planın çözümlenmesinde işlevseldir. Konunun başka bir veçhesi de şudur: Açılımda Kürtlüğü anlatanlar hep açık açık dillendiriliyor fakat sıra Türklüğe gelince muhalefeti eleştirmekle sınırlamak aslında "Türk Milleti"nden gizlenen gerçeği ifade eder.

23-12-09

[1] Zaman Gazetesinin "Yorum" sayfası, Star Gazetesinin "Açık Görüş" eki, Radikal Gazetesinin "Radikal 2" ve "Tartışı-Yorum" ek ve bölümleri ile Yeni Şafak Gazetesinin "Yorum" sayfası Kürt Sorunu konulu araştırma ve yorumların en istikrarlı ve yoğun olarak sürdürüldüğü yerlerdir. Kayda geçmesi gereken önemli bir nokta da Radikal Gazetesi dışındaki gazetelerin "İslamcı-Muhafazakar" yayın organları olarak bilinmesidir. Ve bu yayın organlarında "Kürt Sorunu" tanım ve aksiyomundan hareketle Kürtçü bir perspektifte yazılar yoğun olarak yer almaktadır. Bu durumda bize göstermektedir ki, İslamcı-Muhafazakar kesimin düşünsel kısırlık içindeki aydınları rollerini yani kendi entelektüeller fikri üretimlerini Marksist ve Liberal seçkinlere devretmişlerdir.

[2] "AKP'de açılım çatlağıhttp://www.aksam.com.tr/2009/11/25/haber/3993/siyaset/haber.html.",

[3] Ayşenur Bahçekapılı: 'Başbakan hayatını riske atıyor', Neşe Düzel'in söyleşisi, Taraf Gazetesi, 30.11.2009


https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/kurt-acilimi-ve-turk-kimligi-4


***

KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ-3

KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ-3

Yazan  
İkbal Vurucu*
* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, DYÇ Araştırmaları Bilimsel Danışmanı.
12 Ocak 2010


Kürt açılımını, bundan daha önce başlayan Alevi Açılımı gibi çalışmalardan ayıran en temel özelliği, her iki açılıma karşı farklı toplumsal gruplar tarafından geliştirilen değişik tepki ve sert muhalefet biçiminde yatar.
Her iki açılıma karşı, toplumun önemli aktörlerince birbirine karşıt iki davranış biçimi geliştirilmiştir. Peki bu tepkilere neden olan uyum, destek, çatışma ve uzlaşmazlık kaynakları nelerdir? Kürt Açılımı adıyla ortaya çıkan çalışma başta Türk milliyetçileri olmak üzere toplumdan beklenmeyen bir tepkinin doğmasına sebep olmuş ve bir anda Kürt açılımını sekteye uğratmıştır. Sorduğumuz sualin cevabı çok basittir. Türkiye Devletinin egemenlik paylaşımı ve bunun tezahürü olan görüntüler, eylemler ve uygulamalardır. Başka bir deyişle Türk devletinin kurucu irade veya kimliğinin varlığına son verme girişimidir. Etnik mahiyette Kürt sorunu ve bunun ötesinde 36 etnik grubun her birinin etnik sorunları çerçevesinde Açılımın amaçları içerisinde değerlendirilmiştir. Sorunlara etnik temelde bir teşhisin konulması, geliştirilen direnç noktalarının da sert olmasını beraberinde getirmiştir.

Fakat, devletin Türk karakteri veya başka bir deyişle Türk kimliğinin tasfiye edilmesi durumu açık ve aşikar olarak dillendirilmemiş ve gelen tepkiler üzerine "terörün yok edilmesi" ve "daha çok demokrasi" olarak Kürt açılımının gerekçesi formüle edilmiştir. Bu iki gerekçe üzerinde halk nezdinde bir meşrulaştırma girişiminde bulunulmuştur. Bu meşrulaştırmanın toplumsal ayağını mümkün kılmak için KİA, STÖ, düşünce kuruluşları (SETA, USAK vb.), sendikalar, üniversiteler gibi toplumsal aktörler bilfiil devreye sokulmuştur.

Alevi Açılımına harcanmayan propaganda, mesai, güç ve enerjinin Kürt açılımı için seferber edilmesi düşündürücüdür. Bununla birlikte gayet meşru olan söz konusu iki gerekçenin niye bu kadar sert bir muhalefet ve tepkiyle karşılanmış olduğu ve son kertede sokak çatışmalarına kadar varan olaylara kaynaklık etmesi, amacın ifade edilenden ve görünür kılınandan çok farklı bir boyutu olduğu şeklinde okunabilir. İktidar Kürt açılımında, açıkça ifade edilen ve dolaylı yollardan ifade edilebilen olmak üzere iki yol izlemiştir. İktidar hegemonyasının sağlanması işlevini üstlenen yukarda ki toplumsal aktörler, hükümetin doğrudan ve dolaylı olarak Kürt açılımını içeriklendirme gibi bir misyonu da üstlenmişlerdir. Bizim açımızdan önemli olan da bu stratejik ortak aklı hükümet için üreten erklerin "Kürt Sorunu" üzerinde sağladıkları oydaşmadır. "Kürt sorunu" tanımlamasının neye karşılık geldiği ise açık ve net olarak bu aktörlerce yazılmaktadır. Kürt sorununun ne olduğunun bilinmesi Kürt açılımının da ne olduğunun bilinmesini sağlayacaktır.

Kürt açılımının aktörlerinin sadece başbakan ve koordinatör bakanın sözleri ile asla sınırlandırılamayacağını daha önce belirtmiştik. Çünkü bu açılım çok geniş bir konsepte işlev gören aktörlere sahiptir. Bu noktadan hareketle açılımın her bir boyutu kendi sahasında aktörlerin etkin mesaisini gerektirmektedir. Kürt açılımının toplumsal meşrulaştırımının sağlanması ve toplum tarafından hazmedilmesi sürecinde ki hegemonya kurma mekanizmasının önemli bir ayağını oluşturan KİA, STÖ, düşünce kuruluşlarından içerik konusunda siyasi kanadın aksine net bilgiler alabilmekteyiz.

Bu noktada özellikle Kürt açılımının önde gelen destekçilerinden ve bünyesinde bulundurduğu STÖ, KİA vb. yapılarla önemli bir güç olan kozmopolit dini bir cemaatin yayın organı Zaman gazetesinde, Kürtçü liberal teorisyenlerden Prof. Dr. Levent Köker önemli tespitlerde bulunmakta ve açılımın içeriklendirilmesinde ciddi katkıları olanların başında gelmektedir. "Demokratik Açılım'ı Doğru Anlamak ve Anlatmak", isimli makalesinde, "Kürt sorunu, Kürt kimliğinin tanınması sorunudur ve bu bağlamda bir çağdaş insan hakları ve demokrasi sorunu olarak karşımızda durmaktadır" tespitinde bulunur ve sorunun bu niteliğinin ise, "dünya üzerindeki pek çok benzer örnekte olduğu gibi, 'milliyetçi' bir ideolojinin ve buna bağlı olarak 'bağımsızlıkçı' bir siyasetin şiddete müracaat ederek kendisini ifade edişine de yol açmıştır" demektedir. Özetle, diyor Köker, "akl-ı selim sahiplerince tekrar tekrar vurgulandığı gibi, bir Kürt milliyetçiliğinin ve buna bağlanabilecek olan PKK gerçeğinin varlığına rağmen, Kürt sorunu, bu boyutları da içine alan daha geniş ve kapsamlı bir sorun olarak Kürt kimliğinin tanınması sorunudur."[1]

Kimliğin tanınması sosyolojik ve siyasî bazı sorun alanları doğurur. Resmi ağızlardan 36 etnik grubun varlığının telaffuz edildiği ve her birinin etnik sorunları olduğu ön kabulüne dayanıldığında kimliğin tanınmasının sadece Kürtlerle sınırlandırılması durumunda diğer etnik grupların durumunun ne olacağı sorununda olduğu gibi. Konu doğrudan üniter ve milli devletin meşruiyet temellerinin sorgulanmasıdır. Sorun, milletin iktidara nasıl daha fazla katılımının sağlanması gibi bir sorgulama değil aksine bizzat varoluşunun müzakere edilmesidir. Her yurttaşın eşit hak ve sorumluluklara sahip olduğu, bu yurttaşlar bütünün "Türk milletini" teşkil ettiğini anayasa da açıkça belirtilmesine rağmen birey-yurttaşlığın yerine etnik, dini, mezhepsel temelde bir yurttaşlık kurumunun ikame edilmek istenmesi doğrudan devletin bu üniter-milli karakterinin tasfiyesi anlamını taşır.

Egemenliğin paylaşılmasının siyasal dilde anlamı devletin egemenlik alanlarının etnik temelde yeniden tanzim edilmesidir. Başbakanın ABD gezisinde açıkça ifade ettiği açılımın "hazmettire hazmettire yürütüleceği" yönündeki yöntem tanımlaması konunun önemi ve hangi zorluklara müteallik olduğunun bir göstergesi durumundadır. Kürt açılımının sadece bu yönteminin bile ne anlama geldiğinin ortaya konulması sorunun sanıldığından da ciddi boyutlarda bir "varoluş" boyutunu gösterir. Çünkü "daha çok demokrasi" ve "terörün bitirilmesi" gerekçelerinin "hazmettire hazmettire" kabul ettirilecek bir boyutu söz konusu değildir.

20-12-2009


[*] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, DYÇ Araştırmaları Bilimsel Danışmanı.

[1] Levent KÖKER, "'Demokratik Açılım'ı Doğru Anlamak ve Anlatmak", Zaman Gazetesi, 21 Kasım 2009.

https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/kurt-acilimi-ve-turk-kimligi-3

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,



***

KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ-2

KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ-2

Yazan  
İkbal Vurucu *
* 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü DYÇ Araştırmaları Bilimsel Danışmanı
 04 Ocak 2010


Kürt Açılımında Türk kimliğinin konumu ve algılanış biçiminin ortaya konulması, işletilen sürecin görünen ve görünmeyen boyutlarının anlaşılmasında büyük önem arz eder.

Zihniyet çözümlemesi için Kürt Açılımı edimcilerinin kendilerini ifade ettikleri kavram ve sözlerin içeriklerinin ifşa edilmesi, eylemlerin ortaya çıkışının kaynağı olan anlam dünyasının anlaşılmasında anahtar rolü vardır. Bir bütün olarak bu düşünme ve konuşma edimlerinin anlamlarının ortaya konulması algılama, eylem, bilişsel evrenin birbirine bağımlı bütüncül yapısı sebebiyle, konuyu mümkün olan en iyi anlama yöntemlerinin başında gelir. Böylece bireyin gözlemlenebilir davranış örüntüsünün kaynağı ve amacı da belirlenebilir. Bu açıklama ekseninde "millet" ve "Türk" kavramlarının algılanış biçiminin bilinmesi konumuzun anlaşılması ve Türk kimliğinin Kürt Açılımı sürecindeki gerçek konumunu belirlememize yardımcı olacaktır.

