17 Nisan 2020 Cuma

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN İN 31. AÇILIŞ TÖRENİ KONUŞMASI.,

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN İN 31. AÇILIŞ TÖRENİ KONUŞMASI.,




Sayın Cumhurbaşkanı Vekili,
Sayın Başbakan,
Sayın Genelkurmay Başkanı,
Sayın Anamulıaletel Partisi Başkanı,
Sayın Yüksek Mahkemeler Başkanları,
Sayın Bakanlar,
Sayın Kuvvet Komutanları,

Görevde ve Çalışan saygı değer hukukçu meslektaşlarım, Rektörler ve tüm sayın konuklar;

     Kuruluş Yasamız gereğince düzenlenen bu geleneksel törenden önceki haftayı üzüntüyle kapattık. 
     Son 24 saatin 1 saatten fuzlasını yem üyemizin andiçme törenine katıldıktan sonra kimi ulusal, Uluslararası ve yargı sorunları üzerinde söyleşerek bizimle geçiren 8. Cumhurbaşkanım beklenmedik biçimde ve zamansız yitirdik. 
     Genelde duygusal, konuşkan, hızlı, değişik, olayına göre  direngen ve uzlaşmacı, rahat ve de atak birisiydi. 

Ölümüyle bile sürpriz yaptı. 

Yorgun ama mutlu döndüğünü söylediği dış geziden olaylar ve tunlar iletmişti. 
Kimi hukuksal konularda ve ilkelerde görüş ve düşünce ayrılıklarımıza karşın, ilişkilerimiz, konumlarımızın gerektirdiği düzeyde uygar biçimde yrümüş  kimi işlemlerden kaynaklanan kimi görevsel karşıtlıklarımız bu durumu asla etkilememiştir. 

    Devlete, kurumlara saygımız her zaman vurgulanmıştır. 

Siyasal yaşamımızın bu renkli kişisinden yaptıklarıyla her zaman söz edilecek ve gerçek yargıyı tarih verecektir. 
Yitirdiğimiz saat içinde sayın eşlerine ulaşarak  duygularımı sundum. 

Kendisini saygıyla anıyor, Tanrımın engin minnet ve sevecenliğini, Ulusumuza ve acılı ailesine baş saglıgıyla birlikte diliyoıuın.

   Büyük ulusumuz, büyük evlatlar yetiştirmiş, büyük devrimler gerçekleştirip büyük devletler kurmuştur. 

TBMM'nin, devletin başı sıfatıyla Türkiye Cumlmriyeti'ni ve Türk Ulusu'nu birliğini temsil ederek Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarınım düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetecek, andına uygun çabalarıyla tüm özlemleri doyuracak bir 
Cumhurbaşkanı seçeceğine; ulusal egemenliği, ulusal istençle yansıtıp yaşama geçiren Demokrasi, kişilere değil, kural ve kurallara dayanan bir düzen olduğu için ilkelerde birleşeceğine, karanlığın gelmeyeceğine anıtı aydınlığın artacağına 
inanıyorum. Ekonomik, sosyal ve siyasal sorumluluklarımıza yeni bir sorun eklenmemesi, başta Cumhurbaşkanlığı seçimi olmak üzere ilgili konularla ülke sorunlarında hepimizi yüceltecek sonuçların alınması en içtenlikli dileğimdir.

Bağsız - koşulsuz Yüce Türk Ulusu'nun olan Egemenliği, Yargılama alanında ulus adına kullanma yetkisini taşıyan yüksek mahkemelerden birisi bulunan, insan haklarına dayanan demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletinin tüm çağdaş nitelikleriyle gerçekleşmesi için özveriyle sürdürdüğü anayasa yargısı çalışmasıyla hukuk devletinin simgesi ve güvencesi sayılan Anayasa Mahkemesi, 31. kuruluş yıl dönümünü sizlerin katılmasıyla kutlamaktan büyük mutluluk duymaktadır.

   Anayasalar, bireylerin hak ve özgürlüklerini güvenceye bağlayıp hukuksal tanımıyla ulusu ve ülkeyi kapsayan devletin yapılanmasının ve işlemesinin siyasal ve ahlaka uygunluğunu amaçlayan temel belgeler olduğundan yaşamsal önemleri açıktır. 

   Anayasalar ulusal dayanışmanın ve toplumsal barışın dayanağı, mutluluk ve erincin kaynağı, hukuk devletinin çağdaş aşaması "anayasal demokrasi İlim ocağı, ulusal onurun somutlaşmasıdır. Bu temel değerde, özellikle ilkeler bağlamında birleşmek, devleti oluşturan güçlerin varlık nedenleri bilinmelidir. Ulusal Kurtuluş .Savaşının zillerle sonuçlanması, demokrasinin özü sayılan Cumhuriyet'le başlayan Türk Devletini güç koşullara, yoksunluklara, hayinliklere karşın başarıyla sürdürülerek, kimi üzücü durumlar geçse de genelde kıvanç duyduğumuz düzeyin sağlanması, gücümüzün ürünü, yaşamımızın en anlamlı 
ödülüdür.

   Bağımsızlık, özgürlük ve egemenlik olgularının yüceliği, demokrasinin erdemi, ulusal bilincimizin mayasıdır. 

Ülkemizi, kimi iç ve dış destekli girişimlerle karanlığa çekmek, bataklığa sürüklemek oyunları, hukukun etkinliğikarşısında amacına ulaşamayacaktır. Anayasa, hukukun en saygın hiçimde yansıtan, ulusal and biçiminde yaşama geçiren, devlete ilişkin gereksinimlerle özlemleri doyuran içeriğiyle üstün kurallar anıtıdır. 

   Günümüzde değerini, anayasa yargısı anlayışı ortaya koymaktadır. Anayasa kavramı, anayasa bilinci ve anayasa düzeyi, anayasa yargısıyla anlam kazanmak ta, anayasa yargısı tüm anayasanın göstergesi olarak algılanmakta dır. 
"Anayasa böyle anlaşılır, böyle uygulanır" diyerek bir yasa kuralını anayasaya aykırı bulma ya da bulmama yargısını teknik bakımdan anlatan "yorum yetkisi"nin Yalnız Anayasa Mahkemesi'ne verilmesi, Çağdaş Demokrasinin bu Mahkemenin kararlarıyla biçimlenmesi nedeniyle "Anayasal Demokrasi" dönemini açmıştır. Mahkemenin tutumu, Türkiye Cumhuriyetinde anayasa bilincinin ne ölçüde gelişip kökleştiğinin kanıtıdır. Sorumluluğunu hiç unutmadan, bağımsız yapısını güçlendirecek özenli, duyarlı ve yansız çalışmalarıyla hukuksal aydınlığımızı artırmakta, ilerici katkılarıyla çizgisini yükseltmektedir. 
Siyasayı hukuksallaştırmak çabasının kurumlaşması anayasa ile geçerlilik kazanır. Anayasa Mahkemesinin siyasayla doğal ve salt hukuksal ilişkisi, devletin varlığı ve siyasanın işleviyle, anayasa siyasasını öncelikle gündemde tutacak, böylece en gerçekçi, en doyurucu en sağlıklı anayasa gerçekleşecek, hukukla siyasanın bağlantısı, en yapıcı ve en uygar düzeye gelecektir. 

  Hukukla adaletin çatışması, hukukun siyasayı engellemesi gibi olumsuzluklar, bu yöndeki kuruntu ve kuşkular da kalkacak, siyasanın devingenliği hukukun öncülük ve yol göstericiliğinde daha yararlı sonuçlar verecektir. Anayasa yargısı, 
hukukla siyasayı bağdaştıran, bu iki toplumsal öğenin sınırını çizen bilimsel bir olgu, kamuoyuna hukuksal çağrılarıyla demokrasinin gerçek güvencesidir. Anayasayı koruma görevi, temel hak ve özgürlükleri korumakla birdir ve bunun 
yasa koyucuya karşı olması da işlerin doğası gereği çok doğaldır. Anayasa yargısının sağlayacağı dinginlik, getireceği ölçüler, devleti devlet yapan özelliklerdir. Halkların kutsallığı, insan değerinin hukukla dokunmasına bağlıdır, insanı ve hakkını gözardı eden hiçbir düzenleme, sınırsız ve denetimsiz yasama işlevi hukukla bağdaşamaz. 
Bu tür durumların ulusal istence ve bu yolla ulusal egemenliğe dayandırılması da inandırıcı olamaz. Anayasal ölçütler, demokrasinin varlık koşuludur.

Devlet yönetiminde bir hizmet yarışı, görev anlayışı vc çalışma yöntemi sayılan siyasanın, çatışına nedeni yapılmadan, hukuk bir baskı ya da istemleri engelleme aracı kılınmadan, katılımcılığın ve çoğulculuğun tüm gerekleriyle yürütülmesinde 
yargıya önemli görevler düşmektedir. Haksızlıkları ve adaletsizlikleri önleyerek devlete inan ve güveni anırmak görevi, her ilgiliyi gönendirir. Değinilecek nice sorunları bulunmasına karşın hukuk ve ytırgı konularında yineleme sayılacak 
görüşlerden ve ayrıntıdan kaçınıyorum.

ÇALIŞMALARIMIZ.,



Anayasa Mahkemesi 1962 ilen 1993 Mart ayı sonuna değin 464 iptal davasından 212 sini İptalle, 249 unu Red ile sonuçlandırmış 
olup 3 dava İncelenmektedir. 

Bu süre içinde 1178 itiraz davasından 117 si iptalle. 1056 sı redle sonuçlanmış olup 5 davanın incelenmesi sürmektedir.

6.10.1983 den 31.3.1993 e değin siyasal partiler için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan 29 ihtar başvurusundan 20 si uygun bulunmuş, 9 u yerinde görülmemiştir.

6.3.1979 dan 31.3.1993 e değin yine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca siyasal partilerin kapatılması istemiyle açılan 17 Davadan 5 i kapatmayla 8 i redle sonuçlanmış olup 4 davanın incelenmesi tamamlanmak üzeredir.

1962 den 31.3.1993 e değin TBMM üyeliğinin düşmesi ve dokunulmazlığın kaldırılmasına ilişkin kararlara karşı 20 itiraz başvurusundan 14 ü iptalle sonuçlanmış, 6 sı reddedilmiştir.

1962 den bu yana 470 kişisel başvuru reddedilmiş, son oııbir yılda da değişik işler türünden 119 başvurunun 118 i karara bağlanmış olup, 1 ri eldedir.


1978 den bugüne değin siyasal partilerin 140 mali denetim dosyasından 95 i sonuçlandırılmış olup 45 inin incelenmesi anlamlan ma aşamasındadır.


YENİ ANAYASA

Ulusumuza lıer yönden layık olduğu yeni bir anayasa hazırlama çalışmalarını, çok olumlu bir girişim ve başardıklarında sahiplerini ımultılmaz kılacak övgüye değer çaba olarak karşılıyorum. Yasalar konusunda önceden görüş, kanı, oy açıklama 
yasağına özenle uymaktayız ama, öz yönünden denetimimize kapalı olan Anayasa için bilgi ve deneyimlerimizi ulusumuzun yararına sunmaya hazırız. Uygulamanın ve öğretinin görüşlerinden yararlanmamak, kimi yanlışlıklara, bu da ilerde üzüntü ve pişmanlıklara neden olur. 
Anayasa hepimizin dir. Geçen yılki öneri ve eleştirilerimi yineliyorum, onlara ilgi gösterileceğini umuyorum.

Anayasanın  geçici 15. maddesinin son fıkrası öncelikle kaldırılabilir.

Yargının bağımsızlığını ve yargıç güvencesini bağımsız devlet olma koşulu saydığımdan, Cumhuriyetle birlikte Atatürk ilkelerini temel edinen devletimize parlamenter rejimin gereklerine uygun bir çağdaş Anayasa kazandırırken 
devletin tüm işlem ve eylemleri yargı denetimine açık tutulmalıdır. 

Güçler ayrılığı, uyumlu çalışma, ilke edinilerek belirgin çizgilerle uygulanmalıdır. Devletimizin kuruluş felsefesi, günümüzün ortamı ve koşullarıyla ülkemizin özelliği ve önerenlerin tutumlarıyla açıklanan görüşleri karşısında, ayrıntıya girmeden, Başkanlık sistemini yararlı bulmadığımı açıklıkla belirtiyorum. Yasama organına sunulan değiştirilecek Anayasa maddeleri arasında yargı bağımsızlığına ilişkin olana öncelik verilmemesi, bu maddenin ele alınmayıp özel radyo TV'ler gibi tüm oldu bittiler ile geçerlik kazandırma ivediliği düşündürücüdür.

Yasama dokunulmazlığı da sorumsuzluk kuramıma dönüştürülmemelidir.

Anayasa yargısını... giderek önemini artırması, etki alanın, genişletmesi, dünyada bu işlerle yükümlü mahkemelerin kurulmasının hızlanması. Avrupa Anayasa Mahkemeleri Konferansının kurucu üyelerinden olduğumuz ve görevin 
özelliği gözetilerek, Anayasa Mahkemesinin konumu, üye seçiminden kuruluşuna değin yapısı, yetkileri yeniden düzenlenmelidir. Mahkemenin tam bağımsızlığı için bütçesinden, üyelerinin özlük haklarına değin dünya örnekleri gözetilmeli, üyelerini belirlenecek koşullara göre her organ doğrudan seçilmeli ve yasama organına da bu hak tanınmalıdır. 

  Aylıklarda Başkan-Üye ayırımı ve anayasal düzeni KHK'yle tersine çeviren uygulama kalkmalı, Şikayet, yürütmenin durdurulması yolları açılmalı, kararları etkisiz kılacak yeni yasa ve anayasa değişikliklerine gidilmemelidir.

Siyasal Partilerin denetimi daha yapıcı duruma getirilmeli, gereksiz sınırlamalarla kurulma ve çalışma serbestisine aykırı kurallar kaldırılmalı, Anayasa Mahkemesi'ne akçalı yönden yalnızca yaptırımı belirleme yetkisi bırakılmalıdır.

