Dr. M. Galip Baysan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dr. M. Galip Baysan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ekim 2017 Salı

Kunuri Muharebeleri



Kunuri Muharebeleri 

Dr. M. Galip Baysan,


26–29 Kasım Kore Harbinde Kunuri Muharebelerinin 54ncü yıldönümüdür. Bu konuda Türk kamuoyunun kelimenin tam anlamıyla cahil bırakılmasının en önemli nedeni, çağdaş aydınlarımız arasında yaygın bir şekilde süregelen; eskiden radikal solun, günümüzde radikal solun yanında yer alan radikal Sağın köklü Amerikan düşmanlığıdır. Bu konuda ne zaman bir şey yazsam, ne zaman bir şeyler söylemek istesem daima engellerle karşılaştım. Günümüzde Kemalist olduğu iddiasıyla ortada görünen kurumların çoğu ne yazık ki Kemalizm’den çok uzak tamamen radikal solun kontrolünde gibiler. Ve konu Kore Savaşı odlumu hemen sansür uygulamayı seçiyorlar. Bu davranışın her zaman mücadele ettiğimiz ve şiddetle karşı çıktığımız iktidarın sansürcü davranışlarından ne farkı var?

Kore savaşına sansür uygulayan bu zihniyet sahipleri acaba bilmeden Türk düşmanı Diyaspora Ermenileri, Rumları ve Siyonistleriyle birlikte hareket ettiklerinin farkındamıdırlar?  Çünkü Kore Harbi sonunda bir efsane haline gelmiş Türkler 1980’lere kadar etkinliğini sürdürdü ve o neslin ard arda emeklilik yaşına ulaşıp görevden çekilmesiyle birlikte Pentagon Türk Düşmanı lobilerin elemanları ile doldu. Askeri ve Sivil tarih kitaplarında Türklerin zaferleri emrine verildiği 2. Amerikan Tümenine bağlandı ve herkesin bildiği başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’yu bölen ünlü harita o dönemde çıkarıldı.

Türkiye Kore harbine Amerikan sevdası nedeni ile değil o günlerde Komünistlerin yayılmacı politikalarına karşı yalnız kalmamak için, Hür Dünya ülkeleri safında yerini almak arzusu ile katılmış ve başarılı olmuştur. 2. Dünya Savaşı sonunda Sovyetlerin Karsı, Ardahan ve Boğazlardan üs istemesi karşısında babamın, dayılarımın infialini hatırlıyorum. O yokluk ve yalnızlık günlerine rağmen herkes gönüllü asker olmaya hazırdı.
Bize göre orada bütün dünyanın gözü önünde harikalar yaratan bu kahraman askerleri anmak vatanını seven, özellikle ben Kemalist’im diyen Her Türkün boynunun borcudur. Benim de elim kalem tuttuğu sürece bütün engellemelere rağmen bu harple ilgili gerçekleri açıklamağa devam edeceğimden kimsenin şüphesi olmasın.

Bir önceki yazımı okuyanlar hatırlayacaktır. Savaşın ikinci döneminde B.M. Kuvvetleri, Kuzey Kore yi tamamen işgal etmek amacıyla, 24 Kasım 1950 günü büyük saldırısını başlattı. O gün cephenin sol kesimindeki birlikler süratle ilerleyerek 10–15 Km. kadar ileri gittiler ama sağ taraftaki II nci Kore Kolordusu hiçbir ilerleme göstermedi. Ertesi gün de olaylar aynı şekilde gelişti. Üçüncü gün (26 Kasım 1950 günü) solda ki Amerikan Kolorduları da durdu. Aynı gün sağ tarafı savunan Güney Kore Kolordusu, çok üstün sayıda düşman gücünün saldırısına uğradı. Bu Kolordu güneye ( Tokchon ve doğusuna) çekilmek mecburiyetinde kaldı. 26/27 Kasım gecesi saldırılarına devam eden düşman birlikleri, Güney Kore Kolordusunu 40 Km. kadar güneye atmayı başardı. Düşmanın bu taarruz sırasında Güney Kore birliklerine karşı 8 ad. Komünist Çin Tümeni ile saldırdığı kabul edilmektedir. Bu ileri çıkış ve geri çekilişlerden açıkça anlaşılacağı gibi Taarruz eden Ordunun büyük kısmı ile sağ yanı arasında büyük bir boşluk doğdu. Kabul etmek gerekir ki, Komünist Çin savunmasını çok mükemmel hazırlamış, B.M. Kuvvetlerini açık vermeye mecbur etmiş ve başarmıştı. Şimdi asıl saldırı gücünü meydana gelen boşluktan içeri sokacak, 8nci Amerikan Ordusunun yan ve gerisini kuşatarak geri çekilmesini önleyecek ve bulunduğu bölgede teslim olmasını veya imhasını sağlayabilecekti.

