16 Şubat 2020 Pazar

İRAN NÜKLEER KRİZİNİN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ BÖLM 4

İRAN NÜKLEER KRİZİNİN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ BÖLM 4




3.3. Şii-Sünni Çatışması Senaryosu 

Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan ve kısa sürede diğer bölge ülkelerine yayılan halk ayaklanmaları, Ortadoğu’daki bölgesel dengeleri değiştirmekte ve Ortadoğu jeopolitiğini yeniden şekillendirmektedir. Mikro boyutta Ortadoğu’yu makro boyutta ise küresel sistemi yeniden inşa eden sistemik değişkenler, bölgesel ve küresel aktörlere fırsat ve riskleri aynı anda sunmaktadır. Yeni güç odaklarının belirdiği, devlet-dışı aktörlerin aktif konuma geldiği, belirsizlik ve ön görülemezliğin ulusal ve uluslararası stratejileri derinden etkilediği böylesine 
bir süreç, farklı risk ve tehdit unsurlarını açığa çıkarmaktadır. Simetrik olabildiği gibi asimetrik özellikler taşıyan bu tehditlere Suriye’de iktidar ile muhalefet arasında yaşanan çatışmalar örnek olarak gösterilebilir. 

Küresel ve özellikle bölgesel düzlemde “yeni bir Soğuk Savaş”ın başladığına dair yorumlara neden olan ve bölgedeki inşa sürecini yakından etkileyen Suriye krizi bir yandan bölgedeki jeopolitik ve jeokültürel kutuplaşmaları belirlerken, diğer yandan da olası bir Şii-Sünni çatışma riskini gündeme getirmektedir. Bölgedeki halk ayaklanmalarının yol açtığı toplumsal dinamizm, Suriye’deki çatışmalar ile farklı bir boyut kazanmış ve bölgede meydana gelen jeopolitik gerginliği üst noktaya taşımıştır. Suriye’deki gelişmelere bağlı olarak bir yanda Batı, Türkiye ve Körfez ülkeleri; diğer yanda ise İran, Lübnan, Irak, Rusya ve Çin şeklinde beliren kutuplaşma yalnızca jeostratejik hamleleri içermemekte, aynı zamanda İslam jeopolitiğinde jeokültürel ayrışmalara neden olabilecek bir potansiyeli de ihtiva etmektedir. 

Suriye’deki çatışma ortamıyla birlikte değerlendirildiğinde bölgedeki bazı aktörlerin Esed rejimini savunurken bazılarının muhalefeti desteklemesi, mezhepsel bir krize yol açabilecek politikaların uygulanma riskini de barındırmak tadır. Esed rejiminden yana tavır alan İran, Lübnan ve Irak ile Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerin Suriye konusunda karşı karşıya gelmesi, bölgede mezhepsel bir fay hattının oluşabileceği şeklindeki yorumlara neden 
olmaktadır. Kaldı ki İslam jeopolitiğini böyle bir jeokültürel bölünme oluşturmak suretiyle Şii ve Sünnileri çatışma ortamına çekme politikasına ilişkin varsayım kaygıları artırmaktadır. 

Bölgesel konjonktürde Suriye krizi üzerinden bir yanda öncülüğünü Türkiye’nin yaptığı Sünni dünya ile diğer yanda liderliğini İran’ın yaptığı Şii dünyanın cepheleştiği izlenimi doğmaktadır. Uluslararası medya ve kamuoyunda bilinçli ya da bilinçsiz olarak oluşturulan bu imaj, olası bir mezhepsel ayrışmanın bölge jeopolitiğinin yeniden inşa edilmesinde katalizör olabileceğini  düşündürmek tedir. Son dönemde bölge jeopolitiğinde yaşanan gelişmeler, özelikle Irak ya da Suriye üzerinden çıkabilecek bir Şii-Sünni çatışmasının ciddi bir şekilde tartışılmasına neden olmaktadır. Karar alıcıların Suriye krizinde birbiri aleyhinde yaptıkları sert açıklamalar, bir yılı aşmasına rağmen Suriye’deki çatışmaların kesilmemesi, başta BM olmak üzere küresel aktörlerin bu sorunun çözümüne ilişkin ortak bir politika üretememesi, ABD’nin Irak’tan çekilmesinin ardından 
ülkede mezhepsel gerilimin tırmanması, bölgenin lider gücü olma potansiyelini taşıyan Türkiye ve İran’ın Suriye krizi konusunda karşı karşıya gelmesi ve bölgedeki silahlanmanın artan bir ivmeyle devam etmesi gibi gelişmeler bölgedeki jeopolitik ve jeostratejik gerilimin jeokültürel zemine de yansıma olasılığını güçlendirmektedir. 


Ortadoğu’daki Silahlanma ve Askeri Harcamalar (2003-2011 Milyon Dolar) 


<  Ortadoğu’da Silahlanma ve Ortadoğu Silah Ticaretinde ABD’nin Artan Etkisi 
ABD’nin son zamanlarda başta Suudi Arabistan olmak üzere bölge ülkeleriyle silah anlaşmaları yapması ve bölgedeki askeri harcamaların artması gerilimi somutlaştırmaktadır. Beyaz Saray geçtiğimiz aylarda, Suudi Arabistan ile yaklaşık 30 milyar dolar değerindeki F-15 savaş uçağının satışını öngören bir anlaşma yaptıklarını açıklamış; bu anlaşmanın 60 milyar dolarlık silah anlaşması kapsamında yapıldığını ve helikopter, füze, bomba, radar uyarı sistemi ve gece görüş sistemi ni içerdiğini belirtmiştir.1 Amerikan yönetiminin 2011 yılında silah satışı yaptığı ilk on ülkenin beşi Ortadoğu coğrafyasında yer almaktadır. Bu verilere göre ABD Afganistan’a 5,4 milyar dolar, Suudi Arabistan’a 3,5 milyar dolar, Irak’a 2 milyar dolar, Birleşik Arap Emirlikleri’ne 1,5 milyar dolar ve İsrail’e 1,4 milyar dolarlık silah satışında bulunmuştur. ABD’nin Ortadoğu ülkelerine yaptığı silah satışı toplamı ilk on ülke arasında %49,11’lik orana, tüm silah satışında ise %39,66’lık bir paya sahiptir.2 Söz konusu silah anlaşmaları ve bölge ülkelerinde artış eğilimi gösteren askeri harcamalar, ABD’nin bölgede Sünni kuşak oluşturmak suretiyle İran’a karşı yaptığı stratejik hamleler olarak yorumlanabilir. 

Yukarıdaki verilere paralel olarak ABD’nin Ortadoğu silah pazarındaki payı 2003-2006 döneminde %33 iken, bu oran 2007-2010 döneminde %57’ye çıkmıştır. Ortadoğu’ya 2003-2010 arası dönemde yapılan silah anlaşması oranlarını gösteren aşağıdaki tabloda dikkat çeken bir diğer nokta da Rusya’nın bölgeye 2007-2010 yıllarında gerçekleştirdiği silah satış oranının bir önceki döneme göre büyük bir düşüş göstermesidir. 2007-2010 döneminde Rusya’nın Ortadoğu’daki silah pazarının büyük bir oranını ABD ele geçirmiştir.3 Bölge ülkelerinin yoğun bir şekilde silahlanması ve artan savunma harcamaları, bölgede çıkacak olası çatışmalara karşı yapılan bir hazırlık olarak değerlendirilebilir. >


ORTADOGUYA SİLAH SATAN ÜLKELER SİLAH TİCARETİNDEKİ PAYLARI  EKLE

1 ABD’den kilit müttefike F-15”, 29 Aralık 2011, 
   http://dunya.milliyet.com.tr/abd-den-kilit-muttefike-f15/dunya/dunyadetay/29.12.2011/1482122/default.htm 
2 Washington yönetiminin silah satışında bulunduğu diğer ülkeler ve yapılan silah satış tutarları şu şekildedir: Tayvan 
   hükümeti (4,9 milyar dolar), Hindistan (4,5 milyar dolar), Avustralya (3,9 milyar dolar), Japonya (500 milyon dolar) ve
   İsveç (500 milyon dolar); Andrea Shalal-Esa, Bob Burgdorfer, U. Foreign arms sales reach $34.8 billion, 5 Aralık 2011, 
   http://www.reutercom/article/2011/12/06/us-pentagon-weapons-idUSTRE7B500R20111206 
3 Richard F. Grimmet, “Conventional Arms Transfers to Developing Nations, 2003-2010”, CRS Report for Congress, 2010,28,44 


Ortadoğu’daki silahlanma ve askeri harcamalara ilişkin yukarıda yer alan tüm bu veriler, bölge ülkelerindeki etnik-mezhepsel nüfus dağılımının yanı sıra günümüzdeki mezhepsel ayrışma riski ile birlikte değerlendirildiğinde, olası bir çatışma ortamının yayılma potansiyelini göstermektedir. 

Söz konusu nüfus oranları40 bir yandan izlenecek etnik-mezhepsel politikaların olası bir çatışmaya zemin hazırlaması durumunda ortaya çıkacak fay hattının ne derece derin ve şiddetli olacağını, diğer yandan da İran’ın Şii jeopolitiği  aracılığıyla özellikle Basra Körfezi ve Ortadoğu havzalarındaki jeokültürel etki alanını göstermektedir. İslam jeopolitiğindeki Şii ve Sünni nüfus dağılımını ortaya koyan bu jeokültürel harita aynı zamanda İran’ın bilhassa 1979 Devrimi’nden sonra öncelik verdiği Ortadoğu, Güney Kafkasya, Orta ve 


İran Dışındaki Şii Nüfus Oranları 

Güney Asya ve Uzak Doğu jeopolitik kesişim hatlarının oluşturduğu Doğu jeopolitiğinin de “kalpgâhı”nı teşkil etmektedir. Dolayısıyla Tahran yönetiminin Humeyni sonrasında süreklilik arz eden dış politikasının jeopolitik, jeostratejik, jeoekonomik ve jeokültürel boyutlarının ağırlık merkezini de bu coğrafya oluşturmaktadır. 

Öte yandan İran, Arap Baharı kapsamında bölgede meydana gelen gelişmeleri yakından izlemekte, bölgeye yönelik strateji ve politikalarını bu çerçevede şekillendirmektedir. İran, ABD kuvvetlerinin Irak’tan çekilmesi ve bölgedeki ABD yanlısı yönetimlerin halk tarafından devrilmesiyle ortaya çıkan jeopolitik boşluğu bölgesel gücünü artırmak amacıyla değerlendirmeye çalışmaktadır. Tahran yönetimi bu kapsamda, Şii nüfusa sahip Körfez ülkelerindeki halk hareketlerinin başarıya ulaşması için destek sağlamakta ve böylece ABD’nin bölgedeki etkisini kırmayı hedeflemektedir. 

Buna karşın önemli bir Şii nüfusa sahip Bahreyn’de ABD’nin 5. Filosu bulunmakta ve diğer Körfez ülkelerinde de ciddi bir ABD askeri varlığı yer almaktadır. Ayrıca son yıllarda bölgede artan İran etkisini dengelemek için faaliyet gösteren Körfez İşbirliği Örgütü’nün bölgesel ve bölge dışı aktörlerle stratejik ilişkilerini geliştirmesi ve bölge ülkelerine yapılan büyük çaplı 
silah alımları İran’ı rahatsız etmektedir. İran, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Bahreyn’deki Şii halk ayaklanmasını bastırmak için asker göndermesini şiddetle eleştirmiştir. Ayrıca Suudi Arabistan yönetiminin kendi Şii kökenli halkının eylemlerine karşı tutumuna tepki göstermiştir. 

İran Ortadoğu’daki Batı yanlısı rejimlere karşı gerçekleştirilen halk hareketlerine destek verirken, Suriye’deki halk hareketlerine sessiz kalarak ve uluslararası toplumun Esed yönetimine karşı eleştirilerini Suriye’nin içişlerine müdahale şeklinde yorumlayarak bu konuda farklı bir yaklaşım sergilemektedir. Tahran yönetiminin Ortadoğu’daki diğer halk ayaklanmalarından farklı olarak Suriye konusunda izlediği bu politikanın temel nedeni, İran ile yakın ilişki içinde bulunan %10-16 oranındaki Nusayrilerin Suriye’de iktidarda olmasıdır. İran’ın Suriye’de yaşanan katliamlara rağmen Esed yönetimine destek vermesi, bölgede yükselen Şii-Sünni gerginliğini artırmaktadır. 

İran yönetiminin Şii hilalini ön plana çıkararak Şii jeopolitiğindeki hareket serbestîsini artırmak istemesi ve bu yönde stratejiler geliştirmesi, Humeyni’den miras kalan dış politika anlayışının bir yansımasıdır. Zira İran'ın öncelikli hedefi bölgede kurduğu Şii eksenini korumak ve bölgesel etkinliğini Şii hilali üzerinden genişletmektir. ABD müdahalesi sonrasında Şiilerin iktidarda söz sahibi olduğu ve giderek ağırlık kazandığı Irak da Suriye ve Lübnan'a ilave olarak bu eksene katılmıştır. İran, Irak’ta Şii iktidarın yönetimi devralması sonrasında bu ülke 
üzerindeki etkisini her geçen gün artırmaktadır. ABD birliklerinin Irak’tan çekilmesinin hemen ardından Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sünni lider Tarık Haşimi hakkında terör olaylarına karıştığı gerekçesiyle tutuklama kararı çıkarılması, İran’ın bu ülkeyi kısa bir süre sonra tamamıyla kendi oyun alanı içine dâhil edebileceğini göstermektedir. 

Suriye’deki gelişmeler, Şii-Sünni çatışmasını tetikleyebilecek dinamiklere sahiptir. Şii dünyası ile yakın ilişki içinde olan Nusayri halka dayanan Esed yönetimi, büyük çoğunluğu Sünni olan bölgelerde tank, top ve hava araçları kullanarak icra ettiği askeri harekât sonucunda sivil halktan yaklaşık 10.000 kişinin ölümüne ve çok daha fazla kişinin yaralanmasına neden olmuştur.41 

   Çoğunluğunu Sünnilerin oluşturduğu muhalif bazı gruplar, bu saldırılara karşı 
silahlanmış ve ellerinde bulunan hafif silahlarla Esed yönetimine karşı mücadeleye başlamıştır. Söz konusu muhalif gruplar bu mukavemeti iç ve dış desteklerle geliştirmeye çalışmaktadır. 

İran’ın muhalifleri bastırmak için Esed yönetimine silah dâhil her türlü desteği verdiğine yönelik emareler her geçen gün artmaktadır. Benzer şekilde Irak yönetimi de Esed yönetimine destek vermekte; Lübnan’daki Şii gruplar da Esed yönetiminin devamından yana girişimlerde bulunmaktadır. Bütün bu gelişmeler dikkate alındığında Şii-Sünni kamplaşmasının oluştuğuna ilişkin değerlendirmeler seslendirilmese de bölgede yavaş yavaş hissedilmeye başlamıştır. 

