Işık Kansu
05.06.2008
Ortadaki Büyük Oyun: BOP
Dünya petrol rezervinin yüzde 64'üne sahip Ortadoğu, ABD ve Batı için stratejik bir öneme sahip ABD'nin ''Büyük Ortadoğu Projesi'' (BOP) adı altında ortaya attığı, daha sonra çerçevesini genişleterek ''Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri Projesi'' , küreselleşme sürecinde bir yeni imparatorluk tasarımı mıdır? Tasarımın içinde barındırdığı ''insan hakları, özgürleşme, demokratikleşme'' gibi hedefler, bölge halklarının çıkarları ile ne denli uyuşuyor? Petrol, doğalgaz ve kuşkusuz su, BOP tasarımcılarının ana odak noktası mı?
BOP, başta ABD olmak üzere, gelişmiş ülkelerin ve çokuluslu şirketlerin ekonomik sınırları, sıkıntıları ve kısıtlamaları aşmak için görüntüsü süslenen bir örtü mü? BOP'un Türkiye ve yakın komşuları açısından siyasi, askeri, stratejik ve ekonomik anlamı ne? Yazı dizimiz, genel çerçevede bu ve buna benzer sorulara konunun uzmanlarının katkı ve görüşleriyle yanıt aramaya, BOP'un perde gerisini aralamaya çalışacak.
DOÇ. DR. ÇAĞRI ERHAN:
Bush doktrininin ilham kaynağı
Doç. Dr. Çağrı Erhan: ABD, büyük ekonomik ve askeri gücüne dayanarak dünyanın herhangi bir bölgesinde istediği dönüşümü yaptırabilir, kendine yönelik tüm tehditleri ortadan kaldırabilir, yeni 11 Eylül'lerden korunmak için başka seçeneği de yoktur. Esasen, yeni muhafazakâr yaklaşımın gerçekçi olmadığı, son bir yıldır Irak'ta görülmektedir.
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), ABD'nin 1997'de oluşturduğu ''Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi'' nin bir alt unsuru olarak ortaya çıkıyor.
SBF öğretim üyelerinden Doç. Dr. Çağrı Erhan , yeni muhafazakârların ''Amerika'nın rekabet edilemez gücü'' öngörüsüne dayalı BOP'un içeriğine, tarihsel ve siyasal altyapısına ilişkin
sorularımıza, şu yanıtları verdi:
BOP NEDİR?
* Dünyada ispatlanmış petrol rezervlerinin yüzde 64'ünü içeren Ortadoğu, ABD ve tüm Batı için olağanüstü stratejik bir öneme sahiptir. Bölgede var olan, köktendinci akımlar, terör örgütleri, kitle imha silahları, uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığı yapan örgütlü suç şebekeleri, ABD ve Batı çıkarlarına yönelik tehditler üretmektedir. BOP'u üretenlere göre, bu unsurların ortaya çıkmasının ve taraftar toplamasının asıl nedeni, bölge halklarının içinde bulundukları olumsuz ekonomik ve sosyal koşullar ile, bölgede varlığını sürdüren antidemokratik rejimlerdir.
Eğer, ekonomik ve sosyal koşullar düzeltilir ve demokrasiye geçiş sağlanırsa, yönetime katılım olanağı bulan ve refah düzeyi yükselen Ortadoğu halkları, Batı'yı tehdit eden eylemlere destek vermeyecekler, köktendinci akımlar zayıflayacak, terör örgütleri çökecek ve ucuz petrolün Batı pazarlarına istikrarlı biçimde aktarılması güvence altına alınacaktır.
BOP'UN TARİHSEL GEÇMİŞİ NEDİR?
**ABD'de yapılan G-8 toplantısına, ''Kuzey Afrika ve Genişletilmiş Ortadoğu Girişimi'' adıyla sunulan BOP'a ilişkin ilk somut bilgiler, Londra merkezli Arapça yayın yapan El Hayat gazetesinin 13 Şubat 2004 tarihli sayısında yer almıştır.
''Büyük Ortadoğu'' kavramının, klasik Ortadoğu'yla birlikte bağımsızlığını yeni kazanmış Orta Asya ve Kafkasya ülkelerini de kapsayacak biçimde akademik düzeyde kullanılışı, 1990'ların ortalarına rastlamaktadır. BOP'un siyasal düzleme taşınması çabaları ise 2000'de başlamıştır.
Ancak, kuşkusuz, BOP konusunda en önemli kilometre taşı, Bush döneminde ABD dış politikasına hâkim olan yeni muhafazakârlara karşı yeni liberal görüşü savunan Ronald Asmus 'un Kenneth Pollack ile birlikte kaleme aldığı ve Washington Post gazetesinde, 22 Haziran 2003'te yayımlanan, ''The Neoliberal Take on the Middle East'' (Ortadoğu'nun Neoliberal Açıdan Ele Alınışı) başlıklı makaledir.
Makaleye göre: ''Ortadoğu'daki tehditlerin ortadan kaldırılabilmesi, ancak NATO'nun Soğuk Savaş döneminde SSCB'ye karşı uyguladığı gibi uzun soluklu ve kapsamlı bir proje ile mümkün olabilir. Ortadoğu, yeni muhafazakârların savunduğu gibi, güç kullanılarak dönüştürülemez, bu dönüşüm, ancak Avrupalı müttefiklerle de işbirliği yaparak ve ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal boyutları da içeren kapsamlı bir projeyle mümkün olabilir.''
'YENİ AMERİKAN YÜZYILI PROJESİ'
Bush yönetimi, Asmus ve Pollack'ın yaklaşımlarını BOP'a söylem boyutuyla eklemiş olmakla birlikte, BOP'un geneline yine de, yeni muhafazakâr çizgi damgasını vurmuştur. Örneğin, yeni liberallerin projenin başarısı için ''olmazsa olmaz'' koşul olarak gördükleri ''Arap-İsrail anlaşmazlığının kalıcı biçimde çözülmesi'' , yeni muhafazakâr BOP versiyonunda göz ardı edilmektedir.
Bunun temel nedeni, 1997'de oluşturulan ''Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi'' içinde odaklanan ve Bush yönetimiyle birlikte, ideolojik ve akademik düzeydeki etkinliklerini karar alıcı mekanizmalara aktarmada daha rahat hareket etme olanağı bulan yeni muhafazakâr çevrelerin ''Amerika'nın rekabet edilemez gücü'' nü ana çıkış noktası olarak algılamalarıdır.