ABD. Birlikleri ile Güney Kore birliklerinin arasındaki büyük boşluğun süratle ve mutlaka kapatılması gerekiyordu. B.M. Kuvvetlerinin ve hatta Kore Savaşının kaderi bu görevi alacak birliğin başarısına bağlıydı. Görev, ihtiyattaki Türk Tugayına verildi. Tugay 27 Kasım sabahı, saat 0500’de aldığı harekât emrine göre, dost ve düşmanın birbirine karıştığı, yabancı bir arazi ve dar bir vadide düşmanın büyük kısmının yaklaştığı Tokchon Bölgesine doğru ilerlemeğe başladı. Yolların çekilen birlikler, sivil halk ve onların arasına karışmış Komünist çetecilerin müdahaleleriyle tıkanması nedeni ile ilerleme oldukça zor oluyordu. Üst birlikle irtibat kurmak ta gittikçe zorlaşıyordu. Tugay Komutanı General Tahsin Yazıcı yaptığı durum muhakemesi sonunda yolu “Wawon Boğazında” ( biraz geriden) kapamayı uygun buldu. Yol üzerinde ilerleyen birlikler durduruldu, aynı tertiple geri dönmeğe başladılar. Bu arada tepelerden ilerleyen Çinliler, gece karanlığından istifade ile görünmeden yaklaştılar ve en öndeki birlikleri baskın şeklinde ateş altına aldılar. Bu baskın sırasında üst komutanlıkla irtibatı sağlayacak Amerikalı irtibat subayı ve aracı da düşman eline geçti.

Birlikler Wawon bölgesine intikalini 27 Kasım saat 21–22.00 arası tamamlamış ve gerekli emniyet tertibini aldıktan sonra dinlenmeye çekilmişlerdi. İleriden silah sesleri geliyordu. O gece saat 01.00 civarında Tugay Komutanı General Tahsin Yazıcı “ Artçı durumundaki birliklerin düşmanın baskınına uğradığı ve dağıldığı” haberini aldı. Düşmanın mevzilerdeki birliklere saldırıları gün ağarırken başladı. Çinlilerin  savaşan birlikleri kuşatma teşebbüsleri diğer Bölüklerin ard arda savaşa sokulması ile önlendi. Tugay bu zor şartlar altında 28 Kasım gününü kazanarak B.M. Kuvvetlerinin geri çekilebilmesi için gerekli olan günlerden birini kazandı. Komutan gelişen şartlar karşısında daha iyi bir savunma ortamı elde etmek niyetiyle, 7 Km. kadar batıdaki bir köye (Sinnimni Köyüne) çekilme kararı aldı. Tugay birlikleri yavaş yavaş muharebeyi keserek geri çekilmeye başladılar.

Çinliler havanın kararmış olmasına rağmen bu çekilmeyi fark ettiler ve Tugayın gerisini savunan Artçı Birlikleri ile teması kesmeden sıkıca takibe başladılar. Yol çok dardı, intikal yavaş oluyordu. Bu nedenle yürüyüş kolu, artçı, düşman birbirini çok yakından izliyordu. Sinnimni Bölgesinde iki tabur mevzilere yerleştirilmişken, üçüncü Tabur ve Topçu Taburu,3 Km. kadar daha batıya ve ancak saat 21–22.00 arasında yerleşebildiler. Aynı gece yarısı,  bu grup (yani III ncü Tb. ve Topçu Tb.u)  aradan sızmış olan Komünist Çin birliklerinin baskınına maruz kaldılar ve yoğun bir makineli tüfek,havan ve roket ateşine hedef oldular. Bu baskın Tugayın büyük bir kesimi üzerinde “Panik” yarattı. Bu birlikler gece karanlığında, yol boyunca birbirine karışmış olarak geriye çekilmeğe başladılar. Bu arada düşman yolun kuzeyindeki bir kısım tepeleri işgal etmiş, mevzilerdeki I ve II nci taburların arasındaki irtibatı kesmişti.

