16 Aralık 2019 Pazartesi

Ecevit’ten Kılıçdaroğlu’na kontrgerilla ve provokasyon.,

Ecevit’ten Kılıçdaroğlu’na kontrgerilla ve provokasyon.,


Murat Sabuncu
mmurat.sabuncu@hotmail.com
22 Nisan 2019


"Bu ülkenin ana muhalefet liderinin linç girişimine uğradığı yerden ancak zırhlı araçla çıkarılabilmesi son yıllarda büyük yara alan demokrasi tarihine
yeni bir utanç sahnesi olarak kayıt oldu"

Serinkanlı olmak gerekiyor. Sakin… Ama bir yandan da düşünmek tabi. Anlamaya çalışmak. Ürküten gelişmeyi; Ekrem İmamoğlu’nun Maltepe’deki mitingini takip etmek için internet sitelerinde/televizyon kanallarında sörf yaparken gördüm. Önce haberi sonra arka arkaya gelen videoları.

Ülkenin ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu; bu memleketin bir evladının şehit Yener Kırıkcı’nın  cenaze töreninde, acıyı paylaşmak için gittiği yerde
neredeyse linç edilecekti. Hakaretler, küfürler, yüze inen yumruk ve sığındığı evin kapısında ‘yakın burayı’ diye canhıraş bağırışlar. Türkiye’nin bu ortama
sürükleyen dil, tavır belli. Yazının sonunda değineceğim. Ancak Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıyı duyduğumda/gördüğümde aklıma ilk olarak bir fotoğraf
karesi geldi: 29 Mayıs 1977 İzmir Çiğli Havaalanı’nda Bülent Ecevit’e yapılan silahlı saldırı anı…

Seçim çalışmaları için gittiği İzmir’de miting hazırlığı sırasında seçim otobüsüne binmek üzere olan Ecevit’e yaklaşan ‘biri’ ateş açmış ancak Ecevit’i
sıyıran kurşun arkasında bulunan dönemin İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın kardeşi Mehmet İsvan’a isabet etmişti. Ateş edenin karakolda görevli
bir polis olduğu ortaya çıkmış, yetkililer de polisin silahının yanlışlıkla ateş aldığı açıklamasını yapmıştı.

İlerleyen günlerde merminin özel bir yapısı olduğu (gazlı mermi) ortaya çıkacaktı. Ecevit bu süreçle ilgi ‘kontrgerilla’ göndermesi yapmıştı (Ecevit, 28
Kasım 1990'da Milliyet gazetesinde yayınlanan röportajında "Özel Harp Dairesi"ni zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar'dan öğrendiğini söylüyordu.

Ecevit'in röportajda şunları anlatmıştı: "1974'teki başbakanlığım sırasında, zamanın Genelkurmay Başkanı rahmetli Orgeneral Semih Sancar başbakanlığın
örtülü ödeneğinden acil bir ihtiyaç için birkaç milyon istedi. Benden istenen miktar örtülü ödenekteki paranın tümüne yakındı... Genelkurmay'dan bu paranın
ne amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım. 'Özel Harp Dairesi için istiyoruz' yanıtı geldi. Öyle bir resmi dairenin o zamana kadar adını bile duymamıştım...
'Şimdiye kadar bu dairenin giderleri nereden karşılanıyordu' diye sordum. O zamana kadar dairenin tüm giderlerini bir gizli ödenekle ABD'nin karşıladığı;
ancak artık ABD'nin bu parasal katkıyı kestiği, o nedenle Başbakanlık'ın örtülü ödeneğinden para istemek zorunda kalındığı bana bildirildi... Özel Harp
Dairesi'nin nerede bulunduğunu sordum. 'Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada' yanıtını aldım... Hayrete düşmem ve kaygılanmam herhalde doğaldı.)  

2013 yılında Meclis’te kurulan Darbeleri Araştırma Komisyonu’nda bu olayın da aralarında olduğu pek çok ‘kirli dosya’ araştırılmış İçişleri Bakanlığı’nın o tarihte komisyona gönderdiği dosyada tek bir kayda rastlanmamıştı. Böyle ‘karanlık-puslu’ günlerde komplo teorilerinden mümkün olduğu kadar uzak durmak  gerekiyor. Ancak 31 Mart seçimleri sonrası yaşananlar ‘başka bir aklın’ devrede olabileceği hissini yaratıyor bende.

Kılıçdaroğlu’na linç girişiminde şüphesizki; özellikle iktidar partisinin ve ortağının seçim öncesinde başlayan (hiç bitmeyen) ‘hedef gösteren kutuplaştıran
dilinin’ payı büyük. Bir önceki Cumhurbaşkanı, AKP kurucularında Abdullah Gül bile ‘Siyaset diline hakim olan nefret söyleminin tehlikesi umarım farkedilir’
diye tweet attı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ‘CHP’lileri şehit cenazelerine almayın’ talimatı, yandaş medyanın hedef gösteren, iftira atan yayınlarının
yaşananlarda büyük payı var.

Bunlarla birlikte… Maltepe’de CHP destekçisi yüz binlerin toplandığı bir gün... Aynı saatlere denk gelen saldırı. Linç girişiminin yaşandığı yerde pek çok bakanın hatta Emniyet Genel Müdürü’nün olmasına rağmen ‘çok zayıf güvenlik önleminin alınması.’ (CHP Lideri’nin kendi korumaları ve milletvekilleri olmasa daha da korkunç bir tablo yaşanabilirdi.) Kapı önüne gelen bir kadının Sivas olaylarını hatırlatacak şekilde ‘yakın burayı’ diye bağırması…

Tüm bu anlattıklarım olaydaki iktidar dili/tavrı sorununu hafifletmez. 
    Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın ‘olayların yatışması için kalabalığa hitap dahil her gayreti gösterdiği’ savunmasına rağmen saldırganlara, “Değerli arkadaşlar; mesajınızı verdiniz, tepkinizi gösterdiniz” demesi skandaldır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın aradan saatler geçmesine rağmen geçmiş olsun mesajı yayımlamaması/telefonu açmaması kabul edilemez. MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin saldırıyı ‘kınama mesajı’nın arasına ‘o adama yumruk attıracak ne yaptın Kılıçdaroğlu?’ cümlesini eklemesi demokrasiye sığmaz. Yaşanan olaylarda CHP yönetimi ve Kılıçdaroğlu  tüm mağduriyete rağmen serinkanlı bir kriz yönetimi yaptı.Verdikleri mesajlarla kitleleri kışkırtmamaya özen gösterdi.

Bu ülkenin ana muhalefet liderinin linç girişimine uğradığı yerden ancak zırhlı araçla çıkarılabilmesi son yıllarda büyük yara alan demokrasi tarihine
yeni bir utanç sahnesi olarak kayıt oldu. Türkiye’nin sürüklenmek istediği yerde kimin, hangi safta, hangi rolde, hangi hedef için bir arada olduğunu anlamak
için daha çok çaba sarf etmeliyiz.

https://t24.com.tr/yazarlar/murat-sabuncu/ecevit-ten-kilicdaroglu-na-kontrgerilla-ve-provokasyon,22322


***

Övülünce iyi mi olunuyor.

Övülünce iyi mi olunuyor. 



ABBAS GÜÇLÜ. 
MİLLİYET. 
19 Mayıs 2019


Sayıları çok fazla olmasa da bazı okurlarımızdan, eğitimde olup bitenleri çok eleştiriyorsun diye eleştiriler geliyor. Bir okurumuz bile çok önemli olduğu
için bugün onların bu serzenişlerine cevap vermek istiyorum...

Evet, eğitimde yaşanan olumsuzluklar canımı çok sıkıyor. Çünkü çok daha iyisini yapabileceğimize olan inancım çok fazla ama buna rağmen potansiyelimizin
yarısını bile kullanamıyoruz.

Bir gazeteci olarak tam 40 yıldır, eğitimde olup bitenleri yakından, hem de çok yakından izliyorum. Yani ömrümü, eğitime adadım. Çünkü eğitimin hem çocuklarımızın hem de ülkemizin geleceği açısından çok önemli olduğuna inanıyorum.

Yapılan yanlışları görmezden gelmeyi ya da sanki en doğrusu oymuş gibi alkışlamayı, bugüne kadar hiç beceremedim. Bundan sonra da değişeceğimi hiç sanmıyorum.

Eğitimde, 40 yıl önce ne ise bugün de o! Değişen hiçbir şey yok. Olup bitenlere, verdiğim tepkinin dozunun yüksek olması, biraz da bu yüzden.

Ziya Hoca’nın, dün açıkladıkları, eğitimde ciddi bir dönüşümün sinyalleri olabilir mi?

Hiç sanmıyorum. Çünkü samimiyet yok, çünkü yama atacak yer kalmayan bohçaya yeni bir yama daha atmanın ötesinde yeni bir şey söylenmedi!

“Çok enteresan” dersleri vermek için önce öğretmenler kursa gidip öğrenecek, sonra da öğrencilere öğretecekmiş! Daha sonra da öğrenciler, haftada iki gün
aldığı bu dersle meslek sahibi olacaklarmış!..

Dünden bugüne Milli Eğitim Bakanlarının ortak özelliği hep günü kurtarmak oldu ama maalesef hiçbiri de, bırakın günü kurtarmayı, işleri daha da karmaşık
hale getirmenin ötesine geçemedi. Arada çok güzel projeler hayata geçmedi mi? Elbette oldu.

Örneğin, Cumhuriyet tarihinin en büyük projesi olarak lanse edilen FATİH Projesi onlardan biriydi. Ama artık esamisi bile okunmuyor.

Tıpkı gazetecilikte olduğu gibi siyasette de fikri takip çok önemli ama 40 yıldır şahit olduğum ortak izlenim, gelip giden bakanlardan hiç ama hiçbirinin
eğitim sevdalısı olmadığıydı. Bakan oldukları gün eğitimle ilgilenmeye başladılar, gittikleri gün de unuttular. Bir tanesi bile, çıkıp da yere göğe sığdıramadığı
projesi çöpe atılırken, ne yapıyorsunuz demedi, projesine sahip çıkmadı!..

