ÖZEL HARP DAİRESİ VE ALPARSLAN TÜRKEŞ GERÇEĞİ 4
Özel Harp Dairesi ve Alparslan Türkeş Gerçeği -4-
12 Eylül öncesi ne olduğu ilmi bir anlayış ile ele alınmalıdır
1974-1980 sürecinde Türkiye’de yaşanan toplumsal olayları bu çok önemli dış faktörleri tamamen göz ardı ederek izah etmeye çalışmak metodolojik sefalet ve ilmi cinayettir
Röportaj: Fatih ERBOZ
Özel Harp Dairesi/Kontrgerilla-MHP” arasında ısrarla bir bağlantı tesis edilmesi çabalarıyla ilgili değerlendirmeniz nedir?
Gerçekler tamamen saptırılarak, Özel Harp Dairesi ile MHP arasında bir organik ilişki üretilmeye çalışılmış, Alparslan Türkeş, STD/ÖHD’nin ve onun sivil uzantısı olduğu iddia edilen Ergenekon’un kurucusu olarak tanımlanmaya çalışılmıştır. Aslında bu 1970’li yılların Türkiye siyaseti düşünüldüğünde çok akıllıca bir psikolojik operasyondur. ÖHD-MHP özdeşliği, ne kadar gündeme getirilir ise ÖHD o kadar baskı altında kalacaktır.
1974-1980 sürecinde gerçekleşen eylemlerin sonucunda 5100, çoğu genç olan insan hayatını kaybetmiştir. Bunların yarısını Marksist çizgiyi savunanlar diğer yarısını ise milliyetçi-ülkücü çizgiye oluşturanlar oluşturur. Bu matematiksel sonuç kaba bir şekilde bir güç dengesini de ifade etmektedir. Ancak 12 Eylül 1980’e gelindiğinde MHP siyasal anlamda büyük bir ilerleme kaydetmiş olmasına rağmen, Ülkücü Hareket çok ağır bir darbe yemiş durumdadır. İstanbul, İzmir başta olmak üzere Ege bölgesinde yok edilme noktasına itilmiştir. Ankara’da ise Marksist terör örgütleri büyük bir güç üstünlüğüne sahiptirler. Arkasında iddia edilen Özel Harp Dairesi’nin sistemli ve örgütsel desteği olan Ülkücü Hareket söz konusu olsaydı, 12 Eylül 1980’de güçler dengesinin bu şekilde olması mümkün olmazdı.
Siz “kontrgerilla” diye bir örgütün olmadığını mı düşünüyorsunuz?
“Kontrgerilla örgütü” kavramının ortaya çıkışı da ilginçtir. Sorgulama ve işkenceler sırasında sorgulananlara, sorgucular kendilerinin çok gizli, Genelkurmay Başkanlığına bağlı Kontrgerilla örgütünden bahsetmişler ve bu “örgütün” adı bu şekilde duyulmuştur. Oysa, kendi siyasi muhalifi olan komünistleri sorguya çeken gizli bir örgüt eğer sorguya çekeceklerini sorgulama sonrasında fiziksel olarak ortadan kaldırmayacak ise varlığını açıklamaz hele muhaliflere hiç açıklamaz.. “Kontrgerilla”, bir örgütten çok sorgulamada sorgulananları psikolojik olarak yıkmak için kullanılmış bir psikolojik operasyon aracı, sanal bir örgüttür. Sorgulamaları ise Emniyet ve MİT’ten bir uzman heyetin yaptığını anılarından anlıyoruz. Sorgulamalarda askerin etkisi Sıkıyönetim Komutanlığı aracılığı ile olmuştur. Özetle, ben kastedildiği şekli ile “Özel Harp Dairesi” eksenli olarak oluşmuş bir “Kontrgerilla” örgütünün olmadığına inanıyorum.
Kontrgerilla yok diyorsunuz. Ancak ortada büyük iddialar var. Örneğin 6-7 Eylül 1955’de İstanbul’da Rum kökenli yurttaşlara karşı girişilen eylemlerin arkasında Seferberlik Tetkik Dairesi tarafından düzenlendiği iddia ediliyor. Ecevit Kılıç da bu görüşte zaten...Bence bu iddia akla aykırı. 1955’de Seferberlik Tetkik Kurulu daha çok genç, karargah kuruluşunu Ağustos 1995’de ancak tamamlamış bir örgüttür. Seferberlik Tetkik Dairesi Başkanı Daniş Karabelen de 25 Ağustos 1955’de görevinden alınmış ve yerine bir başka atama yapılmamıştır. Her şeyden önce bu kadar önemli bir operasyonu yürütecek bir örgütün başsız bir şekilde operasyona sokulması akla aykırıdır.