  Adalet Ekmek gibidir. Hattâ ekmekten de önemlidir. Ekmeksiz kalınabilir, Adaletsiz kalınamaz. 
Muhalefetteyken adaletten söz edip iktidarda unutmak çelişkisi hiçbir zaman yaşanmamalıdır. Herkese her zammı gerekli olacak adalete saygı, kişinin kendine, topluma saygısının başlangıcıdır. Yaşam hakkı, hak mama özgürlüğü, kişiliğin onur ve erdem sayılan haklarıyla ve özgürlükleriyle tümleştiği gerçeği herkesi uyarmalı ve düşündürmelidir. 

  Hukukçular geçer, hukuk kalır; Anayasa ve Yasalar geçer, Kurumlar ve düzen kalır. 
Ulusu da bunların varlığı ve aydınlığı yaşatır. Hukukun üstünlüğü ilkesi, hukuk devletinin sözde değil, özde varlığının kanıtıdır.

AÇIKLAMA VE GÖRÜŞLER

Erkler arasındaki uyuma, yargıda işlev özelliğine, ilişkilerdeki uygar anlayışa, birlikteliğe, temsilcilerinden tüm çalışanlarına değin dayanışmaya, karşılıklı saygıya önem verdiğimden başka kuruluşların içlerine karışmadığımızı, bu konularda konuşmayı kişisel meslek terbiyeme aykırı bulduğumu bir kez dalla vurguluyorum. Mahkememizin konumu, işlevi, ilgilileri ve Yüce Divan 
sıfatıyla çalışması hakkında zaman zaman yapılan, yanıtlan çok kolay, yanlış, hukuksallık tan uzak amaçlı, yanıltıcı konuşmalara katılmadığımı, seçim ya da başka nedenle olsun yargının gücünü kırıcı, saygınlığını gölgeleyici bu tür 
davranışlardan kaçınılacağını umduğumu söylemeyi bugün için yeterli buluyorum. Kişisel ya da kurumsal ayrıcalıklarla olanaklar sağlamak için konuşup görüş açıklamayı, isteyip beklemeyi kusur sayıyorum. Yargı yanaşmaz, yaranmaz, yalvarıp yakarmaz. Yargıç gerçek dışına asla çıkamaz. Kanıta dayanmadan kanı sahibi olamaz. Kaynağı, amacı gözetilmeyen, suçlanandan sorulmayan söylentiler, resmi ve özel yaşam için de tehlikeli ve zararlıdır. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı da bağlayıcıdır. Tersine görüşle karara gidilmesi Anayasa'ya aykırı davranmaktır.

Bu arada güncelliği süren ilgili kimi konularda görüşlerimi sunmayı yararlı buluyorum :

1. Anayasa Mahkemesi, Siyasal parti kapatmaya çalışmamakta, Kapatmalardan mutluluk duymamakta, ancak Anayasa'ya uygun biçimde görevini yapmaktadır. Kişi ve kuruluşların hiçbir zaman yapamayacakları eylemleri parti kurarak yapmak olanağını getirecek bir anlayışı da paylaşmak olanaksızdır. 
    Ne yaparsa yapsın bir parti kapatılamaz ise aykırılıklar ve sakıncalar önlenemez. 
    Siyasal Partiler, Demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez öğesi olduklarını, ne için kurulduklarını bildikçe sorun kalmaz. 
Mahkememiz, salt bir görüş ve düşünce nedeniyle değil, Anayasanın yasakladığı durumlara yol açan ve açacak nedenlerle, kanıtlara dayanarak, uluslararası kuralları da gözeterek karar vermiştir. 

Baskıyla ya da hatır için karar vermemiştir, Partilerde de devlet  içindir. 
Ögeleri ile birlikte devlete karşı, Devleti yıkacak parti anlayışına katılmak güçtür. 

O Zaman sakıncalı eylemler için parti kurulur.

2. Anayasa Mahkemesi, Devletin TEK' liği ülkenin TÜM' lüğü, Ulusun BİR' liği konusunda ödünsüz tutumunu özenle 
sürdürmektedir. 

   Hangi dinsel ya da etnik kökenden olunursa olunsun, toplumsal kimi özelliklerin ayrılık nedeni sayılmasına, ulus kavramı içinde " Türk Vatandaşlığı" kurumunda birleşen yurttaşların kimliklerinin yadsınmasına, çoğunluktan çıkarılıp azınlığa düşürülmesine karşıdır. Her tür ırkçılığa kapalı olan Anayasamız, her yurttaşı Dili. Irkı, Rengi, Cinsiyeti, Siyasal düşüncesi, Felseli inancı, dini, mesleki ve öbür kişisel durumları ne olursa olsun yasa önünde eşit tutarak, ayrıcalıkları önlemiştir. 

   Bu soruna geçen yılki konuşmamda ayrıntılarıyla değinmiştim.

Parlamenter demokrasimizi, tüm evre ve aşamalarıyla devletin kuruluş sürecini, ilkelerini gözardı edip, toplumu siyasal ya da dinsel belli bir anlayışın kölesi gibi göstererek resmi ideolojiyle suçlamak yanlıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşı'mızı zafere ulaştıran, saltanatı kaldırıp demokrasiyi amaçlayarak Cumhuriyeti kuran, Türklük bilincini güçlendirip bizi hak ve özgürlükleriyle kişilikli yurttaşlar durumuna getirerek ümmetten ulus düzeyine ve hayranlık yaratan Türk Devrimi' ile aydınlığa çıkaran, uygarlığın kapılarım açan, ulusal bilincimizde layık olduğu saygın ve özgün yeri alarak bugünkü soyut ve somut tüm değerlerimizin özeti ve simgesi olan Atatürk'ün çağdaş milliyetçiliği, Türkiye'deki her yurttaşı Türkiye'nin sahibi sayar. 

   Kendilerini bu onurdan yoksun kılmak isteyenler Atatürkçü olmak zorunda değillerdir ama ona saldıramazlar. Kimseden esirgenen bir hak, kimseye verilmeyen bir özgürlük yoktur. Devlet yaşamının ve toplumsal uyumun zorunlu gereği, ulusal ortak kimliğin resmen taşınması, özel kimliğin yadsınması değildir. Kimseye etnik ya da dinsel ayrılığı nedeniyle ayrı işlem yapılmamaktadır. Ülkenin her yeri hepimizin dir. Varlığı belirgin etnik grupların hiç birisi hukuk yönünden azınlık sayılamaz. 

   Cumhuriyeti oluşturan Türk Ulusu, yepyeni bir varlıktır. Çağdaş milliyetçilik, ırkçılığı dışlayarak herkesi yurttaşlık kurumunda, kardeşlik bilinciyle kucaklar. Evrensel kültür, ulusal kültürü dışlamadığı gibi Ulusal kültür de etnik özellikleri 
ve folklor renkliliğini dışlamaz. İrkçılığı benimsemediğimiz için, Yurttaşı olduğumuz devletin adıyla tanınıp yaşamak, kökenin reddi olmadığı gibi Cumhuriyetle kökleşen ulus bilinci, herkesi kapsayan bir ve eşit tutan bir olgudur, uluslaşmanın ve ulusallığın kaynağıdır.

Ülkemizde bir etnik grup sorunu yoktur. Doğu, güneydoğu, yaşam pahalılığı, nüfus, sağlık, çevre, işsizlik, konut, kentleşme, orman, tarım, hayvancılık, gençlik, eğitim, üniversite, sosyal güvenlik, yargı, enerji, basın. Anayasa 
sorunu ve başka sorunlar olabilir. Bu sorunların içinde yalnız bir topluluk değil, herkes vardır. Yapay sorunlar yaratılmasına, "sorun çözmek önerisiyle ulusal yapının bozulmasına yol açılamaz.

    Kurallar ve kurumlar düzeni olan, demokrasinin yaygınlaşıp kökleşmesine kimse karşı çıkamaz, ancak "Demokratik çözüm" adı altında dış destekli dayatmalar ve siyasal pazarlıklarla Türkiye Cumhuriyetinin yapısı bozulamaz. 
    Kanla çizilmiş Ulusal And sınırları değiştirilemez.

Ülke ve Ulus ayrımı tanımayan uygarlık, herkesi insanlık niteliğinde birleştirmektedir.

3. LAİKLİK, değiştirilemez ve değiştirilmesi önerilemez Anayasa kurallarında bir öz olarak yer almışken, kuşku yaratacak kimi girişimler ve gereksiz sözler, uygulamanın olumsuz örnekleriyle birleştirilince, bu konuya biı kez daha değinmek zorunluluğu doğmaktadır.

    Özellikle, teokratik monarşiden Cumhuriyete ve Demokrasiye geçmiş bir ülkede yeni devletin kuruluşunu gerektiren olaylar ve sonraki durumlar unutularak, Türk Ceza Yasasının 163. maddesinin kaldırılmasından yararlanıp sistemli biçimde laikliğe saldırılması, aldatmaca, sözcük oyunları, çirkin suçlamalardan insanlık ve terbiye dışı baskı ve tehditlere değin sakıncalı tutumların izlenmesi, kuşkulu Öldürme olayları Devletin bu konuda yapması gereken çok şey olduğunu anımsatmaktadır. 

  Anayasa'nın Başlangıç'ı, 1., 2„ 4., 5„ II, 24/son., 42., 68/4., 81., 103., 130/1., 136.. 153/son. ve 174. maddeleri gözetilerek lâiklik ilkesine gereken değer verilmelidir. 
   Hilâfetin niçin kaldırıldığı. 

   Öğrenim Birliği Yasası'nın niçin çıkarıldığı unutulmamalıdır.

   Lâiklik sanki din düşmanlığıymış gibi son yıllarda suçlama da, savunma da "lâiklik din düşmanlığı değildir" sözleriyle sürdürülmektedir. 
   Laiklik elbet din düşmanlığı değildir. Atatürk de din düşmanı değildi. Konya, Ankara, İzmir ve Balıkesir konuşmalarıyla tüm yaşamı bunun kanıtıdır. Düşmanların yakıp yıktıklarını ve yenilerini yaptırarak ezan okunacak minare, namaz kılınacak cami olanağını veren, Anadolu'nun kuzeyinden ve batısından göçleri sağlayarak "çoğunluğumuz müslüman" dedirten Atatürk'tür. 

    Lâiklik, siyasalda, hukukta, ekonomide, öğrenimde, toplumsal yaşamda, dinde, sanatta geçerliği olan bir ilkedir. 
Devletin dininin olmaması, dinler karşısında yansızlığı, bu insan ve hukuk kurumunun din kurallarıyla değil, hukuk kurallarıyla yönetilmesi, devlete bir din ya da mezhebin egemen olmaması, her yurttaşın inanmasına ya da inanmamasına karışılmaması, bu nedenle kınanmaması, dinin vicdan tahtında oturması, Allah'la inananı arasına başkasının sokulmamasıdır. 
Akla ve bilime öncelik vermektir. Hoşgörü, anlayış, b;uış, aydınlanma, uygarlık, insanlık, insancıllık demektir. 

   Hak ve özgürlükleriyle kişilikli bireyin istencini belirtip yöneticilerini seçmesiyle egemenliğin, dinsel ayranları dışında bırakıp ikilikleri kaldırmak bağımsızlığın, insana dayanarak demokrasinin kaynağı, tüm hak ve özgürlüklerle öncelikle din ve vicdan özgürlüğünün güvencesidir.

   Lâiklik, bu ilkeye karşı olanlar içinde savunulmaktadır, onların da güvencesidir. Karalayıp kötülemenin anlamı yoktur. 
Siyasal, hukuksal ve ulusal birliği sağlayan, koruyup güçlendiren bu ilkeyi bir dine, onun kutsal kitabına, peygamberine, dinsel gereklere, ödevlere ve ibadet yerlerine karşı göstermek çok sakıncalıdır. 

Bu konuda azınlıklar yakınmaz iken islâmiyete hizmet ettiğini sanan kimilerinin söz ve yazılarındaki aykırılıklar üzücüdür. Laikliği, müslümanlıkla bağdaşmaz göstermek de bir yanılgıdır. Tarihsel örnekler, ülke gerçekleri, Islâm dininin değişmez kurallarıyla zamana göre yorumlanıp uygulanacak gerekleri ve hukuk devleti olgusu gözardı edilemez. Laiklik, şeriat devletinin, dinsel yönetimin engelidir. .Şeriatla demokrasi olmayacağı için laiklik bu alanda ülkemize özgü ve gerekli uygulama biçimiyle yaşamda kalacaktır. 

   Lâiklik, çağdaşlaşmanın savsaklanamaz koşulu olarak dogmalara ve varsayımlara zorunlu bağlılığın engelidir. 
   Dinin inanç ve ibadeti, hukukun ise dünya işlerini yönetmesini öngörür. Lâiklik, her din ve mezhebe eşit yaklaşımı gerektirir. 
Devlet ve din işlerini ayırmakla kalmaz, inanç ve ibadet özgüllüğünü de korur. Kadını saygın kılar.

   Anayasa Mahkemesi, bayanlarımızın özel yaşamlarındaki başörtülerine karışmamış, önüne gelen bir yasayla ilgili olarak yüksek öğretim kuramlarında baş örtüsü kullanılmayacağını insan haklarını gözeterek verdiği kararındaki gerekçelerle ve Anayasa'ya dayanarak açıklamıştır. 

