Doktor da hakim de kalemimden korkardı
LÜTFÜ ŞAHSUVAROĞLU / VAHDET
Abdurrahim Karakoç'la Vefatından önce yaptığımız son röportajın üçüncü bölümünde şairin şiirini anlamaya çalıştık.
Abdurrahim Karakoç’la vefatından önce yaptığımız son röportajın üçüncü bölümünde şairin şiirini yoğuran kavgayı anlamaya çalıştık.
Siyasilerle ilişkilerini sorduk…
İlk şiiriniz nerede yayımlandı? İlk şiirimi ilkokul çocuğu iken yazdım.
Yayımlanmadı ama arkadaşlarımı hicvederdim.
Yani şiirle ötekilere düşman olurdum.
Belki güzelleri de vardı içinde ama beğenmediğim şiirler vardı, yaktım.
Onunla okuyucunun huzuruna çıksam, şimdiki Abdurrahim Karakoç olamazdım.
Çünkü herkeste ilk okuduğunda aklında kalan bir imaj var. 1958’den itibaren başladım yeni şiirlerimi yazmaya. Yazdıklarımın hepsi de, mevcuttur, hiçbirini de reddetmedim, hepsi de kitabıma girdi. Ben memuriyette yazdım bütün şiirlerimi. Şimdi bana soruyorlar, “ Bunlar başından geçti mi? ” diye... “ Yok ya, neden geçsin başımdan? ” diyorum. Doktor da, hâkim de benden çekinirdi o zaman, kalemimden korkarlardı. Bir de ismimiz vardı, severlerdi, iltifat ederlerdi. Ama vatandaşlar öyleydi, görüyordum. Mahkemeye gideni de görüyordum, doktora gideni de...
Onlara yapılan, bana da yapılmış oluyordu, ben de onları yazıyordum.
FİKRİNİN HÂKİM OLMADIĞI YERDE BULUNURSAN, ZARAR EDERSİN
Biraz da dava şiirlerinden bahsedelim. Sizin aydın ve şair sorumluluğu ile elini taşın altına koyan tavrınız var. Düşünen bir insan, siyasetin peşinde değildir. Mutlaka siyasetin bir ucundadır; ama kimisi organize bir siyasetin içinde bir satranç taşıdır, kimisi geride... Tabii içinde olup düzeltmeye de gücün yetmezse, dışına çıkıyorsun mecburen. Benimki de öyle oldu. Acaba düzeltebilir miyiz, dürüst arkadaşlarla beraber hareket edelim, dediğim zaman heyecan duydum. Bir zaman sonra baktığımda, dürüst bildiğim arkadaşların birçoğu öyle çıkmadı. Onların içinde de senin ideallerin eziliyorsa ve itibar edilmeyip başka yöne gidiliyorsa, bunda durmanın anlamı yoktur. Fikrinin hâkim olmadığı bir yerde bulunursan, zarar edersin. Şahsına da, idealine de, sanatına da zarar verirsin.
ZAMANIN HÂKİM VE SAVCILARI ŞİMDİKİLER GİBİ BRİFİNG ALMIYORDU
70’li yıllarda Türkiye’nin başında bir mücadele vardı. Mesela sizin “Minarelerin üstüne ‘Hak Yol İslam’ yazacağız” şiirinizi bütün Türkiye bilirdi. Yani çok militan şiirleriniz de vardı. Ben o şiiri yazdım, öyle duruyor... Bir gün bizim oraya Avukat Bekir Berk bir dava için gelmiş. Nurcuların avukatıydı. “Ya hiç mi şiirin yok?” dedi. “Al, bir tane var” dedim, verdim, gitti... Bir de baktık ki, marş olarak söylenmeye başlandı.
O zaman çoğu kişinin cesareti yoktu bunları yazmaya, ama ben yazıyordum.
İlk yargılandığım şiirim:
Hürriyeti gelin ettik, dul çıktı
Çal davulcu fırsat ele bir geçe
Bu düğünün şakşakçısı bol çıktı
Çal davulcu fırsat ele bir geçe
27 Mayıs olmuş, “ Vay devlete, millete karşı geliyor ” dediler. Zamanın hâkim ve savcıları iyiydi, şimdikiler gibi değildi brifing almadıklarından.
HALKA ŞİKÂYET ETMEYEN İKTİDAR İSTİYORUM
Türkiye’nin geleceği ile ilgili gençlere mesajlarınız var mı? Türkiye’nin geleceğini tahmin etmek, müneccimlere dahi caiz değil şu anda. Devletimiz, derin devletimiz, kenar devletimiz var... Siyasi partilerimiz var ve artık Atatürkçü ve değil diye ikiye ayrılmış. Türkiye’nin kaderi biraz karanlık gibi geliyor. Allah’ın takdiri, bu ekip yolda mı acaba, onu bilmiyorum. Böyle bir ekip yolda olsa, gelse, bürokratlarını halka şikâyet ediyor. Burası şikâyet yeri değil, çözme yeri... Bürokratlarını halka şikâyet etmeyen iktidar istiyorum. İnşallah gelir. . .
