Cumhurbaşkanı Ruhani Yönetiminde İran Dış Politikası: Gerçeklere Karşı Taahhütler
Sermin PRZECZEK
İran’ın dış politika prensipler altı kategoride toplanabilir: anti-emperyalizm, kendi kendine yetebilirlik, bağımsızlık, anti-milliyetçilik, mustazafinleri desteklemek ve anti-Siyonizm. İran’ın seçimle göreve gelen yeni
cumhurbaşkanı Hasan Ruhanive kabinesi, görev süresi boyunca ılımlı ve yapıcı bir dış politika izleyeceklerini halihazırda belirtmiştir. Bir taraftan, İslam devriminin özünde yer alan ve Ayetullah Hamaney ile Uzmanlar Meclisi tarafından korunmakta olan İran dış politikasının bu prensipleri gözönünde bulundurulacak olursa, Cumhurbaşkanı Ruhani’nin İran dış politikasını ülkenin nükleer programını devam ettirecek ve aynı zamanda ekonomisini iyileştirecek derecede ılımlı politikalar izlemesi pek kolay görünmemektedir.
Ancak öte yandan da, İslam devriminin yaşadığı süre boyunca rejimin üzerinde kurulu olduğu ideolojik tabanın birden fazla defa terkedilmiş olduğu gerçeği de hatırlanmalıdır. Cumhurbaşkanı Ruhani ve kabinesinin halihazırda kanıtlanmış olan yetkinliği ve İran’ın uluslararası alandaki konumunu bu yeni dönemde iyileştireceklerinin sözünü vermiş olmaları, İran’ın yeni dönem dış politikasının iyimser bir açıdan değerlendirilmesini mümkün kılmaktadır.
Özet
Ruhani Dönemi Yeni Dış Politika Anlayışı
MİSAFİR KALEM - 12 Kasım 2013
HAZIRLAYAN; CENK TAMER
Sakarya Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler
Ruhani’ nin önündeki engeller neler? Ruhani’ nin eski cumhurbaşkanları Haşimi Rafsancani ve Muhammed Hatemi’ nin ulusal güvenlik danışmanlığı görevini yapmış olması sebebiyle, dış politika anlayışında bu dönemin izleri görülecek midir? Ruhani’ nin siyasi kariyerinin yanında, dış işleri bakanı olarak seçtiği Muhammed Cevad Zarif kimdir? İran’ ın dış politikada taviz vermeyeceği konular neler? İran’ ın dostları, rakipleri ve düşmanları kimler? Bu noktalara değinilerek Ruhani döneminde İran’ ın dış politika anlayışının nasıl şekilleneceğinin resmi çizilecektir.
Hasan Ruhani Kimdir?
İran’da cumhurbaşkanlığı seçiminin galibi olan, reformcuların desteklediği Hasan Ruhani, 12 Kasım 1948 tarihinde Semnan yakınında Sorke’de, Şah’a karşı mücadele eden bir ailede dünyaya geldi. Semnan medresesinde 1960’ ta dini çalışmalarına başlayan Ruhani, 1961 yılında Kum’a gitti ve Seyid Muhakkik Damad, Şeyh Murteza Hayri, Seyid Muhammed Rıza Golpaygani, Sultani, Fazullah Lenkerani ve Şeyh Muhammed Şahabadi gibi önde gelen din adamları tarafından verilen derslere katıldı. Dini eğitimin yanı sıra modern eğitim alan ve 1969 yılında Tahran Üniversitesi’ne kabul edilen Ruhani, 1972 yılında hukuk bölümünden mezun oldu. Yüz civarında kitabı ve bilimsel çalışması bulunan Ruhani, çalışmalarına Batı’da devam etti.
1999 yılında Glasgow Caledonian Üniversitesi’nden doktora alan, akademisyen, diplomat ve siyasetçi Ruhani, 1999 yılından bu yana Uzmanlar Meclisi’nin, 1991’den beri Düzenin Yararını Teşhis Heyeti ‘nin, Stratejik Araştırma Merkezi’nin ve 1989 ’dan itibaren de Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi ‘nin üyesidir.Ruhani ayrıca 1992 yılından bu yana Stratejik Araştırma Merkezi’nin başkanıdır.
İran’da İslam Danışma Kurulu’nun 4. ve 5. dönemlerinde meclis başkanı yardımcılığı, 1989-2005 yıllarında Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi başkanlığı yapan Ruhani, İran’ın nükleer programı konusunda İngiltere, Fransa ve Almanya ile yürütülen görüşmelerde baş müzakerecilik yaptı.
Genç bir din adamıyken, Ayetullah Humeyni’nin izinden giderek siyasi faaliyetlerine başlayan Ruhani, 1965’te İran içinde seyahat ederek, Şah’a karşı konuşmalar yaptı. Bu yıllarda çok kez tutuklanan ve bu tür konuşmalar yapması yasaklanan Ruhani, 1977’de Tahran’daki Ark Camisi’nde Ayetullah Humeyni için ilk kez “İmam” ifadesini kullandı, İran’daki devrimin ardından intizamsız İran ordusunu ve askeri üsleri organize etmeye başladı. 1980 yılında İslam Danışma Kurulu ‘na seçilen, İran-Irak savaşı sırasında Yüksek Savunma Konseyi ‘nin ve Savaşı Destekleme Yüksek Konseyi ‘nin üyesi olan Ruhani, savaşın sonunda zafer madalyasıyla ödüllendirildi. İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi ‘nde temsilciliğini yapan Ruhani, eski cumhurbaşkanları Haşimi Rafsancani ve Muhammed Hatemi’nin ulusal güvenlik danışmanlığı görevini de yürüttü. [1]
Geçmişine baktığımızda o bir hukukçudur ve aynı zamanda diplomatik tecrübeye de sahiptir. Din adamı olan Ruhani, en başta ve en önemlisi Glasgow Üniversitesinde Hukuk alanında doktora yapmıştır ve İran’ ın üst düzey dış politika uzmanları arasında yer alır. Dış işleri açısından, o uzlaşılabiilir birisi olarak görülmek istiyor.[2] Akıcı bir şekilde İngilizce, Arapça ve Farsça konuşabilen Ruhani’nin, yazılmış yaklaşık 100 kitabı ve makalesi vardır. Ayrıca, 700 farklı araştırma projesine yönetmiştir. [3]
Yeni Cumhurbaşkanı, “Milli Güvenlik ve Nükleer Diplomasisi” kitabının yazarıdır. Onun siyasi söyleminde “ılımlılık” esastır. Her türlü köktencilik ve aşırılığa karşıdır. Hasan Ruhani Batı ile diyalogdan yanadır. Bu yöntemle ülkeyi dışlanma ve yaptırımlardan kurtarabileceğine inanıyor. ABD ile ilişkileri çok karmaşık buluyor. Fakat “akılcı ve ılımlı bir politika” ile başarı kazanılabileceğini düşünüyor. İran’ın nükleer programı ile ilgili olarak yurt içinde uzlaşma, uluslararası ilişkilerde ise karşılıklı anlaşmaya varmayı önemli bulduğunu söylüyor. Suriye sorununun çözülmesi için arabulucu olmaya hazırdır. Ancak yönetim ile muhalefetin diyaloğuna önem veriyor. Bu anlamda, Amerika’nın tutumunu doğru bulmuyor. Son olarak, İran’daki sosyal sorunların çözümü için merkezi kurumların bazı yetkilerinin yerel organlara verilmesini gerekli buluyor. Her şeyin iktidarın elinde toplanmasının geleceğinin olmadığını vurguluyor. Hasan Ruhani’yi Muhammed Hatemi ve Rafsancani’nin de desteklemiş olduğunu da belirtelim. O, reformcu kanadın tek adayı idi. İranlılar seçim sonuçlarından hoşnut olduklarını belirtiyor. Bundan önceki seçimde gözlemlenen sahteciliğin bu seçimde olmaması onları sevindirmiştir. İran’da oy kullanma hakkı olanların %72’den çoğu seçimlere katılmıştır. Hasan Ruhani seçmenlerin yaklaşık %51’inin oyunu almıştır. [4]
Ruhani, Rafsancani ‘nin yakın dostu ve korumasında olan biridir. Ruhani’ nin nükleer ve ABD ile ilişkiler konusundaki pragmatik yaklaşımı, Rafsancani’ nin bakış açısına yaklaşmaktadır. Rafsancani’ ye olan yakınlığı, onun dini liderle olan ilişkilerini karmaşık hale getirebilir. Ruhani seçimi kazanmak için, yeşiller hareketinden ve reform hareketinden desteğini çekmesine rağmen, ne de olsa siyasi kurumun uzun süreli bir üyesidir.[5]
Dr. Alireza Nourizadeh gibi birçok ünlü İranlı analistçi; Ruhani’ nin tıpkı Rafsancani ve Hatemi dönemindeki gibi pragmatist denilen bir grup tarafından desteklendiğini, onun daima Hamaney’ e yakın olduğunu söylüyor. Hamaney, aslında, taktik stratejinin en üst konumundadır. Hamaney de, hem halk hem de kendisinin desteğini alan Ruhani gibi bir lidere sahip olmanın, Ahmedinejad tarafından 8 yıl boyunca ortaya konan rejimin çirkin gerçekliklerini yumuşatmakta ince bir girişim olduğunu kabul ediyor.[6]
Dış İşleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif Kimdir?