''Bush doktrini'' ne de ilham kaynağı olan bu görüşe göre ABD, büyük ekonomik ve askeri gücüne dayanarak dünyanın herhangi bir bölgesinde istediği dönüşümü yaptırabilir, kendine yönelik tüm tehditleri ortadan kaldırabilir, yeni 11 Eylül'lerden korunmak için başka seçeneği de yoktur.
Esasen, yeni muhafazakâr yaklaşımın gerçekçi olmadığı, son bir yıldır Irak'ta görülmektedir. G-8'de tartışılan ve sonuç bildirgesine 12 madde halinde yansıyan projeyi, AB ülkelerinin de hoşuna giden yeni liberal motiflerle renklendirilmiş, ama özü ve uygulayıcıları itibarıyla yeni muhafazakâr bir plan olarak değerlendirmek mümkündür.
Sonuç bildirgesinde yer alan ''projenin bölgeye dışarıdan empoze edilmeyeceğine'' dair ifadeye rağmen, BOP'un bu haliyle uygulanabilirliği, ancak dışarıdan müdahale ile olacaktır ki, bu da yeni muhafazakârların istediği bir şeydir.
BOP HANGİ ÜLKELERİ KAPSAMAKTADIR?
* BOP'un eylem alanı olarak resmen ilan edilen net sınırlar söz konusu değildir. Her an yeni ülkelerin kapsam içine alınabilmesi için ''açık kapı'' bırakılmaktadır. Bununla birlikte, özellikle ABD kaynakları 27 ülkenin ilk planda BOP çerçevesinde değerlendirildiğini vurgulamaktadırlar. Bu ülkeler şunlardır: ''Afganistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Cibuti, Fas, Filistin Özerk Yönetimi, Irak, İran, İsrail, Katar, Kuveyt, Komor Adaları, Lübnan, Libya, Mısır, Moritanya, Pakistan, Somali, Suudi Arabistan, Sudan, Suriye, Tunus, Türkiye, Umman, Ürdün ve Yemen.''
Genişleme halinde, bu alana Kafkasya ve Orta Asya cumhuriyetleri ile Endonezya ve Malezya'nın da dahil edilebileceği belirtilmektedir.
BOP HANGİ SOMUT VERİLERE DAYANDIRILMAKTADIR?
**Proje, büyük Ortadoğu alanında yer alan halkların son derece kötü koşullarda yaşadığı ve bu durumun mevcut sorunların ortaya çıkışındaki en önemli etken olduğu varsayımına dayanmaktadır.
Bu bağlamda, 2002 tarihli BM Arap İnsani Gelişme Raporu'nda sunulan veriler, BOP'a dayanak teşkil etmektedir.
Buna göre, tüm yetişkin Arapların yüzde 40'ı okuma-yazma bilmemektedir; Arap ülkelerinin 2010'da 50 milyon, 2020'de de 100 milyon yeni istihdam alanı yaratmaları gerekmektedir; Ortadoğu halklarının üçte ikisinin günlük kazancı 2 dolardan azdır; bölgede yapılan yıllık yayın sayısı, tüm dünyada yapılanın sadece yüzde 1.1'ini oluşturmaktadır; kadınlara ayrımcılık yapılmaktadır; demokratik kurumlar ya hiç yoktur ya da zayıftır; bölge halklarının sadece yüzde 1.6'sının internet erişimi vardır; 22 Arap ülkesinin toplam GSMH'si, tek başına İspanya'nınkinden düşüktür.
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI ONUR ÖYMEN:
Laiklik unsuru olmazsa demokrasi de olmaz...
Onur Öymen: Türkiye'yi bir ılımlı İslam ülkesi haline getirip laiklik unsurunu törpüleyelim, o haliyle teröre karşı Batı yanlısı, Batı'nın dostu bir model oluşturalım mantığı doğru değil.
CHP Genel Başkan Yardımcısı, emekli Büyükelçi Onur Öymen , BOP ile bölgeye demokrasinin tepeden inme bir rejim gibi getirilmesinin mümkün olmadığını ifade ederek ''Hem bölge tamamen demokratik olsun hem de işbaşına gelecek bütün hükümetler ABD'yi daima desteklesin. Böyle bir şey olamaz'' dedi. Öymen, Türkiye'nin bölgede model olursa, ancak laik, demokratik yapısıyla olacağına da vurgu yaptı.
Öymen, BOP'un siyasal açıdan Türkiye'yi ve çevresini ilgilendiren boyutlarına ilişkin sorularımıza şu karşılıkları verdi:
- BOP ile bölgeye ''ılımlı İslam'' diye nitelendirilen bir model oturtulmaya çalışılması, yine aynı projenin bir ilkesi olarak ileri sürülen ''demokratikleşme'' ile ne kadar bağdaşır?
- ABD Başkanı Bush tarafından anafikri ortaya atıldığında gördük ki, projenin hareket noktası terörle mücadeledir. ABD, terörle mücadele için bölge ülkelerinin demokratik bir yapıya kavuşturulması gerektiğini düşünüyor. Arzu ederdik ki, bölgedeki demokratikleşme unsuru, böyle terörün bir uzantısı gibi ya da terörün gerekli kıldığı bir hareket gibi değil de, bölge halklarının demokrasi ihtiyacından kaynaklansın.
Bölgenin halkında böyle bir demokrasi arzusu olduğu zaman demokratik, uygar ülkeler bunu destekler, bu başka bir şey. Ama, demokrasiyi tepeden inme bir rejim gibi getirmeye çalışırsanız, başarı şansı sınırlı olur. Dikkat çeken bir başka olgu da şu: İsrail hariç, bölge ülkelerinin tümü, halkı Müslüman olan ülkeler. ABD, bölgeyi demokratikleştirmeden bahsederken laiklikten hiç söz etmiyor. Hatta ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell , Irak'ın din devleti olmasına itiraz etmeyeceklerini açıkladı. Müslüman bir ülke, laik olmadan demokratik olabilir mi? Bu bakımdan ABD'nin projesinde laikliği bir eksik unsur olarak görüyoruz.
- Ülkeden ülkeye değişebilecek bir modelden de söz ediliyor...
- Demokrasi, serbest seçimlere, halkın iradesine, özgürlüklere, insan haklarına dayanan bir rejimin adıdır. Ortadoğu ülkelerinde bu ilkeleri uygulamayacaksınız ya da ihtiyaca göre bazılarında uygulayıp bazılarında uygulamayacaksınız. Bunun adı bölgeye demokrasi getirmek olmayacaktır. Anlaşılıyor ki, Amerika projeyi hayata geçirirken ihtiyatlı bir yaklaşım sergiliyor. Hiçbir ülkeyi kızdırmak istemiyor.