Farklı oranlarda Sünni nüfusa sahip Arap devletleri ve Türkiye, bu katliamlara tepki göstererek Esed yönetimine karşı eleşirel bir politika benimsemiştir. Türkiye, katliamların durdurulması girişimlerinin yanında Esed’in yönetimden uzaklaştırılması için muhalif grupların teşkilatlandırılmasında sorumluluk almaktadır. Hatta son zamanlarda sayıları hızla artan ve Türkiye’ye kaçan Suriyelilerin Suriye sınırları içinde oluşturulacak korumalı bölgelere 
yerleştirilmesi gündeme gelmektedir. Suriye sınırları içinde bu şekilde tampon bölgeler oluşturulması, Suriye ile gerilimi daha da derinleştirebilir. Söz konusu tampon bölgeler, Şii toplumlar üzerinde Sünnilerin Nusayri yönetimine karşı bir girişimi olarak değerlendirilebilir ve çatışma riskini daha da artırabilir. 

Nükleer krizin tırmanmasına bağlı olarak İran’ın Suriye’deki gelişmeleri de kullanarak bir Şii-Sünni çatışmasına zemin hazırlayacak politikalar izlemesi durumunda, ortak sınırlara sahip Türkiye’nin bu gelişmeden büyük zarar görmesi kaçınılmaz hale gelecektir. Olası bir Şii-Sünni çatışması bölgeye ve Türkiye’ye tahmin edilemeyecek büyüklükte zararlar verebilir. Bu nedenle gerek uluslararası kamuoyu gerekse Sünni ve Şii nüfusa sahip ülkeler bu hassasiyeti 
dikkate almalıdır. Bu bağlamda Esed yönetimine karşı yapılacak muhtemel bir müdahalenin söylenenlerin aksine bölge dışı ülkeler tarafından yapılması daha uygun olabilir. BM Güvenlik Konseyi’nde alınabilecek bir kararla bölge dışı aktörler tarafından Suriye’nin ağır silahlarına zarar verilmesi, muhalefetin teşkilatlanmasını kolaylaştırabileceği gibi Esed yönetimini destekleyen grupların mücadele gücünü de kırabilir. Bununla birlikte Türkiye’nin muhalif grupların ortak hareket etmesi ve siyasi bir güç haline gelmesinde, çatışma çözümü ve insani yardımlar konusunda sorumluluk alması daha faydalı olabilir. 

Sonuç 

İran, diplomatik yöntemler ile çözüme kavuşturulamayan nükleer kriz nedeniyle öne sürülen birçok kaos senaryosunun merkezinde yer almaktadır. İran nükleer tesisleri ve füze sistemlerinin ABD veya İsrail tarafından düzenlenecek bir askeri operasyon ile vurulması; Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması, bundan dolayı petrol fiyatlarının hızla artması ve küresel ölçekli bir petrol krizinin çıkması; ABD kuvvetlerinin Irak’tan çekilmesi ve Arap Baharı’nın etkisiyle Ortadoğu’da oluşan jeopolitik hassasiyetten yararlanan İran’ın Şii-Sünni 
çatışmasına yol açacak politikalar izlemesi gibi senaryolar uluslararası gündemi ciddi bir biçimde meşgul etmektedir. Bölgesel ve küresel aktörler, İran nükleer krizinin neden olacağı muhtemel gelişmeleri değerlendirmekte ve başta sıcak çatışma olmak üzere masada bulunan tüm seçeneklere karşı tedbir arayışındadır. 

Özellikle UAEK’nın 9 Kasım 2011 tarihli raporundan bu yana İran nükleer faaliyetlerinin askeri amaçlı olduğuna dair ciddi şüphelerin bulunması ve yapılan müzakerelerden bir türlü sonuç alınamaması, nükleer krizin diplomatik araçlarla çözülemeyeceği yönündeki öngörüleri güçlendirmektedir. Irak’taki güncel gelişmeler ile birlikte Suriye krizi de göz önünde bulundurulduğunda kaosa doğru evrilmeye başlayan nükleer kriz sürecinin sıcak bir çatışmaya dönüşmesi olasılık dâhilindedir. Tahran yönetimi ise bu süreçte nükleer faaliyetlerine devam etmek için zaman kazanmaya çalışmakta ve nükleer krizi geçici bir süreliğine de olsa gündemden düşürmek amacıyla Suriye’deki gelişmeler ve bölgedeki diğer 
gerilim alanlarından faydalanmaya yönelik politikalar izlemektedir. Tahran yönetimi, bu strateji çerçevesinde Hürmüz Boğazı’nı kapatacağına ilişkin açıklamalarda bulunarak küresel güvenliği ve uluslararası ekonomik sistemi tehdit etmekte; Irak ve Suriye üzerinden Şii hilali ekseninde yürüttüğü bölgesel politikalarla Şiiler ve Sünniler arasında yaşanacak olası bir mezhepsel gerilimi tırmandırmaktadır. 

Tahran yönetimi, güvenlik eksenli oluşturduğu klasik dış politikasının en stratejik enstrümanları olarak nükleer programını ve füze sistemini görmektedir. Bu sebeple nükleer faaliyetlerini, sahip olduğu kısa ve orta menzilli füze sistemleri ve üzerinde çalıştığı kıtalararası balistik füze programlarıyla paralel yürütmektedir. İran’ın uranyum zenginleştirmeye devam etmesi ve mevcut nükleer faaliyetleriyle birlikte birçok füze üretmesi, nükleer programının askeri amaçlı olduğuna yönelik kaygıları artırmaktadır. Nükleer silahlara ve nükleer silah gönderme vasıtalarına sahip olan bir İran’ın kendisini avantajlı hissedeceği, bölgesel gücünü Şii jeopolitiğini kullanarak yaymaya çalışacağı ve daha ofansif bir politikaya yönelebileceği söylenebilir. Nükleer bir İran, bölgedeki diğer ülkeler kadar Türkiye için de tehdittir. 

Bütün yaptırımlara ve tehditlere rağmen nükleer çalışmalarına kararlılıkla devam eden İran, nükleer programının barışçıl olduğunu iddia etmekte, uluslararası aktörler tarafından nükleer programına ilişkin karar alma aşamalarında müzakerelerin yeniden başlaması için uygun ortam oluşturmakta ve böylece programda ulaştığı her aşamayı uluslararası kamuoyuna kabullendirmek için fırsat yaratmaktadır. Nitekim İran’ın bu politika ile nükleer silah ve gönderme vasıtası üretebilecek kabiliyete ulaşıncaya kadar zaman kazanmaya çalıştığını öne süren görüşler bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye, İran’a nükleer silah üretmek için zaman kazandıracak politikalara zemin hazırladığı izlenimi vermekten özenle kaçınmalıdır. Ayrıca arabuluculuk rolünün İran ve diğer aktörlerin politikaları doğrultusunda kullanılması konusunda dikkatli olmalı ve farkında olmadan krizin tarafı olmaktan kaçınmaya özen göstermelidir. Krizin taraflarının bütün tezlerini dikkatle göz önünde bulundurmalı ve krizin 
geleceğine yönelik tüm seçenekleri hesaplamalıdır. Her senaryoya karşı hazırlıklı olunması önemlidir. 

ABD’nin tüm ilgisini Kasım 2012’de yapılacak başkanlık seçimlerine vermesi ve Avrupa’da yaşanan ekonomik kriz dikkate alındığında, Batı’nın 2012 yılının sonuna kadar herhangi bir askeri operasyona girişemeyeceğini düşünen İran’ın bu konjonktürü zaman kazanmak için kullanabileceği ve zenginleştirilmiş uranyum üretme kapasitesini Batılı aktörlere kabul ettirmeye çalışacağı öngörülebilir. Batılı ülkeler de uygulanan yaptırımların İran üzerindeki etkisini tam olarak görebilmek için belli bir zamana ihtiyaç duymaktadır. 

Mevcut durumda Batı’nın sert güç uygulamalarından uzak duracağı ve diplomatik araçlarla çözüm arayışına devam edeceği düşünülmektedir. Bu nedenle İsrail’in kontrol edilebilmesi halinde tarafların müzakerelerle sonuca ulaşmak için bu yılı kullanabileceği, ancak 2012 yılının son aylarından itibaren ortamın daha da gerginleşeceği varsayılabilir. 

İran sınır komşumuz olmasının yanı sıra Türkiye için birçok yönden önemli bir ülkedir. Türkiye’nin İran ile yapıcı ve dostane ilişkiler içinde bulunması ve bu yöndeki politikalarını sürdürmesi olumlu ve gereklidir. Ancak ikili ilişkilerin tarihi arka planı göz önüne alındığında iki ülkenin aslında her zaman birbirlerine rakip durumda oldukları görülmektedir. İran’ın halâ bölgedeki devlet-dışı aktörler aracılığıyla yürüttüğü politikaların ve bölgede kurmaya çalıştığı nüfuz alanlarının Türkiye’nin çıkarları ile doğrudan çakışacağı öngörülebilir. Bilhassa nükleer 
silaha sahip olması durumunda İran’ın izleyeceği politikaların Türkiye’nin güvenliğini her açıdan tehdit edeceği unutulmamalıdır. Sonuç olarak Türkiye, İran ile ilişkilerinde birçok unsuru birbiriyle bağdaştırmak durumundadır. Bir yandan kendi güvenliğinin gereklerini ve ekonomik çıkarlarını gözetirken, diğer yandan İran’ın genel politikası ile nükleer programının yol açtığı Ortadoğu’daki kaygı ve hassasiyetler göz önünde bulundurulmalıdır. 

KAYNAKÇA 

“22 Ocak 2011, P5+1 ile İran Arasında 21-22 Ocak 2011 Tarihlerinde İstanbul’da Gerçekleştirilen Toplantı Hk”, http://www.mfa.gov.tr/no_-28_-22-ocak-2011_-p5_1-ile-iran-arasinda-21-22-ocak-2011-tarihlerinde-istanbul_da-gerceklestirilen-toplanti-hk_.tr.mfa 

“AB İran’a Petrol Ambargosu Kararı Aldı”, BBC, 23 Ocak 2012 
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/01/120123_eu_iran_sanction_approved.shtml 

“ABD Uçakları Havalandı, Ahmedinejad Meydan Okudu”, http://dunya.milliyet.com.tr/abd-
ucaklari-havalandi-ahmedinejad-meydan-
okudu/dunya/dunyadetay/13.04.2012/1527934/default.htm 13.04.2012 

“ABD'den kilit müttefike F-15”, 29 Aralık 2011, http://dunya.milliyet.com.tr/abd-den-kilit-
muttefike-f15/dunya/dunyadetay/29.12.2011/1482122/default.htm 

“ABD'den Son Uyarı: Hürmüz Kırmızı Çizgimizdir”, 

http://www.hurriyet.com.tr/planet/19633574.asp 08.01.2012 

“Bomb kills Iran nuclear scientist as crisis mounts”, 12 Ocak 2012, 
http://www.sundaytimes.lk/index.php?option=com_content&view=article&id=14649:bomb-
kills-iran-nuclear-scientist-as-crisis-mounts&catid=81:news&Itemid=625 

“HAMAS Rockets”, http://www.globalsecurity.org/military/world/para/hamas-qassam.htm 

“Iran Announces Plan to Produce Medical Reactor Fuel”, 
http://www.nti.org/gsn/article/iran-announces-plan-to-produce-medical-reactor-fuel/ 

“İran Savaş İçin Hazırlanıyor”, http://www.hurriyet.com.tr/planet/19401449.asp 6 Aralık 2011. 

“İran: Uranyum Takası Türkiye’de Yapılacak”, Radikal, 17 Mayıs 2010, 
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=997227&Date=17.05.2010&CategoryID=81 

“İran'a AB'den de Petrol Yaptırımı Yolda”, 

http://www.cnnturk.com/2012/dunya/01/05/irana.abden.de.petrol.yaptirimi.yolda/643400.0/index.html 05.01.2012 

“İsrail'in İran operasyonunun detayları yayınlandı”, 21 Nisan 2012, 

http://www.hurriyet.com.tr/planet/20389479.asp 

“Military strike won't stop Iran's nuclear program”, http://www.haaretz.com/news/military-
strike-won-t-stop-iran-s-nuclear-program-1.266113 

“Programme nucléaire de l’Iran - Déclaration de la Haute Représentante de l’Union européenne”, Catherine Ashton, au nom des E3+3, à l’issue des pourparlers à Istanbul les 21 et 22 janvier 2011 (Bruxelles, 22 Janvier 2011), http://www.diplomatie.gouv.fr/fr/pays-
zones-geo/iran/l-union-europeenne-et-liran/article/programme-nucleaire-de-l-iran 

“Suriye İçin Toplandılar, İran'a Yaptırım Kararı Aldılar”, 

http://www.haberturk.com/dunya/haber/693310-suriye-icin-toplandilar-irana-yaptirim-karari-aldilar 01.12.2011 

17 Mayıs 2010 tarihli Türkiye, İran ve Brezilya Dışişleri Bakanları Ortak Deklarasyonu, 
http://www.mfa.gov.tr/17-mayis-2010-tarihli-turkiye_-iran-brezilya-disisleri-bakanlari-ortak 
deklarasyonu.tr.mfa 

Andrea Shalal-Esa, Bob Burgdorfer, U.S. foreign arms sales reach $34.8 billion”, 5 Aralık 2011,
http://www.reuters.com/article/2011/12/06/us-pentagon-weapons-
idUSTRE7B500R20111206 

Anthony H. Cordesman, “Iran, Oil, and the Strait of Hormuz”, Center for Strategic and International Studies, 3/26/07, 2. 

http://csis.org/files/media/csis/pubs/070326_iranoil_hormuz.pdf 

Ariel Zirulnick, “Getting the Strait of Hormuz straight: an FAQ”, 
http://www.csmonitor.com/World/Middle-East/2011/1229/Getting-the-Strait-of-Hormuz-straight-an-FAQ/Does-Iran-even-have-the-right-to-close-the-Strait 

Atilla Sandıklı, Bilgehan Emeklier, “Kaos Senaryolarının Merkezinde İran” Rapor No: 40, BİLGESAM Yayınları, İstanbul, 2012. 

Bayram Sinkaya, “İran Nükleer Programı Karşısında Türkiye’nin Tutumu ve Uranyum Takası 
Mutabakatı”, Ortadoğu Analiz, Cilt: 2, Sayı:18, 2010. 

Bernd Kaussler, “The Iranian Army: Tasks and Capabilities”, Middle East Institute, 
http://www.mei.edu/content/iranian-army-tasks-and-capabilities 

CIA Factbook, https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/ 

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu, http://www.deik.org.tr/ 

Emin Salihi, “Ortadoğu’da Oluşan Yeni Dengeler ve ‘Şii Hilali’ Söylemi”, Bilge Strateji, Cilt: 2, 
Sayı: 4, Bahar 2011. 