   Hukuk devletinde öğrenim, onun kurallarına uyulacağı kabul edilerek girilmiş kuramlarda aranan biçimde yapılır. Yurttaşlar devlet kuramlarında işlerini istedikleri giysiyle izleyebilirler ama Devlet görevlileri Dinsel giysilerle 
çalışamazlar. Dine saygı, politika ile dini birbirine karıştırmamakla gerçek olur. 
   Siyasal nedenlerle verilecek ödünler dine saygıyla bağdaşmaz. Anayasanın 153/ son ci maddesinin öngördüğü kesin ve bağlayıcı karara karşı uygulama istemek. Anayasaya uymamaya özendirmek ve bu konuda destek vermek, 
Devlet ve Demokrasi anlayışıyla uyuşmaz. YÖK yetkililerinden kimilerinin, kimi rektör ve dekanların, kimi milletvekillerinin Anayasa kurallarını hiçe sayan bu yöndeki çabalarını doğru bulmuyorum. Hukuk devletinde, yalnız devletten değil, 
herkesten örnek davranış beklenir. Anayasa değişmedikçe, bağlayıcı olan karar ortadan kalkmadıkça, hiçbir organ ve kişi tersine işlem yapamaz, yaptıramaz. 

  Bu konuda YÖK'ün, Üniversitelerin, Milli Eğitim Bakanlığı'nın ve Diyanet İşleri Başkanlığının özen göstermeleri gerekir. 
Tanrının yetkilerine ortak çıkmak ya da onun adına davranmak dinle bağdaşmaz. 
  Ahlaka, hukuka, bilime uygun olan şeylere dinsel karşıtlık anlamsızdır. Din, kişinin özel yaşantımı yönlendirip aydınlatır. Zorlama ve aracılık, hele öldürme, tümüyle din dışıdır. Tehlikeye açıkça ve içtenlikle değiniyorum, ( Ülkemiz din ve vicdan özgürlüğünün en geniş biçimde yaşandığı bir ülkedir, bunu da Lâiklik sağlamaktadır. 
   İslâm ülkeleri gıpta ile izlemektedirler. Halkımızın temiz duygularını sömürüp onları aldatmak devlete, demokrasiye ve Türkiyeyi Türkiye yapan ilkelere düşman kalmayı hiçbir inanç bağışlamaz. Eşitlik, kadın-Erkek Eşitliği de lâikliğin insanlık anlayışının anlamlı uygulamalarından biridir. Lâiklik, ayırıcı değil, birleştirici, güçlendirici dir. 

   Hiçbir dinsel gereksinime engel yoktur. 

Lâik devlette bir görevlinin dinine, inancına da bakılmaz. Lâikliğe saldırı olmasaydı tartışması gündeme gelmeyecekti. 
Lâiklik fırtınasını koparanlar, lâiklik ve din düşmanıdırlar. Gerçekte inançlara saygı olan laikliğin din düşmanlığı olduğunu söyleyenle! dinin, laikliğin ve insanlığın ne olduğunu yeterince bilmeyenlerdir. 
Asıl üzücü olan, yazar-sözcü bilinen kimselerin güldüren yinelemeleri değil, ciddi zeminlerde gündeme getirilmesinin tepkisiz kalınası, gerekli yanıtı almamasıdır. Lâiklikle devlete kul olmak, kapı kulluğu da kalkmıştır. Kişilikli Birey, laiklikle nitelikli insan, devlete kul değil sahip olmuştur. Lâik cumhuriyet, Atatürk ilkeleriyle özdeşleşmiştir.
    Gerçekleri yadsıyarak, doğrudan kaçarak sözde ilericilik, demokratiklik ve yenilikçilik adıyla, üstelik bilimsellik taslayarak devletin tekliğine, ülkenin tümlüğüne vee ulusun birliğine yönelik, Atatürk ve lâikliğe saldırıyla sürdürülen hayınlıklar hoş görülemez.

   Dini " Tabu " durumuna getirerek inananları bölmek dine en büyük zarardır. 
Dinsel eğitimle, dinle eğitim yanlışlığını da birbirinden ayırmak gerekir. 
Din düşmanlığı yapılmadığı gibi dinle de düşmanlık yapılmamalıdır.

Lâikliğin, inanca, inançlara engel olmamasını söylemek de fazladır. 
Hepimiz birbirimiz için varız. Ne din devletin, ne de devlet dinin emrindedir. 
Bağlı ve sorumlu olduğumuz kaynak ulusal istence dayanan Anayasa'dır. 
Düşünceye sınır koymak usu yadsımaktır.

Lâiklik bir baskı ve engelleme aracıymış, bu tür bağnazca eylemler lâikliği  benimseyenlerden geliyormuş gibi yurttaşların dini ve vicdani yükümlülüklerini yerine getirmelerinde rahat bırakılmaları uyarısında bulunmak, somutlaşan tersine durumların gözardı edilip lâikliğe ve lâikliği benimseyenlere saldırıların hoşgönilüp saldırganların yüreklendirilmesi, onların bu nedenle ulusu bölmelerinde desteklenmesi anlamındadır.

Ulusal And'm değersiz, Ulusal Kurtuluş Savaşı'yla başta Cumhuriyet olmak üzere Türk Devriminin gereksiz ve geçersizliği savlarına dayanan aymazlığı; ülkenin mülk, ulusun ümmet, kişilikli bireyin yönetime de kul olmasını önleyen bir insanlık kurumu olan lâikliği, şeriat devletini ve bu yolla çağ dışı düşmeyi, us dışı saplantıları engellediği için, din düşmanlığı olarak tanıtıp halkımızı kandırma yoluyla Anayasa'dan çıkarmaya çalışan, yüzyıllar dır müslümanlık la bağdaşmasına karşın gerçek dışı suçlamalarla aynı dinden ve mezhepten olanları birbirinden ayıran, aynı inançtan olanları karşıt duruma getiren anlayışın 
araçta ve amaçta birleşmesi yurtseverleri uyarmalıdır

4. TERÖRÜ en kötü nitelemelerle kınıyorum. Hastalık durumundaki bu sapkınlık için gerekli önlemlerin hukuksallığı, Anayasa Mahkemesinin ilgili KHK'ler konusundaki kararlarıyla sağlanmıştır.

Kimi yurttaşları aldatıp korkutarak, dışarıda da örgütlenip Türkiye düşmanlarını sevindirerek terörü sürdürenlerin, silahla bile elde edemediklerini iç ve dış destekli siyasal oyunlarla sağlamaya yönelmelerini yetkililer değerlendirecektir. 

Ulusu ve ülkesiyle bölünmez bir bütün olan devlete yönelik saldırılarla binlerce kişiyi öldürenlerin durumlarını, yasama organının Anayasa çerçevesinde en uygun çözüme bağlayacağına inanıyoruz. Devletle ve adalette pazarlık olamaz. 
Sanıklara ödün sayılacak ayrıcalık, toplumun demokrasiye ve hukuka inanı ve güvenini sarsacak sınırsız hoşgörü devletten beklenemez. Ceza uygulaması ve sonrası için çağdaş yöntemleri herkes istemektedir.


5. En ağır insanlık suçlarından biri olan İŞKENCE'yi devlete yüklemenin haklılığı olamaz. 
Devlet işkence yapmaz ve yaptırmaz. 
Bu suçu devlet adına ya da onun görevlisi olmak işlediklerini sananları suç kanıtlarıyla devlete bildirmeli, devletin önlemlerini artırmasını sağlamalı, Devletin Onurunu karalayacak biçimde devleti suçlamaktan, görevlilerin çalışma 
gücünü kırmaktan vazgeçilmelidir. 
Güvenlik güçlerinin çalışmalarında aykırılık, sakınca ve hukuk dişilik varsa yasal yollar açıktır. 
Ölenler kim olursa olsun Öldürme olaylarına karşı çıkmalı, Devletten suçluların bir an önce saptanıp yakalanması istenmelidir. Demokrasi karanlıkta yaşamaz. Hukukun ve gerçeğin en küçük ışığı, en koyu karanlığı delip yıkmaya yeter. 

İşkence ve her tür adaletsizlik, yolsuzluk ve partizanlık, hukukla yok edilecektir.

6. Kimi gün, Anayasa Mahkemesi'nin yasama organının üstünde ve karşısında olduğu suçlamaları duyulmaktadır. 
Mahkememiz, yasa koyucunun üstünde ya da karşısında değil, yanındadır. 
Onun tamamlayıcısı gibi görev yapmakta, iptal ve Red kararlarıyla siyasal iktidarı Anayasa sınırlarında tutarak onun geçerliğini, muhalefetin de güvencesini sağlamaktadır. Yasama organına ve onun üyelerine karşı kurumsal ya da 
kişisel bir karşıtlık asla söz konusu olmayıp gerektiğinde düzeltici yanıt vermekle yetinilmektedir. 

Demokraside zıtlaşma, hukukla inatlaşma olmaz. Mahkeme kararlarına saygı, yasama organının kendi saygınlığını artırır. 
Yasama organının demokrasi için zorunlu varlığını vurgulayıp kişisel ve kurumsal saygımızı belirtmemize karşıtı gerçek dışı yakıştırmalarla saldırılarda bulunulması üzücüdür.

7. Anayasa Mahkemesi'nin işlevi, genelde siyasal konuları kapsamaktaysa da siyasal akım, oluşum ve durumlarla hiçbir ilgisi, ilişkisi ve ilintisi yoktur. 
    Dosya dışında hiçbir şeyden etkilenmez. Çalışanları da böyledir. İç tüzük sınırlan içinde, üniversite ve meslek kuruluşlarının bilimsel toplantılarında yansız biçimde ulusal ve hukuksal konulara, temel ilkelere, yargı bağımsızlığına, lâikliğe değinmek, gerçeği söylemek, önermek, uyarmak, savunup yanıt vermek dışında bir davranış asla söz konusu değildir. 
Yakıştırmalar haksızdır. 

Demokrasinin saydamlığı fildişi kulelere olur vermez.

8. Sayın Genelkurmay Başkanının 26 Ocak 1993 deki ziyaretinde "Demokrasinin güvencesi, hukuk devletinin simgesi olan Anayasa Mahkemesi..." diyerek Atatürkçülükten ve lâiklikten söz etmesinden gocunan, herkesi daha rahat ettirmesi gereken bu pırıl pırıl sözlerin açıklığına karşın, ahlak ve akıl dışı yorumlarla karışıklık yaratmak isteyenleri kınamakla yetiniyor. Devletin
iki yüksek organına bu nedenle yöneltilen gerçek dışı eleştirileri yanıta gerekli düzeyde bulmuyorum.

Genelkurmay ve Anayasa Mahkemesi en sağlıklı güvence kanunlarıdır. 
Kurumlaşma yan güvenceler sağlıklı değildir. 7 Eylül 1992 de söylediğim gibi,
 " Yargısı ve Ordusuyla övünemeyen ulus ölmeye mahkumdur.
Onurlu Türk yargısı ve şanlı Tiirk Silahlı Kuvvetleri, yetkili ve ilgili öbür organlarla birlikte, Türkiye Cumhuriyetinin, rejimin bekçileridir. 

Yargıyı, güvenlik güçlerini, yasamayı yıpratmakla devleti yıkmanın bir olduğu bilinmeli, görev bilinciyle davranan herkese destek verilmelidir.

9. Sav, savunma, karar üçlüsünden oluşan Türk Yargısını her yönden güçlendirecek düzenlemelere öncelik ve ulusumuzun yakınmalarını giderecek önlemlere ivedilik verilmesini bekliyoruz. Özellikle, önce de değindiğim gibi, Adalet Bakanlarıyla müsteşarların kişilikleri nedeniyle değil, bağımsızlığın kurumlaşması için hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuınlu'ııun durumu düzeltilmeli, yargının bağımsızlığı gerçekleştirilmeli, protokoldeki yerlerinden başlayarak yargıç ve savcıların özlük hakları tüm öğeleriyle adaletin onuruna uygun duruma getirilmelidir. 

Yargının çekiciliği etkinliği ve saygınlığının artırılması zorunludur. Yargıya hor bakanlar, hukuku engel sayanlar iyi düşünmelidir. 

Yargı, ulusun en çağdaş güvencesidir. Özveriyle çalışan yargıç ve savcıların, asıl istemleri parasal değildir. 

Adalette adaletsizlik olamaz, adaletçi sağlanmadan adalet sağlanamaz. Baroları tam bağımsız olmayan ülkelerde yargıda tam bağımsız sayılamaz. Yargıç ve Avukat olma koşulları değiştirilmelidir.

10. Her şey insan içindir. İnsanı yetiştirip koruyan da insandır. Bu da eğitimle olduğundan her şeyin başı eğitimdir. Bilgi ve insan haklan çağında, bilimsel özerklik sağlamadan, üniversitelerimiz evrensel konumuna uygun yapı ve yönetime kavuşturulmadan sorunlar aşılamaz. Mahkememiz bu konuda yapıcı kararlar vermiştir.

11. SOYKIRIMI düzeyine ulaşan ve şimdilerde katlanılmaz ahlak ve insanlık dışı saldırılarla boyutu değişen Karabağ ve Bosna Hersek vahşetini, yabancı yüksek yargı organları ile uluslararası yargı kuruluşlarına yazıyla duyurduk. 

Kıbrıs sorununda da gözlenen ikili ve çelişkili tutumları, batılı ülkelerle uluslar arası kuruluşların yüz karasıdır. İnsan hakları ve hukukla bağdaşmayan bu davranışı ve dost sandığımız ülkelerin Türkiye düşmanlarını besleyip desteklemelerini kınıyoruz.

Bağnaz Milliyetçilik, dinsel, yapay ve soyut nedenlerle çıkan kanlı çatışmalar, hastalık ve açlıklara aldırmayan toprak kazanma tutkuları utandırıcı, 
dünya barışı ve insanlığın geleceği için umut kırıcıdır.

Kıbrıs konusunda, kimi gün güneydoğu için de açılan kampanya gibi " Ver Kurtul " anlayışının sakatlığı açıktır. 
"Yurtta barış, dünyada barış ilkesini benimseyen ulusun kimsenin toprağında gözü olmaması, kendi toprağını da vermesi gibi, haksızlığa katlanıp boyun eğmesi de beklenemez. Ne teröre ana yasal ödünler verilebilir ne de, kimseye toprak ikram edilebilir. 
Türkiye altın bir tarih köprüsü ve uygarlıklar beşiğidir. Onurla Yaşanır, Onurla Ölünür..

DEMOKRASİ - HUKUK

Demokrasi, yalnız hak ve özgürlüklerin değil, kalkınmanın, gelişmişliğin de iklimidir. Kahramanlar yetiştirmez. Hukuk cenneti de değildir. 
Doyurucu olmayan, ters gelen yanları da olabilir. 
Ama bir disiplindir ve rejimlerin en iyisidir. Yaşam biçimi, bir öz, siyasal ve hukuksal kurumlaşma yöntemi olmakla birlikte başıboşluk ve kargaşa ortamı değildir. Herkes istediğini söyler ama istediği gibi davranamaz. Demokrasiyi bir özlem ve düş olmaktan çıkarıp doyumsuz bir gerçek kılmak için onu korumak zorundayız. 
Demokrasi, kendine kıyılmasına olur vermez. Demokrasiyi, demokrasiyle yok etme olanağı us dışıdır. 
Nasıl, feodal devlet anlayışının ve kurumların yerine çağdaş bir örgütlenmeyle uygar bir toplum düzeni yaratma yönündeki devrimci girişimler, ulusal birliğin ve dayanışmanın desteğiyle başarı kazanmışsa, kuramsal doğruların kurumlaşması olan yasalar da demokratik içerikleriyle toplum kültürünün değerler sisteminde yerini alır. Yasaların yaptırım gücü, sistemin dayandığı ve hukuk felsefesinin geçerliği ile güvenliğini sağlayacak güçlerin yeterliğine bağlı olduğundan, hukuk-yargı kurumlanma etkinliği artırılmalıdır. 

Yasa koyucunun, yasaların genelliği, yansızlığı ve gerçekçiliği gibi adalet ilkelerini gerekliği ölçüde gözetmemesinin neden olacağı uyumsuzluklar ve yaratacağı kötü sonuçlar her zaman düşünülmelidir. 

Anayasa sistemimizin yakın tarihte geçirdiği sınav dönemleri unutulmamalıdır. Her şeyin zaman içinde eskiyip nitelik değişikliğine uğraması ve işlevini yitirmesi hukuk yasaları için de geçerli bir doğa yasasıdır. Bu nedenle hukukun yeninin yatımda yer alınası, yaşamın getirdiği bir zorunluluktur. Dinsel geleneklere karşıtı, hukukun ve yargının kuralları geçerli ve egemen kılan, kişinin özgür istencine dayalı demokratik anlayış, bilimin ve usun gücünü yansıtan oluşumlar kucagıdır.

Uygarlık, her tür karanlıktan kurtulmak demektir. Demokrasinin erdemi bilinmelidir.

İnsani boyutlardan yoksun yaşam, ölümden de beterdir. Kötü hukuk, hukuksuzluktan da kötüdür. Aydınlanmayı engelleyen yanılgılarla yararsız geleneklerin ve dogmaların birbirinden farkı yoktur. 

Bunlar bilimin ve demokrasinin can düşmanıdır. 
Eleştirel düşünce, gerçeği bulmaya yönelik araştırma bilimin kaynağı ve dayanağıdır. 
Özgürlüksüz aydınlanma, aydınlanmasız özgürlük olmaz. 
Bir ülkenin öz varlığı, gerçek değeri, aydınlarıdır. 
Usa ve Bilime karşı çıkarak, hukuku, insan haklarını, bağımsızlığı anlamayıp "hak" sözcüğünü yalnız dinsel anlamda kullanıp sürekli ve sinsi biçimde duygu sömürüsü yapanlarla destekçilerinin makamları ve san lan ne olursa olsun aydınlıkla ve demokratlıkla ilgileri yoktur. 

   Komünizmin yıkılmasıyla amaçları kursaklarında kalanlardan insan haklarına dayanarak, demokratlık taslayarak oyunlarını yeni alanlarda sürdürenler de böyledir. Demokrasi konusunda öğrenmesi gereken çok şey olan kimileri, tarih, toplum, hukuk bilgilerinin yetersizliğine bakmadan, "ülkemizdeki aydınların çoğunun Atatürkçü olduğu" sözünü dünyadaki her aydının Atürkçü olması zorunluluğu gibi algılayıp sömürdüler. Atatürk'e saldırılar, aydın olmadıklarının kanıtıdır. Kemalizmi doğuş zamanını ve bugünlere ulaştırdığını göremeyip demokrasiyle uyuşmadığı savlarıyla karşı devrimcilere güç vermeye çalışanlar, ulusal değerlere savaş açmışlardır. 

Bunlara sessiz kalınmamalıdır. 

Soylu savunma, siyasal uğraş sayılamaz. 
Hukuk, huzurun da kaynağı olduğundan bu konulara şimdilik böylece dokunup geçmeyi yararlı buluyorum. Bu da ulusal bir görevdir ve kimse görevini yaptığı için suçlanamaz. Devlet kavramı ve yapısı ile ulusal egemenliğin içeriği ve anlamı da değişmişken zamanı, ortamı, koşulları düşünmeden 1993' de 1923'ü acımasız eleştirmek. Cumhuriyeti daha gerçek ve daha geçerli kılmaya çağırmak yerine, karalayarak güçlenmesini sağlayan zorunlu önlemleri kötülemek, Osmanlıyı överek dinsel sentezlerle yenileşmeyi ve gelişmeyi engellemek, yeni cumhuriyetleri kişisel egemenlik özlemiyle önermek ağır yanılgılardır. 

   Temel ilkeleri, ulusal değerleri, soyumuzu, adımızı ve kaynağımızı tartışmaya açmak, bağımsız ve özerk kuruluşları yasal çizgilerinden uzaklaştırıp ele geçirmek gibi düşünceler asla uygun değildir. Siyasal gösterilerle ne gerçekler örtülür, Ne sorular çözülür, Ne de bir yere varılır. 
   Kimi yeni siyasal oluşumlarda, kimi seçim ve atama işlerinde, yer değiştirme ve görevlendirmelerde mezhep ya da tarikat ağırlığı ve kadrolaşma söylentilerine neden olunmamalıdır.    

Yaşam Pahalılığı, Yolsuzluk suçlamaları, işsizlik ve antidemokratik kurallar üzerinde önemle durulacağını Toplumsal barışın sağlanacağını umuyorum..

   Sevr'i övüp, Atatürk'ü yerenlerin yasama organına kadar girdikleri günümüzde sövgülerin, yargıya ve güvenlik güçlerine saldırıların gülümsemeyle karşılanması ilginçtir. 
Demokratik görünüm için ödün yanlıştır. 
Ahlak olmadıkça Hukuk  da, Demokrasi de Ekonomi de Sanat da olmaz. Yozlaşma yoğunlaşır.

Ulusal And'ı, Lozan'ı, Türkiye Cumhuriyetini, lâikliği tek yanlı tartışmalara açmak oyununa gelinmemelidir. 
Türkiye Cumhuriyetine yönelik iç ve dış kaynaklı, kalemli, sözlü, silahlı saldırılarla hır insandan beklenen en küçük değerbilirlik gösterilmeden yürütülen kampanya, yurtseverlikle, tardı bilinciyle bağdaşmayan bir tür Hayınlıktır. 
    Atatürk gerçekte Türkiye düşmanlığında birleşen şeriat devleti özlemcileri, bölücü ve ırkçılar, baskı sömürü ve acıyla karanlığı yoğunlaştıranlar bağımsızlığın ve özgürlüğün yıkıcıları dır. 

   Basın özgürlüğünün kötüye kullanılması demokrasi ve insanlık adına üzücüdür. 

Özellikle hukuk dışı kimi TV yayınlarıyla çekinmeden kişiliklere saldırmak, sahipleri ve yakınları için taşınması güç bir durumdur. 
Ayrıca dindar gülünüp bir günde değişik içerikli iki baskıyla çirkin saldırıyı seçip gerçek dışı anlatımlarla oyunlarını sürdürenlerin ahlak ve insanlık anlayışına şaşmamak olanaksızdır. 

   Devlet televizyonunda şeriatçılık övülmemeli, kimi özel yayınındaki tekke-zaviye görünümleri herkesi düşündürmelidir. Yas yayınları da böyle dir.

YİNELİYORUM,

Anayasa Mahkemesi, tüm yetkili organların insan haklarına dayanan hukuk devleti kimi çağdaş nitelikleriyle gerçekleştirme çabalarına katkılarını 
özenle sürdürecektir.

Anayasa Mahkemesi, Ulusal değer ve varlıklarla yaşamsal ilkeleri duyarlılıkla ve ödünsüz biçimde koruyacaktır.

Anayasa Mahkemesi, Hukukun siyasallaşmasını önleyip siyaseti Hukuklaştırmaya artan bir güçle ağırlık verecek, Türk hukukuna daha üstün düzey, daha engin ufuk sağlayacaktır.

Anayasa Mahkemesi, İnsan haklarına dayanan hukuk türeterek yasa üretimine ışık tutacak, destek verecektir. 

   "Ekonomi Anayasası"nın tartışıldığı bir ortamda Anayasa sorunu geçiştirilemez..

    Gerçekten Anayasa yargısı çağdaş hukuk devletinin güvencesi, mahkemesi de simgesidir. 

Değişik duygu ve düşüncelere kapılanlar ne derlerse desinler yabancı kuruluşlar da övgüyle söz etmektedirler.

Atatürk'ün 5 Kasım 1925 konuşması ile Gençliğe Seslenişini hiçbir zaman unutmuyoruz.

Anayasa Mahkemesi üyeleri kurumsal işlevin, kişisel görevlerinin bilincinden, içtikleri 'AND' ın Onur ve Namus bilinen anlamından asla ayrılmadan var güçleriyle ve özveriyle çalışmaktadırlar. Üye adayı belirleyen ve seçen - atayan organlara büyük sorumluluk düşmekte ve ulusumuz bu konuda çok haklı olarak örnek bir özen ve duyarlık beklemektedir. 

Anayasa Mahkemesini anayasal doğrultusundan kimsenin ayıramayacağı kanımı yineliyorum.

Sonsuza değin bağımsız yaşayacak Türkiye Cumhuriyetinin temellerini  oluşturan, varlık nedenimiz ve ulusal amacımız saydığım Atatürk ilkelerini 
yıpratmaya ve yıkmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. 

Bu ilkeler resmi ideoloji değil, ulusal yaşam felsefemiz ve insanlık ışığımızdır. 
Gerçek bir hukukçunun da adaletten başka ideolojisi olamaz. Bu çizgilerde birleştiğimiz inancıyla hepinize esenlik dileklerimle teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarken,  Anayasa yargısı konulu bilimsel toplantıya katılacaklarla, bu konuda başarılı hizmet veren değerli üyemiz sayın Dr. Mustafa GÖNÜL’e çalışanlarımıza, törenimize destek veren Kültür Bakanlığı ile seçkin şef ve sanatçılarına ayrıca  teşekkür ediyorum.

https://www.anayasa.gov.tr/tr/baskan/eski-baskanlarin-konusmalari/yekta-gungor-ozden/

***

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANININ 30. CU YIL AÇIŞ KONUŞMASI

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN İN 30. CU YIL AÇIŞ KONUŞMASI






Sayın Cumhurbaşkanı Vekili 
Sayın Başbakan,
Sayın Konuklar,
Değerli Meslektaşlarım,

Özellik taşıyan işlevleri nedeniyle Türk yargısında özgün bir yeri bulunan ve kuruluşu hukuk yaşamımızda bir dönüm noktası sayılan Anayasa Mahkemesi’nin 30. yıl dönümüne, çağırdığımız dost ülkeler, Almanya Avusturya, Çekoslovakya, Danimarka, Fransa, Hollanda, İsviçre, İtalya, Kanada, Güney Kore, KKTC., Macaristan, Mısır, Pakistan, Polonya, Portekiz’in ve Avrupa İnsan Hakları Komisyonu Başkan vekilinin yüksek yargı organları ilgililerinin onur verdikleri bu törenle, sizlerle birlikte kutlamaktan duyduğumuz mutluluk büyüktür. Anayasa Mahkemesi, Çağdaş hukuk devletinin tüm nitelikleriyle gerçekleşmesinde üzerine düşen sorumluluğun bilincinde olarak yükümlülüklerini özenle yerine getirmektedir. Anayasa’ya uygunluk denetimini, insan haklarını, hukukun evrensel kurallarını gözeterek, Anayasayı çağdaş yorumla yeni, güncel ve etkin kılarak sürdürmüş, hukukun üstünlüğü ilkesinin yaşama geçmesinde öncülük yapmıştır. 

Kendini hukukla sınırlayan, anlayışlı, hoşgörülü ve adaletli yaklaşımı yücelik bilen, disiplini yakınma değil, mutluluk duyuran, yargı denetimini, çoğulcu-katılımcı, kurallar ve kurumlar düzeni olan demokrasiyle özdeşleştiren devlet anlayışını güçlendiren kararlarıyla geleceğimize olumlu katkıda bulunmaktan kıvanç duyarak çalışmaktadır. 

Avrupa Anayasa Mahkemeleri Konferansının kurucu üyelerinden birisi olarak üzerine düşenleri aksatmadan gerçekleştirdiği gibi, dost ülkelerin yüksek yargı organları ve uluslararası hukuk kuruluşlarıyla ilişkilerini düzenli biçimde yürütmektedir. Örnek kararlarıyla anayasa yargısı konusunda yetkin ve uzman kuruluş kimliğiyle, Türk hukukunun ve demokrasisinin dayanaklarından biri olarak demokratik işlevini başarmaktadır.

Pozitif hukukun, niteliği, giderek değişmektedir. İnsan hakları gibi üst ilkelere dayanarak,  kurumlaşarak yaşama geçtikçe  değeri artacaktır. Artık “çoğunluk böyle istiyor” gerekçesi de eskimiştir. 

İnsan haklarından türetilecek kurallar insanlığın gerçek aydınlığını sağlayacak, barış ve mutluluğu sürekli kılacaktır. 
Bu bağlamda Hukuk-Adalet çatışmasının doğmasını önlemek öncelik taşımaktadır. 
Her gün eskiyen ve yetersiz kalan kuralların ilerici yorumlarla yeterli duruma dönüştürülmesi gerekir.

Hukuksal güvence, yargının en anlamlı ve değerli sunuşudur. Vargı denetimi, demokratik devletin gerçek gücü ve dayanağıdır. 
İnsan hak ve özgürlükleri, yaşama hukukla yansımakta ve en sağlıklı güvenceyi oluşturmaktadır. Hukuk düşünüp hukuk yapan, soluklu ve yaratıcı hukukçularla genişleyecek ufuklar, tüm insanlığın iklimidir. 

Anayasa Mahkemesi, yorumları, tanımları, öngördüğü gerekler ve koşullarla demokrasi, hukuk devleti, insan hak ve özgürlükleriyle lâiklik ve öbür hukuksal konularda ülkemizin yüzünü ağartan, Cumhuriyetimizin niteliklerini değerlendirip güçlendiren, hukuk çevrelerinde övgüyle karşılanan birçok karar almıştır. Hukuk devleti, her istediğini yapamayan, tüm işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluğu koşul sayılan, bağımsız yargı denetimine açık, adaletli bir düzeni koruyup güçlendirerek toplumsal barışı, sağlık ve güvenlik içinde yaşatmayı amaçlayan bir insan ve hukuk kuruntudur. İnsan hak ve özgürlüklerinin tüm olanaklarını sağlamanın, varlık nedenimiz olduğunu yineleyip vurgulayan Mahkememiz, çalışmalarını hızlandırmış, karar verme sürecini kısaltmıştır. 
Öğreti ve uygulamayı izleyerek en güncel sonuçlara ulaşmak istemektedir. İnsan onurunu hukuk yoluyla tanımak istemenin güvencesini simgeleyen Anayasa Mahkemesi, adalete ters düşen kuralların uygulanmasını önleyerek siyasal kimliği olan yasa koyucuyu adalet ve insan hakları gerekleriyle sınırlarken bu yönden yaptığı siyaset dışı hukuksal denetimiyle, egemenliğin, iktidarda bulunanların değil, ulusun olduğu gerçeğini doğrulamaktadır.

Bu işlevini yerine getiı irken, hukukun varoluş amacına uygun biçimde, yani adalete ve insan haklarımı uygun oluşmasına, yeni normlar getirerek katkıda bulunmaktadır. Böylece kararlarıyla hem hukuku geliştirmekte, hem de hukukçuların ve hukukla ilgili herkesin ahlaksal ve hukuksal eğitimine yardımcı olmaktadır.

Bu bağlamda anayasal demokratik düzenin kimi dayanaklarının önemini bir kez daha vurgulamak yararlı olacaktır.

LAİKLİK:

Sonsuza değin yaşatacağımız Cumhuriyetin anayasal niteliklerinden lâiklik, Türk Devriminin ve Atatürk ilkelerinin en özgün olanıdır. 

Ümmetten ulus düzeyine geçişte kişilik kazanan birey, toplumun temel öğesidir. Hak ve özgürlükleriyle saygın bir varlık olan insanı en yüce değer bilen ve onurunu üstün tutan anlayış, çağdaş hukuk devletinin özüdür. Özgürlüğün ruhu, anlamı ve amacı insanın yüceliğine dayanır. Hukukun üstünlüğü de bundan kaynaklanmaktadır. Devlet en yüce değeri temsil etse de, temsil ettiği insandan yüce değildir. 
Devlet, yurttaşlarının her alanda özgürlüğünü sağlamakla yükümlüdür. 
Din ve vicdan özgürlüğü bunların başında gelir. 
Türkiye’de bu konuda hiçbir sınır yoktur. 
Kamu düzenini bozucu eylem biçimine dönüşmedikçe, devletin gözetim ve denetim işlevi de söz konusu değildir. 
Değişik tanımları yapılan, uygulama biçimi ülke koşullarına göre değişen lâiklik, başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerin güvencesi, bağımsızlık, egemenlik ve eşitliğin kaynağıdır. 
Devlet yönetiminde ve toplum yaşamında din kurallarının değil, hukuk kuralları nın geçerli olması, bilim ve usun öncülüğünde demokratik yapılanmanın gerçekleşmesidir. Eğitim ve öğretimde, ailede, hukukta ikiliğin kaldırılması, devletin dinler karşısında yansızlığıdır. 
Lâikliğin din karşıtlığı olarak nitelendirilmesi de yanlıştır. 
Başkalarını asla ilgilendirmeyen özel alanların başında “inanç” gelir. 
Bu nedenle kimse, başkasının inancına ya da inançsızlığına karışamaz. 
Asla zor kullanamaz. 
Yönetimde ya da yargıda Anayasa ve yasalar savsaklanıp dinsel kurallara göre işlem yapılamaz, karar alınamaz. 
Demokrasi, kendisini dinle değil, us ve bilim gerekleriyle sınırlayan insani düzen olduğundan, herkesin inancı kendi yüreğinde ve kafasındaki saygın yerinde, iç dünyasını aydınlatacaktır. Demokrasinin ereği, dogmatizmden uzak, baskıdan arınmış, toplum yaşamını us ve bilimle güçlendirerek sürdürmektir. 
Devletin yüksek öğretim kurumlarında öğrencilerin hangi din, mezhep, tarikat ya da kökenden olduğunu gösteren belirtilerin kullanılması, çekicilik ya da iticilikte baskılara yol açabileceğinden, çağdaş eğitim ve öğretim için zorunlu koşul olan dostça ve kardeşçe ortam yıkılabilir. 
Lâiklik, yönetime bir dinin egemen olup baskı kurmasını önler. Anayasa Mahkemesinin bu konudaki kararlarında dayanılan Anayasa kuralları, insan hakları ve özgürlükler hakkında herkese ışıl, tutmaktadır. Yüce Atatürk’ün büyük bir seziş ve erişilmez anlayışla benimseyip uyguladığı lâiklik ilkesini, olmadık bahaneler ve ödünlerle kıyısından köşesinden çekiştirerek yıkmaya uğraşmak, bizi us ve bilim yolundan, insan hakları dayanağından ve çağdaş toplum niteliğinden yoksun, kılacak en ağır yanılgıdır. Anayasa Mahkemesi kararlarının 
herkesi bağladığını gözardı ederek, anlamaz ve önemsemez görünerek, bildiğini okumak davranışı da Anayasa’yı çiğnemektir. 

Bu tutumun değişik çevrelerde kimilerince karşıtlık ve direniş biçiminde sürdürülmesi, hukuk devletine yönelik saldırının boyutunu, tehlikenin 
büyüklüğünü anlatır. Unutulmamalıdır ki Anayasa’yı yorumlamakla yetkili tek organ Anayasa Mahkemesi’ nin açıklamalarına ve değerlendirmelerine 
göre Anayasa’ya anlam verilir ve karar değişinceye kadar nasıl yorumlanıyorsa Anayasa öyle anlaşılır, öyle uygulanır. 

Lâiklik ilkesinin yıkılmasına asla katlanılamaz ve göz yumulamaz. Anayasa değişmedikçe bu konudaki Anayasa Mahkemesi kararı dışına çıkılamaz. 
İnsanın tam bir özgürlük ve bağımsızlıkla kendi dünyasını kendisinin düzenlemesi, gücü ölçüsünde doğaya egemen olması, adaleti hukukta arayıp bulması, yaptırımları hukukun belirlemesidir. Çağdaşlık ve hukuk sorunu olarak güncel bir konudur. Lâik devlet anlayışı, hukuk dışı kaynaklı adalet ülküsüyle bağdaşamaz. Lâiklik, devletin, yurttaşlarına dinlerine göre yaklaşımını önleyen, eşit davranmasını, özellikle kadın-erkek eşitliğini gerçekleştiren bir çağdaşlık ve uygarlık kurumudur. Değerini bilmemiz gereken bir insanlık ortamıdır.

DEVLET, ÜLKE, ULUS:



Hukuksuz devlet, devletsiz hukuk olamaz. 

Bu olguyu yaşama geçiren uygar anlayış, varlığımızın dayanağını, toplumsal yaşamın çağdaş yapısını somutlaştırır. Hukuksal tanımıyla ülkeyi ve ulusu kapsayan devletin korunması her yurttaşın başta gelen görevidir. Devleti ortadan kaldırmak, karanlık ve kargaşa yaratarak ulusal yaşamı kesintiye uğratmak, hoşgörüyle karşılanamaz. Bağımsızlıkla, özgürlük ve egemenlik birbirinden ayrılması olanaksız varlık ögeleri olup ancak devletle, ülkeyle ve ulusla anlam ve değer taşırlar. 
Lozan Barış Antlaşmasıyla kesinlik kazanan sınırlarıyla Türkiye bölünmez bir bütündür. 
Ülkemiz, bin yıldan beri birlikte yaşayan, büyük çoğunluğu dili, dini aynı, değişik kökenli yurttaşların vatanıdır. 
Hangi kökenden olursa olsun hiçbir yurttaşımıza öbüründen ayrı işlem yapılmamakta, Demokrasinin olanakları hiç kimseden kaçınılmamaktadır. 
Her yurttaşa, her yol, her kapı açıktır. Kimi dış destekli ülke bütünlüğünü ve ulusal birliği bölücü girişimlerin benimsenebilir, haklı hiçbir nedeni yoktur. 
Kendi yurttaşlarını çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek, sivil-asker gözetmeden öldürenleri durdurmak ve yakalayıp yargıya teslim etmek için hukuksal önlem ve yöntemleri saldırı gibi gösterenlere inanılmamalıdır. Esirgenen bir hak, ulus içinde ayrı uygulamaya bağlı topluluk yoktur ki yaklaşım, anlaşma, yeniden yapılanma söz konusu edilsin. 
Devletin tekliğini tartışmak ve devleti paylaşmak düşünülemez. 
Devlet, yurttaşların dır. Her yurttaşın, her zaman karşılaşabileceği kimi olumsuz-aykırı işlemlere, kimi yoksunluklara, doğanın ve ekonominin 
koşullarına, çelişkilere karışın Türkiye, demokratik düzeni benimsemiş özgüllükler ülkesidir. Eğer bu durumlar başka ülkelerde de olmasa idi 
oralarda da yargı organları, yüksek mahkemeler, anayasal denetim kurumlan bulunmazdı. Yakınma ve dava konusu olaylar her yerde olabilir. Bir haksızlık varsa giderilmesini istemeden, hak arama yollarını izlemeden, saldırı ve savaşla devleti yıkmak, yapay azınlık savıyla ulusu bölmek bağışlanamaz. Silahlı başkaldırı ya da ayaklanmayı gerektirecek hiçbir durum söz konusu değildir. Ülkede müslüman azınlık yoktur, zorla da azınlık yaratılamaz. Bu konuda devlete yönelik tüm suçlamalar gerçek dışıdr. Yurttaşlar sınıflara ayrılarak, yapay 
azınlıklar yaratılarak kimi haklardan yoksun kılınamaz, koşullara bağlanamaz. Hakları kullanmada, özgürlüklerden yararlanmada sınır getirilen yerde eşitlik olamaz.

Anayasa Mahkemesinin 16.7.1991 gününde oy birliğiyle aldığı, siyasal parti kapatmaya ilişkin Esas 1990/ 1, Karar 1991/1 sayılı kararından şu bölümü bir kez daha bilgilerinize sunuyorum:

“Kimi siyasal nedenlerle dış etkenlerden kaynaklanan, kimi varsayım, yorum ve bahanelere dayanan, insan hakları ve özgürlük savlarıyla yoğunlaştırılan sakıncalı amaçlara geçerlik tanınamaz. Devlet “TEK”dir, ülke “TÜM”dür, ulus “BİR”dır. Ulusal birlik, devleti kuran, ulusu oluşturan toplulukların ya da bireylerin etnik kökeni ne olursa olsun, yurttaşlık kurumu içinde ayrımsız birliktelikleriyle gerçekleşir. 

Anayasa’da ve yasalarda yurttaşlar arasında ayrımı öngören hiçbir kural bulunmadığı gibi, kimsenin soy kökeninin yadsınması ya da kabul edilebilecek yeni bir savı da yoktur. Lozan Barış Antlaşmasıyla 18 Ekim 1925 günlü “Türkiye ve Bulgaristan Arasındaki

Dostluk Antlaşmasında sayılanlar dışında Türkiye’de “azınlık ’ ya da “ulusal azınlık” bulunmamaktadır. Diğer kökenli yurttaşlar gibi Kürt kökenli yurttaşların da kimliklerini belirtmeleri yasaklanmamış, azınlık ve ayrı ulus olmadıkları, Türk Ulusu dışında düşünülemeyeceği devlet bütünlüğü içinde anlatılmıştır. 21 Kasım 1990 günlü Paris Şartı’nın bağlayıcılığı ve bu Şart’ta Kürt kökenli yurttaşların azınlık sayılmasını gerektiren bir kural yoktur. Ulusal ve tekil devlet, etnik ayrılıklarla tartışılmaz. Herkesin, her zaman karşılaşabileceği ve giderilerek hukuk devletinde karşılığı istenebilecek aykırılık, çelişki, haksızlık ve yanlışlıklar insan hakları alanında sömürü nedeni yapılarak, gerçekler saptırılıp çarpıtılarak, üstü kapalı biçimde, ayrı ulus yoluyla ayrı devlet amaç olamaz. Tartışılamaz kavramlar ve değerlerle, ödün verilmesi olanaksız ilke ve niteliklerin kaynağı Türkiye Cumhuriyetidir. Türkiye Cumhuriyetinin de taraf olduğu yeni bir Avrupa 
için Paris Yasası, ırkçılığı, etnik düşmanlığı ve terörizmi kınamış ve “Güvenlik” ve “Ek-1” bölümlerinde de açık olarak ülke bütünlüğü ve demokratik düzeni yıkmayı amaçlayan hareketlere girişen kişi, grup ve örgütlere karşı koruma ve kollama sorumluluğunu milletler arası bir çağrı olarak kabul etmiştir.” Anayasa Mahkemesinin etnik kimliklerin yadsınamayacağı, ancak ulus birliğinin bölünmeyeceğine ilişkin bu kararını ön yargı koşullanma, özel amaç ya da anlamadan eleştirilere tarih ve ulus kavramı en iyi yanıttır. Anayasa Mahkemesi 
program ya da protokollere göre değil. Anayasa kurallarına göre karar verir.

Yurttaşlar arasında hiçbir ayrıma yer vermeyen anayasal düzeni güçlendirmek, çağdaş yorumlarla hukukun üstünlüğünü özenle ve duyarlıkla gerçekleştirip siyasal iktidarları Anayasa ve evrensel hukuk kuralları sınırında tutmak, haklan ve özgürlükleri korumak, mutluluk ve barışla uygarlığın ürünlerinden yararlandırmayı sağlamak görevimizi hiçbir durumda ve koşulda savsaklayamayız. 
Türkiye Cumhuriyeti devletinde birden fazla ulus yoktur. Değişik kökenli bireylerin hepsi Türk yurttaşıdır. Tarihsel bir gerçek olan “Türk Ulusu” olgusu 
yerine ırkçılığa dayanan ayrılıklar ve “Türk vatandaşlığı” niteliğini değiştiren savlara geçerlik tanınamaz. Birlikte yaşanan, savaşarak birlikte 
korunan ülkenin her yeri her yurttaşının dır. Tarihsel ve bilimsel hiçbir temeli olmayan, değişik kökenlerin özelliğiyle dokunmuş kültür birliğini de yaşam görüşleri, birbiriyle birçok yönden ve hiçbir zorlama, eritme, ezme olmadan kendiliğinden tek beden gibi kaynaşmış insanları ayırma çabalarına destek verilemez. İnsan haklarına sığınarak insanlara saldırılamaz ve insanlık suçlan işlenemez. Terör, halka eziyet ve zulümdür. Yıldırmadan öldürmeye, şiddetten nefrete, aldatmadan saptırmaya, beyaz zehir e değin kullandığı en soysuz araçlarla en ağır insanlık suçudur. Değerler düşmanıdır. Ortamı, bunalım, kargaşa, yangın ve yıkımdır. Bunların demokrasiyle hiçbir ilgisi yoktur. 
Yanlış anlaşılabilecek söz, yazı ve eylemden kaçınmak gereğine önemle değiniyorum. Bu konuda kimsenin ayrıcalığı yoktur. Terörü geçerli bir araç ya da yöntem saymak, terör örgütlerini hükümetler ile bir tutmak olanaksızdır. Tüm hukuk dışı olayları, öldürmeleri kınıyorum. 
Teröristlerden yana çıkarak ya da başka biçimde, teröre özendirici davranışlardan, konuşma ve yazılardan kaçınmak gerekir. Bu konuda 
aileleri, gençleri ve tüm ilgilileri özen göstermeye çağırıyorum.

Yineliyorum:

Türkiye’de yurttaşlar arasında hiçbir ayrım yoktur. Her yurttaş, her göreve gelebilir. Memur, subay, yargıç, milletvekili, cumhurbaşkanı da olabilir. Etnik kökeni ne olursa olsun devletin bireylere ve bireylerin birbirine karşı tutumu insanlık gereklerine dayanır. Her yer hepimizin dir. 
Kimi dış örnekler gibi bölünmeyi gerektiren sınır-toprak, nüfus, dil, din ayrılıkları, bölge özgürlüğü yoktur. Kimsenin devleti yıkılmamış, toprağı elinden alınmamış, bayrağı indirilmemiştir. Bin yıldır oturulan, birlikte yaşanan bu ülkede kimse asımıle edilmemiş, horlanmamış, dışlanmamıştır. Bireyleri arasında yasal ve özel hiçbir ayrım güdülmediği tarihsel örnekleriyle kanıtlanmış, toplumsal birlikteliği 
Türk Ulusu adıyla güçlenmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin içtenliği, azınlıklara uygar yaklaşımıyla doğrulanmaktadır. Ülkenin kimi yerlerinde, özellikle İstanbul’daki azınlıkların durumu bunu açıklamaktadır. 

Demokratik haklar herkes içindir. Kimseden etnik özelliği nedeniyle esirgenen bir hak ve özgürlük yoktur. Kimi aykırılık ve çelişkiler her yerde, her zaman olabilir. Bunlar giderek düzeltilirken bu amaçla silâha sarılmak savunulamaz. Yurttaşlarım öldürerek hak aramak, insan haklarının neresine sığar ve nasıl bu yolla demokratik haklar sağlanır? Demokratik haklar, demokratik yöntemlerle aranır ve elde edilir. Masum insanlara soykırımı niteliğinde saldırıyı önlemek görevini yerine getirenleri öldürmek, devlet araçlarını yok etmek, devletin 
bayrağını indirip binalarını yıkmak, her tür ateşli silâhı kullanmak suçlarım işleyenleri yakalayıp cezalandırmak, devlet olmanın gereğidir. 

Saldırının içten ya da dıştan gelmesi hukuk karşısında hiç bir şey değiştirmez. Adı konulmamış savaş, iç ve dış destekli oldukça, demokratik özgürlüklerin sınırı aşılıp haklar kötüye kullanıldıkça, önlem alınması zorunludur. Devlet halkına ateş açmaz ve saldırmaz. Silahlı ayaklanmayla devlete karşı savaş yolu seçilirse bastırmak, karşılık vermek devletin en doğal hakkı, hattâ ilk görevidir. Devleti yalanlarla suçlayıp sahiplerini pişman edip utandıracak dış desteklerle ayrı devlet amacı gerçekleştirilemez. Başka ülkelerde bu tür olaylarda neler yapıldığını biliyoruz. Kendini korumayan devlet, devlet değildir. Ayrı konumlarda yurttaşlar yok ki “kardeşliğin sağlanması” istensin. Herkes zaten kardeş, arkadaş, hemşehri ve yurttaştır. Ulusu silâhla ayırma çabasını haklı bulmanın mantıkla da ilgisi yoktur. Terör örgütüyle devleti bir tutmanın anlamsızlığı açıktır. Silâh ticaretinin bilinen boyutları, kaynak ve depoları, kullanma amaç ve biçimleri bu konuda içtenlikli davranmayı gerektirir. Terör değil demokrasi destekleniyorsa, çıkar değil insanlık gözetilmelidir. Dostluk, komşuluk, birliktelik gibi değerli ilişkiler kısa vâdeli çıkarlara, bu yolda da teröre feda edilemez. 

Açlığa, yoksulluklara, hastalıklara, haksızlıklara, her türlü sömürüye, iç ve dış baskılara, teröre ve savaşa karşı birleşip hukuku üstün tutamazsak insanhğa borcumuzu ödeyemez, insan olmanın onurunu taşıyamayız. Terör örgütlerinin yaptığı kıyımlara, neden olduğu zararlara karşı çıkmadan, terörle savaşanlara güçlük çıkarmak ağır bir çelişki dir. Terörle demokrasi, demokrasiyle terör bağdaşamaz. 

Demokrasinin onurunu korumak insanlığın onurudur.

Kimi aydınların, kimi yazarların, kimi baskı grubu yöneticisinin susarak ya da kendilerine özgü ama hukuk tan uzak demokrasi ve insan hakları değerlendirme leriyle varlığımıza yönelik eylemleri kışkırtma ve sakıncalı girişimlere özendirme nitelikli tutumları düşündürücüdür. 
Anayasamın bireyden sonra koruduğu değerlerin başında devlet gelir. Ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının karşı olduğu ve her zaman karşı olacağı bölücülük ve terörü kınayıp Anayasanın ilk üç maddesinin kaldırılmasını isteyen, yurttaşlarını korumak görevini yerine getiren devleti art niyetle suçlayan kuruluş ve kişiler iyi düşünmelidir. 
Devlet haksızlık yaptığında ona karşı da yargı yolu açıktır. 
Demokrasi, siyasal oyunlara, emperyalist tutkulara kıydırılamaz. 
İnsan boyutunu gözardı eden, yadsıyan hiçbir eylem ve oluşum geçerli ve değerli sayılamaz. 
Devletin yıkılmasıyla şeriat devleti ya da totaliter bir devlet kurma olanağı bulacakları hayaline kapılanlar uyarılmalıdır. 
Türkiye Cumhuriyeti giderek yükselen bir hukuk devleti ve dünya uluslar ailesinin onurlu bir üyesi olarak sonsuza değin yaşayacaktır.

DİŞ İLİŞKİLER VE DOSTLUKLAR:

Hiçbir devletin içişlerine karışmayan, hiçbir ülkenin toprağında gözü olmayan, Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” özdeyişini ilke bilip içtenlikle izleyen Türkiye Cumhuriyeti, dostlarının ve komşularının da aynı anlayış ve tutumu göstereceklerine inanmak istemektedir. 
Avrupa Topluluğunun gelişme yöntemini saptamak üzere Haziran ayında Lizbon’da yapılacak toplantıda, yöneltici ve özel amaçlı propagandaların etkisinde kalınmayacağını, kökten dinci akımlarla nükleer silâhların yayılma olasılıklarına karşı barışın güçlü kalesi olan Türkiye nin lâyık olduğu tam üyelik yolunda ikinci öncelikli ülke işlemi göreceğini umuyoruz. Türkiye, Avrupanın bir parçasıdır. Kaldıki ortak değerlerle insanlık ve dünya birer bütündür.

Savaş, hastalık, açlık, işkence, baskı terör ve insan hakları ile demokrasiye aykırı uygulamalar, tüm teknolojik gelişmelere ve iletişim ağının dünyayı giderek küçültmesine karşın, insanlığın, karşısındaki başlıca ulusal ve uluslararası tehlikelerdir. Yapay sorunlar, us ve bilim dışı savlarla dostluğa ve komşuluğa aykırı girişimler, insanlığa zarar verici davranışlardır. Uluslararası ilişkilere gösterilecek özen, öncelikle kendi uluslarımızın geleceği yönünden yararlıdır. Daha güçlü görünmek amacıyla, iç politika nedeniyle dış politika gösterilerine girmek, aşırı milliyetçilik akımlarını ya da kendi çıkarı için başka ülkelerdeki karışıklıkları destekleyip kışkırtmak sorunların artmasından, ateşin genişlemesinden başka sonuç getirmez. Çevresi karanlık ülke de aydınlık olamaz, karanlık olanın çevresi de... Hukukun birleştirici niteliği hukukçuların sorumluluğunu gündeme getirmektedir. Yalnız kendimiz, ülkemiz için değil, her ülke ve insanlık için de yükümlülüklerimiz vardır. Bunları konuşup tartışmak politika yapmak değil, insanlığa hizmet etmektir. Hukukun başlıca görevi de budur. Hukuktaki birlikteliğin Dünyanın her yerinde açlık, savaş, hastalık, baskı ve korkuya karşı insanlar için umut olarak yansıtılmasına çalışmak zorundayız. 
Kavramlarda birlik sağlamak bu doğrultuda en önemli aşamadır.

Dinsel, etnik ya da başka bir nedene bağlanan ayrımı çağdaş yaşam, uygar dünya için sakıncalı buluyor, dostluk ve barışı güven ve erdem kaynağı biliyoruz. Dünyanın neresinde olursa olsun insana yönelik saldırı ve haksızlıkları tüm insanlığa karşı işlenmiş suç sayıyoruz. 
Bu bağlamda, soykırım nitelik ve düzeyindeki durumlar için, ilk kez yurt dışındaki kuruluşlara çağrıda bulunarak yalnızca kınama biçiminde açıklanmasını beklediğimiz, ulusal yargı organlarının görev alanına girmeyen ve yansızlıkları nı etkilemeyen ilginin esirgenmesi, insan hakları konusundaki dayanışma yönünde düş kırıklığı yaratmıştır. 

Siyasal oluşumların dışındaki uluslararası insanlık sorunlarında ortak duyarlık, hukukun erdemidir. İlettiğimiz sorunlara ilgi gösteren dost ülkelerin kuruluşlarına içten teşekkür ederiz. Anlaşmazlıkların silâhla, savaşla değil, barışla çözümlenmesini, birbirinin toprak bütünlüğüne saygı göstererek dostlukların güçlendirilmesini, demokrasinin erdemini herkesin tatmasını, baskı ve haksızlıklara karşı çıkmakta birleşerek insan hakları utkusunu kanıtlamanın ortak onurumuz ve yaşam borcumuz sayılmasını, tüm insanların sağlık ve mutlulukla en özgür biçimde yaşamasını diliyorum.

Türkiyenin kimsenin toprağında gözü yoktur. Kendi toprağını da kimseye vermez. Türkiye yayılmacı değildir. Irkçılık ya da dincilik gütmez. Hukuk kaynağında, anlam ve amacında ayrılık olamaz. Dostluğun etkin aracı olan hukuku, bir insanlık öğretisi saymakta birleşelim. Bir araya gelmemiz için insan olmamız, aynı yönde çalışmamız için de hukukçu olmamız yeter. Renk, dil, din, soy ya da başka özellikler ayrılık nedeni olamaz. Bölgesel ya da ekonomik sorunlarla ayrılmayalım. 

Onları giderip dostça yaşamaya çalışalım. İnsanlık ölçüsü, hepimizin, her ülkede, her zaman ve her koşulda gözeteceğimiz, asla ayrım yapamayacağımız ve ödün veremeyeceğimiz evrensel bir ilkedir. 

Hukuk, yaşama bakış biçimi, insanlığın barış ve mutluluk yöntemi, uygarlık ölçüsüdür. Bu özü, evrensel bilinç durumuna ve düzeyine getirerek güçlendir meli, hukuku her ulusu ve herkesi birleştiren etkinliğe kavuşturmalıyız. Giderek artan ilişkilerimiz, kuruluşlarımızın dayanışması, karar ve ilkelerimizi birbirimize ileterek ayrılıp birleştiğimiz yönleri saptamak, bilgi ve deneyimlerimizi karşılıklı yarara sunmak hukuksal ayrılıkları azaltacaktır.

Ülke ve ulus ayrımı gözetmeden, insanlığın önündeki sorunları hepimizin sorunu bilerek çözelim. Güvenlik, baıış ve mutluluğu birliktelikle gerçekleştirip sonsuz kılabiliriz. Yönetimler değişir, ulusların dostluğu ilkedir. İnsanlık, dostluk ve meslektaşlık ilişkilerine büyük önem veriyoruz. Bu bağlar, geleceğe uzanan birer köprüdür.

KİMİ ANAYASAL DURUMLAR:

İnsan hakları evrensel bir ülküdür. Her durum ve koşulda, her zaman yaşanıp savunulmak, hiçbir nedenle sınırlamamak ve özüne dokunulmamalıdır. İnsan haklarının çiğnenmesi bağışlanmaz bir suç kabul edilmedikçe bu konudaki yakınmaların arkası kesilmez. 
Hukukçuların, özellikle anayasa yargıçlarının bu konuda sorumlulukları büyüktür. 
Mahkememiz, insan haklarına dayanan, yollamalar yapan, kararlar vermektedir. 
Yargıçların da uluslararası sözleşmelere daha çok özen göstermesi gerekir.

Önceki yıllarda izlenip saptanan Anayasa’ya aykırı düzenlemeler, işlemler, tutum ve davranışlarla bunların sakıncalarım belirtip eleştirmeyi yararlı bulmuyorum. Yinelenmeyecekleri umudu ve dileğiyle, özen gösterilmesinin hukuk devleti niteliği yönünden yararlı olacağına yürekten inandığım, kimi hususları vurgulamakla yetineceğim:

* İptal edilen kuralların bir tür karşı çıkma ve direnme biçiminde aynı içerik ve nitelikte yeniden yürürlüğe konulmasından,

* İptal kararı gerekçesinin yayımlanmamasına dayanarak çok zorunlu olmadıkça Anayasa’ya aykırılığı saptanan kuralları uygulamaktan, 
bu arada özellikle iptal edilmiş yetki yasalarına dayanarak KHK’ler çıkarmaktan,

* Zorunlu, ivedili ve önemli durumlar dışında KHK’ye başvurmaktan, yasama yetkisinin devri niteliğindeki düzenlemelerden,

* “Dâva açılmaz, açılıp iptal edilirse de karar yayımlanıncaya kadar uygular, yararlanıl iz” anlayışıyla aykırılığı belli kuralları yürürlüğe 
koymaktan, aykırılığı belirgin kuralların iptalini istemek üzere yargı yoluna başvurmayı kınamaktan,

* Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığına aykırı, anayasa 
suçu oluşturacak eylem ve işlemlerden kaçınılmalıdır.

Kararlar, gerekçeleri ve sonuçlarıyla biı bütün olup tersine görüşlerin uygun bir yanı yoktur.

* Anayasanın yasalarla düzenlenmesini öngördüğü hususların, KHK’ ler ile düzenleme yasağı dışında kalsalar bile, yasalarla düzenlenmesi yeğlenirse daha hukuksal davranılmış olur.

* 1982 Anayasası döneminde, Anayasanın 153. maddesi uyarınca kararların yürürlüğe girmesinin ertelendiği durumların hemen hepsinde, hukuksal boşluğu doldurması için yasa koyucuya verilen sürede yeni düzenleme yapılmadığı, 28 yılı aşan gecikmeler olduğu gözetilerek konuya eğilmek gerekir.

* Anlamı, tanımı, içeriği yenilenen ulusal egemenliğin bağsız- koşulsuz Ulus’un olduğu, yasama organının egemenlik kapsamındaki yasama yetkisini, bağımsız mahkemelerin de yargılama yetkisini Ulus adına kullandıkları, geçerlik yönünden aralarında bir ayrılık bulunmadığı, “seçilmiş-atanmış” ayrımının erkler ayrılığı ilkesine, demokrasiye aykırı düştüğü unutulmamalıdır. Yasama organını her seçimde belirleyen ulusal istenç, yargı organının kuruluşunda ve temelinde, baştan sona geçerli biçimde vardır. Anayasanın yaptırım içermemesi nedeniyle 
ona aykırı davranmanın sakıncalı olmayacağı anlayışının hukuk içinde yeıi yoktur. Anayasa kuralları ona saygılı olanları yücelten, onursal yaptırımı anlamında gömülü üstün belirlenmeleri dir.

* Yalnız Anayasa’ya uygun yasa değil, evrensel ölçütlere, hukukun üstün kurallarına ve uluslararası sözleşmelere uygun Anayasa gerekir.

* Siyasal sistemimizin sosyal içeriği gözardı edilerek devletin, bu alandaki çağdaş işlevi savsaklanamaz. Demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti ilkesini kimse çiğnememelidir. Hiç kimse hukukun ve Anayasanın üstünde ve dışında değildir. Herkesten andına bağlılık beklemek, ulusun hakkıdır. Demokrasiyi özümsemek, içimize sindirmek zorundayız. Seçimlerin ulusal istencin en demokratik biçimde belirlenme, yansıma ve somutlaşma yöntemi olduğu, çoğunluğun baskı aracı olmadığı unutulmamalıdır.

* Anayasa Mahkemesi’ne, Anayasayı denetleme yetkisi verilmemiştir. Kimi kuralları yetersiz, yararsız ve yanlış bulunsa da, değişinceye değin, yürürlükteki kuralların en üst düzeyindeki Anayasa’ya uymak zorunluluğu kesindir. 
Bunu tartışmak doğru değildir.

* Anayasa Mahkemesi, işlevleri siyasal nitelikli olmakla birlikte her tür siyasal eğilim ve etkiye kapalı, bağımsız bir yargı organıdır. 
Kararlarını günlük kesitlere, kimi geçici olaylara ve siyasal oluşumlara göre değil, Anayasa’ya göre vermekte, ilkeleri korumaktadır. Yeterli bilgiyi edinmeden, kişisel ya da başka nedenlerle eleştiriye kalkışmak, dedikodu, söylenti, yakıştırma, varsayım, siyasal ve dinsel amaçlarla yıpratmak kötülüktür. İlgililerin, özellikle devlet katlarında bulunanların bu tür sakıncalı tutumlardan kaçınmaları, kötü örnek durumuna düşmemeleri gerekir. Kimi üzücü olayları, gerçekleri saptırıp, tutarsızlık ve çelişkileri gözden kaçırmak için, red kararı verilmişken, iptal kararı verilmiş gibi kusuru Anayasa Mahkemesi’ne yüklemek, ulusun güvencesi olan yüce mahkemeyi yıpratmak asla doğru değildir. Yargıya 
saygı, onur ve erdemdir. Ne denilirse denilsin, adaleti, onu esirgeyenler ve ona karşı olanlar için savunmaktan ayrılmayacağız. Anayasa Mahkemesi kimseyle uğraşmaz ve kimseyi uğraştırmaz. Aykırılığı önler, uygunluğu önerir ve hukuka  öncülük eder.

Bir öğreti sayılacak hukuku, disiplin olarak tanımak istemeyenler, çıkarlarına engel bulanlar ya da siyasal amaçlarına elverişli araç bildikleri sürece hukuka yandaş görünenler insan hakları bilincinden yoksundurlar. Demokrasi, kişisel egemenliklere, baskı yönetimlerine geçit vermez. Bu olgu hukukla sağlanır. Kişisel ve toplumsal duyarlığı yitirmedikçe, demokrasinin çağdaş aşaması olan hukuk devleti varlığını sürdürür. Hak ve özgürlükler gibi tüm kurum ve kuruluşlar, onlara lâyık olanlar, onları benimseyip savunanlar için vardır ve değer taşır. Hukuksuz kalmayı onursuz kalmakla bir tutmadıkça hukuktan yararlanamayız. Güçlü olunca hukuku unutan la, güçsüz olunca hukuku hatırlayan arasında hiçbir fark yoktur. Muhtaç olmadığı zaman da saygı duyanların katkısı hukuku yüceltecektir.

Demokrasilerde yasama ve yürütmenin yargı çalışmalarına destek sağlamaları, öncelikle engelleri kaldırıp kararların yerine getirilmesine ağırlık vermeleri kendi geçerlilikleri yönünden önemli bir göstergedir.

YENİ ANAYASA HAZIRLIKLARI:

“Ayrıntılı-ayrıntısız Anayasa”, “ Dar-geniş Anayasa” ya da yalnızca “Temel hakları içeren Anayasa” önerileri, gerçekleşme evresinde yanıtını bulacak, toplumun özlemi gözetilerek doyurucu değerlendirmeler sonunda umuyorum ki siyasal birliği ve düzeni güçlendiren toplumsal barışın kaynağı olan en çağdaş Anayasa edinilecektir. Anayasa Mahkemesi, öbür kuruluşlara saygılı tutumunu sürdürerek kendi alanıyla ilgili önerilerini zamanında bilgiye sunacaktır. Şimdiden değineceğim ana konular şunlardır:

* Anayasanın “Yargı” bölümündeki değişikliklerle yargı erki güçlendirilmeli, hak arama özgürlüğünün kutsallığına ve yargının onuruna yaraşır çağdaş düzenleme ler ile daha kapsamlı, daha etkin denetim sağlanmalıdır. 
Yargı denetimi demokrasiyi arıtır ve aydınlatır. Tartışmaları, yakınmaları sona erdiren, belirlediği sonuçlar, gösterdiği yol ve yöntemlerle rejimi sağlıklı kılan, aykırılık ve çelişkileri gideren, kötülük, yolsuzluk ve haksızlıkları önleyen yargının tartışılmaz değerine uygun biçimde yapılanma ve düzenlenme zorunluluğu açıktır.

Çağdaş bir hukuk devletinde “erkler ayrılığı” ilkesinin temel koşulu, yargı erkin in bağımsızlığı kadar yasaların Anayasa’ya uygunluğunun 
denetlenmesidir. 

Anayasa Mahkemesini yasama organının üstünde, karşısında ya da altında göstermek yanlıştır. 
Yasama organının tamamlayıcısı durumundadır. Yasa koyucu yerine geçmeye asla özenmemek te, bu anlama gelecek görünümlerden kaçınmakta, iptalde doğan boşluklar için yasama organına süre vermektedir. Hukuk devletinin simgesi olan Anayasa Mahkemesi, yasama organının, dolayısıyla siyasal iktidarların geçerliğinin göstergesidir. Artık, “Anayasayı İhlal den kaynaklanan “İhtilâl” ve “Anayasa bunalımı-Siyasal Buhran” savları geçmemekte, hukuksal bir sorun olarak “Anayasa'ya aykırılık” durumu tartışılmaktadır. 

Anayasa Mahkemesinin kuruluşu yenilenerek üyeler üye veren kurumlarca doğrudan seçilmeli, TBMM’ne de kontenjan ayrılarak yeni bir dağıtım yapılmalıdır. Kararlar verildikleri gün yürürlüğe girmelidir. Böylece, 153. maddenin yazılışındaki çelişkinin neden olduğu sonuç bildirme de gereksiz kalır. Anayasa değişiklikleriyle yasaların biçim yönünden incelenmesindeki sınırlar kaldırılmalı, dava açma yetkisi tanınan kuruluşlar artırılmalıdır. Yasaların, uluslararası sözleşmelere uygunluğu da denetlenmelidir. “Şikâyet” yolu kimi koşullarda benimsenmelidir.

Tüm adaletsizlikleri gidererek kamu düzenini güçlendiren yargının, “güvencelerin güvencesi,” olduğu bir evrensel gerçektir. Anayasanın “Genel İlkeler”, “Temel haklar ve ödevlerle, “Yasama” ve “Yürütme” bölümlerinde de çağa uygun değişiklikler aynı doğrultuda gerçekleştirilmelidir. Yasa koyucunun ön yargılar dan, parti eğilimlerinden ve oy için ödünlerden uzak durarak en doyurucu ve kıvanç verici Anayasayı kazandıracağına inanıyoruz. Ulusal uzlaşma belgesi olan Anayasa, devlet gücünü uygar sınırlamanın, hak ve özgürlükleri güvenceye bağlamanın hukuksal yapıtıdır. Siyasal partilerin denetimi serbest kuruluş ilkesine uygun, genel ilkeler yönünden olmalı, akçalı denetim daraltılıp azaltılarak Anayasa Mahkemesinin yalnızca yaptırım belirleyeceği bir düzen getirilmelidir.

Anayasa Mahkemesinin siyasî partilere yapılan Hazine yardımlarının çok altındaki bütçesi, kendi hazırladığı biçimde, doğrudan yasama organına sunulmalıdır. Bağımsızlıkla bağdaşmayan, olurla kullanma durumu, kaldırılmalıdır.

Yargı bağımsızlığını, yargıç güvencesini gölgeleyen oluşumlardan dönülmeli, hak arama özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmalı, adalet kolluğu, genel kolluk güçleriyle birleşen ve ayrılan yanlan gerçekçi biçimde belirlenip yargı organına bağlı olarak kurulmalıdır.

Tüm yargıç, savcı ve adalet görevlileriyle yüksek yargı organları üyelerinin özlük haklan ve aylıkları işlevlerine göre düzenlenerek adaletsizlikler giderilmeli, yüksek yaıgı organlarında Başkan-üye aylıklarında eşitlik sağlanmalıdır. Temelde Yüksek Mahkemelerin tüm konuları, kendi kuruluş yasalarında düzenlenmelidir.

Halkımız hızlı, doyurucu ve az giderli adalet istemektedir. Yargı kuruluşlarının yapıları, işlevleri, çalışma yöntemleri kuruluş ve yöntem yasalarıyla birlikte ivedi biçimde ele alınmalıdır. Yakınma ve söylentileri haksız çıkaran özenin yargının her katında gösterilmesi hepimizi gönendirir.

Ceza ve tutuk evleri ile salıverilme sonrası yaşam, insana yakışır biçimde Devletçe yüklenilmek, yasalardaki antidemokratik kurallar mutlaka ayıklan malıdır. Kuruluş Yasamız, Siyasal Partiler Yasası, Seçim Yasası öncelikle değiştirilmelidir.

Toplumun tüm kesimleri dinlenip öneriler değerlendirilirse sonuç daha iyi olur. Katılım, benimsenmeyi artırır. Memurlara sendika kurma hakkı açıklıkla verilmeli, gerekli yasa çıkarılmalıdır.

Demokratikleşme sürecinin olumlu, verimli biçimde sonuçlanacağı umudu demokrasiye inancı pekiştirecektir. Ulusumuza yaraşır, övünç duyuran, kalıcı bir Anayasa’ya kavuşmak amacında birleşiliyor ise, gerekli birikimin varlığı gözetilerek kapsamlı ve etkin çalışmalar hızlandırılmalıdır. Ulusal egemenlik kavramındaki değişikliğe, çağdaş yapısına ve ulusal üstü hukuk kurallarıyla yargı kurumlarının benimsenmesine göre gerekli değişiklikler gerçekleştirilmelidir. Katıldığımız uluslararası organlardaki eşit konumumuz, sakınca varsa, her ülke için söz konusu olabileceğini göstermektedir. Uluslararası kuruluşların yetkisini kabul etmek egemenlikle çatışmaz.

YÜCE DİVAN:

Son zamanlarda, ulusun en sağlıklı güvence kumrularından yargı organları arasında inan ve güven sarsıcı, dayanışmaya aykırı gereksiz önerilerle başlatılmak istenen tartışmaya uzak duruyoruz. Bakanların görev nedeniyle işleyecekleri suçların karma yapısı, Anayasa Mahkemesinin bu tür değişik görünümlü suçların niteliklerine uygun sivil- asker adlî ve İdarî yargıyla Sayıştay dan, üniversiteden, yönetimden ve avukatlıktan gelen üyelerle çalışması, siyasal partilerin akçalı denetimleriyle ihtar ve kapatılma istemlerine bakması ve 30 yılda 6 kez Yüce Divan sıfatıyla çalışarak zengin bir deneyim edinmesi 1876 Kanuni Esasi'ye, 1924 Anayasasındaki Divan Âli’ye Danıştay’dan da üye alınması, 1961 Anayasası görüşmelerinde uzun tartışmalarla getirilen düzenlemenin genelde doğrulanması, Yüce Divan istemini yineleyen yüksek Mahkemenin işyükü ağırlığı, ara mahkemelerin kurulması gereksinimi ve önceki yaklaşımı gözardı edilerek ve öbür yüksek mahkemeler bir yana itilerek, Anayasanın belirlemesiyle “En doğal yargıç” ilkesi durumundaki olguyu yadsıyan önerinin amacına ve niteliğinin ayrıntılarına bugün, burada değinmeyi uygun bulmuyorum. Yararsız, gereksiz, uyum bozucu, Danışma Meclisi’nin benimsenmeyen önerisine dayanan bir heves ve geriye dönüş anlamındaki istek, zamanında yeterince değerlendirilecektir. Sorunları çözümleyecek kuruluşların 
sorun yaratmalarını uygun karşılamak olanaksızdır.

BAROLAR:

Yargının, sav, savunma, karar üçlüsünden oluştuğu gözetilerek işlevlerine uygun konumlar, olanaklar ve ilişkilerde çağdaş düzey sağlanmalı, avukatlığı ve Baroları küçük görüp dışlayan yanlışlığa düşülmemelidir. Yaşam hakkı kadar kutsal ve hukuk devletinin gerçeklik ve geçerliğinin başlıca ölçütü olan hak arama özgürlüğünü yaşama geçirip adaletin güçlü sesi olan avukatlığa verilen önem, yargının genel düzeyini etkiler. Yargıya saygı hukukun üstünlüğü ilkesinin içtenlikle benimsenmesidir ve bunu Baroları dtşarda bırakmakla gerçekleştirmek 
olanaksızdır. Türkiye Barolar Birliği ve Barolarla ilişkilerimiz, yargı organlarıyla olduğu gibi gerçekçi, yapıcı ve içtcnliklidir. Baroların bağımsız olmadığı yerde hukuk devleti tartışmaları sürer. Yargıtay’ımızın önceki Başkanlarından, anısı önünde saygıyla eğildiğim İmran ÖKTEM’in 1967-1968 Adalet Yılını Açış Söylevinden şu bölümü aktarmayı yararlı buluyorum: “Türk avukatlarını bağımsız Barolarına kavuşturacak, kendilerini yönetmek imkânını vererek Baroları vesayetten kurtaracak Avukatlık Kanunu’nu beklemekteyiz.” Artık, 
gerekenler yapılmalıdır.

HUKUK ve İLKELER:

Adalet, devletin, temelidir. Hukuk üreten yargı organları bu özdeyişi geçerli kılan kuruluşlardır. İnsanı koruyarak hukuku saygın ve etkin kılacak hukukçular sorumluluklarının bilincinde oldukça yakınmalar azalacaktır. Gerçek Demokrasi kişilere değil, Kural ve Kurumlara dayandıkça kurulur. 
Bu temeli öncelikle hukukçular oluşturacaktır. 
Hukukçu korkak, çekingen, uydu nitelikli olamaz. Gerçekleri söylemekten kaçınmayan bilgili hukukçular mesleğin onurudur lar. Ulusumuz, hukukun kutsal aydınlığını yaşayarak sorunlarını çözecek, sürekli bağımsızlığı, egemenliği, özgürlüğü, barış ve mutluluğu hukukun sonsuz aydınlığında yaşayacaktır. Güvenlik, suskunluğun sığınağında değil, gerçeğin pırıltısında dır. Hukuk tek yönlü düşünme tehlikesini önler. 
Hukuk, açıklık ve gerçekliktir. Hukuk, öz severlikle bağdaşmaz. 

Yaşamı anlamlı, yaşamayı güvenli kılacak en sağlıklı kaynak, hukuktur. 
Siyasal yaşamı yönlendirip güçlendiren hukuku siyasallaştırmak yerine, siyasayı hukuksallaştırmak evrensel bir ilke durumuna gelmişken, yargı sorunlarıyla geride kalmak, uygarlık ve çağdaşlaşma sürecini uzatmaktır.

Gerçekleri, üstelik öz eleştiriyle söylemek asla siyasal bir çaba ve eğilime bağlanamaz. Tersine, yurtseverlik gereğidir. Yansız bir hukukçu olarak günlük değil, güncel düşünmek zorundayız.

Hukuk, özgürlüklerin anasıdır. Hukuksallık, demokrasinin ereği, insanlığın gereğidir. Yüzeysel yaklaşımlarla hiçbir sorun çözümlenemez. 

Özgürlükleri sürekli tartışmayı aşmalıyız. Geçmişin kalıntılarının ve tortularının etkisine sırt çevirmesini bilmeliyiz. Sosyal eşitsizlikleri kaldırmak çabasını sürdürmeliyiz. Hukuk devleti yapısı içinde, hukukun temel öğe ve gerçek dayanak sayılması, koşul niteliğinde algılanmalıdır. 
Hukuk devletinin gereklerini, öncelikle, görevliler yerine getireceklerdir. 
Bu soylu anlayışa uygun tutumlar övgü nedeni bilinmelidir.

Siyasal çıkarlar uğruna her tür ödünün verildiği hukuksallığın çekinilmeden yadsınıp gözardı edildiği, hukuka uygun olma özeninin yerini politik uyumun aldığı, bu bağlamda kimi bürokratlarda, kimi hukukçularda geçmişlerini gölgeleyen yakınlıklar kurularak tutarsızlıkların sergilendiği, birçok kimsenin yoksunlukları unutularak kimilerine ek gelirler sağlanarak yandaşlıkların gözetildiği ortam büyük üzüntü yaratır. Ahlâk ve değer yargılarını kötü biçimde etkileyen baskılar, yaşam koşullarındaki ağırlıkla birleşince toplumsal yönden sakıncası önlenemeyecek sorunlar ortaya çıkar.

Anayasayı soyut tanımlar çizelgesi durumundan çıkarıp genel yaşamı düzenleyen, ilişkileri çağdaş uygarlık çizgisinde dengeleyen ulusal 
uzlaşma belgesi olarak benimsemeliyiz. Demokrasinin değeri bilinmeli ve hukuksuz varlığı düşünülmemelidir. 
Güdümlü demokrasiye karşılık, hukuka bağlılık ve saygıdır. Hak ve özgürlüklere lâyık olma özeni, onları kullanıp koruma istenciyle kanıtlanır.

Bağımsızlık, özgürlük ve egemenliği koruyan, barış ve mutluluğu gerçekleştirip sürekli kılan hukukun etkinliği, benimsenip sayılmasına 
bağlıdır. Bunu sağlamak görevi de hukukçuların dır. Bir meslek gereği olmaktan ötede ulusal bilinç olarak, karakterimizin ögelerin den başlıcası olarak değerlendirilmedikçe başarı kazanmak olanaksızdır.

Anayasal ilkeler, 
İktidarların, yasama organı çoğunluklarının içtenlikli tutumlarıyla güçlenip kökleşir. Zedelenip yıkılmamaları için özen gösterilmedikçe hiçbir değerleri kalmaz. Aykırılık, çelişki ve yanlışlıklar yargı kararlarıyla önlenmedikçe toplumsal sarsıntıların, siyasal kargaşaların engeli kalmaz. Kuralları güçlü, kararları etkin yapacak tutum, onların saygıyla karşılanıp kaışı çıkılmadan uygulanmasıdır. 
Kararları yerine getiı ilmeyen yargı organlarının varlığı göstermeliktir.


Türkiye Cumhuriyetimin hukuk devleti niteliğini gerçekleştirip güçlendirmede Anayasa Mahkemesi, kendi seçkin, özgün alanda işlevlerini özenle yerine getirerek öncülük edecek ve öbür yargı organlarının başarılarına katkıda bulunarak Büyük Ulusumuza hakkı olan adaletin en doyurucu düzeyde sunulmasını sağlayacaktır. Hukukun üstünlüğü ilkesini, çağdaş ve evrensel düzeyde yorumlarla egemen kılarak hakları ve özgürlükleri en sağlıklı güvencelere kavuşturacak, hukukla adalet arasındaki çatışmaları, uygulama aykırılıklarını önleyerek demokrasiyi her konuda ve tüm özellikleriyle yaşatacaktır.

Hukuksallığı, tartışılmaz biçimde olmadıkça Devletin saygınlığı söz konusu olamaz. İnsana, topluma değer ve öncelik veren, insan haklarına dayanarak yönetimi yeğleme yen anlayış asla demokratik olamaz. Hukuku anayasal düzeyde yaşama geçiren Mahkememiz, yorumları, ilkeleri ve genel tutumuyla yalnızca Anayasanın bağlayıcılığını ve üstünlüğünü savunmakla kalmayacak, Ulusumuza her yönden yeterli bir Anayasanın sağlanmasını da, boşlukları doldurup gereksinimleri gözeterek, yüklenecektir. Yazılı Anayasa, Anayasa Mahkemesinin kararlarıyla her zaman çağdaş, doyurucu ve etkin olacak, toplum ve bireyler her zaman esenlik duyacaklardır.

Rejimin bekçisi olan Mahkememiz, ulusal onur saydığımız adaletin sunuluşunda yükümlülüklerinin bilincinde olarak, kuruluşundan bu yana olduğu gibi özveriyle, yansızlıkla çalışacak, güvencelerin güvencesi olma kimliğini başarıyla sürdürecektir. 
Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay üyelikleri seçimlerinde Mahkememiz Raportörlerine gereken yerin verilmesini bekliyoruz.

Bu arada kimi basın-yayın organının, eleştiriyi bırakıp çok saygı duyduğumuz basın özgürlüğüne yaraşmayacak biçimde insanı, kişiliği, görev özelliğini hiçe sayarak saldırıda bulunmasını, gerçek dışı yayın yapmasını, düzeltme ve karşılığa, yer vermemesini, özür dilemekten ve öz eleştiriden kaçınmasını, kurum ve konu önemini gözetmeyen tutumlarını yadırgıyorum. Kendi güvencesini üstelik içeriden yıkmak en ağır yanılgıdır.

Hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasına, terörün ve sömürünün her türüne, baskılara, adaletsizliklere karşı çıkıp hukuktan hiç ayrılmamak ilkesi hepimizi gönendirecek, dirlik ve düzeni sürekli kılacaktır.

Son aylarda yaşanan kaza, doğal yıkım ve bölücülük olaylarında, önceden olduğu gibi içtenlikli ilgileriyle yurt içinde ve yurt dışında büyük beğeni toplayan Şanlı Ordumuzun ve özverili kolluk güçlerimizin uygar yaklaşımlarıyla başarıları, huzursuzlukların giderilmesine önemli katkıda bulunacaktır. Çabaları için hepsini yürekten kutluyor, ulusça duyduğumuz acılar nedeniyle herkese başsağlığı ve geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor, yitirdiklerimizin anıları önünde saygı ile eğiliyor, yaralıları için ivedi iyileşme istiyorum.

30. Kuruluş Yıl dönümü kutlamaları için yakın ilgileriyle destek veren Sayın TBMM Başkam’na, başta Sayın Başbakan olmak üzere ilgili Bakan ve Genel Müdürlere, Özellikle Basın Yayın Genel Müdürlüğü ile TRT Kurumu’na, çağımızı kabul eden dost konuklara, konseriyle duygulandıran Ankri Orkestrasına, renkleriyle kucaklayan Ressam Mümtaz BÖLMEN ’e içten teşekkürlerimi yinelerim.

Hukukun barış sağlayan engin aydınlığında daha güvenli ve görkemli gelecek özlemi ve nice kuruluş yıl dönümlerini kutlamak umuduyla 
hepinize esenlikler diliyor, Saygı Sunuyorum.

https://www.anayasa.gov.tr/media/3994/32.pdf

***