Öte yandan 6-7 Eylül olayları ise bizzat Başbakan Adnan Menderes tarafından yönetilmiş bir operasyondur. Operasyona Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalanmasına Selanik Başkonsolosu aracılığı ile Dışişleri Bakanlığı, propaganda boyutuna Demokrat Parti’nin yayın organı ve DP’li milletvekili Mithat Perin’in Ekspres adlı gazetesi, İçişleri Bakanlığı ve istihbarat örgütü dahil olmuşlardır. 6-7 Eylül olaylarının gerçek amacı, Rum sermayesinin tasfiye edilerek, politik temsilciliğini DP’nin yaptığı Anadolu girişimcilerine yol açmaktır. Seferberlik Tetkik Dairesi’nin 6-7 Eylül ile ilişkilendirilmesinin temel gerekçesi olarak ortaya bir dönem bu örgütte komutanlık yapmış olan E. Org. Sabri Yirmibeşoğlu’nun 6-7 Eylül olayları için “özel harp operasyonu” demiş olmasıdır. Bunun anlamı, olayların Seferberlik Tetkik Dairesi tarafından düzenlendiği değil, operasyonun tekniğinin özel harp tekniği olduğudur.
Peki 12 Eylül öncesinde kontrgerilla yok ise tahrikleri kim yaptı? Bu çok iyi bir soru. Çünkü 12 Mart öncesinde de 12 Eylül öncesinde de bir hatta bir çok tahrik merkezi var. MHP Genel Başkanı A. Türkeş ve Genel Merkezi’nin olayların durması için yaptıkları her girişimden sonra yeni bir tahrik girişimi gerçekleşiyor. Örneğin, MHP Genel Merkezi, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” sloganını yasakladıkça sanki bir el bütün Ankara’yı bu slogan ile donatıyor. Bazı sol merkezlere ve kişilere yapılan toplu katliam türü saldırılar var. Bu eylemler Ülkücü Harekette de şaşkınlık yaratıyor. Bazı silahların iki tarafın eylemlerinde kullanıldığı tespit ediliyor. Özetle 12 Eylül öncesinde ortada Ülkücü Hareket ve komünist eylemciler dışında başka unsurlar var.
Kimlerin olduğunu Türkiye’nin uluslararası ilişkiler zeminindeki konumundan bağımsız olarak belirleyemeyiz. Bu unsurların kim olduğunu tespit etmek için önce doğru yöntemi tespit etmeli sonra bu yöntem ile olguları tespit etmeliyiz. Soğuk Savaş döneminde Türkiye öncelikle Sovyetler Birliği’nin ve müttefiklerinin hedefi. Sovyet istihbaratı Türkiye’deki istikrarsızlaştırmadaki önemli unsurlardan birisi. Aynı husus Bulgar istihbaratı için de geçerli. 1974 sonrasında Yunan istihbaratının da Türkiye’deki çatışma zeminin gelişmesi için çalıştığını biliyoruz.
Sovyetlerin en sadık müttefiki Bulgaristan, Türkiye’de terörizm sürecinde kullanılan silahların ana kaynağı olmuştur. Sovyetlerin de 1970’li yıllarda Türkiye’de Moskova çizgisindeki birçok Marksist örgüte destek verdiği bilinmektedir. Batı Dünyası da 1970’li yıllarda çıkan çatışmalarda Türkiye’den Kıbrıs Barış Harekatının intikamını almıştır. Özetle, Türkiye çok boyutlu bir istikrarsızlaştırma operasyonu ile karşı karşıyadır.
Suriye istihbaratının olayların içinde olduğu örneğin Kahramanmaraş’taki eylemlerde önemli bir rol oynadığını biliyoruz. Örneğin MHP ve Ülkücü Hareket’in üzerine yıkılmaya çalışılan Kahramanmaraş olayları çok önemli bir örnek olaydır. Olaylar gerçekleşirken CHP iktidardadır. CHP’li İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı olaylardan hemen sonra Kahramanmaraş Olaylarını komünist örgütlerin gerçekleştirdiğini açıklamış ve Ecevit tarafından görevden alınmıştır.