Eğitimci Bakan

Bugüne kadarki Milli Eğitim Bakanlarının ortak özelliği, eğitimle uzaktan yakından ilgilerinin olmamasıydı. Ziya Hoca, Bakan olarak atanınca, eğitime gönül veren herkes çok sevindi, kendisine yüksek kredi sağladı. Ama nedense, bugüne kadar, kendisine bağlanan bu umutları daha da artıracak adımlar atamadı.

Dün, “Lisede Ne Yaptık?” başlığıyla tanıttığı yeni modelin sadece bir orta öğretim programı değişimi değil; ülke ve çocuklar için bir gelecek kurgulama
meselesi olduğunu vurgulayarak, “Gençlere karşı sorumluluğumuz çok büyük. Evet, okula geliyorlar ama nereye gidiyorlar? Biz onları neye hazırlıyoruz? Yollarını nasıl çiziyoruz? Bu sorular meslek hayatımın sorularıydı. Şimdi cevabını verme zamanı” ifadelerini kullandı ve “Eğitimle ilgilenen, meselesi eğitim olan,
geleceğe yürüyen herkesin bizimle olmasını dilerim. Zira bu sadece bir ortaöğretim programı değişimi değil ülkemiz için, çocuklarımız için bir gelecek
kurgulama meselesi.” şeklinde konuştu. Gönlümüz de, kalemimiz de, en başından beri ondan yana ama bu yaptığı yanlışları görmemezlikten gelme ya da olmayacak duaya âmin deme yönünde algılanmamalı...

Açıkladığı proje, eğitimin, ülkenin, gençlerin hangi sorununa çare olacak anlayabileniniz var mı? Hedefi ne, uygulanabilirliği var mı, daha da önemlisi
üniversite önündeki yığılmayı azaltıp, gençlerimize mezuniyette iş bulmalarına olanak sağlayacak bir altın bilezik sunacak mı?

Özetin Özeti: 

Ne olur bir kez de olsa, yanılt bizi Ziya Hoca! Hiç gocunmayız, ayakta alkışlarız...

http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/abbas-guclu/ovulunce-iyi-mi-olunuyor-2876252


***

Verilen mesajdan tatmin oldun mu Hulusi Akar!...

Verilen mesajdan tatmin oldun mu Hulusi Akar!...


AHMET NESİN
nesinahmet@artigercek.net
22 Nisan 2019 

Gerçekten, Sanırım sorun bizde, Çünkü hâlâ sevmeye devam edeceğiz ve biz sevdikçe de siz bu şekilde konuşmaya devam edeceksiniz, aynı bir "HİÇ" gibi.
--------------------------------------------------------------------------------

"Değerli arkadaşlarım şu ana kadar mesajlarını verdiniz, tepkilerinizi gösterdiniz" Hulusi Akar.

"O adama yumruk attıracak kadar ne yaptın sen Kemal Kılıçdaroğlu" Devlet Bahçeli.

1971 yılının İlkbaharında, 12 Mart Darbesinden biraz sonra annemle babam benim İngiltere'de okumam konusunda karar verip de bana söylediklerinde ağlamaya başlamıştım. Henüz Türkiyeli olmayı öğrenmemiştim, zaten çok da tartışılan bişey değildi, Türktüm ve memleketimde okumak istiyordum. Anılarımda hangi ülkelerde ve hangi okullardan nasıl kovulduğumu yazdım. Bana İngiliz öğrenciler aylarca "Pis zenci" demeye başladığında henüz Kürt sorununu bilmiyordum, Ermeni soykırımını tam olarak öğrenmemiştim.

O günleri yazarken, her anı yazarı gibi es geçtiğim bölümler vardı, babamla mektuplaşma larım. Babam Ali'yle mektuplaşmalarını bana hem redakte etmem, hem de çıkartılması gereken yerleri tespit etmem için verdiğinde, ileride benimle mektuplaşmalarını da yayınlamak istediğini söylemişti. Ben o günden sonra
onun bana yazdığı mektupları ulaşılması olanaksız hale getirdim, çünkü benim bütün mektuplarımda memleket özlemi vardı, yaşadığım her şeyden babam suçluydu ve onları yayınlar sam, babam kötü biri gibi gözükecekti okurlarının gözünde yada bana öyle geliyordu.

Bu ülkeyi bana ve Ali'ye okuduğumuz tarih kitapları değil, babam sevdirdi. Anlattıklarıyla, yaptıklarıyla, mücadelesiyle, kızmalarıyla ve en önemlisi kurduğu
Nesin Vakfı'yla.

Ben, koltuk uğruna çocuklarını, karılarını, kardeşlerini, babalarını öldürten padişahların yönettiği bu coğrafyayı sevdim.

Ben, aynı anda hem 64 ülkeyi işgal eden Osmanlıyı seven, hem de Osmanlı'ya son veren Mustafa Kemal'e hayran olan insanların yaşadığı bu ülkeyi sevdim.

Ben, Dersim katliamını yaptıran Mustafa Kemal'i seven Dersimlilerin yaşadığı bu ülkeyi sevdim.

Ben, demokratik bir seçimle iktidara gelen başbakanı ve bakanlarını idam ettirten darbecileri alkışlayan halkların bütününü ve o coğrafyayı sevdim.

Ben Denizleri asan, Mahirleri ve İbrahimleri hunharca öldüren, 10 yıl sonra da arkadaşlarımı öldüren, 17 yaşında bir çocuğun yaşını büyütüp asan kişilerin
anayasasına % 92 oy veren topluluğa hep kucak açtım.

Ben her kendi başarısızlığında beni yada benim gibileri ni hapseden sistemin olduğu ülkeyi hep sevdim.

Ben Ermeni soykırımına "Bundan sonra soykırım yada katliam demek benim için birşey değiştirmiyor, bundan ders çıkarmak gerek" diyen Hrant Dink'le aynı sokaklarını paylaştığım her yeri sevdim.

O ülkeyi çok sevdiğim için arkadaşlarımla beraber Almanya'da gazetecilik ve televizyonculuk yapıyoruz ve daha ne kadar buralardayız, hiçbirimiz bilmiyoruz.
Bu ülkeyi çok sevdiğimden dolayı en gereksinim duyduğum yaşlarda annemden, babamdan ve kardeşimden uzaktım, şimdi de karımdan ve çocuklarımdan. Annemle bundan sonra artık ne zaman bir daha "Oğlum"u duyamayacağımı bilmiyorum, o da bana artık hiç sarılamayacak.

"Değerli arkadaşlarım şu ana kadar mesajlarını verdiniz, tepkilerinizi gösterdiniz" Hulusi Akar.

"O Adama yumruk attıracak kadar ne yaptın sen Kemal Kılıçdaroğlu" Devlet Bahçeli.

Sanırım bunlarda bir sorun yok, sorun bizlerde, bütün bu saydıklarımın kalıntılarıyla büyütüldük ve büyüdük biz ve hâlâ psikolojik tedavi görmeden demokrasi
savaşı veriyoruz. Gerçekten, sanırım sorun bizde, çünkü hâlâ sevmeye devam edeceğiz ve biz sevdikçe de siz bu şekilde konuşmaya devam edeceksiniz, aynı
bir "HİÇ" gibi.


https://www.artigercek.com/yazarlar/ahmetnesin/verilen-mesajdan-tatmin-oldun-mu-hulusi-akar

***

AKP Neyi fark ettirdi.

AKP Neyi fark ettirdi. 

Arslan TEKİN 
YENİÇAĞ. 
22 Nisan 2019

Herkes yazdı, biz de yazdık... Her türlü İmkân ellerinde, seçimde mağdur olan onlar! Nasıl oluyor bu?!

Bütün umutlarını R. T. Erdoğan'a bağlamışlar. O, bir dâhi!... O, zamanlar ötesi!... O, elini nereye değdirse ondurur!... O, ol deyince oldurur!... (Hâşâ!
Tövbe estağfurullah!)

R. T. Erdoğan, İstanbul'a itekleye itekleye, hadi nazlanma diye diye Binali Yıldırım'ı yolladı, ardından kendi geldi. An oldu bir günde sekiz miting düzenledi.
Her yerde gürledi.

Ya Sesi kısılsaydı ne yapacaklardı! Kalakalacaklardı, değil mi!

Başlarını yukarı kaldırıp bir baksalar yanlışın nerede olduğunu görecekler ama Reislerine toz kondurmadıkları için suçu birbirlerinin üstüne atıyorlar. 

R. T. Erdoğan, kimseye inanmadı, kendisini ortaya attı. Bilinen, herkesin tanıdığı ve hatta güvendiği isimlerin hemen hiçbiri yanında yok. Binali Yıldırım
yanında diyeceksiniz. Geçmişte, onu "sırdaş" diye yazmıştım. Eskilere girmeyelim. Belediye Başkanlığı'ndan beri "birlikteliği" ileri safhadaydı. Onun dışında herkes uzaklaştı, uzaklaştırıldı.

Ak Parti, 18 yıllık tarihinde dört başbakan, iki cumhurbaşkanı çıkardı. (Başbakanlar: A. Gül, R. T. Erdoğan, A. Davutoğlu, B. Yıldırım; cumhurbaşkanları:
A. Gül, R. T. Erdoğan.) Tarihimizde böyle bir örnek yok. Diğer ikisi yanlarında niye yok?! Ve daha niceleri! 

Şunu kabul edelim... Ak Parti'nin çok önemli bir fonksiyonu olmuştur. "Laiklik" anlayışının asıl ne olması gerektiğinin ölçüsü Ak Parti'nin getirmek istedikleriyle
belirlenmiştir. Halkın talepleriyle rejimin -hadi birilerin ısrarla empoze etmek istedikleri "devrimler"in diyelim- hedefleri arasındaki çelişkiyi N. Erbakan'ın
kurduğu partiler değil; asıl Ak Parti sezdirmiştir. N. Erbakan'ın partileri sadece ortaklıkta kalmıştır; fikrini hayata geçirip bir "örnek" ortaya koyamamıştır.
Ak Parti ise, büyük bir ağırlıkla tek başına iktidara geçti ve uzun süre de kesintisiz iktidardadır. Ak Parti, N. Erbakan'ın kurduğu partilerin gösteremediği
örnekleri bol bol göstermiş, çağın taleplerini, "örneklerinin" dar sınırları içine sığdırmak isteyince çelişki kaçınılmaz olmuştur. 