Kemal devri var,
Celal devri var... ‘BİZ AYNI YERDEYİZ SİZ NERDESİNİZ’ “Onunla geç tanışmıştım. 12 Eylül öncesi bir tanışıklığımız yoktu. İsmini duymuştum. O da elbette beni… 12 Eylül zindanında 7 seneden fazla yattı. Benim Ankara’ya gelip yerleşmemden hatta Nezir’in Yeni Düşünce’yi çıkarıp orada bana yazdırmasından sonra cezaevinden çıkmıştı. Onunla ilk yine gazetede karşılaştık. Kucaklaştık. Sonra dağılmış gençliği toplamak, özellikle de içerde yatanlara vefa göstermek, onların ihtiyaçlarını karşılamak için Galip Erdem’in ön ayak olduğu ve Kemal Zeybek’in de kısa süre başkanlığını yaptığı vakfa başkan oldu.
TÜRKEŞ’TEN AYRILMASI HEYECAN OLUŞTURDU
1991 seçimlerinde milletvekili seçilmişti. Fazla geçmedi. Türkeş’le yolları ayrıldı. Ayırdılar mı, kendi mi ayrıldı bugün bile tam çözebilmiş değilim. Ama ayrılması bizde heyecan yarattı. Fakat ülkücülerin çoğu yanlış anladı. Destek vermedi. Nesil hareketi kopma olarak kaldı. Ben de Muhsin Başkan’la ilkelerimiz uyduğu için, dahası karakterlerimiz uyduğu için ayrılıp ona destek verdim. Rahmetli Türkeş Bey benim de Muhsin Başkan’la beraber ayrılmamı içine sindirememişti. Bunu son karşılaşmamızda da söylemişti. “Karakoç ben seni çok severim, Senin yerin burası” filan gibi laflar etmişti de, ben de “Oğlunuz Tuğrul’u sevdiğiniz gibi mi?” demiştim. Aslında çok çok sonraları ayrılmanın hayırlı olup olmadığını kendi kendime çok sorguladım. Belki orada kalsaydık; o harekette de sonradan meydana gelen sapmalar, bozulmalar meydana gelmeyecekti, kim bilir?
BİNDİRİLMİŞ KITALAR SALONU BASIYORDU
Ayrılmanın hemen sonrasında çok büyük engellemeler, tehditler, sorgulamalar yaşandı. Eee kolay değil, ilk defa Türkeş gibi bir liderin tunç iradesinin ötesinde işler oluyordu. Ne zaman Muhsin Başkan ve arkadaşları bir yerde toplantı yapsalar orada bindirilmiş kıtalar salonu basıyor ve rahat yüzü vermiyor; meramını anlatmasına izin vermiyorlardı. Buna rağmen direndiler ve kısa zamanda partileştiler. Ama her şey de ondan sonra başladı. Orada da daha kuruluşundan itibaren siyasetin malum hastalıkları, mikropları yer etmeye, tutunmaya başladı. Ben de çok sorulara muhatap oldum. Çok aylar geçti aradan. Hala sorarlar: “Neden başka yerdesiniz?”. Sanki Brütüs’lük yapmışız gibi “Siz de mi?” diyorlar.
Mektuplarda, yüz yüze görüşmelerde, hatta bazı yayın organlarında ismim verilerek fikirsizlerin tenkidine tabi tutuluyorum.
“Bilmek isteyenlere” adlı şiir ısrarlar üzere zaruretten yazılmış bir şiirdir.
Tek arzum artık bu lüzumsuz soruların ve sitemlerin kapanması...
Herkesin kendi doğru bildiği yolda yürümesidir.
Daha ne söyleyim ki?
“Türk’ün Türk’ten gayri dostu yok” derdik
Biz aynı yerdeyiz.. Siz nerdesiniz?
Dönüp Yahudi’ye gönül mü verdik?
Biz aynı yerdeyiz. Siz nerdesiniz?
Elçibey’i biz satmadık çok şükür
Sevenleri aldatmadık çok şükür
Dansöz-mansöz oynatmadık çok şükür
Biz aynı yerdeyiz... Siz nerdesiniz?
Kıyıma, sürgüne uğrayanlar kim?
Ülkücü bürokrat doğrayanlar kim?
Mecliste iktidar yağlayanlar kim?
Biz aynı yerdeyiz.. Siz nerdesiniz?
Kula kulluk eski borç mu söyleyin
Köleliğe isyan suç mu söyleyin
Hür irade çok korkunç mu söyleyin
Biz aynı yerdeyiz.. Siz nerdesiniz?
Benlikledir, kibirledir kavgamız
Kıblegahsız kabirlerdir kavgamız
Baskı, şiddet, cebirledir kavgamız
Biz aynı yerdeyiz.. Siz nerdesiniz?
MUHSİN BAŞKAN’LA KARŞILIKLI SAYGIDA KUSUR ETMEDİK
,
Muhsin Başkanı çok severdim. Aradığım gençlik lideri oydu. Kendini aşmış, davasını her şeyin önüne almış biriydi. Hayatı simgeydi. Haysiyetin insan kılığına girmiş ikonu idi. Fakat bazı arkadaşları onu baştan ipotek altına almışlardı. Geniş kitleler, partinin bütün teşkilatı bir yana o dar arkadaş grubu bir yana idi. Başkan bu çemberi aşamıyordu. Zaten sonradan bu dar arkadaş grubundan yanında kimse de kalmadı ya… Fakat ben onlardan önce soğudum. Nasıl oldu bilmiyorum aramızı açtılar. Gazetesinde yazdım, toplantılarına katıldım. Partide aktif görev aldım. MHP’de, MÇP’de bile o kadar faal değildim. Böylesi ulvi bir harekete, böylesi tam bir alperen lidere destek vermeyecektim de ne yapacaktım? Sonra yavaş yavaş siyasetten uzak durmaya başladım. Bir ara da hepten koptuğumu kamuoyu ile paylaştım. Sonradan herkes, hatta partide adam ettikleri bile onu terk ettiler. Çok yalnız kalmıştı Muhsin Başkan. Aramız soğusa da karşılıklı saygıda kusur etmedik ama… Tevazu severdi, kaynatıp taşırdılar Girdi hırs ambarına, çıkamadı bir daha… Buna benzer liderlere yazdığım sert beyitler vardı. Onu kastetmemiştim ama alınmış olabilirdi. Hayati’nin evinde bir nevi helalleştikten sonra uzun bir zaman geçmedi işte. Türkiye’nin belki de en zor zamanında liderliği anlaşılacak olan genç, Anadolu mayası çalacağı sütle buluşmadan dağlara, hem de benim gezdiğim dağlara çakıldı. Benim avlandığım, karış karış bildiğim dağlara…
OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ İLE TANIŞMA…
Bazı anahtar kelimeler vardır.
Söylendiğinde insanlara çağrışımlarda bulunur.
Mesela Osman Yüksel Serdengeçti? Allah rahmet eylesin, dürüsttü, namusluydu, yiğitti, dünyaya kıymet vermedi. Tanışmanız nasıl oldu mesela?
Tanışmamız enteresandır. Ben Serdengeçti mecmualarını okurdum, severdim. “Bu adam, nasıl adam?” derdim. Karakteri de uyuyor bana ki, o da hececidir. Geldim Ankara’ya, amcamın oğlu da Etlik’te asker... İzin aldık... “Gidelim, bu adamı bulalım” dedik. Sorduk, soruşturduk, sonunda Denizciler Caddesi’ndeki Deniz Palas Oteli’nin alt katında bulduk. Selam verdik, oturuyor orada tek başına...
Arkası da hep kitap dolabı, dizi dizi kitap dolu; yememiş, içmemiş kitap almış...
Selam verince evvela şöyle bir baktı,
“Kendini tanıt bakalım” dedi. Ben daha bir şey demeden kafasını şöyle bir masaya koydu, düşündü...
“ Sen Karaoğlan Abdurrahim Karakoç olmayasın? ” dedi. “ İyi isabetli bir teşhis de, nereden bildiniz? ” dedim.
“Çok sert bir selam verdin” dedi.
“ Tamam da, benim selam şeklimin sert olduğunu bir yerden duymadınız her herhalde ” dedim.
“ Kapıdan içeri girdiğinde, ben senin çehrene baktım. Türkiye’nin çilesini çekenlerden, bir fikir sahibi olanlardan olduğun işaretini aldım. Çehrenle beraber şiirlerin aklıma geldi ” dedi.
Yani hakikaten şiirden insanı yakalamak çok önemli bir şey.
Ta Kahramanmaraş, Elbistan kasabası civarından bir adam… Beni görmemiş, fotoğraflarım çıkmamış, bir yerlerde yayımlanmamış; ama şiirlerim yayımlanıyor. O beni tahmin ediyor, bu her insana da mahsus bir tahmin değildir.
YARIN: ŞAİRİN AĞLATAN VEDASI
OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
http://www.vahdetgazetesi.com/yasam/doktor-da-hakim-de-kalemimden-korkardi-h82448.html