1961 doğumlu olan, Muhammed Cevad Zarif tecrübe sahibi ve iyi tanınan İranlı diplomatlardan biridir. Zarif, Tahran’da nispeten varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi ve babası bir tekstil tüccarıydı. 1976 yılında ABD öğrenci vizesi aldı. Sırasıyla 1981 ve 1983 yıllarında, San Francisco Üniversitesi Uluslararası İlikiler bölümünde lisans ve yüksek lisansını tamamladı. 1985 yılında kapsamlı bir sınavı geçtikten sonra, ABD Göçmenlik Bürosu onun öğrenci vizesini iptal edildi. Daha sonra New York’ taki BM Ofisi İran Daimi Temsilciliğinde çalışmaya başladı ve üç yıl sonra oradaki eğitimini tamamladı ve Denver Üniversitesi’ nde Hukuk ve Uluslararası İlişkiler alanında doktorasını tamamladı. Zarif, İran İslam Cumhuriyetinin, 2002 ve 2007 yılları arasında Birleşmiş Milletler İran Daimi Temsilcisi olarak görev yapmıştır. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani tarafından Dış işleri Bakanlığına aday gösterilmiş, Meclis onayından sonra göreve başlamıştır.
Zarif diğer ulusal ve uluslararası pozisyonlarda da bulunmuştur. Dışişleri Bakanı üst düzey danışmanı, Uluslararası ilişkiler danışmanı ve Dışişleri Bakan Yardımcısı, Medeniyetlerarası Diyalog’ un daimi temsilci üyeliği, BM Silahsızlanma Komitesi Başkanlığı’ nda küresel yönetişimin daimi temsilci üyeliği görevlerinde bulunmuştur.
Ciddi şekilde düşünülmesi gereken nokta ise bazı medya raporları ve analizlerinin aksine, Dr Muhammed Cevad Zarif, her zaman İran İslam Cumhuriyeti’nin çıkarlarını savunan ve ülkenin ilkeli bir pozisyon alması konusunda ısrar eden biri olmuş olmasıdır. Zarif gerçekten İran ‘ın sıkı bir savunucusudur.[7]
Zarif, Amerikan yönetimini yakından tanıyor. İlk olarak, Zarif dış politikada uzmanlık açısından önemli bir kişiliğe sahiptir. Bu alanda büyük bir deneyime sahiptir ve uzun yıllardan beri dış politika da aktif bir rol üstlenmektedir. Onun güçlü noktası, dünyanın onu tanıyor olmasının yanında onun da dünya hakkında geniş bilgisinin olmasıdır. Zarif, günümüz dünyasını anlamada ustadır ve küresel kutupları ve güç dengesini değerlendirmede gerçekçidir. O özellikle Amerikan toplumunu iyi bilmektedir. Zarif’ in İngilizce ve Batı kültürü hakkındaki bilgisi ona, televizyon programlarına katılması imkanını sağlıyor.[8]
İran’ın dini lideri Hamaney’ in başdanışmanı olan Velayeti ise M.Cevad Zarif hakkında şu düşüncelere sahiptir; ‘İran’ın son dönemde üst düzey BM elçisi ve şimdide yeni Dışişleri Bakanı M. Cevad Zarif, Denver Üniversitesi’nde uluslararası hukuk ve politika alanında doktoraya sahip usta bir diplomat olarak, müzakere heyetine Amerikan düşünce tarzının daha iyi anlaşılmasında katkı sağlayacaktır. Zarif, diplomat kariyerine sahip çok iyi bir müzakerecidir.’ [9]
Rafsancani ve Hatemi Dönemi Dış Politika Anlayışı
Humeyni’nin 1989’da ölümünden sonra İran dış politikasında ideolojik unsurlar öne çıkmaya başlamıştır. İran bu çerçevede özellikle 1989’ dan itibaren, önce Rafsancani (1989-1997) arkasından da Hatemi (1997- 2005) ile beraber sınır komşusu olan ülkelerle ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır. İran, söz konusu politika değişikliğini Rafsancani ile başlatmış olsa da bu konuda somut adımlar atmaya esas olarak 1997’ de Cumhurbaşkanlığı görevini devralan Hatemi ile beraber başlamıştır. Ancak söz konusu olumlu imaj oluşturma çabalarının Ahmedinejad döneminde yeniden tersine döndüğü görülmüştür. [10]
Rafsancani Dönemi Dış Politika Anlayışı
Ağustos 1989’ da Meclis başkanı Haşimi Rafsancani büyük bir çoğunlukla Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Bu yönetim değişikliği, İslami İran’ ın siyasal söyleminin yumuşamasını beraberinde getirmiş ve ulusal çıkarlar İslami doktrinin önüne geçmiştir. Rafsancani yönetimi daha çok devrimin oturduğu ve istikrar kazandığı bir dönem olarak görülmüştür; çünkü bu dönemde rejimin söyleminde bir yumuşama olmuştur.[11]
Humeyni sonrası reformist dış politika anlayışı: ticaretin arttırılmasını, kolektif güvenlik önlemlerini içeren işbirliği anlaşmalarını, başta körfez ülkeleri olmak üzere bölge ülkeleri ile diplomatik diyaloğun geliştirilmesini hedeflemekteydi. Rafsancani ve ekibinin genel anlamda dış politik düşünceleri, İran’ın savaştan kaynaklanan sıkıntılarını aşmak, yaşadığı acı izolasyon tecrübesi nedeniyle de dış dünya ile diplomatik ilişkileri geliştirmeye çalışmak şeklinde özetlenebilir.[12]
Humeyni’nin ölümünden sonra cumhurbaşkanı seçilen Haşimi Rafsancani’yle birlikte İran dış politikasında kısmi değişimler görülmeye başlanmıştır. Sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı’ndan sonra, ülkenin yeniden imarına ve ekonomik kalkınmasına yönelik çalışmalar hem iç politikada hem de dış politikada öncelikli unsur haline gelmiştir. 1991 yılında Kuveyt’in Irak tarafından işgal edilmesinden sonra İran tüm enerjisini dış politika üzerine yoğunlaşmıştır. Sonuç olarak Rafsancani enerjisini, Körfez Krizi, Sovyetlerin çökmesi ile oluşan yeni oluşum ve ABD’nin çevreleme politikası gibi konulara yoğunlaştırmak zorunda kalmıştır. Rafsancani dönemi Humeyni ve Hatemi arasında bir geçiş dönemi özelliği göstermektedir. Yani bu dönemde dış politikada gri alanlarında oluşmaya başladığını görmekteyiz.