Esin Gedik, “Hürmüz kapanırsa petrol 200 dolara çıkar”, 09 Ocak 2012, 
http://www.aksam.com.tr/hurmuz-bogazi-kapanirsa-petrol-200-dolara-cikar,-cari-acik-36-
milyar-dolar-artar-91327h.html 

Gawdat Bahgat, “Iran’s Regular Army: Its History and Capacities”, Middle East Institute, 
http://www.mei.edu/content/iran%E2%80%99s-regular-army-its-history-and-capacities 

Gökhan Çetinsaya, “Türk-İran İlişkileri”, içinde Türk Dış Politikasının Analizi, der. Faruk Sönmezoğlu, Der Yayınları, İstanbul, 2004. 

Growth Resuming, Dangers Remain, “World Economic Outlook April 2012”, International 
Monetary Fund, http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2012/01/pdf/text.pdf 

Günlük Ortadoğu Bülteni, ORSAM Yayınları, No: 1297, 
http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/OrtadoguBulteni/201214_04jantur.pdf 

Implementation of the NPT Safeguards Agreement and Relevant Provisions of Security 
Council Resolutions in the Islamic Republic of Iran, GOV/2011/65, 
http://www.iaea.org/Publications/Documents/Board/2011/gov2011-65.pdf 

Ivanka Barzashka, “Using Enrichment Capacity to Estimate Iran’s Breakout Potential”, 
Federation Of The American Scientists Issue Brief, 21.01.2011, s.14, 
http://www.fas.org/pubs/_docs/IssueBrief_Jan2011_Iran.pdf 

İlter Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası”, Bilge Adamlar Kurulu Raporu, 
BİLGESAM Yayınları, İstanbul, 2010. 

Leyla Melike Koçgündüz, “Enerjinin Dar Boğazı: Hürmüz”, ORSAM Dış Politika Analizleri, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3290 

Mehmet Şahin, “Şii Jeopolitiği: İran için Fırsatlar ve Engeller”, Akademik Orta Doğu, Cilt: 1, 
Sayı: 1, 2006. 

Nihat Ali Özcan, “İran Sorununun Geleceği: Senaryolar, Bölgesel Etkiler ve Türkiye’ye 
Öneriler”, TEPAV Ortadoğu Çalışmaları 1, 2006. 

Report of the Independent International Commission of Inquiry on the Syrian Arab Republic, 
Human Rights Council, 22 Şubat 2012, A/HRC/19/69, 
http://www.ohchr.org/Documents/HRBodies/HRCouncil/RegularSession/Session19/A-HRC-19-69.pdf 

Richard F. Grimmett, “Conventional Arms Transfers to Developing Nations, 2003-2010” , CRS 
Report for Congress, 2010. 

Rudy de Leon, Brian Katulis, Peter Juul, Matt Duss, Ken Sofer, “Strengthening America’s 
Options on Iran”, Center for American Progress, Nisan 2012. 

Sam Gardiner, "The End of the “Summer of Diplomacy”: Assessing U.S. Military Options on 
Iran", Century Foundation Report, 2006, 16. 

Security Council Imposes Additional Sanctions on Iran, 9 June 2010, 
http://www.un.org/News/Press/docs//2010/sc9948.doc.htm 

Serkan Taflıoğlu, “İran, Silahlı İslami Hareketler ve Barış Süreci”, Avrasya Dosyası, İsrail Özel 
Sayısı, Cilt: 5, Sayı: 1, İlkbahar 1999. 

Stephen M. Walt, “Why Attacking Iran is a stil bad idea?”, 27.12.2011, 
http://walt.foreignpolicy.com/posts/2011/12/27/why_attacking_iran_is_still_a_bad_idea 

Stockholm International Peace Research Institute, http://www.sipri.org/ 

Türkiye İstatistik Kurumu, http://www.tuik.gov.tr/ 

Yossi Melman ve Hagar Mizrahi, “News of Palestinian Rockets”, 
http://www.jewishpolicycenter.org/2191/haaretz-wikileaks-exclusive-iran-providing-hamas 

DİPNOTLAR;

1 Atilla Sandıklı, Bilgehan Emeklier, “Kaos Senaryolarının Merkezinde İran” Rapor No: 40, BİLGESAM Yayınları, İstanbul, 2012. 
2 İlter Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası”, Bilge Adamlar Kurulu Raporu, BİLGESAM Yayınları, İstanbul, 2010, 11. 
3 Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası”, Bilge Adamlar Kurulu Raporu, 11. 
4 Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası”, Bilge Adamlar Kurulu Raporu, 11-12. 
5 Soğuk Savaş Dönemi Türkiye-İran İlişkileri için bkz. Gökhan Çetinsaya, “Türk-İran İlişkileri”, içinde Türk Dış 
   Politikasının Analizi, der. Faruk Sönmezoğlu, Der Yayınları, İstanbul, 2004, 207-234. 
6 Günlük Ortadoğu Bülteni, ORSAM Yayınları, No: 1297, 8, 
   http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/OrtadoguBulteni/201214_04jantur.pdf 
7 “İran: Uranyum Takası Türkiye’de Yapılacak”, Radikal, 17 Mayıs 2010, 
    http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=997227&Date=17.05.2010&CategoryID=81 
8 “17 Mayıs 2010 tarihli Türkiye, İran ve Brezilya Dışişleri Bakanları Ortak Deklarasyonu”, 
    http://www.mfa.gov.tr/17-mayis-2010-tarihli-turkiye_-iran-brezilya-disisleri-bakanlari-ortakdeklarasyonu.tr.mfa 
9 5+1 grubu, Birleşmiş Milletler daimi üyeleri ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere ile Almanya’dan oluşmaktadır. 
10 Bayram Sinkaya, “İran Nükleer Programı Karşısında Türkiye’nin Tutumu Ve Uranyum Takası Mutabakatı”, 
    Ortadoğu Analiz, Cilt: 2, Sayı:18, 2010, 74-75. 
11 Çin ve Rusya daha önceki tutumlarının aksine bu oylamada “evet” oyu kullanmışlardır; Security Council 
    Imposes Additional Sanctions on Iran, 9 June 2010, 
    http://www.un.org/News/Press/docs//2010/sc9948.doc.htm 
12 Ivanka Barzashka, “Using Enrichment Capacity to Estimate Iran’s Breakout Potential”, Federation Of The 
     American Scientists Issue Brief, 21.01.2011, 14, 
     http://www.faorg/pubs/_docs/IssueBrief_Jan2011_Iran.pdf 
     “Iran Announces Plan to Produce Medical Reactor Fuel”, 
     http://www.nti.org/gsn/article/iran-announces-plan-to-produce-medical-reactor-fuel/ 
13 “22 Ocak 2011, P5+1 ile İran Arasında 21-22 Ocak 2011 Tarihlerinde İstanbul’da Gerçekleştirilen Toplantı Hk”, 
      http://www.mfa.gov.tr/no_-28_-22-ocak-2011_-p5_1-ile-iran-arasinda-21-22-ocak-2011-tarihlerinde-istanbul_da-gerceklestirilen-toplanti-hk_.tr.mfa 
14 Programme nucléaire de l’Iran - Déclaration de la Haute Représentante de l’Union européenne, Catherine 
Ashton, au nom des E3+3, à l’issue des pourparlers à Istanbul les 21 et 22 janvier 2011 (Bruxelles, 22 Janvier 2011),
     http://www.diplomatie.gouv.fr/fr/pays-zones-geo/iran/l-union-europeenne-et-liran/article/programme-nucleaire-de-l-iran 
15 Raporun tamamı için bkz. “Implementation of the NPT Safeguards Agreement and Relevant Provisions of 
    Security Council Resolutions in the Islamic Republic of Iran”, GOV/2011/65, 
     http://www.iaea.org/Publications/Documents/Board/2011/gov2011-65.pdf 
16 “17 Mayıs 2010 tarihli Türkiye, İran ve Brezilya Dışişleri Bakanları Ortak Deklarasyonu”. 
     http://www.mfa.gov.tr/17-mayis-2010-tarihli-turkiye_-iran-brezilya-disisleri-bakanlari-ortakdeklarasyonu.tr.mfa 
17 Yossi Melman ve Hagar Mizrahi, “News of Palestinian Rockets”, 
     http://www.jewishpolicycenter.org/2191/haaretz-wikileaks-exclusive-iran-providing-hamas, “HAMAS Rockets”, 
     http://www.globalsecurity.org/military/world/para/hamas-qassam.htm 
18 Bu konuda bkz. Stephen M. Walt, “Why Attacking İran is a stil bad idea?”, 27.12.2011, 
     http://walt.foreignpolicy.com/posts/2011/12/27/why_attacking_iran_is_still_a_bad_idea 'Military strike won'tstop Iran's nuclear program', 
     http://www.haaretz.com/news/military-strike-won-t-stop-iran-s-nuclear-program-1.266113 
19 “İran Savaş İçin Hazırlanıyor”, http://www.hurriyet.com.tr/planet/19401449.asp 6 Aralık 2011. 
20 “Bomb kills Iran nuclear scientist as crisis mounts”, 12 Ocak 2012, 
      http://www.sundaytimelk/index.php?option=com_content&view=article&id=14649:bomb-kills-iran-nuclear-scientist-as-crisis-mounts&catid=81:news&Itemid=625 
21 “İran Savaş İçin Hazırlanıyor”, 
      http://www.hurriyet.com.tr/planet/19401449.asp 6 Aralık 2011. 
22“İsrail'in İran operasyonunun detayları yayınlandı”, 21 Nisan 2012, 
     http://www.hurriyet.com.tr/planet/20389479.asp 
23 2009 yılındaki seçimlerde İran muhalefeti dinamizm ve güç kazanmış gibi görünse de İran’ın iç dengesi askeri 
     güçlerin konumuna bağlıdır. Zira gerek Besiç milisleri gerekse de devrim muhafızları politik konumlarını ve 
     güçlerini korumak için İran’daki Yeşil Muhalefetin karşısında yer almaktadır; Bernd Kaussler, “The Iranian Army: 
     Tasks and Capabilities”, Middle East Institute, 
     http://www.mei.edu/content/iranian-army-tasks-and-capabilities 
24 Gawdat Bahgat, “Iran’s Regular Army: Its History and Capacities”, Middle East Institute, 
     http://www.mei.edu/content/iran%E2%80%99s-regular-army-its-history-and-capacities 
25 Tablonun hazırlanmasında yararlanılan kaynak için bkz. Sam Gardiner, "The End of the “Summer of 
     Diplomacy”: Assessing U. Military Options on Iran", Century Foundation Report, 2006, 16. 
26 Nihat Ali Özcan, “İran Sorununun Geleceği: Senaryolar, Bölgesel Etkiler ve Türkiye’ye Öneriler”, TEPAV 
     Ortadoğu Çalışmaları 1, 43-44. 
27 “AB İran’a Petrol Ambargosu Kararı Aldı”, BBC, 23 Ocak 2012. 
      http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/01/120123_eu_iran_sanction_approved.shtml 
28 “Suriye İçin Toplandılar, İran'a Yaptırım Kararı Aldılar”, 
      http://www.haberturk.com/dunya/haber/693310-suriye-icin-toplandilar-irana-yaptirim-karari-aldilar 01.12.2011 
29 “İran'a AB'den de Petrol Yaptırımı Yolda”, 
      http://www.cnnturk.com/2012/dunya/01/05/irana.abden.de.petrol.yaptirimi.yolda/643400.0/index.html    05.01.2012 
30 Esin Gedik, “Hürmüz kapanırsa petrol 200 dolara çıkar”, 09 Ocak 2012, 
     http://www.aksam.com.tr/hurmuz-bogazi-kapanirsa-petrol-200-dolara-cikar,-cari-acik-36-milyar-dolar-artar-91327h.html 
31 İran Meclis Başkanı Ali Laricani, Hürmüz Boğazı’nın İran için barış boğazı olduğunu belirterek, Umman Denizi 
     ile Basra Körfezi’nde macera arayanların cezalandırılacağını belirtmiştir. Tahran yönetimi, Hürmüz Boğazı ve 
     Basra Körfezi’ne müdahalenin kabul edilemeyeceğini dile getirmektedir. 
32 “ABD Uçakları Havalandı, Ahmedinejad Meydan Okudu”, 
     http://dunya.milliyet.com.tr/abd-ucaklari-havalandi-ahmedinejad-meydan-okudu/dunya/dunyadetay/13.04.2012/1527934/default.htm 13.04.2012 
33 “ABD'den Son Uyarı: Hürmüz Kırmızı Çizgimizdir”, 
     http://www.hurriyet.com.tr/planet/19633574.asp 08.01.2012 
34 Growth Resuming, Dangers Remain, “World Economic Outlook April 2012”, International Monetary Fund, 
     http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2012/01/pdf/text.pdf, 15-16, 34-35. 
35 Rudy de Leon, Brian Katulis, Peter Juul, Matt Duss, Ken Sofer, “Strengthening America’s Options on Iran”, 
     Center for American Progress, Nisan 2012, 18. 
36 Anthony H. Cordesman, “Iran, Oil, and the Strait of Hormuz”, Center for Strategic and International Studies, 3/26/07, 2. 
     http://csiorg/files/media/csis/pubs/070326_iranoil_hormuz.pdf 
37 Ariel Zirulnick, “Getting the Strait of Hormuz straight: an FAQ”, 
     http://www.csmonitor.com/World/Middle-East/2011/1229/Getting-the-Strait-of-Hormuz-straight-an-FAQ/Does-Iran-even-have-the-right-to-close-the-
     Strait 
38 Rudy de Leon, Brian Katulis, Peter Juul, Matt Duss, Ken Sofer, “Strengthening America’s Options on Iran”, 
    Center for American Progress, Nisan 2012, 18. 
39 Söz konusu enerji güzergâhlarının bir kısmı eski olduğu için bakım ve onarıma ihtiyaç duymaktadır. Bir kısmı 
     ise yapım aşamasında olduğu için henüz kullanıma açılmamıştır. Dolayısıyla bu yolların Hürmüz Boğazı’na uzun 
     vadede alternatif olabileceği belirtilebilir. Ancak bu boru hatları arasında en dikkat çekeni, Birleşik Arap 
     Emirlikleri’nin tamamlama aşamasında olduğu ve Hürmüz Boğazı’nı devre dışı bırakan Abu Dabi Ham Petrol 
     Boru Hattı’dır. Bu hat gemilerin Körfezi dolaşmalarından kaynaklanan 2 günlük zaman kaybını önlemiş olacağı 
     gibi, günlük 2,5 milyon varil petrol taşıma kapasitesine ulaşacaktır; Leyla Melike Koçgündüz, “Enerjinin Dar 
     Boğazı: Hürmüz”, ORSAM Dış Politika Analizleri, 
     http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3290 
40 Mehmet Şahin, “Şii Jeopolitiği: İran için Fırsatlar ve Engeller”, Akademik Orta Doğu, Cilt: 1, Sayı: 1, 2006, 40; 
    Serkan Taflıoğlu, “İran, Silahlı İslami Hareketler ve Barış Süreci”, Avrasya Dosyası, İsrail Özel Sayısı, Cilt: 5, 
    Sayı: 1, İlkbahar 1999, 49 ve CIA Factbook, 
    https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/ 
    Dünya genelindeki Şii nüfusun, Müslüman nüfusun %10-13’ü olduğu tahmin edilmektedir; Emin Salihi, 
    “Ortadoğu’da Oluşan Yeni Dengeler ve ‘Şii Hilali’ Söylemi”, Bilge Strateji, Cilt: 2, Sayı: 4, Bahar 2011, 186. 
41 22 Şubat 2012 tarihinde yayımlanan BM İnsan Hakları Konseyi Raporuna göre 15 Mart 2011 ve 15 Şubat 
    2012 tarihleri arasında 8079 kişi öldürülmüştür; Report of the Independent International Commission of 
    Inquiry on the Syrian Arab Republic, Human Rights Council, 22 Şubat 2012, A/HRC/19/69, 8 
    http://www.ohchr.org/Documents/HRBodies/HRCouncil/RegularSession/Session19/A-HRC-19-69.pdf 

***

İRAN NÜKLEER KRİZİNİN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ BÖLM 3

İRAN NÜKLEER KRİZİNİN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ BÖLM 3




         İran köklü devlet geleneğinin etkisiyle dış tehditlere karşı farklı toplumsal hareketlerin kenetlendiği ve halkın birlikte hareket ettiği bir ülke23 olsa da, yıllarca rejim baskısı altında giderek kemikleşen bir muhalefetin oluşması farklı senaryoları gündeme getirebilir. Örneğin İran’daki muhalif çevreler, olası bir kaos ortamında rejim değişikliği arayışına girebilir ve Türkiye de dâhil uluslararası aktörlerden destek talebinde bulunabilir. 

Bu açıdan değerlendirildiğinde Tahran yönetiminin de topyekûn bir savaşı tırmandırmaktan ve özellikle ilk saldırıyı gerçekleştirmekten kaçınacağı belirtile bilir. Bu yüzden İran önümüzdeki süreçte muhtemelen, geleneksel diplomasi stratejisi olan satranç oyununu devam ettirmek isteyecek ve asimetrik tedbirlere yönelecektir.24 Bu kapsamda İran’ın düşük yoğunluklu ancak süreklilik arz eden bir istikrarsızlığı besleyecek diplomatik hamlelerde bulunması olasıdır. İran, nükleer krizin başından bu yana müzakere yollarını ne tam olarak kapatmakta ne de kalıcı bir anlaşmaya yanaşmaktadır. Tahran yönetiminin nükleer kriz 
sürecini “kontrollü gerginlik” stratejisiyle atlatmaya çalıştığı görülmektedir. 

Bu taktiksel manevralar aynı zamanda Tahran’a nükleer programında ilerleme kaydetmesi için zaman kazandırmakta ve süreç bu stratejiyi şimdiye kadar iyi yürüten Tahran’ın lehine işlemektedir. Suriye’deki kriz ise bu anlamda uluslararası kamuoyunun ilgisini Şam’a çekerek nükleer programı konusunda zamana ihtiyacı olan İran’ın elini güçlendirmektedir. 

<   Ayrıca bu durumda, İran’ın çok etnikli sosyolojik yapısının da Tahran yönetiminin ulusal güvenlik kaygılarını artıracağı söylenebilir. Nitekim İran’ın bugünkü sosyo-psikolojisini oluşturan bazı tarihi tecrübeler, güvenlik hassasiyetlerinin ön planda tutulmasına neden olmaktadır. Keza II. Dünya Savaşı’ndan sonra kısa süreliğine kurulan Özerk  Azerbaycan Cumhuriyeti ve Mahabad Kürt Cumhuriyeti, İran’ın güvenlik eksenli toplumsal ve stratejik hafızasında yer edinmiştir. Tahran yönetimi, muhtemel bir kaos ortamında ülkedeki Kürtlerin ayrı bir yönetim talebinden ve Azerilerin Azerbaycan ile birleşme taleplerinden çekinmektedir. >





İran'ın Etnik Yapısı  
Kaynak: CIA Factbook 





İran-Azerbaycan İlişkileri 

SSCB’nin dağılmasıyla özellikle Kafkaslar ve Orta Asya’da ortaya çıkan güç boşluğu ve belirsizlik, bölgesel güvensizliğin yaşanmasına neden olmuştur. Bölge jeopolitiğinin yeniden şekillendiği bu dönemde SSCB’den ayrılarak bağımsızlığını kazanan devletler, ilişkilerini güvenlik politikaları ekseninde kurgulamıştır. Söz konusu süreçte bölgesel aktörler arasında sıklıkla gözlemlenen ve etnik kimlik ve sınır anlaşmazlıkları üzerinden yaşanan sorunlar, bölgedeki güvensizlik durumunun da temelini teşkil etmiştir. Bağımsızlığını 30 Ağustos 1991’de ilân eden Azerbaycan ile İran arasındaki ilişkiler bu çerçevede şekillenmiş ve günümüze kadar güvenlik eksenli bir seyir izlemiştir. Bu sebeple ikili ilişkilerin kırılgan bir zemine sahip olduğunu ve Azerbaycan’ın bu anlamda İran’ın yumuşak karnını oluşturduğunu söylemek mümkündür. İran-Azerbaycan ilişkileri nin güven(siz)lik merkezli inşa edilmesine neden olan temel parametreler şu şekilde özetlenebilir: 

. II. Dünya Savaşı sonrasında İran topraklarında kısa süreliğine kurulan Özerk Azerbaycan Cumhuriyeti, İran’ın psikopolitik hafızasını derinden etkilemiştir. 
. Haziran 1992-Haziran 1993 yılları arasında iktidarda bulunan Ebulfeyz Elçibey’in Azerbaycan’ı ve İran’ın kuzeyini kastederek “Kuzey Azerbaycan” ve “Güney Azerbaycan”ın birleşmesini hedefleyen “Birleşik Azerbaycan” (Bütov Azerbaycan) söylemini o dönemde resmi olarak gündeme getirmesi, ikili ilişkilerin gerginleşmesine neden olmuş ve İran’ın yaşadığı tecrübeler İran’ı rahatsız etmiştir. 
. Hem İran’da yaşayan ve Azerbaycan’daki nüfustan fazla olan Azeri nüfusu, hem de İran’dan sonra en fazla Şii nüfus oranına sahip Azerbaycan’daki Şii nüfusu, ikili ilişkilere özel bir boyut kazandırmaktadır. 
. SSCB’nin dağılmasından sonra Kafkas jeopolitiğinde Moskova-Nahçıvan-Tahran ve Bakü-Tiflis-Ankara-Batı ekseni belirginleşmiş, ancak Azerbaycan gibi Ermenistan’ın da İsrail ve Batı ile ilişkilerini geliştirme çabaları söz konusu denklemi karmaşıklaştırmıştır. 
. İran, Azerbaycan karşısında Ermenistan’ı “dengeleyici aktör” olarak görmekte ve Batı karşısında da Rusya’ya yakınlaşma stratejisi izlemektedir. 
. Tahran yönetimi, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ sorununda Azerbaycan’dan yana tavır almamış ve hatta Ermenistan’a yakın durmuştur. 
. İran ve Azerbaycan Hazar’ın statüsü konusunda anlaşmazlık yaşamaktadır. 
. İki ülke arasında bilhassa enerji alanında yaşanan bir rekabet söz konusudur. Bakü-Tiflis-Ceyhan enerji nakil hattında da görüldüğü üzere Azerbaycan, enerji politikalarını Hazar havzasından çıkan petrolün Batı’ya nakledilmesi konusunda İran’ın enerji politikalarının karşısına konumlandırmakta ve bu durum iki aktör arasında yoğun bir jeoekonomik rekabetin yaşanmasına neden olmaktadır. 
. Tahran, kendisine yönelik olası bir askeri operasyonda Azerbaycan topraklarının askeri üs olarak kullanılmasından endişe duymaktadır. 
. İran yönetimi, Azerbaycan’ın İsrail ile iyi olan ilişkilerinden ve özellikle silah alımı anlaşmaları yapmasından rahatsız dır. 

    Tüm bu parametreler çerçevesinde İran’a topyekûn askeri bir harekâtın zorluğu, sınırlı bir askeri harekât seçeneğini gündeme getirmektedir. Diplomatik girişimlerin sonuçsuz kalması durumunda İran’ın hava saldırılarıyla vurulması daha olası bir askeri seçenektir. Bu harekât ABD’nin bölgedeki üslerinden, uçak gemilerinden ve füze atma kabiliyetine sahip gemilerinden koordine edilerek yürütülebilir. İsrail de hava saldırılarına Suriye ve Irak hava sahasını kullanarak iştirak edebilir. Hatta bu operasyon, Körfez bölgesindeki İngiliz ve Fransız 
gemileri ile desteklenebilir. 

Ancak İsrail’in bu harekâtı tek başına gerçekleştirmesi durumunda hem harekâtın istenilen sonuçları alması mümkün olmayabilir, hem de İsrail 
uluslararası toplumun tepkisini çekebilir. 




Bölgedeki Amerikan Üsleri 
Description: C:\Users\07000683\Desktop\untitled.bmp



İsrail’in İran’a Hava Operasyonu Düzenleyebileceği Güzergâhlar 

Description: http://temi.repubblica.it/UserFiles/limes-heartland/Image/Maps/How-Israel-can-strike-Iran-.jpg


     Hava saldırıları vasıtasıyla yapılacak sınırlı harekâtın ana hedefi; İran’ın nükleer tesisleri, askeri üsleri, istihbarat birimleri ve diğer stratejik noktaları olacaktır. Fakat bu tercihin fiiliyata geçirilmesi halinde İran nükleer tesislerinin stratejik konumu, yapılacak olan hava operasyonun başarısı açısından sorun teşkil edebilir. Zira Tahran yönetiminin olası bir askeri operasyona karşı nükleer tesislerini dağınık, yerleşim merkezlerine yakın ve yeraltında inşa etmesi, bu tesislerin vurulmasını engelleyici bir rol oynayabilir. Ayrıca böyle bir durumdan 
sivillerin de zarar görecek olması, yapılacak bu operasyonun maliyet ve sorumluluğunu oldukça artıracaktır. Sınırlı askeri operasyon tercihinin simetrik olmayacak bir şekilde karşılıklılığa dönüşme potansiyeli de çok yüksektir. 

Bu senaryoda Tahran yönetiminin göstereceği reaksiyon, bölgedeki ABD üslerine saldırıda bulunulması şeklinde gerçekleşebilir. Dolayısıyla Tahran yönetiminin Adana’daki İncirlik ABD üssü ile Malatya Kürecik’te konuşlandırılan NATO füze savunma sistemini vurma girişimiyle Türkiye’yi hedef alması durumunda Türkiye açısından önemli bir güvenlik sorunu oluşacaktır. İran füzelerinin güdüm sistemlerinin ileri teknolojilere sahip olmaması nedeniyle bölge halkı da bu saldırılardan zarar görebilir ve İran Türkiye’yi sıcak bir çatışmanın içine çekebilir. 

Bununla birlikte Türkiye’nin füze savunma sistemlerindeki yetersizlikler, güvenlik kaygılarını artıracaktır. Ayrıca İran’a düzenlenecek olası bir askeri saldırıda Türkiye lojistik desteğin beklendiği bir ülke olarak uluslararası toplumdan baskı görebilir ve diplomatik ikilem içinde kalabilir. 

İran’ın bu senaryoda vereceği bir diğer tepki de Ortadoğu’da yakın ilişki içinde bulunduğu güçleri çatışma ortamına müdahil etme olasılığıdır. Tahran yönetiminin Suriye’deki Esed rejimi, Lübnan’daki Hizbullah, Filistin’deki Hamas ve Irak’taki Şii gruplar üzerindeki etki kapasitesi düşünüldüğünde bu aktörleri ABD ya da İsrail’e karşı kolaylıkla harekete geçireceği varsayılabilir. İsrail-Filistin çatışmaları ve 2006’daki İsrail-Lübnan Savaşı, bu güçlerin gayri nizami ve gerila savaşlarını başarıyla kullanabilme yetenekleri karşısında İsrail ordusunun ne 
derece zorlandığını ortaya koymuştu. Tahran yönetiminin olası bir sıcak çatışmada konvansiyonel askeri gücü sınırlı bir kapasiteye sahip olmasına karşın bu çatışmayı ülke dışına yayma ve çatışma alanını genişleterek asimetrik güç unsurlarını harekete geçirebilme potansiyeli vardır. Bu sebeple Tahran’ın manevra alanını genişletmek ve karşı tarafa maddi ve manevi zarar vermek amacıyla çatışma alanını kolayca yayabileceği öngörülebilir. Buradan hareketle İran’a yapılacak askeri bir harekâtın bölge ile sınırlı kalmayacağı ve küresel bir 
kaosa dönüşme riskine sahip olduğu söylenebilir. 



Askeri Operasyon Durumunda İran'ın Göstereceği Refleksler 25 
İsrail'e Hizbullah Saldırıları 

Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere Tahran’a yapılacak bir müdahale ve bunun karşılığında İran’ın ortaya koyacağı olası bir harekât tarzı; terör saldırılarından Körfez’de bulunan Amerikan üslerinin hedef alınmasına, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerindeki petrol yataklarına saldırılmasından enerji lojistiğinin kesilmesine, Batı ile ilişkileri bulunan ülkelere füze saldırılarında bulunulmasından Sünni-Şii çatışması olasılığına kadar geniş bir zemindeki risk ve tehditleri içermektedir. Ayrıca bölgede oluşacak böyle bir kaos ortamında Suriye ve Irak ağırlıklı olmak üzere bölge ülkelerinde uzantıları bulunan PKK terör örgütü, daha rahat hareket edebilme ve şiddet eylemlerini artırma imkânı bulacaktır. 

Bu durumda terör eylemlerindeki artıştan Türkiye de etkilenecektir. Terör eylemlerine karşı mücadelede deneyimli olsa da Türkiye’nin bu eylemlerden zarar görmemesi mümkün değildir. 

İran’a askeri operasyon seçeneğinin, Türkiye’nin sınır güvenliği ve toplumsal yapısı üzerinde de etkileri olabilir. Örneğin geçmişte Irak’tan ve günümüzde de Suriye’den Türkiye’ye gerçekleşen göç dalgasının bir benzeri İran’dan da yaşanabilir. Olası bir çatışmanın bölgeye yayılması halinde çatışmadan etkilenme derecesine göre diğer bölge ülkelerinden de Türkiye’ye kitlesel göç gerçekleşe bilir. Bu konjonktür, PKK terör örgütünün yapacağı eylemler de dikkate alındığında Türkiye’nin sınır güvenliğini ciddi derecede etkileyecektir. Bununla 
birlikte sınır bölgesinde başta kaçakçılık ve karaborsacılık olmak üzere çeşitli suçlarda artış meydana gelebilir.26 

İran’a yapılacak olası bir askeri operasyonun önemli etkilerinden biri de tahrip olan nükleer tesislerden açığa çıkacak radyasyonun bölge ülkelerine yayılma riskidir. Japonya’da deprem sonrası yaşanan felaketin bir benzerinin, hatta daha da kuvvetlisinin bölgede yaşanması muhtemeldir. Nükleer tesislerde meydana gelen hasar nedeniyle yayılan radyasyon sadece İran’ı değil, bütün bölge ülkelerini etkileyecektir. Türkiye’nin böyle bir tehlikeye karşı önlem alma kapasitesinin sınırlı olması, söz konusu ekolojik tehdidin etki derecesini ve hayatiliğini daha da artırmaktadır. Ayrıca bu denli bir tehdidin kalıcı etkileri de olacaktır. 

Kısacası küresel ölçekli risk ve tehditleri içeren askeri operasyon seçeneğinin geri dönülmesi zor bir kaosa neden olacağı açıktır. Zira askeri operasyon senaryosunun gerçekleşmesi, Hürmüz Boğazı’nın kapatılması ve Şii-Sünni çatışması senaryolarını da tetikleyebilir. Domino etkisiyle bu üç senaryonun yaşanması ve önemli enerji kaynaklarının bulunduğu Ortadoğu’da sıcak çatışmaların yaygınlaşması dünya ekonomisini ve uluslararası düzeni olumsuz yönde etkileyecektir. Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde Türkiye güvenlik ikilemi içine düşecektir. Bu açıdan değerlendirildiğinde Türkiye’nin İran ile Batı arasındaki nükleer müzakerelere bu denli önem vermesi ve arabuluculuk rolü üstlenmesi, idealpolitiğin yanı sıra reelpolitiğin de bir dışavurumu olarak yorumlanabilir. Bu çerçevede Türkiye’nin İran nükleer krizinin diplomatik araçlarla çözüme kavuşturulması konusunda önümüzdeki süreçte de aktif 
olacağı düşünülmektedir. 

3.2. İran’ın Hürmüz Boğazı’nı Kapatması Senaryosu 

İran’ın bütün yaptırımlara rağmen uranyum zenginleştirme çalışmalarına devam etmesi ve bir yıl içinde nükleer silah üretebilecek kapasiteye ulaşabileceğine ilişkin öngörülerde bulunulması, küresel ve bölgesel aktörlerin kaygılarını artırmaktadır. Bu çerçevede Washington yönetimi, İran Merkez Bankası ile iş yapan finans kuruluşlarına yaptırım uygulama kararı almıştır. Bu karara paralel olarak Suriye krizi için toplanan AB Dışişleri Bakanları da 1 Aralık 2011 tarihinde 143 İran şirketinin mal varlıklarını dondurmuş ve 37 İran vatandaşına seyahat yasağı getirmiştir. Ayrıca petrol ithalatı üzerine İran ile yeni anlaşmaların yapılmaması ve 1 Temmuz’dan itibaren petrol ithalatının yasaklanması Ocak 
2012’de karara bağlanmıştır.27 



AB Komisyonu'nun verilerine göre 2010 yılında AB ülkeleri ham petrol ihtiyaçlarının %5,8’ini İran'dan sağlarken,28 İran ise ham petrol ihracatının %17'sini AB’ye yapmaktadır. Gelirinin yaklaşık yarısını ham petrol ihracatından elde eden İran'ın bu yaptırımlar karşısında Asya piyasalarına yöneleceği düşünülmekte, ancak başta Çin olmak üzere birçok ülke İran’dan ithal 
ettiği petrolü azaltacak tedbirler almakta29 ve petrol ithalatı Rusya, Afrika ve diğer Ortadoğu ülkelerine kaydırılmaktadır.30 ABD diğer ülkelerden de İran’dan yaptığı petrol ithalatını durdurmasını istemektedir. Bu gelişmeler çerçevesinde yaptırımların İran üzerindeki etkisinin her geçen gün artacağı söylenebilir. 

İran söz konusu yaptırım kararları karşısında Hürmüz Boğazı’nı kapatabileceği tehdidinde bulunmaktadır.31 Bu kapsamda İran Deniz Kuvvetleri, Ocak 2012 başında Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı’nda deniz tatbikatı yapmıştır. Bu tatbikatta kısa, orta ve uzun menzilli füze atışları denenmiş; karadan denize ve denizden denize atılan füzelerin 200 km mesafedeki hedefleri tam isabetle vurduğu açıklanmıştır. İran, deniz tatbikatının hemen ardından kara kuvvetleriy le de bir tatbikat yapmış ve söz konusu tatbikatlara devam edeceğini belirtmiş tir. Bu gelişmelere paralel olarak Cumhurbaşkanı Ahmedinecad Hürmüz Boğazı’nın girişinde bulunan ve stratejik bir konuma sahip Hürmüzgan Eyaleti’ne bağlı kentleri ve Ebu Musa Adasını ziyaret etmiştir. Bu ziyaret, İran’ın adaya el koyduğu 1971 yılından bu yana adaya yapılan ilk ziyaret olması bakımından sembolik bir önem taşımaktadır. Nitekim bu gezinin akabinde ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Bahreyn hava kuvvetleri 
8-14 Nisan 2012 tarihleri arasında Hürmüz Boğazı’nın girişinde ortak bir tatbikat yapmış ve bu tatbikatta Hürmüz Boğazı’nın kapatılması tehdidine karşı alınacak tedbirlerin denendiği belirtilmiştir.32 

Tahran yönetimi; ABD’nin Basra Körfezi’nde deniz kuvvetleri bulundurmaması, Hürmüz Boğazı’ndan uçak gemisi ve donanma geçirmemesi yönünde uyarılarda bulunurken, Washington yönetimi ise Hürmüz Boğazı’nın her durumda açık bulundurulması için ne gerekirse yapılacağını belirtmektedir. Amerikan Savunma Bakanı Leon Panetta, Hürmüz Boğazı’nın kapatılmasını “kırmızı çizgi” olarak değerlendirerek boğazın kapatılması durumunda gerekli karşılığın ciddi bir biçimde verileceğini vurgulamıştır.33 Diğer yandan İran’ın uluslararası hukuka göre Hürmüz Boğazı’nı tek taraflı kapatma kararı alması söz konusu değildir. Dolayısıyla İran’ın bu yönde bir girişimde bulunması ya da boğazı kapatması, 
uluslararası hukukun devreye alınarak İran’a askeri operasyona uzanabilen yaptırımların alınmasını gündeme getirebilir. 



Küresel petrol üretiminin yaklaşık %25’inin Hürmüz Boğazı’ndan yapıldığı dikkate alındığında boğazın kapatılması durumunda petrol fiyatlarının kısa bir süre içinde ciddi bir artış göstereceği tahmin edilmektedir. Nitekim IMF’nin 2012 Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’nda Hürmüz Boğazı’nın kapanması durumunda petrol piyasalarında ve küresel ekonomide benzeri görülmemiş riskler açığa çıkabileceğine vurgu yapılarak, jeopolitik belirsizliklerin petrol fiyat artışını tetikleyeceği belirtilmiştir. Ayrıca petrol piyasalarına ilişkin olası risklerin tanımlandığı raporda İran’ın petrol ihracatını kesme riski ortaya konularak, bu durumda küresel piyasalarda petrol fiyatlarının ilk etapta %20-30 oranında bir artış gösterebileceği, bu artışın iki yıl içinde %50’lere varabileceği belirtilmiş ve İran merkezli risk tanımlamalarına yer verilmiştir.34 Aşağıdaki grafikte petrol fiyatlarındaki artışı tetikleyen küresel ve bölgesel olaylar incelendiğinde, İran merkezli çıkacak küresel bir krizin petrol piyasaları için ciddi bir risk teşkil edeceği öngörülebilir.35 

Dünyadaki boğazlar arasında petrol lojistiğinde ilk sırada bulunan Hürmüz Boğazı, hem petrol ihtiyacını bu güzergâhtan temin eden ülkeler, hem küresel ekonomi, hem de dünya petrolünün %30’unu üreten ve %57 oranında petrol yataklarına sahip olan Körfez ülkeleri (Bahreyn, İran, Irak, Kuveyt, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan) için yaşamsal bir öneme sahiptir.36 Zira deniz yoluyla yapılan dünya petrol sevkiyatının yaklaşık %40’ı, küresel petrol ticaretinin yaklaşık %20’si ve Basra Körfezi’nden yapılan petrol ticaretinin 
yaklaşık %90’ı Hürmüz Boğazı üzerinden gerçekleştirilmektedir.37 Aşağıdaki tabloda görüldüğü üzere Hürmüz Boğazı’ndan en çok petrol temin eden ülkelerin ABD, Çin, Hindistan, Japonya ve Güney Kore olduğu düşünüldüğünde boğazın kapatılmasının küresel ekonomik sisteme ne denli etkide bulunabileceği daha açık görülmektedir.38 



Görüldüğü üzere Tahran yönetiminin Hürmüz Boğazı’nı kapatması durumunda, Avrupa merkezli yaşanan ve henüz atlatılamayan finansal krizin küresel bir petrol krizine dönüşeceği ve söz konusu krizden tüm dünyanın etkileneceği söylenebilir. ABD ve AB ekonomilerinin güncel durumu ve kırılganlığı nedeniyle uluslararası finansal krizi tetikleyebilecek bu sorun, uluslararası kamuoyu tarafından oldukça kaygı verici olarak değerlendirilmektedir. Bu sebeple Washington yönetimi, İran’ın Hürmüz’ü kapatabileceği yönündeki açıklamalarına 
karşı Bahreyn’de konuşlu 5. Amerikan Filosu’na ve bu filonun içinde yer alan bir uçak gemisine ek olarak bir İngiliz ve bir Fransız muhribinin de katılımı ile Abraham Lincoln uçak gemisi görev grubunu Körfez’e göndermiştir. 

Hürmüz Boğazı’nın petrol üreticisi olan Körfez ülkeleri için yaşamsal önemi ve stratejik konumu, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin İran’a karşı kutuplaşmasına ve ABD ile mevcut stratejik ilişkilerini daha da geliştirmelerine yol açmaktadır. Bu kapsamda Hürmüz Boğazı’nın kapatılma olasılığı gündeme geldikten sonra söz konusu ülkeler bir dizi ortak tatbikat gerçekleştirmiş ve Hürmüz’e alternatif enerji sevkiyat yollarının devreye 
alınması konusunda ortak çalışmalarda bulunmuştur. Hürmüz Boğazı’na alternatif oluşturabilecek enerji nakil hatları arasında Doğu-Batı Ham Petrol Boru Hattı (Petroline), Trans-Arap Petrol Boru Hattı (Tapline), Irak-Suudi Arabistan Boru Hattı (IPSA), Trans-Arap Yeni Boru Hattı, Dolphin Hattı ve Abu Dabi Ham Petrol Boru Hattı (ADCOP) bulunmaktadır.39 

Körfez ülkeleri açısından düşünüldüğünde Hürmüz Boğazı odaklı bir krizin bölgede sıcak çatışmaya yol açacak riskleri taşıdığı söylenebilir. 

Türkiye açısından değerlendirildiğinde ise Hürmüz Boğazı’na ilişkin krizin tırmanmasıyla birlikte Türkiye’nin İran’dan ithal ettiği petrolü azaltması ve müteakiben kesmesi konusunda baskılar artacaktır. Bu duruma bağlı olarak Türkiye enerji tedarik ettiği ülkeleri çeşitlendirmeye çalışmaktadır. Fakat yaşanacak krize istinaden gerek enerji temini gerekse de enerji fiyatlarının artması nedeniyle sosyo-ekonomik açıdan zor bir döneme girilebilir. 

Bununla birlikte Türkiye’nin dış ticaretinde komşu ülkeler arasında önemli bir yere sahip İran ile ekonomik ilişkilerde önemli bir düşüş yaşanabilir. ABD’nin yayımladığı İran yaptırım muafiyet listesinde Türkiye’nin yer almaması, önümüzdeki dönemde bu düşüşe ivme kazandırabilir ve Türkiye’nin dış ticaretini olumsuz yönde etkileyebilir. 

Boğazın İran tarafından kapatılması durumunda Basra Körfezi’nde sıcak bir çatışmanın yaşanması olasılık dâhilindedir. Zira ABD, İngiltere, Fransa ve Körfez ülkelerinden oluşan deniz kuvvetleri boğazı kapatma görevini yürüten İran kuvvetlerine müdahalede bulunabilir. İran ise bu duruma Hürmüz Boğazı’na mayın döşeyerek karşılık verebilir ve asimetrik güç unsurlarına yönelebilir. İran’ın körfezin en dar kesimini mayınlaması halinde aynı kuvvetler mayınları döşemeye çalışan İran kuvvetlerine müdahale edebilir. İran’ın bu girişimleri 
karşısında Körfezdeki İran donanması ve kıyıda mevzilenmiş füze sistemleri vurulabilir. Bu durumda bölgede sıcak bir çatışma yayılabilir; küresel ve bölgesel çapta terör olaylarında büyük oranda artış görülebilir. 

Tüm bu olası gelişmeler Türkiye’nin son zamanlarda yürüttüğü arabuluculuk politikalarını sürdürmesini zorlaştırabilir. ABD ve Batılı güçler, Türkiye’nin İran karşıtı güçler arasında yer alması için baskılarını artırabilir. Türkiye bu desteği açık olarak sağlamaması durumunda, tırmanma aşamasında kötüye gidebileceği değerlendirilen Türk ekonomisi kriz dönemine girebilir ve dış ticaret açığı sürdürülemez seviyelere çıkabilir. Türkiye, ABD ve Batı Bloğu içinde yer alması halinde ise İran’ın düşmanca girişimleriyle karşılaşabilir. Böyle bir konjonktürde İran’ın doğrudan Türkiye’yi hedef alma olasılığı az olsa da Türkiye’deki terör 
eylemlerinde artış ve iç karışıklıklar yaşanabilir. Söz konusu muhtemel gelişmeler bölgede birinci senaryonun yaşanmasına neden olabileceği gibi üçüncü senaryonun, yani Şii-Sünni çatışmasının fitilini de ateşleyebilir. 

Buna karşın İran’ın boğazı uzun süreliğine kapatma olasılığı çok gerçekçi gözükmemektedir. Zira İran her ne kadar Hürmüz Boğazı’na alternatif enerji yolları arayışında olsa da mevcut durumda enerji sevkiyatının önemli bir kısmını bu güzergâhtan gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla boğazın uzun süre kapanmasıyla ortaya çıkacak petrol krizinden kendisinin de etkileneceği ve bu durumun zaten yaptırım kararlarıyla açığa çıkan İran’daki sosyo-ekonomik 
gerilimi artıracağı söylenebilir. Sonuç olarak İran, Hürmüz Boğazı’nı kapatma seçeneğini her ne kadar stratejik bir koz olarak ön plana çıkarsa da İran’ın iç dengeleri açısından bu tercihin fiiliyata geçirilmesinin ve gerçekleştirilmesi durumunda ise sürdürülebilir bir hamle olmasının zor olduğu düşünülmektedir. 

4.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

15 Şubat 2020 Cumartesi

İRAN NÜKLEER KRİZİNİN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ BÖLM 2

İRAN NÜKLEER KRİZİNİN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ BÖLM 2






     Görüşmeler sırasında Viyana grubu ülkeleri ABD, Rusya ve Fransa ile İran ilk kez ayrı bir toplantı gerçekleştirmiş, 13 Ancak 5+1 üyelerinden oluşan heyete başkanlık yapan AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton görüşmeler sonrasında müzakerelerden olumlu bir sonuç alamadıklarını belirtmiştir. Ashton, İran’ın nükleer programını sadece barışçıl amaçlarla sürdürdüğüne ilişkin argümanlar ortaya koyması gerektiğini ve İran’ın işbirliği için gerekli tavrı sergilemediğini vurgulamıştır.14 Dolayısıyla İstanbul görüşmelerinden de nükleer krizi diplomatik yöntemlerle çözecek somut bir ilerleme kaydedilememiştir. 

Yapılan müzakerelerden bir kez daha sonuç çıkmaması üzerine UAEK Başkanı Yukiya Amano tarafından İran nükleer çalışmalarıyla ilgili bir rapor hazırlanmış tır. 9 Kasım 2011 tarihinde açıklanan UAEK raporunda, İran nükleer santrallerin de nükleer silah üretmeye yönelik birçok deney yapıldığı ve gerçekleştirilen bu deneylerin bir kısmında da başarıya ulaşıldığı aktarılmıştır. Raporda ayrıca İran'ın nükleer silah tasarımı ve üretimi konusunda faaliyetlerde bulunduğu ve bu yönde denemeler yaptığı belirtilmiştir. Öte yandan raporun vurguladığı 
önemli hususlardan biri de, İran’ın nükleer savaş başlığı elde etmek için bilgisayar simülasyonları ve modellemeleri gerçekleştirdiğini, nükleer enerji mühendislerinin nükleer başlıkların füzelere entegrasyonu konusunda çalışmalar yaptığını ve bu kapsamda orta menzilli Şahab 3 füzesinin nükleer füzeye dönüştürülmeye çalışıldığını ileri sürmüş olmasıdır.15 

Diğer taraftan müzakerelerin yapılamadığı 15 aylık süreçte İran’a uygulanan yaptırımlar etkili olmaya başlamış ve Tahran yönetimi müzakerelere tekrar başlanılmasına hazır olduğunu belirtmiştir. Türkiye’nin de girişimleriyle 14 Nisan 2012’de 5+1 ülkelerinin temsilcileri ile İran temsilcileri İstanbul’da yeniden müzakerelere başlamıştır. İstanbul görüşmesinin ardından 5+1 ülkelerinin temsilcilerine başkanlık eden Catherine Ashton ve İran heyetine başkanlık yapan İran Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Said Celili müzakerelerin olumlu geçtiğini belirterek müteakip toplantının 23 Mayıs 2012 tarihinde Bağdat’ta yapılacağını açıklamışlardır. Müzakerelerde NPT’nin esas alınması vurgulanmış, barışçıl nükleer araştırmaların serbest olduğu fakat gerçekleştirilen nükleer faaliyetlerin NPT rejimine ve Ek Protokole uygun bir şekilde UAEK’nın denetimine açık ve şeffaf olması gerektiği ifade edilmiştir. 

Türkiye’nin İran nükleer programına yaklaşımı ilkesel ve nettir. Türkiye, NPT’ye üye ülkelerin sivil amaçlı nükleer enerji üretme hakkı olduğunu ileri sürmekte; askeri amaçlı nükleer faaliyetlere ve nükleer silahlanmaya karşı olduğunu belirterek NPT rejimine taraf ülkelerin nükleer programlarını uluslararası denetime açık ve şeffaf geliştirmeleri gerektiğini savunmaktadır. Bu çerçevede Türkiye, İran nükleer programına ilişkin yürüttüğü politikalarda “NPT’ye üye bir ülke olarak İran’ın da barışçıl amaçlı araştırma, üretme ve kullanma (nükleer 
zenginleştirme faaliyetleri dâhil nükleer yakıt çevrimi) hakkının bulunduğunu” belirtmektedir. Türkiye, barışçıl amaçlı nükleer enerji hakkı üzerinde dururken bu hakkın kullanılmasının NPT’de belirtilen sınırlama ve yükümlülüklere uygun olması gerektiğini vurgulamaktadır. Aynı zamanda İran’ın NPT’den kaynaklanan hak ve yükümlülüklerini tehlikeye sokacak tedbir, eylem ve retorik açıklamalar dan kaçınarak her türlü çatışmacı davranışlardan uzak durmasını ve bunun yerine nükleer alanda işbirliği yapmasını istemektedir.16 

3. İran Nükleer Krizinde Muhtemel Senaryolar ve Türkiye’ye Etkileri 

İran’a askeri bir operasyon gerçekleştirilmesi, Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması ve bölgede Şii-Sünni çatışmasının çıkması senaryolarının üçünden de en fazla etkilenecek ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. ABD’nin Irak’tan çekilmesi ve Arap Baharı’nın yol açtığı güvenlik sorunları ve belirsizlik, Türkiye’yi derinden etkileyen gelişmelerdir. Dolayısıyla enerji temini ve ekonomik konularda yaşanacak krizlerin yanı sıra diplomatik ve siyasi krizler de gerek bölgesel bir güç olması, gerekse de enerji konusundaki hassasiyetleri nedeniyle 
Türkiye’yi zor durumda bırakabilir. 

3.1. İran’a Askeri Operasyon Yapılma Senaryosu 

Yukiya Amano’nun 9 Kasım 2011’de açıkladığı ve İran’ın nükleer silah ürettiğine dair ciddi şüpheler olduğunu ileri süren UAEK raporunun ardından İran’ın uranyum zenginleştirme çalışmalarına devam etmesi ve nükleer yakıt çubuklarını ürettiğini açıklaması uluslararası kamuoyunu tedirgin etmiştir. Buna paralel olarak Tahran’ın nükleer silah tetik tertibatı ürettiğine, Şahab-3 (2000 km) füzeleriyle İsrail’i doğrudan vurabilecek kapasiteye ulaştığına, Fecr-3 (45 km) ve Fecr-5 (75 km) füzeleriyle de Hamas vasıtasıyla İsrail’i vurabileceğine ve bu 
nedenle Tahran yönetiminin Tel-Aviv için ciddi bir tehdit oluşturduğuna ilişkin haberlerin ABD ve İsrail kamuoyunda yayılması tüm dikkatleri İran’a çekmiştir.17 




İran’ın Envanterindeki Füze Sistemleri ve Menzilleri 

Söz konusu tehdit algılamaları çerçevesinde Tahran’ın nükleer programını engellemek için askeri müdahale seçeneği üzerinde de durulmaktadır.18 Nitekim ABD’nin İsrail ile birlikte düzenleyebileceği hava harekâtı ve füze saldırısıyla İran’ın nükleer tesislerini vurma ihtimalinin arttığına ve ABD’nin herhangi bir askeri operasyon başlatmaması durumunda ise olası bir saldırının İsrail tarafından tek başına gerçekleştirilebileceğine ilişkin değerlendirmeler yapılmaktadır. Bu konuda gerekli hazırlıkların üst seviyeye çıkarıldığı ve 
harekât ortamının olgunlaştırılmaya çalışıldığına dair görüşler bulunmaktadır. 

Geçmişte Tahran’ın nükleer bilgisayar kodlarına virüs saldırılarının gerçekleştirilmesi, İranlı birçok nükleer uzmanın öldürülmesi ve Tahran'ın yaklaşık 50 km batısındaki Bidganeh'teki tesiste yaşanan patlamada balistik füze programının önemli isimlerinden Tuğgeneral Hasan Tehrani Mukaddem ile birlikte 17 kişinin hayatını kaybetmesi, İran’ın endişelerini artırmaktadır.19 Son olarak da İran’ın önde gelen nükleer bilim adamlarından Mustafa Ahmedi Ruşen’in 11 Ocak 2012’de öldürülmesi, İran’da istihbarat örgütleri arasında yaşanan örtülü savaşın devletlerarası sıcak ve açık bir çatışmaya dönüşme ihtimalini gündeme getirmektedir.20 

Bu bağlamda İran, ABD ve İsrail tarafından koordineli bir operasyon planıyla nükleer tesislerine saldırıda bulunulacağından endişe duymaya başlamış ve Tahran yönetiminin olası saldırılara karşı hazırlıklarını artırdığı öne sürülmüştür. Nitekim İran’ın Hürmüz Boğazı’nda Ocak 2012’de yaptığı kapsamlı tatbikat, İran ordusunun askeri hazırlık içinde olduğu görüşünü desteklemiş; General Muhammed Ali Caferi’nin olası bir saldırı karşısında askeri güçlere hazır olma emri verdiği ifade edilmiştir. Batılı istihbarat kaynakları ise İran’ın uzun menzilli füzeleri, tahrip gücü yüksek patlayıcıları, büyük topları ve muhafız birliklerini temel savunma noktalarına konuşlandırdığını belirtmiştir.21 

Öte yandan 14 Nisan 2012 tarihinde İstanbul’da yapılan müzakerelerin hemen ardından İsrail televizyon kanalı Channel 10, İsrail yönetiminin 23 Mayıs 2012’de Bağdat’ta gerçekleştirilecek ikinci tur müzakerelere kadar bekleyeceğini, diplomatik müzakerelerin kesintiye uğraması durumundaysa düzenlenecek bir hava operasyonuyla İsrail ordusunun İran nükleer tesislerini vuracağını ileri sürmüştür. Operasyonda saldırı uçaklarının, eskort jetlerin, havada yakıt ikmali sağlayan tanker uçakların, elektronik savaş uçaklarının ve kurtarma helikopterleri nin kullanılacağı açıklanmıştır. Aynı zamanda İsrail filosunda en uzun menzile sahip olan F-15’ler ile “Eitan” insansız uçaklarının da operasyonun ön saflarında eşzamanlı olarak yer alacağı iddia edilmiştir. Haberde ayrıca söz konusu operasyon kapsamında İsrail’de özel sığınakların inşa edildiğinin ileri sürülmesi, İsrail’in İran’a düzenleyeceği olası askeri harekâtın tüm planlarının yapıldığını ve İsrail’in tüm seçeneklere hazırlıklı olduğunu göstermesi bakımından önem arz etmektedir.22 

Tüm bu gelişmeler çerçevesinde İran’a yapılacak olası bir askeri operasyon, topyekûn ve sınırlı olmak üzere iki temel harekât tarzıyla yürütülebilir. İran’a yapılacak topyekûn bir askeri harekâtın Irak ve Afganistan’da olduğu gibi kara, deniz ve hava kuvvetlerinin eşzamanlı katılımıyla yürütülmesi planlanabilir. Bu seçeneğin hayata geçirilebilmesi için öncelikle uluslararası meşruiyet aranarak BM aracılığıyla hem uluslararası hukukun temel ilkelerine uyulmaya hem de operasyonun sorumluluk ve maliyeti paylaşılmaya çalışılabilir. 

Ancak gerek uluslararası konjonktür gerekse Rusya ve Çin’in bu seçeneğe sıcak bakmaması nedeniyle askeri bir operasyon kararının alınması kısa ve orta vadede beklenmemektedir. Zira Suriye krizinde olduğu gibi veto mekanizmasına başvuran Rusya ve Çin’in İran’a desteği dikkate alındığında, Güvenlik Konseyin den İran’a askeri bir operasyon yapılmasına imkân sağlayacak bir karar çıkması zor görünmektedir. Üstelik Rusya’nın Buşehr nükleer santralini bitirmesi, İranlı nükleer uzmanları ve öğrencileri eğitmesi, Tahran’a nükleer teknoloji sağlaması ve lojistik destek vermesi, nükleer alanda Moskova ile Tahran arasındaki stratejik ortaklığa işaret etmektedir. Rusya aynı zamanda silah ithalatında İran’ın en önemli tedarikçisi konumundadır. Bununla birlikte İran ile yaptığı nükleer anlaşmaları Amerikan baskısı nedeniyle feshetmesine karşın Çin’in de üstü örtülü bir şekilde İran nükleer programını desteklediği bilinmektedir. 

Tahran’ın Moskova ve Pekin ile yaptığı nükleer işbirliğinin yanı sıra jeopolitik çıkarları da göz önünde bulundurmak gerekir. Nitekim Rusya, Çin ve İran; Suriye krizinde görüldüğü üzere Batı, Türkiye ve Körfez ülkelerine karşı bir blok oluşturmakta ve Ortadoğu’da bir nevi denge politikası izlemektedir. Bu kutuplaşmanın İran’a uygulanacak askeri operasyon seçeneğinin masaya getirilmesi durumunda da yaşanacağı açıktır. Diğer yandan AB’nin yaşadığı ekonomik kriz göz önünde bulundurulduğunda AB üyelerinin de askeri operasyon tercihine sıcak bakmayacağı tahmin edilebilir. Kaldı ki bu ülkeler, İran nükleer krizinin başından beri sorunun diplomatik yöntemlerle çözülmesinden yana tavır almış ve sert güç kullanımını istemediklerini net bir şekilde dile getirmiştir. İran nükleer krizinde AB’yi ABD’den ayrıştıran ve Batı’yı ikiye bölen bu yöntemsel farklılaşmayı AB’nin birçok söylem ve eyleminde görmek mümkündür. 

Özetle İran’a uluslararası meşruiyete dayalı yapılacak bir askeri harekât zor  görünmektedir. 


Bu durumda geriye ABD ve İsrail öncülüğünde oluşturulacak bir koalisyon gücünün askeri harekât yapma seçeneği kalmaktadır. Ancak ABD ve İsrail’in ortak yürüteceği bir askeri harekât seçeneği hem uygulanması hem de istenilen sonucun alınması bakımından kolay bir tercih değildir. Zira Washington yönetimi; ABD’nin Afganistan ve Irak’taki yıpranmışlık ve başarısızlığı, uluslararası kamuoyunda yitirdiği prestij, savaş ekonomisinin Amerikan halkına 
yansıyan olumsuzlukları ve Kasım 2012’de yapılacak başkanlık seçimleri gibi nedenlerden dolayı kısa bir zaman dilimi içerisinde böyle bir harekâta sıcak bakmayacaktır. Bu durumda İsrail kamuoyunda ve medyasında çıkan tüm haberlere rağmen Tel Aviv yönetiminin tek başına askeri operasyon başlatması en azından yakın bir gelecekte zor gözükmektedir. 

Diğer bir açıdan İran’a yapılacak topyekûn bir askeri saldırı, hem bölgesel dengeler hem de başta jeopolitik konumu olmak üzere İran’ın sahip olduğu güç unsurları nedeniyle birçok zorluğu içermektedir. İran’ın ulusal güç unsurları, ABD’nin Afganistan ve Irak’ta verdiği maddi ve manevi kayıplarla birlikte değerlendirildiğinde Washington yönetiminin Tahran’a düzenlenecek muhtemel bir topyekûn saldırıyı kolaylıkla göze alamayacağı düşünülebilir. İran’ın köklü devlet geleneği, ulusal bilinci, dışarıdan gelen bir tehdide karşı ulusça birlikte 
hareket etme özelliği, sahip olduğu kısa ve orta menzilli füzeler, İran ordusunun gayri-nizami savaş tekniklerini iyi bilmesi, asimetrik çatışma yeteneğinin bulunması, devrim muhafızlarının bölge ülkelerindeki devlet-dışı aktörleri harekete geçirebilme kapasitesi, İran’ın engebeli ve dağlık coğrafi yapısı gibi faktörler İran’a yapılacak topyekûn bir saldırının özellikle kara harekâtının zorluğunu ortaya koymaktadır. 



İran Ordusu (2011) 
*Devrim Muhafızları’nın Kara Kuvvetleri ile birlikte hesaplanmıştır. 
Kaynak: Routledge, “Chapter Seven: Middle East and North Africa”, The Military Balance Cilt:112 Sayı:1 (2012): 
323-326. 


3.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

İRAN NÜKLEER KRİZİNİN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ BÖLM 1

İRAN NÜKLEER KRİZİNİN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ BÖLM 1


Ahmet Davutoğlu, İran nükleer krizi, Türkiyeye etkileri, Hürmüz bogazı, İran Nükleer gücü, Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Bilgehan EMEKLİER,
bilgesam,İran-Irak Savaşı, ABD İran Savaşı,



BİLGE ADAMLAR KURULU RAPORU 
Hazırlayanlar: 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI* 
Bilgehan EMEKLİER** 


RAPOR NO: 47 
MAYIS 2012 
Açıklama: Açıklama: bilgesam

İRAN NÜKLEER KRİZİNİN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ 
BİLGE ADAMLAR KURULU RAPORU 
Hazırlayanlar: 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 
Bilgehan EMEKLİER 
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi 
Mecidiyeköy Yolu Caddesi No:10 
Celil Ağa İş Merkezi Kat:9 Daire:36 
Mecidiyeköy / İstanbul / Türkiye 
Tel: +90 212 217 65 91 Faks: +90 212 217 65 93 
www.bilgesam.org 
bilgesam@bilgesam.org 

MERKEZ- ANKARA
Atatürk Bulvarı Havuzlu Sok. No:4/6 
A. Ayrancı / Çankaya / Ankara / Türkiye 
Tel : +90 312 425 32 90 Faks: +90 312 425 32 90 
Copyright © BİLGESAM MAYIS 2012 
Bu yayının tüm hakları saklıdır. Yayın Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin 
izni olmadan elektronik veya mekanik yollarla çoğaltılamaz. 

BİLGE ADAMLAR KURULU 
Başkan 
Salim DERVİŞOĞLU (E. Oramiral) 

Başkan Yardımcıları 
İlter TÜRKMEN (E. Bakan/Büyükelçi) 
Sami SELÇUK (Prof. Dr. / Yargıtay Onursal Başkanı) 

Kurul Üyeleri 

Kutlu AKTAŞ (E. Bakan/Vali) 
Özdem SANBERK (E. Büyükelçi) 
Sönmez KÖKSAL (E. Büyükelçi) 
Güner ÖZTEK (E. Büyükelçi) 
Necdet Yılmaz TİMUR (E. Orgeneral) 
Oktar ATAMAN (E. Orgeneral) 
Sabahattin ERGİN (E. Koramiral) 
Nur VERGİN (Prof. Dr.) 
Orhan GÜVENEN (Prof. Dr.) 
Ali KARAOSMANOĞLU (Prof. Dr.) 
İlter TURAN (Prof. Dr.) 
Çelik KURTOĞLU (Prof. Dr.) 
Ersin ONULDURAN (Prof. Dr.) 


SUNUŞ 

İran nükleer krizi, 2002 yılından bu yana uluslararası gündemdeki önceliğini ve önemini korumaktadır. Nükleer kriz, İran’ın hem Türkiye’nin sınır komşusu olması hem de bölge jeopolitiğinin stratejik aktörü olması bakımından Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. Bu nedenle Türkiye, krizin doğrudan tarafı olmasa da son iki yılda oynadığı arabuluculuk rolü ile sorunun barışçıl çözümünde yoğun çaba harcamakta, bu konuda kapasitesinin tüm imkânlarını kullanmaktadır. Krizin doğrudan tarafları olan İran ile ABD ve AB arasındaki iletişim ve diplomatik arayışların çıkmaza girdiği dönemlerde Türk karar mercilerinin krizin 
diplomatik yöntemlerle çözümlenmeye çalışılmasında aktif rol üstlenmesi, müzakerelerin sürdürebilirliği açısından önem arz etmektedir. 

“İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri” raporunda, İran nükleer krizinin geleceği ve Türkiye’ye etkileri üç senaryo üzerinden incelenmiştir. Raporda; İran’a askeri operasyon yapılması, İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatması ve Şii-Sünni çatışmasının yaşanması gibi belli başlı olasılıklar üzerinde durulurken, bu üç senaryonun birbirini tetikleme potansiyelinin yüksek olduğu ve aralarında herhangi bir önceliğin bulunmadığı değerlendirilmektedir. 

Diplomatik arayışlardan çok uzun zamandır bir sonuç elde edilememesi, sürecin krize dönüşmesi ve barışçıl stratejilerin gün geçtikçe tüketilmesi, olası bir sıcak çatışma ortamını ve bununla ilgili kötümser senaryoları gündeme getirmektedir. Bu nedenle rapor realist bir perspektifle kaleme alınmış ve çalışmada daha önce tarafımızca hazırlanan “Kaos Senaryolarının Merkezinde İran” başlıklı rapordan da faydalanılmıştır. Rapor, 20 Nisan 2012 tarihinde gerçekleştirilen Bilge Adamlar Kurulu’nun toplantısında tebliğ edilmiş ve toplantıda kurul üyelerinin eleştiri ve önerileri doğrultusunda geliştirilerek yayına hazırlanmıştır. Bu 
süreçte raporun hazırlanmasına büyük katkılar yapan ve kurul raporu olarak yayınlanmasına karar veren Bilge Adamlar Kurulu üyelerine teşekkür ederiz. Rapordaki tüm eksiklik ve kusurlar tarafımıza ait olup faydalı olmasını dileriz. 

Doç. Dr. Atilla Sandıklı 


Giriş 

Tahran yönetimi, Şah döneminde başlatılan ve 1980-1988 İran-Irak Savaş’ında olduğu gibi kimi zaman askıya alınmasına rağmen yine de kararlılıkla devam edilen nükleer programını İran iç ve dış politikasının önemli bir enstrümanı ve süreklilik unsuru olarak görmektedir. İran siyasi kültürüne Humeyni döneminden miras kalan ve “bağımsızlık”, “Batı-karşıtlığı” ve “bölgesel liderlik” gibi parametreler üzerine inşa edilen dış politika anlayışının ana eksenini oluşturan nükleer program, İran halkını ortak bir hedef etrafında birleştirmektedir. İran’ın 
nükleer programı yalnızca iktidar ve muhalefeti ulusal güvenlik ve ulusal çıkar çatısı altında bütünleştirmemekte, aynı zamanda rejimin sürekliliği konusunda bir meşruiyet kaynağı olarak görülmektedir. Dolayısıyla İran’da hem iktidar hem de muhalefetin büyük çoğunluğu, nükleer faaliyetlerin devam etmesi noktasında fikir birliğine sahiptir. 

Bölgenin lider gücü ve küresel bir aktör olmak için nükleer programını rasyonel bir dış politika aracı olarak gören İran, 2002 yılında Washington ve Tahran arasında başlayan ve kısa sürede çok taraflı bir krize dönüşen nükleer faaliyetlerini kararlılıkla devam ettirmektedir. ABD önderliğindeki Batı dünyası İran nükleer programının askeri amaçlı olduğunu ve Tahran’ın nükleer silah üretmeye çalıştığını ileri sürerken, İran ise nükleer faaliyetlerinin sivil amaçlı 
olduğunu ve hedeflerinin barışçıl nükleer enerji üretmek olduğunu öne sürmekte dir. 

Soğuk Savaş döneminde Şah yönetiminin iktidarda olduğu süreç boyunca İran’ın nükleer faaliyetlerini bizzat destekleyen ABD ve AB bu kez İran nükleer programına karşı çıkmakta; Rusya ve Çin ise 1979 Devrimi’nden önceki tutumlarının aksine Tahran’ın nükleer çalışmalarına destek vermektedir. 

Bu yönüyle İran nükleer krizi, 11 Eylül sonrası beliren yeni uluslararası sistemde “sistemsel bir katalizör” işlevi görmekte ve uluslararası aktörler arasında farklı bakış açılarına neden olmaktadır. Küresel sistemin yeniden şekillendiği bu kriz sürecinde Türkiye ve Brezilya gibi bölgesel aktörler ise arabulucu rolü oynayarak nükleer krizin diplomatik yöntemlerle çözümlenmesine gayret etmektedir. Bu nedenle Türkiye, diplomatik müzakerelere ev sahipliği de yaparak kriz çözümünü barışçıl yollarla gerçekleştirmeye özen göstermektedir. 

Buna karşın İran nükleer krizini diplomatik yöntemlerle çözme girişimlerinden sonuç alınamaması ve bu yöndeki umutların azalmaya başlaması, krizin çatışmaya dönüşme ihtimalinin yüksek olduğuna dair yorumları beraberinde getirmektedir. Üstelik İran ile ABD karar alıcılarının söylemsel ve retorik açıdan giderek sertleşmesi ve iki aktör arasında sıcak bir çatışma yaşanacağına ilişkin değerlendirmelerin uluslararası kamuoyunun gündemine yerleşmesi, İran’ı küresel kaos senaryolarının merkezine oturtmaktadır. Bu senaryoların ilki, 
İran nükleer tesislerinin ve füze sistemlerinin ABD veya İsrail tarafından vurulması; ikincisi, Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması; üçüncüsü ise İran’ın Şii-Sünni çatışmasına zemin hazırlayacak politikalar izleme olasılığıdır.1 Bu çerçevede raporda öncelikle tarihsel süreçte Türkiye-İran ilişkileri ve İran nükleer krizindeki güncel gelişmeler incelenecek, ardından öngörülen üç senaryo tartışılacak ve gerçekleşmesi durumunda bu senaryoların Türkiye’yi nasıl etkileyeceği üzerinde durulacaktır. 

1. Tarihsel Süreçte Türkiye-İran İlişkileri 

Türkiye’nin en büyük komşusu olan İran ile ilişkileri tarihsel süreçte her zaman büyük önem taşımıştır. Bu ilişkiler 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşması’ndan itibaren istikrarlı bir gelişme göstermiş ve bu anlaşma sonrasında iki ülke arasındaki sınır bazı ufak ayarlamalar dışında günümüze dek değişmemiştir. Buna karşın 1639’dan sonra sınır bölgesinde çıkan ayaklanmalardan kaynaklanan bazı ihtilaf ve çatışmalar yaşanmıştır. Örneğin 1720 yılında iki ülke arasında 20 yıl süren bir savaş başlamıştır. 1821-1823 yılları arasında iki ülke yine karşı karşıya gelmiş, 
Erzurum Anlaşması ile sınırın aynen korunması karara bağlanmasına rağmen sınırın işaretlenmesi konusunda ihtilaf ve sınır ihlalleri devam etmiştir. Sınırın işaretlenmesi ancak 1914 yılında gerçekleşebilmiştir.2 

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ikili ilişkilerde bazı sorunlar yaşanmıştır. Mesela İran’daki dini sınıf ve muhafazakâr kesimler, Atatürk’ün gerçekleştirdiği reformlara ve Türkiye’de laik bir sistemin inşa edilmesine tepki göstermiştir. Musul sorunu ve 1925’te Doğu Anadolu’da başlayan isyan sırasında İranlı aşiretler sık sık sınır ihlallerinde bulunmuş ve Musul sorunu çözüldükten sonra da bu ihlaller zaman zaman devam etmiştir. İki ülke arasında 1926 yılında imzalanan Güvenlik ve Dostluk Anlaşması’nda taraflar bu eylemlere son 
vermeyi ve gerekli önlemleri almayı taahhüt etmiş, ancak sınır olayları yine de sürmüştür. 

1926’da imzalanan başka bir anlaşma ile Ağrı bölgesinde Türkiye lehine sınır düzeltmesi yapılmıştır. Aynı yıl imzalanan Uzlaşma, Yargı Yönetimi ve Hakemlik Anlaşması ile bu sınır düzeltmesi teyit edilmiştir. 1926 tarihli Güvenlik ve Dostluk Anlaşması 1932’de güncelleştirilmiş ve böylece iki ülke arasındaki dostluk istikrarlı bir yapıya kavuşturulmuştur.3 

1926 yılından sonra yaşanan bu olumlu gelişmelerin en önemli nedenlerinden biri, İran’da Kaçar hanedanlığını askeri bir darbe ile sona erdiren ve Türkiye’nin modernleşme sürecini örnek alan Albay Rıza Pehlevi’nin Şah olmasıydı. Şah Pehlevi, 1934 yılında Türkiye’ye yaklaşık bir ay süren bir ziyarette bulundu ve bu dönemde (1925-1941) iki ülke arasındaki dostane ilişkiler gelişti. İki ülke bölgedeki gelişmelere karşı benzer dış politika yaklaşımları sergiledi. 

Buna rağmen İran, petrol kaynakları sayesinde zenginleştikçe iki ülkenin bölgedeki nüfuz rekabeti su yüzüne çıkmaya başladı ve Tahran’ın isteksiz davranması nedeniyle iki ülke arasında ekonomi ve enerji işbirliği bir türlü geliştirilemedi.4 

Albay Rıza Pehlevi’nin oğlu Muhammed Rıza’nın şahlığı döneminde (1941-1979) de ikili ilişkilerin genel itibarıyla istikrar ve barış içinde olduğu söylenebilir. Bu çerçevede Atatürk ve Şah Muhammed Rıza döneminde Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Temmuz 1937 yılında imzalanan ve bölgesel işbirliği anlaşması niteliğinde olan Sadabat Paktı ile ikili ilişkilerde başlayan barış ve istikrar süreci, Soğuk Savaş konjonktürünün büyük bir bölümünde devam etti. Aynı şekilde Şubat 1955’te İngiltere, Türkiye, İran, Irak ve Pakistan arasında yapılan Bağdat Paktı ve sonrasında paktın dağılmasıyla oluşturulan Merkezi 
Antlaşma Teşkilatı (CENTO) da Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerin işbirliği içinde gelişmesinde büyük rol oynadı. İki devletin Soğuk Savaş döneminde Batı bloğunda yer almaları, ikili ilişkilerin iyi seyretmesinde temel etken olmuştur.5 Ancak Pehlevi hanedanını iktidardan deviren 1979 Humeyni Devrimi, Türkiye-İran ilişkilerinde bir kırılma noktası oluşturmuş ve iki ülkenin birbirlerinin siyasi rejimlerini tehdit olarak algılamaları ilişkileri etkilemiştir. 

