Değerlendirmesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Değerlendirmesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Kasım 2017 Pazartesi

Abdüllatif Şener'den son durum değerlendirmesi...


Abdüllatif Şener'den son durum değerlendirmesi...



BUGÜN,

Epeydir sesi soluğu çıkmıyordu. Abdüllatif Şener'in son gelişmelere ve yaklaşan yerel seçimlere nasıl baktığını merak ettim.

Telefon sohbetimizden çıkan Şener'in görüşleri satır başlarıyla şöyle: AKP'NİN OY ORANI: AKP'de yıpranma var. AKP'nin oy oranı yüzde 47'nin altlarında geziniyor. Tabii mart sonuna kadar ne olur hep beraber göreceğiz. Ama vatandaş çok sıkıntıda. AKP'den soğuma başladı. Sorun merkez sağda ciddi bir alternatif olmaması. Aslında şu anda yerel seçimlerde bile AKP'nin yüzde 35'e düşmesi mümkün. 

Böyle bir potansiyel var.Ama sorun hâlâ ciddi bir alternatifin olmaması. MELİH GÖKÇEK: Başbakan istemeye istemeye de olsa Gökçek'i aday gösterecek. Göstermezse bölünme olur. AKP Ankara'yı kaybedebilir. Bunu göze alamayacaktır. 

CHP'NİN ÇARŞAF AÇILIMI: Baykal'ın partiye çarşaflı alması sadece kendi tabanını kızdırmaya yaradı. Muhafazakar kesimden oy falan getirmez. Çünkü istikrarlı değil. Daha önceki yaklaşımlarına uymuyor. Tabii, muhafazakar kesimdeki CHP'ye bakışı yine de yumuşatacaktır ama asla oya dönüşmez... 
MERKEZ SAĞ OLUŞUM: Daha önceden de ilan ettiğim gibi, yerel seçimlerden sonra nisanda partiyi kuracağım. AKP'nin 2009'un sonunu göreceğini sanmıyorum.Yerel seçimlerde iktidar avantajıyla durumunu koruyabilir ama daha sonra ekonomik krizin de etkisiyle asıl çöküş başlayacaktır. AKP'den kaçanların CHP'ye gitmesi de MHP'ye gitmesi de sınırlı olacaktır. Bu yüzden merkez sağı toparlayacak bir örgütlenme peşindeyim.

 Melih Gökçek sorunsalı...

Okadar açık ki... Başbakan, Gökçek konusunda kıvranıyor... Kararını veremediği için değil, verdiği kararı açıklayamadığı için... Düşünsenize, Gökçek kadar "kişisel popularitesi" olmayan Topbaş'ı çoktan İstanbul'da aday ilan etti, İstanbul'a göre daha az önemli Ankara'yı hâlâ bekletiyor. Bence bekletmesinin en önemli nedeni, ikinci kez Gökçek'e karşı aday adayı olan Turgut Altınok'a "Bak direkt seçimimi Gökçek'ten yana yapmadım, temayül yoklamalarına baktım, örgüte, yöneticilere danıştım, torbadan sen çıkmadın" diyebilmek... 
Yoksa Erdoğan çoktan istemeye istemeye kararını verdi. "Gökçek'i karşımıza alırsak, oyumuz azalır" görüşü hâlâ ağır basıyor. Yani Gökçek'i değil ama getireceği oyu istiyor. Bu durum aslında Erdoğan gibi kuvvetli bir siyasi kişilik için resmen "dram"dır... Gökçek, Erdoğan'ın AKP içinde "gücünden çekindiği tek siyasetçi" haline gelmiştir. Biraz da bu yüzden duraklıyor, bekleterek gücünü hissettiriyor. Erdoğan, Gökçek'i tekrar aday gösterir göstermez ama verdiği "düşünme molası" artık Erdoğan-Gökçek ilişkilerinde "sonun başlangıcı"dır. İsterseniz "sonun başlangıcı" nı biraz açalım... 

Erdoğan kurduğu AKP'yle ilk seçimlerine soyunurken, Gökçek de parti kurmaya çalışıyordu. Erdoğan hakkında dediğini bırakmadı. "Erdoğan'ı asla Başbakan yapmazlar" propagandasıyla sırtını askere bile dayamaya çalıştı. Eski söylenenler hâlâ kayıtlarda duruyor... Zaten Erdoğan da Gökçek de bunları biliyor... Sonuçta "win-win" yaparak barıştılar. Erdoğan, Gökçek'in kişisel oy potansiyeline teslim oldu. Gökçek de Erdoğan'ın Türkiye genelindeki gücüne... 

