GELİNEN AŞAMA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GELİNEN AŞAMA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Haziran 2017 Pazar

TERÖRLE MÜCADELEDE GELİNEN AŞAMA VE YAPILAN HATALAR


TERÖRLE MÜCADELEDE GELİNEN AŞAMA VE YAPILAN HATALAR,


TERÖRLE MÜCADELEDE GELİNEN AŞAMA VE YAPILAN HATALAR

Yazar: Sait Yılmaz
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan bazı uzmanlar (!) eksikliği askerlere bırakarak, otuz senedir devam eden mücadelenin birikimine sahip komuta kademesine içerikten yoksun önerilerle, akıl vermektedir.'Teröre karşı savaş evde kazanılamaz; ama evde kaybedilir' diyen Richard Perle, 'Şeytan'a Son' adlı kitabında şöyle devam etmektedir; 'Ulusal egemenlik bir hak olduğu gibi, aynı zamanda da bir yükümlülüktür. Ülke çıkarlarına göre gereken rolleri üstlenemeyen bir hükümet, hükümet olma haklarından mahrum kalır. ABD, kuruluşundan bu yana, bu ilke çerçevesinde hareket etmiştir.[1]' Büyük bir ülke ancak çıkarları söz konusu olduğunda kan dökmeye hazır olan ülkedir. Türkiye zaten kan dökmektedir ve egemenlik haklarımıza sahip çıkmadığımız ve ülke bütünlüğümüze yönelik saldırılara kaynağında müdahale etmediğimiz taktirde şehitlerimiz artacaktır. Bu makalede terörle mücadelede gelinen aşama ve yapılan hatalar konusuna değineceğiz ve önerilerimizi bir kere daha sıralayacağız. Ancak Türkiye'de bugün olup bitenler Irak'ın kuzeyi ile ilgili gelişmeler ile yakından ilgilidir. 

Bu nedenle Irak'ın kuzeyinde[2] ve terörle mücadelede bugüne kadar neler oldu, öncelikle bunu okumanızı tavsiye ediyoruz[3].

Terör örgütü ne yapmaya çalışıyor, kime hizmet ediyor?

Bütün terör örgütlerinin amacı; karşısındaki devleti askeri yollardan zorlayarak ve yıldırarak muhatap alınmak, devlet ile masaya oturarak, pazarlık yapmak ve 
böylece asıl gayret olan siyasi amaçlarına ulaşmaktır. Bu yüzden yapılan eylemler askeri sonuç almaktan çok psikolojik hedeflere yönelmiştir. Eylemlerin şok etkisi yaratacak şekilde yapılmasının nedeni, çözüm için kamuoyunda beklenti yaratarak ve devletin zayıf kaldığını göstererek kendi yandaşı siyasi unsurların 'siyasi çözüm' argümanı için elini güçlendirmektir. Burada dikkatlerden kaçmaması gereken konu 'medya' faktörüdür. Terör medya ile yaşar, medyada yer almazsa eylem amacına ulaşamaz yani terörün yaşam fanusu medyanın eylemi haber yapmasıdır. Çünkü terör de, terörle mücadele de esasında psikolojik bir savaştır. Türkiye'de medyanın haberleri veriş şekli bir yana -medyamız öyle kuşatılmıştır ki, medya üzerinden sadece terör örgütü yandaşları değil, kendi dış kaynaklı gündemlerini Türkiye'ye taşımak isteyenler de bu eylemlerin arkasına sığınmaktadır. Bu konuyu terör örgütünün ne yapmak istediği ile ilgili kapsam dâhilinde açıklayalım.

Evet, Türk medyası öyle kuşatılmıştır ki, Türkiye'nin gündeminden pek çok konu kaçırılırken, dezenformasyon hat safhadadır. Medyayı kuşatan üç adres grubu 
terör örgütünün eylemlerinin arkasından kendi mesajlarını vermektedir. Bu adreslerin birincisi medyayı saran ve her eylemin arkasından demokratikleşme ve AB reformları masalını anlatan post-modern, 2. Cumhuriyetçi, 'etki ajanları' takımıdır. Bunlara göre terörle mücadelenin başarısı AB reformlarına ve 
demokratikleşmeye bağlıdır. Ancak, bu reformların bugüne kadar hiçbir işe yaramadığı gibi, bire bir PKK'nın istekleri ile uyuştuğu, terörü azdırdığı ve güvenlik güçlerinin elini-kolunu bağladığı söylenmemektedir. Hatta, bizzat PKK'nın AB reformlarını engellemek için eylem yaptığı yalanı uydurulmaktadır. AB ilerleme reformlarında terörle mücadele kapsamında istenen tüm reformlar PKK'nın kongrelerinde istenenler ile aynıdır (Tablo 1). AB süreci kapsamında istenen reform ve demokratikleşme istekleri aslında Türkiye'nin bölünme ve parçalanma sürecinin devamıdır. PKK'nın eylemleri de bu amaca hizmet etmektedir.

Tablo 1: Avrupa Birliği Reform İstekleri, Türkiye ve PKK

AB Reform İsteği
PKK Kongreleri
Yapılan Reformlar
OHAL, Olağanüstü Mahkemeler ve idam cezası kaldırılmalıdır. (Kopenhag kriterleri)
OHAL, Olağanüstü Mahkemeler ve idam cezası kaldırılmalıdır.
İdam cezasının Öcalan'ı kapayacak şekilde kaldırılması (2002) OHAL ve DGM'ler kaldırıldı. (2004)
Kürt dili ve kültürünün önündeki engeller kaldırılmalı, Kürtçe yayın ve eğitim hakkı tanınmalıdır. (2001 İR)
Türkçe dışındaki dillerin eğitilmesini destekler nitelikte, uygun tedbirler kabul etmek. (KOB, 2005)
Türkçe dışındaki dillerde radyo/ televizyon yayınlarına etkin şekilde erişim sağlamak. (KOB, 2005)
Kürt dili ve kültürünün önündeki engeller kaldırılmalı, Kürtçe yayın ve eğitim hakkı tanınmalıdır.
Kürtçe dâhil Türkçeden başka dil ve lehçelerde yayın ve eğitim yapılması olanağı getirildi. (2002)
Kürtçe eğitim görmek için dilekçe verenler hakkında başlatılan soruşturmalar ve açılan davalar düştü. (2003)
TRT Şeş TV kanalı ve Kürtçe radyo yayına başladı. (2009)
Düşünce suçlularına genel af ilan edilmelidir. Görüşlerini şiddet içermeden dile getirdiği için hakkında dava açılan veya hüküm giyen kişilerin durumlarını 
iyileştirmeye devam etmek. (KOB, 2005)
Düşünce suçlularına genel af ilan edilmelidir.

Propaganda ancak şiddet ve terör eylemlerini teşvik etmesi halinde suç sayıldı. HADEP ve DEHAP ile ilgili bazı davalar düştü. (2003). CMUK'nda AİHM kararları 
doğrultusunda yargılamanın iadesine gidebilme hakkı. (2003)

BM temel vatandaşlık hakları. (İlerleme raporları)
Kürt Kimliğinin tanınmasıÇocuklara Kürtçe isim verilebilmesi (2003)
Güneydoğu'daki korucu sistemini kaldırmak. (KOB, 2005)
Koruculuk sistemi kaldırılmalıdır.
Yardım ve yataklık fiili ile ilgili düzenlemeler yumuşatıldı. (2003)

Kaynaklar: 
AB İlerleme Raporları, PKK 7. ve 8 Kongre Kararları, AB-Türkiye Katılım Ortaklığı Belgesi (2005), Fikret Bila: "Hangi PKK?", Ümit Yayıncılık, 3.Baskı, (Ankara, 2004), 172-173.

