Adana Mutabakatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Adana Mutabakatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Kasım 2019 Pazartesi

Suriyenin Kuzeyine Operasyon ve yeni Orta Doğu..

Suriyenin Kuzeyine Operasyon ve yeni Orta Doğu.. 


Prof.Dr.Sait Yılmaz 
08 Ekim 2019 

 Türkiye’nin olası operasyonuna destek vermeyeceklerini açıklamasının ardından ABD Başkanı Donald Trump, Twitter hesabından “Askerlerimizi eve geri getirmenin artık zamanı geldi" dedi. 

 Bunu, Suriye’nin kuzeyindeki terör örgütü YPG/PKK’nın “ABD güçlerinin 
taahhütleri yerine getirmediği ve Türkiye sınırındaki bölgelerden ayrıldığı” açıklaması takip etti. 

Görünen o ki, ABD ve Rusya Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’ye planlanmış bir askeri operasyon için onay vermişler. Bu Türkiye için büyük bir başarı mı? 

Bunu söylemek için çok henüz erken çünkü harekâtın ötesinde Türkiye’yi bekleyen çok önemli sorunlar var. Suriye’deki bataklık derinleşebilir yani tuzağa düşebiliriz. Üstelik Ankara’nın operasyonu daha çok iç kamuoyu manevrası olarak kullanma niyeti görülüyor. 

Gelinen aşamada Suriye için kurulan 150 kişilik Anayasa Komisyonu çalışmalarına başlamışken, askeri olarak iki konunun geleceği önümüzdeki günlerin sıcak gündem konuları olmaya devam edecek; 

(1) Suriye’nin kuzeyindeki YPG/PKK varlığının eritilmesi, 

(2) İdlib’in terör örgütlerinden temizlenmesi. 

Ancak, bunların gerçekleşmesini müteakip ABD, ardından Türkiye, İran ve nihayet Rusya’nın da Suriye topraklarından çıkmasını bekleyebiliriz. 

Üzerinden anlaşılan siyasi çözüm ise her seferinde vurgulandığı gibi; siyasi ve toprak bütünlüğü sağlanmış bir Suriye. Ancak, yeni Suriye Anayasası çalışmalarında her etnik grup ya da mezhep arkasındaki ülkenin masadaki gücüne göre belirli imtiyazlar almaya çalışacak. 

Bu makalede şu konular üzerinde duracağız; Türkiye’nin operasyonu nasıl olur? Ne kadar sürer? Türkiye ve ABD anlaşmasının arkasında ne var? Rusya’nın konumu nedir? Ve nihayet bu gelişmeler yeni Orta Doğu’nun neresindedir? 

Türkiye’nin olası harekatı.. 

Fırat’ın doğusunda YPG/PKK’nın kontrol altında tuttuğu bölge yaklaşık 400 Km. 
genişliğinde, 80-150 km. derinliğindedir. Bölgede 50-60 bin kişilik YPG/PKK gücü olduğu ayrıca 3-5 bin kişilik Batılı askeri şirketlerin paralı askerlerinin bulunduğu değerlendiriliyor. 

Türkiye ise Şanlı Urfa’da Suriyelilerden 10 bin kişilik bir ordu kurulduğunu açıkladı. Bu ordunun harekâtın sorumluluğunu alması beklenemez. Türk Silahlı Kuvvetleri’ni rahatlatmak için kullanılacak olsa da bu tür güçler özellikle Afrin’de çok yetersiz kaldılar. 

ABD’nin lojistik destek ve eğitim için 2.200 kadar özel kuvvetler elamanı var ve 
bunların dönüşü açıklanmış olsa da bunun zamanı belirsiz, üstelik Trump’ın açıklamaları kafa karıştırıyor. Trump’ın ilk açıklamalarında İngilizce olarak “immediate” yani yakın bir bölgeye çekilme iması var. Bu ABD ile yapılmakta olan sırası ile 5, 9 ve 14 km. derinlikteki üç kuşak içinden ABD askerlerinin sınırlarımızdan 5 km.den daha geriye gideceği anlamına gelir ki bu da YPG/PKK açıklaması ile uyumludur. 

