Irak topraklarında ABD işgalinin sonlanmasıyla doğan otorite boşluğunda yükselişe geçen mezhep gerilimi, iç savaşın arttırdığı anarşi ortamında, Irak Şam İslam Devleti’nin faaliyetleriyle zirveye tırmanmıştır. Dış basında çokça Şii-Sünni popülasyonun çatışması olarak isimlendirilen bu savaşın içeriği ise sadece bir mezhep çatışması değildir. Şii Maliki yönetimine ve Şii sivil halka karşı yapılan bu saldırıların El Kaide bağlantılı olduğu bilinmektedir, ancak, El Kaide gibi radikal selefi örgütlerin Irak halkında bir tabanı yoktur. Dolayısıyla savaşın Sünni tarafının Irak’lı Sünniler olduğunu söylemek güçtür. Irak’ın etnik ve güncel siyasi yapısına bakıldığında görülecektir ki, sorun Irak’ta yaşamakta olan Sünni ve Şii kesimin çatışması değildir. Bu çatışmalar, kendini Sünniliğin kalesi olarak gören Vahhabi Suudi Arabistan ve Şia’nın kalesi olarak kabul edilen İran’ın, dolayısıyla birbirine düşman iki ülkenin açıktan yürütemedikleri için Irak topraklarındaki temsilcileri aracılığı ile yürüttükleri ‘vekaleten savaş’tır. Bu çalışmanın konusu olmamakla beraber iki ülkenin vekaleten savaş yürüttükleri bir ikinci coğrafya Suriye’dir. Irak iç savaşının temel bileşenleri bu süreçte yer alan Iraklı aktörler dışında, İran ve Suudi Arabistan’dır. Dolayısıyla bu iki aktörü kapsamayan çözüm önerileri savaşı bitirmeyecektir.
Osmanlı Sonrası ve Baas
1. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı egemenliğinden çıkarak, İngilizlerin mandasına giren Irak’ta, 1919’dan günümüze kadar farklı yönetimler gelse de toplumun tüm kesimlerini temsil eden bir devlet var olmamıştır. Bölgedeki işgale karşı direniş refleksini tahmin eden İngilizler bölgeyi direkt yönetmenin tehlikeli olacağını bilerek, Kral Faysal’a yönetimi devretmiş ve 1958’deki darbeye kadar, Irak yönetimi Londra’nın güdümünde olmaya devam etmiştir. Kral Faysal’ın Sünni anlayışı ağır bastığı ve Arap ulusçuluğunun önünü açtığı için Kürtler ve Şii’lerle ilişkileri bu dönemde iyi değildir. İlk İngiliz yönetimi döneminde de işgale karşı koyanlar Irak Şiileri olmuştur. Irak’ta %60 ile çoğunluk Şii olmasına rağmen bu dönemde Irak yönetiminde Sünnici bir anlayış görülmüş ve tepki çekmiştir ancak bu tepkiler bugün yaşanan tablo ile kıyaslanamayacak ölçüde küçüktür. 1958’deki darbe ise General Abdülkerim Kasım’ı iktidara taşımış ve Amerikan karşıtı, pro-sovyet bir yönetim oluşmasını sağlamıştır. Bu dönemde Irak Bağdat Pakt’ından çekilmiş, Moskova’ya yakınlaşmıştır, bunun üzerine ABD-İsrail-İran destekli etnik Kürt Milliyetçiliği yükselişe geçmiştir. Suriye’de hala varlığını sürdüren Baas ise 1968’de kansız bir darbe ile Irak’ta iktidarı ele geçirmiştir. 1967 Arap-İsrail savaşındaki hayal kırıklığı bu değişimin ana sebeplerindendir. 1979’da ise 2003 Amerikan işgaline dek iktidarda kalacak olan, Irak ve Arap milliyetçiliği ile sembolleşen Saddam Hüseyin iktidara gelmiştir. Irak 1958’de batı ekseninden çıkarken, özellikle Baas ve Saddam ile Arap milliyetçiliğinin ön planda tutulduğu bir anlayış ile yönetilmiştir. Saddam döneminde, Baas ekolü büyük oranda yönetime yansımış, daha seküler ve daha milliyetçi bir yönetim görülmüştür.