İkinci adres gurubu Barzani'nin küstahlığı ile bize yansıyan aslında Amerikanın sesi olan medya ve parti uzantılarıdır. Bunların mesajı; 'Sakın Irak'ın kuzeyine 
girmeyin, Kürtlerle iyi geçinin' diyen, bize Barzani'yi muhatap aldıran mekanizmadır. TSK., otuz yıllık terörle mücadelesinde 1990 ve 2003'e kadar olan süreçte iki defa PKK'yı yok olma noktasına getirmiş ancak bölücü örgüt Irak'ın kuzeyinde hayat bularak tekrar canlanmıştır (Tablo 2). Bugün ise Türk Ordusunun Irak'ın kuzeyine girmesinin önlenmesi için Barzani ile iyi geçinmek ve istihbarat desteği yalanı uydurulmuştur. Amaç, sadece Kürdistan'ı yaşatmak değil, PKK'ya hayat sahası sağlamaktır. Üçüncü adres grubu ise Öcalan ve DTP tayfasıdır. Onların söyledikleri gayet açıktır; siyasi çözüm diyerek, PKK'nın ve Öcalan'ın muhatap alınması, Kürt kimliğinin tanınması ile başlanarak self-determinasyona giden yolda Türkiye'nin iç hukukunda zemin kazanmaktır. İşte, terör örgütünün eylemleri bu üç adresin kendi gündemlerini uygulamasına hizmet etmektedir.PKK eylem yapıyor;

- Öcalan'ı muhatap alalım hatta serbest bırakalım diye, devletten koparacağı tavizler ile kendi yandaşlarına gücünü göstermek ve moral vermek, örgüt liderlerini kahraman yaparak siyasi arenaya sokmak için,
- DTP bundan sebeplensin, PKK tehdidi ile kendi siyasi yaşamına devam etsin, devletin imkânlarını PKK için kullansın,
- Barzani ve Talabani'yi muhatap alalım, rahat rahat Kürdistan'ı kursunlar, hatta büyük Kürdistan için hamilik yapalım, Türkiye; Kerkük ve Türkmenlerin 
haklarından vazgeçsin,
- ABD'ye hep muhtaç olalım, sözünden çıkmayalım, Kürdistan'a yerleşsin, Irak ile ilgili planları bozulmasın hatta öyle zor durumda kalalım ki, İran ve 
Afganistan için de koşulsuz destek verelim, sadece Kürdistan'ı değil Büyük Ermenistan ve bölgede planladıkları diğer yeni ülke-inşalarına da alet olalım,
- AB reformcuları Kürt kartı ile Türkiye'yi bölsün ve Türkiye, AB'ye giremeden parçalansın,
- Yunanistan, Ermenistan, İran -şimdi buna İsrail'i ekleyelim, Türkiye'yi köşeye sıkıştırsın, güçsüz bıraksın, ülke kaynaklarını terörle mücadeleye harcasın diye.


Tablo 2: Irak'ın Kuzeyi ve PKK Dönem PKK Körfez Savaşı (1884-1990)


Bu savaştan önce bitme noktasına gelen PKK, savaş sonrasında Irak'ın kuzeyinde yeniden güçlenmiştir. Saddam'ın saldırıları kullanılarak 'Kürt sorunu iddiaları' dünya kamuoyuna mal edilmiştir.

Çekiç Güç Dönemi
(1991-2002)

36. paralelin kuzeyi Saddam'a yasaklanırken, Çekiç Güç sayesinde PKK'ya korumalı bölge oluşmuş ve Kürt gruplar bağımsız bir devletin temellerini atmıştır.

Irak Savaşı
(2003-Devam)

Bu savaştan sonra Türkiye kendi coğrafyasına hapsolurken, PKK çok büyük bir serbestlik kazanmış, çok miktarda silah ve malzeme ele geçirmiştir.

Kaynak: 25.Genkur.Bşk.E.Org.Yaşar Büyükanıt: "Terörle Mücadelenin Hukuki Boyutları", Beykent Üniversitesi BÜSAM Konferansı, (25 Şubat 2010).
Terörle mücadelede geldiğimiz aşama ve yapılan hatalar.
Yukarıda da açıklandığı gibi Türkiye, bölücü terörle mücadelenin 1984-1990 ve 1990-2003 arasındaki dönemlerinde askeri alanında başarılı olmuştur. 

2003 Irak Savaşı sonrası Irak'ın kuzeyinde yeniden canlanan terörün tekrar askeri sahada yok edilmesi ise Irak'ın kuzeyinde Kürdistan Yönetimi denilen 
cerahatin akıtılmasına ve PKK bataklığının kurutulmasına bağlıdır. Ancak, terörle mücadele sadece askeri sahada kazanılmaz. Bugüne kadar terörün tekrar 
canlanmasında askeri olarak ABD'nin Irak'ta oynadığı roller kadar, içeride ve dışarıda hükümetlerin yaptığı hatalar önemli rol oynamıştır. 1990'lu yılların 
ikinci yarısına kadar terörle mücadeleyi sadece askerlerin işi olarak gören hükümetler, terörün ülke içi kaynaklarının kurutulması ve kazanılan askeri başarıların siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel tedbirlerle tamamlanması için gerekli tedbirleri almadılar. Hükümetlerin vizyonsuzluğunu 1997 yılında başlayan Avrupa Birliği süreci ile yabancı ülkeler tamamlamaya başladı. Sadece terörle mücadelenin alt yapısı değil, ülke güvenlik sisteminin temel unsurları da AB üyelik süreci dâhilinde reform diye diye bir bir etkisiz hale getirildi.
AB süreci ile PKK, askeri sahada mücadele ile elde edemeyeceklerini siyasi yoldan kazanmaya başladı. Önce idam cezası kaldırıldı, arkasından sözde düşünce suçlarının önüne geçmek (!) gerekçesi ile PKK yandaşlarının dilediğini söyleme yani propaganda özgürlüğünün önü açıldı, DEHAP ve HADEP yöneticileri dâhil pek çok bölücü hapisten kurtuldu. Getirilen özgürlükler (!) ile terör örgütünün siyasi uzantıları Meclis'e girdi ve açıktan propagandaya başladı. Ele geçirilen belediyeler ile devletin imkânları PKK'ya sunuldu. Bu özgürlükler şu an PKK eylemlerinden daha fazla ülkeye zarar vermektedir. Yetmedi, eğitim ve yayın hakkı diye verilen ayrıcalıklar ile bölge halkına sanki terör haklı imiş ve bölücüler de gerçekten haklarını savunuyormuş imajı verildi. Son olarak yapılmaya çalışılan 'Demokratik Açılım' ise bu imajı kuvvetlendirdi. İşte PKK bu yüzden eylemlerini artırdı. Yani daha çok taviz almak ve güçlü olduğunu kabul ettirmek, yıldırmak. Şunu kesinlikle kafamıza yazalım; terör eylemleri taviz verildikçe azar, terör hiçbir zaman tam olarak bitmez, çünkü bu bir tür kanserdir, ancak kontrol altına alabilir. Bu hastalığa vereceğiniz tavizler ancak azmasına neden olur.

AB reformları terörle mücadelede Cumhuriyet Savcılarının uygulama ve yorum farklılıklarına neden oldu. Bu durum askeri birliklerin adli yetkilerini belirlemede 
tereddüde yol açtı. Aynı tereddüt suçüstü yakalamada; konut, iş yeri ve kamuya açık olmayan alanlara kolluk kuvvetlerinin girme yetkisinde yaşanmaktadır. 

AB süreci ile yaşanan tahribat bununla da kalmadı. 1997 yılında düzenlenen Susurluk komplosu ile ülkenin istihbaratı derin yara aldı. Derin devlet ve çeteleşme iddiaları ile o güne kadar hukuksal altyapısı sağlam olmayan istihbaratımızın iyice eli kolu bağlandı. İstihbarat yapmak ve örtülü operasyonlar, AB'ci medyanın propagandası ile anti-demokratik ve bir suç gibi gösterildi. Yetmedi, bu sefer AB, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'ne (MGK GS) el attı. 2003 ve sonrasında yapılan reformlar ile MGK GS'nin istihbaratı koordine, psikolojik harekat faaliyetleri yok edildi, sıradan bir araştırma merkezi haline getirildi. 

Devletin daha önce ülke güvenliği adına yaptığı her çalışma (siyaset belgesi, rapor, plan vb.) gizlilik kuralları hiçe sayılarak medyaya servis edildi. TSK ve hukuk sistemimizin yıpratılması ile ilgili medyanın AB ajanları merkezli faaliyetleri halen devam etmektedir.

Şimdi de gözlerimizi terörle mücadelenin bizden saklanan coğrafyasına çevirelim yani Irak'ın kuzeyine. Irak'ın kuzeyinde olup-bitenler son birkaç yıldır bundan 
sebeplenen medya-holding ilişkilerinin da katkıları ile Türk kamuoyundan gizlenmektedir. Peki, nedir resim? Kürdistan karşılığında PKK kartı ile Kürdistan ve Barzani'nin serpilmesinin önü açılmıştır. 300 kadar aç gözlü Türk şirketi para kazanacak diye Kürdistan'ı elimizle kurmaktayız. Burada PKK ile mücadele için 
bize; Erbil'de PKK mahalleleri kuran ve Büyük Kürdistan için Türkiye içinde altyapı oluşturmakta olan Barzani ile iyi geçinme tavsiye edilmiştir. 