Kafa karıştıran diğer bir konu Trump’ın açıklamalarında artık IŞİD ile ilgili işlerin 
Türkiye’ye devredildiği meselesi. Bu bölgede, IŞİD’lilerin kadın ve çocuklarının (toplam 11.700 kişi) toplandığı üç tane sığınmacı kampı var. Ayrıca cezaevlerinde de 3 bin kadar 

IŞİD’li bulunduğu söyleniyor. Bu kampların en yakını 20 km. güneyde, en büyüğü ise 30 km. derinlikte yani IŞİD, Türkiye’ye ihale edilecekse ABD askerleri gibi YPG/PKK da bu derinliğe kadar çekilecek demektir. 

Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik harekâtının belirli cepleri hedefleyeceği ve 
genellikle 5, 9 ve 14 km. derinliğe kadar uygulanacak güvenlik angajmanlarına bağlı kalınacağı anlaşılmaktadır. Hava Kuvvetleri’nin etkin kullanılacağı harekâtın kısa sürede bitmesi beklenmemelidir. 

Türkiye’nin operasyonları Tel Abyad, Kobani ve belki Fırat’ın batısındaki Menbiç 
gibi belirli yerlerde küçük çaplı cepler oluşturulmasını öngörüyor. Kasım ayına kadar kamuoyu oyalandıktan sonra harekât zamana yayılacak ve ağırlık siyasi görüşmelere verilecektir. 

Suriye’de barış için Esat ile görüşmeliyiz.. 

Türkiye, askeri harekât yanında bir an önce siyasi çözüme ulaşılmasına ağırlık vermek zorundadır. Beklentimiz yeni Suriye’de bağımsız ya da özerk Kürt bölgesi olmaması. Bazı kaynaklar, ABD ile yapılan anlaşmanın arkasında bunun olduğunu, iki ülkenin “eyalet sisteminin kurulmasını önlemek” konusunda anlaştığını söylüyor. 

Türkiye’nin bir an önce Esat ile şu konuları görüşmesi ve anlaşması gerekiyor; 

 - Suriye’deki YPG/PKK’nın tasfiyesi; Türkiye’den başka sadece Esat, YPG/PKK’yı 
terör örgütü olarak tanıdığına göre bu konuda hala işbirliği yapmamamız büyük hatadır. 

- Suriye Anayasa’nın yazılmasında aktif olmalı, Suriye’nin yeniden yapılanmasında rol almalıyız. Oluşturulacak yeniden yapılanma faaliyetleri için 43 milyar dolara ihtiyaç var, proje var ama para yok. 

- Türkiye’de sayıları 5.3 milyona ulaşan Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü; bu konu en az PKK kadar Türkiye’nin iç güvenliği ve ekonomisi için önemli hale gelmiştir. 

Türkiye’de en çok Suriyeli G.Antep-Urfa-Hatay-Mersin-Konya hattında yaşamakta ve bir Arap koridoru oluşmuştur. Demografik yapımız büyük tehlikededir. Süreç böyle devam ederse 2040’larda Ş.Urfa %47, G.Antep ise %45 Suriyeli olacaktır. Üstelik Suriyeliler geldikçe, Türkler bölgeyi terk etmektedir. Böyle giderse, Hatay’dan sonra Kilis, G.Antep ve 
Ş.Urfa’nın da konumu hassas hale gelecektir. 

Özetle Anadolu’nun Türk kimliği tehlikede, Araplaşmakta dır. 

Şartlar iyileşse bile Suriyeli sığınmacıların büyük çoğunluğu kendiliğinden ülkelerine dönmeyecektir. Üstelik hükümetin sanki Suriyeliler hep kalacak gibi düşündüğünü, onlar için meslek ve iskân planlaması yaptığını duyuyoruz. Türkiye, sığınmacıların ülkemize olan ekonomik yükünden bir an önce kurtulmalıdır. 

 Son haberlere göre, Esat ile dolaylı görüşme olacak, aksi takdirde durum içinden çıkılamaz bir hal alır. Batılı ülkeler, Rusya ve İran Ankara’nın Esat ile görüşmeme inadından istifade etmektedir. 

Türkiye, ne zaman Esat ile görüşmeye niyet etse, İran’dan Esat’ı zayıf gösterecek bir tutum beliriyor. Hamaney’in en son açıklaması “Esat’ı halkı istemezse, halkın yanında dururuz” oldu. İran, kendisinin Kürtlerle sorunu olmadığını zaten her hakkı verdiğini ve bölücü örgüt PEJAK’ı bitirdiğini düşünüyor. Bu yüzden, Türkiye’ye karşı PKK kartını bir koz olarak elinde tutmak istiyor. 