Irak’ın Mezhep ve Etnik Yapısı
Saddam’ın bu yönetim anlayışı, ülke içinde en çok Kürt nüfusu rahatsız etmiştir. Yaklaşık %14 olarak tahmin edilen Irak Kürtleri, Saddam’ın Arap milliyetçisi politikaları karşısında destek aramış ve bu bağlamda Amerikan işgalini de büyük oranda alkışlarla karşılamıştır. Ülkenin yaklaşık %60’ını oluşturan Şiiler ise, seküler sisteme olan tepkileri ve özellikle İran-Irak savaşı döneminde maruz kaldıkları uygulamalar dolayısı ile Saddam yönetimine muhalif olmuşlardır, ancak Kürtler gibi Şii nüfusun da Amerikan işgaline destek verdiğini söylemek doğru olmaz, nitekim Saddam sonrası dönemde ABD karşıtı en dirençli gruplardan olmuşlardır. Yaklaşık %35’lik bir nüfus kendini Sünni olarak nitelese de, Irak’ta Sünnilik Sünni kesimin ön planda tuttuğu bir kimlik değildir. Diğer bir deyişle, Sünni popülasyon ya Baas’çı ulusalcı seküler Araplar, yani Saddam destekçileri ve ya Kürt milliyetçiliğini ön planda tutan Kürtlerdir. Dolayısıyla Irak’ta Şiilerin aksine, mezhep siyaseti güden Sünnici bir talepten bahsetmek yanlış olacaktır. Irak’ta diğer bir grupta nüfuslarının %10 olan Türkmenlerdir.Türkmen nüfusu, Saddam döneminde ve özellikle ABD işgalinden sonra, Kerkük gibi büyük Türk kentlerinde, Kürt hakimiyeti sağlanmasından sonra, Nüfus kayıtlarının da büyük ölçüde manipülasyona uğramıştır.[1]
Burada dikkat çeken nokta, tıpkı Suriye Türkmenleri gibi Irak Türkmenlerinin de, Türkmen kimliklerini ön planda tutmaktan ziyade, Şii ve de özellikle Sünni hareketlerin içinde erimeye zorlanmaktadır. Şii Türkmenler, baskın Şii kimlikleri nedeniyle kendi eğilimleriyle erirken, Sünni Türkmenler ise AKP Hükümeti tarafından bağımsız Türkmen siyasetinden çok sunni Arap siyaseti içinde yer almaya itilmektedir. Irak’ta Türklüğü geri planda tutup Sünniciliği ön plana koyan AKP politikası Türkmenlerin Araplaşmasını da beraberinde getirmektedir çünkü Irak’ın Sünni Türk’lerinin Türkiye’den başka hamisi yoktur ve Türkiye’nin politikasının üzerlerinde büyük etkisi vardır.
Kürtler ve Araplar milliyetçi siyasetleri sayesinde Irak’ta ciddi haklara sahipken, 3. büyük etnik grup Türkmen’lerin hakları ise onlarla kıyaslanamayacak derecede azdır. Buna örnek olarak Irak Anayasası’nda ana dil olarak sadece Arapça ve Kürtçenin tanınması verilebilir. Hem etnik hem de mezhepsel siyasetin yapıldığı bu karmaşık toplumsal yapı da Saddam döneminde istikrarlı bir yapıdan bahsetmek mümkündür. Burada hiç şüphe götürmeyen bir gerçek, Saddam’ın sağladığı mutlak otorite bu istikrarı sağlayan ana faktör olmuştur. Ancak bu otorite faktöründen hemen sonra gelecek etken ise, Saddam’ın ve ya Baas geleneğinin seküler, mezhepçi olmayan politikasıdır.