Üstelik askerimiz Irak'ın kuzeyini rahat bıraksın diye istihbarat desteği yalanı uydurularak PKK ile mücadele hava harekatına bırakılmıştır. 
Hava harekatı ile terörist avlanmaz. Hava harekatı ve uydu istihbaratı ile terörist avlansa idi önce ABD bunu Afganistan ve Irak'ta kendisi başarırdı. 
Nisan-Mayıs aylarında yüzlerce terörist sınırdan geçerken ABD istihbaratı nerede idi? Özetle, Irak'ın kuzeyindeki Kürdistan'ın kurulmaması, Türkmenlerin 
hakları ve Kerkük'ün statüsü gibi çıkarlarımız kamuoyundan saklanmış, çıkarlarımız PKK'ya indirgenmiş, o da Barzani ve ABD'nin insafına bırakılmıştır. 
Bu tezgahın arkasında Barzani'nin Türkiye içindeki bağlantıları kadar, ABD'nin Adana Konsolosluğu da etkindir.
PKK ve Kürdistan tasfiye edilerek psikolojik savaş kazanılmalıdır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi terörle mücadele öncelikle beyinlerde kazanılması gereken psikolojik bir savaştır. İçimizdeki bozguncu ajanların; "Terörle 
mücadelede askeri yoldan sonuç alınamaz.", "Siyasi çözüm, demokratik haklar verilmelidir." gibi argümanları; askeri başarısızlığına rağmen PKK'nın amacına 
siyasi yoldan ulaşması için uydurulmuş kılıflar ve onun muhatap alınma, pazarlığa oturma sürecidir. Bölgedeki ekonomik koşulların iyileştirilmesi argümanı ise terörün kaynaklarının kurutulması için yararlı ancak ülkenin genel koşulları itibarı ile gerçekleşmesi uzun zaman alacak ve işe yarayacağı garantili olmayan bir politikadır. Terörün IRA, ETA ya da BASK gibi örneklerine baktığımızda ekonomik koşulların iyi olmasının beyinlerdeki terör fikrini engellemediği açıktır. 

Terör ile mücadelenin beyinlerde kazanılması için PKK ve Kürdistan fikri beyinlerden silinmelidir. Bunun da yolu PKK ile birlikte Kürdistan fikrinin Irak'ın 
kuzeyindeki coğrafyadan silinmesi, umut olmaktan çıkarılmasıdır.
Türkiye'nin terörle mücadelede yeni politika ve stratejiler uygulama zamanı gelmiştir. Bu politikaların başında AB ve ABD'nin dümen suyundan terör ile 
mücadele edilmeyeceğini kabul ederek; kendi çıkarlarına, kendi gücüne ve kaynaklarına dayanarak hareket etmek gelmelidir. Kimse bizim için terörist yok 
etmez. Hele o teröristler kendilerinin bölgede kalışı ve çıkarları için iyi bir enstrüman ise. Türkiye'nin demokratikleşme diye bir sorunu yoktur, ülkemizin 
demokrasi koşulları pek çok ülkeden iyidir, gerçek olan bu özgürlüklerin Türkiye içinde bölücüler tarafından kötüye kullanıldığıdır. Özetle, ABD ve AB ile 
birlikte terörle mücadele yürümez, kendi iç şartlarımıza göre politika ve strateji üretmeli ve kendi kaynaklarımıza dayanmalıyız. Öncelikle içimizdeki psikolojik 
savaş zinciri kırılmalı, kurulacak yeni bir bilgilendirme alt yapısı ve uygun stratejiler ile halkın umudunu devlete bağlaması sağlanmalıdır. Bu yönde hala 
PKK'yı yöneten Öcalan ve DTP de tasfiye edilmeli, bölücülük yapanların siyasi geleceği tamamen ortadan kaldırılmalıdır. Ayrıca, demokrasi masalcısı, AB'ci 
bölücülerin tasfiyesi ile ilgili süreç başlatılmalıdır.

PKK ve Kürdistan'ın tasfiyesi sadece askerlere bırakılmamalıdır. Devletin yumuşak gücü ile askeri gücünün uygun bir karışımının sağlanacağı 'akıllı güç' kurgusu oluşturulmalıdır. Yumuşak güçten kastettiğimiz askeri güç dışındaki ekonomik, sosyal, kültürel ve diğer güç kaynaklarının sonuç alacak şekilde ABD'de de olduğu gibi bir kurgu haline getirilmesidir. Bunun Türkiye için nasıl yapılacağı ile ilgili görüşlerimiz saklıdır. Sonuçta askeri güç PKK ve Barzani'yi askeri olarak tasfiye ederken, yumuşak güç; bunun öncesi ve sonrasını hazırlayacak yani Irak'ın kuzeyini Türkiye çıkarlarına uygun bir şekle dönüştürecektir. Bunun için MİT'in dış istihbaratının ve örtülü operasyon kabiliyetinin güçlendirilmesi kadar, askeri istihbaratın da güçlendirilmesi, kendi ihtiyacı olan operasyonel istihbaratı yapabilmesi için hukuksal altyapısı sağlanmalıdır. EGM istihbaratı, PKK ve uzantılarının ülke içindeki ve dışındaki bağlantılarına ve etki ajanlarına odaklanmalıdır. 

İçimizdeki etki ajanları ile mücadele için gerekli hukuksal mevzuat yeterli olmadığından Almanya'daki Anayasa'yı Koruma Başkanlığı benzeri bir yapılanma 
sağlanmalıdır. Askeri seçeneklerin çeşitlendirilmesi için ABD'nin Irak'ta bol bol kullandığı gibi Özel Askeri Şirketler kurulmalı, anti-PKK şeklinde örgütlenecek 
bu yapılar pro-aktif olarak PKK'yı bulmalı ve yok etmelidir. Bu konudaki detaylı görüşlerimiz de saklıdır.
Şimdi gelelim hala; -ABD ve AB ne der? diyenlere.. PKK teröristleri Irak'ın kuzeyinden ülkemize sızıp, eylem yaparken ABD bize demokratikleşme önermekte ve Barzani ile iyi geçinme tavsiye etmektedir. 4000 km. öteden gelip, BM kararı olmadan tek taraflı olarak Irak'ı işgali eden ABD'nin kendi çıkarları uğruna Irak'a getirdiği demokrasi ve özgürlük ortamı ile ABD'nin siyasi etiği ortadadır. Oyun bitmemiştir. Orta Doğu, yeni harita değişikliklerine gebedir ve bunun en kolay yırtılma noktası Irak'ın kuzeyidir. ABD, sözde Irak'ın istikrarı uğruna Türk askerinin kuzeye girmesini istememektedir ama daha 2003 yılında yapılan görüşmelerde Kürt bölgesine yaklaşmamamızı isteyerek Kürdistan'ı kurma niyetini belli etmişti. Fiilen kurulmuş olan Kürdistan yavaş yavaş kemikleşmekte ve ABD üssü olmaya hazırlanmaktadır. Korkunun ecele faydası yoktur, cesur olalım, Türkiye ile Irak'ın kuzeyini kıyaslarsak bir merminin bir camı parçalaması gibidir. 

Kendi çıkarlarına sahip çıkmak için bir bütün olan ve terörü yok eden bir Türkiye, Batının çok daha saygın bir üyesi ve ortağı olacaktır.