Bu baskın ve olumsuz gelişmeler Tugay karargâhını çok zor bir durumda bırakmıştı. Tugayın yarısı ileride etrafı düşman tarafından çevrilmiş durumda savaşırken, diğer yarısı kontrol dışına çıkmış, darmadağın olmuştu. Komutana hal tarzı olarak “daha geriye çekilmek, dağılanları toparlayıp kurtulanlarla yeni bir mevzi tutma” empoze edilmeğe çalışıldı. Tugay Komutanı Tahsin Yazıcı; Harekât Şube Müdürü Kur. Yarbay Faik Türün ( Sonradan Orgeneral) ‘ün tavsiyesi ile elde kalan ve çekilen birlikleri toparlayarak o bölgede savunmaya geçmek ve mümkün olan ilk fırsatta kuşatılmış birlikleri kurtarma imkânı aramak kararını verdi. Subaylar dağıldı, yoldan geçenler durduruldu, birlikler, emir komuta düzeni yeniden kurulmaya çalışıldı. Komutanın bu cesur direnme ve savunma kararı sayesinde, geriye doğru şuursuzca akan insan seli kısmen durduruldu, bozulan birlikler yeniden düzenlenerek, beklenen büyük düşman saldırısını karşılamak üzere, yeni bir savunma hattı kuruldu.         

Tugay Komutanlığı bu hazırlıklarla meşgulken ileride çok zor şartlar altında kalan ve üstün sayıda düşman birlikleri ile çevrilmiş bulunan II nci Tabur ve 1nci Taburun 2nci Bölüğü bütün gece ve ertesi gün öğleye kadar savaştılar. Düşmanın cephe ve yanlardan yaptığı taarruzlara rağmen, nefes kesici muharebeler yaparak ve üstün kahramanlık örnekleri sunarak yerlerini muhafaza edebildiler. Özellikle Sinnimni’nin ve vadinin hemen güneyindeki tepeleri tutan 2nci Bölük: yan ve gerilerini kuşatmaya çalışan düşmana karşı “Süngü Hücumu” yaparak mevzilerini 29 Kasım öğle saatlerine kadar kahramanca savunarak elde tutmuştur. Bu boğuşmalar sırasında cephanesi tükendiğinden, teslim olup hayatta kalma yerine, düşmana saldırmayı tercih etmiş,  hücumla ele geçirdiği silah ve cephaneyi yine onlara karşı kullanarak ayakta kalmayı başarabilmiştir.

Komutan; ileride kalan birlikleri kurtarmak için bir karşı taarruz yapma hazırlığını yaparken, saat 10.00 civarında bölgeye 2.nci ABD Tümenine ait bir alay ve bir tank bölüğü geldi. Alay komutanına gelişen durumu açıklayan Gen. Yazıcı “ Bir karşı taarruz yapılarak kuşatılmış birliklerin kurtarılmasını” istedi. Amerikalı komutan; “böyle bir saldırının kendi görevleri arasında olmadığını” belirterek teklifi reddetti. Çaresiz kalan komutan mümkün olan Türk kuvvetlerini toplayarak Sinnimni istikametinde taarruzu başlattı ve düşmanın çemberini yararak ilerdeki birlikleri ile temas kurup geri çekilmelerini sağladı.