Kahramanmaraş olaylarından Devrimci Halkın Birliği Örgütü lideri Garbis Altınyan olaylarının tertipçisi olduğu gerekçesi ile Adana Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından 1982’de mahkum edilmiştir. Kahramanmaraş’ta olayların çıkmasına neden olan iki sol görüşlü öğrencinin öldürülmesinin DHKP/C Dev-Savaş örgütü içinde bir fraksiyon çatışmasının sonucu olduğunu ve bu cinayetlerden dolayı bu örgütün iki militanının 1984’de idam cezasına mahkum olmuşlardır. PKK’lı teröristlerin olaylarda etkin rol üstlendiği Adana Sıkıyönetim Mahkemesinin 1986/104 tarihli kararı ile tespit edilmiştir. Ve basın tarafından Kahramanmaraş Olaylarının 1 nolu sanığı olarak sanki suçlu imiş gibi takdim edilen Ökkeş Kenger (Şendiller) Adana Sıkıyönetim Mahkemesi’nin kararı ile beraat etmiştir. Bütün bunlardan sonra Kahramanmaraş olayları için MHP-Kontrgerilla işbirliği demek bence eğer cahillik değil ise büyük bir çarpıtmadır. Demek ki 1974-1980 sürecinde yaşanan olayları bu çok önemli dış faktörleri tamamen göz ardı ederek izah etmeye çalışmak metodolojik bir sefalettir.
Peki, Türk devleti içinde bir grup veya gizli bir örgüt sistemli bir şekilde MHP’yi ve Ülkücü Hareketi desteklemiş olabilir mi? 12 Eylül öncesinde toplumun genel hatlar üzerinde nasıl bölünmüş olduğunu bilen herkes böyle bir bütünsel örgütsel desteğin mümkün olamayacağının farkında olmalıdır. Çünkü 12 Eylül öncesinde belli ölçüler içerisinde polis, istihbarat ve asker de Türkiye’deki bölünmüşlüğün bir parçası haline gelmişlerdir. Polis örgütü milliyetçi ve solcu olmak üzere iki örgütsel yapı oluşturmuştur.
Ordu içerisinde belirgin bir bölünmüşlük subay kadrosuna sızmıştır. Bazı subaylar komünist örgütlerde ülkücülere karşı kanlı eylemler gerçekleştirmişlerdir. Bu bölünmüşlüğü kısmen engellemek amacı ile 1978 Harp Okulu mezunlarının tamamı komünist oldukları gerekçesi ile ordudan atılmıştır. Bir çok subay da ülkücü oldukları için ordudan uzaklaştırılmıştır.
Bütün bu kurumlar gibi nihayet Özel Harp Dairesi de değişik görüşlerde insanlardan oluşmaktadır. Bu dairenin sistemli bir şekilde MHP’yi ve Ülkücü Hareketi desteklemesi gibi bir süreç derhal bütün kanıtları ile ortaya dökülecektir. Peki bu tespitin anlamı, 1974-1980 sürecinde bürokrasinin özellikle de güvenlik bürokrasisinin tamamen terör sürecinin dışında kaldığı mıdır? Hayır bu zaten mümkün değildir. Bürokrasi terör sürecine üç temel şekilde bulaşmıştır. Sol eğilimli güvenlik bürokratları Marksist örgütlere lojistik dahil her türlü desteği vermişler ve hatta komünist polisler MHP Genel Merkezini basarak makinalı tüfeklerle taramışlardır.
Nedense kimse “kontrgerilla-sol örgütler” işbirliğinden bahsetmemiştir. Milliyetçi güvenlik bürokratlarda bireysel zeminde Ülkücü Harekete lojistik destek vermiştir. Üçüncü tavır ise, devletçi güvenlik bürokratları tarafından sergilenen denge politikası olmuştur. Örneğin Ankara’da Emek 4. Caddeyi denetim altına alan komünist örgütlerin etkin olduğu Diyarbakır Yurdunu dengelemek amacı ile Emek 8. Cadde üzerinde Nenehatun Öğrenci Yurdu kurulmuş ve ülkücü gençlerin etkin olmasına yardımcı olunmuştur.
Sonuç olarak ortada ileri sürüldüğü gibi bir örgütsel yapının olduğunu ispatlamak için gereken kanıtlar yok. Ben de size 12 Eylül öncesinde şu örgütsel yapılar vardı diyemem ancak neyin olmadığını kanıtlar gösteriyor. 12 Eylül öncesinde ne olduğu ise ayrı bir araştırma konusudur. Bu araştırma bilimsel bir anlayış ile, ideolojik önyargıdan uzak, bilgiye dayanarak yapılmalıdır.