Son dönemlerde vurucu ve akıcı üslubuyla kimlik konularında önemli metinler üreten Prof. Dr. İskender Öksüz, milli görüş geleneğinin "Millet" kavrayışını şöyle ifade eder: "… Biraz Vahabi, biraz İhvan-ı Müslim ilhamlı bizim 'Millî Görüş', başlangıçtan beri 'milliyet' kavramından sıkıntılıdır. Bir kere İhvanı Müslim, tıpkı Komünizm gibi enternasyonalistlik iddiasındadır. ... Peki, millet bunların neresinde? Bu onlar için zor bir sorudur. En değişmeyen, fakat o derece de takiye içeren tutum, Sayın Necmettin Erbakan Hocamızınki: Hoca o latif sesiyle, her 'milletimiz' dediğinde, Osmanlı'nın millet sistemindeki milleti kasteder. O anlamı bilmeyenler bunu fark etmeyeceklerinden ve Hoca da bunun pek alâ farkında bulunduğundan, ifade ustalıklı bir takiyedir. Eski Osmanlı'da 'millet', ümmet, hatta mezhep ifade eden bir kelimedir. 'Ortodoks Milleti', 'Yahudi Milleti' gibi. Bu milletin, bildiğimiz milletle bir ilgisi yoktur tabiî..." devamında şöyle der: "Muhterem hocamızın, 'milliyetçilik' dendiği anda 'biz ırkçılığa karşıyız' tepkisini vermesi bundandır. 'Millî görüş' katiyen 'milliyetçi görüş' değildir." Öksüz'ün, Milli Görüş ve büyük ölçüde kozmopolit İslamcıların kavramlar setindeki bu ince ayrıntıya dikkat çekmesi kayda geçmelidir.

Her terim kavram değildir. Kavramlaştırma terimin anlamlaştırılması sürecini tanımlar. Millet teriminin kullanımı toplumun genel algılayışında Türk, Arap, İngiliz vb. bir toplumu anlatmak içindir. Bu anlamın dışındaki kullanım yani terimin araçsallaştırılmasında genel kitlenin verdiği "anlamın" biçimsel ifadesine bir atıf söz konusudur. "Hangi millettensin?" sorusu, genel olarak "Türk" diye verilen bir cevap içerir. Fakat milli görüşün zihniyet dünyasını içselleştiren bireyler "millet"i farklı bir anlamda kullanmaktadır. Sorun da bu zümrenin kullanışı ile genel kabulü arasındaki bağın bilinçli bir şekilde ters yüz edilmesindedir. Özellikle politik uygulamalardaki çelişkilerin ve çatışmaların ana kaynağı budur.

Türk olarak kavramlaştırılan milletin devlet felsefesi ve siyasal yapısından dışlanma sürecinde, asla kullanımı ihmal edilmeyen "millet" teriminin genelin tepkisini engelleme gibi bir işlevi de vardır. Bunun yanında asıl kullanım biçiminin asla ve kat'a "Türk-dışı" bir kullanıma sahip olmayacağı inancını da besler. Bir noktayı da vurgulamalıyız ki, Kürt Açılımını başlatan kozmopolit İslamcı aktörler ile Açılımı geliştiren ve içeriklendiren 2. Cumhuriyetçi liberal seçkinlerin sosyolojik ve siyasi-hukuki olarak millet kavramını kullanışları da birbirleriyle uyuşmaz. Kozmopolit İslamcılar belirttiğimiz anlamda "millet"i kodlarken, liberal aydınlar "millet" gibi kolektif bir varlığın gerçekliğini reddederler. Aynı kavram karşısındaki bu farklı duruşlar Türk kimliği karşıtlığında birleşmektedir. Terimin bu farklı anlamlarda kullanımı, Kürt Açılımının toplumsal meşruiyetinin sağlanması sürecini işleten mekanizmalar tarafından titiz bir biçimde kullanıma sokulmaktadır. Bu farklı ideolojik kümeye mensup aydınları "millet" kavramının kullanımında birleştiren husus Türk kimliğini dışlayan söz konusu bu müphemleştirilen yapısıdır.

Millet teriminin modern kullanımı ve toplum tarafında algılanan vasfı ise açık ve net biçimde "Türk"tür. Türk kavramının kullanımda ise iki veçhe vardır. 1- siyasi-hukuki kullanımı, 2- sosyolojik ve tarihsel kullanımı. Bu kullanım formu evrensel karakterlidir. BM üyesi bütün devletlerde geçerlidir. Milletin siyasi-hukuki vasfı genellikle olması gereken ve aynı devlet bünyesindeki vatandaşların "eşit" hak ve hukuk ve sorumluluklara sahip olmasını zorunlu kılar. Milli devlet bu zorunluluğun normatif kaynağıdır. Hukuk devleti gibi ana vasfı ise bu eşitliğin teminatıdır. Tarihsel-sosyolojik vasfı ise Türk kavramının ilk kullanışından buyana gelişen süreçte teşekkül eden bir olgu olarak müşterek dil, tarih kavrayışı, kültürel kodlar, din, gelenek gibi vasıflarıyla tecessüm eden toplumdur. "Türk" hem tarihsel temelli etno-kültürel bir olguyu ifade ederken hem de vatandaşlık zemininde siyasi-hukuki bir olguyu karşılar. Bu durum bir paradoks değildir. Zorunlu bir diyalektik yapı içerir. Çünkü her devletin bir kurucu "asabiyesi" vardır.

İkinci anlamda "Türk" tek bir sosyolojik bütünlüğü kapsarken birinci anlamda pek çok sosyolojik gerçeklikleri kapsayarak devlet olma düzeyinde bir bütün olmayı gösterir. Başka bir ifade ile millet farklı kültürel ve etnik yapılanmaların üstünde bir kültürel oluşumun göstergesidir. Etnisite ise milletin oluşturucu kanallarından biri hüviyetindedir. Ve dar bir cemaat dayanışması, grup yapısı mevcuttur. Sık kullanılan bir tanımlamayla etnisite bir "dil cemaatidir". Her millet bir etnik töze sahipken her etnisite millet değildir. Bu iki kavram arasındaki ayırt edici bir başka düzey siyasallık durumudur. Millet mevcut konumunu kültürel olgunlaşmışlık seviyesine bağlı olarak devleti gerçekleştirirken etnisitede bu seviye söz konusu değildir.

Kürt açılımı tartışmalarında da sorunun vurucu noktası burada yatmaktadır. Bilinçli olarak devletin eşit, özgür, hak ve sorumluluklara sahip birey yurttaşlardan müteşekkil olduğu gerçeği göz ardı edilerek sosyolojik Türk varlığının hukuki devlet karakteri üzerinden tasfiye edilmek istenmesidir. Yani, devlete adını ve rengini veren sosyolojik Türk kaynağının bu işlevine son verilme çabası gözlenmektedir. Türk kavramının bireysel algılanışı, devlet kurucu vasfı, eğitim gibi devletin temel kurumlarındaki müfredatı belirleyen ana konumu yani devletin varlık koşulu olan sosyolojik-kültürel zemininin en başat tartışma konusu olması Kürt açılımında Türk kimliğinin konumunun ne olacağını da belirleyecektir. Açılımın somut uygulamaları bize Türk kültürü, tarihi, dili ekseninde devlet renginin etkinlik sahasının daraltıldığı, işlevsizleştirildiğini göstermektedir.

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


ALINTI;

https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/kurt-acilimi-ve-turk-kimligi-2



***

KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ. 1


KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ. 1

Yazan  
İkbal Vurucu*  
04 Şubat 2010
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi.,
* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü DYÇ Araştırmaları Bilimsel Danışmanı.


Kürt Açılımının en sorunlu alanı, Türk kimliğinin bu açılımın neresinde olduğu sualinin cevabında yatar.

Kürt sorunu "bilimcileri"nin bu suale verdikleri cevap açık ve net bir şekilde, Türk kimliğinin ve Türkiye devletinin kurucu vasfının yok edilmesi ve bu kimlik işlevinin sınırlarının daraltılması anlamına gelir.Peki, bu ne demektir? Kürt açılımının görünen veya gösterilen boyutu hep terör bağlantılıdır. Çünkü, açılımın meşrulaştırılması ve halk tarafından kabulü bu zeminde mümkün görülmektedir. Fakat, ortaya çıkan tartışmalardan da gözlemlediğimiz gibi, Kürt açılımı esas olarak görülen, duyulan, orada var olan boyutunun dışındaki yani sahnenin arkasındaki işlevi ve amacı ile gerçek anlamını kazanmaktadır. Göz önünden sürekli kaçırılan bu boyutların ifşa edilmesi Kürt açılımının taşıdığı önemin, niteliğinin, amacının ve hedefinin bütün yönleriyle ortaya çıkmasına katkı sağlayacaktır. Aslında halk sağduyusunun da hissettiği bir tehlikenin varlığı yoğun olarak Kürt açılımında tecessüm etmektedir. Hükümetin Alevi açılımını çok daha önce başlatmış olmasına rağmen hiçbir muhalefetle karşılaşılmaması, aksine devletin ilgili kurumları ve sivil toplumun elbirliği ile desteklediği "açılım" acaba niye "Kürt Açılımı"nda büyük bir dirençle karşılaşmış ve bugünkü kargaşanın da başlamasına sebep olmuştur? Bunun cevabı Kürt Açılımının ne olduğunun da cevabıdır. Ben,bu durumun psikolojik olarak arka planında Türk milletinin kendi evi olan kimliğinin ve devletinin "tehlike" altında olduğunu hissetmesine ve görmesine bağlıyorum.

Bu seri halindeki yazılarımda, Kürt açılımda Türk kimliğinin konumu ve geleceği konusundaki bir kısım çözümlemelerimi sizinle paylaşacağım.

Birey ve mensubu olduğu toplumsal grup bir anlamlar evreni içinde yaşar. Bu evren bireyin bütün bilişsel ve davranışsal eylemler alanının güdüleyici kaynağını oluşturur. Bireyin her hareketi bu zeminde bir anlam bütünlüğünü sağlayan dil, tarih, toplumsal ve kültürel değer ve normlar ve sosyalleşme ajanlarından müteşekkildir. Bireyin eylemler örüntüsünün anlaşılması yanında bireylerin oluşturduğu grup, kurum ve örgütlerin yapısı da işlerliği sağlayan bireylerin bu bilişsel ve davranışsal eylem kaynaklarından bağımsız değildir. Konumuz açısından siyasal partiler ve özellikle hükümetler, icraatlarının seçimini, yöntemini, edimcilerini seçerken bu iklimin havasını teneffüs eder ve siyasal eylemlerini uygulamaya sokarlar. Siyasal aktörlerin bu politik icraatlarını anlamak için uygulayıcıların yer aldığı anlamlar evrenini göz önünde bulundurmak gereklidir.