Amerikan Alayı ile temas, aynı zamanda Tugayın görevini başardığının da göstergesi idi. Demek ki kazanılan iki tam gün içinde B.M. Kuvvetleri çekilmeyi başarabilmişti. Bundan sonra Tugay birlikleri ABD birlikleri ile birlikte Kunuri ve Sunchon Boğazlarında yine kuşatıldılar, küçük birliklerin üstün becerileri ve ABD Hava kuvvetlerinin yardımı ile yine dövüşerek ve büyük başarılar göstererek kurtulmayı başardılar. Tugay Komutanı sonradan yazdığı 31 Aralık 1950 tarihli raporunda: “ Tugay, en çok kaybı, Kunuri-Sunchon arasındaki Boğazdan çekilirken vermiştir” demiştir.

Tugay Komutanı 30 Kasım akşamı Pyongyang’a gelmiş ve Tugayı kontrol altına almağa başlamıştı. Bu muharebelerde en fazla zayiat veren 2nci ABD Tümeni ve Türk Tugayı yeniden toparlanıp teşkilatlanabilmek için Seul Batısına gönderildiler. Tugayın bu muharebeler sırasında verdiği zayiat: Personel olarak %15, araç-gereç olarak %70’tir. Personel zayiatı: 218 Şehit, 94 Kayıp, 455 yaralı olmak üzere toplam 767’dir.

Dr. M. Galip Baysan,

3 Mayıs 2015 Pazar

Milli Mücadele Döneminde Yeşil Ordu Efsanesi





Milli Mücadele Döneminde Yeşil Ordu Efsanesi.,


Dr. M. Galip Baysan,

Sovyetlerle ilişkilerin kurulması ile birlikte Anadolu’da bir Bolşeviklik modası başladı ve kısa süre içinde açık ve gizli sosyalist partiler kuruldu. 1920 Mayıs ayı ile 1921 Ocak ayı arasında Yeşil Ordu Cemiyeti, Halk Zümresi, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası, (Resmi ve gizli) Türkiye Komünist Fırkası adlarını taşıyan sol örgütler kurulmuş ve faaliyette bulunmuşlardır.(1) O dönemdeki Bolşevizm ile ilgili faaliyetlerin nedenini Fahrettin Altay (Paşa)’nın anılarından bir bölüm naklederek açıklamak istiyoruz.
Ankara’dan gelen haberlerden bir yeşil ordu havadisi yayıldı, bize gelen Albay (Kasap) Osman Bey’in flamasının yeşil-kırmızı oluşu dikkatimizi çektiyse de pek üzerinde durmadım, şimdiki haberler Ankara’da bir İslam Bolşevik idare kurulacağı şeklindeydi, yeşil renk İslamlığı kırmızı renk de Bolşevikliği gösteriyordu. 
Resmi bir tebliğ almadığımız ve (daha çok) karşımızdaki düşmanla meşgul olduğumuz için bu söylentilere fazla kıymet vermemiştim. Eylül ayının sonlarına doğru Çerkez Ethem’in kardeşi Saruhan Mebusu Reşit Bey’den şöyle bir mektup aldım:
Fahrettin Beyefendiye;
Bilmem ki Bolşevik olacak mısınız? Olmazsanız bile herhalde bir Bolşevik gazetesi olan Yeni Dünya’nın intişarını(yayınını) temin için abone olarak muavenetinizi ( yardımcı olmanızı, kolaylık göstermenizi) istirham ederim efendim”.(2)