Şunu söyleyebiliriz. İnsanlarımız, "devrimler" ile Ak Parti'nin "örnekler"i arasındaki farktan yola çıkarak gerekli ve gereksizi ayırt etme fırsatını yakalamıştır.

Çok tartışılan bir örnek: Tarikat faaliyetleri... Şeyh Sait İsyanı'ndan sonra açık olan tekkeler kapatılmıştır.

Ak Parti iktidarı tarikatların ve cemaatlerin önünü açmıştır. Sonra başımıza gelenleri yazmaya gerek yok.

Şimdi iktidarın işine gelen cemaatler alabildiğine faaliyetteler ve bütün alanlara nüfuz etmek istiyorlar. Halkımızın bu vaziyetten şikâyetçi olmadığını
söyleyebilir miyiz?! Ak Parti, bir başka açıdan bakınca, cemaatler ve tarikatları halka fark ettirmiş, dinimiz açısından zarar ve faydayı görmesini sağlamıştır.
İnsanlarımız böylece 1925'te tekkelerin ve zaviyelerin kapatılmasının dine bir tavır gösterilmesi karşısında içinde taşıdığı "Acaba?" sorusunun cevabını
bulmuştur.

Kendisini, "devrimler"in takipçisi gören sol karışımı CHP, halkın taleplerini göz ardı edemeyeceğini görmüş, özellikle İstanbul ve Ankara adaylarını seçerken,
Ak Parti'nin fark ettirdiği çizgi üzerinden yürümüştür!

Ak Parti'nin argümanları elinden alınmıştır! Hâliyle misyonu tamamlanmıştır!

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/akp-neyi-fark-ettirdi-51629yy.htm

***

Çirkin Saldırının arkasında kim var?


Çirkin Saldırının arkasında kim var?

Tunca Bengin
tunca.bengin@milliyet.com.tr
22 Nisan 2019

Ülkede seçim sonrası yaşanan gergin süreç özellikle Cumhur-başkanı’nın son çağrısıyla sakin bir döneme doğru giderken dün Ankara’da Kılıçdaroğlu’na yapılan çirkin saldırı yine aksi yönde tetikleyici bir unsur oldu... Dolayısıyla da bu skandal olayı sadece şehit acılarının yol açtığı doğaçlama bir tepki olarak
görmek mümkün değil. Evet, bir süredir siyaset arenasında karşılıklı sarf edilen sözler ve nefreti körükleyen bazı yayınların hassasiyetleri uyarması söz
konusu ancak bu olay patlak vermesinden devamına kadar sanki gizli bir el huzuru alttan alta kaşıyor havasında. Hem de fazlasıyla… Çünkü sözlü sataşmalarla başlayan tepkiler bir anda kitlesel bir protesto gösterisine, hatta linç psikolojine dönüşüyor. Üstelik de devletin jandarması, özel harekâtı, çevik kuvvetinin bulunduğu bir ortamda. Yani bu olay geçmişte de örneklerini yaşadığımız gibi baştan sona provokasyon kokuyor. Nitekim olaya el koyan devletin savcıları da organize provokasyon olasılığı üzerinde duruyor. O nedenle de öncelikle bunların kim ya da kimler olduğunun ortaya çıkarılması şart. Bu da devletin en acil görevi. Bu noktada siyasiler başta olmak üzere herkesin yapması gereken ise soğukkanlı olmak ve duyarlı davranmak. Daha doğrusu kimseyi suçlamadan, dışlamadan, ötekileştirmeden Türkiye ortak paydasında buluşmak. Özellikle de birlik, beraberliğe en fazla muhtaç olduğumuz şu günlerde...

İmamoğlu’nun zor sınavı

İstanbul’da başkanlık koltuğuna oturan İmamoğlu dün Maltepe Meydanı’ndaydı… Aynı saatlerde de Ankara’da YSK’nın toplantısı vardı. Yani İstanbul’da olduğu
gibi Ankara’da da İmamoğlu siyasetin odağındaydı. Çünkü hem AKP hem de MHP seçime şaibe karıştığı iddiasında ısrarcı. Üstelik de en yüksek perdeden. Dolayısıyla da tüm dikkatler YSK’nın bu konuda vereceği kararda. Ki bu bağlamda da iki kutuplu tartışmalar tam gaz devam ediyor. Bir kesim “Bu iş bitti, seçimin iptali demek, İmamoğlu’nu görevden almaktır. Toplum bu olaya çok büyük tepki gösterir” iddiasında. Buna karşı olanlar ise “Mazbata almakla iş bitmemiştir, süreç sonlanmamıştır. En doğru, en makul kararı YSK verecektir” diyor. Hatta olası bir seçim durumunda aynı adaylarla mı yoksa değişiklik söz konusu olabilir mi tartışması bile oluyor. O nedenle de bu işin bir an önce netlik kazanması çok önemli...

Tüm bunlara karşı İmamoğlu’nun tavrı ise malum. Kampanya döneminde olduğu gibi ince ayarlı, gerilime ve sert polemiklere girmeyen üslupla havayı yumuşatı yor Nitekim dünkü Maltepe buluşmasına dönük çağrıların içeriği ve meydandan verilen mesajların da özü buydu. Hatta konuşmasında “Bu şehirde kimse tehdit altında hissetmeyecek kendini” vurgusu da yaptı Dolayısıyla bu noktada eksik kalan şu durumu da anımsatmakta yarar var:

İki hafta önce Kartal Meydanı’nda 3 Medya kuruluşunun sahibi “aileleri” isimleriyle “Hedef aldığı izlenimlerine ve yorumlarına” açık “talihsiz” söylemleri
hala soru işareti olarak duruyor. Özellikle de hemen her kesimden gelen “siyasilerin medyaya yönelik eleştirileri doğal ama adresin doğru olması kaydıyla” şeklinde tepkiler dikkate alındığında...

Keşke İmamoğlu dün Maltepe Meydanı’nda bu konuya da değinseydi ve beklenen hassasiyeti dile getirseydi...


http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/tunca-bengin/cirkin-saldirinin-arkasinda-kim-var-2862216

***

Türkiyenin Uluslararası Toplumun Terörle Mücadele Çabalarına Katkıları.,

Türkiyenin Uluslararası Toplumun Terörle Mücadele Çabalarına Katkıları.,


     Türkiye, FETÖ'den etnik bölücü PKK’ya, aşırı solcu terör örgütü DHKP-C’ye, El Kaide ve DEAŞ gibi dini istismar eden terör gruplarından “17 Kasım” ve ASALA gibi terör örgütlerine kadar, terörizmin farklı biçimleriyle yıllardır mücadele etmektedir.

Türkiye’yi hedef alan terör grupları ülkemizin sınırlarının dışında teröristler için eğitim kampları kurmakta, fon toplamakta ve medya organları yoluyla propagandalarını yapabilmektedirler. Terör örgütlerinin liderleri, terör suçlarının failleri, hamileri ve finansörleri Türkiye dışında serbestçe dolaşabilmekte dirler.
Bu tehdide karşı uzun yıllardır verdiğimiz mücadeleden çıkarılan temel derslerden biri uluslararası düzeyde somut işbirliği tesis edilmeden, terörle mücadelede başarılı olunamayacağıdır.
Bu anlayıştan hareketle Türkiye, uluslararası toplumun terör tehdidine karşı farkındalığını artırma çabalarında her zaman ön planda olmuştur. Terörle mücadelede daha etkin mekanizmalarının oluşturulmasını teminen, gerek ikili planda, gerek çeşitli uluslararası platformlarda ciddi çaba göstermiştir.

Türkiye, bu çabalarında şu hususları vurgulamaktadır:

· Terör, Uluslararası barış ve güvenliğe yönelik büyük bir tehdit teşkil etmektedir ve motivasyonu ne olursa olsun; nerede, ne zaman ve kim tarafından işlenirse işlensin hiçbir terör faaliyeti meşru görülemez.

· Teröristlerin barınmasının önlenmesi için “İade et veya Yargıla” prensibi temelinde devletler arasındaki işbirliği artırılmalıdır.

· Uluslararası toplum, terör örgütleri arasında ayırım gözetmemelidir ve terör gruplarının, üyelerinin ve eylemlerinin önlenmesinde, sindirilmesinde, takibinde ve yargılanmasında aynı kararlılıkla hareket edilmelidir.

· Terörü herhangi bir din ya da etnik grupla ilişkilendirmek tamamen yanlıştır ve teröristlerin amaçlarına hizmet etmektedir.

Son dönemde artan terör tehdidi uluslararası işbirliğinin önemini daha da ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda, günümüzde uluslararası toplum emsali bulunmayan ölçekte bir tehditle karşı karşıya bulunmaktadır. Terör örgütleri küreselleşmekte, çok daha büyük ölçekte kayıplara yol açabilecek şiddet kapasitesine ulaşmakta, gelişen sosyal medya imkânları sayesinde kendi söylemlerini yayma ve gençleri şiddete teşvik etme yeteneklerini arttırmaktadırlar. Dünyanın herhangi bir bölgesinde, sadece yanlış zamanda yanlış yerde bulunan insanları ayırt etmeden hedef alan bir terör saldırısının gerçekleşmediği bir gün neredeyse yok gibidir. Yabancı Terörist Savaşçılar olgusu bu endişe verici gerçeğin bir tezahürüdür.
Türkiye, Yabancı Terörist Savaşçılardan kaynaklanan tehditte meydana gelen değişiklikler doğrultusunda uluslararası düzeyde alınan güvenlik önlemlerinin güncellenmesine yönelik çalışmalara aktif katkı sağlamaktadır. Bu bağlamda Türkiye, çok boyutlu bir sorunu teşkil eden YTS olgusuyla mücadele kapsamında 21 Aralık 2017 tarihinde kabul edilen YTS’lere ilişkin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2396 sayılı karar tasarısına eş-sunucu olmuştur.