Hatemi Dönemi Dış Politika Anlayışı
Hatemi, 1997 seçimlerinde oyların yaklaşık yüzde 69 ’unu alarak muhafazakâr rakibi Natık Nuri ’yi, ezici bir çoğunlukla devre dışı bıraktıktan sonra İran İslam Cumhuriyeti ’nin beşinci cumhurbaşkanı olmuştur. İranlıların gözünde Hatemi İran’daki değişimin, reformun ve açılımın sembolüydü. Hatemi, İran dış politikasına yeni bir soluk getirmiştir. Örneğin, her zaman “Büyük Şeytan” olarak nitelenen Amerikan halkı için “Büyük Halk” tabirini kullanmıştır. Hatemi’nin dış politika anlayışı:
Birincisi, İran’ın toprak bütünlüğü ve bağımsızlık üzerine kurulu olan dış politika anlayışı, Hatemi döneminde de yaşamsal olarak kabul edilmiştir. Özellikle Ortadoğu’daki her türlü yabancı askeri varlığa ve oluşuma karşı çıkmış, gerek Batı gerekse Doğu’dan bağımsız bir dış politika hedeflemiştir.
İkincisi, onur, karşılıklı saygı ve güven çerçevesinde devletlerarası ilişkilerin geliştirilmesi. İslam Konferansı Örgütü, KİK, D-8 ve OPEC bağlamında iyi ilişkilerin inşa edilmesine çaba göstermiştir. Özellikle de İKO ve BM gibi uluslar arası nitelik taşıyan örgütlenmelerde daha aktif rol oynanmasına öncelik vermiştir. Bunun yanında, Rusya, Çin, Hindistan, Japonya ve Avrupa ülkeleriyle olan işbirliğini de alternatiflerin çoğalması açısından gereklidir. Bu şekilde, tek yönlü politikaların sebep olacağı muhtemel açmazlar ve sorunlar da “ çok yönlü dış politika” formülüyle kolaylıkla çözümlenecektir.
Üçüncüsü, dünyanın her neresinde olursa olsun, tüm Müslümanların haklarına sahip çıkılması. Filistin ve Lübnan’daki Müslümanların haklarına özel bir vurgu yapmaktadır. Özellikle, Hatemi’nin konuşmalarına bakacak olursak Filistin halkının haklarını her platformda savunmuş ve Müslümanlar arasındaki işbirliği ve etkileşimin artmasının gerekliliğini dile getirmiştir.
Dördüncüsü, bir diğer önemli nokta ise Siyonist rejime karşı yürütülen savaş. Bu konu, aslında liderlerin inisiyatifine kalmış bir dış politika seçeneği olarak görülmemelidir. Çünkü mevcut şartlarda hangi lider yönetime gelirse gelsin, hiçbir lider İsrail’e karşı takip edilen mevcut politikayı değiştirecek ya da alternatif politikalar üretecek güce sahip değildir.
Beşincisi, İran’ı yeniden uluslararası sistemin bir parçası haline getirilmesidir. Bugün özellikle ABD’nin gerek coğrafi gerekse ekonomik kuşatması İran’ı sahip olduğu potansiyelleri gerçekleştirmesinden alıkoymaktadır. [13]
İran’ ın Dostları, Rakipleri ve Düşmanları
Rusya
İran’ın bölgedeki en önemli ve güçlü müttefiki ise Rusya’dır. İki ülkenin yakın ilişkileri, Tahran’ın bölgesel güç olmasında önemli bir etkendir. İkisinin de dış politika öncelikleri, tehdit algılamaları, ABD’nin bölgedeki varlığına ilişkin endişeleri, Türkiye’nin bölge politikaları hakkındaki eleştirileri, “Arap Baharı” denilen sürece ilişkin kaygıları, Suriye ’de yaşananlara ilişkin düşünceleri, Avrasya perspektifleri büyük ölçüde benzeşmektedir. Her iki ülkenin de Çin’le ilişkileri gelişmekte, her iki ülke de Pakistan’ın ABD etkisinden uzaklaşmasını memnuniyetle karşılamaktadır. Her iki ülke de ABD’nin Afganistan ’daki varlığından rahatsızdır. Moskova, ABD’nin Suriye ve İran üzerinden kendisini kuşatmak istediğini gördüğünden, Libya ’dakinin aksine Suriye konusunda açıktan tavır almaktadır. İran da kendisinin kuşatılmak istendiğinin, Suriye ’nin ve Hizbullah ’ın direncinin kırılmak istendiğinin farkındadır. ABD başta olmak üzere Batının Suriye’de denetlenebilir istikrarsızlık yaratmak, kontrollü kaos çıkarmak, olmadı “Salvador Seçeneği” denen yöntemle rejimi değiştirmek istediğini görmektedir. Esad giderse yerine Müslüman Kardeşler’in Suriye kolunun gelmesinden, ElKaide’nin ülkedeki etkisinin artmasından endişelenmektedir.