Gerçek demokrasi yerleşirse bu ülkelere, o zaman o ülkelerin hükümetleri, liderleri, petrol kaynakları ya da başka konularda öncelikle kendi ülkesinin çıkarlarını gözeteceklerdir. Yani, hem bölge tamamen demokratik olsun hem de işbaşına gelecek bütün hükümetler ABD'yi daima desteklesin. Böyle bir şey olamaz.
- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve iktidar sözcüleri, Türkiye'nin projenin içinde bir aktör, bir model olmasına sıcak bakıyorlar...
- Türkiye'yi değiştirerek model oluşturamazsınız. Türkiye'yi bir ılımlı İslam ülkesi haline getirip laiklik unsurunu törpüleyelim, o haliyle teröre karşı Batı yanlısı, Batı'nın dostu bir model oluşturalım mantığı doğru değil. Türkiye, model olursa laik, demokratik yapısıyla model olur. Bölgede Türkiye'nin bugünkü rejimini benimseyecek ülkeler çıkarsa, memnuniyetle onlara yardımcı oluruz. Ama, onun dışında Türkiye'nin rejimini sırf bu projede yer alabilmek için değiştirmesini beklemek çok yanlıştır. Türkiye'de herkesin, laiklik olmadan demokrasinin olamayacağı konusunda birleşmesi lazım. Altından laikliği çektiğiniz zaman demokrasi kalmaz. Din esasına dayalı bir devlette, çağdaş demokrasilerin benimsediği pek çok hususu hayata geçiremezsiniz.
- BOP ile Türkiye'nin üstlenmesi istenen rol, çevre komşularımızı nasıl etkiler?
- Türkiye, ABD'nin dostu ve NATO çerçevesinde müttefikidir. Ama Türkiye, aynı zamanda bölge ülkelerine komşudur ve onlarla çok yakın tarihi, kültürel ilişkileri vardır. Türkiye'yi hiç kimse şimdiye kadar ABD'nin veya Batı'nın bir Troya atı gibi görmedi. Projeyi hayata geçirirken Türkiye'yi Batı'nın çıkarlarının bölgedeki temsilcisi gibi takdim ederseniz, bölge ülkeleriyle ilişkilerimiz de zedelenir. Örneğin, Mısır gibi daha birçok bölge ülkesi projeye sıcak bakmıyor. Bu anlamda, projenin militanlığı üstlenilirse, bu ülkelerle ilişkilerimiz de bundan olumsuz etkilenebilir.
ABD, BOP'la enerji kaynaklarını denetlemeyi ve bölgeyi çokuluslu şirketlere açmayı hedefliyor
Bir avuç petrol için...
Prof. Dr. Sinan Sönmez (Atılım Üniversitesi Öğretim Üyesi): Amerika, bir yandan hâkim olmayı planladığı yörelerdeki doğal kaynakları emniyete almak, diğer yandan IMF ve Dünya Bankası'nın desteğiyle serbestleşme politikalarını uygulayarak ilgili ekonomileri çokuluslu ABD şirketlerine açmayı hedeflemektedir.
Mete Göknel (Eski BOTAŞ Genel Müdürü): Enerji kaynaklarının Atlantik piyasasına ulaştırılmasında en ekonomik yol, Türkiye geçişli rotalardır. Türkiye olmadan, projenin başarılı olması veya tamamlanabilmesi mümkün değildir. Türkiye, 'olmazsa olmaz' konumu nedeniyle, G-8 toplantısına davet edilmiştir.
'Siyasi-ekonomik coğrafya değişiyor'
Atılım Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Sinan Sönmez , Büyük Ortadoğu Projesi'nin (BOP), ekonomik anlamda ABD'nin geniş bir coğrafyada kaynaklara ulaşma tasarımı olduğunu belirtti. ABD ekonomisindeki sıkıntılara değinen Sönmez, BOP'un bir anlamda silah üreticileri, petrol devleri ve finansal şirketler koalisyonun bir eseri olduğunu dile getirerek ''ABD, bir yandan hâkim olmayı planladığı yörelerdeki doğal kaynakları emniyete almak, diğer yandan IMF ve Dünya Bankası'nın desteğiyle serbestleşme politikalarını uygulayarak ilgili ekonomileri çokuluslu ABD şirketlerine açmayı hedeflemektedir'' görüşünü savundu. Sönmez, BOP'un ekonomik hedeflerine ilişkin şu yorumları yaptı:
BOP, geniş bir coğrafyada kaynaklara ulaşma çabasıdır:
ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld 'in danışmanlığını da yapan Prof. Barnett , dünyayı iki bölgeye ayırmaktadır: İlki, küreselleşmiş ve işleyen bölge, yani küresel düzene entegre olmuş bölgeler. İkincisi ise; entegre olmamış, terorizme açık veya çatlak veya gri bölgeler. Eski Yugoslavya, Kafkaslar, Hazar Denizi'nden Afganistan ve Pakistan'a uzanan Orta Asya, Ortadoğu, Afrika'da Büyük Göller yöresi ve Amerika kıtasında And Dağları bölgesi, gri bölgelere örnek olarak verilmektedir. İlginç olan nokta, iki bölgeyi birbirine yapıştıran, bu nedenle de aynı zamanda fay hattı üzerinde yer alan bir dizi ülkenin bulunmasıdır. Örneğin, Latin Amerika'da Brezilya, Meksika; Asya'da Endonezya, Güney Kore; Avrupa ve Yakındoğu'da Ukrayna'dan başlayan, Türkiye ve Azerbaycan, Kuzey Afrika'da Mağrip ülkeleri ve Mısır'ı kapsayan bir kuşak var. Fas'tan Çin Halk Cumhuriyeti sınırlarına, Kafkaslar'dan Kuzey Afrika'ya kadar uzanan BOP, Bush'un ulusal güvenlik danışmanı Condoleezza Rice 'ın açıkça vurguladığı üzere ''siyasi ve ekonomik coğrafyayı değiştirmeyi amaçlıyor.''
