ARAŞTIRMA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ARAŞTIRMA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Haziran 2019 Pazar

17- 25 ARALIK OPERASYONU TBMM. KOMİSYON RAPORU BÖLÜM 5

17- 25 ARALIK OPERASYONU TBMM. KOMİSYON RAPORU BÖLÜM 5


4 ESKİ BAKANLA İLĞİLİ., TBMM Soruşturma Komisyonu Raporu,



(2) (Ek: 11/10/2011-KHK-662/13 md.) Bakanlık, birinci fıkranın (h) bendindeki iş ve işlemleri tesis etmeden evvel, bu iş ve işlemleri esasen tesise yetkili 
olan idarelerin görüşlerini ister. İdareler, bu iş ve işlemlerin yapılmama gerekçelerini etraflıca açıklayarak konu hakkındaki görüşlerini en geç onbeş gün 
içinde Bakanlığa bildirmek zorundadır.” hükmüne yer verilmiştir.

Komisyonumuz tarafından soruşturulan 4 Eski Bakana atfedilen cürümlerin tekabül ettiği kanun hükümlerinin unsurları itibariyle ele alınıp 
değerlendirilmesinde: 

5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun ‘Kaçakçılık suçları’ başlıklı 3. maddesinin 2. ve 21. fıkralarında; 
“(2) Eşyayı, aldatıcı işlem ve davranışlarla gümrük vergileri kısmen veya tamamen ödenmeksizin ülkeye sokan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve on 
bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. 
(21) Yukarıdaki fıkralarda tanımlanan fiiller, teşebbüs aşamasında kalmış olsa bile, tamamlanmış gibi cezalandırılır.” hükmüne yer verilmiştir. 
Buna göre söz konusu maddede düzenlenen suçun faili, maddi ve manevi unsuru kısaca şöyle açıklanabilir. 

A. Suçun Faili.,

Eşyayı, aldatıcı işlem ve davranışlarla gümrük vergileri kısmen veya tamamen ödenmeksizin, Türkiye'ye ithal eden herkes bu suçun faili olabilir. Fiil bir 
tüzel kişilik adına işlenmiş ise olaydaki fonksiyonlarına göre tüzel kişiliğin yöneticisi veya temsilcisi de suçun faili olabilir. 

B. Suçun Maddi Unsuru 

Fıkrada tanımlanan suç birden çok hareketli bir suçtur. 

a) Gümrük kapılarından eşya ithal etmek, 
b) bu ithal sırasında aldatıcı işlem ve davranışlarda bulunmak, 
c) ödenmesi gereken gümrük vergilerini kısmen veya tamamen ödememek hareketleri bu suçun maddi unsurunu oluşturur. 

Suçun oluşması için bu hareketlerin hepsinin birlikte yapılması gerekir. Ancak suç teşebbüs aşamasında da kalsa, fail suç tamamlanmış gibi cezalandırılacaktır. 
Aldatıcı işlem ve davranışların gümrük işlemleri sırasında yapılması gerekir. Bu durum genellikle ithal eşyasının beyanı aşamasında gerçekleşir. 

Beyan konusu Gümrük Kanununun 59. maddesinde “1.

 Gümrük beyanı; 

a) Yazılı olarak, b) Bilgisayar veri işleme tekniği yoluyla, 
c) Sözlü olarak, 
d) Eşya sahibinin bu eşyayı bir gümrük rejimine tabi tutma isteğini ifade ettiği herhangi bir tasarruf yoluyla, Yapılabilir.” şeklinde düzenlenmiştir. 

Bu halde gerçek dışı sözlü beyan veya sahte evrak kullanılması halinde aldatıcı işlem ve davranış unsuru gerçekleşmiş olacaktır. 

C. Suçun Manevi Unsuru 

Fıkrada düzenlenmiş olan kaçakçılık suçu kasten işlenebilen bir suçtur. Failin, ödemesi gereken gümrük vergilerini kısmen veya tamamen ödememek 
suretiyle eşya ithal etmek için bilerek ve isteyerek aldatıcı işlem ve davranışta bulunması halinde manevi unsur gerçekleşmiş olur. 
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ‘Resmi Belgede Sahtecilik’ başlıklı 204. 
maddesinde; 
“(1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, 
iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 
(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmî bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, 
gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmî belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 
(3) Resmî belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması hâlinde, verilecek ceza yarısı oranında 
artırılır.” hükmüne yer verilmiştir. 
Bu maddede hüküm altına alınan suçun, fail, maddi unsur ve manevi unsuru aşağıda açıklandığı gibidir. 

I. KORUNAN HUKUKİ DEĞER 

Suçun maddi konusunu oluşturan belgeler, toplum içerisinde her an kurulmakta olan hukuki ilişkilerin yürümesini sağlayan kanıtlayan ve delil niteliği 
olan evraklardır. Bir hukuki ilişkinin kuruluşunda, sona erdirilişinde, hak ve borçların tanzim ve ispatında önemli bir araç olan belgenin gerçekliğine 
toplumda güven duyulması zorunludur. Belgenin gerçekliğine dair toplumda mevcut olan bu güvene “kamu güveni” denilmektedir. 
Dolayısıyla, resmi belgede sahtecilik suçunda korunan asıl hukuki yarar kamu güvenidir. Zira bir resmi belgenin gerçek olduğu hususunda toplumda 
bir güven mevcuttur. 