Şia Hakimiyeti ve Maliki
ABD işgalinden sonra, Saddam’ın devrilmesiyle birlikte ise yeni bir dönem başladı. Irak’ta en büyük etnik grup olmalarına rağmen şii Araplar, Irak’ta yönetici unsur değildi. Osmanlı’dan sonra Haşimi Sünni Kral ve sonrasında da Sosyalist Baas tarafından yönetildi. Hükümetin seçimlerle belirlenmesi sayısal çoğunluğa sahip şiileri iktidara taşırken, bölgede mezhep savaşlarına sahne oldu. Saddam döneminin en önemli özelliği, bir mezhep dayatması olmayışı yani demokratik olmasa da, otoriter seküler bir yönetim sergilemesiydi. Saddam’dan sonra 2005 yılında Şii Caferi’nin başbakanlık koltuğuna oturması, ‘Dava’ partililer için bir milat olarak görülürken, dış basında da Irak’ta sekülerliğin sonu olarak yorumlandı[2]. Irak’ta bugün ki iç çatışmalar bu seküler yönetimin aslında Irak’ı ayakta tutabilecek tek sistem olduğunu da göstermektedir. Irak, Necef ve Kerbela gibi manevi önemi yüksek yerleri içinde barındırmasının yanı sıra, tarihten bu yana Şia’ya hem ilim adamı hem savaşçı yetiştirmiştir. Ali Hüseyni Sistani gibi pek çok, Ayetullah olarak nitelenen din adamı da Irak’tan çıkmış ve ya eğitimini Irak’ta görmüştür. İran’da sadece Şia’nın kutsal saydığı İmam Rıza ve Hz. Masume’nin mezarları bulunurken, Irak’ta 7, 9, 10 ve 11. imamlarla birlikte Hz Ali ve Hz. Hüseyin’in türbeleri bulunmaktadır. Dolayısıyla Irak Şia için vazgeçilmez hatta coğrafi tarih olarak İran’dan dâhi daha önemlidir. Buna ek olarak Irak ve İran’daki şiiler de birbirinde kopmuş değildir. Irak-İran savaşında Iraklı şiilerin İran’dan yana savaşması bunun en açık kanıtıdır. Ray Takeyh de “Gizli İran” isimli kitabında bu yakınlığa dikkat çekerek; “Her iki partinin de (Dava ve Irak İslam Devrim Yüksek Konseyi(SCIRI)) Tahran’la yakın ilişkileri vardır ve İran-Irak savaşı sırasında İslam Cumhuriyeti ile müttefik oldular. SCIRI İran tarafından kuruldu, milisleri, Bedir Tugayları, Devrim Muhafızları tarafından eğitilip donatıldılar. Olağanüstü baskılar altında El Dava İran’a sığındı.”[3]
Irak Şii’leri radikal kimlikleriyle de sünnilerden ayrılmaktadır. Maliki’nin iktidar ortaklarına da bakıldığında bu radikallik göze çarpmaktadır. Bu radikal mezhepçi tutum seküler Baas ile kıyaslandığında, Irak’ta bugüne kadar Saddam döneminde yapılmamış olan mezhepsel baskının, Maliki döneminde yapıldığı görülmektedir. Maliki’nin hükümet ortakları, Irak Şia’sının en radikal hatta savaşçı isimleridir. 2005’te Birleşik Irak adı altında Şii ittifakı şeklinde, Maliki’nin de içinde bulunduğu birlik 275 sandalyeli mecliste140 sandalye kazanmıştı.[4]
2010 seçimlerinde ise Maliki bu birlikten ayrılarak Hukuk Devleti koalisyonu ile seçime girdi. Maliki’nin diğer Şii gruplardan daha ılımlı bir politika izleyeceği düşünülürken, kalan diğer radikal şii gruplarda Irak Ulusal İttifakı altında toplandı. Birleşik Şii İttifakı’nın halefi olarak görülen Ulusal İttifak içerisinde, Irak İslami yüksek Konseyi, Sadr hareketi, Bedr örgütü, Fazilet Partisi ve Ulusal Reform akımı gibi önde gelen Şii partiler bulunmaktadır. Mezhepçi bir imaj çizmek istemese de, İttifak’ın temel siyaseti Irak Şiilerine yöneliktir ve amaç Irak’ta Şiiliğin egemen kılınmasıdır.[5] Ray Takeyh İran’ın Sadr hareketiyle olan ilişkisine ayrıca dikkat çekmiş ve Mehdi ordusuna yardım ettiğini belirtmiştir. Takeyh ayrıca Sistani ile de İran’ın yakın ilişki içerisinde olduğunu ve İran’ın Sistani’nin faaliyetlerinden memnuniyet duyduğunu belirtmiştir.[6]