İran’da 1979 yılında yapılan devrim ile yönetim sistemi değişmiş ve Şah dönemindeki anayasal monarşiden dini cumhuriyete geçilmiştir. İran’da kurulan yeni siyasal sistem, Türkiye’deki laik devlet düzeniyle tezat teşkil ediyordu. Bu nedenle iki ülke arasında güvensizlik ve kuşku ortamı oluşmaya başladı. Türkiye, İran’da Türkiye’nin laik sistemine karşı yayınlar yapıldığı gerekçesiyle rahatsız olduğunu ileri sürerken, İran ise Türkiye’de devrim ve kendi yöneticileri aleyhine propaganda yapıldığı yönündeki şikâyetlerini ortaya koyuyordu. Türkiye İran’ı devrim ihraç etmekle, İran da Türkiye’yi kendi rejimini yıkmak için faaliyette 
bulunmakla suçluyordu. 

Türkiye-İran ilişkileri, 1980-1988 İran-Irak Savaşı yıllarında özellikle Türkiye’nin tarafsız tutumu nedeniyle gelişme gösterdi. İran ve Irak, Türkiye’nin savaş sırasındaki tarafsızlığına o kadar güvendi ki, karşılıklı haklarının korunmasını Türkiye’nin Bağdat ve Tahran’daki büyükelçiliklerine bıraktı. Bu nedenle İran ile ticaret hacmi bu dönemde 2 milyar dolara ulaştı. Buna rağmen İran ile siyasi ilişkiler kırılgan bir zeminde seyrediyordu. Zira Tahran yönetimi 1990’lı yıllarda PKK terör örgütüne destek vermeye başlamıştı. 



    İran ile ilişkiler 2000 sonrası dönemde ise hızlı bir gelişme gösterdi ve diplomatik temaslar arttı. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2001’de 1,2 milyar dolar iken, bu rakam 2010’da 11 milyar dolara, 2011’de ise 15 milyar dolara yükseldi.6 Enerji Bakanı Taner Yıldız, Şubat 2012’de yaptığı açıklamada Türkiye’nin petrol ithalatının yaklaşık %50’sinin ve Mart 2012’de yaptığı açıklamada doğalgaz ihtiyacının %20’sinin İran’dan yapıldığını ifade etti. Ayrıca iki ülke arasında Türkmenistan doğalgazının İran üzerinden Türkiye’ye sevk edilmesi, İran doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya nakledilmesi ve Güney Pars gaz kaynaklarının belirli fazlarının Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) tarafından işletilmesi konularında mutabakat imzalandı. Ancak bugüne kadar bu projelerde önemli bir gelişme görülmedi. Bununla birlikte Türkiye’ye yerleştirilen NATO füze kalkanı, Irak’ta son dönemde yaşanan gelişmeler ve Suriye krizi nedeniyle Türkiye-İran ilişkileri 2011’den itibaren hassas bir çizgide seyretmektedir. 


İran Nükleer Programının Kısa Bir Kronolojisi 



İran nükleer programının tarihi arka planı 1950’lerin ikinci yarısına dayanmaktadır. İran 1957 yılında ABD ile nükleer işbirliği anlaşması imzalamış, ardından 1958 yılında Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na üye olmuştur. 1959’da Tahran Nükleer Araştırma Merkezi kurulmuştur. ABD, İran ile 1957’de yaptığı nükleer anlaşma çerçevesinde 1967 yılında 5 MW gücündeki nükleer 
araştırma reaktörünü Tahran Nükleer Araştırma Merkezi’ne vermiştir. İran, 1968’de Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nı imzalayarak anlaşmanın yürürlüğe girdiği 1970’te bu anlaşmaya taraf olmuştur. 1974’te Dr. Ekber İtimad önderliğinde İran Atom Enerjisi Kurumu kurulmuştur. Aynı yıl Şah Rıza Muhammed Pehlevi, 20 yıl içerisinde 20.000 MW’lık enerji üretecek nükleer tesisleri kurmayı hedeflediklerini açıklamıştır. ABD yönetimi de İran’ın nükleer 
faaliyetlerini desteklediğini belirtmiştir. İran’ın Şah döneminde başlayan nükleer programına ABD’nin yanı sıra Avrupa devletleri de bizzat destek vermiştir. 

Örneğin 1970’lerin ortasından itibaren Alman Kraftwerk, Siemens ve Fransız Framatome gibi Batılı şirketler ile Tahran arasında nükleer işbirliği anlaşmaları imzalanmıştır. Söz konusu anlaşmalar çerçevesinde nükleer tesislerin inşası, nükleer fizikçilerin eğitimi, nükleer ekipman ve teknolojinin temini gibi konularda İran’ın destekleneceği belirtilmiş ve bunların bir kısmı da gerçekleştirilmiştir. 

Ancak 1979 yılında Humeyni Devrimi ile Pehlevi Hanedanı’na son verilmesi (1925-1979) ve İslam Cumhuriyeti’nin kurulması, İran’ı ABD liderliğindeki Batı bloğundan uzaklaştırırken, Batı’nın İran nükleer programına verdiği desteği kesmesine neden olmuştur. Dini lider Humeyni önderliğindeki Tahran yönetimi, 1980-1988 yılları arasında yaşanan İran-Irak Savaşı nedeniyle nükleer faaliyetleri durdurmak zorunda kalmıştır. Savaşın ardından nükleer programını devam ettirmek isteyen İran, 1990 sonrası süreçte Rusya ile nükleer işbirliği yaparak Moskova tarafından açıkça, Çin tarafından ise Amerikan baskısı nedeniyle üstü örtülü bir şekilde desteklenmiştir. Washington yönetiminin 
2002 yılında, İran’ın Arak ve Natanz tesislerinde nükleer silah üretmeye çalıştığını ileri sürmesi üzerine İran ile ABD arasında başlayan nükleer kriz, 2002’den bu yana tırmanarak devam etmiş ve bu süreçte çok taraflı bir krize dönüşmüştür. 

2. İran Nükleer Krizindeki Gelişmeler ve Türkiye 

Son yıllarda Türkiye-İran ilişkilerinin hızla gelişmesindeki iki ana neden; Türkiye’nin “komşularla sıfır sorun” ilkesi çerçevesinde bölge ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesine özel önem vermesi ve askeri amaçlı olduğu ileri sürülen nükleer programı nedeniyle Tahran’a uygulanan yaptırımlar sonucunda İran’ın uluslararası sistemden tecrit edilmesidir. Türkiye enerji ihtiyacının önemli bir kısmını İran’dan karşılarken, Tahran ile ihracatını artırarak ekonomisini geliştirmeye çalışmaktadır. Bunun yanı sıra Türkiye nükleer kriz nedeniyle İran’ın olası bir çatışma ortamına çekilmesini ve dolayısıyla bölgedeki mevcut istikrarsızlığın kontrol edilemez boyuta gelmesini önlemek için yoğun bir diplomatik çaba harcamaktadır. 

Bu nedenle Türkiye, Batı ile İran arasında ara buluculuk girişimlerinde bulunmakta ve nükleer krizin çözümü konusunda yapıcı bir rol ve sorumluluk üstlenmeye özen göstermektedir. İran, Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek suretiyle hem kriz çözümünde taraf olmaya devam etmekte hem de uluslararası toplumla iletişimini sürdürmeye çalışmaktadır. Tahran yönetimi İstanbul’da 14 Nisan 2012’de yapılan son görüşmeler öncesinde müzakere yeri konusunda 
sorun çıkarsa da gerek Batı dünyası gerekse İran, Türkiye’nin arabuluculuk rolünün devamına sıcak bakmaktadır. 

Türkiye, Batı ile İran arasındaki nükleer krizin çözümü konusunda Viyana’daki görüşmelerden sonuç alınamaması üzerine Brezilya ile birlikte arabuluculuk girişiminde bulunarak söz konusu diplomatik sürecin yeniden başlatılmasına katkı sağlamıştır. İran’ın bu girişimi kabul etmesi neticesinde 17 Mayıs 2010 tarihinde Tahran’da İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad, Brezilya Cumhurbaşkanı Lula Da Silva ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 
katılımıyla uranyum takası konusunda bir uzlaşma metni imzalanmıştır.7 Bir anlaşma niteliğinde olmayan Tahran Bildirisi, İran ile Viyana grubu arasında nükleer yakıt takası anlaşması yapılmasını sağlamak amacıyla üç ülkenin mutabakata vardığı bir metindir. 

İran, söz konusu metne göre düşük düzeyde zenginleştirilmiş 1200 kg uranyumun Türkiye’de muhafaza edilmesini kabul etmiştir. Metinde ayrıca 1200 kg uranyumun Türkiye’de bulunduğu sürece İran’a ait olduğu, İran ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) yetkililerinin istedikleri zaman Türkiye’deki uranyumun depolanma ve saklanma koşullarını denetleyebilecekleri vurgulanmıştır. Bununla birlikte İran’ın belirtilen hususları kabul ettiğini 
7 gün içinde UAEK'ya bildirmesi; ABD, Rusya, Fransa ve UAEK'dan oluşan Viyana grubunun olumlu cevabına paralel olarak Tahran'daki araştırma reaktörü için gerekli 120 kg yakıtın teslim edilmesinin taahhüt edilmesi gibi takasla ilgili ayrıntılı konulara kesin anlaşmada yer verilmesi öngörülmüştür. İran, anlaşmaya varıldıktan sonra düşük oranda zenginleştirilmiş 1200 kg uranyumu bir ay içinde Türkiye’ye göndermeyi kabul etmiştir. Bu çerçevede metinde, Viyana grubunun da bir yıl içinde 120 kg yakıtı İran'a teslim etmesi gerektiği belirtilmiş ve bildirinin şartlarına uyulmaması durumunda İran’ın verdiği uranyumu geri 
isteme hakkına sahip olduğu ve Türkiye’nin de bu istek doğrultusunda iade işlemini gerçekleştirmesi öngörülmüştür.8 

ABD dışındaki 5+1 üyeleri9 ve UAEK bildiriye ihtiyatla yaklaşmıştır. Tahran yönetiminin kısa bir süre sonra %20 oranında uranyum zenginleştirme faaliyetlerine devam edeceğini açıklaması, İran’ın asıl amacının anlaşmaya varmaktan ziyade uluslararası yaptırımlardan kaçmak olduğu şeklinde değerlendirilmiştir. 



Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) 



. 29 Temmuz 1957 tarihinde kurulan UAEK Birleşmiş Milletler bünyesinde faaliyet gösteren özerk bir kuruluştur. Merkezi Viyana’da bulunan kurumun şimdiki başkanı Yukiya  Amano’dur. 

. UAEK’nın temel amaçları; 
. Nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanımını sağlamak, 
. Nükleer silahların yayılmasını önlemektir. 
. Temel işlevleri; 
. Nükleer bilim ve teknolojinin barışçıl amaçlarla kullanılması konusunda üye ülkelere destek sağlamak, 
. Denetim mekanizması aracılığıyla ortaya koyduğu nükleer güvenlik standartları çerçevesinde üye ülkelerin taahhütlerini yerine getirip getirmediğini kontrol etmek, nükleer tesisleri korunma önlemleri altında bulundurmak ve nükleer programları denetlemektir. 
. İran, UAEK’ya 1958 yılında üye olmuştur. 


Tahran Bildirisi’ne en fazla tepki gösteren ülke ABD olmuştur. Washington yönetimi İran’ı “yeni yaptırımlar uygulanması konusundaki baskıdan kurtulmaya çalışmakla” suçlayarak, Tahran’ın söz konusu anlaşmayı BM Güvenlik Konseyi toplantısı öncesinde imzalamasına dikkat çekmiştir. ABD, yaptırım tasarısını gündeme taşıması sonrasında Güvenlik Konseyi üyelerinin desteğini aldığını açıklamıştır.10 

Tahran Bildirisi, Türkiye ve Brezilya’nın girişimlerine rağmen beklenen ve istenen uzlaşı zeminini sağlayamamış ve BM Güvenlik Konseyi’nden yeni yaptırım kararı çıkma ihtimaline karşı İran’ın yaptığı diplomatik bir manevra olarak yorumlan mış tır. Bu nedenle Washington yönetimi, İran’a yeni bir yaptırım uygulanması konusunda Güvenlik Konseyi’ne talepte bulunmuştur. Türkiye ve Brezilya diplomatik müzakerelere devam edilmesi gerekçesiyle yeni yaptırımlara karşı çıkmasına rağmen 1929 sayılı yaptırım kararı Türkiye ve Brezilya’nın 
“hayır”, Lübnan’ın ise “çekimser” oyuna karşı 12 “evet” oyu ile Güvenlik Konseyi’nce 9 Haziran 2010’da kabul edilmiştir.11 

Tahran yönetimi, Güvenlik Konseyi’nin yaptırım kararı sonrasında uranyum zenginleştirme çalışmalarının Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’ndan (Non-Proliferation Treaty; NPT) kaynaklanan bir hakkı olduğunu vurgulayarak nükleer faaliyetlerine devam etmiş ve kısa bir süre sonra yaklaşık 40 kg %20 oranında zenginleştirilmiş uranyum ürettiğini açıklamıştır.12 Bu gelişmelere karşın askıda bulunan görüşmelere tekrar başlanması için Türkiye öncülüğündeki diplomatik arayışlar devam etmiş ve 5+1 üyeleriyle İran arasındaki müzakereler bu kez 21–22 Ocak 2011 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilmiştir. 



Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT) 

. NPT 1 Temmuz 1968 tarihinde ABD, SSCB ve İngiltere arasında imzalanmış ve 1970’te yürürlüğe girmiştir. Anlaşmayı sonradan Fransa ve Çin de imzalamıştır. Halen 189 ülke anlaşmaya taraftır. İsrail, Hindistan ve Pakistan anlaşmayı imzalamamış, Kuzey Kore ise anlaşmayı imzaladıktan sonra çekilmiştir. 
. Bu anlaşmaya göre 1 Ocak 1967 tarihinden önce nükleer silah ve patlayıcıya sahip olan ABD, SSCB, Fransa, İngiltere ve Çin “nükleer silah sahibi ülkeler” olarak kabul edilmiştir. NPT rejimi, nükleer silahlanmanın 1 Ocak 1967’den önce nükleer silaha sahip olmayan devletlere yayılmasını engelleme amacını taşımaktadır. 
. Bu çerçevede anlaşmanın temel amaçları; 
. Nükleer silahların yayılmasını önlemek, 
. Nükleer silahsızlanmayı gerçekleştirmek, 
. Nükleer enerjinin barışçıl amaçlı kullanımını sağlamaktır. 
. İran, NPT’yi 1970’de onaylayarak NPT rejimine taraf olmuştur. 

İran; rutin denetimlerinin dışında aniden ve herhangi bir izne ihtiyaç duymaksızın UAEK’ya özel denetimler yapma yetkisi tanıyan ve NPT’yi tamamlayıcı bir anlaşma olarak tanımlanabilecek Ek Protokolü 
(1997) 18 Aralık 2003’te imzalamış, ancak hala onaylamamıştır. 

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***