II. SUÇUN MADDİ UNSURLARI 

A. Suçun Faili., 

Resmi belgede sahtecilik suçu 204. maddede iki farklı şekilde düzenlenmiştir. 
Maddenin ilk fıkrasındaki suç herkes tarafından işlenebilir. Fail kamu görevlisi olur ve göreviyle bağlantılı olmaksızın resmi belgede sahtecilikte bulunursa 204. Maddenin ilk fıkrası ile sorumlu tutulur. 
204. maddenin ikinci fıkrasındaki suçun faili yalnızca kamu görevlisidir. 
Bu nedenle 2. fıkra özgü suç olarak düzenlenmiştir. Kamu görevlisinin suçu 
göreviyle bağlantılı olarak işlemesi halinde, 204/2. maddedeki suç meydana gelir. Kamu görevlisi olmayan kişiler yalnızca 204. maddenin ilk fıkrasındaki 
suçun faili olabilirler. Bu kişiler ayrıca, kamu görevlisinin göreviyle ilişkili olarak işlediği 2. fıkradaki suçun azmettireni ya da yardım edeni olarak da sorumlu tutulabilir. 

B. Suçun Mağduru.,

Suç, kamu güvenine karşı işlendiğinden, suçun mağduru da toplumdur. Ancak suçla korunan ikincil yararın kişilere ilişkin olduğu düşünüldüğünde, suçtan dolayı haksızlığa uğrayan kişilerin de suçtan zarar gördükleri ve davaya katılma haklarının bulunduğu kabul edilmelidir. 

C. Suçun Maddi Konusu.,

Suçun maddi konusu ‘resmi belge’ olarak öngörülmüştür. 
Belge, belirli bir düşünce, hukuki ilişki veya vakayı yansıtan, başka deyişle hukuki sonuç doğurmaya elverişli bir irade beyanını içeren ve düzenleyicisinin 
kim olduğunu da gösteren yazılı evraktır. 

Resmi belgede 3 temel unsur vardır: 

1- Kamu görevlisi tarafından düzenlenmesi, 
2- Görevi gereği düzenlenmesi, 
3- Öngörülmüşse, usul ve şekil kurallarına uyulması. 

D. Fiil., 

204. Maddenin ilk fıkrasındaki suçun; 

a. Resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleme, 
b. Gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirme, 
c. Sahte resmi belgeyi kullanma olmak üzere üç değişik şekilde işlenmesi söz konusudur. 

a. Resmi belgeyi sahte olarak düzenleme 

Resmi belgeyi sahte olarak düzenleme eylemi; bir resmi belgenin gerçekmiş gibi üretilip, taklit imza atılarak sahte oluşturulmasıdır. Suçun bu şeklinin, resmi 
belgeye ilişkin unsurların taklit edilmesiyle oluştuğu da belirtilmektedir.91 Ancak bu taklit işlemi, salt mevcut bir resmi belgenin taklidi anlamında olmayıp, 
bir belgeye resmi belge niteliğini kazandıran öğelerin taklit edilmesi olarak düşünülmelidir. Resmi belgeye ilişkin form, antet, şekil, unvan ve imza gibi 
unsurların taklit edilmesi ile resmi belgeyi sahte olarak düzenleme fiili işlenmiş olmaktadır. Örneğin, nüfus müdürlüğünce verilen kimlik belgelerinin 
şeklen taklit edilip, bilgileri doldurularak yetkili memur imzası da taklit edilmek suretiyle sahte kimlik kartı düzenlenmesi halinde ya da bir devlet 
dairesinden bilgi amacıyla yazılmış gibi taklit bir yazı yazılıp, görevli imzasının taklit edilmesi durumunda resmi belge sahte olarak düzenlenmiş olmaktadır. 

Resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen failin sivil kişi olması halinde 1. fıkra, belgeyi görevi gereği düzenleme yetkisi bulunan bir kamu görevlisi olması 
durumunda 2. fıkra uygulanır. Kamu görevlisi failin belgeyi göreviyle bağlantılı olmaksızın düzenlemesi durumunda da 1. fıkra ile ceza verilir. Düzenleme fiili, 
resmi belgenin kısmen veya tamamen sahte düzenlenmesi ile oluştuğundan, belgede düzenleyen olarak görünen kişiden başka bir kimse tarafından 
düzenlenmiş olmayı gerektirmektedir. İlk fıkrada ‘gerçeğe aykırı olarak belge düzenleme’ fiiline yer verilmemiştir. Çünkü bu fiil, bir belgeyi düzenlemeye 
yetkili olan kamu görevlisi tarafından işlenebilir; kolluğun gerçeğe aykırı suç tutanağı düzenlenmesi gibi. Resmi belgeyi sahte olarak düzenleme suçu, 
düzenleme şeklindeki hareketin tamamlanmasıyla oluşmaktadır. 
Suçun oluşması için, sahte belgenin kullanılması gerekli değildir. Suçun bu işleniş biçimiyle ilgili olarak maddede, değiştirme davranışında olduğu gibi 
‘başkalarını aldatma’ öğesinin belirtilmemiş olması bir eksiklik veya bu unsurun aranmaması gerektiği gibi yorumlanmamalıdır. Sahtecilik suçlarında eylemin zarar olasılığı doğurabilmesi sahteciliğin aldatma yeteneğine sahip olmasıyla mümkün olur ve bu bakımdan aldatma yeteneği sahtecilik suçlarının temel 
öğesidir. Kanun koyucu, bir resmi belgenin tamamen sahte olarak düzenlenmesi eylemi içerisinde ‘aldatma kabiliyetinin’ yer aldığı düşüncesiyle bunu 
ayrıca belirtmeye gerek görmemiştir. 

b. Gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirme 

204/1. maddedeki suçun bu tür bir hareketle işlenebilmesi; mevcut olan gerçek bir resmi belgenin varlığına bağlıdır. Başka deyişle, yetkili bir kamu 
görevlisince, görevinin gereğine uygun olarak düzenlenmiş bir resmi belgenin varlığı ön şart sayılmalıdır. Resmi belge niteliği bulunmayan bir belgedeki 
değişiklik, bu suçu oluşturmaz. 
Kamu görevlisi olmayan fail, gerçek bir resmi belgeyi değiştirerek bu suçu işlemektedir. Kamu görevlisi olan bir kişinin, göreviyle bağlantılı olmaksızın 
resmi bir belgeyi değiştirme eylemi de ilk fıkradaki suçu oluşturmaktadır. 
Belgede yapılacak değişiklik, belgeye ekleme yapmak veya belgedeki bir yazının, tarihin, imzanın silinmesi, kazınması şeklinde gerçekleştirilebilir. 
Suç, değişikliğin yapılmasıyla tamamlandığından, ayrıca bu belgenin kullanılmış olması gerekli değildir. 
Bir resmi belge üzerinde, delil niteliğini etkileyecek veya hukuki sonuçlarında fark yaratacak biçimde değişiklik yapılması ve bu değişikliğin başkalarını 
aldatma yeteneğinin bulunması halinde suç işlenmiş olmaktadır. Failin bu değişiklik ile amacı, belgenin baştan itibaren bu şekilde olduğu intibaını 
uyandırmaktır. 

c. Sahte Resmi belgeyi kullanma 

204/1. maddedeki suçu oluşturabilecek diğer seçimlik hareket, sahte resmi belgeyi kullanmaktır. Failin belgenin sahte olduğunu bilmesi de zorunludur. 
Sahteliğini bilmediği belgeyi kullanan kişinin eylemi, manevi unsurun eksikliği dolayısıyla suç oluşturmaz. 

Suç, sahte resmi belgenin ‘kullanılması’ ile işlenmektedir. Sahte belgeyi düzenleyen fail, ayrıca kullanarak bu seçenek hareketi de gerçekleştirmişse, 
yine tek suç işlemiş olur. 

6. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

31 Temmuz 2017 Pazartesi

TÜRKİYEDE SİYASET VE ASKERİ İŞLERİN DENETİMİ


TÜRKİYEDE SİYASET VE ASKERİ İŞLERİN DENETİMİ


Askeri İşlerin Denetimi 
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ  DARBELERİ ARAŞTIRMA KOMİSYONU  RAPORU 
Dönem: 24 
Türkiye Büyük Millet Meclisi  Demokrasiye Girişi 
Kasım 2012   S. Sayısı: 37  
Türkiye Büyük Millet Meclisi (S. Sayısı: 376) 

     İkinci Dünya savaşı başlangıcına kadar Türkiye’de genel bütçe harcamaları içinde savunmanın yeri yüzde 30 - 35 arasındadır. 1929 Dünya Krizinin etkisiyle askeri harcamalarda 1937’e kadar mutlak değer olarak bir düşme görülmekteyse de, bu yıldan, 1944’e savaşın bitimine kadar sürekli artış olmuştur. İkinci Dünya Savaşı boyunca toplam bütçe harcamasının yaklaşık yüzde 60 – 65’i askeri amaçlar için kullanılmıştır. 1961 Anayasasında parlamentonun mali denetimini düzenleyen 127. maddesinin ilk şeklinde; 
Sayıştay’ın genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını parlamento adına denetlemek ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlevini yapmakla görevli olduğu şeklinde getirilen düzenlemede istisnalara yer verilmemiştir. 12 Mart 1971 Müdahalesinden sonra gerçekleştirilen Anayasa değişikliği ile: 
Silahlı Kuvvetlerin elinde bulunan Devlet mallarının Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlenmesi usulleri, Millî Savunma Hizmetlerinin gerektirdiği 
gizlilik esaslarına uygun olarak kanunla düzenlenir. denilerek gizlilik kıstası getirilmiş ve bu düzenleme 1982 Anayasasında da benimsenmiştir. 