Bugün gelinen nokta da, "win-win" dengesi bozulmadı. Çünkü denge bozulursa, Ankara'da hem AKP hem de Gökçek kaybedebilir... Böyle "karşılıklı siyasi çıkara dayalı dostluğa" ise ikisinin de uzun süre dayanması mümkün değil. Erdoğan şunu iyi biliyor. Gökçek bugün aday gösterilmezse nasıl hemen savaş açabilirse, aynı Gökçek tekrar aday gösterilmesine rağmen yarın AKP'nin erimeye başladığını gördüğünde yine "içindeki eskiden kalma siyasi liderlik hesapları"yla gemiyi ilk terk eden olabilir. Kısacası, her ne karar verirse versin, Erdoğan bundan sonra Gökçek'i zor tutar. 
Gökçek'i son dakika sürpriziyle aday göstermezse, tek nedeni olacaktır: "Aralarındaki hep ertelenen hesaplaşmayı yarına bırakmadan, bugün kendisi güçlüyken halletmek..." Aslında en doğrusunun Gökçek'i göstermemek olduğunu Erdoğan da biliyor ama...


***

22 Aralık 2016 Perşembe

Post Modern Ordu, Asker- Demokrasi ve 28 Şubat Değerlendirmesi



Post Modern Ordu, Asker- Demokrasi ve 28 Şubat Değerlendirmesi,



ONUR DİKMECİ
27 Şubat 2015 Cuma


Post Modern Ordu, Asker- Demokrasi ve 28 Şubat Değerlendirmesi


Bugünki demokratik kurumlar, liberal serpintiler taşıyan anayasal düzenlemeler ve gelişmiş sivil toplum hareketleri dünün kesif kategorizasyon ile sınıfsal çatışmacı tecrübelerinin tatbiki neticesinde husule gelmiştir. 

  İmparatorluklar bünyesinde yaşayan İmparatorluk ile aynı din ve etnistiye haiz tebaa, emek ve ürünü oranında daha sağlıklı iktisadi düzenlemeler talebi ve bu suretle Tek Otorite Monarşiye ortak olma gayreti 1789 Fransız ihtilâli ve 1830-1848 ihtilâlleri olarak belirir. 

  Burjuva ve Prolererya ihtilâlleri olarakta adlandıralan bu dönem, siyasi partilerin, adil olamasada siyasi seçim sisteminin, yazılı mutabakatların doğduğu toplumsal değişimlerin tarifidir. " Ben ordumun çokluğu ile övünürüm " görüşünü benimsemiş Avrupa kıtasının en büyük ordusunu var etmiş Büyük Frederik'in ölümünden sonraki evre artık Sanayi Devriminin olgunlaştığı süreç, modern teçhizat ile donatılacak Yurttaş Asker tipi ile Uluslaşma sürecinin katalizörüdür. 

Bu denli İhtilâl mirasının sahibi Avrupa kıtasının günümüzde Sosyal Demokratik devlet pratiğinin temsilcisi olması herhalde yadırganamaz. Bu oranda da Ordu - Sivil ayırımının başarı katsayısı artar. Bu ayırım süreç ilede alakalı olabilir. Özellikle soğuk savaş evresinde askeri uzmanların etkinliği Asker/Sivil ilişkisinde Ordunun ayrıcalıklı konumuna işaret eder. Amerika Birleşik Devletleri'nin Ulusal Güvenlik algısını Sivillerden ziyade ağırlıklı olarak Hava Kuvvetleri inşaa eder. Türkiye'nin Nato'ya ilk başvurusunun kabül görmemesi Amerikan sivil unsurlarının görüşüyken, Amerikan Hava kuvvetlerinin, Türkiye'nin kilit konumu sebebiyle istihbari avantajına işaret eden raporu, sivil siyasetçilerin görüşünü değiştirir. Keza burada altın soru ordunun dış politika aracılığı ile sivilleri etkin yönlendirmesi veyahut yönetmesi ülkenin demokratik mekanizmasının zaafiyeti olarak yorumlanabilir mi? Şüphesiz bu sorunun cevabı liberallere göre Evet iken, leninist, milliyetçi veya devletçi görüşteki bireylere göre kuvvetli sorun teşkil etmez. 