Sonuç Yerine

Türkiye için Irak'taki gelişmeler beka seviyesinde önem taşımaktadır. Irak'ın kuzeyindeki gelişmeler Türkiye'nin millet ve toprak bütünlüğü dâhil birçok iç 
dinamiğini tetikleyecek potansiyele sahiptir. Türkiye'nin çıkarlarının önündeki öncelikli tehdit; sanıldığı gibi PKK değil, Barzani ve onun bağımsız devlet kurma 
hayalleridir. Ancak, Irak'ın kuzeyinde Kürt devletinin güçlenmesi ve Türkmenler ile ilgili olumsuz gelişmeler; basit ticari çıkarlar ve ABD ile yapılan örtülü 
siyasi hesaplar peşinde Türk kamuoyu gündeminden düşürüldü. Gelinen aşama PKK'ya karşılık Kürdistan pazarlığı olarak gözükse de, PKK ile ilgili sağlanan 
dış desteğin açılım örneğinde olduğu gibi bir ABD illüzyonu olduğu açıktır. Türkiye'nin Irak'taki çıkarları PKK'ya karşı verilen sınırlı desteğe indirgenmiştir. 
Türkiye'ye verilen PKK'ya karşı sözde istihbarat ve operasyonlara izin ise gerçekte 'tavşan kaç-tazı tut' oyunundan başka bir şey değildir. Nitekim hava 
harekâtından bugüne kadar PKK alt yapısı ve güçleri çok az hasar aldı[4]. Türkiye, Irak ve Irak'ın kuzeyindeki menfaatlerini ABD ile uyum içinde gerçekleştirmek gibi boş bir arayışın içine girmiştir. Türkiye, ABD ile ikili ilişkilerinde 'kontrolü kriz' çıkmasından çekinmemelidir.

Gelişmelerden hoşlanmadığı için bunları yokmuş farz eden bir ülke ağır bedel ödemek zorunda kalabilir. Kürtleri ve ABD'yi en çok tedirgin eden husus, 
Türkiye'nin bölgeye müdahale olasılığıdır. Irak'ın kuzeyi ile ilgili çıkarlarımız ABD ve AB'nin güdümünde sağlanamaz çünkü Irak'taki ve genel olarak Orta Doğu 
ile ilgili çıkarlarımız Batı ile uyuşmamaktadır. Türkiye'ye biçilen rol; Orta Doğu harita değişiklikleri ile birlikte Batının çıkarlarına uygun rejimlere ve devletlere 
dönüştürülürken, sadece etrafında olup bitenlere ikna olmak değil, kendi bölünmesine de rıza göstermek hatta destek olmaktır. Irak'ın kuzeyinde vakit daha geç olmadan yeni stratejiler uygulama zamanı gelmiştir. Asıl önemli olan PKK taktik kartına karşılık Kürdistan'ı kurdurmamaktır. Bunun için öncelikli hedef Barzani yönetimi olmalıdır. Irak'ın kuzeyine yapılacak askeri harekatın hedefi; Kürt yönetiminin bir an öncesi tasfiyesi ve Türkiye'ye müzahir bir bölgenin şekillenmesi için gerektiği kadar sürdürülecek bir tampon bölge oluşturulması olmalıdır. Nihai durumda Irak'ın kuzeyindeki Kürt-ABD ittifakının yerini ABD ile çıkar bileşkesi sağlamış bir Türk denetim sistemi almalıdır. Aksi takdirde yapması gerekenleri yapmayan, görmezden gelen, küçük siyasi ve ekonomik rantlar uğruna basiretsiz ve korkak davrananları tarih affetmeyecektir.


[1] Richard PERLE & David FRUM, "Şeytana Son, Terörle Savaş Nasıl Kazanılır", TRUVA Yayınları, Temmuz 2004, s.126.
[2] 'Kuzey Irak' diye tanımlanmış bir coğrafi bölge bulunmamakla birlikte, bu terim Kürtlerin Irak'ta yoğun olarak yaşadığı bölgeyi tarif etmek için maksatlı 
olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle, Irak'ın bütünlüğüne referans yaparak, bölge için 'Irak'ın kuzeyi' terimini kullanmaktayız.
[3] Sait YILMAZ: Irak'ın Kuzeyi ve Türkiye, http://www.beykent.edu.tr/dosyalar/Irak_Kuzeyi_Son.pdf
[4] PHILIPS, David L.: Confidence Building Between Turks and Iraqi Kurds, The Atlantic Council, Washington D.C., 2009, p.19.

http://www.21yyte.org/kose-yazisi-yazdir/4830


***

7 Nisan 2017 Cuma

HAZAR VE TÜRKİYE ENERJİ POLİTİKASI


HAZAR VE TÜRKİYE ENERJİ POLİTİKASI



TÜRKİYE VE ASRIN " STRATEJİK " ENERJİ HATLARINA GELİNEN AŞAMA

Dünyanın bilinen en önemli petrol ve doğalgaz rezervleri Basra Körfezi ile Hazar havzalarında bulunmaktadır. Ortadoğu’daki petrolün çoğunluğu Basra Körfezi’ni çevreleyen coğrafya’dan çıkartılarak Hürmüz Boğazı’ndan nakledilmektedir. Tankerlerle Körfez’de taşınan petrol dünya üretiminin yaklaşık %40’ıdır.[1] Dünya enerji kaynaklarının çoğunluğu Basra ve Hazar havzalarında toplandığından, enerji politikaları da Hazar – Basra Körfezi ekseninde şekillenmektedir. Bu eksenin komşu alanları, boru hatlarını barındıran coğrafyalar, petrol ve doğalgaz dolum tesisleri ve deniz ulaştırmasının düğüm noktaları enerji politikasında belirleyici roller oynamaktadırlar. Bu bölgelere Avrasya’nın ve Dünya adasının merkezi yada “kalpgahı” demek doğru bir yaklaşım tarzıdır. Çünkü gelinen çağda, “Kalpgahı kontrol eden, dünya enerji kaynaklarını kontrol eder, enerji kaynaklarını kontrol eden, dünyayı kontrol eder. Dünyayı kontrol eden ya küresel güç olur, küresel ise gücünü idame ettirebilir!” ABD’nin de Irak müdahalesinden önce, George W. Bush ve “Yeni Muhafazakarlar” tarafından yerleştirilmeye çalışılan “yeni dünya düzeni” de farklı bir şey değildi...

Sanayileşen ülkeler sayısı arttıkça enerji hammaddelerine duyulan ihtiyaç da artmaktadır. Bir zamanlar en önemli enerji hammaddesi kömürün en fazla üretildiği yer Urallar bölgesi olduğu için, bu bölge genellikle “Dünya Adası”nın merkezi (kalpgah) olarak işaret edilmişti. Gelinen çağda bu kez enerji hammaddelerinin Basra Körfezi-hazar havzasında yoğunlaşması sebebiyle, Dünya Adası’nın merkezinin Basra Körfezi-Hazar ekseni olduğu söylenmeye başladı. Dünya iklim değişikliğine bağlı olarak, özellikle kuzey yarım küredeki “Arktik” bölgesi buzullarının erimesine bağlı olarak, belki de Dünya Adası merkezi bu kez daha kuzeye kayabilecektir. Zira ABD Jeolojik Araştırmalar Kurumu (USGS)’in 2008 yılı verilerine göre, Kuzey Kutbu yakınlarında 90 milyar varillik petrol ve 47 milyar metreküp doğalgaz ile 44 milyar varile eşdeğer sıvı halde doğalgaz bulunmaktadır. USGS’ye göre bu miktarlar, dünyanın bilinen petrol rezervlerinin %13’üne, doğalgazın da %30’una eşdeğerdir. Bu sebeple bölgeye yakın ülkelerden ABD, Kanada, Danimarka, Norveç ve Rusya arasında amansız bir rekabet başlamış bulunmaktadır.[2]

Yukarıdaki özet bilginin ardından tekrar Türkiye’yi ilgilendiren coğrafyaya dönülecek olursa, Basra Körfezi –Hazar havzası coğrafyasında, özellikle Basra Körfezi ve çevresindeki petrolün ağırlıklı olarak büyük tankerlerle tüketici ülkelere nakledilmesi yanında, boru hatlarıyla da bu intikaline yardımcı olundu. Bunlara verilebilecek örneklerin başında Irak’tan vaktiyle İsrail, Suriye ve daha sonraları Türkiye’nin limanlarına (Kerkük-Yumurtalık Boru hattı gibi) uzatılan boru hatları gelmektedir.

Soğuk savaş’ın sona ermesi ve Hazar havzasının eski Sovyet coğrafyasında bağımsızlığını ilan eden birkaç ülkeyle paylaşılması sonucunda, bu bölgenin de petrol ve doğalgazının tüketici ülkelere ihracı için çeşitli yol ve imkanlar arandı. Bölgenin açık denizlere çıkışının bulunmayışı, üretici ülkeleri boru hattına zorladı. Gene, Rusya dışındaki ülkelerin finans sorunları, bu boru hatlarını başka ülkelerin inşa etmesine ve aslan payını onların paylaşmasına sebebiyet verdi. Gerek Basra Körfezi, gerekse Hazar havzasındaki petrol ve doğalgaz sahibi ülkelerin bu sebeple stratejik önemleri arttığı gibi, mevcut enerji hammaddelerini tüketici ülkelere ulaştıran boru hatlarının geçtiği ülkelerin de stratejik önemlerinin arttığı görüldü. Bu yazı içerisinde Avrasya’da, özellikle de Türkiye merkezli olmak üzere, mevcut ve planlı petrol ve doğalgaz boru hatlarının bölgeye ve Türkiye’ye etkileri üzerinde durulmaya çalışıldı.

Hazar Havzasında Enerji Hammaddeleri ve Bölgenin Çıkar Mücadelesine Dönüşümü

BP’nin verilerine göre; dünyanın tespit edilmiş petrol rezervlerinin kullanılabilir miktarı 130 milyar ton civarındadır. Halen yıllık petrol tüketimi 4 milyar ton olarak düşünülürse mevcut rezervlerin 30 yıl yeterli olacağı beklenmektedir. Durum doğal gaz rezervleri için de aynıdır. 130 milyar ton civarında olan doğalgaz rezervlerinin yılda 2 milyar tonu kullanılmaktadır. Bu hesaplara göre doğalgaz rezervlerinin yeterliliği 60 yıldır. Eskiden ipek ve baharat yolu üzerinde bulunan Orta Doğu, bugün dünya petrol rezervlerinin üçte ikisine sahip olup, dünyada varlığı ispatlanan ham petrolün %61’i ile doğal gazın %41,3’üne sahiptir.[3]

Karbon fosili kaynakları nedeniyle, anılan coğrafyaya yakın güçler ile bölge dışı güçler için çekim alanı oluşturan bölgeler içerisinde, Avrasya’daki Türk coğrafyası öne çıkmış olup, çıkar çatışmalarında en önemli sahneyi paylaşmaktadırlar. ABD Başkanlarından Bill Clinton “21. yüzyılda ABD’nin en önemli stratejik görevi Avrasya bölgesinde stratejik bir blok kurulmasına engel olmaktır” şeklinde ifade sarf ederken, kuşkusuzdur ki, özellikle Hazar havzası ve Basra Körfezi enerji kaynaklarını düşünüyordu. Hazar enerji kaynakları ile yakından ilgilenen ABD’li yazar Gerald Robins ise; “İpek boru hatlarını kontrol edenin dünyayı da kontrol edeceği” tespitinde bulunmuştur.[4] Enerji kaynakları nedeniyle bölgeye özel ilgi duyan ülkelerin başında Rusya, Çin, ABD, AB ülkeleri, İran, Hindistan, Japonya, Pakistan ve İsrail gelmektedir. 

Hazar havzası ve civarındaki Türk cumhuriyetlerinin sahip olduğu enerji kaynaklarının dış dünyaya ulaştırılabilmesi maksadıyla, boru hatlarının bir kısmının inşaatına başlanmış olup, bir kısmı ise halen proje aşamasındadır. Hazar havzası ve Basra Körfezi merkezli faal ya da projelendirilen boru hatlarının bazıları şöyledir: (1)Bakü-Tiflis-Ceyhan Projesi, (2) Azerbaycan-Türkiye (Şahdeniz) Projesi, (3) Türkmenistan-Türkiye-Avrupa (Hazar Geçişli) doğalgaz Projesi (daha sonra Nabucco adıyla bilindi), (4) Mavi Akım Projesi, (5) Aktau (Kazakistan petrollerinin Bakü-Ceyhan’a aktarılması) Projesi, (6) Orta Asya Doğalgaz Boru Hattı (Centgaz) Projesi (Türkmenistan-Afganistan-Pakistan), (7) Türkmenistan-İran- Türkiye Doğalgaz Boru Hattı,[5] (8) Türkmenistan-Çin doğalgaz boru hattı projesi, (9) Kazakistan-Çin arasında, Atasu-Sincan petrol boru hattı. (10) İran-Pakistan doğalgaz boru hattı projesi[6], (11) Rusya-Almanya “Kuzey Akım” doğalgaz projesi, (12) Rusya-Bulgaristan-Yunanistan-Sırbistan-Macaristan “Güney Akım” doğalgaz projesi, (13) Mısır-Ürdün-Suriye üzerinden Türkiye’ye Arap Gaz Boru Hattı[7], (14) Mavi Akım-2 doğalgaz projesi (Akdeniz sahillerine ve İsrail’e) gibi…

Yukarıdaki boru hatlarına ilaveten daha küçük ve etkisi itibariyle önemi az diğer boru hatları da mevcuttur. Bunlardan biri Ermenistan’a Rusya’dan, Gürcistan üzerinden uzanan doğalgaz hattıdır. Benzer şekilde, Aralık 2008’de Rus, Ermeni ve İran dışişleri bakanlıklarının ortak toplantıları sonucunda İran’dan da Ermenistan’a doğalgaz boru hattı inşa edilmesine karar verilmiştir. Rus gazına alternatif olarak düşünülen İran gazı da, tıpkı Rus gazının miktarı gibi yıllık 81 milyon fit küp olacaktır. Öte yandan, Ermenistan İran’dan alacağı doğalgazı elektrik enerjisine çevirip İran’a satmayı düşünmektedir. Bu durumda İran’dan alınacak doğalgazın miktarının da yıllık 220 milyon fit küpe çıkması söz konusudur.[8] 

Bu arada ayrıca halen faal, ya da faaliyeti askıya alınmış veya proje halinde bekleyen stratejik önemi nispeten az başka boru hatları da vardır. Bunlar; Ünye-Sivas-Ceyhan Petrol Boru Hattı, Rumeyla-Hayfa Petrol Boru Hattı, Kerkük-Banias Petrol Boru Hattı, Aşkelon-Hayfa Petrol Boru Hattı, Trans Arabian Petrol Boru Hattı[9] gibi…

XXI. yüzyılın İpek Yolu olarak sunulan Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun en önemli bileşenlerinden birini Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru (BTC) hattı oluşturmakta olup, bu hatta  Kazakistan’ın da katılmasına ilişkin anlaşma, 16.6.2006’da imzalandı.[10]

Türkmen doğalgazı, Çin’e uzanan Kazak petrol boru hatları ve Akdeniz’e bağlanan BTC boru hattı gibi Hazar bölgesi ve Orta Asya’nın çeşitli boru hatları, enerji ihracatçılarının pazarlık gücünü artırdı. Çin, enerji pazarında aç bir dev hâline geldi. Yapılması planlanan Doğu Sibirya’dan başlayan Rus-Çin petrol ve doğalgaz boru hatları, Batı için kaynaklara erişimi sınırlayabilir ve Avrasya’da ekonominin ağırlık merkezini daha doğuya kaydırabilir. Bunların yanı sıra Rusya’nın kendisi de Orta Asya ve Hazar enerjisi için daha iyi bir müşteri hâline geldi.[11] Çin, Orta Asya Türk cumhuriyetlerine ilaveten Körfez’de de yeni projelere dalmaktadır. Bunlardan biri de İran’daki Kuzey Pars projesi olup, söz konusu proje için Çin’li bir firma ile İran arasında 20 milyar dolar miktarında anlaşma yapılmış, ayrıca Gülşen ve Firdevs yatakları için 16 milyar dolarlık bir anlaşma imzalandı ileri sürülmüştür.[12]

Günümüzde böylesine stratejik değer taşıyan enerji kaynakları Türkiye’nin kuzeyi, doğusu ve güneyinde yoğunlaşmıştır. Sadece Orta Doğu’daki petrol rezervlerinin 100 milyar tona yaklaşması, konu hakkında bir bilgi vermeye yeterlidir. Rusya, Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu’da yoğunlaşan petrol ve doğalgaz rezervleri, Türkiye’nin bu enerji hammaddelerinin terminal pazarı olmasını dikte etmektedir. 

Türkiye’ye etkisi itibariyle, Rusya’nın öne sürdüğü, Karadeniz’in altından Avrupa’ya ulaştırılması düşünülen “Güney Akım” projesi ve Türkiye’nin de büyük bir istekle desteklediği, gene Avrupa’ya yönelik “Nabucco” doğalgaz boru hattı projesi üzerinde ayrıca durulmasında yarar görülmüştür.