 “Garp Cephesinin Kütahya’nın güneyinde kalan kısmı ayrılarak Cenup Cephesi adıyla ikinci bir cephe kumandanlığı teşkil edilince kumandalığına Refet (Bele) Bey tayin olundu. Refet Bey de karargâhını Konya’da kurdu. Uşak karşısındaki İslam köy’de bulunduğum sıralarda bir alay süvari ve kurmay Yüzbaşı İzzet Bey’le (Aksalur) yanımıza gelen Refet Beyin de flamasının yeşil ve kırmızı renkte oluşu dikkatimi çekti. Kolordu Karargâhı binasına girerken kapıdaki flamamızın “Kırmızı ve Beyaz” oluşunu kendisine göstererek:
- Kusura bakmayınız, bu yeşil-kırmızı rengi Osman Bey’in flamasında da görmüştüm, ast’ım olduğu için aldırmadım. Fakat siz üst’ümün de bu renkleri taşıdığını görünce artık benim flamamın da rengini değiştirmem zaruri oldu…”
Benim bu sözlerim üzerine Refet Bey, hemen elini omuzuma koyarak:
-  Sakın yapma, seninki doğrudur, bizimkiler muvakkattir( geçicidir) cevabını verdi. O vakit Yeşil Ordu hikâyesinin iç yüzünü anlamış oldum“.(3)
Bir başka kurmay subayın anıları da şöyledir: “Bu Yeşil orduya, daha Bursa’da iken ne olduğunu bilmeden ben de girmiştim. Kafkasya’da bulunan Enver Paşa’nın kurduğu ve Bolşeviklerin desteklediği bir teşebbüs olduğu fikrinde idim. Açık konuşuyorum. Benim, Milli Mücadele davamızın yüzde yüz muvaffak olacağı hakkında kanaatim yoktu, bu mücadeleyi yapmak gerekti. Bu tıpkı yüzde yüz ölüme mahkûm bir hastanın yüzde yirmilik bir kurtuluş ihtimali ile operasyon masasına yatmaya razı olması gibi bir şeydi. 
Sonuna kadar dövüşecektik. Düşman, bütün Anadolu’yu işgal edecek olursa ve bütün vuruşmalarda ölmeyip sağ kalacak olursak Kafkaslara kadar çarpışa çarpışa çekilecektir. Türk Müslüman efsanesindeki Kızıl Elma belki de bu idi. Oralara kadar çekildikten sonra ise Yeşil ordu ile işbirliği etmek zaruri olacaktı. İtiraf edeyim ki bu bizim için geride bir destek kuvveti idi. Yalnız benim değil, birçoklarının (görüşü buydu). Lakin şimdi Yeşil Orducular, milis ordusu kurulması davasını ortaya attılar. Bu hiç hoşuma gitmiyordu”.(4) Tıpkı diğer subaylar gibi.
1920 yılının Eylül ayında (11 Eylül) Meclis asker kaçaklarını önlemek ve bütün yurtta yasaların hâkimiyetini sağlamak amacıyla bir kanun çıkardı. Firariler hakkındaki bu kanunun hükümlerine göre İstiklal Mahkemeleri kuruldu.(5) Fransız İhtilal Mahkemelerinden esinlenerek kurulan İstiklal Mahkemeleri Türk Tarihinin önemli bir bölümüne damgasını vurmuş ancak kesin olarak “Yasaların Hâkimiyetini” sağlamayı başarmış olan bir kurumdur.
Mahkemeler Büyük Millet Meclisi’nin kendi üyeleri arasından ve ekseriyetle seçtiği üç kişiden teşekkül ediyor, seçilenler içlerinden birini başkan yapıyorlardı. Yasa gereği Meclis Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu, Pozantı, Diyarbakır’da birer İstiklal Mahkemesi kurulmasını kararlaştırdı ve mahkemeler bir ay geçmeden çalışmaya başladılar.(6)
Bursa ve Balıkesir’in kaybedilmesiyle birlikte Ethem ve kardeşlerinin şöhret ve etkinlikleri yeniden arttı. Bununla birlikte düzenli ordunun, zorunlu askerlik sistemiyle oluşturulan kıtaların artık bir iş göremeyeceği tabur, alay ve tümenlerin kaldırılması gerektiği savunularak, maaşlı asker; yani “Çetecilik” usulünün uygulanması gerektiği şeklinde yapılmakta olan propagandalar hızlandırıldı.