1974-1980 sürecinde Türkiye’de yaşanan toplumsal olayları bu çok önemli dış faktörleri tamamen göz ardı ederek izah etmeye çalışmak metodolojik sefalet ve ilmi cinayettir
Röportaj: Fatih ERBOZ
Özel Harp Dairesi/Kontrgerilla-MHP” arasında ısrarla bir bağlantı tesis edilmesi çabalarıyla ilgili değerlendirmeniz nedir?
Gerçekler tamamen saptırılarak, Özel Harp Dairesi ile MHP arasında bir organik ilişki üretilmeye çalışılmış, Alparslan Türkeş, STD/ÖHD’nin ve onun sivil uzantısı olduğu iddia edilen Ergenekon’un kurucusu olarak tanımlanmaya çalışılmıştır. Aslında bu 1970’li yılların Türkiye siyaseti düşünüldüğünde çok akıllıca bir psikolojik operasyondur. ÖHD-MHP özdeşliği, ne kadar gündeme getirilir ise ÖHD o kadar baskı altında kalacaktır.
1974-1980 sürecinde gerçekleşen eylemlerin sonucunda 5100, çoğu genç olan insan hayatını kaybetmiştir. Bunların yarısını Marksist çizgiyi savunanlar diğer yarısını ise milliyetçi-ülkücü çizgiye oluşturanlar oluşturur. Bu matematiksel sonuç kaba bir şekilde bir güç dengesini de ifade etmektedir. Ancak 12 Eylül 1980’e gelindiğinde MHP siyasal anlamda büyük bir ilerleme kaydetmiş olmasına rağmen, Ülkücü Hareket çok ağır bir darbe yemiş durumdadır. İstanbul, İzmir başta olmak üzere Ege bölgesinde yok edilme noktasına itilmiştir. Ankara’da ise Marksist terör örgütleri büyük bir güç üstünlüğüne sahiptirler. Arkasında iddia edilen Özel Harp Dairesi’nin sistemli ve örgütsel desteği olan Ülkücü Hareket söz konusu olsaydı, 12 Eylül 1980’de güçler dengesinin bu şekilde olması mümkün olmazdı.
Siz “kontrgerilla” diye bir örgütün olmadığını mı düşünüyorsunuz?
“Kontrgerilla örgütü” kavramının ortaya çıkışı da ilginçtir. Sorgulama ve işkenceler sırasında sorgulananlara, sorgucular kendilerinin çok gizli, Genelkurmay Başkanlığına bağlı Kontrgerilla örgütünden bahsetmişler ve bu “örgütün” adı bu şekilde duyulmuştur. Oysa, kendi siyasi muhalifi olan komünistleri sorguya çeken gizli bir örgüt eğer sorguya çekeceklerini sorgulama sonrasında fiziksel olarak ortadan kaldırmayacak ise varlığını açıklamaz hele muhaliflere hiç açıklamaz.. “Kontrgerilla”, bir örgütten çok sorgulamada sorgulananları psikolojik olarak yıkmak için kullanılmış bir psikolojik operasyon aracı, sanal bir örgüttür. Sorgulamaları ise Emniyet ve MİT’ten bir uzman heyetin yaptığını anılarından anlıyoruz. Sorgulamalarda askerin etkisi Sıkıyönetim Komutanlığı aracılığı ile olmuştur. Özetle, ben kastedildiği şekli ile “Özel Harp Dairesi” eksenli olarak oluşmuş bir “Kontrgerilla” örgütünün olmadığına inanıyorum.
Kontrgerilla yok diyorsunuz. Ancak ortada büyük iddialar var. Örneğin 6-7 Eylül 1955’de İstanbul’da Rum kökenli yurttaşlara karşı girişilen eylemlerin arkasında Seferberlik Tetkik Dairesi tarafından düzenlendiği iddia ediliyor. Ecevit Kılıç da bu görüşte zaten...Bence bu iddia akla aykırı. 1955’de Seferberlik Tetkik Kurulu daha çok genç, karargah kuruluşunu Ağustos 1995’de ancak tamamlamış bir örgüttür. Seferberlik Tetkik Dairesi Başkanı Daniş Karabelen de 25 Ağustos 1955’de görevinden alınmış ve yerine bir başka atama yapılmamıştır. Her şeyden önce bu kadar önemli bir operasyonu yürütecek bir örgütün başsız bir şekilde operasyona sokulması akla aykırıdır.