Trump’ın kararının arkasında ne var? 

Buraya kadar anlattıklarımızdan çıkacak sonuç, Trump’ın zaten bu kararı Pentagon ve ABD Merkez Komutanlığı’na (CENTCOM) rağmen aldığıdır. Trump aslında bu kararı çok daha önce almıştı ve alma nedeni Türkiye’nin Kaşıkçı olayı nedeni ile eline geçen koz idi. Bu gelişmelerin içeriğini 02 Kasım 2018 tarihli “Kaşıkçı olayı tarihi bir dönüm noktası” başlıklı makalemde açıklamıştım. 

Ancak, Trump’ın kararı yok sayıldı ve derin Amerika devreye girdi. Son günlerde 
Ankara’nın Kaşıkçı konusunu sık gündeme getirmesi boşuna değildi. Derin ABD söz konusu olduğunda ABD’nin askerlerini tamamen çekmesi söz konusu olamaz. ABD askerleri çekilse bile bunun ne kadar sürede olacağı belli değildir. 

Görünen o ki, ABD askerleri 30 km. derinliğe bile çekilse Türkiye’nin askeri 
müdahalesi sınırlı olacaktır. Bu durumda, YPG/PKK bölgesini büyük ölçüde elinde tutmaya devam edecektir. Kısaca, Türkiye oyalanmaya devam edecektir. 

Dün akşamüstü gelen yeni bir Trump Tweet’inden “Türkiye, benim verdiği sınırların dışına çıkarsa ekonomik olarak mahvederim” tehdidi geldi. Bu mesajın asıl önemi Türkiye’ye verilen iznin sınırsız olmadığı halde kesin bazı çizgilere sahip olduğu sonucudur. 

ABD’nin niyeti tansiyonu düşürmek, Türkiye’yi frenlemek, yumuşatmayı müteakip ana planına devam etmek. Suriye Anayasasını hazırlama süreci başladı; Komisyon, Berlin’de toplanıyor, haftaya Türkiye’de toplantı var. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump ile görüşecek. Yani Suriye konusunun siyasi ayağı hızlanmış durumda. 

Yeni Orta Doğu’ya doğru.. 

Yeni bir Ortadoğu’ya gidiyoruz. İsrail’de Netanyahu’nun seçimi kaybetmesinden 
sonra Orta Doğu dengeleri süratle değişiyor. Öncelikle ABD’de Trump’ın kalıcı olmadığı konuşuluyor. Yani Trump’ın Türkiye ile sözü ne kadar güvenilir, sözü kim verdi tartışılır. Trump’ın ardından gidecekler daha önceki makalemizde detaylı şekilde açıkladığımız gibi Trump’ın damadı Kuchner’in dostları Salman ve Sisi. Salman’ın yerine altı ay içinde başta kardeşi olmak üzere diğer adaylar arasından birisi gelecek. Sisi de yolcu. Suriye Anayasası’na görüşmelerine ev sahipliği yapan Almanlar, Mısır muhalefetini de ayaklandırdı ve bu ülkenin geleceğini de planlayanların merkezi oldular. Almanya’dan diğer bir master plan İhvan üzerine; Mısır’da hapisten çıkacaklar ama siyasete katılmayacaklar. 

Irak’ta olup-bitenlerle ilgili bir özet yapacak olursak, ekonomik kriz ile başlayan 
ayaklanma dış güçler tarafından yeni bir yöne çevrildi. Aşırı zengin ve fakirlerin bir arada yaşadığı ülkede elektrik ve su sorunu da sabrı taşırdı. Ayaklananlar ya da sokaktakiler, Şiiler. 
Dış güçler ise ABD, Suudi Arabistan ve BAE; niyetleri, Şii rejimi etkileyerek İran ile ilişkisine gem vurmak. Ambargo altındaki İran için Irak üzerinden yapılan ticaret çok önemli ve şimdi buna engel olmanın yolları aranıyor. 

Son olarak Rusların durumuna değinelim. Ruslar, uzun zamandır Türkiye’nin zaten Adana Mutabakatı’na göre sınırdan 5 km. derinliğe kadar güvenli bölge kurma hakkının olduğunu ve bunu kullanabileceğini ama daha derine gitmemesi gerektiğini söylüyordu. Diğer yandan ABD çekilirse Suriye’nin kuzeyindeki bölge Suriye’ye bırakılmalıdır diyerek uyarıyor. 

Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine olası operasyonu ile ilgili olarak, "Türkiye’nin kendi güvenliğini sağlamaya yönelik eylemlerini biliyoruz ve kabul ediyoruz" dedi. Rusya zaten Türkiye ile ABD’yi karşı karşıya getirmek istiyor. İdlib konusu buzdolabına kaldırılmış gözükürken; Ruslar, “Türkiye Suriye’nin kuzeyine girerse 

İdlib’in bir bölümünü ele geçirebiliriz” açıklamasında bulundular. Menbiç’te Ruslar ve Suriyeliler, YPG/PKK’nın çekilecekleri yeri süratle doldurmak için hareketlenmiş durumdalar. 

Cenevre görüşmeleri 29-30 Ekim’de başlayacak ve Rusya onu bekliyor. Rusya biliyor ki, Türkiye ne yaparsa yapsın eninde sonunda kendisi ile anlaşmak zorundadır. Ruslar, Kürtler konusunda ABD’den daha cömert, bir tür özerklik vermeyi düşünüyorlar. Amaç; Kürtleri tamamen ABD’den kurtarmak, kendi saflarına çekmek. 

Özetle, bahar aylarında yeni bir Orta Doğu ile yaşayacağız. Yeni Orta Doğu’nun 
stratejisi ve aktörleri ABD’de Trump sonrası iktidarı kontrolüne alacak yeni kanat tarafından belirlenecek. Bu yeni stratejinin ana teması büyük ölçüde ‘özgürlük’ ve ‘liberal Orta Doğu’ olacak. 

 ***

12 Eylül 2018 Çarşamba

Kardeşim Esad,Keşke ,Katil Esed, Olmasaydı,

Kardeşim Esad,Keşke ,Katil Esed, Olmasaydı,



Tugay Uluçevik
-@t24.com.tr
04 Şubat 2018 


Türkiye’nin millî güvenliğini tehdit eden ve tehlikeye düşüren şekil ve ölçüde kuzey Suriye’de hududumuz boyunca yuvalanmış olan unsurları ortadan kaldırma maksadıyla şanlı Türk Silâhlı Kuvvetleri 20 Ocak akşamından bu yana  kahramanca vatan hizmeti ifa etmektedir. Ordumuzun zaferi ve bizlerin evlâdı olan askerlerimizin salimen yurda dönmeleri için dua ediyoruz.

Duygularım  bu şekilde olmakla birlikte Türkiye’nin dış münasebetlerindeki halihazır durumun gerçeklerini görmezden gelemiyorum.

Kardeşim Esad” keşke “Katil Esed” olmasaydı da, bir dönemde iki ülke arasında ekilen zeytin fidanlarının dalları gelişip çoğalsaydı.   Böylece “Zeytin Dalı” harekâtına ihtiyaç kalmasaydı.

Keşke, Türkiye ile Suriye, 1998 Adana Mutabakatı’nın ve bu Mutabakat  hükümlerinin uygulanmasını ve geliştirilmesini öngören 21 Aralık 2010 tarihinde Ankara’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Hükûmeti arasında Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşması” nın lâfzına ve ruhuna uygun hareket ediyor olsalardı.

Keşke, Türkiye ve Suriye iki dost ülke olarak kuzey Suriye’den kendilerine yönelen tehdit ve tehlikelere karşı mücadelelerini müştereken sürdürebilselerdi.

Keşke, Türkiye Suriye Merkezî Hükûmeti’nin “terörist” dediği “Özgür Suriye Ordusu’na” (ÖSO) destek verme durumunda kalmasaydı.

Keşke, Suriye’deki durum ortaya çıkmasaydı ve Türkiye kendi vatandaşları için harcayabileceği öz kaynaklarından 30 milyar doları yüzbinlerce Suriyeli mülteciler için sarfetmek zorunda kalmasaydı.

Keşke, Türkiye geleneksel dengeli ve barışçı politikasına sadık kalarak Orta Doğu bataklığına batmasaydı.

Türkiye’nin 1998’den sonra  Suriye ile münasebetlerini giderek kardeşlik ilişkileri düzeyine geliştirebilmiş olması ne kadar doğruysa, 2010 yılından sonraki mezhepçi, hayalci ve saplantılı politikası o kadar yanlış ve Türkiye için tehlikelerle dolu olmuştur. İşte bu yüzden, kahraman askerlerimiz bugün Suriye topraklarından millî güvenliğimize yönelen ve gelecekte de yönelebilecek olan tehdit ve tehlikelerin önünü almak, Akdeniz’e çıkışı olan bir kuşakla ülkemizin  hasım unsur ve güçler tarafından kuşatılması için çalışan uluslararası tezgâhı bozmak temel amacıyla hudutlarımız dışında savaşmak zaruretinde kalmıştır.