Bu büyüyen tehditle başa çıkabilmek için, etkin, çabuk ve eşgüdüm halinde küresel yanıtlar verilmesi zaruridir.

Sınır ötesi bir tehdit teşkil eden terörizme karşı uluslararası dayanışma ve müşterek yeteneklerin de kaydadeğer bir şekilde geliştiğinin vurgulanmasında fayda görülmektedir. Bu çabalarda, uluslararası toplumu temsil yeteneğine sahip tek evrensel örgüt olan, ayrıca terörizmle mücadelenin çeşitli boyutlarını bütüncül bir yaklaşımla ele alma kapasitesini haiz Birleşmiş Milletler merkezi bir rol oynamaktadır.
Terör eylemlerini cezalandıran ve üye devletleri terörün çeşitli boyutlarıyla mücadelede işbirliğine zorlayan küresel hukuki bir çerçevenin olması çok önemlidir. Bugüne kadar, teröre karşı belirtli terör eylemleriyle ilgili on sekiz uluslararası belge uygulamaya konmuştur.
Buna ek olarak, Güvenlik Konseyi özellikle 1267 ve 1373 gibi kararlar ve bu kararların uygulanması amacıyla oluşturduğu farklı Komiteler yoluyla terörle mücadelede aktif bir rol üstlenmiştir.
Aynı zamanda, Birleşmiş Milletler sistemine ait birçok program, ofis ve ajans teröre karşı belli aktivitelerde yer almak suretiyle üye ülkelerin etkin terörle mücadele kapasitesi inşa etmelerine yardımcı olmaktadır.

    2006 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler Terörle Mücadele Stratejisi de önem taşımaktadır. Dört temel dayanak üzerine kurulu olan Strateji, Birleşmiş Milletler Üye Devletlerinin; kim tarafından, nerede ve hangi amaçla olursa olsun terörizmle mücadele için ortak bir strateji ve operasyonel bir çerçeve üzerinde anlaştığı ilk örneği teşkil etmektedir.
Türkiye, Birleşmiş Milletler sistemi altında evrensel bir hukuki çerçevenin geliştirilmesinde aktif bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda Türkiye, tüm BM terörle mücadele araçlarına taraf olmuştur. Küresel Strateji’yi güçlü bir şekilde desteklemekte ve BM Güvenlik Konseyi kararlarını azimle uygulamaktayız.
Türkiye ayrıca, ABD’yle birlikte Terörle Mücadele Küresel Forumu (TMKF) girişiminde bulunmuş ve sözkonusu organa Eylül 2011 -Nisan 2016 arasında eşbaşkanlık etmiştir. Türkiye, Eylül 2017’ye kadar, TMKF içerisinde AB ile birlikte Afrika Boynuzu Çalışma Grubu’nun da eşbaşkanlığını yürütmüştür. TMKF bünyesinde 2016 yılında geliştirilen “Radikalleşmenin Yaşam Döngüsüyle Mücadele Araç Seti” konulu girişime ve 2017 yılında geliştirilen “Kamuya Açık Hedeflerin Terör Saldırılarından Korunmasına İlişkin Antalya Memorandumu”na ülkemiz ABD ile birlikte öncülük etmiştir.
Türkiye, DAEŞ’e Karşı Küresel Koalisyonu’nun aktif bir üyesidir ve koalisyon içerisindeki YTS çalışma grubuna eşbaşkanlık etmektedir. Ayrıca, terör örgütünün Suriye ve Irak’taki etki alanları önemli ölçüde azaltan Fırat Kalkanı Operasyonuna liderlik etmiştir.

Ülkemiz, YTS’lerle mücadele bağlamında gerekli önlemleri esasen BMGK’nın konuyla ilgili 2178 (2014) sayılı kararından önce almaya başlamıştır. Bu çerçevede, yabancı terörist savaşçıların bölgeye akışını engellemek için güvenlik önlemlerini artırmış, bu çerçevede güvenlik riski yarattığı değerlendirilen şahıslara ülkeye giriş yasağı konulmuştur. Keza, terör örgütleriyle ilişkisi olduğundan şüphelenilen ve yasadışı yollarla ülkemize giriş yapan yabancılar ilgili kurumlarımızca tespit edilerek idari gözetim altına alınmakta ve “Geri Gönderme Merkezlerine” sevk edilmekte ve sonrasında sınır dışı edilmektedir. Çeşitli havalimanı ve otobüs terminallerinde kurulan Risk Analiz Gruplarınca şüpheli görülen yabancılar kontrol edilmekte ve gerektiğinde ülkeye girişlerine izin verilmemektedir. Güvenlik güçlerimiz ayrıca yurt içinde DAEŞ, El-Nusra ve El Kaide iltisaklı olduğu tespit edilen çevrelere yönelik kapsamlı operasyonlar icra etmektedir.
Türkiye, küresel bir karapara aklama karşıtı ve terörizmin finansmanıyla mücadele organı olan Mali Eylem Görev Gücü’nün (FATF) de bir üyesidir. Türkiye, FATF tavsiyelerine bütünüyle riayet etmek için terörizmin finansmanıyla mücadele konusunda mevzuatını ve uygulamalarını sürekli gözden geçirmektedir. Türkiye ayrıca, FATF bünyesinde ABD‘yle birlikte, 2015 yılında DAEŞ’ın finansmanına ilişkin bir rapor hazırlamıştır. Türkiye’nin finansal istihbarat birimi olan Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) ulusal düzeyde savcılar ve kolluk kuvvetleri ile işbirliği ve eşgüdüm içerisinde faaliyet göstermektedir. MASAK ayrıca, EGMONT Grubu aracılığıyla diğer finansal istihbarat birimleri ile işbirliği içerisindedir ve FATF’in çalışmalarına aktif olarak katkı sağlamaktadır. Türkiye, terörizmin finansmanını cezalandıran ve teröristlerin mal varlığını donduran 1267 ve 1373 sayılı BMGK kararlarının etkin bir şekilde uygulanması için FATF tavsiyeleri ile uyum içerisinde hukuki bir çerçeve hazırlamıştır.
Terörizmin başta uyuşturucu kaçakçılığı olmak üzere, çeşitli örgütlü suçlar vasıtasıyla finanse edildiği tüm platformlarda kabul edilen bir olgudur. Coğrafi konumu nedeniyle ise ülkemiz, sözkonusu suçlar için transit güzergahı konumundadır. Bu haliyle sorunun çözümü uluslararası işbirliğini gerektiren ortak bir sorumluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye de konuya bu anlayışla yaklaşmakta ve ulusal düzeydeki çabalarının yanısıra, bölgesel ve küresel düzeyde işbirliğinin pekiştirilmesine yönelik çabalara da kuvvetle destek olmaktadır. Bu çerçevede, BM Uluslararası Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC) ile yakın bir işbirliği yürütmektedir. Türkiye, UNODC’ye en çok katkıyı sağlayan ülkeler arasındadır. Ankara’da bulunan ve ülkemizdeki ilgili kurumların temsilcilerine ilaveten, diğer ülkelerin kanun uygulayıcı birimlerine de uyuşturucu ve örgütlü suçlarla mücadele alanında eğitim veren “Türkiye Uluslararası Uyuşturucu ve Organize Suçlarla Mücadele Akademisi” de ülkemizin UNODC ile işbirliği çerçevesinde kurulmuştur.

Türkiye, terörle mücadelede uluslararası işbirliğinin güçlendirilmesine yönelik çalışmalar kapsamında, BM ve bölgesel kuruluşların kapasite geliştirme çabalarına katkıda bulunmanın yanısıra, talep eden ülkelerle de ikili düzeyde kapasite geliştirme programları gerçekleştirmektedir. Bu bağlamda, Emniyet Genel Müdürlüğümüz tarafından 1997-2017 yılları arasında düzenlenen kurslarda, çoğunluğu Afrika kıtası, Orta Doğu ve Orta Asya ile komşu coğrafyamızda yer alan ülkelerin polis teşkilatlarından olmak üzere, 77 farklı ülkeden 32.597 kanun uygulayıcı personel eğitilmiştir. Diğer taraftan ülkemiz, bugüne kadar 93 ülkeyle güvenlik işbirliği alanında 170 Anlaşma, 114 ülkeyle de 957 hukuki belge imzalamıştır. Halihazırda çok sayıda ülkeyle güvenlik işbirliği anlaşması imzalanmasına yönelik müzakereler de sürmektedir.

http://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-uluslararasi-toplumun-terorle-mucadele-cabalarina-katkilari.tr.mfa

***

SİBER TERÖR

SİBER TERÖR



27 Aralık 2018, Perşembe
Siber Terör farklı otoriteler tarafından değişik şekilde yorumlanmıştır. Siber Terörizm içingünümüzde farklı yaklaşım ile 100’den fazla tanım yapılmıştır. Genel anlamıyla Siber Terörizmi, teknoloji sistemleri kullanarak uzak sayısal girişimden kaynaklanan fiziksel hasar, kişisel yaralanma veya can kayıpları ile ilgili, politik olarak motive edilmiş bir şiddet eylemi olarak tanımlayabiliriz.
Terör gruplarının taktikleri, grup üyelerinin cinsiyetleri zaman içerisinde değişmiştir. Terör eylemleri ile şiddet uygulayan gruplara karşı alınan güvenlik önlemleri de zaman içerisinde değişiklik göstermiştir. Terör grupları açısından potansiyel hedefler güçlendirildiği ve daha güvenli hale getirildiği için, terör grupları görece daha güçsüz ve savunmasız alanları hedef almaktadır. Bu gelişmelerle beraber terör gruplarının siber dünyaya olan potansiyel erişimi konusundaki endişeler, saldırı alanlarının genişlemesi ve tehdit unsurlarının teknik yeteneklerinin artmasıyla beraber siber terörün potansiyeli her zamankinden daha muhtemel görünmektedir.
Siber Terörizm konusunda potansiyel risklerin artması nedeniyle siber güvenlik altyapısına sahip birçok ülke geleceğe yönelik 3 ya da 5 yıllık stratejiler belirleyerek bu kapsamda siber tatbikatlar gerçekleştirmektedir. Bazı otoriteler doksanlı yılların başlarında bu tür saldırılara ilişkin raporlar hazırlamışlardır ancak günümüze kadar Siber Terör olarak nitelendirilecek fiziksel kayıp ve yıkımı tetikleyecek bir terörist grup saldırısı gerçekleşmemiştir. Yine benzer otoritelerin yaptıkları araştırmalar sonrasında 2020 yılından önce terörist grupların sayısal ve siber güvenlik araçları kullanarak fiziksel tahribata yol açmasına sebep olacak bir saldırı olasılığının düşük olduğu raporlanmıştır.
Siber Terör saldırıları ile mücadele için uluslararası koordine ve büyük yatırımlar gerekmektedir. Olası siber terör saldırısı geleneksel terör saldırılarından daha fazla risk oluşturma potansiyeline sahip olabilir. Bu bakış açısı ile siber yöntemleri kullanarak gerçekleştirilecek terör saldırısına karşı temkinli olunması gerekmektedir.
Siber altyapısına ve teknolojinin yaygın olarak kullanıldığı birçok ülkede sayısal cihazların içerisine yerleştirilen donanımlarda güvenlik açıklarının sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Özellikle son zamanlarda yaygınlaşmaya başlayan “IoT-Internet Of Things – Nesnelerin interneti” ile üretim alanından diğer endüstriyel tesislere kadar birçok fiziksel sistemde güvenlik açıklıkları çıkmaktadır. Teknolojideki gelişmeler ile siber saldırı riski ve alanı her geçen gün artmaktadır. Siber saldırı alanındaki potansiyel riskleri engellemek için sorumlu işletmelere, bu alanda görevlendirilmiş disiplinlere ve hükümetler adına denetleme yapan otoritelere, sürekli değerlendirme ve güven sağlama görevi düşmektedir.
Siber Terör risk potansiyeli, etki alanların birine ya da eşzamanlı olarak her birine saldırı gerçekleştirilebilir. Bu alanlarındaki etkileri ayrı ayrı incelenebilir. Ayrıca Siber Terörün önlenmesi açısından her etki alanındaki önlemlerin ve prosedürlerin ayrıntılı olarak oluşturulması gerekir.
Gayrimenkul ve Mülkiyetleri Etkileyen Siber Terör Saldırıları
Birçok ülkenin gelişmiş şehirlerinde toplumun ortak kullanım alanları mevcuttur. Bu alanlar kritik tesisler arasında yer almasa da, Siber Terör söz konusu olunca halkın ortak kullanımına açık ya  da rezidans tarzı olan alanlar topluma zarar verme ya da bilgi toplama için oldukça uygun alanlardır. Bu tür yapılarda, acil durumlarda tahliye için kullanılan sistemleri, IoT Sistemleri ve HVAC sistemlerini devre dışı bırakılarak siber terör saldırısı gerçekleştirilebilir. Bireylerin toplu halde yaşadıkları ve sayıları gün geçtikçe artan bu tür alanlarda otomasyon sistemlerini yönetmek için çoğunlukla SCADA (Supervisory Control and Data Acquisition- Merkezi Denetleme Kontrol ve Veri Toplama) sistemi altyapıları kullanılmaktadır.
Havacılık Alanını Etkileyen Siber Terör Saldırıları
Havacılık alanı çoğu zaman terör örgütlerinin hedefleri arasında olmuştur. Teknolojideki gelişmelerin havacılık sektörünü de etkilemesiyle potansiyel terör tehditlerinin şekli değişmiştir. Hava alanlarında kullanılan kablolu ve kablosuz teknolojiler, operatör terminal, sunucu, veri tabanı, web sayfası, yolcu taşıma sistemleri altyapısı, uçak iniş/kalkış, EKS (ICS-Endustrial Control Systems-Endüstriyel Kontrol Sistemleri), SCADA/EKS sistemleri uçak haberleşme sistemlerindeki otomasyon teknolojisinin gelişmesi ve gün geçtikçe oluşabilecek potansiyel siber zafiyetler belirli terör gruplarının hedefleri arasında olabilmektedir. Hava alanları gibi altyapılar için siber tehditler günümüzde sadece yerleşke üzerindeki teknolojik sistemlerin dışında Drone cihazları ile havadan da gelebilme potansiyeli taşımaktadır.
Teknolojideki gelişmenin beraberinde getirdiği potansiyel siber güvenlik riskleri hizmet verilen endüstriyi olumsuz olarak etkileyebilmektedir. Örneğin, 2016 yılında 3D baskı teknolojileri ile makine parçası üretimi yapılan bir tesise gerçekleştirilen siber güvenlik saldırısı ile havacılık alanında, otomotiv sektöründe ve sağlık sektöründe makine parçalarının planlana ömründen çok daha hızlı bozulması sağlanmıştır. Bu tür potansiyel riskler gerekli önlemlerin daha çevresel bir yaklaşımla ele alınması gerekliliğini göstermektedir.
Perakende Sektörünü Etkileyen Siber Terör Saldırıları
Perakende sektörü büyüklük durumuna göre siber terör tehdit unsuru olabilmektedir. Buradaki tehdit Gayrimenkul ve Mülkiyet etki alanındaki risklere bazı yönleri ile benzerlik taşımaktadır. Perakende malzeme üretimi yapılan tesislerin altyapısında gerçekleştirilecek siber terör saldırısı ile topluma hizmet veren sektörler doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenip stok kaybı ile ciddi kesintilere maruz kalabilmektedir.
4 Ekim 2018 tarihinde yayınlanan bir medya raporunda, bir devletten en büyük kurumsal casusluk ve donanım siber korsanlığı gibi görünen önemli bir ürün tedarik zinciri saldırısı yönünde açıklamalar yapıldı. İlgili rapora göre Amazon ve Apple’ın da içlerinde bulunduğu 30 Amerikan şirketinin kullandığı sunucularda bir pirinç tanesinden daha büyük olmayan bir yarı iletken elektronik çip belirlenmiştir. Amerika merkezli “SuperMicro” firması tarafından tasarlanan orijinal ana kartların bir parçası olmayan kötü amaçlı çipler, Çin’de üretim sürecine eklendiği iddia edilmiştir. Rapora göre kötü amaçlı çipler anormal ağ aktiviteleri ve ürün yazılım sorunları tespit edildikten sonra belirlenmiştir. Entegre edilen yarı iletken malzeme boyut olarak çok küçük olduğu için barındırdığı kötücül kod miktarı da küçüktür. Ana karta entegre edildiği iddia edilen çip üzerindeki kötü amaçlı kod internetteki başka bir bilgisayara bağlanarak cihazın işletim sistemini ve yerini raporlamak maksatlı çalışmaktadır. Ancak Apple ve Amazon bu iddiaları şiddetle reddetmiştir. Ancak yine de Apple, 2016 yılında bu iddialar karşısında “SuperMicro” ile olan ilişkisini sona erdirmiştir. Apple yaptığı açıklamada Bloomberg’in 2016 yılında daha önce gerçekleşmiş bir olayla karıştırdıklarını, şirketin laboratuvarındaki “SuperMicro sunucuda” tek bir virüslü sürücü bulunduğunu açıklamıştır. Bunların yanında SuperMicro ve Çin Dış İşleri Bakanlığı uzun açıklamalar ile Bloomberg haberlerinin asılsız olduğunu iddia etmiştir.
İnşaat Sektörünü Etkileyen Siber Terör Saldırıları
İnşaat sektörü birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de ekonomik olarak lokomotif görevi üstlenmektedir. Çoğu sektörde olduğu gibi inşaat sektörü de teknolojik olarak gelişmelere ayak uydurmaktadır. Özellikle batı dünyasında Avrupa Birliği kuralları kapsamında 2015 yılından sonra verimliliği ve hassasiyeti arttırmak için teknolojik olarak sayısallaştırma belirli yasalar ile kurallara bağlanmıştır. Avrupa İnşaat Ekipman Komitesi daha büyük yakıt ve personel verimliliği için çalışma alanlarını sayısal teknolojinin daha fazla kullanıldığı ortamlara taşımayı hedef almıştır. Yakın gelecekte potansiyel olarak atması beklenen sayısallaştırılmış şantiyelerde sanayi makinelerine gerçekleştirilecek hedefli siber terör saldırısı büyük kayıpların yaşanacağı sonuçlar oluşturabilir.
Nakliye ve Taşımacılık Altyapılarında Siber Terör Saldırıları
Nakliye ve taşımacılık sektörü dendiğinde akla demir yolu altyapısı, karayolları, deniz taşımacılığında gemilerin kendisi hariç bu sistemlerin teknolojik altyapısının konu alındığı kablolu-kablosuz iletişim, 4.5-5 G hizmetleri, web sayfası hizmetleri, sinyalizasyon altyapısı, nakliye depoları, iskele ve gişelerde kullanılan teknolojik altyapılar gelmektedir. Bu sistemlerin altyapısının çoğunda otomasyon ile yönetilen sistemler bulunmaktadır. Bu sektörde IoT teknolojik gelişmelerinin yakın gelecekte yoğun olarak kullanılması beklenmektedir. Ayrıca otomasyon altyapısına sahip olması nedeniyle bu sistemlerde de SCADA/EKS sistemleri kullanılmaktadır. Bu sistemler üzerindeki teknolojik zafiyet kullanılarak gerçekleştirilecek bir siber saldırı can, mal kaybı ve uzun süreli hizmet kesintisi oluşturacağı için belirli terör unsurlarının gözde hedefleri arasında bulunma potansiyeli taşımaktadır.
Taşıma ve nakliye alanlarında sinyalizasyon sistemleri teknolojik altyapıları yoğun olarak kullanılmaktadır. Özellikle hızlı tren sistemlerinde sinyalizasyon sistemlerinin hedef alındığı siber terör saldırısı birçok can, mal kaybına sebep olabilir. Ayrıca bu tür siber terör saldırılarının sonrasında hizmet kesintisini en aza indirgemek ve normalleşme prosedürlerinin gerçekleştirilmesi için hızlı analiz yapılmasına olanak sağlayan siber güvenlik analiz ve zafiyet tespit donanım ve yazılımları büyük önem taşımaktadır.
Güç ve Enerji Altyapılarında Siber Terör Saldırıları
Güç ve enerji sistemleri yapıları gereği birçok sektörün altyapısını ilgilendirmektedir. Bu yönleri ile bu tür tesislerde gerçekleştirilebilecek bir siber terör saldırısı oluşturacağı etki ve medyada yer alması ile siber saldırı açısından potansiyel odak noktası haline gelmektedir. Enerji sistemleri üretim, iletim ve dağıtım olarak farklı disiplinlere sahiptir. Her disiplinde teknolojik olarak benzer altyapılar ve aralarında belirli entegrasyonlara sahiptirler. Bu entegrasyonların herhangi birinde gerçekleştirilecek potansiyel siber terör girişimi hem enerji altyapısını hem de hizmet verilen tesislerin tümünü etkileme potansiyeline sahiptir. Güç ve enerji altyapıları çoğunlukla, nükleer santraller, termik santraller, hidroelektrik santraller, rüzgâr enerjisi santralleri, güneş enerjisi santralleri olarak tanımlanır. Ancak altyapılar disiplinler arasında daha küçük çapta teknolojik enstrümanlara sahiptir. Örneğin, üretilen enerjinin dağıtım aşamasında kullanılan yüksek ve orta gerilim trafolar ya da trafo merkezleri yine birçok teknolojik altyapının kullanıldığı sektörlerdir. Bu tür tesislerde merkezi ve tesis içi haberleşmeyi sağlayan geniş alan ve yerel ağ iletişimini sağlayan kablolu-kablosuz iletişim altyapıları mevcuttur. Ayrıca bu altyapılar karmaşık otomasyon altyapılarına, bu otomasyonu yöneten SCADA/EKS sistemine ve ayrıca bilişim sistemleri altyapısına sahiptir. Bu sistemlerin üretim aşamasında kullanılan sunucu, istemci sistemleri, açık kaynak yazılımları, güvenlik duvarı, PLC (Programmable Logic Controller) Donanımları, IoT sistemleri vb. teknolojileri bulunmaktadır. Bu derece fazla enstrümana sahip sistemlerde varlık ve konfigürasyon yönetimi büyük önem taşımaktadır. Çünkü olası bir siber saldırı durumunda hangi varlığın etkilendiği ve en kısa sürede normalleşmenin sağlanması açısından durum tespitinin yapılması büyük önem taşımaktadır. Enerji altyapıları gibi karmaşık entegrasyonlara sahip sistemlerde siber terör açısından hassasiyetle ele alınması gereken birçok parametre bulunmaktadır. Örneğin kimlik denetimi, çevresel güvenlik, sistem yazılım ve donanım güvenliği, sistem süreklilik yazılımları ve siber olay kayıtlarının mümkün olduğunca hızlı yorumlanması için SIEM (Security Information Event Managemet) altyapılarına ihtiyaç bulunmaktadır. Enerji sistemleri gibi birbirine bağlı sistemlerde gerçekleştirilecek olası siber terör saldırısını en kısa sürede tespit ederek etkinin belirli bir alanda izole edilmesi büyük önem taşımaktadır.