‘Gizlilik’ konusunun askeri harcamalar üzerinde bir örtü şeklinde anlaşıldığı bu eğilim, bir yanda anayasadaki parlamento adına Sayıştay’a mali denetim yetkisi veren düzenlemenin özüne aykırı olurken; öte yanda askeri harcamaların parlamento denetiminden kaçınılmasına yol açmaktadır. Askeri harcamaların her kuruşunun hesabını soran ve günlerce bu konularda tartışmalı oturumlara sahne olan Meşrutiyet Meclisi Mebusan’ı ile Millî Mücadele Meclisinin sahip olduğu yetkiler açısından düşünüldüğünde, Cumhuriyet dönemi meclislerine ait mali 
denetim yetkisine getirilen kısıtlamalar soru işareti taşır.215 

1924 Anayasası döneminde gelenek olmuştu: Atatürk ve İnönü Cumhurbaşkanı iken, her yıl parlamento açılışında konuşmalarında orduya usulen değinilirdi. Çok şeye ayrıntılı olarak yer verildiği halde sıra bu kuruma gelince: Ordumuzu en yeni vasıtalarla mütemadiyen teçhiz etmeye çalışıyoruz. Yüksek kıymetini arttırmaya verdiğimiz ehemmiyet ise daha ziyadedir. Ordunun çalışmalarından ve bütün milletin vatan müdafaası için severek ve isteyerek çalışma şevkinden memnuniyet belirtilirdi. Yalnızca Celal Bayar (1957 yılı dışında, o yılki açış konuşması çok kısadır) hemen her yıl öbür sorunlar gibi rejimin ordu politikasını çizmiş, yapılan çalışmalar ve tasarlanan işler hakkında meclise bilgi vermiştir. 1960 darbesinden beri tek parti dönemindeki eğilime dönüldüğü gözlenmektedir. Orduyu konuşmayan bu eğilimin en çarpıcı örneği Başbakan İsmet İnönü’nün 27 Kasım 1961 günü parlamentoda okuduğu 1. Koalisyon Hükümeti programında ifadesini bulur: Millî Savunmanın karakteri itibarıyla teferruatını arz etmeme imkân yoktur. Ordumuz, varlığımızın başlıca teminatı olarak milletçe aziz bildiğimiz bir 

Bu büyük millî müessesenin her bakımdan vazifesini ifa edecek kudrette olmasını hükümet daima göz önünde bulunduracaktır. İstisnalar dışında parlamentolar orduyu konuşmaktan hep kaçınmış, hatta bütçe görüşmeleri sırasında siyasi parti sözcülerinin takındıkları tutum “orduya selam, oldubitti vesselam” tekerlemesiyle anlatılır olmuştur. Oysa Meşrutiyet Türkiye’sinde ve 1920 Ankara Meclisi’nde askeriye ile ilgili konular, harcamalar günlerce hatta haftalarca tartışılır, gerektiğinde hükümetten hesap sorulurdu. Kimseye ve en başta Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yararı olmayan bugünkü eğilim Türk Parlamentoculuğunun önemli bir zaafıdır. Yetkilerine sahip çıkamayan, 
onları kullanamayan parlamentonun askeri darbelerle kapatılmasına sivillerin karşı duramayışlarındaki bir neden de bu zaaftır. Ordu dâhil hiçbir kurum tabu olmamalıdır.216 Parti-devlet sisteminin yürürlükte olduğu totaliter rejimlerde, silahlı kuvvetler siyasal güç tekelini elinden tutan konuma tabidirler. Bu rejimlerde ordunun idari özerkliği zayıftır. Siyasi komiserler ordu için faaliyet gösterirler. Totaliter gücün kaçınılmaz olarak ana destek gücü olmak durumunda olan silahlı kuvvetler, aynı zamanda bu rejimlerde iktidar için en güçlü 
potansiyel tehlikedir. Totaliter rejimlerde, siyasal güçle silahlı kuvvetler arasında hem bir tamamlayıcılık ilişkisi hem de karşılıklı şüpheye dayalı bir yapısal gerginlik yaşanır. Bu gerginliğin tür ve yoğunluğuna göre, totaliter rejimlerde ordu, kaynak tahsisi ve kullanımı konusunda, diğer kurumlara nazaran ayrıcalık elde edebilir. Ama bu ayrıcalık, son tahlilde, totaliter yapının merkez güçleriyle yapılması gereken pazarlık sürecini ortadan kaldırmaz. Buna karşılık, totaliter rejimlerde ordu siyasal ve toplumsal olarak dilsizdir. SSCB veya Nazi 
Almanya’sında ordunun konumu bu açılardan benzerdir. Demokratik rejimlerde de ordular, siyasal ve toplumsal olarak dilsizdirler. Bu dilsizlik karşılığında silahlı kuvvetlerinin harcamalarının belirlenmesi konusunda sivil siyasal güçler göreli bir özerkliği çoğu yerde kabul ederler. 