Her ne kadar Maliki bu gruptan ayrılarak daha ortada kendini konumlandırmaya çalışmışsa da, 2010 seçimlerinin hemen ertesinde, temel de bu iki grup arasında fark olmadığı açığa çıkmıştır. Maliki seküler siyaseti benimseyen ve sandıktan birinci çıkan Allavi ile hükümet kurarak halkın daha çok kesimini yürütmede temsil etmektense, Radikal Şii grupları içinde barındıran Irak Ulusal İttifakı ile işbirliği yapmıştır. Maliki’nin kendini merkeze konumlandırmaya çalıştığı bir dönemde dahi El Irakiye ile değil Şii Ulusal İttifak’la hükümet kurması, Maliki yönetiminin Şii İslamcı yapısını ortaya koymaktadır. Karşı tarafta ise bu şiici harekete sünnici bir karşılık değil seküler bir tavır olan Irak Ulusal Hareketi yani El Irakiye koalisyonu vardır.
2010 seçimleri sonunda, 2005’e benzer şekilde Şii Birliği’nin oluşturulmasından sonra, seçimlerde birinci olmasına rağmen Maliki’nin Kanun Devleti ve Caferi’nin Ulusal İttifak’ı tarafından hükümet dışına itilen, El Irakiye lideri Allavi, Irak’ın mezhep savaşına sürüklendiğini belirterek, mezhepçi siyaseti eleştirmiştir.[7] Kısaca ülkedeki Şiici çoğunluğu ve Sünnilerin seküler kimliğini, 2013 seçim sonuçları göstermektedir. Bu seçimlerde, hem Şii hem de Sünnilerin desteklediği, seküler El Irakiye birinci çıkarken, Maliki’nin Kanun devleti ve yine Şii İttifak partisi 2. ve 3. olmuştur. Bunlardan sonra gelen parti ise Barzani’nin KDP’sidir. Bu seçim sonuçları da göstermektedir ki, Irak’ta 3 büyük siyasi eğilim, Şii İslamcılar, Seküler Arap milliyetçileri ve Kürtçülerdir.
Hâlihazırda devam eden ve son dönemde Maliki’nin ABD’den destek almasıyla iyice tırmanan Irak iç savaşı birçok kesimce mezhep savaşı olarak algılansa da, bu tamamıyla doğru bir tespit değildir. Irak’ta Maliki hükümeti Şii İslamcı bir yönetim sergilemektedir. İçinde barındırdığı İran-Irak savaşında İran safında savaşmış Bedir Örgütü gibi koalisyon ortakları ve Sistani gibi ruhani liderleri, yönetimin mezhep çatışmalarının yaşandığı bölgede İran’a tabii olarak yakın olduğunu göstermektedir.
Şia politikalara karşı koyduğu varsayılan ikinci grup ise Irak Sünnileridir. Ancak El Irakiye’nin seküler politikasına bakıldığında, seküler milliyetçi sünni ve şii Arapların sünnici bir savaş yürüttüklerini söylemek yanlıştır. Mezhep savaşı olarak nitelendirilirken yapılan kilit hata işte bu noktadadır. Şiiliği hakim kılmaya çalışan Maliki politikalarına, sünnici fikir ile karşı koyanlar Irak halkı değil, s elefi El Kaide’dir. Irak’ın Sünni popülasyonunun Saddam’cı, daha doğrusu seküler milliyetçi yapısı bilinirken, radikal İslamcı El Kaide’ye destek vermesi beklenmemelidir. Mezhep savaşları dolayısıyla yakınlarını kaybeden ve ya çeşitli zarar gören Sünniler, münferit olarak El Kaide’ye katılmaktadır, ancak El Kaide’nin tüm dünyadan katılım alan bir örgüt olduğu düşünüldüğünde, bu katılımların bu savaşı, Irak Sünnilerinin savaşı yapmayacağı da aşikârdır.Dolayısıyla bu savaş Iraklı Sünniler ve Şiilerin mezhep savaşı değil, El Kaide ve Irak Şii yönetiminin savaşıdır. Bu iki grubun arka planlarına bakıldığındaysa, bölgede doğal iki düşman İran ve Suudi Arabistan ortaya çıkmaktadır.