Öte yandan Rusya ve İran, petrol ve doğalgaz ihracı söz konusu olduğunda rakip ülkelerdir. Hazar’ın statüsü ve enerji kaynaklarının paylaşımı konusunda da farklı düşünmektedirler. İran, yakın bölgesiyle ilgilenmenin yanında, dünya siyasetinde öne çıkan ülkelerde de ilişkilerini geliştirmektedir. Merkezi büyük güçler arasındaki rekabetten (ABD ile Çin, ABD ile Rusya, kısmen ABD ile Almanya arasında görüldüğü üzere) yararlanmaktadır. Bu bağlamda Avrupa Birliği’nin lokomotif gücü olan Almanya ile ilişkilere özel önem vermektedir. Avrasya’nın 3. büyük gücü olan Hindistan ’la ilişkilerini geliştirmeye çalışmaktadır. Latin Amerika ülkeleriyle, özellikle Venezüella ve Brezilya ile ilişkileri güçlüdür. Nitekim Brezilya, BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yönelik yaptırımlara “hayır” demiş, İran da Brezilya’yı nükleer faaliyetleri konusunda “arabulucu” olarak ilan etmiştir. İran, BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a ilişkin girişimlerde kendisini destekleyen Çin’in enerji tedarikinde önemli bir ülkedir.[14]
20. yüzyılın sonunda İran ve Rusya arasındaki ilişkiler her iki tarafında ortak çıkarlarına hizmet eden bir denge içinde olmuştur. Rusya, İran’ı askeri ve nükleer teknoloji bakımından desteklerken İran, Rusya’nın Çeçenistan politikasına fazla eleştirel yaklaşmaktan kaçınmıştır. Bölgedeki enerji üretimi ve nakil hatlarındaki hakim konumlarını sürdürmek istedikleri için hem Rusya hem de İran, Azerbaycan’ ın bu alanlarda güçlenmesinden rahatsızlık duymuşlardır ve bu perspektiften hareketle Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı projesini desteklemekten kaçınmıştır. [15]
Mısır, Irak ve Suriye
İlk başta Mısır’ da Mursi iktidarda iken İran ile olan ilişkilerini özetleyelim;
Suriye ve son dönemlerde Irak’la yakın ilişkileri bulunan İran, bölgesel güç konumunu geliştirebilmek için, gerek Arap aleminde ve gerekse İslam dünyasında daha etkili olmak zorunda olduğunun bilincindedir. Bu bağlamda Hüsnü Mübarek ’in devrilmesinden sonra İsrail ’le ilişkileri gerginleşen Mısır ’la yakınlaşmaya başladığı gözlenmektedir. Müslüman Kardeşler ’in (İhvan) adayı olarak cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Mursi ’nin İran’a sıcak mesajlar vermesi, Mısır-İsrail ilişkilerinin gerginleşmesini memnuniyetle karşılayan Tahran’da hemen karşılık bulmuştur. Başkentlerinde karşılıklı olarak büyükelçi bulunmasına karşın ikili ilişkileri yıllardır kopuk olan İran ’la Mısır arasındaki yakınlaşma, bölge dengeleri açısından da önemlidir. İsrail ’itanıyan ilk Arap devleti olan ve 1979’daki Camp David Antlaşması’ndan bu yana yakın ilişkilerini sürdüren Mısır ’ın İsrail’den uzaklaşırken İran’la yakınlaşması, zamanlama açısından da dikkat çekicidir. Çünkü hem Arap dünyasının lideri, hem ABD’nin bölgedeki önemli bir müttefiki, hem de İsrail’in komşusu olan Mısır’ın, ABD’nin İran’ı yalnızlaştırmaya, rejimini değiştirmeye çalıştığı bir dönemde, 33 yıl aradan sonra İran’la yakın ilişki kurmaya çalışması, İran’ın elini güçlendirmiştir. Zira ABD’nin çok önemsediği İsrail-Mısır ekseni zayıflamakta, İsrail Arap dünyasındakien büyük müttefikini kaybetmektedir. Dahası, Arap rejimleri arasında olmasa da Arap halklarıarasında büyük itibarı olan İran, ABD’ye en yakın Arap ülkelerinden biri olan ve Arap dünyasının lideri olarak bilinen Mısır’la ilişkilerini geliştirerek hem psikolojik hem de stratejik avantaj sağlamaktadır. Bu kapsamda Mısır’ın İran savaşgemilerine Süveyş Kanalı’nı açması bile tek başına önemli bir hamledir.[16]
Lübnan gazetesi As-Safir’ in bildirdiğine göre; Mısır’da iktidara gelen Müslüman Kardeşlerin lideri Mohamed Mursi’ nin düşmesinden sonra, İran ve Hizbullah, Müslüman Kardeşler ile yakın ilişki arayışına girdiler. İsrail-Filistin görüşmeleri dahil olmak üzere bölgedeki son gelişmeler, Suriye savaşı ve çeşitli Arap ülkeleri ile uluslararası çevrede oluşan Müslüman Kardeşler aleyhtarlığı, İran, Hizbullah ve Müslüman Kardeşler’ in aralarındaki ilişkileri yeniden düzeltmeleri için çalışmaya ve aralarında “direniş ekseni ” oluşturmaya itti. Müslüman Kardeşler Sünni bir hareket iken İran İslam Cumhuriyeti ve Lübnanlı terör örgütü (Hizbullah) kendilerini Şii olarak tanımlamaktadırlar. İranlı yetkililer, yeni Mısır yönetimi için kanallarını açık tutmak istemesine rağmen, uzun zamandır uluslararası alandaki Müslüman Kardeşler örgütü’ nün önde gelen liderleriyle önemli konularda yoğun toplantılara başladılar. [17]
2003 yılında Saddam Hüseyin in ABD ordusu tarafından düşürülmesi, uzun süreli düşmanını ortadan kaldırdığından stratejik olarak İran’ ın işine yaradı ve İran’ la uzun süredir bağı olan Şii bir hükümetin kurulmasına yol açtı. 2006 yılında oluşturulan Irak hükümeti’ nin lideri hala başbakan Nuri al Maliki’ dir. Maliki görev süresince İran’ a birçok ziyaret gerçekleştirmiş ve İran da Sünni ve kürt liderler arasındaki siyasi çatışmada Maliki’ nin arkasında olmuştur. Maliki, Beşar Esad’ ın iktidarda tutmasına destek sağlamak gibi İran’ ın birçok bölgesel hedeflerini desteklemektedir. Irak söylendiğine göre, silahlı muhaliflerle savaşan Suriye askerine tedarik sağlayan kargo uçaklarının Irak hava sahasından uçmasına izin veriyor.
Iran’ ın Maliki ve hükümet kurumlarıyla olan bağları bir yana, İran Şii gruplaşma sayesinde Irak’ taki etkisini arttırmaya çalışıyor.[18]
İran’ın Suriye’ye verdiği destekte, Esad rejiminin Arap milliyetçisi ve göreli laik BAAS politikalarını hiç sorun etmediği, yeri geldiğinde ise Suriye’deki yönetici seçkinlerin büyük bölümünü oluşturan Nusayri azınlıkla olan mezhepsel yakınlığına vurgu yaptığı görülür. [19] İran’ ın Suriye’ ye destek vermesindeki nedeni; sünni bir iktidardansa kendisine yakın olarak gördüğü alevi bir azınlığın iktidarda kalmasının kendi çıkarlarına uygun düşmesidir. Suriye, geçmişte olduğu gibi Rusya’ dan askeri yardım malzemesi almaya devam etmektedir. Rusya’ nın bu ülkeden vazgeçmemesindeki temel neden ise bu ülkeden elde ettiği ekonomik kazancın kalbolmaması düşüncesidir. Rusya’ nın aynı şekilde İran’ la da aynı temelde ekonomik çıkara sahip olması, bu üç ülkeyi beraber hareket etmeye itmektedir.
Öte yandan İran’ın Şii Azerbaycan ile Hristiyan Ermenistan arasındaki anlaşmazlıkta Ermenistan’ı desteklediği de unutulmamalıdır. Azerbaycan, İran’daki Azerilere yönelik kışkırtıcı, ırkçı, yayılmacı politikalar izlemediği, dahası İran’a karşı böyle politikalar izleyecek güçte olmadığı halde, İran-Azerbaycan ilişkileri umulan sıcaklıkta değildir. İran ayrıca, Azerbaycan ’la Hazar’ın statüsü nedeniyle yaşadığı anlaşmazlığı, Azerbaycan ’ın İsrail ’le gelişen ilişkilerini ve özellikle son dönemde ithal ettiği 1,6 milyar dolarlık askeri malzemeyi her zaman gündemde tutmaktadır. [20]
Her ne kadar Suriye konusunda İran ve Rusya ile beraber ortak hareket ediyor olsa da bölge ile ilgili politikalar üretemiyor ve nüfüz alanı oluşturamıyor olması nedeniyle Çin ‘in İran ın müttefiki olarak incelenmesi uygun olmayacaktır.
Körfez Ülkeleri
İran körfez ülkelerindeki Şii grupları etkisi altına almaya çalışmakta, mezhep aracılığla bölgeye nüfuz etmeye çalışmaktadır. Bölge ülkelerinde de şiiliğin yayılmasından endişe edilmekte, bölgede istikrarsızlığa yol açacağı düşünülmektedir. Bölge ülkeleri daha çok kendilerini İran tehdidiyle çevrelenmiş hissetmektedirler. Bunda İran’ ın kollarının Hizbullah aracılığıyla Lübnan’ a, Suriye’ ye, mezhep aracılığıyla da Yemen, Bahreyn ve bazı körfez ülkelerine ulaşmasının etkisi vardır. Suudi Arabistan körfez ülkelerini İran tehdidi konusunda tetikte tutmakta, bu ülkelerde şii grupların bastırılması için önlem almalarına destek olmaktadır.
Haşimi Rafsancani döneminde Arabistan’la olan ilişkiler daha bir dostaneyken, halihazırda oldukça aşağı bir seviyededir. Elbette bu Arabistan’ın düşmanca tutumunu o günlerde takınmadığı anlamına gelmemekle beraber, Haşimi Rafsancani ve dostlarının Arabistan’la özel bir ilişki kurabilmeleriyle oluşmuştu ve büyük bir ihtimalle bu siyaset, Ruhani tarafından da izlenecektir. Ancak bu konuda önümüzde bazı karşıtlıkları içeren sorunlarımız da vardır ki, bu sorunlar Haşimi Rafsancani ve dostlarının iş başında oldukları dönemdeki gibi dostane bir ilişkinin kurulmasının zorluğuna işaret etmektedir. Arabistan ve Suriye, Arabistan ve Irak, Arabistan ve Lübnan arasındaki mevcut sorunlar, genellikle İran’ın müttefikleri aleyhinde siyasi ve askeri girişimlerde bulunması tabii olarak meseleleri karmaşık hale getirmiştir. Her ne kadar Hasan Ruhani hükümetinin çabaları ilişkileri düzeltmek yönünde olacaksa da, onlar bu aşırı hasmane konumlarını devam ettirdikleri müddetçe Cumhurbaşkanı ameli olarak zorluklarla karşı karşıya gelecektir.[21]
Suudi Arabistan ve İran, bölgede ki çıkar ve etki alanı olarak karşı kutupları temsil etmektedir ve Suudi liderler eğer İran’ ın nükleer silahı varsa kendilerinin de sahip olmaya çalışacağı söylemiyle bölgeye gözdağı vermektedir. Suudi Arabistan kendisini Sünni arap dünyasının lideri olarak görmekte, Şiiliği ise din dışı olarak görmektedir.
Bahreyn’ de temel olarak azınlığın çoğunluğu yönetmesi sorunu vardır. Bahreyn’ in yaklaşık yüzde 60 ‘ı Şiiler oluşturmaktadır. Bunların çoğu İran kökenlidir, fakat hükümeti Sunni olan Al Halife hanedanlığı yönetmektedir. 1981 ve 1996 yılında, Bahreyn, İran’ ı ülkesindeki şii muhalifleri desteklemekle ve Al Halife hanedanlığını düşürmeye çalışmakla suçlamıştır. 2011-2012 yılındaki şiiler tarafından düzenlenen ayaklanmalara hükümetin verdiği cevabın altında bu bağlantı yatmaktadır.[22] Bahreyn ’dekine benzer bir özellik Suriye’ de de görülmektedir. Fakat Bahreyn’ de şiiler çoğunlukta olmasına rağmen sunni azınlık iktidarda iken, Suriye’ de ise Aleviliğin ileri bir anlayışı olarak görülen Nusayri azınlık iktidardadır. Kuveyt ve Birleşik arap emirliklerinde Bahreyn’ dekinden farklı olarak şii gruplar azınlığı oluşturmaktadır, bu yüzden İran tehditi bu ülkelerde daha az görülmektedir. O kadar ki, Suudi Arabistan sırf İran Esad’ ı destekliyor diye Suriye muhalefetini desteklemektedir.
11 Eylül’ den sonra Suudi Arabistan’ dan ayrılan Amerikan Hava Komuta Merkezi Katar’ a konuşlandı. Katar diğer arap ülkeleri gibi Amerikadan yardım alan bir ülke ama tamamen onun güdümünde yer almıyor. Diğer arap ülkelerinin aksine Amerika’ nın etkisinde kalmayarak kendine özgü aktif dış politika izliyebiliyor. Kendine özgü bir gündem yaratabiliyor. Fakat Suriye krizi İran ile olan ilişkilerini olumsuz etkiledi. Doğalgaz üretimi konusunda da ortak havzayı kullandıkları için Katar, İran’ ın er ya da geç kuzey doğal gaz sahasını işgal edeceği korkusunu yaşıyor. Genel olarak Katar, diğer arap ülkelerine nazaran İran’ la ekonomik anlamda iyi ilişkiler kurma çabasındadır.
Körfez İşbirliği Konseyinden olan Umman’ da, Sultan siyasi açıdan İran’ a yakın konumdadır ve İran’ ın politikalarını doğrudan eleştirmeme eğilimindedir. Şah döneminde İran, dhofar bölgesindeki isyanı bastırması için Umman Sultanı’ na askeri birlik yollamıştır. Sultan Qaboos ise 2009 yılında Ahmedinejad’ ın yeniden seçilmesi nedeniyle, tepkilerin olduğu bir dönemde, Ahmedinejad ın yemin törenine katılmıştı.[23]
İsrail, Türkiye ve Lübnan
İran’ın bölgede bir rakibi, bir de düşmanı vardır. Rakibi Türkiye, düşmanı ise İsrail’ dir. İran bölgesel bir güçtür. Türkiye ise değildir. İki ülke arasındaki tarihsel rekabetin yanında, jeopolitik, stratejik, ekonomik, siyasal ve güncel rekabet, hatta uzlaşmazlık söz konusudur. ABD’ ye ilişkin tutumlarında, Suriye’ ye yönelik politikalarında, Rusya, Azerbaycan, Ermenistan ile ilişkilerinde iki ülke arasında önemli farklar vardır. Ayrıca Türkiye, İran’ ın nükleer güç sahibi olmasına görünürde karşıdır. Ancak bir yandan da, İran’ın nükleer güç sahibi olmasından fazla endişe duymamakta, hatta bu durumun Türkiye’ nin nükleer sahibi olmasını meşrulaştıracağını düşünmektedir. Ama Türkiye, İran’ ın bölgesel güç olmasından, bölgede bir şii kuşağına liderlik etmesinden çekinmektedir. İki ülke ilişkilerini son dönemlerde en çok geren iki olay Malatya’ nın Kürecik ilçesine yerleştirilen füze kalkanı radarı ile ABD ve Batı dünyasının Suriye’ ye yönelik baskı politikasıdır. İran, radar istasyonunun kendisine karşı yerleştirildiğini, İsrail’ i korumayı amaçladığını ve ülkesine yönelik bir saldırı durumunda bu radarı vuracağını, defalarca açıklamıştır. Suriye konusunda da Türkiye’ yi ABD emperyalizmiyle işbirliği yapmakla suçlamıştır. Tahran’ a göre Ankara; ABD’ nin ve ona yakın Arap ülkelerinin desteğini alarak, İslam dünyasının liderliğine oynamaktadır. Türkiye’ nin bölgede yalnızlaşması ve komşularıyla ciddi sorunlar yaşaması, İran’ ın bölgesel güç olarak elini güçlendirmiştir. İran, İsrail’ i ise şeytan olarak tanımlamakta, yok olması gerektiğini savunmaktadır. Bölgesel güç olmanın ötesinde, ABD’den aldığı desteğin de etkisiyle adeta bölgesel bir süper güç olan İsrail’ i düşman olarak görmektedir. İran’ ın, bu ülkenin arkasındaki en büyük güç olan ABD ile yaşadığı anlaşmazlık da İsrail’ le ilişkilerini etkileyen önemli bir unsurdur. İsrail’ in savaştığı Hizbullah ve Hamas gibi örgütlerin en büyük destekçilerinden biri de İran’dır.[24]
İran’ ın Lübnan ile ilişkisini Lübnanlı şii terör örgütü olan Hizbullah kapsamında incelememiz gerekir. Bu yüzden Hizbullahı kısaca tanımamız da fayda var;
*Hizbullah:
Şii olan bir siyasi hareket, terör örgütü ve şimdi ise İsrail’ in yıkılmasını amaçlayan özgürlük savaşçılarıdır. İntihar saldırıları ve adam kaçırma konusunda uzmanlaşmış küçük bir terör örgütü olarak ortaya çıkan Hizbullah şimdi ise Lübnan’ da devlet içerisindeki devlet olarak adlandırılır ve öyle çalışır. 4000 kişilik profesyonel ordusu ve binlerce yedek ordusu olan Hizbullah, ana sponsoru olarak İran’ dan her yıl 700 milyon dolar destek almakta ve asker temin etmektedir. Tahran’ dan gelen para aynı zamanda Hızbullah’ ın sosyal hizmet ağının kaynağıdır. Binlerce Hizbullah ordusu, grubun diğer büyük patronu Beşar Esad’ ı destekleyerek sunni isyancılara karşı şavaşmaktadır.
*Hizbullah Suriye’ ye Neden Müdahil Oldu?
Nasrallah (Hizbullahın lideri), Suriye’ deki isyancıları diktatörü devirmeye calışan özgürlük savaşçıları olarak değil, Esad’ ı alevi (şiiliğin bir kolu olan) olduğu için ortadan kaldırmaya çalışan aşırı sünni uçlar olarak görmektedir. Ayrıca Hizbullah’ ın Suriye’ ye müdahil olmasında lojistik açıdan bir neden daha vardır. Grup, Suriye’ yi İran’ dan para ve asker transferinde kullanılacak köprü olarak görüyor. Eğer bu destek hattı koparsa, Hizbullah artık İsraile meydan okuyamaz ve devlet içerisinde devlet olma konumunu koruyamaz.[25]
İran için stratejik açıdan Lübnan vazgeçilmez bir unsur olarak görülmektedir. İran’ ın bir kolu Lübnan sayesinde ve Hizbullah aracılığıyla İsrail’ e ulaşabiliyor, hem de Suriye’ de Hizbullah aracılığıyla Esad’ a destek olabiliyor. İran yeri geldiğinde Hizbullah’ı kullanarak bölgedeki çıkarlarını korumaya devam etmektedir.
Geçtiğimiz günlerde sunni tabanlı El-Kaide örgütünün bir kolu olan Al- Queda örgütünün lideri Zawahiri, Lübnanlı şii militan grup Hizbullah’ ın, İran yayılmacılığının bir aracı haline geldiğini vurgulamış ve ‘Suriye’ nin önemli müttefiki Tahran’ ın, her zaman arkasına saklandığı maskesini yırttığını ve Müslüman Suriye’ deki cihad ayaklanmasının Hasan Nasrallah’ ın çirkin yüzünü ortaya koyduğunu’ belirtmiştir.[26]
İran Dış Politikasındaki Kırmızı Çizgiler
İran, mezhepsel bazlı bakış açısının ürünü olan ve şiiliğin ülke çıkarlarına uygun olarak kullanılması temelinde birleşen, bölge ülkelerinde nüfuz alanı oluşturma ve bunu kendi lehine kullanma stratejine bağlı olarak hareket etme alışkanlığını sürdürmektedir. Bu aynı zamanda bölge ülkeleriyle olan ilişkilerinde temel çatışma noktasını oluşturmaktadır. Bu prensip doğrultusunda Irak’ ta şii grupların ülkeden kopmasına ön ayak olmakta, Irak’ ın şii bir cumhurbaşkanına sahip olması da en çok İran’ ın işine gelmektedir. Aynı şekilde Lübnan’ daki Hizbullah ayağına ulaşmasını sağlayan Suriye rejimine de mezhep temelinde bakmakta, alternatifi olmayan alevi bir iktidardan vazgeçmek istemektedir. Bu noktada İran’ ın taviz vermeyeceği ya da kırmızı çizgileri olarak adlandırabileceğimiz konular esasında mezhep bazlı olup onları kaybetmeme üzerine kuruludur. Bu açıdan Suriye ve Irak konusunda avantaj elde eden İran bu ülkelerden rahatlıkla ekonomik kazanç ve çıkar elde edebilmektedir. Yine aynı şekilde, körfez ülkelerinde bulunan azlı çoklu Şii grupları desteklenmektedir. Burada etkili olması ise ülkelerde bulunan şiilerin nüfus oranına bağlıdır. Örneğin Bahreyn’ de, şiilerin nüfusun yüzde 60’ ını oluşturması nedeniyle İran tehditi daha fazladır. Özet olarak, İran günümüzde elde ettiği stratejik partleri olan Suriye ve Irak konusunda taviz vermeyecek olup, uzun vadede ise Körfez ülkelerinde şiileri koz olarak kullanıp uzun vadede bu ülkelerde söz sahibi olmayı amaçlamaktadır. Bu şekilde, özellikle körfez ülkelerinde kendisine yeni stratejik partnerler yaratmanın yollarını aramaya devam edecektir. Şuan için stratejik ortaklarından biri olan Suriye’ yi kaybedecek gibi gözükse de uzun vadede İran’ ın yeni stratejik partnerler edineğini öngörebiliriz. Dış politikadaki kırmızı çizgiler bu şekilde iken iç politikada kırmızı çizgileri nükleer enerji konusu oluşturmaktadır. Ruhani nükleer program konusunda söylediği ‘İran İslam Cumhuriyeti nükleer sorunu ile ilgili olarak değişmez ilkeleri vardır…’ [27] sözleri bunu açıkça ifade etmektedir.
Ruhani Dönemi Yeni Dış Politika Anlayışı
Güvenlik meselelerindeki uzmanlığı ile tanınan Cumhurbaşkanı Ruhani’nin önceliği dış politika olacaktır. Dış politikaya bakışında ‘yapıcı etkileşim’ ve ‘itidal’ şiarlarını önce çıkaran Ruhani’nin en önemli dış politika gündemi nükleer meseledir. Tıpkı halefleri gibi Ruhani de İran’ın uranyum zenginleştirme programını durdurmayı reddetmektedir. İran nükleer programının yeterince şeffaf ve yasal olduğunu savunan Ruhani, İran’ın uluslararası düzenlemelerin sınırı içinde hareket ettiğini dünyaya göstermek için daha fazla şeffaflaşabileceğini ifade etmiştir. Ruhani, nükleer programın daha şeffaf hale getirilmesi suretiyle İran üzerindeki ‘haksız’ yaptırımların hafifletilmesini hedeflemektedir. Peki, İran nükleer programı nasıl daha şeffaf olabilir?