Hükümet, Kürt Açılımını Kürt sorunu olarak tanımladıkları sorun üzerinden çözme yoluna girerken bir noktaya dikkat etmek gerekmektedir. Bu da Türk halkının sert tepki gösterdiği uygulamalara yönelik bazı haberlere karşı, Kürt Açılımının içeriğinin "sadece Başbakan ve Açılımdan sorumlu koordinatör Bakan'ın sözlerine göre" değerlendirilmesi yönünde bildirilen görüştür. Bu durum, açılımın bilgi kaynağının kontrol altında tutulması ve istenildiği gibi yönlendirilmesini de beraberinde getirir. Bununla birlikte Kürt Açılımının ne olduğunun veya olmadığının yorumlanması çok dar bir alanla sınırlandırılmış olmaktadır. Oysa bu konunun bir geçmişi olduğu, aniden ortaya çıkmadığı, uygulamaya sokulacak politikaların bir ön zihinsel ve maddi hazırlığının olduğu gerçektir. Bu sebeple bu açılımı gerçekleştiren kişi ve grupların yani açılımın aktörlerinin ideolojik, zihinsel, mesleki ve kültürel iklimlerinin betimlenmesi önem arz eder.

Kürt Açılımının önemini, Türk kimliğinin konumu açısından ortaya koymak için başta hükümet olmak üzere hükümetin toplumsal ve kültürel hegemonya sahasını oluşturan mekanizmanın kollarını teşkil eden STÖ, KİA, düşünce kuruluşları, sendikalar, aydınlar vb. toplumsal ve siyasal aktörlerin konuya yaklaşımını bilmek ve çözümlemelerin merkezi unsurları olarak değerlendirmek gerekmektedir. Kürt Açılımının amacı, yöntemi, teknikleri, taktikleri bir bakıma bu kompleks yapının ortak aklıyla oluşmaktadır ve bu aklı anlamak Kürt açılımını anlamak demektir. Bu noktada Polis Akademisindeki Kürt Açılımı Çalıştayı başta olmak üzere ilgili Bakan'ın görüştüğü kişi ve grupların ideolojik konumlarına bakmak bu açıdan önemli ip uçları taşımaktadır. Yani, Kürt Açılımının ideolojik rengini ve karakterini bize bildirmektedir.

Kürt Açılımının merkezine, sorunun Kürt sorunu olduğu aksiyomundan hareket edildiğinde, bu kavramın içeriği, kapsamı, unsurları, yöntemi, çözüm yolları belirlenebilir. Böylece Kürt sorununun ne olduğunun cevabının verilmesi Kürt Açılımının da ne olduğunun cevabının verilmesi demektir. Öncelikle şu tespitimizi yapalım: Kürt sorunu Türk sorunlu aydınların bir sorunudur. Güneydoğu sorunu gibi bir tanımlama özellikle ekonomik ve sosyal bir geri kalmışlık olarak toplumsal nitelik gösterirken Kürt sorunu tanımlaması siyasal bir etnik tanınma sorunu olarak ortaya konulmaktadır. Anayasal tanınma, Kürtçe eğitim, yayın, güvenlikte ve kültürde özerk bir yapı talebi bu eksende değerlendirilebilir. Kürt sorununun kabulü, etnik bir sorunun varlığını tasdik anlamı taşır. Milli devletin etnik sorun kabulü, çözümünde etnik mahiyet taşıması anlamına gelir.

Bunun anlamı ise, Kürt sorunun çözüm sürecinin Türk kimliğinin geri çekilmesi, izole edilmesi, varlık alanının ve işlevinin daralması demektir. Türk kimliği ile Kürt sorunun çözümü arasında ters korelasyon vardır. Yani, Kürt sorununda ilerleme Türk sorunun paralel olarak doğuşuna kaynaklık eder. Biri etkinlik alanını genişletirken biri daraltır. Biri çıkar biri düşer. Oysa modern milli devlet tek millet üzerine var olmuştur. Sosyolojik farklılıklar yurttaşlık kurumu gibi mekanizmalar aracılığıyla siyasal ve hukuki alanda tek millet haline gelir. Bu sebeple birden fazla milletin varlığı devletin de birden fazla olması anlamına gelir.

Sonuç olarak etnik temelli sorunlar Türk kimliğinin devlet kimliği olmasından çıkması anlamına gelir. Yani evrensel formda milli devlet biter ve sadece bizim seçkinlerin entelektüel fantezilerini süsleyen bir dünya vatandaşlığı ve doğal olarak bir Dünya Devleti bekleriz. O zamana kadar ne mi yaparız? 36 etnik grubun oluşturduğu Anadolu Birleşik Devletlerinde yaşarız!

Kürt Açılımında Türk kimliğinin konumu ve algılanış biçiminin ortaya konulması, işletilen sürecin görünen ve görünmeyen boyutlarının anlaşılmasında büyük önem arz eder.

Zihniyet çözümlemesi için Kürt Açılımı edimcilerinin kendilerini ifade ettikleri kavram ve sözlerin içeriklerinin ifşa edilmesi, eylemlerin ortaya çıkışının kaynağı olan anlam dünyasının anlaşılmasında anahtar rolü vardır. Bir bütün olarak bu düşünme ve konuşma edimlerinin anlamlarının ortaya konulması algılama, eylem, bilişsel evrenin birbirine bağımlı bütüncül yapısı sebebiyle, konuyu mümkün olan en iyi anlama yöntemlerinin başında gelir. Böylece bireyin gözlemlenebilir davranış örüntüsünün kaynağı ve amacı da belirlenebilir. Bu açıklama ekseninde "millet" ve "Türk" kavramlarının algılanış biçiminin bilinmesi konumuzun anlaşılması ve Türk kimliğinin Kürt Açılımı sürecindeki gerçek konumunu belirlememize yardımcı olacaktır.

Son dönemlerde vurucu ve akıcı üslubuyla kimlik konularında önemli metinler üreten Prof. Dr. İskender Öksüz, milli görüş geleneğinin "Millet" kavrayışını şöyle ifade eder: "… Biraz Vahabi, biraz İhvan-ı Müslim ilhamlı bizim 'Millî Görüş', başlangıçtan beri 'milliyet' kavramından sıkıntılıdır. Bir kere İhvanı Müslim, tıpkı Komünizm gibi enternasyonalistlik iddiasındadır. ... Peki, millet bunların neresinde? Bu onlar için zor bir sorudur. En değişmeyen, fakat o derece de takiye içeren tutum, Sayın Necmettin Erbakan Hocamızınki: Hoca o latif sesiyle, her 'milletimiz' dediğinde, Osmanlı'nın millet sistemindeki milleti kasteder. O anlamı bilmeyenler bunu fark etmeyeceklerinden ve Hoca da bunun pek alâ farkında bulunduğundan, ifade ustalıklı bir takiyedir. Eski Osmanlı'da 'millet', ümmet, hatta mezhep ifade eden bir kelimedir. 'Ortodoks Milleti', 'Yahudi Milleti' gibi. Bu milletin, bildiğimiz milletle bir ilgisi yoktur tabiî..." devamında şöyle der: "Muhterem hocamızın, 'milliyetçilik' dendiği anda 'biz ırkçılığa karşıyız' tepkisini vermesi bundandır. 'Millî görüş' katiyen 'milliyetçi görüş' değildir." Öksüz'ün, Milli Görüş ve büyük ölçüde kozmopolit İslamcıların kavramlar setindeki bu ince ayrıntıya dikkat çekmesi kayda geçmelidir.

Her terim kavram değildir. Kavramlaştırma terimin anlamlaştırılması sürecini tanımlar. Millet teriminin kullanımı toplumun genel algılayışında Türk, Arap, İngiliz vb. bir toplumu anlatmak içindir. Bu anlamın dışındaki kullanım yani terimin araçsallaştırılmasında genel kitlenin verdiği "anlamın" biçimsel ifadesine bir atıf söz konusudur. "Hangi millettensin?" sorusu, genel olarak "Türk" diye verilen bir cevap içerir. Fakat milli görüşün zihniyet dünyasını içselleştiren bireyler "millet"i farklı bir anlamda kullanmaktadır. Sorun da bu zümrenin kullanışı ile genel kabulü arasındaki bağın bilinçli bir şekilde ters yüz edilmesindedir. Özellikle politik uygulamalardaki çelişkilerin ve çatışmaların ana kaynağı budur.

Türk olarak kavramlaştırılan milletin devlet felsefesi ve siyasal yapısından dışlanma sürecinde, asla kullanımı ihmal edilmeyen "millet" teriminin genelin tepkisini engelleme gibi bir işlevi de vardır. Bunun yanında asıl kullanım biçiminin asla ve kat'a "Türk-dışı" bir kullanıma sahip olmayacağı inancını da besler. Bir noktayı da vurgulamalıyız ki, Kürt Açılımını başlatan kozmopolit İslamcı aktörler ile Açılımı geliştiren ve içeriklendiren 2. Cumhuriyetçi liberal seçkinlerin sosyolojik ve siyasi-hukuki olarak millet kavramını kullanışları da birbirleriyle uyuşmaz. Kozmopolit İslamcılar belirttiğimiz anlamda "millet"i kodlarken, liberal aydınlar "millet" gibi kolektif bir varlığın gerçekliğini reddederler. Aynı kavram karşısındaki bu farklı duruşlar Türk kimliği karşıtlığında birleşmektedir. Terimin bu farklı anlamlarda kullanımı, Kürt Açılımının toplumsal meşruiyetinin sağlanması sürecini işleten mekanizmalar tarafından titiz bir biçimde kullanıma sokulmaktadır. Bu farklı ideolojik kümeye mensup aydınları "millet" kavramının kullanımında birleştiren husus Türk kimliğini dışlayan söz konusu bu müphemleştirilen yapısıdır.

Millet teriminin modern kullanımı ve toplum tarafında algılanan vasfı ise açık ve net biçimde "Türk"tür. Türk kavramının kullanımda ise iki veçhe vardır. 1- siyasi-hukuki kullanımı, 2- sosyolojik ve tarihsel kullanımı. Bu kullanım formu evrensel karakterlidir. BM üyesi bütün devletlerde geçerlidir. Milletin siyasi-hukuki vasfı genellikle olması gereken ve aynı devlet bünyesindeki vatandaşların "eşit" hak ve hukuk ve sorumluluklara sahip olmasını zorunlu kılar. Milli devlet bu zorunluluğun normatif kaynağıdır. Hukuk devleti gibi ana vasfı ise bu eşitliğin teminatıdır. Tarihsel-sosyolojik vasfı ise Türk kavramının ilk kullanışından buyana gelişen süreçte teşekkül eden bir olgu olarak müşterek dil, tarih kavrayışı, kültürel kodlar, din, gelenek gibi vasıflarıyla tecessüm eden toplumdur. "Türk" hem tarihsel temelli etno-kültürel bir olguyu ifade ederken hem de vatandaşlık zemininde siyasi-hukuki bir olguyu karşılar. Bu durum bir paradoks değildir. Zorunlu bir diyalektik yapı içerir. Çünkü her devletin bir kurucu "asabiyesi" vardır.