BOP, petrol üreten ülkeleri ABD'ye daha fazla ve uygun şartla petrol satmaya ikna yöntemidir:
ABD Ulusal Enerji Politikası Geliştirme Grubu'nun, 17 Mayıs 2001'de yayımlanan raporda, ABD'nin yabancı petrole bağımlılık oranının 2001'de yüzde 52 iken, 2020'de yüzde 66 olacağı öngörülmüştür. Toplam tüketimin artmasına bağlı olarak ABD'nin 2020'de mevcut duruma göre ithalatını yüzde 60 arttırması söz konusu olacaktır. Bunun anlamı, günlük 10.4 milyon varillik ithalatın 16.7 milyon varile ulaşmasıdır. Bu nedenle, petrol ihraç eden ülkeleri üretimlerini arttırmaya ve ABD'ye daha fazla petrol satmaya ikna etmek gerekli görülmektedir. Bu doğrultuda dünya enerji rezervlerinin üçte ikisine sahip olan Körfez ülkelerinin ve özellikle Suudi Arabistan'ın ABD şirketlerinin modernizasyon çalışmalarını sağlamaları için ikna edilmesi gereklidir. Ayrıca, ABD petrol ithalat kaynaklarının bölgesel olarak çeşitlendirilmesi de gereklidir. Bu doğrultuda ABD şirketleriyle işbirliği yapılarak Hazar yöresi (özellikle Azerbaycan, Kazakistan), Sahra Altı Afrika (Angola, Nijerya) ve Latin Amerika'dan (Kolombiya, Meksika, Venezüella) ithalatın arttırılması önerilmektedir. Dikkat edilecek olursa bu yöreler beklenen istikrara sahip gözükmemektedir ve hükümetler değil, fakat yöre halkları genelde ABD karşıtıdır. Bu durumda sürekli askeri güç bulundurmanın yanında yöredeki ülkelerin siyasal ve ekonomik olarak yeniden yapılandırılmaları gerekli gözükmektedir. Bu yeniden yapılandırma, yeni bir Pax Americana'ya uygun olarak tasarlanmaktadır.
BOP, silah üreticileri, petrol devleri ve finansal şirketler koalisyonunun eseridir:
Petrol başta olmak üzere doğal kaynakları yakından denetleme stratejisi ve politikaları, çokuluslu petrol şirketleri ve ABD yönetimi arasındaki ilişkilerin ele alınmasını gerektirmektedir. Mevcut durumda 4 büyük şirket uluslararası piyasaya hâkimdir. Bunlar; İngiltere kökenli British Petroleum- Amocco ve Royal Dutch/ Shell ile ABD kökenli Exxon-Mobil ve Texaco- Chevron'dur. Anglo-sakson kökenli petrol devlerinin çıkarları ABD ve İngiltere'nin tavrında dikkate alınması gerekli etkenlerdir. 70 ve 80'li yıllarda ABD'nin ulusal çıkarı silah üreticisi büyük şirketler, petrol şirketleri ile finansal şirketler arasında yapılan bir işbirliğine dayanmıştır. Yani silah satıcıları-petrol satıcıları koalisyonu yapılmış, finansal şirketler de bu koalisyonda yer bulmuşlardır.
BOP, ABD ekonomisindeki sıkıntılara çare arayışıdır:
1 990'larda Amerikan ''New Age'' inin (Yeni Çağ) peygamberleri, dünya çapında yeni bir genişleme dalgasının izlerini yakalamışlardı. Dahası, hızlı büyümenin ve sıfır enflasyonun damgasını vurduğu uyumlu bir kapitalizmin doğuşunu müjdeliyorlardı. ''New Age'' in taçlandırılmasını çözebilmek için ABD büyüme hızını (1991- 2000) uzun vadedeki sonuçlar ile karşılaştırmak gerek. 50 yıllık süreç dikkate alındığında, son 10 yıllık kesitte büyüme hızında bir yavaşlama olduğu gözlenmektedir. 90'lı yıllarda ABD ekonomisinde kriz yaşanmaması, hatta yavaşlamanın belirmemesi, devresel hareketlerin ortadan kaldırıldığı ve uzun vadeli yeni bir büyüme sürecine girildiği kanısına yol açmıştır. Oysaki, 1961-94 ile 1995-2000 kesitlerinin karşılaştırılması bu tanının doğru olmadığını göstermektedir. Sonuçta; ABD'de sibernetik bir ''New Age'' e girilmemiş olsa da, ekonominin çarklarını altüst eden finansal sermayenin ön plana çıktığı bir döneme girildiği açıktır.
Yani finansal öğenin hâkim olduğu bir sermaye birikimi rejimine geçilmiştir. 2000'de borsa kriziyle karşılaşan ABD ekonomisinin özelliği dev boyutlara ulaşan bütçe açığı ve dış ticaret açığıdır. 1990'larda borçlanma sanayiyi ayakta tutmuştur. Bush yönetimi altında savaş harcamaları ve büyük şirketlere yapılan transferlere paralel olarak vergi indirimleri bütçede önemli açıkların oluşmasına yol açmıştır. Düşük değerli dolar politikası ile ithalat patlamış ve dış ticaret açığı büyük boyutlara ulaşmıştır. ABD yönetimi ekonominin finansmanını yabancı sermaye girişi ile sağlamaktadır. ABD ekonomisi, halen küresel düzeydeki büyümenin motoru durumundadır, ancak sorunludur. Üretken sektörlerde kârlılığın düşmesi karşısında, düşük faiz- düşük değerli dolar politikası şirketlerin kârlılığını arttırma çabası olarak yorumlanmalıdır. Ekonomideki çifte açıkların yol açtığı finansman ihtiyacının dışarıdan sağlandığı dikkate alındığında belirli bir rizikonun olduğu görülmektedir. ABD, saldırgan tavrıyla bir yandan hâkim olmayı planladığı yörelerdeki doğal kaynakları emniyete almak, diğer yandan IMF ve Dünya Bankası'nın desteğiyle serbestleşme politikalarını uygulayarak ilgili ekonomileri çokuluslu ABD şirketlerine açmayı hedeflemektedir.