Nükleer meseleden çıkış yolunda atılması beklenen adımlardan birincisi Altılar (5+1 grubu) ile müzakerelerde İran’ın daha yapıcı bir tutum almasıdır. İran’ın uluslararası baskılara rağmen nükleer teknoloji alanında kayda değer adımlar atmış olması bu yönde manevra kabiliyetini artırmaktadır. Diğer taraftan yaptırımların giderek ağırlaşması ve İran ekonomisine olumsuz yansımaları, İran’ı bu konuda daha pragmatik davranmaya zorlamaktadır. Ruhani, nükleer meseleyle ilgili olarak hükümetin tek ba-şına belirleyici olmadığının ve bu konudaki kararların Rehber tarafından alındığının farkındadır. Fakat aralarındaki güven/güvenlik ilişkisi ve dış politikadaki hakimiyeti nedeniyle Ruhani’nin Rehber Hamanei’yi bu konularda etkileyebileceği düşünülmektedir.
Nükleer meseleyle ilgili duruşunda bir revizyona hazırlanan Ruhani yönetimindeki İran’ın ABD ile ilişkilerinde bir düzelme beklenmemektedir. Ruhani, İran ile Batı arasındaki nükleer müzakerelerden sonuç alınamamasının sorumlusu olarak ABD’yi görmektedir ve bu yüzden nükleer meselenin halli için ABD ile doğrudan diyalog kurmayı tercih etmektedir. Buna karşılık Amerikan yönetimi seçim sonuçlarına saygı duyduğunu ve nükleer meselenin halli için İran ile doğrudan diyaloga hazır olduğunu ilan etmiştir.
Fakat nükleer müzakereler bir yana İran-ABD ilişkilerinde çarpıcı bir değişim beklenmemektedir. İran-ABD ilişkilerini ‘oldukça komplike bir mesele’ diye tanımlayan ve ‘iyileştirilmesi gereken eski bir yara’ya benzeten Ruhani, İranlı yetkililerin ABD ile ilişkileri normalleştirmek için bilindik koşullarını ve söylemlerini tekrar etmiştir. Doğrudan ilişkilerin başlayabilmesi için ABD’nin İran’ın içişlerine karışmayacağını göstermesi; İran’ın nükleer hakları dahil bütün haklarını tanıması ve İran’a karşı tek taraflı ve zorba politikalarından vazgeçmesi gerekir. Bununla birlikte Ruhani’nin iki ülke arasındaki ilişkilerde daha fazla gerginlik yaratmayacağını söylemesi İran ile ABD arasındaki ilişkilerin göreceli olarak yumuşamasına neden olabilir. Ruhani’nin dış politikada Avrupa ülkeleri ile ilişkilere özel bir önem vermesi beklenmektedir. Kampanya döneminde Avrupa ile geçmişte tesis edilen iyi ilişkilere sık sık atıfta bulunan Ruhani’nin Avrupa’ya özel bir önem vermesi, büyük ölçüde ‘doğu’ya yönelmiş olan Ahmedinecad’ın dış politika anlayışının tersine çevrilmesi olarak görülebilir. Avrupa ülkeleri ile ilişkilerin geliştirilmesi hem İran’ın ekonomik sorunlarının çözümünde yardımcı olacak, hem de İran dış politikasının manevra kabiliyetini artıracaktır. Ruhani, tıpkı Muhammed Hatemi’nin cumhurbaşkanlığı döneminde olduğu gibi Avrupa ülkeleri ile tesis edeceği iyi ilişkileri ABD’nin yönlendirdiği uluslararası baskının etkisinin kırılması için bir araç olarak kullanmaya çalışacaktır.
…Ruhani’nin dış politikada ‘radikalizmi ve aşırılığı’ reddederek ‘yapıcı etkileşim,’ ‘itidal’ ve ‘diyalog’ söylemlerini öne çıkarmasının bölgeye de olumlu yansımaları olacaktır. Bölgesel gerilimin ve kutuplaşmanın İran’ın çıkarlarına zarar verdiğini savunan Ruhani, yaptığı açıklamalarda sık sık komşularla iyi ilişkilerin önemine değinmiştir. Bu bağlamda yeni İran hükümetinin öncelikle Basra Körfezi ülkeleri ile ilişkilere odaklanması beklemektedir. Rafsancani ve Hatemi dönemlerinde İran ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin gelişmesinde pay sahibi olmakla övünen Ruhani, Körfez ülkelerine olumlu sinyaller göndermiştir. İran dış politikasının Ahmedinecad döneminde yeniden radikalleşmiş olması ve İran’ın nükleer programı hakkındaki kaygıların Suudi Arabistan ile İran arasında bölgesel rekabeti tetiklediği dikkate alınırsa, Ruhani döneminde dış politika ile nükleer meselenin seyri bölgesel ilişkilerde değişime katkıda bulunabileceği düşünülmektedir.[28]
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, yönetiminin ülkenin dış politika prensiplerinde herhangi bir değişiklik meydana getirmeyeceğini belirtmişti. Hassan Ruhani, İran dış politikasının yorumlanması, ilke ve esaslarında bir değişiklik anlamına gelmiyor, dış politika alanlarındaki sorunlarla ilgilenme yöntemlerinde bir değişiklik öngörüyor demişti. Ruhani ayrıca dış politika konusunu “çok hassas” olarak tanımlamış ve mevcut koşullarda ulusal çıkarlarının korunmasını gerektiğini söylemiş, ülkenin dış politikada pek çok sorun ile boğuştuğunu vurgulamıştı. Yönetimin dış politikasının, ulusal güvenliğin korunması, ulusal çıkarların yerine getirilmesi ve ülkenin kalkınması temeline dayanacağını söylemiştir.[29]
Yine Ruhani’ nin gelecekte nasıl bir dış politika anlayışı izleyeceğini özetleyen eski dış işleri bakını Velayeti şunları söylemiştir; ‘Daha önce yaptığımız gibi aynı dilin tekrar edilmesinin bir yararı yok. Farklı bir dil ile konuşmamız gerekiyor. Aynı amaçlar, ama farklı dillerle.’ [30]
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, İran’ın dış politikasında temel prensipleri ve kırmızı çizgileri aşabilecek herhangi bir değişikliğin olması beklenmiyor. Dış politikada ki asıl değişikliğin söylemsel açıdan olacağını, İran’ ın dünyada kamuoyunda son dönemde (daha çok Ahmedinejad döneminde) oluşturduğu olumsuz algısını değiştirmeyi amaçlayacağını söyleyebiliriz. Nükleer enerji konusunda değişmez prensiplerinin olduğu bilinen İran, bu politikasını savurken geçmişte sert söylemlerde bulunduğunun farkında ve bu söylemin oluşturduğu olumsuz algıyı kaldırmanın telaşındadır. Bu konuda Ruhani’ nin şu sözlerini hatırlatabiliriz; ‘İran asla dünya ülkeleri ile karşı karşıya gelmek istemedi. Bizim bütün çabamız savaş çığırtkanlarını dizlemeye çalışmak olacak.’[31] Fakat Ruhani yönetimi öyle gözüküyor ki, dış politikadaki söylemlerinin teste tabi tutalacağı ‘Suriye ye askeri müdahale’ tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. İran, taviz vermeyeceği ülkelerden olan Suriye’ yi savunurken nasıl olucakta savaş karşıtı yumuşak bir söylem geliştirerek kırmızı çizgilerinden birini kaybetmeyi göze alıcak. Daha fazlası, dış işleri bakanlığı sözcüsü Mansur Hakikatpur, ABD’nin Suriye’ye saldırması halinde İran’ın misilleme olarak İsrail’e saldıracağı tehidinde bulunması, Ruhani’ nin söylemlerini ne kadar gerçekçi kılıyor. Bu noktada söyleyebiliriz ki, İran, dış politikasında kırmızı çizgilerini savunurken sert söylemlerde bulunarak göz dağı vermek zorunda, Ruhani ise yumuşak bir söylem geliştirerek tansiyonu düşürmek zorundadır. Bu iki kritik söylem arasındaki dengenin korunmasında Ruhani ile beraber dış işleri bakanı M.Cevad Zarif inde rol oynuyacağını söyleyebiliriz. Suriye’ de kimyasal silah kullanılmasıyla beraber askeri müdahale kapıdayken, İran da sert söylemlerin artacağı öngörülebilir. Ruhani dış politikada ‘yumuşama, karşılıklı güven inşası, dünya ile yapıcı etkileşim’ anlaşına darbe vurabilecek ve dünya kamuoyunda (özellikle Avrupa da) oluşturmaya başladığı olumlu algıyı yok edebilecek bir tavır takınmayı göze alabilecek bir durumda değildir. Öyleyse, Ruhani kısa vadede kırmızı çizgilerinden olan Suriye’ yi kaybetmemek ve yeni geliştirdiği dış politika söyleminde bozulmaya yol açmamak arasındaki dengeyi korumak için çabalayacak gibi gözüküyor. Uzun vadede ise olağanüstü bir durum olmadığı sürece İran bölgesel gücünü geliştirmek için ulusal çıkarları dahilinde ve Ruhani’ nin ortaya koyduğu dış politika anlayışı çerçevesinde hareket edecektir.