İkinci anlamda "Türk" tek bir sosyolojik bütünlüğü kapsarken birinci anlamda pek çok sosyolojik gerçeklikleri kapsayarak devlet olma düzeyinde bir bütün olmayı gösterir. Başka bir ifade ile millet farklı kültürel ve etnik yapılanmaların üstünde bir kültürel oluşumun göstergesidir. Etnisite ise milletin oluşturucu kanallarından biri hüviyetindedir. Ve dar bir cemaat dayanışması, grup yapısı mevcuttur. Sık kullanılan bir tanımlamayla etnisite bir "dil cemaatidir". Her millet bir etnik töze sahipken her etnisite millet değildir. Bu iki kavram arasındaki ayırt edici bir başka düzey siyasallık durumudur. Millet mevcut konumunu kültürel olgunlaşmışlık seviyesine bağlı olarak devleti gerçekleştirirken etnisitede bu seviye söz konusu değildir.

Kürt açılımı tartışmalarında da sorunun vurucu noktası burada yatmaktadır. Bilinçli olarak devletin eşit, özgür, hak ve sorumluluklara sahip birey yurttaşlardan müteşekkil olduğu gerçeği göz ardı edilerek sosyolojik Türk varlığının hukuki devlet karakteri üzerinden tasfiye edilmek istenmesidir. Yani, devlete adını ve rengini veren sosyolojik Türk kaynağının bu işlevine son verilme çabası gözlenmektedir. Türk kavramının bireysel algılanışı, devlet kurucu vasfı, eğitim gibi devletin temel kurumlarındaki müfredatı belirleyen ana konumu yani devletin varlık koşulu olan sosyolojik-kültürel zemininin en başat tartışma konusu olması Kürt açılımında Türk kimliğinin konumunun ne olacağını da belirleyecektir. Açılımın somut uygulamaları bize Türk kültürü, tarihi, dili ekseninde devlet renginin etkinlik sahasının daraltıldığı, işlevsizleştirildiğini göstermektedir.

Kürt açılımını, bundan daha önce başlayan Alevi Açılımı gibi çalışmalardan ayıran en temel özelliği, her iki açılıma karşı farklı toplumsal gruplar tarafından geliştirilen değişik tepki ve sert muhalefet biçiminde yatar.

Her iki açılıma karşı, toplumun önemli aktörlerince birbirine karşıt iki davranış biçimi geliştirilmiştir. Peki bu tepkilere neden olan uyum, destek, çatışma ve uzlaşmazlık kaynakları nelerdir? Kürt Açılımı adıyla ortaya çıkan çalışma başta Türk milliyetçileri olmak üzere toplumdan beklenmeyen bir tepkinin doğmasına sebep olmuş ve bir anda Kürt açılımını sekteye uğratmıştır. Sorduğumuz sualin cevabı çok basittir. Türkiye Devletinin egemenlik paylaşımı ve bunun tezahürü olan görüntüler, eylemler ve uygulamalardır. Başka bir deyişle Türk devletinin kurucu irade veya kimliğinin varlığına son verme girişimidir. Etnik mahiyette Kürt sorunu ve bunun ötesinde 36 etnik grubun her birinin etnik sorunları çerçevesinde Açılımın amaçları içerisinde değerlendirilmiştir. Sorunlara etnik temelde bir teşhisin konulması, geliştirilen direnç noktalarının da sert olmasını beraberinde getirmiştir.

Fakat, devletin Türk karakteri veya başka bir deyişle Türk kimliğinin tasfiye edilmesi durumu açık ve aşikar olarak dillendirilmemiş ve gelen tepkiler üzerine "terörün yok edilmesi" ve "daha çok demokrasi" olarak Kürt açılımının gerekçesi formüle edilmiştir. Bu iki gerekçe üzerinde halk nezdinde bir meşrulaştırma girişiminde bulunulmuştur. Bu meşrulaştırmanın toplumsal ayağını mümkün kılmak için KİA, STÖ, düşünce kuruluşları (SETA, USAK vb.), sendikalar, üniversiteler gibi toplumsal aktörler bilfiil devreye sokulmuştur.

Alevi Açılımına harcanmayan propaganda, mesai, güç ve enerjinin Kürt açılımı için seferber edilmesi düşündürücüdür. Bununla birlikte gayet meşru olan söz konusu iki gerekçenin niye bu kadar sert bir muhalefet ve tepkiyle karşılanmış olduğu ve son kertede sokak çatışmalarına kadar varan olaylara kaynaklık etmesi, amacın ifade edilenden ve görünür kılınandan çok farklı bir boyutu olduğu şeklinde okunabilir. İktidar Kürt açılımında, açıkça ifade edilen ve dolaylı yollardan ifade edilebilen olmak üzere iki yol izlemiştir. İktidar hegemonyasının sağlanması işlevini üstlenen yukarda ki toplumsal aktörler, hükümetin doğrudan ve dolaylı olarak Kürt açılımını içeriklendirme gibi bir misyonu da üstlenmişlerdir. Bizim açımızdan önemli olan da bu stratejik ortak aklı hükümet için üreten erklerin "Kürt Sorunu" üzerinde sağladıkları oydaşmadır. "Kürt sorunu" tanımlamasının neye karşılık geldiği ise açık ve net olarak bu aktörlerce yazılmaktadır. Kürt sorununun ne olduğunun bilinmesi Kürt açılımının da ne olduğunun bilinmesini sağlayacaktır.

Kürt açılımının aktörlerinin sadece başbakan ve koordinatör bakanın sözleri ile asla sınırlandırılamayacağını daha önce belirtmiştik. Çünkü bu açılım çok geniş bir konsepte işlev gören aktörlere sahiptir. Bu noktadan hareketle açılımın her bir boyutu kendi sahasında aktörlerin etkin mesaisini gerektirmektedir. Kürt açılımının toplumsal meşrulaştırımının sağlanması ve toplum tarafından hazmedilmesi sürecinde ki hegemonya kurma mekanizmasının önemli bir ayağını oluşturan KİA, STÖ, düşünce kuruluşlarından içerik konusunda siyasi kanadın aksine net bilgiler alabilmekteyiz.

Bu noktada özellikle Kürt açılımının önde gelen destekçilerinden ve bünyesinde bulundurduğu STÖ, KİA vb. yapılarla önemli bir güç olan kozmopolit dini bir cemaatin yayın organı Zaman gazetesinde, Kürtçü liberal teorisyenlerden Prof. Dr. Levent Köker önemli tespitlerde bulunmakta ve açılımın içeriklendirilmesinde ciddi katkıları olanların başında gelmektedir. "Demokratik Açılım'ı Doğru Anlamak ve Anlatmak", isimli makalesinde, "Kürt sorunu, Kürt kimliğinin tanınması sorunudur ve bu bağlamda bir çağdaş insan hakları ve demokrasi sorunu olarak karşımızda durmaktadır" tespitinde bulunur ve sorunun bu niteliğinin ise, "dünya üzerindeki pek çok benzer örnekte olduğu gibi, 'milliyetçi' bir ideolojinin ve buna bağlı olarak 'bağımsızlıkçı' bir siyasetin şiddete müracaat ederek kendisini ifade edişine de yol açmıştır" demektedir. Özetle, diyor Köker, "akl-ı selim sahiplerince tekrar tekrar vurgulandığı gibi, bir Kürt milliyetçiliğinin ve buna bağlanabilecek olan PKK gerçeğinin varlığına rağmen, Kürt sorunu, bu boyutları da içine alan daha geniş ve kapsamlı bir sorun olarak Kürt kimliğinin tanınması sorunudur."[1]

Kimliğin tanınması sosyolojik ve siyasî bazı sorun alanları doğurur. Resmi ağızlardan 36 etnik grubun varlığının telaffuz edildiği ve her birinin etnik sorunları olduğu ön kabulüne dayanıldığında kimliğin tanınmasının sadece Kürtlerle sınırlandırılması durumunda diğer etnik grupların durumunun ne olacağı sorununda olduğu gibi. Konu doğrudan üniter ve milli devletin meşruiyet temellerinin sorgulanmasıdır. Sorun, milletin iktidara nasıl daha fazla katılımının sağlanması gibi bir sorgulama değil aksine bizzat varoluşunun müzakere edilmesidir. Her yurttaşın eşit hak ve sorumluluklara sahip olduğu, bu yurttaşlar bütünün "Türk milletini" teşkil ettiğini anayasa da açıkça belirtilmesine rağmen birey-yurttaşlığın yerine etnik, dini, mezhepsel temelde bir yurttaşlık kurumunun ikame edilmek istenmesi doğrudan devletin bu üniter-milli karakterinin tasfiyesi anlamını taşır.

Egemenliğin paylaşılmasının siyasal dilde anlamı devletin egemenlik alanlarının etnik temelde yeniden tanzim edilmesidir. Başbakanın ABD gezisinde açıkça ifade ettiği açılımın "hazmettire hazmettire yürütüleceği" yönündeki yöntem tanımlaması konunun önemi ve hangi zorluklara müteallik olduğunun bir göstergesi durumundadır. Kürt açılımının sadece bu yönteminin bile ne anlama geldiğinin ortaya konulması sorunun sanıldığından da ciddi boyutlarda bir "varoluş" boyutunu gösterir. Çünkü "daha çok demokrasi" ve "terörün bitirilmesi" gerekçelerinin "hazmettire hazmettire" kabul ettirilecek bir boyutu söz konusu değildir.

Kürt Açılımı sürecinde Türk kimliği, Kürt kimliğine kıyasla çok fazla belirsizliğe sahiptir veya bilinçli bir şekilde tartışma dışı bırakılmaktadır.