Bu tecrübe, Türkiye’nin dengeli ve barışçı dış politikasının kurucu temel taşları ile  hayalci hedefler uğruna ve mezhepçi yaklaşımlarla oynanmasının ne kadar sakıncalı sonuçlar doğuracağını göstermiş bulunmaktadır. Dış politikamızın yerinden oynatılan temel taşları, 1923 Lozan Barış Konferansı’nda Türkiye’nin tutumuna hakim olan barış vizyonu ile döşenmiştir. Atatürk’ün 1931’de ifade buyurduğu “yurtta sulh cihanda sulh” vecizesi ile de barış vizyonu Türkiye için bir dış politika düsturu vasfı kazanmıştır.

Türkiye, gecikmeksizin Atatürk’ün başlattığı dengeli ve barışçı dış politikaya dönmelidir.

Son yıllarda, Türkiye’nin - ana çizgileriyle  NATO ve AB’den oluşan - batı camiası ile olan bağları gerilmiş; siyasî ilişkileri sarsıntılı bir yola girmiştir. Bugün Türkiye ile ABD’nin  savaş alanında karşı karşıya gelme tehlikesinden söz edilebilmektedir.

Nitekim, 24 Ocak günü gerçekleşen Erdoğan – Trump telefon konuşmasının muhtevası hakkında Beyaz Saray’da yapılan açıklamanın metninde, Trump’ın Erdoğan’dan kuzey Suriye’de devam etmekte olan harekâtımız sırasında Türkiye’nin “Türk ve Amerikan kuvvetleri arasında çatışma riski doğurabilecek hareketlerden kaçınılmasına dikkat göstermesini” istediği belirtilmektedir. Yine, Beyaz Saray’ın açıklamasına göre ABD Başkanı Afrin’de artan şiddet hareketlerine işaret etmiş ve  “bu durum Suriye’deki ortak hedeflerimizin altını oyma riskleri taşımaktadır” şeklinde konuşmuştur.

Cumhurbaşkanlığı, ABD tarafının bu açıklamasının iki Lider arasındaki görüşmeyi doğru olarak yansıtmadığını kamuoyuna duyurmuştur.

Bu konuda önemli olan Trump’ın telefonda neleri ifade ettiği değil, ABD’nin müesses nizamının görüşmenin muhtevası hakkında neler açıklamış olmasıdır. Açıklanan metin kanaatimce bürokrat kadro tarafından ABD Başkanı’nın önüne ifade etmesi için konulmuş bulunan konuşma notunda yazılmış olanlardır. ABD bakımından benzer olaylara meslek hayatım sırasında rastlamışımdır.

Son zamanlarda Erdoğan – Trump arasındaki telefon konuşmaları hakkında - örneğin, Trump’ın YPG’ye verilen silahların geri alınacağına dair telefondaki  ifadeleri hakkında -   ve Türkiye – ABD vize olayına ilişkin anlaşma hakkında tarafların anlayış şekli hususunda da benzer tartışmalar yaşanmıştır.

Son  cereyan eden Erdoğan – Trump telefon konuşmasında ABD Başkanı’nın “Afrin’de tırmanan şiddete” işaret ederek “bu durum Suriye’deki paylaştığımız hedeflerimizin altını oyma riskleri taşımaktadır” demesi veya dememiş olsa bile Beyaz Saray açıklamasında böyle bir ifadenin yer alması, Türkiye – ABD münasebetlerinin nasıl bir gelişme seyri gösterme istidadında olduğuna işaret etmektedir.

Unutulmamalıdır ki karşımızdaki ABD Başkanı ortalama makul insanların düşünme tarzından ve itidalli ve ölçülü davranma yeteneğinden yoksun bir şahsiyet olarak görünmektedir. Nitekim, Trump, en son olarak bu yılki Davos Dünya Ekonomik Forumu toplantılarının kapanışında  yaptığı konuşmada ''basının ne kadar kirli, ne kadar alçak, ne kadar korkunç, ne kadar yalancı olabileceğinin siyasete girene dek farkında değildim'' deme basiretsizliğini gösterebilmiştir. Trump bu sözleri üzerine  en üst düzeyden yüzlerce delegenin bulunduğu salondan yuhalama ve ıslıklama seslerinin yükseldiği haberi uluslararası basında yer almıştır.