ABD’de askeri harcamalar parlamentoda didik didik edilip, incelenirken, Fransa’da bu konu Meclis komisyonlarında daha global bir değerlendirmeyle yetinilerek geçilir. Ama askerlik hizmetinin tanımı, süresi gibi konularda silahlı kuvvetler temsilcileri teknik bilgi veren uzman konumundadırlar. Aynı şey, silahlanma stratejileri ve genel dış güvenlik stratejisinin tespiti konusunda da geçerlidir. Türkiye’de ordunun konumu, demokratik ve totaliter rejim örneklerindeki konuma uymuyor. Kısa süreler için birkaç kez yaşanmış olmasına rağmen, söz konusu olan askeri diktatörlük de değil. Bu nedenle siyaset literatüründe, Türkiye’deki rejimin karma yapısını pretoryen cumhuriyet217 olarak tanımlamak mümkündür. TSK’nın kurum olarak elinde tutuğu özerk ve üstün konum, pretoryen cumhuriyet yapısının ayırıcı özellikleri içinde en önemlisidir. Bu yapıda güç ve ondan türeyen ayrıcalık ve üstünlük hakları (bunlar kısmen yasal kısmen fiili haklardır ve hepsi toplumsal bir zımni kabule dayanırlar), şahsi değil zümreseldir. Pretoryen cumhuriyetin merkez zümresi konumunda olan TSK, rejimin pretoryen özelliklerinin giderek ağır bastığı 12 Eylül sonrasından günümüze kadar, giderek daha fazla kendi içine kapalı ve kendi kendine üreten bir toplumsal zümre, bir tür sosyal sınıf özellikleri sergilemektedir. Ama bunu yaparken, sadece “kendisi için sınıf” olma özelliği değil, bir yönetici sınıf görünümü sunmaktadır. TSK mensupları, kendi profesyonel alanları dışındaki sorunların da ilgilisi ve çözümlerinin sorumlusu olarak kendilerini görmekte ve bunu ifade etmektedirler. 

Bugün sivil siyasal güçlerin TSK tasarrufları konusunda suskun kaldıkları konular, sadece siyasetle ilgili olanlar değildir. Askeri harcamaların boyut ve içeriği hakkında da, özellikle bu konularda ordu hiyerarşisi, sivil siyasi otoriteyi sadece formel bir bilgilendirme ötesinde işe bulaştırmamaya itina eder. Görünüşte harcamalar Millî Savunma Bakanlığı’nın denetimindedir. Ama bütçe görüşmelerinde, millî savunma komisyonun görüşmeleri gizli celsede yapılır. Çok uzun bir zamandan beri, bütçe kanunun eklerinde yer alan, kamu kuruluşlarının kadroları, TSK personeli hariç tutularak yayımlanır. Komisyona gizli oturumda verilen bu bilginin, toplumun ilgili kesimlerinin doğrudan ve açık biçimde kullanamayacağı bir bilgi olarak kalmasına özen gösterilir. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi, askerî harcamalar içinde personel harcamalarının artışında ücret artışlarıyla istihdam artışı arasındaki farkı incelemek mümkün olmaz. Ama bu bilgiler, NATO kaynaklarına aktarıldığı için, uluslararası veri tabanlarından temin edilebilmektedir. Her yıl Londra’da yayımlanan Military Balance dergisinden, sadece kendi ordunuzu değil, bütün dünya ordularını ve silah ve cephane konusundaki değişmeleri izlemek mümkün. Bu “çok gizli bilgi” denilen şeylerin çoğu Soğuk Savaş dönemine özgü yalanlar ve bu yalanlar üzerine kurulmuş örgütlenmelerden oluşuyor.218 Askeri sır olarak değerlendirilmesi mümkün olmayan bu bilginin, gizli kalmasına yol açan esas neden simgesel güç kullanımıyla ilgilidir. Gizli olmasının operasyonel bir nedeni olmamasına rağmen, TSK’yı ilgilendiren bu tür bilgilerin simgesel olarak gizli, yani dokunulmaz kalması önemlidir. Askeri strateji açısından gizli kalmasının günümüzde hiçbir yararı olmayan bilgilerin gizlenmesi, Türkiye’de ordunun dokunulmazlık alanını simgelemek açısından anlamlıdır.219 

Türkiye’de devlet sırrı, batılı muadillerinin aksine, tam olarak millî güvenlik devleti anlayışı üzerine oturan ve kapalı tutulması gerekenlerin adıdır. Bir ülkede milli güvenlik denilen kavram eğer militarist bir biçimde belirleniyorsa, herkesin bilmesi gereken kavramlar milli güvenlik ekseni içerisinde devlet sırrına dönüştürülüverir. Bu, devletin sözde milli güvenlik anlayışı içerisinde atacağı bütün hukuk dışı adımları meşrulaştırmaya ve onları çözümsüz bırakmaya yarayan bir araç olarak çalışır. Devlet sırrı; derin devlet, Özel Harp Dairesi, 
kontrgerilla gibi korkunun, ölümün, suikastların kol gezdiği çevrelerde dolaşır. Bu sırlar; Hrant Dink, Doğan Öz, Abdi İpekçi ve Uğur Mumcu gibi siyasi cinayetlerin meşrulaşmasına ve siyasi cinayetler üzerine Türkiye’nin daima bir OHAL düzeni içinde tutulmasına yarayan bir araç oldu. Modern devlette, devlet sırrı denilen olguya parlamento ya da parlamentonun denetiminde olan bir komisyon karar verir. Türkiye’ye bakıldığında, devlet sırrına kimin karar vereceğine ilişkin herhangi bir yasa yoktur ortada, devlet sırrı kavramının asker sırrı kavramıyla özdeşleştiği görülür. Bu açıdan bakıldığı zaman devlet sırrı kavramı aslında askerin, neyin sır olması gerektiğini söylediği şeyin adıdır. Dolayısıyla burada asker ile devletin eşit olduğu gibi bir sonuç ile karşılaşılır. Devlet sırrı kavramı üzerinden Türk siyasal yapısının DNA’sı çok rahat bir şekilde okunabilir, orada devletin aslında “ordu” olduğu görülür. Vurgulanması gereken diğer bir husus da devlet sırrının esasında ne olması gerektiği herhangi bir yasal mevzuatta yoksa bu durumda devlet sırrı aslında yoktur da denilebilir.220 
Türk Ceza Kanunu’nda ve hatta Anayasa’da (26. madde) geçen “devlet sırrı”, Türkiye'de insanların cezalandırılmasına sebep olan, ancak özel olarak tanımı 
yapılmayan bir kavram. Bu kapsamda değerlendirilen belgelerin; ne şekilde belirleneceği, korunacağı, açıklanacağı ve bu hususlara ilişkin yükümlülüklerin neler olduğu belirsizdir. 