Oysa, Türkiye'nin geleceğinde ve "daha çok demokratikleşme" sürecinde Kürt kimliğinin alacağı siyasal konum "Kürt Sorunu" çerçevesinde yoğun bir şekilde müzakere edilirken[2] "Kürt Sorunu" ile diyalektik bir yapı arz eden Türk kimliğinin siyasal boyutu göz ardı edilmektedir. Bu tartışmalarda dikkat çeken Kürt Açılımının "Kürt Sorunu" aksiyomundan hareketle içeriği doldurulmaya, bilimsel temelleri inşa edilmeye çalışılmaktadır. Bütün bu sorun alanları ise Türk kimliğinin devlet ve kültür yaşamından ne ölçüde geri çekileceği ve yerinin yeni kimliklerle dolduracağı sorunu ile birlikte at başı gitmektedir. Belli bir amacı ve gelecek tasavvuru içeren bu açılımın vatandaşlık ve anayasal düzlemde Türk, Türklük, Türk millet ile ilgili tartışmaları Kürt kimliği lehine Türk kimliği aleyhine bir gelişme gösterdiği görülmektedir. Bu hassasiyet sahiplerine sert eleştiriler yöneltilse de bu yönde bir durum kabul edilmeme gibi bir eğilim göze çarpmaktadır. Bir kuruntu, saplantı, Sevr paranoyası, ırkçılık gibi ithamlar muhatabına yöneltilmektedir. En üst düzeyde, 36 etnik gruptan bahsedilirken Türklüğü de bu grupların içinden bir grup olarak anılması ve etnik grup düzeyinde değerlendirilmesi Açılımın yaratıcısı kadro ile Türk kimliği arasında ciddi bir sorun olduğunu aşikâr kılmaktadır. Bu eksende Türkiyelilik veya anayasal vatandaşlığın Türklük yerine ikame edilecek kimlik olarak tasavvuru bir sorun alanı olarak Türk kimliğini Sosyo-politik bir gerçeklik zeminine oturtmaktadır.

Türk kimliğinin alacağı konum hakkındaki algının ve bunun yarattığı rahatsızlığın dışavurumu olan tartışmaların, bizzat Kürt Açılımının uygulayıcısı olan hükümet partisine mensup vekiller içerisinde de görülmesi özel bir anlam içerir. Bu durum Türklük konusunda bir sorun olduğu gerçeğinin artık yadsınamayacağı anlamına gelir. Açıkça ifade edilmekten kaçınılsa da Türk kimliğinin mevcut konumu ve geleceği açısından durum olumlu bir yöne doğru gitmemektedir. Türkiye devletinin Türk karakterinin silinmesi ölçüsünde demokratikleşmenin gerçekleştirilebileceği düşünülmektedir. Türklüğün başta anayasa olmak üzere devletin kurucu kimlik olma özelliğinden çıkarılmasının demokratikleşmenin ön koşulu olarak belirlenmesi bu gerekçenin meşrulaştırım referanslarının müphemliği ile sekteye uğramaktadır. Birleşmiş Milletlere üye hiçbir devlet kendini milli kimliklerden soyutlamış değildir. Zaten bu durum "Devlet" olgusu ile de örtüşmemektedir. Bu noktada "Bize özgü bir çözüm" söylemi, Türklüğün işlevsizleştirilmesiyle demokratikleşmenin ancak mümkün olduğu yönündeki yaklaşımın doğrulanması olarak okunabilir. Böylece bu uygulama AB gibi referans olan ülkelerin tecrübe ve mevcut yapılarının göz ardı edilmesini mümkün kılmaktadır.

Hükümetin önde gelen milletvekillerinin de Türk kimliğinin Kürt Açılımının neresinde olduğu yönündeki kaygılarını dile getirmeleri sorunu salt muhalefetin, ırkçıların, şovenistlerin bir sorunu olmaktan çıkarmaktadır. Reha Çamuroğlu'nun görüşleri bu konu da kayda geçmelidir. Ona göre, Başeskioğlu'nun İçişleri Bakanı Beşir Atalay'a yönelik eleştirileri çok önemlidir. Sayın Başeskioğlu, 'Neden Türk sözcüğünü ağzınıza almıyorsunuz?' diye sormaktadır. Çamuroğlu, "Bu memlekette Çerkes, Abhaza, Boşnak, Laz; birçok etnik unsur var. Ancak tek bir millet var: Türk milleti. Sayın İçişleri Bakanı bunu hiç telaffuz etmeyecek, öyle mi? Bu, bizimle dalga geçmektir. Türklük bir etnik unsur değil bir ulusun adıdır. Bunu idrak etmeden ilerleme katedilemez. Bunun bedeli ağır olur. Millet devletin meşruiyetini sorgulamaya başlar. Bunu yapmaya kimsenin hakkı yok,"[3] demektedir. Görüldüğü gibi Türk kimliğinin gelecekte tasavvur edilen konumuyla ilgili kaygılar ortaktır.

Bununla birlikte, AKP milletvekili Ayşenur Bahçekapılı ise Neşe Düzel ile yaptığı söyleşide, Anayasanın ne zaman değişeceği konusunda ki soruya "Bir tarih veremem ama demokratik açılım konusunda atılan her adım bizi anayasa değişikliğine daha çok yaklaştırıyor. Demokratik açılım başarılı olursa anayasa değişir. Çünkü demokratik açılım anayasa değişikliğini kapsıyor. Demokratik açılımı kısa, orta ve uzun vadeli olarak düşünürsek, demokratik açılımın uzun vadede anayasa değişikliğiyle sonuçlanması gerekiyor. Zaten anayasa değişikliği olmadan demokratik açılım yapılamaz ki…" demektedir. Düzel'in "Neler değişecek Anayasa'da?", sorusuna "… kurumların temizlenmesi, haklar ve özgürlüklerle ilgili sınırlamaların azaltılması, hayatın sivilleştirilmesi gerekiyor. Ayrıca vatandaşlık tanımı da değiştirilecek. Herkes kendi etnik kökenini ifade edebilecek ve üst kimlik olarak "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım" diyecek. İşte bu, sorunu çözer. Zaten Kürt vatandaşların da üniter yapıyla, tek bayrakla ve resmî dilin Türkçe olmasıyla ilgili bir itirazı yok," diye cevap vermektedir. Arkasında Düzel, başka bir önemli soru sorar: "Vatandaşlıktaki 'Türklük' tanımı kalkacak öyle mi?", cevap gayet açık ve nettir: "Tabii. Yoksa demokratikleşmeyi yapamazsınız," bu cevabı tamamlayan soru ve cevap ise şu: "Anayasa değişikliği için hazırlıklar var mı?", "Şu anda her alanda çalışmalar var. Mesela yargı reformu hazırlanıyor. Kültürel hakların tanınması konusunda çalışmalar yapılıyor. Bunlarla, toplumun kendisini özgürce ifade etmesi amaçlanıyor. Bütün bunlar, anayasa değişikliği için birer hazırlıktır."[4]

Kürt Açılımıyla Türkiye devletinin Türk karakterine resmi düzeyde dil ile ikrar edilmemiş bir mücadele sürdürüldüğü görülmektedir. Bazı önemli sorunların tespiti ve anlaşılmasında önemsiz gibi görülen ve arka planda kalan olay ve olgular önemli rol oynar. Başka bir deyişle, kimi zaman önemsiz gibi addedilen şeyler büyük olayların anlaşılmasına en büyük katkıyı sağlar. Kürt açılımını da bu zeminde değerlendirmek gerekir. Başbakan dahil bakanların ve açılımı "halka anlatmakla" görevli vekillerin açılımı hep muhalefeti eleştirmekle sınırlamaları; bazı bakanların Kürt Açılımını anlatacağı topluluk önünde ilgili notları bulamayınca kürsüden inmesi gibi eylem biçimleri zihinsel arka planın çözümlenmesinde işlevseldir. Konunun başka bir veçhesi de şudur: Açılımda Kürtlüğü anlatanlar hep açık açık dillendiriliyor fakat sıra Türklüğe gelince muhalefeti eleştirmekle sınırlamak aslında "Türk Milleti"nden gizlenen gerçeği ifade eder.


*21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü DYÇ Araştırmaları Bilimsel Danışmanı.


[1] Levent KÖKER, "'Demokratik Açılım'ı Doğru Anlamak ve Anlatmak", Zaman Gazetesi, 21 Kasım 2009.
[2] Zaman Gazetesinin "Yorum" sayfası, Star Gazetesinin "Açık Görüş" eki, Radikal Gazetesinin "Radikal 2" ve "Tartışı-Yorum" ek ve bölümleri ile Yeni Şafak Gazetesinin "Yorum" sayfası Kürt Sorunu konulu araştırma ve yorumların en istikrarlı ve yoğun olarak sürdürüldüğü yerlerdir. Kayda geçmesi gereken önemli bir nokta da Radikal Gazetesi dışındaki gazetelerin "İslamcı-Muhafazakar" yayın organları olarak bilinmesidir. Ve bu yayın organlarında "Kürt Sorunu" tanım ve aksiyomundan hareketle Kürtçü bir perspektifte yazılar yoğun olarak yer almaktadır. Bu durumda bize göstermektedir ki, İslamcı-Muhafazakar kesimin düşünsel kısırlık içindeki aydınları rollerini yani kendi entelektüeller fikri üretimlerini Marksist ve Liberal seçkinlere devretmişlerdir. 
[3] "AKP'de açılım çatlağı, http://www.aksam.com.tr/2009/11/25/haber/3993/siyaset/haber.html.".
[4] Ayşenur Bahçekapılı: 'Başbakan hayatını riske atıyor', Neşe Düzel'in söyleşisi, Taraf Gazetesi, 30.11.2009.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

ALINTI;

https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/kurt-acilimi-ve-turk-kimligi


***

24 Şubat 2016 Çarşamba

KÜRT AÇILIMI.., Kürt Açılımının Başlaması ve Öncüleri..,



KÜRT AÇILIMI.., Kürt Açılımının Başlaması ve Öncüleri..,



FARKEDİLENLER ( Hayat Ayrıntılarda Gizlidir.Geneli Herkes Bilir ) 

LEVENT  KALEM.,


8 Ağustos 2009 Cumartesi akşamı saat 21.00’de, Uydudan yayın yapan AKDENİZ TV’nin ‘ Son Nokta ’ programına konuk oldum. 
Yaklaşık bir buçuk saat süren, Ali Tongülüs’ün sunduğu söyleşide, gündemin en önemli konusu ‘Kürt Açılımı’ ile ilgili, belgelere dayalı görüşlerimi anlattım.

İşte şimdi, o söyleşide anlattıklarımın en çarpıcı bölümlerini yazıya döküyorum.

‘ Kürt Açılımı ’ ne demek?

ABD ve AB’nin Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde bir Kürdistan devleti kurma plan ve projesine, Türkiye’yi yöneten sivil-asker yöneticiler ‘Kürt Açılımı’ dediler. Bu tanım ulusalcılardan çok büyük tepki görünce de, yarım adım geri attılar ve girişimi ‘Demokratik Açılım’ diye adlandırdılar.

Türkiye’de Kürt kökenli T.C. vatandaşları vardır ama Türkiye’nin bir ‘Kürt Sorunu’ yoktur. Türkiye’nin temel sorunu, sivil-asker yöneticilerinin ABD boyunduruğunu ve AB Mandacılığını kabullenip, bu emperyalist odakların ülkemizi ve ulusumuzu bölüp parçalama planına boyun eğmesidir.


PKK Kürt Halkının Temsilcisi mi?

Yirmi beş yılı aşkın bir süredir terörist eylemlerde bulunan PKK, hiçbir zaman Kürt kökenli yurttaşlarımızın temsilcisi olamamıştır.

PKK terör örgütünün siyasi kanadı olarak seçimlere giren ve bugün TBMM’de 21 milletvekili bulunan Demokratik Toplum Partisi (DTP)’nin de Kürt kökenli yurttaşlarımızın temsilcisi olmadığını görmek için 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri sonuçlarına bakmamız yeterli olacaktır:


Partiler Oy Oranı Oy Sayısı


AKP %38.78 15.490.799

CHP %23.12 9.237.494

MHP %16.04 6.408.399

DTP % 5.68 2.269.482


Yerel seçimlerde oy kullanırken, Kürt kökenli yurttaşlarımızın ekonomik koşulları dikkate almayacağı, kimliklerini ön plana çıkarıp sadece etnik köken bağlamında oy kullanacağı iddia edilmiş ve ortaya yukarıdaki tablo çıkmıştır.


Eğer Kürt kökenli seçmenlerin partisinin DTP ve onun da yönlendiricisi PKK olduğu kabul edilecek olursa, Türkiye genelinde PKK-DTP’nin oy oranı sadece %5.68’dir.


Şimdi, PKK-DTP ve yandaşları, %5.68 oy oranıyla, Türkiye siyasetine yön verecek, Türkiye’nin toprak ve ulusal bütünlüğünü bozacak düzenlemeleri dikte ettirebilecek güçte olduklarını söylemektedirler!


Çok basit bir aritmetik sorusu:

%5.68 oranı, %94.32 oranından büyük müdür?

Basitleştirerek ve yuvarlayarak soralım:

6 sayısı 94 sayısından büyük müdür?


Peki, nasıl oluyor da Türkiye genelinde %5.68 oy oranına sahip olan taraf, %94.32 oy oranına sahip olan tarafa hükmetmeye çalışıyor?


Dünya tarihinde bugüne kadar hiçbir ülkede, yüzde 6 oranındaki bir azınlık, yüzde 94 oranındaki bir çoğunluğu boyunduruğu altına alamamıştır.

Şimdi istenilen şudur: Ezici bir çoğunluğa sahip olan kitle, küçük bir azınlığa sahip olan bir topluluğa imtiyaz haklar tanıyacak, kendi varlığını kendi kimliğini hiçe sayan kararları kabul edecek.

Ve bütün bunlar, demokrasi adına yapılacak!

Dünyada böyle bir demokrasinin örneği hiç olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır.


PKK’nın Açılım Şartları:


Ortaokul ve lise tarih kitaplarında okuduk. İki devletin orduları savaşır. Ne kadar uzun sürerse sürsün, sonunda bir taraf yenilir ve barış masasına oturulur. Barış masasında yenen taraf, yenilen tarafa anlaşmanın şartlarını dayatır. Yenilgi ne kadar ağır olmuşsa, yenen tarafın dayattığı şartlar da o kadar ağır olur.

Şimdi, yirmi beş yılı aşkındır Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile çarpışan PKK terör örgütünün, ‘Kürt Açılımı’ adı altında dayattığı şartlara bakalım:

· TSK, çatışmaları koşulsuz olarak durduracak.

· PKK’nın dağdaki militanlarına genel af çıkarılacak. Dağdan inecek bu militanlara özgür yaşama, ekonomik rahatlık ve siyasete girme koşulları sağlanacak.

· Kürtçe, resmi dil olarak kabul edilecek.

· Kürtçe eğitim yapan ilköğretim, ortaöğretim okulları ve üniversiteler açılacak.

· Güneydoğu Anadolu bölgesine ekonomik özerklik tanınacak.

· Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki belde, köy,sokak, cadde, ilçe ve il isimleri Kürtçeye dönüştürülecek.

· Türkiye’de okullarda ‘Ant İçme’ törenleri kaldırılacak. Hiçbir yere ‘Ne Mutlu Türküm’ söylemi yazılmayacak, yazılmış olanlar hemen silinecek.

· PKK’nın terörist lideri, İmralı’dan salınacak ve T.C. Devleti ile yapılacak görüşmelerde muhatap kabul edilecek.


Bu şartlar, uzun süren bir savaşın sonunda yenen tarafın PKK, yenilen tarafın da Türk Silahlı Kuvvetler olduğunu göstermiyor mu?

Peki, gerçekten TSK yenildi mi?

TSK yenildi de Türk halkının haberi mi olmadı?


PKK-DTP Propagandacısı Gazeteciler


“Eğer bir yalan, uzun bir süre yeterince tekrarlanırsa, sonunda o yalan bir gerçekmiş gibi algılanır.”

Dr. Joseph Goebbels

Hitler’in Propaganda Bakanı


Medyada, PKK-DTP’nin açıktan açığa propagandasını yapan Taraf gazetesinden birkaç alıntı yapmak istiyorum.

Bu alıntıları okuduktan sonra, sakın ola Taraf gazetesinin yazarlarına alçak, namussuz, şerefsiz, onursuz, vatan haini gibi sıfatlar yapıştırmayınız! Böyle yaparsanız, asıl gerçeği gözden kaçırmış olursunuz. Aşağıda yorumlarını okuyacağınız Taraf gazetesi yazarları, ‘görevli’ dirler. Hepsi bu kadar! Kendilerine verilmiş olan görevleri, Hitler’in Propaganda Bakanı Dr. Joseph Goebbels’in yöntemini uygulayarak yerine getireceklerdir. Yani, sürekli olarak yalan söyleyecekler, yalanlarını da Allah’ın her günü tekrarlayıp duracaklardır!

İşte, Taraf gazetesinin ‘görevli’ yazarlarının yaptığı PKK propagandasından örnekler.


Yasemin Çongar

“Kürt sorununda Başbakan mecbur kaldığı için birtakım adımlar atıyor.”

“Devlet, barışçı çözüm için Öcalan’ı muhatap alması gerektiğinin farkında”

“Çözüm, ‘resmen’ değil, ‘fiilen’ gerçekleşecek”

“Öcalan’ın bugün artık dağdan ziyade, şehirde etkili bir lider olduğuna inanıyorum.”

“Öcalan, devlet için ‘mecburi’ bir muhatap.”

(Taraf, 22.07.2009)


“Elli yıldır Batı güvenlik sistematiğinde bulunan bir ordunun, NATO, ABD ve AB işbirliğine karşı ‘Rusçu’ bir kliğin eline geçmesine seyirci kalınır mı?”

(Taraf, 28.01.2009)


“Hükümet, Kürt meselesini çözmek için yapılması gereken her şeyi, evet her şeyi, yapma cesaretini ve kararlılığını içinde barındıran bir çalışma başlattı ama, Kürt vatandaşlarımız henüz buna inanmıyorlar.”

“Kürtlerin bugüne kadar daha ziyade zalim yüzüyle tanıdıkları devlete güvenmeleri çok zor.”

“Devletin de değişmeye başladığı, değişmeye mecbur kaldığı…”

(Taraf, 04.08.2009)


“PKK, Kürt meselesinde çözüm arayışına giren devletin resmen olmasa da, fiilen muhatabıdır.” “Kürt meselesinin asıl nedeni olan eşitsizlik ortadan kalkmadıkça, çözüm yetersiz kalmaya mahkûmdur.”

“Ancak hükümet çevresi, çıkış yolunun, tek maddeye odaklı bir değişim yerine, Anayasanın tümüyle değiştirilmesi olduğunu düşünüyor…”

(Taraf, 05.08.2009)


Ahmet Altan

“Bu sorun çözülecek.

Öcalan’ın bir ‘yol haritası’ açıklayacağını söylemesi, DTP’lilerin TÜSİAD’la görüşmesi, Kürt milletvekillerinin ılımlı konuşmaları, ‘iklimin’ rahatlamasında önemli roller oynuyor.”


Ahmet Altan, PKK terör örgütü karşıtlarının sonunu şöyle görüyor:

“Yavaş yavaş bir mizah konusuna dönüşecekler.”


“Bu toplum umutlu bir yolda ilerliyor.

Ergenekon türü örgütler temizleniyor.

Ordu, olması gereken çizgilerin içine çekiliyor.”

(Taraf,30.07.2009)


“Peki, hepimiz eşit miyiz?

Türklerle Kürtler eşit mi?


“Devletin resmi dili ne?

Türkçe.

Demek dilde eşit değiliz, ülkede yaşayan bir grubun dili, ‘devletin remi’ dili, diğer büyük grubun dili ‘resmi’ değil.

Ülkede eğitim hangi dilde yapılıyor?

Türkçe.

Kürtçe eğitim yapan okul var mı?

Yok.

Kürtçe eğitim yapan üniversite var mı?

Yok.

Demek eğitimde de eşit değiliz.”


“Demek, anayasaya göre de eşit değiliz.”

(Taraf, 05.08.2009)


“Siz, ona buna ‘hain’ diyenlere, ‘Ergenekon’un avukatlığına’ soyunanlara aldırmayın.

Onlar çoktan kaybettiler.

Hayat onları yendi geçti.”

(Taraf, 06.08.2009)


“PKK niye teslim olsun?

Bu örgüt yenilmedi ki.

Hâlâ parası, silahı ve en önemlisi halk arasında kuvvetli bir desteği var.

Halk arasında desteği sürdüğü sürece de PKK’yı yenemezsiniz.

Yirmi beş yıl süren savaş bir yirmi beş yıl daha sürer.”

“PKK ne kadar sıkışık durumdaysa, devlet de o kadar sıkışık durumda.”

“Doğrusunu söylemek gerekirse Kürt kanadı daha aklı başında duruyor.

Baykal ve Bahçeli gibi kışkırtıcı konuşan liderler pek çıkmıyor o kanattan.”

(Taraf, 07.08.2009)


Roni Margulies

Türkiye’nin bölünüp parçalanmasına karşı çıkanları şöyle tanımlıyor:

“Faşistlerin tepinmesi, ‘vatan elden gidiyor’ diye böğürmesi çok doğal.”


“Bizzat genelkurmay görevlileri sorunun silah zoruyla halledilemeyeceğini ilan ediyor. Radyolar açılıyor, köy isimlerinin tekrar Kürtçeleştirilmesi konuşuluyor. Yavaş yavaş, fazla zorlamadan, fazla keskin bir adım atmadan, Türkler alıştırılıyor.”


“Sayın Öcalan’ın açıklayacağı yol haritası tarifsiz bir heyecanla beklenmeye başlandı.”

“”Siyasi kararlılık olduğu çok açık. Her şey bunu gösteriyor. Belli ki, asıl kaygı, ‘Acaba Türk Milleti ne der?’ diye kaygı duyuluyor.”


“CHP, ‘Niye operasyon yapmıyorsunuz lan?’ diye tepiniyor.”

“Ve AKP kurmayları, CHP ve MHP’ye oy kaybetmekten korkuyor!

Böyle durumlarda, bu kurmayları karşıma alıp duvara dizmek geçiyor içimden. Tek tek sol elimle kravatlarından tutup sağ elimle iki tokat atmak ve bağırmak istiyorum…”


Kürt Açılımı Çalıştayı


1 Ağustos 2009 günü Ankara’da Polis Akademisi’nin ev sahipliğinde akademinin Anıttepe yerleşkesinde “Kürt Açılım Çalıştayı” yapıldı.

Basına kapalı yapılan çalıştaya, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve Polis Akademisi Başkanı Prof. Dr. Zühtü Arslan ile birlikte şu gazeteciler katıldılar.


1. Hasan Cemal (Milliyet)

2. Cengiz Çandar (Radikal)

3. Oral Çalışlar (Radikal)

4. Fehmi Koru (Yeni Şafak)

5. Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan (Akşam-Bahçeşehir Üniv. Rekt.)

6. Okan Müderrisoğlu (Sabah)

7. Muharrem Sarıkaya (Haber Türk)

8. Mustafa Karaalioğlu (Star)

9. Nasuhi Güngör (Star)

10. Prof. Dr. Mithat Sancar (Taraf-Ankara Üniv. Hukuk Fak. Öğrt. Üy.)

11. Ruşen Çakır (Vatan)

12. Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak)

13. Mümtazer Türköne (Zaman)

14. İhsan Dağı (Zaman)


Şimdi bu katılımcıların bazılarını biraz yakından tanıyalım.


Prof. Dr. Zühtü Arslan

Polis Akademisi Başkanı. Projeler yaparak, kitaplar yazarak AB’den doğrudan ve dolaylı yüz binlerce Avro hibeler aldı. Kesin olarak ne kadar Avro aldığını sorduğum mektuplarıma yanıt vermedi, telefonlarıma çıkmadı.

AKP iktidarına yeni anayasa taslağı (Manda Anayasası) hazırlayan altı kişilik komisyonda görev aldı.[1]

Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan

Dünyanın en iyi 1 000 (bin) üniversitesi listesinde adı bulunmayan, yani esamesi okunmayan Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü ve Akşam gazetesi yazarı.

AB Mandacısı. Öğrencilere AB’nin Erasmus programını uyguluyor.

Erasmus programının amacı, ulusal kimliği silmek, yerine Hıristiyan Avrupa kimliğini yerleştirmektir.


Hasan Cemal

Dünyayı yöneten Küresel Çete’nin tepedeki üç kuruluşundan biri olan Bilderberg üyesidir.

Bilderberg yöneticilerinin tamamına yakını Siyonist’tir.

Pentagon koridorlarında neler konuşulduğunu bilen ve yazan gazetecidir.

Kayıtsız şartsız ABD yanlısıdır.

AB mandacısıdır.

İMF’siz Türkiye’nin yapamayacağını sürekli yazandır.


Cengiz Çandar

CIA Ulusal Güvenlik Konseyi eski üyesi Graham Fular ile “Türkiye için Büyük Jeopolitika” isimli makaleyi yazdı.[2]

Küresel Çete’nin en tepesindeki CFR adlı gizli örgütün Siyonist yöneticilerini “Onur Duyduğu Şahsiyetler” olarak sundu.

ABD eski Savunma Bakan Yardımcısı Siyonist Paul Wolfowitz’in, Barzani’nin ve Talabani’nin yakın arkadaşı.

1998 Temmuz’da Washington merkezli Wilson Enstitüsü’nden yüklü bir burs alarak altı ay Washington’da yaşadı.


Fehmi Koru

İmam Hatip Okulu ve İzmir Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirdikten sonra ABD’de eğitim gördü.

Küresel Çete’nin en tepedeki üç kuruluşundan biri olan Bilderberg’in toplantısına davet edildi.

Asıl mesleği casusluk olan CIA ajanı Graham Fullar’in kaleme aldığı “Türkiye’de İslam Köktenciliği’nin Geleceği” adlı kitabın takdim yazısını yazdı.


Prof. Dr. Mithat Sancar

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakütesi öğretim üyesi ve Taraf gazetesi yazarı.

Kürtçenin eğitimde kullanılmasını, özel radyo ve televizyonlarda sınırsız yayın yapılmasını istiyor. Kimlik temelli genel siyaset yapılmasını ve yerel yönetimlere “özerklik” tanınmasını, yani Türkiye’de eyalet sistemine geçilmesini savunuyor.

AB Mandacısı. Öğrencilerine, AB’nin Erasmus programını uyguluyor.


Kürt Açılımı Alternatif Çalıştayı

Kürt Açılımı Çalıştayı’na katılanların ABD buyruğunda ve AB Mandacısı olduğunu vurgulayan ulusalcıların haklı tepkileri ses getirmeye başlayınca, Çankaya Köşkü’nde 
oturan Abdullah Gül, bu tür çalıştayların sürdürüleceğini, toplumun diğer katmanlarından da sözcülerin bu çalıştaylara davet edileceğini söyledi.

Eğer Abdullah Gül bu söyleminde ciddi ise, bugünden sonra yapılacak ilk çalıştaya, Tümü halkımız tarafından çok iyi tanınan şu aydınlarımızın da çağırılmasını öneriyorum.



1. Vural Şavaş: Onursal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yazar.

2. Erol Bilbilik: Araştırmacı Yazar

3. Bertan Onaran: Bilge Yazar.

4. Metin Aydoğan: Araştırmacı Yazar.

5. Cengiz Özakıncı: Araştırmacı Yazar.

6. Mustafa Yıldırım: Araştırmacı Yazar

7. Halûk Tarcan: Bilimsel Araştırmacı, Yazar.

8. Banu Avar: TV Program Yapımcısı, Yazar.

9. Talat Turhan: Araştırmacı Yazar.

10. Mustafa Çınkı, Maden Y. Müh., Araştırmacı Yazar.

11. Uğur Yıldırım: Araştırmacı Yazar

12. Cazim Gürbüz: Gazeteci, Yazar.

13. Mehmet Uysal: Ege Üniversitesi Öğretim Görevlisi.

14. Halit Payza: Yazar

15. Serdar Ant: Yazar

16. Cem Kılıç: Türk Gençliği Hareketi Başkanı.

17. Cumhur Utku: Yazar.

18. Deniz Altıntaş: Hür ve Eşitlik Partisi Kurucu Üyesi.

19. Opr. Dr. M. Uğur Yılmaz: Sağlıkta Dönüşüm’de Uzman.

20. Mahmut Özyürek, ADD Isparta Şube Başkanı, Öğretmen.

21. Mahiye Morgül: Eğitmen, Akademisyen, Yazar.

22. Tuncer Kalemoğlu: Mimar, Yazar.

23. Öner Yağcı: Yazar

24. Hasan Hüseyin Yalvaç: Şair, Yazar.

25. İsmet Arslan: Yayıncı.

26. Dr. Kâzım Üstüner: ADD Burdur Şube Başkanı.

27. Hicran Karabudak: Aydınlanma Derneği Başkanı.

28. Besim Esinoğlu: İP Genel Başkan Yrd., Yazar.

29. Ali Çevikyiğit: ADD Çerkezköy Şube Başkanı, Öğretmen.

30. Dr. Ramazan K. Kurt: Araştırmacı Yazar.

31. Dr. Yener Oruç: Araştırmacı Yazar.

32. Süleyman Sefer Cihan, Batı Trakya Türkleri Derneği Bşk.


Kürt Açılımının Başlaması ve Öncüleri

ABD ve AB’nin Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde bağımsız bir Kürdistan devleti kurma plan ve projesine, Türkiye’yi yöneten sivil-asker yöneticiler ‘Kürt Açılımı’ adını verdiler. Bu tanım ulusalcılardan çok büyük tepki görünce de, yarım adım geri attılar ve girişimi ‘Demokratik Açılım’ diye adlandırdılar.

İster ‘Kürt Açılımı’ deyin, isterseniz de ‘Demokratik Açılım’, Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde bir Kürdistan devleti kurulması projesinin uygulanmaya konulması şu evrelerden geçti.


İsmail Cem Milletvekilliği, Dışişleri Bakanlığı, parti kuruculuğu yapan, bir ara adı cumhurbaşkanı adayı olarak geçen ve Atatürkçü olarak bilinen İsmail Cem 1977 yılında şunları söylüyordu:[3]

“Türkiye’de zaman zaman ‘memleketi bölelim, yarısında başka bir memleket oluşsun. Bunun da özgürlüğü olsun’ şeklinde tartışmalar gündeme gelmektedir. Bir liberal, bir solcu ve gazeteci olarak bana bu normal gelebilir ve Türkiye’ye hiçbir zarar vermeyeceğini düşünebilirim. Ama bunu siyasete, yaşama geçirmek için belli bir konsensüs lazımdır. Ve o konsensüs inşallah terör meselesi bittikten sonra oluşabilecek bir konsensüstür.”

Milletvekili seçildiğinde, vatanın ve ulusun bölünmez bütünlüğünü koruyacağına dair yemnin eden İsmail Cem, memleketin bölünmesinde hiçbir zarar görmüyor, bunun gerçekleşebilmesi için uygun bir zamanı kollamanın gerektiğini söylüyor! Ve yine de aydın kesim kendisini Atatürkçü olarak görmeyi sürdürüyor!


Mesut Yılmaz

Üç kez başbakanlık yapan Mesut Yılmaz, 15 Aralık 1999 günü Diyarbakır’da yaptığı şu konuşmayla, Diyarbakır’ı AB’nin himayesine sokuyordu:[4]

“Biz, AB’ye giden yolun Diyarbakır’dan geçtiğine inandığımız için buradayız. Zaman gelip çattı. Bu devlet yapısıyla artık gitmez. Devlet çağın gerisinde kaldı. Devleti kırgın gören millet, milletine güvenmeyen devlet, insanını dışlayan cumhuriyet, acze düşmüş siyaset ile Türkiye’yi çağa taşıyamayız. Bu sökük artık dikiş tutmaz…

Merkeziyetçi yapı yok edilmeli, devlet ekonomiden süratle çıkmalı, her kişi ve kurumun zihniyeti değişmeli.”

Bu sarsıcı sözleriyle Mesut Yılmaz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sonun geldiğini ilan ediyordu!