Irak El-Kaidesi - IŞİD
El Kaide, Usame bin Ladin tarafından kurulmuş ve Selefi fikirle yoğrulmuştur. Kendilerini selefi olarak isimlendiren bu yapı, işte bu fikir nedeniyle Türkmenleri ve ya kendilerinden ayrı olarak örneğin Suriye’de Özgür Suriye Ordusu adı altında savaşan Sünni Arapları dinsiz ilan edebilmektedir. El Kaide kuruluşunda en büyük tehdit algısı Sovyetlerken, daha sonra ABD olmuştur. 11 Eylül saldırısından sonra ABD’nin açık hedefi haline gelen El Kaide, sadece bir örgüt değil, Müslüman gençlerin arasında cihat’ın temel sembolü olan bir fikir akımı haline gelmiştir. Ömer Turan da bununla ilgili olarak “El-Kaide adından da anlaşılacağı üzere tüm İslami hareketlerin faaliyet alanı bulabileceği bir üs konumundadır. Mesela Eymen Zevahiri liderliğindeki Mısırlı cihat grubu El-Kaide şemsiyesi altında faaliyet gösteren gruplardan sadece biridir.”[8]
Irak El Kaide’sinin gelişimi de buna benzerdir, nitekim önce bağımsız bir örgüt olarak kurulmuş, sonraysa El-Kaide’ye şekli bir bağlılık ilan edilerek, şemsiyesi altına girilmiştir. Ebu Musab El Zerkavi’nin Afganistan’da eğittiği takipçileriyle Irak’a gelmesi, hareketi Irak’a taşımıştır. İlk dönemlerinde bu hareket El Kaide’den bağımsızdır ve Zerkavi harekete Tevhid ve Cihad Grubu ismini vermiştir. 2004 yılında Zerkavi El Kaide’nin ‘marka değerine’, El Kaide de Zerkavi’nin operasyon gücüne ihtiyaç duymuştur ve Zerkavi El Kaide’ye bağlılığını ilan etmiştir.[9] Ancak Zerkavi ve Ladin arasındaki fikirsel farklılıklar belirgindi. Usame bin Ladin, yerel güçlere destek veren uzak düşman yani ABD ile savaşılması gerektiğini düşünürken, Zerkavi yakındaki yani Ortadoğu’daki düşmanlarla savaşılması gerektiğine inanıyordu. Zerkavi Şiilere karşı düşmanca tutum içerisindeyken, Ladin bunun bölücü bir tutum olduğunu düşünmekteydi. Bu fikir farklılığı Irak ve Suriye’de bugün devam eden mezhep çatışmalarının da ana sebebi olmuştur nitekim Zerkavi’nin stratejisinin dört temel adımı; ABD’yle silahlı çatışmaya girmek, Irak’lı güvenlik güçlerinin örgütlenmesini engellemek ve insanları bunlarla işbirliğinden alıkoymak, ülkedeki ekonomik kalkınma sürecine darbe vurmak ve Sünni-Şii çatışması çıkarmaktır.[10]
Amerika’nın Irak işgali sırasında, intihar eylemleriyle sesini duyuran Irak El Kaide’sinin, ABD çekildikten sonra da saldırılarını devam ettirmesi, Irak’ta El Kaide’nin savaşının sadece ABD karşıtı olmadığını göstermiştir. Suriye’de İran destekli Esad’a, Irak’ta yine İran destekli Maliki’ye saldıran, Irak El Kaide’si, Sünnilik adına Şia’ya savaş açmış gözükmektedir. Ancak bu ‘cihat’ Irak Sünnileri tarafından kabul görmemiştir. Zarkavi’nin 2006’da öldürülmesinin ardından, hareketin adı Irak İslam Devleti olarak değiştirilirken başına da Ömer El Bağdadi getirildi. Örgütün adının Irak ile ilişkilendirilmesi ve bir Iraklı Arabın örgütün liderliğine getirilmesinin amacı sünni halk tarafından Irak’a ait olmamakla eleştirilen ve dışlanan hareketin, Iraklı Sünnilere sempatik göstermekti.