Güç ve Enerji sistemleri her zaman büyük tesis altyapılarından oluşmak zorunda değildir. Gelişen teknoloji ile hizmet sağlama altyapıları da aynı oranda gelişme göstermiştir. Örneğin büyük finans kuruluşlarının ya da merkezi hizmet sağlayan kuruluşların veri merkezleri bir enerji tesisi kadar enstrümanın bulunduğu donanım ya da yazılıma sahip olabilmektedir. Bu büyük tesislerin enerji altyapıları yönetimi yine enerji tesislerindeki altyapılara benzer sistem ile yönetilmektedir. Bu sistemlere gerçekleştirilecek olası siber terör saldırısının etkisinin maddi ve manevi kayıp gibi çıktıları olabilir.
14 Aralık 2018 Günü ülkemizde Diyarbakır’ın Eğil ilçesindeki Dicle Barajının su seviyesini kontrol etmek amacıyla açılan kapağı kazara kırılmıştı. Eğer bu olay SCADA/EKS sistemi ya da teknoloji altyapısına yapılan herhangi bir siber saldırı sonucu olsaydı bu olay siber terör olarak nitelendirilebilirdi.
Sağlık Hizmetlerini Etkileyen Siber Terör Saldırıları
Sağlık alanında teknoloji anlamında çok büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Ayrıca sağlık hizmetleri kritik altyapı hizmetlerindendir. Öyle ki teknolojinin gelişmesi ile sağlık dünyasında akıllı cihazların varoluşu ile çıkan potansiyel siber güvenlik zafiyetleri insan hayatını tehdit unsurları olarak karşımıza çıkarmaktadır. Örneğin, kalp pillerinin kablosuz olarak uzaktan takip edilmesi, ileride giyilebilir teknolojilerden olan akıllı saatler vb. donanımlar üzerinden bir takım sağlık hizmetlerinin verilmesi bu sistemleri potansiyel siber terör unsuru haline getirmektedir.  Sağlık sektöründe yakın gelecekte kullanımı artacak akıllı teknolojiler ile DDOS saldırısı, kişisel ve fiziksel zarara sebep olacak siber terör potansiyellerini arttırmaktadır. Örneğin, kalp pili kullanan birine gerçekleştirilen siber saldırı ile bu kişinin canına kast ediliyorsa bu siber terör olarak değerlendirilebilecektir. Buradaki hassas nokta, olası siber güvenlik saldırısının bir siber terör saldırısı olarak tanımlanması için her zaman geniş bir kitleyi hedef alması zorunluluğu olmamasıdır.
Sağlık hizmetlerini veren altyapıların da kendine ait veri merkezleri ve bu veri merkezleri içerisinde sunucu, istemci, web hizmeti, veri tabanı vb. veren sistemler bulunmaktadır. Bu sistemler yapıları gereği siber saldırılar ve siber tehditler açısından potansiyel hedef niteliğindedir.
Sağlık hizmetleri alanında birçok hastaya ait bilgiler barındırılmaktadır. Bu bilgiler birçok anlamda kişisel veri niteliği taşımaktadır. Bu bilgilerin herhangi şekilde deşifre olması ya da bu bilgilerin sızdırılması olası siber terör saldırısı açısından potansiyel tehdit unsuru olarak tanımlanır. 2017 yılı Mayıs ayında WannaCRY saldırısı ilk olarak İngiltere’de NHS (National Healt Service – Ulusal Sağlık Servisi) bilgisayarlarında ortaya çıkmıştır. Bu siber saldırı ile hastane hizmetleri ve diğer sağlık tesisleri kitlenmiştir.
Telekomikasyon Altyapısını Etkileyen Siber Terör Saldırıları
Teknolojideki gelişmeler haberleşme altyapıları ile doğru orantılı ve çoğu zaman teknoloji entegrasyonunun ön adımı olarak entegrasyonu sağlanan disiplinlerdir. Haberleşme alanındaki teknolojik gelişmeler siber güvenlik risk alanını etkilemiştir. Bunun başlıca nedeni mobil cihazların sayısının son yıllarda yüksek oranda hayatımızın bir parçası olmasıdır. Ayrıca internete bağlanma yöntemleri de siber saldırı vektörlerinin kullanım şeklini değiştirmiştir. Mobil cihazların ve kablosuz bağlantıların mekân bağımsız bağlantı sunma imkanı siber terör saldırılarını önceden olduğu gibi bir internet kafeden ya da bir evden bağlanma zorunluluğunu kaldırmıştır.  Bulut teknolojilerinin de gelişmesi ile satın alınacak bir sunucu sayesinde mekan bağımsız bir siber terör saldırısı başlatılabilir. Gelecekte kullanım alanlarının yaygınlaşması öngörülen IoT teknolojileri yüksek ağ genişliğine ihtiyaç duymamaktadır. IoT teknolojileri üzerinden sadece süreci tetikleyecek kadar küçük programlar ile bir siber terör saldırısı başlatılabilir. Bu koşullar risk alanının artmasını ve gerekli önlemlerin alınmasının zorluğunu da beraberinde getirmiştir.
Haberleşme teknolojisindeki gelişmelerin getirdiği bu koşulların yanında haberleşme altyapıları da benzer siber tehdide maruz kalabilecek yapılardandır. Haberleşme altyapıları da kritik altyapılar arasındadır ve hizmet kesintisine uğradığı anda birçok süreci olumsuz olarak etkilemektedir.  Haberleşme teknolojik altyapıları veri merkezlerine, sunucu sistemlerine, veri merkezi altyapısında kullanılan SCADA/EKS sistemleri ve donanımlarına sahiptir. Bu sistemler üzerinde gerçekleştirilecek siber terör saldırısı maddi ve belki de can kayıplarına sebep oluşturabilecek sonuçlar oluşturabilir.
Haberleşme sistemlerindeki teknolojik gelişmelerle beraber akıllı şehirler, akıllı otomobiller, akıllı evler de bu altyapıları kullanmaya başlamışlardır. Ayrıca nesnelerin interneti ve endüstri 4.0 gelişmeleri, GPS sistemleri de haberleşme sistemleri altyapıları kullanmaya başlamışlardır. Bu teknolojik gelişmeler belirli alanlarda siber güvenlik zafiyetlerini de getirmiş ve siber terörizm tehdit yüzeyinin genişlemesine potansiyel zemin hazırlamıştır.
Yakın Geçmişte Siber Terör Kapasımda Analiz Edilen Siber Saldırılar
1.Ukrenegro / Ukraynaca Blackout (Aralık 2016) - Devlet destekli aktör
2.WannaCry (Mayıs 2017) - Devlet destekli aktör
3.NotPetya (Haziran / Temmuz 2017) - Devlet destekli aktör
4. İngiltere ve ABD ICS (Industrial Control System- Endüstriyel Kontol Sistemleri) Kötü amaçlı yazılım kanıtları tespit edilmiştir. (Temmuz 2017'de bildirildi) - Devlet destekli aktör
5. NHS (Ulusal Sağlık Servisi) web sitesi bozulması(Ocak 2017) - Tunus Fallaga Ekibi tarafından iddia edilen hacktivizm
6. Barts Health NHS Trojan malware(Ocak 2017) – Tespit edilemedi, muhtemelen hacktivism
7. Shamoon yeniden ortaya çıkması (Ocak 2017) - Muhtemelen devlet destekli aktör
8.BugDrop Operasyonu (Şubat 2017) - Devlet destekli aktör
9. İngiltere MP e-postalarına kaba kuvvet saldırısı (Haziran 2017) - Devlet destekli aktör ya da hacktivism
10. ABD hükümeti web sitesi bozulması (Haziran 2017) – Bilgisayar korsanlığı, Team System Dz
Yukarıda yakın geçmişte siber terör kapsamında değerlendirilen bazı siber olaylar listelenmiştir. Bu olaylar incelendiğinde birtakım sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Siber terör olarak nitelendirilen olayların sıklığının arttığı ve kritik altyapılar olarak tanımlanan disiplinlere gerçekleştirildiği görülmektedir. Çoğunlukla bu tür saldırıları gerçekleştirmek için uzun zaman alan ön hazırlıklar gerekmektedir. Bu hazırlıkların içinde sosyal mühendislik, teknoloji casusluğu, siber zafiyet araçları ile uzaktan veya kurum içinden açıklık taraması gibi yöntemler kullanılmaktadır. Örneğin STUXNET in etkisini göstermesinden önce buna benzer yöntemlerin kullanıldığı bir zaman dilimi geçmiştir ve bu sürede STUXNET virüsü versiyon olarak gelişmeler göstermiştir.
Siber güvenlik dünyasında bu tür saldırılara karşı ülkeler belirli önlemler almaktadır. Ancak araştırmalar sonucunda zafiyet bilgilerin önemli kısmının sosyal mühendislik ya da gelişen teknolojinin imkanları ile içeriden sızan bilgiler olduğu tespit edilmiştir. Bu seviyede bazı ülkelerin siber savunmasından sorumlu gruplar beyaz şapkalı ve gri şapkalı güvenlik uzmanlarından faydalanırken gri şapkalı ekiplerini belirli gruplar içerisinde konumlandırarak tehditleri önceden tespit etme yöntemlerine başvurmaktadırlar.
Siber savunma disiplinleri karşısında terör grupları da kendi siber ekiplerini geliştirmektedir. Bu konudaki risk çoğu kişinin teknolojinin gelişmesiyle bilgiye erişme yetkinliğinin artması, belirli eğitimleri alabilmesinin etkisi olmuştur. Bu anlamda kimlere eğitim verildiği konusu gün geçtikçe önemini arttırmaktadır. Terör grupları amaçları doğrultusunda belirli propaganda ya da tehdit yöntemleri ile bir takım bilim adamlarını da siber terör vektörleri arasına katma çalışmaları gerçekleştirmektedirler. Bu gelişmeler ile anlaşılacağı üzere siber terör vektörleri teknoloji ve bu vektörlerin kullanımı teknoloji gelişimi ile değişime uğramaktadır.
Siber terör aktörlerinin herhangi siber saldırı gerçekleştirme planları aşamasında belirli uzmanlıklara ihtiyacı olduğu durumlar dışında gelişmiş yetkinlik sağlamalarına gerek kalmadan Ransomware-as-a-Service (RaaS) ve Malware-Service (MaaS) servis hizmetleri alabileceği işletmelerde mevcuttur. Çünkü çoğu siber terör örgütü yeterli kapasitenin altındadır. Siber suçlu gruplar faaliyetlerinde başka siber gruplar ve bazen de devletlerle işbirliği yapma yöntemini tercih edebilmektedir.
Siber Terör her zaman belirli bir grup ya da devlet destekli aktörlerden gelmek zorunda değildir.  Bazen bu tür saldırılar kendilerini “Lone Wolf” (Yalnız Kurt) siber saldırganı olarak adlandıran kişiler tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu kişiler siber terör gruplarına nazaran her aşamayı kendileri yürütmeyi tercih ederler. Yalnız Kurt Siber saldırganları kalabalık gruplar halinde çalışmalarda edinilecek verilere itibar etmezler. Bu çalışmaları şekilleri nedeniyle başka siber gruplarına yardımcı ya da destekçi olarak çalışma potansiyeline sahip kişilerdir.
Sonuç
Siber Terör konusundaki bu tespitler ile daha fazla potansiyel etki alanı araştırması yapılarak, örneklendirmeler ile potansiyel risklerin sayısı ve yöntemi arttırılabilir. Ancak en önemli çıktılarından birisi kötü amaçlı birey ya da gruplar tarafından gerçekleştirilmek istenen saldırıların potansiyel alanı gün geçtikçe artmaktadır. Savunma ve tehdit yöntemleri de zaman içerisinde değişiklik göstermektedir. Önemli olan potansiyel terör eylemlerini türünden bağımsız olarak, gerçekleştirilmeden engellemektir. Teknolojik altyapının gelişmesi ile tehdit faktörünün ortadan kaldırılması gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Siber dünyada kurumların koordinesi ile birlikte gerçekleştirilecek senaryolar içerisinde kırmızı ve mavi takım çalışmaları ile zafiyetlerin belirlenerek riskin ortadan kaldırılmasının, olası tehdittin gerçekleşme potansiyeline karşın analizler için   adli bilişim çözümlerinin entegre edilmesinin, yapay zeka teknolojisinin yeteneklerinin kullanılmasının, büyük veri analiz yöntemlerinden faydalanılmasının, gerekli yaptırımlar için ulusal ve uluslararası hukuk düzenlemelerinin gerçekleştirilmesinin büyük önemi vardır. Dünya genelinde yapılan siber güvenlik tatbikatlarında mavi takımların kırmızı takımlara karşı etkin bir savunma gerçekleştiremediği sonuçlar gerçekleşmiştir. Strateji olarak belirlenmesi gereken senaryolaştırılmış siber güvenlik tatbikatları öncesi ve sonrasında ortaya konulacak raporlara göre aksiyon planları alması büyük önem taşımaktadır. Tehdit vektörlerini en aza indirgemek için beyaz ve gri şapkalı güvenlik uzmanlarının etkin kullanılması siber terörü engelleme açsından büyük önem taşımaktadır.
Etkilerinin maddi sonuçları, ekonomik zararları ve belki de can kaybı olarak karşımıza çıkan siber terörün sürekli takip ve analiz edilmesi gereken bir husus olması durumunu, ne zaman karşımıza çıkacağının bilinmiyor olmasından almaktadır.