Soğuk savaşın akabinde normalleşen süreçte sivil kontrolün ve sivilleşen algının iddiası anayasal delillere haizdir. Batı'da bu zaman diliminde ordular darbe yapmazlar, fakat ordunun olduğu her ülke teorik olarak darbe veya askeri müdahale ihtimali taşır. Elbette bu denli kuvvetli demokratik-sosyal devlet mekanizması, siyasi tıkanıklığın siyasi girişimle açılabilmesine olanak tanır. Fakat ordunun siyasal platformda, beliren yeni güvenlik tehditleri sebebiyle yeniden aktif rol alması liberalleri hayal kırıklığına uğratmıştır. Birleşik Devletlerde siyahilerin polis tarafından öldürülmesiyle başlayan ayaklanmalar neticesinde ordu, birliğinden çıkarak şehir merkezlerinde görülmüştür. Polisin ağır silahlarla donatılacağı talimatıyla militer polis teşkilatının oluşturulduğu eleştirisi, toplumsal anarşinin bazı durumlarda yükseldiği Fransa'da Jandarma'ya yetki verilmesi, Almanya'da askeri istihbarat teşkilatı MAD'in öncelikli konuma getirilip, Orduya talimat verilmesi, farklı hayal kırıklıklarıyla birleşmiştir. 
Türkiye, Osmanlı hanedanlığının hüküm sürdüğü dönemde yerli sermaye birikiminin sağlanmaması ve dini referans alan bürokratik kadronun vesayetlerini devam ettirebilmek için fikri ve tekniki gelişmişliklerin "ithaline" en kuvvetli direnci oluşturması sebebiyle değişim hakkında Reayanın talebi olmamıştır. Son dönemde de Batı'daki hukuk, sosyal, fenni manada gelişmelerin Ordu subayları tarafından benimsenip halka idraki arzusuyla, Asker aydınlanmanın öncüsü olarak görülmüştür. 

Yani Çağdaş Ordu, Güçlü asker algısı bugünün değil bir asır evvelinin ürünleridir. Bu algı ve sınıfsız sistemde modern siyasi kurgu projesi, Sosyal Devlet, Siyasi bilinç ve Sivil toplum tanımlarının zayıf kalmasını doğurur. 
Coğrafik açıdan istikrarsız bölgelere yakın Türkiye'nin doğal olarak güvenlik bürokrasisi üzerinde yükselmesi Asker Toplum zihniyetinin ispatıdır. Soğuk savaş döneminde ordusal modernizasyonu hız kazanan Türkiye'de en mühim unsuru olan Ordu ayrıcalıklı konumundan istifade ederek, siyasal istikrarsızlık tespit ettiği anda siyasi hayata müdahalede bulunmuş kitlesel tepkiyle karşılaşmamıştır. 

1990'lardan sonra ise odak terör pkk olarak tespit edilmiş, güçlü, motive bir ordunun mutlak varlığı teröre karşı en büyük panzehirdir teorisi, OHAL gibi uygulamalar ile siyasetin öznesi Ordu'dur anlayışının devamı olmuştur. 


28 ŞUBAT VE İSRAİL, ASKERİ MÜDAHALELER BATI'NIN OYUNU MU? 