Öte yandan 6-7 Eylül olayları ise bizzat Başbakan Adnan Menderes tarafından yönetilmiş bir operasyondur. Operasyona Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalanmasına Selanik Başkonsolosu aracılığı ile Dışişleri Bakanlığı, propaganda boyutuna Demokrat Parti’nin yayın organı ve DP’li milletvekili Mithat Perin’in Ekspres adlı gazetesi, İçişleri Bakanlığı ve istihbarat örgütü dahil olmuşlardır. 6-7 Eylül olaylarının gerçek amacı, Rum sermayesinin tasfiye edilerek, politik temsilciliğini DP’nin yaptığı Anadolu girişimcilerine yol açmaktır. Seferberlik Tetkik Dairesi’nin 6-7 Eylül ile ilişkilendirilmesinin temel gerekçesi olarak ortaya bir dönem bu örgütte komutanlık yapmış olan E. Org. Sabri Yirmibeşoğlu’nun 6-7 Eylül olayları için “özel harp operasyonu” demiş olmasıdır. Bunun anlamı, olayların Seferberlik Tetkik Dairesi tarafından düzenlendiği değil, operasyonun tekniğinin özel harp tekniği olduğudur.
Peki 12 Eylül öncesinde kontrgerilla yok ise tahrikleri kim yaptı? Bu çok iyi bir soru. Çünkü 12 Mart öncesinde de 12 Eylül öncesinde de bir hatta bir çok tahrik merkezi var. MHP Genel Başkanı A. Türkeş ve Genel Merkezi’nin olayların durması için yaptıkları her girişimden sonra yeni bir tahrik girişimi gerçekleşiyor. Örneğin, MHP Genel Merkezi, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” sloganını yasakladıkça sanki bir el bütün Ankara’yı bu slogan ile donatıyor. Bazı sol merkezlere ve kişilere yapılan toplu katliam türü saldırılar var. Bu eylemler Ülkücü Harekette de şaşkınlık yaratıyor. Bazı silahların iki tarafın eylemlerinde kullanıldığı tespit ediliyor. Özetle 12 Eylül öncesinde ortada Ülkücü Hareket ve komünist eylemciler dışında başka unsurlar var.
Kimlerin olduğunu Türkiye’nin uluslararası ilişkiler zeminindeki konumundan bağımsız olarak belirleyemeyiz. Bu unsurların kim olduğunu tespit etmek için önce doğru yöntemi tespit etmeli sonra bu yöntem ile olguları tespit etmeliyiz. Soğuk Savaş döneminde Türkiye öncelikle Sovyetler Birliği’nin ve müttefiklerinin hedefi. Sovyet istihbaratı Türkiye’deki istikrarsızlaştırmadaki önemli unsurlardan birisi. Aynı husus Bulgar istihbaratı için de geçerli. 1974 sonrasında Yunan istihbaratının da Türkiye’deki çatışma zeminin gelişmesi için çalıştığını biliyoruz.
Sovyetlerin en sadık müttefiki Bulgaristan, Türkiye’de terörizm sürecinde kullanılan silahların ana kaynağı olmuştur. Sovyetlerin de 1970’li yıllarda Türkiye’de Moskova çizgisindeki birçok Marksist örgüte destek verdiği bilinmektedir. Batı Dünyası da 1970’li yıllarda çıkan çatışmalarda Türkiye’den Kıbrıs Barış Harekatının intikamını almıştır. Özetle, Türkiye çok boyutlu bir istikrarsızlaştırma operasyonu ile karşı karşıyadır.
Suriye istihbaratının olayların içinde olduğu örneğin Kahramanmaraş’taki eylemlerde önemli bir rol oynadığını biliyoruz. Örneğin MHP ve Ülkücü Hareket’in üzerine yıkılmaya çalışılan Kahramanmaraş olayları çok önemli bir örnek olaydır. Olaylar gerçekleşirken CHP iktidardadır. CHP’li İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı olaylardan hemen sonra Kahramanmaraş Olaylarını komünist örgütlerin gerçekleştirdiğini açıklamış ve Ecevit tarafından görevden alınmıştır.