Nabucco Doğalgaz Boru Hattı Projesi

Türkiye tarafından ilk kez 2002 yılında dillendirilen “Hazar geçişli” doğalgaz boru hattı projesi, daha sonra “Nabucco” adıyla duyuldu. Projenin amacı özellikle Türkmenistan doğalgazını Hazar Denizi üzerinden (veya İran üzerinden) geçirerek Türkiye’yi doğudan batıya kat eden bir hatla Avrupa’ya ulaştırmaktı. Böylece hem Hazar havzasındaki ülkelerin doğalgazı dünya piyasalarına daha az değer kaybıyla ulaşacak, hem de bir ölçüde Rusya’nın doğalgaz tekelciliğinin önüne geçmiş olunacaktı. 

Başlangıçtan itibaren projeye ne “Hayır!” diyen, ne de açıkça “Evet!” diyemeyen AB, nihayet 2009 yılı başlarında somut sayılabilecek bir adım atabildi. AB, Ocak 2009 içerisinde Nabucco projesinin çalışmalarında kullanılmak üzere 250 milyon Avro ödenek ayırmıştır.[13] Bu çerçevede Nabucco projesinin müzakereleri 8.5.2009’da  Prag’da yapıldı. AB kaynaklı açıklamalara göre Nabucco’da Türkiye’nin ‘geçiş ücreti alma’ ve ‘yüzde 15’lik indirim alım’ konularında geri adım atması sonucu imza aşamasına gelindiği belirtildi. Projede uzlaşmaya varıldığına ilişkin haberleri değerlendiren BOTAŞ, haberinin olmadığını açıklarken, Enerji Bakanı Taner Yıldız da, “Nihayetlendirilmiş bir şey değil, görüşmeye devam ediyoruz” demiştir. Zirve sırasında Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan projeye ümitvar yaklaşmaz iken, AB, Türkiye, Azerbaycan. Gürcistan ve Mısır’ın da aralarında bulunduğu ülkeler ortak deklarasyonu imzaladılar.[14] Bu deklarasyona rağmen, Türkiye’nin, bu projedeki ağırlığı sebebiyle etkin rol oynayabileceği hususu, bazı AB ülkelerinin endişelenmesine de sebebiyet vermektedir. Bu nedenledir ki, Prag Zirvesi sırasında Türkiye’nin projede %15’lik pay için direnmesi, projeyi destekleyen ülkelerce eleştirilmiştir.[15] 

Nabucco ile ilgili önemli bilgiler şöyledir: (1) Projenin yaklaşık 9 milyar Avroya mal olması beklenmektedir. (2) Türkiye’nin Doğu sınırından girişinden Avusturya’da Viyana yakınındaki Baumgarten limanına kadar uzanacak hat 1.42 m çaplı ve yaklaşık 3.300 km’dir ve hattın yarısından fazlası Türkiye’de olacaktır. (3) Yıllık 31 milyar metreküp kapasiteli projede AB adına öne çıkan firma Avusturya’nın OMV firmasıdır. Ayrıca Alman RWE, Macaristan’ın MOL, Türkiye’nin BOTAŞ, Bulgaristan’dan “Bulgarian Energy Holding” ve Romanya’nın Transgaz firmaları da ortaklar arasındadır.[16]

Güney Akım Projesi

Rusya, Avrupa bölgesine doğalgaz temininde, Rusya’yı “baypas” edecek Nabucco’da anlaşma noktasına yaklaşılmasının ardından, bu hatta rakip ve ikinci seçenek olarak “Güney Akım” projesini ortaya attı. Nabucco’daki gecikmeye bağlı olarak da bu projenin gerçekleşmesiyle ilgili ağları emin adımlarla ördü. Nihayet 15.5.2009’da Rusya’nın Soçi liman şehrinde Rusya, Yunanistan, Bulgaristan, İtalya ve Sırbistan arasında Güney Akım projesinin imzaları atıldı. 

Hazar havzası doğalgazını, ABD’nin desteklediği Nabucco’ya rağmen Avrupa pazarlarına ulaştırmayı hedefleyen bu proje üzerine, pek çok uzman, bölgedeki doğalgaz rezervlerinin sadece tek hattı besleyebileceği yönünde fikir yürütmektedirler. Rus RIA Novosti haber ajansının bilgilerine göre, Güney Akım projesinin kesin rotası 2009 sonunda belli olacak ve proje 2015 yılı sonlarında hizmete girecektir. Evvelce yıllık 31 milyon metreküp (cbm) olarak düşünülen hat, son imza ile birlikte iki kat arttırılarak yıllık 63 cbm’ye çıkarılmıştır. Bu arada Gazprom’un, Azerbaycan’a ait Şahdeniz rezervlerinin ikinci bölümünün tamamını alacağı da ifade edilmiştir. Buna karşılık 12-13 Mayıs 2009’da Azerbaycan’da gerçekleşen Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ile Başbakan Erdoğan zirvesinin ardından, Azerbaycan lideri “Enerjide önemli politika değişikliği yapılmayacağını” da vurgulamıştır. Ancak, öte yandan Nisan 2009’da New York’ta gerçekleşen Enerji Konferansı’nda, Azerbaycan’ın Los Angelos Enerji Temsilcisi Elin Süleymanov da, “Baku’nun, Gazprom’la ortaklığı genişletmeye açık” olduğunu ileri sürmüştü.[17]

Hattın Sırbistan’dan geçecek 450 kilometrelik ve 400 milyon euro’ya mal olacak bölümü için Gazprom’la Sırbistan milli enerji şirketi Srbijagas arasındaki anlaşmaya varılmış olup, 23.6.2007’den itibaren projesi belli olan Güney Akım projesiyle ilgili bazı bilgiler şöyledir: (1) Rus Gazprom’la, İtalyan ENI iki önemli ortak olup, kurulan ortak şirketin adı “South Stream”dir. (2) Başlangıçta 31 milyon metreküp düşünülen hat, daha sonra 41 milyar metreküp ve nihayet 63 milyon metreküpe çıkarılacaktır. (3) Karadeniz’in 2.000 metre altından geçecek hattın başlangıçta  4 milyar dolar, toplamda da 20 milyar dolara mal olması öngörülmektedir. (4) Rusya’dan başlayan hat Bulgaristan’da iki kola ayrılmaktadır. İlki Yunanistan üzerinden İtalya’ya uzatılacaktır. İkinci hat ise Sırbistan, Macaristan yolunu takip ederek Nabucco’da olduğu gibi Avusturya’nın Baumgarten limanına ulaşacaktır.

Nabucco’ya gaz vermeyi kabul etmeyen Kazakistan, Güney Akım hattı için imzayı atmıştır. Böylece söz konusu doğalgaz hattı, yılda taşıdığı Türkmen ve Kazak gazlarını ayrı ayrı 10’ar milyar metreküp artırabilecektir.  Gazprom’un halen Türkmenistan’dan yıllık 59 milyar metreküp, Özbekistan’dan 15 milyar metreküp ve Kazakistan’dan da 10 milyar metreküpün altında gaz almakta olduğu ileri sürülmektedir.[18] 

Enerjide Sadece ABD – Rusya Güç Mücadelesi mi? 

Güney Akım projesinin imzalanmasıyla, Rusya rekabet içerisinde bulunduğu Nabucco projesine göre stratejik bir öncelik kazanmayı bilmiştir. Bundan sonra AB ülkelerinin finansman konusunda gecikmeleri ve ABD’nin İran gazı konusunda itirazını sürdürmesi halinde, Nabucco’nun “ölü doğan” bir proje haline dönüşmesi riski ortaya çıkmıştır. Çünkü Hazar enerji kaynaklarını piyasalara taşımak için gerekli milyarlarca dolarlık yatırımları yapmaya cesaret edebilecek güçte pek fazla ekonomik güç de bulunmamaktadır. Buna hem petrol-doğalgaz fiyatlarının düşüşü, hem de küresel küçülmenin getirdiği kredi darboğazı sebebiyet vermektedir. Küresel ekonomik krize bağlı olarak, halen Avrupa’nın enerji talebinde de düşüş yaşanmakta olup, bu sebeple de henüz bu tarz projelere güçlü destek verecek Avrupa özel sektörü adım atmaya istekli görünmemektedir. 