'Projede Türkiye'nin ayrı önemi var'
Eski BOTAŞ Genel Müdürü Mete Göknel , BOP'u ''ABD'nin rakiplerinin petrol kaynaklarını kontrol etmeye'' yönelen bir tasarım olduğuna işaret ederek ABD'nin, çeşitli boru hatları nedeniyle bir enerji köprüsü haline gelen Türkiye'yi BOP'ta ayrı bir yere oturttuğunu belirtti. Göknel, BOP'un bölgedeki enerji kaynaklarına dönük yanına ve Türkiye'ye bu konuda verilmek istenen role ilişkin şu değerlendirmeleri yaptı:
BOP, ABD'nin rakiplerinin petrol kaynaklarını kontrol etmeye yöneliktir:
Dünya hâkimiyeti için Avrasya'yı, Avrasya hâkimiyeti için de Büyük Ortadoğu'yu kontrol etmenin zorunluluğunu hisseden ABD, bu yolda stratejik bir madde olan petrol ve ona ulaşım yolları üzerinde egemenlik tesis ederek, rakipleri karşısında stratejik üstünlük sağlamayı amaçlamaktadır. Böylece, petrol ve doğalgaz rezervleri olmayan veya kısıtlı olan kendisine ''rakip ekonomiler'' durumundaki AB ülkeleri, Japonya, Çin ve Avrasya Birliği ülkelerinin ekonomik büyümelerini kontrol altına alabilecek, Euro veya başka bir para biriminin dünya ticaretine hâkim olmasını önleyecek ve esasen altın olarak karşılığı tam olmayan, sadece ABD'nin baskı ve askeri gücü ile ayakta durabilen ABD Doları dünya ticaretine hâkim olabilecektir. Irak harekâtının en önemli nedeninin de, Irak'ın OPEC üyesi olarak Kasım 2000'den itibaren petrolünü Euro'yu referans alarak satmayı kararlaştırması ve diğer OPEC ülkelerine de bu hususta çağrı yapması olduğu unutulmamalıdır. Dünya kullanılabilir petrol rezervlerinin yüzde 68'i ve doğalgaz kaynaklarının yüzde 41'i Ortadoğu'dadır. Son on yılda saptanan rezervlerin ise yüzde 90'ı yine bu bölgededir. 2020 yıllarına gelindiğinde, bu bölgenin dünya petrol talebinin yüzde 40'ını karşılayacağı öngörülmektedir. Ancak, ABD'nin enerji kaynakları ve sevk yollarını kontrol etmek istemesinin nedeni, kendi petrol ihtiyacını karşılamak veya dünyayı birlikte yönetmeyi planladıkları ''uluslarüstü şirketlerin'' petrol ticaretini sürdürmelerini güvence altına almak değildir. ABD; ihtiyacının büyük bir bölümünü çok verimli kendi kaynaklarından, geri kalan ihtiyacının önemli bir bölümünü Meksika, Venezüella ve Kuzey Denizi'nden (Norveç) karşılamakta, sadece küçük bir bölümünü Ortadoğu ülkelerinden almaktadır. Dolayısıyla, bölgeyi denetim altına almak istemesinde, kendi ihtiyacını garanti altına almak amacıyla ilgili hesaplar olmasıyla birlikte, esas amaç, dünya üzerindeki rakiplerinin çok büyük ölçüde bu kaynaklara bağımlı olmasıdır. ABD'nin rakipleri üzerinde ekonomik baskı kurabilmesi için, sadece Ortadoğu'daki petrol ve gaz kaynaklarını denetim altında bulundurması yeterli olmamaktadır. Komşu bölgelerde bulunan enerji kaynaklarının, erişim ve sevk yollarının da kontrolü gerekmektedir. Bu stratejiler, ABD'yi Ortadoğu coğrafyasının yanında, stratejik önem taşıyan diğer yakın bölgelerin de kontrol altına alınması gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.
BOP'ta bir enerji köprüsü olması nedeniyle Türkiye'nin ABD açısından ayrı bir yeri bulunuyor:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, üzerinde kurulduğu Anadolu, coğrafi konumu nedeniyle, asırlardır Doğu ile Batı arasında köprü görevini görmüştür. Petrol ve doğalgaz genelde üretim ve tüketim bölgeleri arasında boru hatları ile ilişkilendirilmektedir. Mesafe ve coğrafi yapı şartları, bu ilişkilendirmeyi bazen boru hatları ve kütle taşıma birleşimiyle olmasını zaruri kılmaktadır. Petrol, genelde boru hatları ile pazar oluşmasına uygun deniz kıyılarına sevk edilmekte ve buradan nihai pazarlara tankerler ile ulaşılmaktadır. Doğalgaz ise; pazara boru hatları ile sevk edilmekte, çok özel hallerde, basınçlandırılmış veya sıvılaştırılmış olarak özel tankerler ile pazara ulaştırılmaktadır. Jeopolitik konumu itibarıyla, Batı ile Doğu arasında doğal bir enerji köprüsü oluşturan Türkiye, dünyanın küreselleşme ve entegrasyona doğru yöneldiği bu dönemde, arasında dil, din birliği ve kültürel yakınlaşmanın olduğu Türk cumhuriyetleri ile doğal olarak, enerji projelerinde birliktelik içindedir. Enerji kaynaklarındaki ve bu kaynakların uluslararası pazarlara çıkarılmasındaki kısıtlar, bu kaynakların optimal kullanımını zaruri kılmaktadır. Orta Asya bağımsız Türk devletleri içerisinde Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan petrol ve doğalgaz kaynakları zengin ülkelerdir. Azerbaycan ve Kazakistan belirlenmiş büyük petrol rezervlerine, Türkmenistan ise doğalgaz rezervlerine sahiptir. Rusya Federasyonu'nun Batı Ural bölgesinde üretilen hampetrolün en kısa ve önemli çıkış noktası da Karadeniz Novorossiysk Limanı'dır. Ancak, İstanbul ve Çanakkale boğazlarındaki gerek iç trafik gerekse coğrafi kısıtlar, bu petrolün uluslararası piyasaya çıkışını zorlamakta ve Türkiye üzerinden Ege Denizi veya Akdeniz'e çıkacak transit boru hattı projeleri üzerinde çalışılmaktadır. Yine, Kazakistan Üstyurt platosu petrol sahalarının ve Türkmenistan Nebitdağı yataklarının uluslararası pazarlara direkt çıkışı yoktur. Bu enerji kaynaklarının da, Atlantik piyasasına ulaştırılmasında en ekonomik yol, Türkiye geçişli rotalardır. Türkiye, mevcut Irak-Türkiye petrol boru hattının dışında, tesis edilmekte olan Bakû-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı; İran (dolaylı olarak Türkmenistan) doğalgazını Ankara'ya getiren ve ana hat itibarıyla Batı'da Bulgaristan sınırına bağlayan doğalgaz boru hattı; Azerbaycan, Mısır, Irak, Suriye doğalgazını Türkiye ana hattına ve yine dolaylı olarak batı hattına bağlanmasına imkân verecek boru hattı projeleri üzerinde çalışmaktadır. Tüm bu enerji kaynaklarına geçiş veya sevk yolu durumunda olan Türkiye, gerek miktar, gerekse stratejik yönlerden önemli enerji kaynaklarının geçiş yolu olma konumundadır. Bu durum ''Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri Projesi'' içine, ''petrol alanlarının ve petrol taşıma yollarının kontrolü'' amacına uygun olarak Türkiye'nin de katılımını zorunlu kılmaktadır. Türkiye olmadan, projenin başarılı olması veya tamamlanabilmesi mümkün değildir. Türkiye'nin konumu, proje kapsamı içindeki bölgelerde, petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip herhangi bir ülkeden çok daha stratejik önemi haizdir. O nedenledir ki, projenin odağında olan Türkiye, ''olmazsa olmaz'' konumu nedeniyle, yıllardır sadece basın haberlerinde izlediği G-8 toplantısına davet edilmiştir. Ancak, bu önemi algılayamayan mevcut iktidar, şartlı gidebileceği ve tezlerini diretebileceği bir konumu idrakten uzak, kendi standardında olmayan ülkeler ile bir tutularak yapılan karşılama törenlerini kabullenmiş ve gerekli tavrı dahi sergileyememiştir.