Siyasi ombudsmanlık gibi bir huviyete sahip Ordu, Refah Partisi iktidarını söylem ve fiili bazı girişimlerle ( Sincan ve tanklar hadisesi) değiştirmekle gösterilir. Bu teoriye göre İsrail, Necmettin Erbakan'dan rahatsız olarak müdahalesini Türk Ordusu aracılığıyla sağlamıştır. Amerikan Yahudi Kongresi başkanı Abraham Foxman'ın " Türkiye nihayet Erbakan'dan kurtuldu" açıklamaları ile dönemin kudretli Orgenerali Çevik Bir'in açıklamaları bu teoriyi besleyen envanterin mühim parçaları olarak sunulur. Hükümeti kurduktan sonra Erbakan'ın ilk resmi gezisini İran'a gerçekleştirilip 23 milyar dolarlık doğalgaz anlaşmasına imza atması İsrai'in güvenlik paradigması açısından sarsıcıdır. Fakat Türkiye'nin İslâm birliği hulyalarıyla rejim ihracı prensibine yasal anayasasında yer veren İran ile muazzam yakınlaşma, göstermesi, Türkiye'nin bölge liderliği açısından daha büyük bir sarsıntıdır. Ordu'nun İsrail veya Pentagon ile temaslarının ihtimali bulunsa da, 28 Şubat'ın her evresinin doğrudan İsrail mamulü olduğu anlayışının Türkiye'yi küçümsemekle eş değer olduğunu düşünüyorum. Burada temel eleştiri Ordu bir siyasi parti konumunda olmadığından, değişik ülkelerle temasta bulunarak siyasi girişimde bulunmamalıdır düşüncesi olabilir. Fakat bu da başka bir soruyu doğurur. O halde resmi bir siyasi partinin, politik kaygıları için yabancı ülkelerle ilişki kurması normal bir süreç midir? 

Ordu, Erbakan'ı devirdi diyenler aslında Erbakan'ı, Ordunun parlattığını bilmeyenler ya da bildiği halde değinmek istemeyenlerdir. Milli Nizam partisinin kapatılmasından sonraki ( Aynı evrede Türkiye İşçi partiside kapatıldı. Radikal partilere müsamaha gösterilmemesi olarak yorumlanabilir) süreçte Hava kuvvetlerinden iki rütbeli komutanın( T.S. Ve M.B.), Erbakan'ı ziyaret ederek yeni partisi olacak Milli Selamet Partisinin kurulması fikrini paylaştıkları tarihi vesikalarla sabittir. Eleştiri,  yine bunun askerler aracılığı ile gerçekleştirilmesine yöneltilebilir. Sanayi devrimini yaşayamamış bir Ortadoğu ülkesinden, Britanya tipi demokratik bir model beklemek en azından o dönemler için küçük bir çocuğa çok büyük boyutlu kıyafetleri giydirmek değil midir? 

28 Şubat 1997 MGK kararları toplumun belki yüzde 80'nin benimseyeceği içeriktedir fakat asıl antipati bunun askerler aracılığıyla gerçekleştirilmesinden ötürüdür. Bu durum demokrasi açısından elbette eleştirilebilir fakat bu tecrübeler, bugünkü ve gelecekteki demokratik algımızın yeşerebilmesini sağlayacaktır. 

Bir diğer husus dış politikanın hissi duygulara mı rasyonel uygulamalara mı dayandığıdır? 

Hissiyat İsrail aleyhtarlığı gerektiriyorsa bunun Türkiye Cumhuriyeti'ne katkısı var mıdır? İsrail ile artık Filistin bile dialog kurma gayreti içerisindeyken belirli ülkelerin katı muhalifliği üzerinden üretilen retorik ancak siyasi partilerin seçmenlerini konsolide etmesinden ibarettir. 

28 Şubat döneminde oluşturulan Batı Çalışma Gruplu Genelkurmay ile bugünün, Şah Fırat operasyonu neticesinde Başbakan'ın şükür namazı kıldığı Genelkurmay kıyaslaması ve normalleşme sürecini kutsayan ifadeler ile salt iç dinamik vurgusu doğru değildir. 

Günümüz post modern toplum tipi post modern orduları var etmiştir. Eskinin katı seküler tutumlu ABD ordusunun artık kadrosunda müslüman din adamlarının bile bulunduğu ibadet serbestinin sağlandığı, farklı inanç ve kültürlerin eritilmesi yerine kabul edildiği çoğulcu yaklaşımla Ulus modelinin kaynağı haline gelmiştir. 

Seküler Ordu ve Din ayırımının artık kalmadığı veyahut azaldığı modern dünyaya uyum elbetteki Türkiye açısından da dahil olunmak mecburiyeti hissedilen davranıştır. Din ile sorunu olmayan post-modern ordu tipinde savaşçı generaller yerini bilim adamı veya akademisyen komutanlara bırakırken, daha küçük fakat profesyonel kuvvetten müteşekkil dinamik huviyetli yeni model oluşmuştur. Bütün yazılanlardan hareketle şu neticeleri çıkartabiliriz:

1) Dış ve iç politik zihniyet coğrafya ve toplumların geçmişlerinin ürünüdür. Bu sebeple Ordunun bu zamana değin ayrıcalıklı konumu doğal sürece uygun olandır. 