Mesut Yılmaz, Avrupa Birliği’nin hem anti-demokratik hem de katı merkeziyetçi yapıya sahip olduğu gerçeğini Türk halkından saklıyor ve merkeziyetçi olarak nitelediği Türk devletinin yok edilmesini istiyordu!

Mesut Yılmaz bu sözleriyle, çok açık ve net olarak, Diyarbakır’ı AB’nin himayesine bırakıyor ve Diyarbakırlılara artık T.C. Devleti’nden hiçbir şey beklememeleri öğüdünü veriyordu!

Mesut Yılmaz’ın, aslında bir ihanetin belgesi olacak nitelikteki bu açıklamalarına, sivil kesimden de askeriyeden de bir ses çıkmadı!

T.C. Devleti’ne sahip çıkmaları gereken güçlerden ses çıkmayınca, Diyarbakır da kendi başının çaresine bakma yoluna girdi, AB’nin himayesini kabullendi. AB’nin ekmeğine yağ sürülmüş, Güneydoğu’da bir Kürdistan kurulması isteğinin gerçekleşeceği ortaya çıkmıştı.


AB’nin 6 Ekim 2004 Tarihli Türkiye Raporları


Avrupa Birliği (AB), 6 Ekim 2004 tarihinde Türkiye ile ilgili üç rapor yayınladı: İlerleme Raporu, Öneriler Raporu ve Etkiler Raporu.

Bu raporlara göre Türkiye; Kıbrıs’ı Rumlara bırakacak, Güneydoğu Anadolu’da bir Kürt devletinin kurulmasına giden yolu açacak, sözde Ermeni Soykırımı’nı tanıyıp Ermenistan ile olan sınırını açacak, İstanbul’da Heybeliada Ruhban Okulunu açıp, Fener Kilisesi Başpapazı’nı ‘Ekümenik’ olarak tanıyarak İstanbul’da bir Ortodoks din devleti kurulmasını kabullenecek, başta Dicle ve Fırat nehirleri üzerindeki barajlar olmak üzere Türkiye’nin tüm su kaynakları ve dağıtım şebekelerinin denetimini AB’ye devredecek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin etki ve yetkileri azaltılacak, sonucu önceden garanti edilmeyen ‘ucu açık’ üyelik müzakerelerin sonucunda Türkiye, AB’ye üye olsa bile Türkler AB’de serbest dolaşamayacaklar, ama AB Üye Devletlerinin vatandaşları Türkiye’de serbestçe dolaşabilecekler…[5]

Türkiye’nin sivil-asker yöneticileri, AB’nin bu raporlarında dayattığı koşullara karşı çıkmak bir yana, AB yanlısı tutumlarını kararlılıkla sürdürdüler.


17 Aralık 2004 tarihli Avrupa Birliği Konseyi Başkanlık Kararları

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Brüksel’de 16/17 Aralık 2004 tarihlerinde katıldığı Avrupa Konseyi Başkanlar toplantısı, Türkiye açısından önemliydi. Bu toplantıda, AB’nin Türkiye ile yapacağı Müzakerelere başlama tarihinin verilmesi gündemdeydi. Bu toplantının en önemli özelliği, AB ile Türkiye arasında yapılabilecek en son ‘pazarlığa’ son noktanın konulması aşamasına varılmış olmasıydı. Bu toplantıda alınacak kararlar Türkiye tarafından kabul edildiği takdirde, Müzakereler başlayacak ve bir daha Türkiye hiçbir konuda hiçbir zaman AB ile pazarlığa girişemeyecek, sadece Avrupa Müktesebatı’nın tamamını olduğu gibi uygulamakla yükümlü olacaktı.

Recep Tayyip Erdoğan’ın önüne, yukarıda açıkladığımız 6 Ekim 2004 tarihli Türkiye raporlarındaki maddeler birer birer konulur ve bunları kabul etmesi istenir.Recep Tayyip Erdoğan bu ağır şartlar karşısında bocalar, bunalır ve hatta bir an, anlaşmayı imzalamadan hemen uçağa binip Türkiye’ye dönmeyi bile düşündüğü söylenir. Recep Tayyip Erdoğan’ın kabullenmekte en çok zorlandığı madde, Kıbrıs’ın Rumlara verilmesidir. Bunu, Türk halkına anlatamayacağından, kabul ettiremeyeceğinden ve çok büyük bir tepki ile karşılaşacağından korkmaktadır. Avrupa Konseyi üyesi İngiltere Başbakanı Tony Blair bu durumun farkına varır, Recep Tayyip Erdoğan ile başbaşa görüşebilmek için toplantıya kısa bir ara verilmesini ister. İki başbakanın birbirlerine ilk isimleriyle hitap ettikleri bu kısa görüşmedeTony Blair, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a şöyle bir rol oynamasını önerir: “Sen Türkiye’ye döndüğünde, Kıbrıs’ı Rumlara verdiğini söylemeyeceksin! Rumlarla bir ticaret anlaşması imzaladım, diyeceksin!” Recep Tayyip Erdoğan’ın yüzü güler, sorun aşılmıştır!

Başkanlar Konseyi yeniden toplandığında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan AB’nin istediği tüm ağır şartları kabul eder. Bunun üzerine, AB’nin Türkiye ile 3 Ekim 2005 tarihinde Müzakerelere başlayacağı duyurulur. Başkanlar Konseyi toplantısı bittiğinde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanına gelen İsveç Başbakanı şunları söyler: “Siz ne yaptınız! Çok ağır şartları kabul ettiniz! Biz, sizin bu şartları kabul etmeyeceğinizi, tartışma ve hatta kavga çıkaracağınızı sanıyorduk! Eğer siz bu ağır şartlara karşı direnseydiniz, biz de sizi destekleyecektik! Ama bundan sonra bizim de yapacağımız bir şey kalmamıştır!”

Türkiye’nin toıpraklarının ve ulusunun bölünüp parçalanmasına neden olacak nitelikte ağır kararları içeren Avrupa Konseyi Başkanlar Raporunu, AKP hükümeti ve yandaşları 17 Aralık 2004 günü Ankara’da düğün bayram yaparak kutladılar. Bu çok ağır kararları yalnız Türkiye’nin sivil-asker yöneticileri değil, TBMM’de temsil edilen siyasi partilerin tümü, İşçi ve İşveren Konfederasyonlarının tamamı ve Medyanın tamamına yakını coşkuyla kabul etmişlerdir.[6]

17 Aralık 2004 tarihli Avrupa Konseyi Başkanlar Kararları’ndan sonra, Güneydoğu’da bir Kürt devletinin kurulmasının önü tamammen açılmış oldu.


İlhan Selçuk, Güneydoğu’ya Yabancı Askerleri Çağırıyor

Kendilerine ‘aydın’ diyen bir kesim tarafından Atatürkçü, Cumhuriyetçi ve Aydınlanmanın Yazarı olarak tanımlanan İlhan Selçuk, 9 Eylül 2006 tarihinde şöyle yazıyordu:[7]

“ Afganistan’daki Terörle mücadele için NATO Türkiye’den ek asker istedi…''

Lübnan’da terör mü var?..

Türkiye’den asker isteniyor…

Afganistan’da terör mü var?..

Türkiye’den asker isteniyor…

Oysa terörün daniskası bizde!..


Peki, biz neden susuyoruz?

Birleşmiş Milletler Barış Gücü bize gerekmez mi?

Nato güneydoğuya asker yollasın…

AB neden küçük parmağını kımıldatmıyor?..

Şimdi Lübnan’a asker yollayan Avrupa devletleri bize neden askeri güç sağlamıyorlar?..”


Güneydoğu Anadolu’ya yabancı askerleri davet eden İlhan Selçuk, bizim bazı ‘aydınlarımızı’, ABD-AB projelerine uygun olarak Güneydoğu Anadolu’da kurulması planlanan bir Kürdistan devletine hazırlamaktaydı…


AB Güneydoğu Anadolu’ya Hibe Akıttı

2004-2006 sürecinde AB, sözde proje karşılığı, Diyarbakır Belediyesi’ne 40 milyon Avro hibe etti. Yaklaşık 8 milyon Avro harcayarak da Diyarbakır’da 18 okul yaptırdı.

Aynı süreçte AB, Şanlıurfa Belediyesi’ne, sözde proje karşılığı, 21 milyon Avrodan fazla hibe verdi. Buna ek olarak, 7 milyon Avrodan fazla para harcayarak Şanlı Urfa’da 15 okul ve 10 lojman yaptırdı.

Avrupa Birliği, Güneydoğu Anadolu’ya akıttığı bu paralarla bu bölgenin belediyelerini, sivil toplum örgütlerini ve önemli kişilerini devşirdi, kendi çıkarları doğrultusunda eğitti.

Türkiye’nin sivil-asker yöneticileri tüm bu gelişmeleri sadece izleyerek, bölgenin yavaş yavaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yönetim ve denetiminden çıkmasına neden oldular.


Barzani’nin Bursları

Irak’ın kuzeyinde bir Kürdistan devletinin kurucularından olan Barzani, ABD ve AB’nin desteğinde Güneydoğu Anadolu’da da kendisine bağlı bir etki alanı yaratmak için çalıştı. O bölgedeki Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gençlere burslar dağıttı.

Barzani’den burs alan gençler, Barzani’ye mi yoksa T.C. Devleti’ne mi bağlılık gösterecektir?

T.C. Devleti’nin sivil-asker yöneticileri bu gelişmelere de sadece seyirci kalarak bölgenin elden çıkmasını kolaylaştırdılar.


8 Ağustos 2009 Cumartesi akşamı AKDENİZ TV’de yayımlanan ‘Kürt Açılımı’ programı, internetteki şu sitelerdeki video kayıtlarından izlenebilir:


www.kalinka.com.tr

www.dailymotion.com.tr


Yılmaz Dikbaş 9 Eylül 2009 dik...@kalinka.com.tr

Dipnotlar;

[1] Yılmaz Dikbaş, “Gaflet Dalalet Hıyanet”, Asya Şafak Yayınları, İstanbul, 4. Baskı, sayfa: 580-594

[2] Erol Bililik, “Amerikanperestler”, Destek Yaınları, Ekim 2008, sayfa: 176

[3] Cumhuriyet, 6 Aralık 1977

[4] Yılmaz Dikbaş, “Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi”, Asya Şafak Yayınları, İstanbul, Kasım 2006, 5. Baskı, Sayfa: 435-436

[5] A.g.e. Sayfa: 87-100

[6] A.g.e. Sayfa: 100-101

[7] İlhan Selçuk, Pencere, Cumhuriyet, 9 Eylül 2006


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR,
SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." 


https://groups.google.com/forum/#!topicsearchin/liberal-izmirliler/SERDAR$20ANT/liberal-izmirliler/AQLT_9BHUJs