Doç. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu, BOP'un bölgedeki üniter yapıları çözmeyi amaçladığını söyledi
'Türkiye üs yapılacak'
Yaşar Hacısalihoğlu: Türkiye'nin BOP'a sürüklenmesi, gelecek adına onarılması güç sorunları yaratacaktır. Şayet Türkiye; BOP'a bulaştırılırsa öncelikle bölgesine ve Avrasya'ya yabancılaşacak, yeni düşman ve düşmanlıklar kazanacak ve Soğuk Savaş sonrasının yeni bağımlılığına yelken açmış olacaktır.
İstanbul Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Yönetim Kurulu üyesi Doç. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu , Büyük Ortadoğu Projesi'nin (BOP) bölgedeki üniter yapıları çözmeye dönük bir girişim olduğunu dile getirdi.
Hacısalihoğlu Türkiye'yi lojistik üs yapma ve askeri açıdan Irak odağına çekme isteğini içeren tasarımın Anadolu'nun su alanlarına uzandığını da ifade etti.
Yaşar Hacısalihoğlu, BOP'un stratejik açıdan anlamını, ana başlıklarıyla şöyle değerlendirdi:
BOP, cumhuriyet yerine ılımlı islamı öneriyor:
Fas'tan Çin sınırına kadar uzanan genişletilmiş Ortadoğu'nun jeopolitik bölgelerinin kesişme alanı Türkiye'dir. Projenin yürütücüsü sıfatıyla ABD, Türkiye'yi BOP içinde odak ülke olarak görmek istemektedir. Bu odaklanmanın Türkiye'den iki beklentisi vardır. Birincisi, Türkiye'nin askeri gücünün, BOP için mızrak ucu olarak kullanılmasıdır. İkincisi ise, BOP'un sivil etkinliğine yönelik olarak ''reform'' söylemi için Türkiye'nin model haline getirilmesidir. Türkiye için, ulusal bağımsızlık ve ulus egemenliği temeline dayanan Cumhuriyet kimliğinin modelliği yerine ''ılımlı İslam'' nitelendirilmesi yeğlenmektedir. ''Ilımlı İslam'' dinsel değil, siyasal bir nitelemedir ve ABD kaynaklıdır. Bu kavramın öne çıkartılmasının iç içe geçen iki nedene dayandığı söylenebilir. Birincisi, Türkiye'nin laiklik duyarlılığı yüksek çevrelerine yönelik ''ölümü gösterip sıtmaya razı etme'' çabasıdır. İkincisi, Türkiye'nin antiemperyalist Atatürkçü çizginin zayıflatılarak, hem Türkiye için hem de Avrasya ulusları için yeniden ilham kaynağı olmasının ve direnme gücüne yeniden ışık tutmasının engellenmesidir.
BOP, bölgedeki üniter yapıları çözmeye yöneliktir:
BOP, aslında Avrasya coğrafyasında ''mekânın özelleştirilmesi'' seferidir. Avrasya jeopolitiğinin omurgasını oluşturan Fas'tan Çin sınırına kadar uzanan geniş coğrafi alan, BOP'un '' özelleştirme harekâtı'' için tek pazar haline gelmelidir, ama parçaları küçük olmalıdır. Buna göre; federatif yapılar, küçük devletçikler yaratılmalı ve onların pazarlık güçleri kırılmalı, doğal kaynakları üzerinde daha zahmetsizce egemenlik kurulabilmelidir. Taşeron rolünü benimsemiş olsa da Türkiye'nin, bu süreçten olumsuz etkilenmemesi olanak dışıdır. Çünkü, Türkiye'nin öncelikle komşuları için olmazsa olmaz koşul saydığı ve varlığına büyük özen gösterdiği ''toprak bütünlüğünden yana olma'' politikası geçerliliğini yitirecek, bu politikayı savunamaz hale gelecek ve bu durum kendi toprak bütünlüğüne yönelik duyarlılığında ciddi aşınmalara neden olacaktır.
Türkiye askeri açıdan Irak odağına çekilmek isteniyor:
ABD, Irak işgalinde karşılaştığı çıkmazdan kurtulmanın çaresi olarak tüm bölgeyi denetleme gücüne BOP yoluyla erişmeyi arzulamaktadır. Bu bağlamda Türkiye'ye özellikle BOP kapsamında Irak'tan yansıyacak güvenlik sorunu; giderek istikrarsızlaşan ve o oranda da karmaşıklaşan Irak odağına Türkiye'nin askeri zeminde çekilme riskidir. Kabul edilmelidir ki, bugün Irak, yeni bir Filistin'dir.
BOP, Türkiye'nin su alanlarına uzanıyor:
Ortadoğu'da su, yaşanmış ve yaşanan birçok çatışma ve savaş atmosferinin örtülü nedenidir. Türkiye'nin terörle mücadelesinde su, GAP üzerinden yürütülen bir stratejinin tayin edici unsurları arasında tutulmuştur. Proje kapsamında baraj yapımlarında dış finansman desteklerinde sıkıntılar yaşanması, su tutma ve aktarımında yaratılan uzlaşmazlıklar, bölücü terörün bölgeye odaklanması, bölgenin su denkleminden Türkiye'nin güvenliğine yansıyanlardır. Türkiye, bölgenin su konusundaki ihtilaflı ülkelerinin gözünde kaynak ülkedir. Fırat ve Dicle'ye odaklanan bu yaklaşım, Irak'taki işgalin seyrine bağlı olarak yeni bir ''su güvenlik alanının'' yaratılmasından yanadır. BOP ve onunla önemli paralellikler taşıyan ''Büyük İsrail Projesi'' gibi İsrail stratejileri, bölgenin ''su denklemini'' yeniden oluşturma amacındadır. Buna göre, Türkiye'nin mevcut Suriye ve Irak özelinde görülen su sorununa yeni boyutlar ve aktörler eklenecektir. İsrail'in genişletilmiş Ortadoğu ölçeğinde belirleyici rol üstlenmek istediği yeni su denklemi, Irak'ın kuzeyinden başlayarak Fırat ve Dicle havzalarının bütünlüğünü içeren suya dayalı yeni güvenlik alanı yaratacaktır. İsrail- Suriye görüşmelerinde Golan Tepeleri'nin su kaynaklarına ilişkin pazarlıklarda Türkiye'ye vurgu yapılmış ve anlaşmazlıkların giderilmesi için Türkiye'nin su kaynakları denkleme dahil edilmeye çalışılmıştır. Görünen odur ki; tıpkı petrol ve diğer enerji kaynaklarında olduğu gibi, bölgede suyu yönetmek ve denetlemek, bölge dengelerini korumak ve bozmakla dolayısıyla bölge ekonomi-politiğini elinde tutmakla eşdeğer hale gelecektir. Bu nedenle Türkiye'nin iddia edildiğinin aksine su zengini olmadığının bilinciyle, artan nüfus ve ihtiyaçlarını karşılanmasını gözeterek su yönetim planlaması ve stratejisi geliştirmek zorundadır.