2) Dünya'da ve Türkiye'de yeni kurulan hükümet veya rejimlerin meşruiyet telebiyle ulus dışı arenada gerçekleştirdiği arayış askerlerin meşruiyetlerini pekiştirmesinde de görülür. Bu sebeple bütün askeri müdahaleler topyekün dış destekli olarak nitelendirilemez. Bu teori Türkiye'yi küçümsemekle aynıdır. 

3) 28 Şubat süreci İsrail devletiyle farklı ve olumlu ilişkiler sağlayabilmeyi gösteren pencere açmıştır. Bu pencereden bakmak veya bakmamak siyasi iradenin takdiride olsa asli olan Zulmu Uğrayan Halkların hamiliği veya şaşalı söylemi değil Ulusun çıkarıdır. 

4) 28 Şubat sürecinde Polis üzerinden kurgulanacak senaryoyla kurumsal çekişmeye sebebiyet veren bir yönetim zaafiyetiyken aynı zamanda bu coğrafyanın realitesidir. 

5) 28 Şubat'ın büyük bir darbe olarak nitelendirilmesi kabul edilirse, üçlü koalisyon döneminde yaratılan kaotik ortamla erken seçim uygulamasının da darbe olarak anılması gerekmez mi? Troyka operasyonu ve bağlantıları için de Mecliste komisyon kurulup yargılama yolunun açılabilmesi olası mıdır? 

6) Türkiye'de asker sivil ilişkilerinin düzenlenmesi çağın gerekliliyken ordunun siyasi konumu inkar edilemez. Çünkü bütün ordular aynı zamanda siyasal kurumlardır. 

7) Demokrasinin yegane faktörleri parti içi demokratik değerler ile dinamik yenilikse Türkiye'nin bu kategorilerde notları nedir? Siyasi tecrübelerle sabittir ki, Türkiye bu hususlarda pek iptidaiyken Asker/Sivil ilişkilerinin tasnifini en çağdaş liberal değerlere göre yapabilmesi siyasi riyakarlık, paradoks veya farkındalıktan uzaklık olarak tanımlanabilir mi? 

8) 28 Şubat sürecinde yetkin kişilere her daim brifing veren İstihbarat teşkilatı neden sorgulanmamaktadır? 

9) 28 Şubat süreci büyük sermaye gruplarının Anadolu sermayesi olarak adlandırılan kesiminin engellenmesi olarak adlandırılırsa küçük sermaye gruplarına " Demokratik hassasiyet" gereği savunmacı insiyatifle yaklaşanlar olabilir. Siyasetin temel öznesi siyasi partiler olduğuna göre küçük siyasi partilerin yok olmaya yüz tutması neden aynı hassasiyet üzerinden değerlendirilmez ? Örneğin sermaye hassasiyetliği yapan grup ve destekçilerinin adil olmayan seçim/baraj sistemi hakkında somut girişimleri neden gözlenememiştir? 

10) Fişlemeler kötü birer suçtur. 28 Şubat ve Askeri Fişleme algısı oluşturulurken Sivillerin gerçekleştirdikleri fişleme hususu hakkında ne gibi tez ve anti tezler sunulabilir? 

Askeri mahkemelerin sivilleri yargılayamaması, Ordu'nun Sayıştay denetimine tabi tutulması, profesyonel ordu düzenine geçiş uygulamaları, inanç ve kültürleri bağrına basmış model post-modern tipe uygun olandır. Eski uygulamaların kinci ve hissi perspektiften irdelenmesi bir kenara bırakılarak modern Ulus toplumun geleceğini ele almak rasyonel olandır. İç ve dış tehdid algıları yeniden tanımlanabilir. Bürokratik çekişmeler ve bürokratik hizipleşmelerin kısa ve orta vadede de değişmeyeceği bilindiğine göre, dönüşüm doğal sürecinde sancılıda olsa gelecek daha parlak görülebilir . 
Gönderen Onur Dikmeci zaman: 11:21 

http://dikmecionur.blogspot.com.tr/2015/02/post-modern-ordu-asker-demokrasi-ve-28.html

..