Irak İslam Devleti de tüm bu çabalara rağmen Sünni Iraklılardan istediği destek görmediği gibi tepki görmüş ve Irak Sünni aşiretleri ABD desteğiyle Irak İslam Devleti’ne savaş açmıştır. 2010 yılından itibaren örgütün etkinliği azalırken, ABD askerlerinin çekilmesi ve Suriye savaşı ile birlikte yeniden yayılma şansı yakalamıştır. Suriye savaşına da müdahil olan örgüt, Nusret cephesinin kendilerine katıldıklarını iddia ederek, ismini ‘Irak Şam İslam Devleti’ olarak değiştirmiştir. Bu isimde Şam’dan kastın Ürdün, İsrail, Lübnan ve Suriye topraklarını kapsayan tarihi Suriye toprakları yani Levant’ın[11] mı yoksa bugünkü Suriye topraklarının mı olduğu bilinmemektedir. Ancak buna rağmen, batı kaynaklarında örgütün adı Irak ve Levant’ta İslam Devleti olarak çevrilmektedir.
Suudi Desteği
Adından da anlaşılacağı üzere, Zerkavi ile başlayan Irak’taki cihatçı hareket, hala Ladin’in uzaktaki düşmanla değil, yakındaki düşmanla savaşma fikri ile devam etmektedir. Örgüt, Zerkavi’nin savunduğu gibi Ortadoğu’daki rejimleri değiştirmeyi hedeflemektedir ve Şii’lere düşmanca tutum sergilemektedir. Böylesi bir savaşın en büyük destekçisinin Suudi Arabistan olması kaçınılmazdır. Suudiler Ortadoğu’da kendilerine en büyük rakip ve düşman olarak İran’ı görmektedir, dolayısıyla İran’ın Ortadoğu’da Şiilik üzerinde jeopolitik etkinlik kazanma girişimlerinden fazlasıyla rahatsız olmaktadırlar.
İran’a direkt savaş açmanın yükünden kaçınan Suudiler, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, ABD’nin Rusya’ya karşı uyguladığı stratejisi olan çevrelemeyi İran’a karşı denemektedir. Riyad öncelikle Tahran’ın Suriye’deki etkisini Esad rejimini devirerek yıkmayı hedeflerken, Irak’ta da yine El Kaide ile Şii yayılmacılığının önüne geçmeyi amaçlamaktadır. Azerbaycan’la yapılan ikili ekonomik anlaşmalar da Suudi Arabistan’ın politikasını ortaya koymaktadır. İran’ın komşusu ve 35 milyon Azerbaycan Türk’ünün İran’da yaşıyor olması sebebiyle, Azerbaycan İran için önemli bir komşudur. Suudi Arabistan da Azerbaycan’ı safına çekmeye çalışmakta ve Arap sermayesi ile orayı elinde tutmak istemektedir. Yine buna örnek olarak; Dağlık Karabağ sorununda Suudi Arabistan, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tanıdığını açıkça ifade etmiştir.[12]