Nabucco’ya rakip gibi gösterilen “Güney Akım” projesinin Rusya’nın Karadeniz liman şehri Soçi’de imzalandığı gün, “Mavi Akım-2” adında bir başka doğalgaz boru hattı projesi de Başbakan R. Tayyip Erdoğan ile Rusya Başbakanı Vladimir Putin arasında imzalandı. Putin, zirveden sonra düzenlenen ortak basın toplantısında, Türkiye ile Rusya’nın “Mavi Akım-2” doğalgaz boru hattının kurulmasıyla ilgili görüşmelere başlama kararı aldıklarını açıkladı. Mevcut Mavi Akım hattına paralel olarak yapılacak yeni boru hattıyla, Türkiye’nin artan gaz ihtiyacı karşılanacağı gibi, Rus doğalgazının İsrail’e kadar ulaştırılması da karar altına alındı. Bu arada Başbakan, adı geçen zirve sırasında, “Batı hattı” üzerinden Rusya’dan alınan ve süresi 2011 yılında dolacak anlaşmanın uzatılacağını da açıkladı.[19] 

Buradan da anlaşılacağı üzere, ülkeler arasında bir çıkar hattında rekabet var iken, bir başka hat üzerinde ortak çıkarlar bulunabilmektedir.

Obama yönetiminin Amerikan dış politika çıkarlarının neler olduğu konusunda Bush yönetimine göre çok farklı bir bakış açısı var. Buna rağmen, Obama yönetimi, Bush yönetiminin Rusya hakkındaki kaygılarının birçoğunu da  devralmıştır. Bu paylaşılan endişeler arasında şunlar yer almaktadır; Rusya’nın artan otoriterliği; Rusya’nın siyasi bir kaldıraç olarak, Avrupa’nın Rus gazına olan bağımlılığını kullanması korkusu; Rusya’nın NATO genişlemesine muhalefet olması; Rusya’nın şu anda Gürcistan’a karşı kuvvet kullanımı ve buradaki başarının başka yerlerde (özellikle Kırım’da) de benzer eylemlere öncülük etme olasılığı; İran nükleer gücü konusunda Rusya’nın ABD ve AB-3[20] ile olan gönülsüz işbirliği; Rusya’nın ABD güçlerinin Manas hava üssünden çıkması konusunda Kırgızistan’a olan desteği. Diğer pek çok endişeden de söz etmek mümkündür.[21]

Rusya, ABD’nin endişelerini haklı çıkartacak şekilde Hazar havzası enerji kaynaklarını kendi üzerinden değerlendirme konusunu kovalamaktadır. 27.3.2009’da Azerbaycan ile Rusya arasında imzalanan memoranduma göre, büyük ölçüde Rusya’ya ihraç edilecek Azerbaycan doğalgazının fiyatı ve miktarı konusunda uzlaşmaya varıldı. Böylelikle Rusya’nın, Azerbaycan doğalgazı üzerindeki kontrolü de söz konusu olabilecek. Şayet her şey Rusya’nın arzuladığı gibi gerçekleşirse, Baku, doğalgazını 2010 yılından itibaren Rusya üzerinden ihraç edebilecek. 11-12 Mart 2009’da bu maksatla Baku’yu ziyaret eden Rus Dışişleri bakanı Lavrov, konuyu kotarmak için epeyce gayret sarf etti. Ancak, önündeki en önemli engel, Dağlık-Karabağ nedeniyle Azerbaycan’ın en büyük sorunu karşısında duran Ermenistan’a silah satışı yapmasıdır. Bu arada dünya küresel krizi sebebiyle Rus ekonomisinin gittikçe artan ölçüde kötüleştiği, ülke yöneticilerinin de yegane kurtuluş yolu olarak Avrupa’nın ana doğalgaz tedarikçisi olmayı sürdürmede gördükleri ileri sürülmektedir. Oysa Azerbaycan, büyük bir istekle doğalgazını ihraç etmek istemektedir. Bu isteğe Rusya’dan olumlu cevap bulunurken, AB ise “Nabucco” alternatif doğalgaz boru hattının inşası konusunda aynı istek ve kararlılığı göstermekte tereddüt etmektedir.[22] Türkiye’nin, Nabucco projesi üzerinde “yıldırıcı” koşulları olduğu ileri sürülmesine rağmen, ABD ve Avrupa’nın gene de Avrasya boru hatlarının stratejik önemine dair görüşlerini kaybetmemesi gerektiği de Batılı strateji uzmanlarınca önerilmektedir. Çünkü burada söz konusu olan 4 trilyon dolar değerinde olduğu ileri sürülen bir enerji hazinesine ve tükenmeye yakın devasa sahaların mevcudiyeti ve bunlara ulaşımdır. Hatta boru hatları Orta Asya ve Kafkaslarda yeni kurulan bağımsız ülkelerin ekonomik kalkınmaları için önemli bir gelir kaynağı olabilecektir. Nabucco’ya da benzeri bir projenin gerçekleştirilmesiyle ABD ve Avrupalılar, Hazar enerjisini makul maliyetle elde etme yanında, kritik durumdaki Sovyet sonrası devletlerin bağımsızlığını destekleme fırsatını da bulabilecektir. Bu konuda ekonomik durgunluğa rağmen, Rusya ve Çin, Çin-Rus “ortak refah bölgesine” kilitlenmeden önce risk almanın gerekli olduğu değerlendirmeleri mevcuttur.[23]

Buraya kadar açıklananlardan anlaşıldığı üzere, Hazar havzasındaki enerji kaynaklarının değerlendirilmesinde en önemli tüketici olan Avrupa’nın adeta hareketsiz kaldığı, buna karşılık Rusya’nın, Azerbaycan ve Türkmenistan’ın enerji ihracatını kendi eline alarak, adeta bu ülkeleri köşeye sıkıştırmaya çalıştığı görülebilmektedir. Öte yandan, oranı düşse de, büyümesini sürdüren Çin de, Kazakistan’daki hidrokarbon şirketlerini birer ikişer satın almaya çalışmakta, ayrıca Türkmen doğalgaz yataklarını da geliştirmektedir.[24] Bu konuda Rusya ve Çin’le rekabeti kovlamaya çalışan yegane bölge dışı ülke neredeyse sadece ABD’dir.

ABD ile Rusya arasındaki rekabetin bir diğer kolu da doğalgaz üzerinde kurulmak istenilen tekel ile ilgilidir. İran İslam Devrimi Lideri’nin önerisi ile “Doğalgaz İhracatçılar Kurulu”  oluşturulmuş olup, İran, Katar ve Rusya’nın katılımıyla bu kurulun oluşturulması için ilk adımlar atılmıştır. Sonuç itibariyle  “OPEC Gazı” devreye girmek üzeredir.[25] 

Öte yandan Rusya; İran, İsrail ve/veya ABD arasındaki çatışmadan çekinmekle birlikte, bir İran-ABD yakınlaşmasını da arzu etmemektedir. Böylesi bir durumda İran, Rusya’dan satın aldığı silah ve nükleer enerji teknolojisi ile ilgili ihtiyaçlarını ABD’den karşılayabilir. ABD’nin, Hazar havzasındaki petrol ve doğalgaz kaynaklarının tüketici dünyaya ulaştırılması için İran üzerinden boru hatları inşa ederek, bu maddeler üzerindeki Rusya’nın etkisini ve tekelini de kırabileceği endişesi mevcuttur.[26]

Son zamanlarda Türkiye’nin, Doğu-Batı arasında enerji koridoru olmasını destekleyen strateji uzmanları sayısında artış vardır. Bunlardan biri de Adam Hug olup, The Guardian’daki yazısında, “Refah ve güvenlik konuları Türkiye’nin üyeliğinin iki ana dayanağını oluşturuyor. 1952’de NATO’ya katılan ve Avrupa’nın güneydoğusunu eski Sovyetler Birliği’ne karşı koruyan Türkiye, soğuk savaştan beri Avrupa güvenliğinin temelinde yer alıyor. Ülke, bugün ise Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya ile kapı komşusu ve bütün bu bölgelerde önemli bir stratejik oyuncu konumunda. Hazar petrol ve gazının transferi için Rusya’ya alternatif bir rota olan ve Irak ham petrolüne en hızlı ulaşımı sağlayan Türkiye, enerji güvenliğimiz açısından önemli bir rol üstlenebilir!” şeklinde bir yorum yapmıştır.[27]