Halen Rusya’nın, Türkiye ile ABD’nin arasını, giderek zor tamir edilebilecek ölçüde açmanın manevraları içinde olduğunu düşünmeyi marazi bir şüphecilik olarak  algılamamakta fayda vardır. Türkiye, Rusya’nın şu sıralardaki güler yüzüne aldanıp tuzağa düşmemelidir. Rusya’nın Türkiye tarafından 24 Kasım 2015 tarihinde vurulan uçağının hesabını bu kadar çabuk unutmuş görünmesinin belirli bir amacının bulunmadığını düşünmek safdillik olur.

Rusya’nın Türkiye’yi yanında tutabilme arzusuyla bugünlerde Soçi’de toplanan “Suriye Millî Diyalog Kongresi’ne” PYD/YPG unsurlarının katılmasını engelleyeceği kuşkusuzdur. Rusya böyle bir engelleme yaparken Türkiye’nin çıkarlarını korumada ne kadar samimiyetle hareket etmektedir, bunu zaman gösterecektir. Diğer taraftan, uluslararası medyada Rusya’nın Türkiye’yi de yanına alarak  bu Kongre’yi toplamasının asıl maksadının  Putin’in çok yakında yapılacak seçimlerde seçilme şansını yükseltmek olduğu yorumları da yapılmaktadır.

Kendisiyle Astana süreci çerçevesinde işbirliği yaptığımız İran, Afrin harekâtımızı tasvip etmemiştir.

Mısır keza! Hattâ açıkça Türkiye’yi kınamıştır. Mısır Demek, Arab Ligi demektir.

1985 - 89  öneminde nezdinde büyükelçilik yaptığım BAE o zamanlar Türkiye’nin önde gelen dostları arasındaydı. Şimdi BAE Türkiye’ye düşmanca sözlerin söylenebildiği bir ülke haline gelmiştir. BAE’nin tutumundaki bu radikal değişiklik, yanılmıyorsam, Türkiye’nin Mısır ile ilişkilerinin bozulmasından sonra meydana gelmeye başlamıştır. Ankara’nın Körfez’de Katar merkezli bir tutum almasının belirginleşmesinden sonra da derinleşmiştir.

Suudî Arabistan Kralı’na 2007’de Türkiye’yi ziyareti sırasında protokol kurallarının fevkinde itibar etmiştik. En yüksek düzeydeki devlet ricalimiz, Kralı, Ankara’da ikamet ettiği otele giderek selâmlamıştı. İki ülke arasında bu denli dostluk vardı. Oysa, İslâm İşbirliği Teşkilâtı’nın Kudüs hakkında İstanbul’da Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında yaptığı olağanüstü “zirve” toplantısına Suudî Arabistan Kralı katılmamıştır. Kral sağlık sorunu gibi bir mazereti varsa veliahdını göndermesi uygun olurdu. Toplantıya Suudî Arabistan’ın bir bakan yardımcısı katılmıştır.

Tarihte ilk defa olarak kısa bir süre önce Kıbrıs Rum Lider Anastasiadis Suudî Arabistan’a resmî ziyarette bulunabilmiştir. Kral  tarafından samimiyet içinde karşılanmıştır.  Rum-Yunan liderleri bu “ziyaretin Türkiye’nin yalnızlığını ortaya koyduğunu” söylemiştir.

Yine, ilk defa olarak bu ay içinde Ürdün Kralı Güney Kıbrıs’a resmî bir ziyaret gerçekleştirmiştir.

Orta Doğu’daki dengelerin ana unsurlarından biri ve bu bölgedeki sorunların tarafı ve aktörü olan İsrail ile de sürdürülen dostluk ve işbirliği, 2009 Ocak ayı sonunda dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan’ın Davos toplantısında İsrail Cumhurbaşkanı’na yaptığı ve tarihe “one minute” olayı olarak geçen sert çıkışın  ve 2010 Mayıs ayı sonunda yaşanan “Mavi Marmara” olayının ardından sona ermiştir. O tarihe kadar, örneğin Kıbrıs konusunda, Türkiye’nin aleyhine açık bir tavır almamış olan İsrail, bugün Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi ile can ciğer kuzu sarması haline gelmiştir. Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin çıkarları aleyhine Kıbrıs Rum kesimi, Yunanistan, Mısır arasında yapılan anlaşmalara taraf olmaktadır.

Yunanistan özellikle son zamanlarda  Türkiye’nin gücünü ve reaksiyon kabiliyetini ölçmek istiyormuş gibi Ege’deki tahrik hareketlerini arttırmıştır. Yunanistan Başbakanı Tsipras katıldığı son Davos toplantısında yaptığı bir konuşmada Türkiye’yi “saldırgan” bir komşu  olarak nitelemiştir.

Afrin harekâtımız hakkında başlangıçta uluslararası toplumda yapılmış olan açıklamalarda yer alan “Türkiye’nin güvenlik endişelerini anlayışla karşılıyoruz; Türkiye’nin meşru müdafaa hakkı vardır; Türkiye itidal ile hareket etmelidir; konunun insanî veçhesine dikkat edilmelidir; masum sivil halka zarar verilmesinden endişe ediyoruz” şeklindeki ifadeler, temenni ve tavsiyeler ve BM Güvenlik Konseyi’nin henüz resmen  toplanamamış  olması olgusu, bizi, harekâtımıza uluslararası plânda tepki gösterilmeyeceği kanaatine sevk etmemelidir. Bu vakte kadar yapılan açıklamalardaki “itidal” çağrıları, dile getirilen “kaygı” ifadeleri bundan sonra bize karşı gösterilebilecek tepkilerin uvertürü mahiyetindedir.

“Burseya” dağının kahraman Türk ordusu tarafından ele geçirilmesiyle Afrin yolunun açıldığı söylenmektedir. Sevgili yavrularımız Mehmetçiklerimizin yolları açık olsun! Bununla beraber, Afrin’e yaklaştıkça ve şehir kuşatıldığı zaman kuşkusuz riskler daha da artacaktır. Harekâtımıza karşı olan çevreler, en küçük bir sivil zayiat halinde seslerini yükseltmeğe başlayacaktır. Afrin’in kuşatması  ve şehrin terörist unsurlardan temizlenmesi uzadıkça BM Güvenlik Konseyi’nden de baskı gelmesi beklenmelidir.

Suriye ile olan hududumuzun güneyinde PKK’nın uzantısı olan PYD/YPG’nin IŞİD ile mücadele kisvesi altında yuvalanmasında ABD’nin ve Rusya’nın büyük sorumluluğu vardır. Her iki devlet de Suriye ile ilgili kendi öz çıkarlarına ait düşünceleriyle Türkiye’nin millî güvenliğinin tehlikeye düşmesine göz yummuşlardır.

Ancak, Türkiye’nin müttefiki ve stratejik ortağı olan ABD’nin özel sorumluğu bulunmaktadır. ABD’nin Türkiye aleyhindeki davranışı tarihî bir yanılgıdır. ABD’nin bu tutumu, kendisiyle diğer NATO müttefikleri ve ortakları arasında da güven bunalımına yol açacak mahiyettedir. ABD’nin Türkiye’nin hayatî  çıkarlarına karşı yapmakta olduğu hataların  farkına gecikmeksizin varması Batı dünyasının ortak menfaatine olacaktır. Türkiye’nin Batı camiasından uzaklaşmasına katkıda bulunulmasının bizatihi Batı’nın öz menfaatlerine vereceği zararın muhtemel sonuçları doğru değerlendirilmelidir.

Türkiye için de Suriye politikasında mezhep saplantılı ve Esad takıntılı tutum ve davranışlardan vazgeçilmesinin zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir.

Annan Plânı döneminde 2004 Mayıs ayının ilk günlerinde Türkiye’de Kıbrıs konusunda Kıbrıs Rum yönetiminin Türkiye tarafından tanınması hakkında yüksek düzeyde söylenmiş bazı sözler vardı. Şöyle denmişti: “… AB'nin, BM'nin tanıdığı bir konumda, siz 'ben tanımıyorum' demekle zaten herhangi bir şey elde edemezsiniz. Bunun size getireceği, kazandıracağı bir şey yok. Tam aksine bunların hepsi geleceğe yönelik olumlu gelişmeleri de zedeler."

Ayrıca, yine bu konuda, “ Dünya geçekleriyle çatışmayı düşünmediğimiz” dile getirilmişti.