BOP, Türkiye'yi lojistik üs yapıyor:
Türkiye'nin BOP'a sürüklenmesi, gelecek adına onarılması güç sorunları yaratacaktır. Türkiye'nin kendi iradesi ve kararlarıyla belirlenmemiş bir projeye taşeron rolüyle soyunması; öncelikle ulusal güvenliğini sağlayamama zafiyetine yol açacaktır. BOP, Türkiye'yi kullanılması gereken lojistik bir üs olarak da görmektedir. Buna bağlı olarak aslında 1 Mart 2003 tezkere süreci yeniden işletilmek istenmektedir. Ama bu defa TBMM onayı dahi aranmaksızın Türkiye'nin yeniden ABD'ye yeni üsler ve limanlar sunması istenmektedir. Karşılığında Türkiye; tıpkı ''stratejik ortak'' gibi bu kez ''demokratik ortak'' nitelemesiyle yine içi boş bir yakıştırmayla avutulmaya çalışılacaktır. Şayet Türkiye; BOP'a bulaştırılırsa öncelikle bölgesine ve Avrasya'ya yabancılaşacak, yeni düşman ve düşmanlıklar kazanacak ve Soğuk Savaş sonrasının yeni bağımlılığına yelken açmış olacaktır.
Emekli Tuğgeneral Servet Cömert, ABD'nin Rusya, İran ve Çin'e set çekmeye çalıştığını söyledi
'Türkiye Batı'dan kopacak'
Servet Cömert: Türkiye, Büyük Ortadoğu'nun merkezinde yer almaktadır. İçinde her türlü istikrarsızlık ve önemli enerji kaynakları olan bu bölgede, Türkiye kendi inisiyatifi dışında biçilen yeni rollerin Türkiye'nin Batı'dan koparılıp Ortadoğu'ya itilmesini öngören bazı çabaların bir parçası olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Emekli Tuğgeneral Servet Cömert , ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile tarif ettiği coğrafyanın Avrupa Birliği ile küresel rol üstlenme hedefinden vazgeçmeyen Rusya'nın hedefleriyle çatıştığını vurguladı. Bu nedenle AB'nin Avrupa'yı yeniden tanımlamaya başladığını, Rusya'nın da ''nükleer silah kullanmayı yeniden askeri doktrinine dahil ettiğini'' dile getiren Cömert'in değerlendirmeleri şöyle:
ABD BOP ile set çekmeye çalışıyor:
ABD 1980'lerde Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da harekât yapabilecek ve yığınaklarının kapasitesini arttıracak gelişmeleri sürdürmüş ve karargâhı Florida'da olan ve CENTCOM (Merkezi Harekât Alanı) olarak adlandırılan komutanlığın sorumluluk alanını Ortadoğu ve Afrika olarak belirlemiştir. 1998'de Başkan Bill Clinton döneminde ''21. yüzyılı şekillendirme düşüncesi'' adı altında bir stratejik yaklaşımı geliştirmiştir. Bu yaklaşım, George Bush tarafından daha da geliştirildi. 11 Eylül saldırısı, bu politika ve stratejinin tetikleyicisi oldu. Önce Afganistan, sonra Irak'ın işgaliyle bugün bilinen duruma gelindi. BOP'ta Avrasya'nın etkin olan aktörleri; ABD, AB, Rusya ve daha bölgesel olarak Türkiye ve İran'dır. ABD, Afganistan ve Irak operasyonları ile Pakistan- Afganistan koridorunu kontrol ederek Orta Asya ve Hazar Havzası ile Güney Kafkasya'da fiziki varlığına zemin hazırlamış ve Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan'da üs imkânları sağlamış, Güney Kafkasya'da Gürcistan ve Azerbaycan'da askeri varlığını oluşturarak bu genç devletlerin politik ve ekonomik bağımsızlığını pekiştirmeye çalışmaktadır. Bu bölgedeki ''ileride konuşlanma'' ile Rusya, Çin ve İran'ın bölgeye müdahalesine set çekmiş olmaktadır.
ABD, NATO ile Karadeniz'e girmek istiyor:
ABD, aynı zamanda ülke dışındaki kuvvetlerini yeniden konuşlandırmaktadır. Amaç, muhtemel kriz alanlarına yakın, altyapısı ve operatif atakları önceden kurgulanmış, ''ileri harekât üsleri'' nde kriz bölgelerine süratle intikal ederek müdahale edebilecek daha az sayıda bir kuvvet bulundurmaktır. Polonya, Romanya ve Bulgaristan'da bu tür üsler oluşturma gayretleri sürmektedir. ABD ve NATO, son zamanlarda Karadeniz Bölgesi'ni sıkça gündeme getirmektedir. Bulgaristan, Romanya, Ukrayna ve Gürcistan'ın ABD/ NATO'nun Karadeniz'e girme isteğini destekleyebilecekleri değerlendirilmektedir.
NATO'nun yeni görev alanı Ortadoğu olacak:
Haziran sonunda İstanbul'da yapılacak NATO zirvesinin ağırlıklı gündem maddesi Büyük Ortadoğu Projesi'nin yönetimi ve öncelik Afganistan'da olmak üzere NATO'nun bu proje için görevlendirilmesi olacağı beklenmektedir. NATO'nun öncelikle Afganistan'da görev alacağına kesin gözüyle bakılmaktadır. Irak'ta görev alması ise ABD için hayatidir. NATO'nun yeniden yapılandırılmasında görünen o ki, NATO'nun alan dışı bölgelerde -BOP- kullanılması ön plana çıkarılmış, kuvvet yapısı buna uygun olarak geliştirilmiştir. NATO, BOP bölgesinde kullanılacak bir askeri güç haline getirilmektedir. ABD kuvvetlerinin de bu projeye destek verecek şekilde aynı paralelde konuşlanmakta olduğu görülmektedir.