1920 yılı Eylül ayında Milletvekili Hacı Şükrü (Yeşil Ordu Üyesi) tarafından Meclise verilen bir önergedeki görüşe göre; her şey ulusal kuvvetlerden beklenmeli, bunun için ordu, küçük ve milli kuvvet müfrezeleri çağındaki birliklerden oluşmuş bir milis ordusu biçiminde kurulmalıydı. Öyle bir ordu ki, generalleri az olacak ve rütbeler bulunmayacaktı(7) (Hacı Şükrü Bey uzun süre Aydın Cephesinde Kuvayı Milliye komutanı olarak görev yapmıştı.)(8)
Muntazam ordunun kurulması kararı alındıktan sonra Meclis, Çerkez Ethem ve kardeşlerinin idaresindeki kuvvetleri, devletin ancak jandarma kadrolarında barındırmak çaresini bulabildi. Bunlar seyyar jandarma vazifesini görmek üzere meydana getirilmiş kuvvetler olacak, böylece hem şimdiki maaşlarını almaya devam edebilecekler ve icabı halinde cephede de görev yapabileceklerdi. Bu jandarma kuvvetleri ülkenin değişik yerlerine asayiş ve inzibat işleri için sevk edilebilirlerdi. Esasen son zamanlarda bu gibi işlerde başarılı olmuşlardı ve böylece mevcut statülerine yasal bir biçim verilmiş olacaktı.(9)
Meclis bu görüşünde oldukça samimiydi ve “Jandarma” tabiri yerine kanun metninde “Seyyar Kuvvetler” deyimini tercih etti ve daha yasa çıkmadan önce Ethem Bey’in kuvvetleri “Seyyar Kuvvetler” adı ile anılmaya başlandı.(10)  Ethem ve kardeşleri “Yeşil ordu” ve Bolşeviklerin “askeri güç”’ünü oluşturdukları ve ülkede en büyük güç oldukları iddiasıyla komutanların güdümüne girmek istemiyor, sorun üzerine sorun yaratıyorlardı. Özellikle subaylara karşı davranışları rahatsızlık verici bir hal alıyordu. Askerler de mevcut çetelerin yasa dışı, keyfi davranışlarına alet olmak istemiyorlardı.
Mustafa Kemal gerekli gördüğü anda Bolşeviklik ve Yeşil Ordu karşısında harekete geçmekte tereddüt etmemiştir. Bunun en belirgin örneği Yeşil ordu’nun sol kanadının üyesi olan “Nazım Bey Olayı”dır. Nazım Bey, 4 eylül 1920’de 89’a karşı 98 oyla İçişleri Bakanı olarak seçilince, Mustafa Kemal, Meclis ve Bakanlar Kurulu Başkanı olarak kendisini ziyaret etmek isteyen Nazım Bey’i kabul etmedi, yabancı çevrelerle ilişki kurmakla suçladı. Nazım Bey görevden çekildi ve Bakanların seçimi konusunda Meclis Başkanı’nın önerilerinin dikkate alınmasını kabul eden bir yasa çıkarıldı ve Yeşil ordu dağıtıldı.(11)
DİPNOTLAR:
(1) Mete Tuncay, Türkiye’de Sol Akımlar, s.130-152 (Bilgi Yyaınları, Ankara-1978) Uğur Mumcu: Kazım Karabekir Anlatıyor, s.12-19 (Tekin Yayınevi-İstanbul-1990); D. Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi-2, s.555-632 (İsrtanbul-1974); H. Edip, a.g.e., s.128-130; Doğu Ergil, Milli Mücadelenin Sosyal Tarihi, s.342
(2) F. Altay, 10 Yıl Savaş ve Sonrası, s.276, 277
(3) Aynı eser, s.282
(4) R. Apak, Yetmişlik Bir Subayın Anıları, s.212; Garp cephesi Nasıl Kuruldu, s.159 
(5) E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.41-42; Kılıç Ali, İstiklal Mahkemeleri Hatıraları, s.5-7 (Sel yayınları, İstanbul-1955)
(6) E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.44-48;
(7) Celal Erikan, 100 Soruda Kurtuluş Savaşımızın Tarihi, s.42 (Gerçek yayınevi-1971); Y. Nadi, Çerkez Ethem, s.13 (Sel Yayınları, İstanbul-1955)
(8) İzzet Öztoprak, İkinci Askeri Tarih Semineri, s.268 
(9) Y. Nadi, Çerkez Ethem, s.17, 18 (Detaylı bilgi için ayrıca bknz. Cemal Şener, Çerkez Ethem Olayı (Okan Yayınları, İstanbul-1984)
(10) Y. Nadi, Çerkez Ethem, s.18
(11) J. Glasneck, K. Atatürk, s.130; Geoffrey Lewis, Modern Turkey, s.78

Dr. M. Galip Baysan

http://www.turkcelil.com/?p=87426