Yine 2004 Aralık ayında şunlar ifade edilmişti: “…. Eğer siz her yerde ben haklıyım, bunu da almam lâzım, bu mantıkla olaya yaklaşırsanız bunun adı uzlaşma değildir, bunun adı ben mantığıdır. Orada ne uzlaşma ne barış olur.”

O zaman bu sözler Kıbrıs ile ilgili gerçeklere ters düşen ve  “millî dava” Kıbrıs bakımından aslında ifade edilmemeleri gereken hususlardı.

Oysa bu sözleri, şimdi, Suriye meselesinin çözüm yoluna girebilmesine yardımcı olmak ve Türkiye’nin yapıcı bir aktör niteliğiyle diplomasi sahnesinde yer alabilmesini sağlamak maksadıyla söylemenin tam zamanıdır.

Bellidir ki “Esad”ın çözüm sürecinde varlığı bütün önde gelen aktörler tarafından kabul edilen bir gerçektir.

Dışişleri Bakanlığı’mızın Suriye’nin merkezî hükûmetiyle uygun biçimde doğrudan temas kurmanın yollarını bulacak tecrübeye ve hayal gücüne sahip olduğunu biliyorum. Rusya ile yaşadığımız uçak düşürme krizinin giderilmesinde arka plânda bazı özel şahsiyetlerin nasıl rol oynadığını basın yoluyla öğrenmiş bulunuyoruz.

İç politikada puan kazandırdığı düşünülen yöntem ve tarzlarla dış politika takip edilmesinin hiçbir ülkeye yarar getirmediğinin örnekleri tarihte vardır. Günümüzde de görülmektedir.

Zaferle sonuçlanacağına yürekten inandığım “Zeytin Dalı Harekâtı"mızdan sonra, Fırat’ın doğusundaki “şer” kuşağının da yok edilmesinin bir zaruret olduğunu düşünenlerdenim. Bunun ABD ile yürütülecek iki ülke arasındaki ortak çıkarlara uygun bir diplomasiyle gerçekleştirilebilmesi tercih ve temenni edilmelidir. Bunun sağlanması Suriye sorununun, Suriye’nin toprak bütünlüğü  ve birliği temelinde çözülmesine de katkı yapacağı görüşündeyim.

Suriye’de bir an önce kalıcı bir çözüme ulaşılmasına katkıda bulunmak Türkiye’nin öz çıkarınadır. Ülkemizdeki yüzbinlerce Suriyeli göçmenin kendi ülkelerine salimen dönmeleri sağlanmalıdır.

“Zeytin Dalı” harekâtında verdiğimiz aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Vatan güvenliği için canlarını feda etmişlerdir. Yaralılarımıza da âcil şifalar temenni ediyorum. Onlara minnet ve şükran borcumuz vardır.


Tugay Uluçevik Kimdir?

     Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik, 1939 yılında Ankara'da doğdu. Ortaöğrenimini TED Ankara Koleji'nde tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

1967 yılında " Aday meslek memuru" olarak Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Bakanlıkta Kıbrıs Şubesi Müdürlüğü, Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'in Özel Kalem Müdürlüğü (1975-1976), Kıbrıs Dairesi Başkanlığı, Kıbrıs-Yunanistan İşleri Genel Müdür Yardımcılığı, Müsteşar Yardımcılığı, Türkiye'nin BM Cenevre Daimi Temsilciliği Başkâtipliği, Tiran Büyükelçiliği Müsteşarlığı, Abu Dabi, Bükreş, Bonn-Berlin büyükelçilikleri, Dışişleri Bakanlığı Dış Politika Danışma Kurulu üyeliği, Türkiye'nin BM Daimi Temsilciliği ve Karadeniz Ekonomik İşbirliği Genel Sekreter Vekilliği görevlerini yürüttü.

Devlet Bahçeli yönetimine muhalefet ederek MHP'den kopan muhaliflerin Meral Akşener liderliğinde yürüttüğü yeni parti kurma çalışmalarına katıldı. 25 Ekim 2017'de siyasal yaşama katılan İyi Parti'nin kurucuları arasında yer aldı ve İyi Parti Genel İdare Kurulu üyeliğine seçildi.

Tugay Uluçevik, halen İyi Parti Genel İdare Kurulu asıl üyesi olarak aktif siyaset içinde yer alıyor.


http://t24.com.tr/yazarlar/tugay-ulucevik/kardesim-esad-keske-katil-esed-olmasaydi,19087

***