Ulusal güvenlik kavramının verdiği olağanüstü durum değerlendirmesi üzerine inşa edilmiş pretoryen cumhuriyetin merkez zümresi olan bir siyasal parti görünümü de sunabilen TSK, aynı zamanda kendisi için var olan bir zümre halinde günümüzde yapılanmıştır. Bu pretoryen zümre, otoriter özellikleri ağır basan cumhuriyet rejiminin nihai dayanağı işlevini görmekte ve bu rejim tarzının toplumsal tahayyülde hâkim konumda yer almaya devam etmesini sağlamakta dır. Otoriter rejimden demokratik cumhuriyete geçişin olmazsa olmaz koşullarından birisi, üstün ve ayrıcalıklı zümre konumunu ve bundan türeyen hikmetinden sual edilmez tasarruflarda bulunmak hakkının sivil siyasal güçlerce sorgulanır olmasıdır. 
Sadece askeri zümrenin siyasal alandaki hâkim konumunun değişmesi değil, askeri harcamaların toplumsal kaynak tahsisi öncelikleri içinde serbest bir değerlendirilmeye tabi tutularak tespit edilmesi pratiğinin yerleşmesi de bu geçişin gerekli adımlarından biridir. 

Bunların gerçekleşebilmesi için, her şeyden önce, demokratik sivil güçlerin kendilerinde bu hak ve yetkiyi görmeleri gerekir. Bu ise, askeri vesayet rejiminin taşıyıcısı olduğu otoriter reflekslerden sivil siyasal güçlerin arınmış olmalarını öngörür. Ne var ki, Türkiye’de muhafazakârlık kadar yaygın biçimde paylaşılan siyasal değer, otoriterliktir. Bu nedenle pretoryen cumhuriyet güçlerinin hâkim konumlarının geri çekilmesi, kendisi için var olan üstün ve ayrıcalıklı bir zümre olarak zümre konumlarını yeniden üretmelerine son verilmesi konusunda yegâne engel TSK değil, kendinde bu hak ve yetkiyi görmeyen, “ordulaşmış millet” ideolojisi içinde toplumsal bilinçleri şekillenmiş egemen siyasal ve toplumsal 
tasavvurdur.221 

Türk Silahlı Kuvvetleri 24. Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, Komisyonumuza askerin denetimi hususunda şu açıklamalarda bulunmuştur: 
Denetim konusunda yol alınmıştır. Sayıştay bazı yerleri biliyorsunuz denetliyor. Gayet tabii ki denetlemeli ama tabii bir de zaruretler var. Yani gizli olan şeyi 
denetlemede sıkıntı olabilir mi, olamaz mı? Bence artık o da değişiyor, olabilir çünkü Bulgar geliyor tak, tak kapıyı çalıyor Edirne’de, “Ben orduevinde 
kalacağım, yarın birliğinizi bir denetleyeceğim.” diyor. Ondan sonra, ertesi gün sabahleyin biniyorsunuz arabaya “Beni falanca zırhlı tugaya götürün, tankları 
sayacağım.” diyor, götürüyorsunuz veya sizin uçağınızı alıyor, başka bir ülke kiralıyor, gidiyor başka bir ülkenin üzerinde uçuyor veya Ukrayna’nın uçağı 
geliyor Türkiye’de Açık Semalar Anlaşması, Konvansiyonel Silahlar Anlaşması; bütün bu anlaşmalara imza koymuş bir Türkiye. O bakımdan, artık belki gizli şey olmaz yani Silahlı Kuvvetler de hiçbir zaman “Hayır.” demiyor ama yeter ki bizim saygınlığımıza şey gelecek yani öyle sanki suçüstü… Öyle empoze ediliyor. 
Dolayısıyla, demokratikleşmede adımları atmak, zamanlamak ve bir zaman-olay çizelgesi yapmak çok önemli; İspanya böyle yapmış. Hangi tarihlerde ne 
yapılacak? Bu iş böyle kısa bir şeyle olmuyor. Tam entegrasyon, demokratik leşmeyi bir bütün olarak alıyorum. Onun için bunun böyle adım adım, 
sindire sindire ve akıllıca hâl tarzları araştırarak, bularak yapılmasında fayda var.222 

Türkiye; Askeri 223 giderler için gayri safi yurt içi hâsılasının yüzde 2,4’ünü harcamakta ve 155 ülke içerisinde 15. sırada yer almaktadır. Aynı listede yer alan Fransa, gayri safi yurt içi hâsılasının yüzde 2,3’ünü, Almanya yüzde 1,3’ünü, Brezilya yüzde 1,5’ini, İtalya yüzde 1,6’sını askere harcamaktadır. 