Özetle, El Kaide ve bu noktada aralarındaki ihtilafa rağmen İŞİD için Sovyet ve ABD tehditlerinin sonlanması ve ABD’nin Irak’tan çekilmesine rağmen bitmeyen savaşının arkasında Suudi desteği ve yönlendirmesi vardır. Eski ABD Bağdat Büyükelçisi Christopher Hill Irak’taki terörü Suudilerin desteklediği bilgisini aktarmıştır.[13] Batılı ve Kanada merkezli muhalif bir araştırma merkezi olan Global Research’ın haberinde de, Suudi Arabistan’ın silah dolu tırlarının, Anbar vilayetinden Irak’a girmek üzereyken, operasyonlar nedeniyle durduğu ileri sürülmüştür. Habere göre 70 civarında, intihar bombacıları için ve diğer mühimmatları taşıyan tır, Irak hükümetinin bölgede yürütmekte olduğu operasyonlar nedeniyle Irak’a giriş yapamadı.[14]
Suudiler sadece Irak’ı değil, Suriye’de de muhalifleri ve selefi İslamcıları desteklemektedir. Fransız Le Figaro’dan Georges Malbrunot’un haberine göre, bu trafik CIA tarafından yönlendirilmektedir. Ürdün de ajanlarıyla birlikte bu sevkiyatın taşımacılık aşamasında görev almaktadır. Habere göre, bu sevkiyatta silah ve mühimmatı sağlayansa Suudi Arabistan.[15] Suudi Arabistan’ın 2000-2012 yılları arasında ordu harcamalarını %98 oranında arttırarak, ABD, Rusya, Çin’den sonra 4. ülke olması da, bu trafiği açıklar niteliktedir.[16]
Bu durum İran’ın Hizbullah ile Suriye’de Esad’ı desteklemesinden farklı değildir. Savaşın öbür tarafının İran destekli olduğu ise gayet açıktır. ABD’nin ve bugüne dek Türkiye’nin merkezi Irak yönetimine mesafeli olması da işte bu Şia ve İran bağından ötürüdür. Irak’ta süregelen çatışmalar bu yönüyle incelendiğinde, Irak halkının kendi içinde bir mezhep savaşına tutuşmasından çok, İran ve Suudi Arabistan’ın, Maliki ve El Kaide’yi kullanarak Irak coğrafyasında kendi savaşlarını ‘vekaleten’ yaptırdıkları görülecektir.
Sonuç: Güçlenen Şia, Kıskaçtaki Vahhabilik
Cenevre 2 barış sürecinde, Esad’ın kalacağı artık netleşince, Suriye savaşından en karlı çıkan İran olmuştur. AKP Hükümetinin sünnici politikaları çökmüş gözükmektedir. Davutoğlu’nun Irak ve İran ziyaretleri ve Başbakan’ın İran ziyareti, bugüne kadar uzlaşmaz tutum sergilenen Irak Şiileri, Maliki ve İran’la bölgede yalnızlığın giderilmesi adına buzların eritilmesidir. Bir başka deyişle Davutoğlu dış politikası, Esad ve Maliki’li Orta Doğu’yla yaşamayı öğrenmektedir.
Bölgede 2011’den buyana en radikal dış politika izleyen ülkelerden olan Türkiye’nin, yani AKP hükümetinin bu denli dış politika değişikliğine gitmesi, ortadoğu’da özellikle Irak, Suriye ekseninde, Şii hakimiyetinin artışını göstermektedir. Türkiye, her ne kadar Esad karşıtı tavrını sürdürse de, İran’a karşı yakınlaşma çabaları ortadadır. Bunda Cenevre-2’nin ve özellikle İran-ABD anlaşmasının etkisi büyüktür. Öte taraftan, prestij kazanan İran karşısında, Suudi Arabistan Washington ile arasında gerilim yaratmak pahasına bölgede gittikçe yalnız kalmaktadır.