***

ERMENİ SOYKIRIMININ KABUL EDİLMESİ TÜRKİYE’YE KARŞI BİR İNSANLIK AYIBIDIR.

ERMENİ SOYKIRIMININ KABUL EDİLMESİ TÜRKİYE’YE KARŞI BİR İNSANLIK AYIBIDIR.


Dr.Tahir Tamer Kumkale, 

14 ARALIK 2019

ABD SENATOSU’NUN OYBİRLİĞİ İLE ERMENİ SOYKIRIMINI KABUL ETMESİ TÜRKİYE’YE KARŞI BİR İNSANLIK AYIBIDIR. DERHAL KARŞI ATAĞA GEÇİLMELİ VE CEVABI MİSLİ İLE VERİLMELİDİR.


Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması ile en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu. (1 Mart 1922)
Türkiye–Amerika ilişkilerinde son günlerde giderek artan gerginlik sonucunda ABD Kongresi ve Senatosu tarafından oy birliği ile kabul edilen “Ermeni Soykırımının tanınması” konusunu ciddiye almak gerekir. Bu konu yöneticilerimiz tarafından yapılan birkaç cılız kınama ve yok saydık sözleri ile geçiştirilemez.
Çünkü günümüz dünyasında küresel güçlerin emperyalist çıkarları için yaptıkları ülke işgalleri böyle başlamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti tüm milli güç potansiyelini kullanarak ve tüm organları ile son yıllarda giderek artan bu tip saldırılara karşı topyekun karşı koyacak bir çalışma içine girmelidir.
1980 Askeri yönetimi döneminde Türkiye; Milli Güvenlik Konseyi koordinatörlüğünde ayni elden hazırlanan operasyon planlarını uygulayarak küresel güçlerin desteği ile tüm dünyada temsilciliklerimize saldırıya geçen ERMENİ ASALA terörünü tamamen sıfırlamayı başarmıştır. Bugünde benzeri bir çalışmanın gecikmeksizin yapılması zorunludur.

Bulunduğu hassas coğrafyada her alanda kuşatılmış olan ve psikolojik saldırılarla içeriden teslim alınmaya çalışılan kendi içinde böyle bir sorunu yoktur. Lozan Barış Antlaşmasına göre azınlık statüsünde bulunan Ermeni yurttaşlarımızın diğerlerinden farkı yoktur. Bin yıldır Türk toplumu ile kaynaşmış halde yaşayan Türkiye Ermenileri, tamamen dış kaynaklı olup küresel güçlerce canlı tutulan Ermeni sorunundan en fazla etkilenen ve tedirgin olan kesimdir.
Türkiye ilk şoku 27.1. 1973’de Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet BAYDAR ile Konsolos Bahadır DEMİR’in 78 yaşındaki Amerikan uyruklu Diaspora Ermenisi Gurgen Yanikiyan tarafından şehit edilmesi ile yaşadı.

    Bizim nesillerimize Ermeni Sorunu ile ilgili olarak okullarda bilgi verilmedi. Yani konu hakkında yöneticilerimiz dahil tamamen bilgisiz ve cahildik Çünkü o tarihlerde bu konuda bilgi elde edebileceğimiz tek kitap Esat Uras Bey’in “Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi” eseriydi. Ama o tarihlerde dünya kütüphanelerinde masum Ermenilerin Türkler tarafından nasıl vahşice soykırıma tabi tutulduğunu anlatan sözde bilim adamlarınca hazırlanmış on binlerce eser vardı. Bu eserlerle Osmanlının Ermeni tebaasına yaptığı mezalim ders olarak okullarda öğretiliyordu.

Bugün hala cisimleri küçük ama emelleri çok büyük olan Diaspora Ermenileri küresel güçler elinde olarak oyuncak olduklarının farkına varamamışlardır. Çünkü bugüne kadar küresel güçlerin elinde ciddi bir oyuncak olmaktan öteye geçememişlerdir. Onlara vadedilen Büyük Ermenistan Devletinin kurulması tam bir ütopyadır. “Hadi gelin alın bu toprakları size verdik. Kurun devletimizi desek” dahi bunu gerçekleştirecek güçleri yoktur.

Emellerini elde etmede kendi güçlerinin yetmeyeceğini iyi bilen Ermeniler sorunlarını dünya kamuoyuna taşıyarak yeteri kadar dış destek elde etmişlerdir. Osmanlı’dan başlamak üzere Türk tarafı da boş durmamıştır. Her türlü yola başvurarak haklılığını ispat etmeye çalışmış ve asıl soykırımın kendilerine karşı yapıldığını her platformda vurgulamaktan geri kalmamıştır.
Bugün gelinen noktada Türkiye tarafından bilimsel bütün veriler ortaya konulmasına ve batı kaynaklı belgeler de kullanılmasına rağmen Türk tezi kandırılmış ve yönlendirilmiş çevrelerde yeteri kadar kabul görmemiştir. Küresel güçler medya ve para kaynaklarını kullanarak “Soykırım yapıldığı” tezinin kabulünde başarı olmuşlardır. Bu güçler menfaatlerinin odaklandığı Kafkasya ve Ortadoğu politikaları için Ermenilerin yanında yer almaya devam etmişlerdir.
Ermeni soykırımı iddiaları bugüne kadar doğruluğu ispatlanmamış olan hatırat türü sübjektif yayına dayanmaktadır. Halbuki “Tarih belge ile yazılır” hükmü ortadadır. Arşivlere dayalı bilimsel çalışmalar ön yargıyla gelişen siyasi yaklaşımları ortadan kaldıracaktır. Bu nedenle batı ülkelerinde siyasi bir yaklaşımla ele alınan Ermeni konusunun tarihin asıl kaynaklarına inilerek değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamak lazımdır..
Türkiye, Ermeni Soykırımı konusu ile çok geç karşılaşmasına rağmen bugüne kadar çok ciddi bilgi birikimi sağlayan planlı çalışmalar yürütmüştür. Devletin kontrol ve koordinasyonu altında yürütülen bu faaliyetlerden birkaçı şöyle gelişmiştir;

– DEVLET ARŞİVLERİ AÇILMIŞTIR: 

Osmanlı resmi devlet arşivlerinin Ermeni soykırımı iddialarının meydana geldiği farz olunan bölümleri zamanından önce tasnif edilmiş ve arşivlerin tamamı 1980 yılında bilim adamlarının kullanımına açılmıştır.

– ÜNİVERSİTELERDE ERMENİ SORUNU ARAŞTIRMA MERKEZLERİ 

KURULMUŞTUR: Bazı üniversitelerimizde Türk-Ermeni İlişkilerini bütün yönleri ile bilimsel ortamda ortaya çıkaracak Araştırma ve Uygulama Merkezleri kurulmuştur. Ayrıca konu doktora ve master tezleri seviyesinde incelenip pek çok bilimsel eser hazırlanmıştır. Bu eserler çeşitli dillerde bastırılarak dünyanın önemli merkezlerindeki üniversiteler ile kütüphanelere gönderilmiştir.

BİLİMSEL TOPLANTILAR YAPILMIŞTIR: 

Maliyetinin tamamı devletçe karşılanan uluslararası düzeyde birçok seminer, sempozyum ve paneller gibi bilimsel çalışmalar gerçekleştirilmiştir Bu toplantıların sonuçları kitap, doküman ve broşür halinde birçok dilde basılmış, özel olarak Diaspora Ermenilerinin yoğun faaliyet içinde olduğu ülkelerde dağıtılmıştır.

– ÖRGÜT DAVALARINDA TÜRKİYE MÜDAHİL OLMUŞTUR: 

Özellikle PARİS-ORLY Havaalanı baskını davası başta olmak üzere yurt dışında görülen tüm ASALA davalarına Türkiye müdahil olarak katılmıştır. Konunun uzmanı bilim adamlarımızın bu mahkemelerde ifade vermesi ile faillerin affedilme umutları tamamen kırılmış ve cezalandırılmışlardır.

– ERMENİ SORUNU KONUSUNDA DOKÜMAN NOKSANLIĞI KALMAMIŞTIR: 

Özellikle Türk halkının bilgi noksanını giderecek pek çok kitap, broşür ve kitapçık hazırlanmış, en ücra noktalara kadar dağıtılmış ve halkımızın bilgilendirilmesi ilk elden sağlanmıştır.

– PSİKOLOJİK HARBE, KARŞI PSİKOLOJİK HARP UYGULANMIŞTIR: 

Bu çalışmalarla yabancı kamuoyu olayın gerçekleri doğrultusunda bilgilendirilmeye çalışılmıştır. Avrupalı tüm yönetici ve parlamenterlerin ev adreslerine konuya ilişkin Türk tezini anlatan dergi, gazete ve posta kartları ve film kasetleri gönderilmiştir. Uygulama periyodik olarak ve bıktırıncaya kadar devam ettirilmiştir.

– KONUYA AİT FİLMLER HAZIRLANMIŞTIR: 

    Ermeni soykırımı iddialarının hayal mahsulü olduğu konusunda TRT başta olmak üzere özel sektöre pek çok film hazırlattırılmıştır. İkisini benim şahsen hazırladığım bu filmler çeşitli dillere çevrilerek video kasetleri halinde yurt dışına özellikle basın-yayın organlarına ve Diaspora Ermenilerinin çalışmalarının yoğun olduğu ülkelerdeki yabancı ülke temsilciliklerine gönderilmiştir.
Bu çalışmalar bir elden plânlanmış ve birbirleriyle koordineli olarak icra edilmiştir. Hedef kitle olarak Diaspora Ermenilerinin faaliyette bulunduğu ülkelerin üst düzey yönetim kademesi üzerinde yoğunlaşılmıştır. Doğrudan yöneticiler bilgilendirilip acilen tedbir almaları istikametinde yapılan çalışmaların başarılı olduğu alınan müspet sonuçlarla kendini göstermiştir.
    1983 yılından itibaren Türkiye’nin organize ettiği bu çalışmaların yoğunluğu azalmış, üniversite araştırma merkezlerinin rutin faaliyetleri dışında önemli bir aktivite gösterilememiştir. Oysa karşı taraf boş durmamıştır. Küresel güçler ellerindeki Ermeni oyuncağından asla vazgeçmek niyetinde olmadıklarını her zaman göstermişlerdir. 1991 yılında SSCB’nin dağılmasını takiben bağımsız Ermenistan Devletinin kurulması ile olaylar yeni bir yön ve ivme kazanmıştır.

Sonuç olarak tarih sayfaları şahittir ki; 

    Türk milleti bilerek, isteyerek ne Ermenilere ve ne de başka bir millete soykırım uygulamamıştır. Çünkü Türklerin milli karakter yapısında başka milletlere ve ırklara asla düşmanlık yoktur. Hiçbir zaman olmamıştır. Ayrıca dini değerlerimiz de bunu kesin olarak reddeder. Bununla beraber Birinci Dünya Harbi içerisinde dış destek ve kışkırtma ile Anadolu’da Hırvatistan tebaa Ermeniler ve Müslüman Türkler arasında pek çok hadise meydana gelmiştir. İki taraf birbiri ile adeta kıyasıya çatışmışlardır. Her iki taraftan pek çok masum insanın öldüğü bir gerçektir. Fakat bütün bunların savaş şartlarının doğal olayları olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim Ermeni soykırımı iddiaları ile suçlanarak İngilizlerin İşgal Yönetimi tarafından tutuklanıp Malta’ya sürülen Osmanlı yöneticilerinin düzmece mahkemede dahi beraat ettikleri görülmüştür.
Bugün tamamen sahte Ermeni Soykırımı iddiaları ile mücadele edecek aydınlarımız, üniversitelerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız ve her biri birer kültür elçisi olarak yurt dışında yaşayan milyonlarca Türk yurttaşımız bulunmaktadır. Ayrıca bugün konu hakkında eskiye nazaran çok yeterli bilgiye, belgeye ve tecrübeye, yani mücadele silahlarımız bakımından çok daha fazlasına sahibiz..
Geçmişte olduğu gibi plânlı ve programlı bir karşı fikir saldırısı yaptığımız takdirde, ülkemiz aleyhinde karar alan ülkeler onların küresel oyuncakları durumundaki Diaspora Ermenilerinin sesleri bıçak gibi kesilecektir.
Ben 12 Eylül döneminde yapılan Diaspora Ermenileriyle Mücadele programında fiilen görev almış bir aydın olarak konuya ilişkin tüm bilgi birikimimi ve tecrübelerimi iki kitap halinde gelecek nesillerimize bıraktım. Bu kitaplarda haklılığımızı bilimsel gerekçeleri ile ortaya koyarken devletçe neler yapılması gerektiğini de detaylı vurguladım.
Unutmayalım. 
Biz hem haklıyız ve hemde mağdur olan tarafız. Kazanmak zorundayız. Yeter ki devletimiz bu konuyu sahiplensin ve çare bulmayı amaç edinsin.



***