Denetlen(e)meyen ordu sorununu Sedat Laçiner açık yüreklilikle anlatır: 

27 Mayıs’tan bu yana terör başta olmak üzere ulusal güvenlik konuları fiili olarak, hatta bazı hallerde yasal olarak sivil siyasetin yetkisinin dışına itilmiştir. 27 Mayısçılar bankacılıktan eğitime, sağlıktan dış politikaya kadar neredeyse tüm konulara müdahale ettiler. Ama asıl ilgilendikleri alan Ordu’nun yapılanması ve devlet sistemi içinde dokunulmaz hale getirilmesi oldu. Ordu mensuplarının maaşlarına okkalı zamlar ve onları Hükümetlere mahkûm etmeyecek OYAK tarzı 
mali düzenlemeler yaptılar. Zaten Menderes ve iki bakanının idam edilmiş bedenlerini gördükten sonra askerlere meydan okuyabilecek kadar ‘babayiğit sivil siyasetçi’ bulmak da artık zordu. Siyasetçiler darbeyi unutacak gibi olduklarında önce söz ile söz ile uslanmayanı ise kötek ile yola getirdiler. 1960’lar ve 1970’ler boyunca meydana gelen pek çok terör olayı ve karışıklığın içinde karanlık devlet memurlarının olması herhalde tesadüf değildir. 1970’li yıllarda tanınmış bir sağcı ile tanınmış bir solcuyu öldüren silahın aynı olması da tek bir merkezin olayları nasıl da orkestra ettiğini açık bir şekilde gösteriyor olmalıdır. Hükümeti baştan ayağı değiştiren 1971 Muhtırası’nı (veya darbesi) 12 Eylül Darbesi izlemiştir. 28 Şubat Postmodern Darbesi ile birlikte askerin siyaset üzerindeki kesin belirleyiciliği sürmüştür. Darbelerin arasında muhtıralar, muhtıraların arasında ise gizli kapılar ardında ‘ikna çalışmaları’ sivilleri iyiden iyiye sindirmiştir. Böylece siviller esas görev alanlarının barajlar, otobanlar ve duble yollar yapmak, maaşları ödemek, kredi bulmak vb. olduğuna, güvenlik konularının ise ancak askerlerce ele alınabileceğine kanaat etmişlerdir. Türkiye’nin başbakan olma rekortmeni Süleyman Demirel’e neden terörü önleyemediği sorulduğunda verdiği yanıt aslında gerçek tabloyu özetlemektedir: ‘Asker polis ne istemiş de vermemişim.’ Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere sivil yönetimler güvenlik konusundaki görevlerini askerin (ve polisin) isteklerini temin etmek olarak tanımlamışlardır. Özal gibi terör politikalarını sorgulamaya kalkanlara ise aracılar gerekli uyarılarda bulunmuş, daha da olmadı bildik yöntemler devreye girmiştir. Her kapalı yapıda olduğu gibi toplumun gözetimi altına girmeyen, denetlenmeyen, eleştirilmeyen ve hesap vermeyen terörle mücadele yapısında da ciddi çürümeler yaşanmaktadır: Türkiye yaklaşık yarım asırdır halının altına süpürdüğü gerçeklerle yüz yüze gelmektedir. Tıpkı sivil kurumları gibi, hatta belki de onlardan çok daha fazla askeri kurumlarının da ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğunu toplum daha yeni yeni keşfediyor. Çetelerden sonra, askeri kurumlardaki iç rekabet, çürüme, yolsuzluklar, ihmaller ve karanlık noktalarla yüzleşmeye hazır olmak zorundayız. 

Laçiner, düşüncelerinin devamında TSK’nın başına gelenleri şu şekilde açıklar; eleştirilmeyen, denetlenmeyen ve yanlışları konusunda uyarılmayan her kurum içten içe çürür, çürümeye ek olarak yabancı unsurların bünyesine sızmasına ve yerleşmesine uygun yapılar haline gelir: Hükümetler güvenliğin diğer alanlarıyla birlikte terörle mücadelede de şoför koltuğuna oturamamış, tüm sevk ve idare Ordu’nun eline geçmiştir. Oysa ordular doğaları gereği tüm dünyada terörle mücadelenin lideri olamazlar. Hatta gelişmiş ülkelerde sadece sivil kolluk güçlerine istisnai katkı sağlayan yapılar olabilirler. Fakat Türkiye’de Ordu terörle mücadelenin hem beyni, hem de uygulayıcısı olmuştur. Buna karşın tüm politikaları eleştiriden ve denetimden uzak tutulmuştur. Meclis Ordu’yu veya eylemlerini eleştirememiş, hükümetler buna cesaret edemezken, medya da Ordu ile ilişkilerini koruyabilmek için başını her zaman başka yönlere çevirmiştir. Oysa eleştirilmeyen, denetlenmeyen ve yanlışları konusunda uyarılmayan her kurum içten içe çürür. Çürümeye ek olarak yabancı unsurların bünyesine sızmasına ve yerleşmesine uygun yapılar haline gelirler. Bu tür kurumlarda çürük elmalar ve dış düşmanlar ile içeriden işbirlikleri artar. 

