Barış Diplomasisi,
Özdem SANBERK
15 Eylül 2009
Türk diplomasisi, son günlerde üst üste yaptığı girişimlerle muhakkak ki son yılların en hareketli dönemlerinden birini yaşıyor.
Küresel Önem,
Ermenistan ile İsviçrenin de katkısıyla, üzerinde mutabakata varılan protokollerin önemi sadece iki ülke arasındaki ilişkilerle sınırlı değil. Hatta sırf bölgesel barışın sağlanması bakımından da önem taşımıyor. Ama aynı zamanda Avrupanın yakın komşusu olan ve soğuk savaştan arta kalan sorunların biriktiği Kafkasya ve Doğu Karadenizde bu sorunların tasfiye edilmesi yolunda da bir ciddi adım teşkil ediyor. Böylece Orta ve Doğu Avrupada Sovyetler Birliğinin dağılmasından ve Varşova Paktı ülkelerinin Avrupa Birliğine katılmasından sonra sağlanan, fakat Karadeniz Bölgesindeki donmuş ihtilaflar yüzünden kırılganlığını hala muhafaza eden istikrar ve güvenliğin sağlamlaştırılmasına ciddi bir katkı oluşturabilme potansiyelini barındırması bakımından küresel bir önem taşıyor.
Amerika, Avrupa ve Rusya Aynı Çizgide,
Bu nedenle Türkiyenin bir kaç yıldan beri sessizce, fakat kararlı şekilde yürüttüğü maharetli diplomasinin ulaştırdığı bu sonucun, gerek Amerikada, gerek Avrupada ve gerek Rusyada yankı yaratmasının şaşırtıcı bir yönü bulunmuyor. Çünkü Türkiyenin arka bahçesi olan Karadeniz ve Kafkaslar aynı zamanda hem Avrupa Birliğinin yeni Doğu Komşuları Politikasının kapsamı içinde yer alırken, hem de Transatlantik toplumunun ve Rusyanın aynı tehdit değerlendirmesini paylaştığı bölgeler. Dolayısıyla gelinen nokta Ermeni diasporasının etki sınırlarını oldukça aşmakta ve Ankara Erivan yakınlaşmasının Ermenistanda ve Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun radikal kanadında sebep olduğu telaşı anlamanın neden pek zor olmadığını da gözler önüne sermekte.
Ortak Tarih Komisyonu ve TBMM 2005 Kararı,
Diaspora ve Ermeni radikallerin şimdi bütün güçlerini Protokollerin Ankara ve Erivanda onaylanmaması hedefi üzerine yoğunlaştıracaklarını beklemek doğal. Diasporaya özellikle Tarihsel Boyut Alt Komisyonu adı altındaki Ortak Tarih Komisyonu kurulması kararının büyük darbe vurduğu görülüyor. Soykırım iddiaları tartışıldıkça Ermenilerin tabularının sarsıldığı ortada. Nitekim tam da bu nedenle TBMM, hatırlanacağı gibi, Osmanlı İmparatorluğu Ermenilerinin tarihini ve 1915 olaylarını ortak bir girişimle incelemek ve değerlendirmek amacıyla bir Ortak Tarih Komisyonu kurulmasını Ermenistana önermeyi 2005 yılında oybirliği ile kararlaştırmıştı. TBMMnin, CHPnin de ortak sunucu olduğu bu kararın şimdi Türkiye-Ermenistan Hükümetlerinin oluşturacakları çatı altında gerçekleştirilmiş olduğunu görüyoruz.
Tabii radikal Ermeni çevrelerin bu protokollerin yürürlüğe girmesine gösterdiği direnç ne kadar güçlü olursa Türk diplomasisinin bu hamlesinin isabeti o kadar teyit edilmiş oluyor. Hiç şüphesiz soykırım iddialarının sonu gelmeyecek. Ancak radikaller geriledikçe mutedil muhataplarımızın ön plana çıktığını da görmekteyiz.
Türkiyedeki Muhalefet,
Protokoller bizde de muhalefet tarafından eleştiriliyor. Muhakkak ki muhalefet görevini yapmakta. Bu eleştirilerin muhalefete getirisi ve götürüsünün ne olacağını hiç şüphesiz kamuoyumuzun hakemliği tayin edecek. Demokratik ülkelerde muhalefetin eleştirileri hükümetlerin elini güçlendirir. Nitekim gerek CHPnin, gerek MHPnin Protokoller hakkında ileri sürdükleri eleştirilerde haklı yönler bulunuyor. Bunlar arasında örneğin bugün acil bir neden yokken Türkiyenin Ermenistanla ilişkileri düzeltmek için çok arzulu bir izlenim yaratması, bu izlenimin üzerimizde belki de baskılar yaratılmasını teşvik edeceği, Kars Anlaşmasının açıkça zikredilmemesi, aynı şekilde Ermenistanın Yukarı Karabağdan çekilme taahhüdünün yer almaması gibi geçerli noktalar var.
Protokoller, muhalefetin ileri sürdüğü gibi daha açık yazılamaz mıydı? Belki yazılabilirdi. Diplomasinin bir tarifi de, mümkün olanın azamisini elde etme sanatıdır. Ama aynı zamanda, zaman dinamiğini değerlendirme ve alternatif maliyetleri iyi hesaplama kabiliyetidir. Bir anlaşmazlığın barışçı yoldan çözümü için müzakerelerde optimal noktaya gelinip gelinmediğine karar verilebilmesi müzakere sürecinin en kritik aşamasını oluşturur. Bu karar her zaman tartışma yaratabilir. Ama doğru olanı yapma sorumluluğunu alacak olan ise hükümettir. Muhalefetin Hükümetçe alınan bu tür kararları tartışma konusu yapmaması zaten beklenemez. Bu durum hemen her ülke için böyledir.
Popülizm,
Eleştiri, yukarıda da söylediğimiz gibi, tabiatıyla meşru ve yararlıdır. Popülizm mantosuyla yapılan eleştiriler ise yapanı rahatlatır. Kitleleri sürükler. Ama sorunları çözmez. Popülizm kutuplaşmaların yarattığı gerginliklerden, radikal aidiyetlerden, korkulardan, sarsıntılardan, yabancı düşmanlıklarından, kısıtlı özgürlüklerden beslenir. Bunlar popülizmin ana maddeleri sayılır. Popülizme de her ülkede rastlanır. Ama demokratikleşme sürecini henüz tamamlamamış ülkelerde bu süreç yavaşladıkça popülizm artar.
Popülizmden Sadece Şikâyet Etmek Yeterli Değil,
Bugün Türkiyede hükümet popülizmden şikâyet ediyorsa, bunun nedenlerini kısmen 2004 yılından sonra demokratik reformları yavaşlatmasında ve iç ve dış politikada önceliklerini belirsizleştirmesinde aramalıdır. Türkiye iç ve dış politikadaki hedefine uluslararası toplumun, kişisel özgürlükler, hukukun üstünlüğü, kadın-erkek eşitliği ve sosyal içerikli liberal demokrasi temelinde, saygın bir üyesi olma yönünde ikna edici berraklık kazandırır ve bu amaçla reform seferberliğine yeniden başlarsa, içerde şikayet ettiği popülizmin de azaldığını görecektir.
Hiç şüphesiz dış politikada ideolojik ve duygusal nitelik taşıyan, radikalleşmelerden uzaklaşabildiğimiz ölçüde içerde de popülizmi azaltacağımız tabiidir. Şu sıralarda iç ve dış politikalarda şahit olduğumuz açılım politikaları, bu nedenle doğru yolda atılan adımları oluşturuyor. Ancak ciddi riskler de barındıran bu politikaların başarısı, atılan adımların kamu oyu tarafından doğru anlaşılmasını gerekli kılıyor.
Ermenistanla Barış Girişimleri Yeni Değil,
Türkiyenin Kafkaslarda barış iradesini ortaya koyması yeni bir gelişme değil. Özalın da, Demirelin de bu amaçla ciddi girişimleri oldu. Bilhassa 9.uncu Cumhurbaşkanın Kafkas İstikrar Paktı önerisi 1999 sonunda Ermenistan hariç, rahmetli Haydar Aliyev liderliğindeki Azerbaycan ile birlikte tüm bölge ülkeleri ve Amerika ve Avrupa Birliği, BM, AGIT ve tüm uluslararası toplum tarafından desteklendi. Ne yazık ki Demirelden sonra bu girişim çok yakın bir zamana kadar rafa kaldırdı.
Azerbaycan İçin Ciddi Bir Fırsat,
Bu kere Türk diplomasisinin kritik hamlesinin başarısı, Dışişleri Bakanlığının uluslararası konjonktürü iyi değerlendirerek Amerika, Avrupa Birliği ve Rusya Federasyonunu, yukarıda birinci paragrafta belirttiğimiz nedenlerle aynı çizgi üzerinde birleştirmesinde yatıyor. Bu gelişme aslında Karabağ sorunun diplomasi yoluyla çözümü, Azerbaycan topraklarının işgalden kurtarılabilmesi ve kaçkınların yurtlarına dönebilmesi açısından Azerbaycan için tarihi bir fırsatı içinde barındırmakta. Nitekim yakın zamana kadar suni teneffüs çadırında yaşatılan Minsk sürecinin şimdi belirgin bir canlılık kazandığına ve Bakü ile Erivan arasındaki ikili görüşmelerin de yoğunlaştığına tanık oluyoruz.
Çıkar Birliği,
Türkiye tabii ki, hükümetiyle, muhalefetiyle ve halkının tümüyle işgal altındaki Azerbaycan halkının endişelerini ve duygularını yürekten paylaşıyor. Türkiyede hiç bir hükümet Azerbaycan halkının aleyhine sonuç verecek bir adımı asla atamaz. Azerbaycanın meşru çıkarlarını gözetmeyen hiç bir düzenleme Kafkasyaya istikrar ve güvenlik getiremez.
TBMM,
Ermenistan, Türkiyenin bu girişimi ışığında kendine düşen yükümlülükleri yerine getirme kapasitesini gösteremezse bu Protokollerin TBMM tarafından onaylanması mümkün değil. TBMM egemen kararlar alabilme kapasitesine sahiptir. Bunda şüphesi olanlar varsa, 1 Mart teskeresini hatırlamaları yeterli. Ermenistan bu fırsatı değerlendirmezse deneyimli gözlemci Şanlı Bahadır Koçun dediği gibi,... nüfusu azalan, fakirleşen, Azerbaycana karşı üstünlüğü azalan, Rusyaya bağımlılığı artan, ve bölgesel işbirliği mekanizmalarının dışında kalarak yalnızlaşan... Ermenistanın bu fırsatı heba etmekle bazı bedeller ödemesi ne yazık ki kaçınılmaz olacak.
Rasyonel Davranış veya Duygusal Tepki,
Türkiyede büyük bir kitle, iki ülke arasındaki yakınlaşmaya ve bölgesel ve küresel barış ve refaha darbe oluşturacak böyle bir gelişmeyi arzu etmiyor. Türk Hükümeti barış yönünde bir irade ortaya koydu. Bu irade, Erivanın tutumu ne olursa olsun, Türkiyeyi zaten politik bakımdan doğru olan bir düzlemde tutmaya devam edecek. Erivanın bu değerlendirmeyi böyle yapmaması düşünülebilir mi? Evet düşünülebilir. Ülkeler de, insanlar gibi, her zaman rasyonel hareket etmiyorlar. Duygular, tarihi travmalar, feodal içe kapanma refleksleri, sırtında yumurta küfesi taşımayan ve etnik çatışmalardan rant elde eden çevreler her zaman vardı, bundan sonra da olacak. Girişimin başarısı, hiç şüphesiz barışı gerçekten isteyenlerin, istemeyenler kadar cesaretli olduklarını kanıtlamalarında yatacak.
*Bu yazı daha önce 14.09.2009 tarihli Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
http://www.bilgesam.org/incele/984/-baris-diplomasisi-/#.XHY3_IkzbIU