AB, Avrupa'yı yeniden tanımlıyor:
Avrupa Birliği, 2050'li yılları öngören bir vizyonla ''Genişlemiş Avrupa'' kavramını ortaya atarak Avrupa'yı yeniden tanımlamaya çalışmaktadır. Tüm üyelerinin barış ve işbirliğine dayalı yakın bir ilişki kurulabileceği bir ''refah bölgesi'' ve iyi komşulardan oluşan bir ''arkadaş çevresi'' teşkil edilecektir.
Genişlemiş Avrupa terimi ile, coğrafi olarak 25 AB üyesi ülke, AB adayı olan Bulgaristan, Romanya, Türkiye, Rusya, Ukrayna, Moldavya, Beyaz Rusya, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sırbistan- Karadağ, Arnavutluk, Makedonya ve diğer küçük Avrupa ülkeleri olmak üzere 52 ülkeden oluşan 810 milyonluk bölge kastedilmektedir. Güney ve Doğu Akdeniz, Körfez, Afganistan dahil Orta Asya ülkeleri olmak üzere 23 ülkeden oluşan 392 milyonluk kesim ise Genişlemiş Avrupa'nın komşu bölgeleri olarak tanımlanmaktadır. Genişlemiş Avrupa ile Büyük Ortadoğu ülkelerinin tamamına açık olacak bir Pan-Avrupa Serbest Bölgesi (PEFTA) teşkili öngörülmektedir.
NATO'yu dışlayan AB'nin güvenlik açısından yetersizliği, inisiyatif kullanmasını kısıtladığı gibi, bu alandaki yeteneklerini geliştirme çabalarının uzun zaman alacağının da farkındadır. AB kendi içinde etkinlik sağlayacak bir karar mekanizması için bir çekirdek grup oluşturma çabası verecekken, öte yandan da NATO-AB rekabeti devam etmektedir. ABD ile AB'nin jeopolitik girişimleri arasındaki ilişkiye bakılınca, AB ''Genişletilmiş Avrupa'' da asıl aktör iken, ''BOP'' taki hâkim güç ABD'dir. Bu denklemde Türkiye'nin yeri, ABD ve AB nüfuz alanları arasında gidip gelmektedir.
Rusya, nükleer silahı yeniden konseptine aldı:
Rusya'nın ''arka bahçe'' olarak kabul ettiği ''yakın çevre'' ile ''Büyük Ortadoğu'' üst üste konulduğunda, Güney Kafkasya ve Orta Asya'nın, her iki jeopolitik kavramda yer alan ortak bölgeler olduğu görülür. Rusya, dış politikada önceliği bu bölgeye vermektedir. Rusya'nın global güç olma iddiası, bu bölgelerdeki etkinliğini muhafaza etmesine bağlıdır. Rusya'nın ''Büyük Ortadoğu'' politikasını ''uzağa karışma, yakına karıştırma'' şeklinde özetlemek mümkündür.
Avrupa ve Ortadoğu'da söz hakkı kalmayan, Güney Kafkasya'da tutunmaya çalışan, Kuzey Kafkasya'da sıkıntılı bir dönem geçiren Rusya'nın Orta Asya'da direnmeye, Batı ve ABD ile mücadeleyi bu bölgede kabul etmeye çabaladığı, bu amaçla da yandaş toplamaya çalıştığı görülmektedir. Ekim 2003'te yayımlanan Rusya Federasyonu Savunma Reform Belgesi'nde, Rusya, NATO'nun alan dışı kuvvet kullanmasına karşı olduğunu vurgularken, BDT ile olan ilişkilerin Rusya dış politikasının temel direğini oluşturduğunu ve NATO'nun taarruzi niteliğini sürdürmekte ısrar etmesi halinde Rusya askeri stratejisi ve kuvvet yapılanmasının nükleer silahların kullanımını da kapsayacak şekilde tekrar gözden geçirilebileceğini ifade etmiştir.
BOP ile İsrail daha büyük oynuyor:
İsrail'in Araplar tarafından kuşatılmaktan kurtarılması ve bu maksatla İsrail'e bölgesel dostlar bulunması gerekmektedir. ABD, bu maksatla hem İsrail'e yakın bir bölgede Kürt oluşumuna sıcak bakmakta hem de Türkiye'nin İsrail'le yakınlaşmasını desteklemektedir. Önümüzdeki 10-15 yıl içinde İsrail, Batı Şeria ve Gazze Şeridi ile birlikte ele alındığında Yahudiler, azınlık duruma düşeceklerdir. İsrail, 2001'de başlattığı bir proje ile etnik bakımdan kendisine en yakın toplumları tespite çalışmaktadır. Yahudilerin geçmişte muhtelif bölgelerde birlikte yaşadığı toplumlarda DNA araştırması ile en yakın akraba toplumları tespit edilmiş bulunmaktadır. Bunlar birinci derecede Kürtler, ikinci derecede Ermenilerdir.
Türkiye BOP'un merkezi yapılmak isteniyor:
Türkiye, coğrafi konumu itibarı ile Büyük Ortadoğu'nun merkezinde yer almaktadır. Türkiye'nin tarihi, kültürel, ekonomik, siyasi ve güvenlik bağları ile bağlı olduğu Büyük Ortadoğu bölgesinde gelişmelere sessiz kalması beklenemez. İçinde her türlü istikrarsızlık, çatışma, terör, aşırı dinci hareketler ve önemli enerji kaynakları olan bu bölgede, Türkiye kendi inisiyatifi dışında biçilen yeni rollerin Türkiye'nin Batı'dan koparılıp Ortadoğu'ya itilmesini öngören bazı çabaların bir parçası olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Bu plan "İslam' ı yok etme planı" mıdır?
Aslında İslam’ı deforme etmek mümkün değildir. İslam’da reform yapmak da mümkün olamaz. İslam, Allah’ın kelamı ile kurulmuş ve öyle olacaktır. O’nu insan eliyle değiştirmek mümkün olamaz. O zaman din olmaz. İnsanın düzmecesine dönüşmüş olur. O da İslam olamaz.
Ancak büyük baskılarla, beyin yıkamalarıyla, aldatmacalarla, vaatlerle ve menfaat karşılıklarıyla, bazı insanların düşüncelerinin değiştirilmesi mümkün olmaktadır. Eğer bu tür değişmeye çok müsait insanlar da idari sistemlerde bulunurlarsa, o takdirde ülkenin içinde büyük tutarsızlıklar ve dengesizlikler oluşabilmektedir. Öyle ülkeler de bu planlarla kolayca av olmaktadır.
Ayrıca ABD dışişleri bakanı Condeleeza Rice(pirinç) da bütün cani planlarını itiraf etmiştir.Bilgimize...