Sonuç

2009 yılı ortaları itibariyle Nabucco doğalgaz boru hattı projesinin en azından iki sebeple, gerçekleşmesinin önündeki engellerin arttığı seçilebilmektedir. Bunlardan ilki, rakip gibi ortaya çıkan ve önceleri 31 milyon cbm iken, 15.5.2009 tarihli iştirakçi ülkeler-firmalar arasında imzalanan anlaşmayla yıllık 63 milyon cbm’ye çıkartılan Güney Akım doğalgaz boru hattının mevcudiyetidir. Bu miktardaki doğalgazın en azından yarısı Avusturya’ya kadar uzanacak, büyük ölçüde ihtiyacı karşılayabilecektir. Aynı bölgeye gecikmiş bir proje olan Nabucco’nun da doğalgaz getirmesi daha düşük bir tercih sebebi haline gelebilecektir. İkinci ve daha önemli sebep ise, Nabucco için Hazar havzasından yeterli doğalgaz temininde yaşanan güçlüktür. Azerbaycan dışında kati bir üretici ülke henüz ortaya çıkmamıştır. Bu konuda büyük ümitler beslenen Türkmenistan’dan olumlu bir cevap alınamadığı gibi, anılan ülkede Nabucco’yu besleyebilecek gaz olup olmadığı da kuşkuludur. Irak’tan ve Mısır’dan temin edilebilecek gazın da hattı dolduramayacağı bilinmektedir. Hattı rezerv itibariyle doldurabilecek en uygun ülke olarak geriye sadece İran kalmaktadır. İran da, Nabucco’yu en içten destekleyen devletlerden ABD’nin vetosuna takılmaktadır. Nabucco’nun gerçekleşmemesi hali, hem Türkiye’nin ihtiyacı olan doğalgazın bir kısmını teminde güçlük çıkaracak, hem de özellikle bu hat sebebiyle Avrupa’ya karşı bur “stratejik üstünlük” avantajı kazanma şansı yitirilmiş olacaktır.

Avrupa bu aymazlığı ile Rusya’nın doğalgaz tekelciliğine bugünden teslim olmuş denilebilir. Aynı gerçek Türkiye için de geçerlidir. Türkiye Mavi Akım yanında Balkanlar üzerinden Ukrayna geçişli doğalgazı, Azerbaycan’dan Şahdeniz hattı ile doğalgaz ve İran’dan doğalgaz alımını sürdürmektedir. Bu yıl itibariyle Türkiye’nin yıllık doğalgaz tüketiminin 38-40 cbm olduğu ve 2020-2025 yılları döneminde bu ihtiyacın 65 cbm’ye çıkacağı ileri sürülmektedir. Dolayısıyla Nabucco olsun ya da olmasın, zaten Türkiye’nin doğalgaz ihtiyacı için İran ve Türkmenistan’la yeni doğalgaz projesi için girişimler sürdürülmelidir. Tabii ki, Türkiye özellikle güneş enerjisi olmak üzere kendi yenilenebilir enerji kaynaklarını da devreye sokmalıdır…Ancak, Nabucco’dan vazgeçen taraf da olunmamalıdır.

*Bu yazı Jeopolitik dergisinin Haziran 2009 (sayı 65) tarihli sayısında “Enerji Hatları: Asrın Yeni Stratejik Hatları” başlığı ile yayımlandı.



*Bu yazı Jeopolitik dergisinin Haziran 2009 (sayı 65) tarihli sayısında “Enerji Hatları: Asrın Yeni Stratejik Hatları” başlığı ile yayımlandı.
[1] Brian Bennet, James Graff, Scott MacLeod, “What Would War Look Like”, Time, September 25, 2006, s. 28.
[2] Mark Galeotti, “Cold Calling”, Janes’s Intelligence Review, October 2008, ss. 9-10.
[3] BP, “Statistical Review of World Energy”, 2008, s. 7, (Erişim: 18.12.2008), http://www.bp.com/productlanding.do?categoryId=6929&contentId=7044622
[4] Remzi Kılıç, , “Türk Dünyasının Gündeminde Tartışılan Meseleler”, (erişim:2.10.2006), 
http://host.nigde.edu.tr/~remzikilic/yayinlar/turkdunmesele.htm 
[5] Ç. Kürşat Yüce, “1990 Sonrası Oynanan Yeni Büyük Oyun ve Hazar Havzası’nın Önemi”, Global Strateji, Yaz 2006, Yıl 2, sayı 6, s.113.
[6] Bu konuda son görüşmelerin 23-24 Mayıs 2009’da Tahran’da yapılacağı bildirilmiştir. Anlaşma kapsamında Pakistan’a 30 milyon metreküp doğalgazın satılması söz konusu olup, projenin imzaya açılması ardından İran, 5 yıllık bir süre içinde, Güney bölgedeki Esaluye’den Pakistan’ın Sistan-Belucistan eyaletinin İranşehr bölgesine kadar olan 56 inçlik boru hattı döşeyecektir. Bkz: “İran'ın, Pakistan’la Son Doğalgaz Müzakereleri Yapılacak”, 17.5.2009, http://www.mehrnews.com/tr/NewsDetail.aspx?NewsID=880075
[7] Ayrıntılar için bkz: Pamela Ann Smith, “Syria comes in from the cold”, The Middle East, May 2009, s. 58.
[8] “Iran-Armenia pipeline expected online soon”, 19.09.2009, http://www.upi.com/Energy_Resources/2009/05/19/Iran-Armenia-pipeline-expected-online-soon/UPI-40571242740949/
[9] Bu boru hatlarının ayrıntıları için bkz: Utku Balkal, “Doğu Akdeniz’deki Deniz Alanlarında Jeopolitik Değişimler ve Türkiye’ye Etkileri”, Ufuk Üniversitesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mayıs 2009, ss. 24-25.
[10] Kazakistan’ın da BTC’ye Katılması, http://www.petrogas.com.tr/modules.php?name=News&file=article&sid=2513, 19.6.2006, (erişim: 30.9.2006)
[11] Ariel Cohen, “Avrasya Boru Hatlarına Elveda mı?”, The New York Times, 13.05.2009 (BYE’nin 13.5.2009 tarihli bülteninden).
[12] “Petrol Sanayisine 66 Milyar Dolar Miktarında Sermaye Girmiş”, 18.5.2009, http://www.mehrnews.com/tr/NewsDetail.aspx?NewsID=880870
[13] “EU fördert Nabucco Erdgas-Pipeline mit 250 Mio. Euro”, 27.01.2009, http://www.strom-prinz.de/news/article/eu-foerdert-nabucco-erdgas-pipeline-mit-250-mio-euro/ 
[14] “Nabucco’da Neler Oluyor ?”, Taraf, 15.05.2009.
[15] “Durchbruch bei Nabucco-Pipeline”, 12.05.2009, http://www.kurier.at/geldundwirtschaft/317959.php
[16] “EU fördert Nabucco Erdgas-Pipeline mit 250 Mio. Euro”, agy.
[17] Ariel Cohen, agy.
[18] Ünsal Ereke, “Nabucco İmzaya Kaldı Rusya Harekete Geçti”, Milliyet, 15.5.2009.
[19] Cenk Başlamış, “Rusya-Türkiye Enerji Zirvesi”, Milliyet, 17.5.2009.
[20] AB-3 ülkeleri ile kast edilen Almanya, Fransa ve İngiltere’dir.
[21] Mark N. Katz, “The role of Iran and Afghanistan in US-Russian Relations”, 6.3.2009, http://www.eurasianet.org/departments/insightb/articles/eav030609d.shtml 
[22] Stephen Blank, “Azerbaijan: Russia is increasingly nervous about its grıp on Caspian energy“, 30.03.2009, http://www.eurasianet.org/departments/insightb/articles/eav033009b.shtml
[23] Ariel Cohen, agy.
[24] Ariel Cohen, agy.
[25] “Petrol Sanayisine 66 Milyar Dolar Miktarında Sermaye Girmiş”, 18.5.2009, http://www.mehrnews.com/tr/NewsDetail.aspx?NewsID=880870
[26] Mark N. Katz, agy.
[27] Adam Hug, “The Guardian: Türkiye: Avrupa’nın Geleceği”, 11.11.2009 (BYE’nin 11.11.2009 tarihli bülteninden).

Doç. Dr. Celalettin Yavuz
TÜRKSAM Başkan Yardımcısı

http://www.turksam.org/tr/a1707.html 


http://www.enerji2023.org/index.php?option=com_content&view=article&id=275:tuerkye-ve-asrin-qstratejkq-enerj-hatlarina-gelnen-aama&catid=15:stratej&Itemid=126