DİPNOTLAR;
1-)‘İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani oldu’, 15 Haziran 2013, http://www.aa.com.tr/tr/dunya/193506–iranda-zafer-ruhaninin, (erişim tarihi: 20 Ağustos 2013).
2-)Peter Lloyd, ‘Who is Iran’s president-elect, Hassan Rohani?’, 17 Haziran 2013, http://www.abc.net.au/news/2013-06-17/who-is-irans-president-elect-hassan-rohani/4761094, (erişim tarihi: 20 Ağustos 2013).
3-)‘Rohani becomes Iran’s new president’, 15 Haziran 2013, http://presstv.com/detail/2013/06/15/309169/rohani-becomes-irans-new-president/, (erişim tarihi: 20 Ağustos 2013).
4-)‘İran’ın Yeni Cumhurbaşkanı: Dış Politikada Reformların Sınırları’, 20 Haziran 2013, http://newtimes.az/tr/relations/1818/#.UhO6pJJ1tdw , (erişim tarihi: 20 Ağustos 2013).
5-)Kenneth Katzman, ‘Iran: U.S. Concerns and Policy Responces’, 17 Temmuz 2013, http://www.fas.org/sgp/crs/mideast/RL32048.pdf ,(erişim tarihi 19 Ağustos 2013), ss. 12.
6-)Banafsheh Zand , ‘Who Is Hassan Rouhani?’, 19 Temmuz 2013, http://www.iranpressnews.com/english/source/151388.html , (erişim tarihi: 23 Ağustos 2013).
7-)‘Who’s Who in Iranian Politics’, 12 Ağustos 2013, http://irdiplomacy.ir/en/page/1919784/Mohammad+Javad+Zarif.html,(erişim tarihi: 24 Ağustos 2013).
8-)‘Zarif Knows US Administration and Americans Well’, 16 Ağustos 2013, http://irdiplomacy.ir/en/page/1919954/Zarif+Knows+US+Administration+and+Americans+Well.html, (erişim tarihi: 21 Ağustos 2013).
9-) ‘Major powers can reach a nuclear deal with Iran: Velayati’ , 20 Ağustos 2013,
http://tehrantimes.com/politics/110155-major-powers-can-reach-a-nuclear-deal-with-iran-velayati, (erişim tarihi: 21 Ağustos 2013).
10-) Davut Dursun et al., ‘Ortadoğuda Siyaset’ , Ed. Davut Dursun ve Tayyar Arı, Eskişehir, Açıköğretim Fakültesi Yayını, No 1985, s. 48.
11-) Davut Dursun et al., ‘Ortadoğuda Siyaset’ , s. 103.
12-) İsmail Yurdakurban, ‘Devrim Sonrası İran Dış Politikası’, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007, ss. 30-31.
13-)Mehmet Durmuş, ‘Şahtan Hatemi’ye İran Dış Politikası’, 8 Aralık 2005, http://www.turksam.org/tr/a653.html ,(erişim tarihi: 26 Ağustos 2013).
14-) Barış Doster, ‘Bir Bölgesel Güç Olarak İran’ın Ortadoğu Politikası’, Ortadoğu Analiz, Cilt 4, Sayı: 44, Ağustos 2012. s. 50
15-) Davut Dursun et al., ‘Ortadoğuda Siyaset’ , s. 238.
16-) Barış Doster, Ortadoğu Analiz, s. 49.
17-)‘Iran seeking closer relations with Muslim Brotherhood’, 14 Ağustos 2013, http://www.iranpressnews.com/english/source/154888.html , (erişim tarihi:14.08.2013).
18-) Kenneth Katzman, ‘Iran: U.S. Concerns and Policy Responces’, ss.41-42.
19-) Barış Doster, Ortadoğu Analiz, s.47.
20-) Barış Doster, Ortadoğu Analiz, s.47.
21-) ‘Ruhani Hükümeti’nin Dış Politikası Nasıl Olacak / Suriye Politikası Değişecek mi?’, 1 Temmuz 2013, http://medyasafak.com/haber/927/ruhani-hukumeti-nin-dis-politikasi-nasil-olacak–suriye-politikasi-de , (erişim tarihi: 20 Ağustos 2013).
22-) Kenneth Katzman, ‘Iran: U.S. Concerns and Policy Responces’, s.40
23-) Kenneth Katzman, ‘Iran: U.S. Concerns and Policy Responces’, s.40
24-) Barış Doster, Ortadoğu Analiz, s.49.
25-)‘Hezbollah: The Middle East’s wild card’, 13 Temmuz 2013, http://www.iranpressnews.com/english/source/152934.html, (erişim tarihi: 27 Ağustos 2013).
26-)‘Al-Qaeda chief says Syria exposed Hezbollah as Iran tool’, 31 Temmuz 2013, http://www.iranpressnews.com/english/source/154054.html , (erişim tarihi: 2 Ağustos 2013).
27-)‘Stop the violence, stop the arrests, Iran tells Egypt’, 21 Ağustos 2013, http://old.mehrnews.com/en/newsdetail.aspx?NewsID=1826678 , (erişim tarihi: 21 Ağustos 2013).
28-) Bayram Sinkaya, ‘İran Cumhurbaşkanlığı Seçimi: Statüko ya da İtidalli Değişim’, Ortadoğu Analiz, Cilt 5, Sayı: 55, Temmuz 2013, ss. 28-31.
29-) ‘Ruhani: Principles of Iran’s foreign policy to remain intact’, 18 Ağustos 2013, http://theiranproject.com/blog/2013/08/18/rouhani-principles-of-irans-foreign-policy-to-remain-intact/ ,(erişim tarihi: 27 Ağustos 2013).
30-) ‘Major powers can reach a nuclear deal with Iran: Velayati’ , 20 Ağustos 2013,
http://tehrantimes.com/politics/110155-major-powers-can-reach-a-nuclear-deal-with-iran-velayati, (erişim tarihi: 21 Ağustos 2013).
31-) ‘World should talk to Iran in the language of respect, not sanctions: Rohani’, 4 Ağustos 2013,http://www.tehrantimes.com/politics/109793-world-should-talk-to-iran-in-the-language-of-respect-not-sanctions-rohani , (erişim tarihi: 4 ağustos 2013).
http://akademikperspektif.com/2013/11/12/ruhani-donemi-yeni-dis-politika-anlayisi/
***