Çeteleşme de çürümenin ardından gelen bir hastalıktır. 

En kötüsü ise eleştirilmeyen, uyarılmayan ve hesap vermeyen kurumlar en temel yeteneklerini de kaybetmeye başlarlar. Önce körelme başlar, ardından pek çok yetenek kaybolur. İşte TSK’nın başına gelen de budur. Meclis tarafından sözde denetlenen, hükümetlerin asla karşısına almak istemediği, Sayıştay’ın siyasi iradenin cesareti kadar ve askerin lütfettiği kadar kışlaya girebildiği bir ortamda terörle mücadelenin asıl liderlik koltukları adeta boş kalmıştır. Meclis terörle mücadelenin fikri ve ahlaki liderliğine bir türlü geçemezken, hükümetler de terörle mücadeleyi sevk ve idare etmeyi asker ve polisin her istediğini yapmak sanmıştır. Böylece hataların hata olduğu bile görülememiş, hatalar yeni hataları getirmiş, mevcut yanlışlar kronikleşirken sorunlar içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Buna rağmen yine de hatalar görülememiş, ya da hatalar yasalar, anayasa, diğer devletler, iç ve dış hainler gibi söylemler ile perdelenmeye çalışılmıştır. 

Hataların üzerine gitmek yerine yasalar daha da sertleştirilmiş, güvenlik güçlerinin bütçeleri ve yetkileri daha da arttırılmış ve böylece mevcut gariplikler 
perdelenmiştir. Ordu içindeki iletişim mekanizmasını dahi anlayabilmiş değiliz. Sistemin çok hantal olduğunu, terörist saldırılar karşısında yavaş kaldığını, iletişim ve istihbarat problemleri yaşadığını anlıyoruz. Fakat karşımızda bu eleştirilere önem veren bir yapı da görülmüyor. Bunun yerine eleştirenleri hain ilan eden bir alınganlık var. Çünkü güvenlik güçleri bugüne kadar böyle eleştirilere alıştırılmamışlar.224 


BÖLÜM DİPNOTLARI;

215 Hikmet Özdemir (1993); s. 245, 249. müessesedir. 
216 Hikmet Özdemir (1993); s. 14, 15. 
217 Pretoryen tabiri, Antik Roma’da konsüllerin etrafında oluşan koruma birlikleridir. Pretuar alan, komutan çadırının etrafındaki alana işaret eder ve o alana girmek yasaktır. Roma’da önemli ilkelerden bir tanesi senatonun alanına kimsenin girememesiydi. Bir müddet sonra bu pretuar güçlere, hassa birlikleri oldukları için senatonun kutsal alanına girme izni verildi. Milattan sonra 2. yy’dan sonra pretuar güçler, güçlü birlikler haline geldiler. Böylelikle pretoryen güçler imparatoru deviren yerine, imparator seçen dolayısıyla kendileri için çalışan bir zümre haline geldiler. Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra bu güçler likide edildi, ama tabir kaldı. 19.yy’da Marks, Napolyon’un darbesinden sonra seçimle gelmemiş, kendini imparatorluk fikrinin sahibi olarak gören bir kesim için bu tabiri kullanmıştır. Pretoryen güç, seçilerek gelmeyen, kendini iktidarın doğal sahibi olarak gören, bunu darbeyle, entrikalarla sürdürmeye kararlı olan bir çevreyi belirtmek için kullanıldı. Modern siyaset biliminde ise, pretoryen devlet kavramı Latin Amerika’da üst üste askerî ve sivil darbeleri yapanları belirtmek için kullanılmıştır. (Ahmet İnsel, Yeni Asya Gazetesi, 25.06.2007, Erişim: 20 Eylül 2012, 
http://www.yeniasya.com.tr/2007/06/25/roportaj/default.htm) 
218 Mümtaz’er Türköne (2010); s. 49. 
219 Ahmet İnsel (2009); s. 44-48. 
220 Osman Can (2010); s. 176, 177. 
221 Ahmet İnsel (2009); s. 56-57. 
222 Hilmi Özkök, Türk Silahlı Kuvvetleri 24. Genelkurmay Başkanı, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Dinleme Tutanağı, Ankara, 4 Ekim 2012, s. 18. 
223 List of Countries by Military Expenditures, Stockholm International Peace Research Institute (SIPRI), 
(http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_countries_by_military_expenditures Erişim: 5 Kasım 2012). 
224 Sedat Laçiner; Şeffaf ve hesap veren bir ordu ihtiyacı, Radikal Gazetesi, 17 Ekim 2008. (Erişim: 13 Haziran 2012) 
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=903799&CategoryID=99 

KAYNAK PDF FORMATLI

https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss376_Cilt1.pdf

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ  DARBELERİ ARAŞTIRMA KOMİSYONU  RAPORU 
Dönem: 24 
Türkiye Büyük Millet Meclisi  Demokrasiye Girişi 
Kasım 2012   S. Sayısı: 37  
Türkiye Büyük Millet Meclisi (S. Sayısı: 376) 

***