Ürdün artık Suriyeli isyancılara silah geçişine izin vermemektedir. Türkiye’nin tutumu ve İran yakınlaşması ortadadır. Bunlardan daha önemlisi, ABD de El Kaide’ye karşı Şii Maliki yönetimiyle iş birliğine gitmiş, silah desteği sağlamıştır. Suudilerin son dönemde politik açıdan tek destekçilerinin İsrail olması da, bölgede ne kadar yalnız kaldığını göstermektedir. Irak iç savaşının çözümü, Irak’ta seküler bir hükümetin kurulması ve Şii yayılmacılığının durdurulmasıdır çünkü bu gelişme El Kaide’nin zaten seküler yapıda olan Irak Sünnileri arasında yaşam alanı bulamamasını sağlayacaktır. Ekim 2013’te başlayan silah yardımı görüşmeleri çerçevesinde, ABD Dışişleri Bakanı’nın ziyaretlerinden sonra alınan ve uygulamaya konulan çözüm, ABD silahlarıyla, Maliki eliyle El kaide’ye karşı savaştır. Bu çözüm, savaşın esas tedarikçilerine müdahale etmemektedir.
Özetle, eğer El Kaide’den Suudi desteği çekilmezse ve İran yayılmacılığı önlenmezse, her ne kadar IŞİD kısa dönem de çökertilebilse de, birçok selefi cihatçının bölgede olduğu bilinmektedir ve gerilla savaşı yürüten militanlara karşı bu savaşta uzun sürecektir. Düşük ihtimal olmakla birlikte, etkisi çok olacağı için akılda bulundurulması gereken, 2014 ve ya 2015’te çıkabilecek potansiyel Suudi Arabistan-İran ve ya Suudi destekli İsrail-İran savaşıdır. Suudi Arabistan mevcut gidişatta, her geçen gün yalnızlaşmakta ve güç kaybetmektedir. İsrail’le olan siyasi çıkar ve hasım ortaklığı ve Suudi’lerin yüksek silah gücü, bu ihtimali oluşturan ana etkenlerdir. Direk savaş olmasa bile, İsrail tarafından açılacak bir savaşa da Suudi desteği muhtemeldir. ABD ve İran arasında devam eden görüşmelerde nükleer anlaşma sağlanamazsa, Suudi destekli bir İsrail saldırısı ihtimali daha da artacaktır. Sonuç olarak, bölgede İran lehine işleyen süreç adil bir çözüm üretmediği için, kalıcı bir barış tesis etmesi de beklenmemelidir.
[1] İlhan Yılmaz, Geçmişten Günümüze Irak’ta Türkmen Politikası, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 12, Bahar, 2006
[2] http://www.opendemocracy.net/conflict-iraq/article_2516.jsp
[3] Ray Takeyh, Gizli İran, s.209, Çvr: Cem Küçük, Ekvator Yayınları, İstanbul, 2007
[4] http://setav.org/tr/30-ocak-2005-irak-secimleri-sonrasi-irak/yorum/270
[5] http://www.orsam.org.tr/tr/Secimler/partigoster.aspx?ID=1&DetayID=3
[6] Ray Takeyh a.g.e, s. 210
[7] Allavi: Irak Mezhep Savaşına Sürükleniyor, 13 Mayıs 2010,http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=114208
[8] Ömer Turan, İslami Hareketler, s.200, İstanbul, 2002
[9] Serhat Erkmen, Irak’ta El Kaide’nin Doğuşu, Gelişimi ve Bugünü, 21.yy Türkiye Enstitüsü, Sayı:60, Aralık, 2013
[10] Serhat Erkmen, a.g.m.
[11] Levant: Akdeniz’in kıyısındaki Doğu Roma topraklarını belirtmek için kullanılan Fransızca kökenli kelime. Bugünkü Suriye, Ürdün, Lübnan, İsrail, Hatay ve Kıbrıs’ı içinde barındırmaktadır.
[12] http://www.1news.com.tr/azerbaycan/siyaset/20131106015244631.html
[13] http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/24047-suudiler-irakta-mezhep-savasi-kiskirtiyor.html
[14] http://www.globalresearch.ca/saudi-arms-shipments-to-al-qaeda-rebels-waiting-behind-iraqs-borders-with-syria/5363794
[15] http://www.globalresearch.ca/cia-is-leading-massive-arms-deliveries-to-rebels-in-syria-saudi-arabia-training-terrorists/5357531
[16] http://www.globalissues.org/article/75/world-military-spending
http://www.21yyte.org/kose-yazisi-yazdir/7420
..