Kahramanmaraş olaylarından Devrimci Halkın Birliği Örgütü lideri Garbis Altınyan olaylarının tertipçisi olduğu gerekçesi ile Adana Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından 1982’de mahkum edilmiştir. Kahramanmaraş’ta olayların çıkmasına neden olan iki sol görüşlü öğrencinin öldürülmesinin DHKP/C Dev-Savaş örgütü içinde bir fraksiyon çatışmasının sonucu olduğunu ve bu cinayetlerden dolayı bu örgütün iki militanının 1984’de idam cezasına mahkum olmuşlardır. PKK’lı teröristlerin olaylarda etkin rol üstlendiği Adana Sıkıyönetim Mahkemesinin 1986/104 tarihli kararı ile tespit edilmiştir. Ve basın tarafından Kahramanmaraş Olaylarının 1 nolu sanığı olarak sanki suçlu imiş gibi takdim edilen Ökkeş Kenger (Şendiller) Adana Sıkıyönetim Mahkemesi’nin kararı ile beraat etmiştir. Bütün bunlardan sonra Kahramanmaraş olayları için MHP-Kontrgerilla işbirliği demek bence eğer cahillik değil ise büyük bir çarpıtmadır. Demek ki 1974-1980 sürecinde yaşanan olayları bu çok önemli dış faktörleri tamamen göz ardı ederek izah etmeye çalışmak metodolojik bir sefalettir.
Peki, Türk devleti içinde bir grup veya gizli bir örgüt sistemli bir şekilde MHP’yi ve Ülkücü Hareketi desteklemiş olabilir mi? 12 Eylül öncesinde toplumun genel hatlar üzerinde nasıl bölünmüş olduğunu bilen herkes böyle bir bütünsel örgütsel desteğin mümkün olamayacağının farkında olmalıdır. Çünkü 12 Eylül öncesinde belli ölçüler içerisinde polis, istihbarat ve asker de Türkiye’deki bölünmüşlüğün bir parçası haline gelmişlerdir. Polis örgütü milliyetçi ve solcu olmak üzere iki örgütsel yapı oluşturmuştur.
Ordu içerisinde belirgin bir bölünmüşlük subay kadrosuna sızmıştır. Bazı subaylar komünist örgütlerde ülkücülere karşı kanlı eylemler gerçekleştirmişlerdir. Bu bölünmüşlüğü kısmen engellemek amacı ile 1978 Harp Okulu mezunlarının tamamı komünist oldukları gerekçesi ile ordudan atılmıştır. Bir çok subay da ülkücü oldukları için ordudan uzaklaştırılmıştır.
Bütün bu kurumlar gibi nihayet Özel Harp Dairesi de değişik görüşlerde insanlardan oluşmaktadır. Bu dairenin sistemli bir şekilde MHP’yi ve Ülkücü Hareketi desteklemesi gibi bir süreç derhal bütün kanıtları ile ortaya dökülecektir. Peki bu tespitin anlamı, 1974-1980 sürecinde bürokrasinin özellikle de güvenlik bürokrasisinin tamamen terör sürecinin dışında kaldığı mıdır? Hayır bu zaten mümkün değildir. Bürokrasi terör sürecine üç temel şekilde bulaşmıştır. Sol eğilimli güvenlik bürokratları Marksist örgütlere lojistik dahil her türlü desteği vermişler ve hatta komünist polisler MHP Genel Merkezini basarak makinalı tüfeklerle taramışlardır.
Nedense kimse “kontrgerilla-sol örgütler” işbirliğinden bahsetmemiştir. Milliyetçi güvenlik bürokratlarda bireysel zeminde Ülkücü Harekete lojistik destek vermiştir. Üçüncü tavır ise, devletçi güvenlik bürokratları tarafından sergilenen denge politikası olmuştur. Örneğin Ankara’da Emek 4. Caddeyi denetim altına alan komünist örgütlerin etkin olduğu Diyarbakır Yurdunu dengelemek amacı ile Emek 8. Cadde üzerinde Nenehatun Öğrenci Yurdu kurulmuş ve ülkücü gençlerin etkin olmasına yardımcı olunmuştur.
Sonuç olarak ortada ileri sürüldüğü gibi bir örgütsel yapının olduğunu ispatlamak için gereken kanıtlar yok. Ben de size 12 Eylül öncesinde şu örgütsel yapılar vardı diyemem ancak neyin olmadığını kanıtlar gösteriyor. 12 Eylül öncesinde ne olduğu ise ayrı bir araştırma konusudur. Bu araştırma bilimsel bir anlayış ile, ideolojik önyargıdan uzak, bilgiye dayanarak yapılmalıdır.
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/ozel-harp-dairesi-ve-alparslan-turkes-gercegi-4-32045h.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder