27 Şubat 2017 Pazartesi

“ Verin Takvimimizi ”



“ Verin Takvimimizi ” 



14-15 Aralık tarihlerinde toplanan Laeken Zirvesi, AGSP, AB’nin genişleme stratejisi ve AB Anayasası oluşturulması gibi kritik konuların tartışıldığı bir zirvedir. Zirve’de AGSP’nin operasyonel hale getirilmesi kararı verilmiş ancak Yunanistan’ın Türkiye’nin onayladığı çözümü veto etmesi nedeniyle AB’nin her operasyon için NATO’dan onay alması zorunlu kılınmıştır295. Arzu ettiği şekilde katılımını öngörmese de NATO’daki veto hakkının korunması sayesinde AB operasyonlarını dolaylı olarak kontrol edebilmesi ve gerektiğinde önleyebilmesinin Ankara’yı epeyce rahatlattığı söylenebilir. Böylelikle Türkiye, ilerde AB üyesi olacak Kıbrıs’ın yer alacağı Avrupa Ordusu’nun Kıbrıs ya da 
Ege’ye düzenleyeceği operasyonlarda NATO imkanlarının kullanılmasını veto edebilecektir. Laeken Zirvesi Sonuç Bildirgesi’nde296 Türkiye’nin müzakerelere çok yaklaştığı ve katılım öncesi stratejide yeni bir aşamaya geçilmesi gerektiği de vurgulanmıştır. 

Buna paralel olarak Türkiye, Avrupa’nın geleceğinin tartışılacağı Avrupa Konvansiyonu’na resmen davet edilmiştir. AGSP konusunda gelinen tatmin edici nokta, Türkiye’nin müzakerelere başlamaya çok yakın olduğunun belirtilmesi ve Konvansiyon daveti Ankara’yı son derece memnun etmiş görünmektedir297. 

Öyle ki, Kıbrıs’ın 2002’de müzakereleri tamamlayacağının ve 2004’teki Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde tam üye olacağının bir kez daha teyit edilmesi Ankara’nın tadını kaçırmaya yetmemiştir. 15-16 Mart 2002’de Barselona Zirvesi gerçekleşir. Zirvenin Başkanlık Bildirgesinde 298 Türkiye ve Kıbrıs’a ilişkin özel ifadelere yer verilmemiştir ancak AGSP konusunda yaşanan tartışmalar nedeniyle zirvenin sonuçları Türkiye’de de geniş yankı bulur. AB, Yunanistan’ın Ankara’nın 1 Aralık’ta kabul ettiği çözümü veto etmesi nedeniyle 2003’te tam olarak işlerlik kazandırmak istediği AGSP konusunda adım atmamaktadır. 
Yunanistan’ın, AGSP’nin müdahale alanının Türkiye’nin istekleri doğrultusunda daraltılması ve Türkiye’nin kendisini ilgilendiren konularda AGSP’nin karar 
mekanizmalarına katılmasına yanaşmadığı ancak AB ülkelerinden büyük baskı gördüğü anlaşılmaktadır299. 

Bu arada Denktaş ve Klerides arasında Ocak ayında başlamış olan yüz yüze görüşmeler düzenli aralıklarla devam etmekte ancak herhangi bir somut çözüme ulaşılamamaktadır. 3 Mayıs 2002’de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs Özel Temsilcisi Alvaro de Soto, Ada’daki müzakere süreci ile ilgili olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne bir brifing verir. De Soto’nun brifingde Türk tarafını çözümsüzlüğün sebebi olarak gösterdiği, bunun üzerine Kofi Annan’ın Ada’ya gitme kararı aldığı bildirilir300. BM’de bu gelişme yaşanırken, Washington’da AB-ABD Zirvesi düzenlenmektedir. Bu zirve sırasında Birliğin Komisyon Başkanı Romano Prodi, “Ada’da çözüm olsa da olmasa da Kıbrıs’ın üye olacağı” yönünde bir açıklama yapar301. 


14 Mayıs 2002’de Rejkyavik düzenlenen NATO Dışişleri toplantısı yine AGSP konusunda gerginliklere sahne olur. Yunanistan’ın İspanya’nın yeni önerilerine rağmen 2001 sonunda kabul edilen Ankara Mutabakatı’na itirazlarını sürdürmesi nedeniyle bir uzlaşma sağlanamaz302. 28 Mayıs’ta Roma’da gerçekleşen NATO Zirvesi’nde de uzlaşmazlık devam eder. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis ile özel bir görüşme yapması bile Yunanistan’ı AGSP konusunda ikna etmeye yetmez303. 

21-22 Haziran tarihlerinde İspanya’nın Seville kentinde AB Zirvesi toplanır. Zirve, hem AB’nin genişlemesi hem de AGSP konularının ele alındığı bir zirve olarak öne çıkar. 

Başkanlık Bildirgesi’nin304 “Genişleme” başlığının altında, 2002 yılına kadar aralarında Kıbrıs’ın da bulunduğu on aday ülke ile müzakerelerin tamamlanacağı, bu ülkelerle Katılım Antlaşmalarının 2003 yılı baharında imzalanabileceği belirtilir. Aynı zamanda hedefin, 2004 yılı AP seçimlerine yeni üyelerle gidilmesi olduğu yinelenir. Kıbrıs’ın katılımıyla ilgili olarak ise Helsinki Zirvesi sonrasında alınan kararın geçerli olduğu, AB’nin tercihinin birleşik Kıbrıs’ın tam üye olması olduğu, dolayısıyla Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin çabalarının desteklen diği vurgulanır. Aynı zamanda hem Kıbrıslı Türk hem de Kıbrıslı Rum liderlerine görüşmeleri hızlandırmaları yolunda çağrı yapılır. Yine “Genişleme” başlığı altında yer alan Türkiye’ye ilişkin paragrafta, Türkiye’nin son dönemlerde gerçekleştirdiği reformların memnuniyetle karşılandığı belirtilirken KOB’da yer alan öncelikleri yerine getirme konusunda Türkiye’nin teşvik edildiği ifade edilmektedir. Türkiye’nin diğer aday ülkelerle aynı kriterlere tabi olduğunu vurgulayan Bildirge, “Seville ve Kopenhag Zirveleri arasında yaşanan gelişmeler, Ekim 2002’de 



302 “Yunanistan’ın inadı inat”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 2002. Aynı tarihlerde Kofi Annan KKTC’yi ziyaret eder. Kofi Annan, kuruluşundan bu yana KKTC’yi ziyaret eden ilk Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’dir. 

Bu yönüyle Annan’ın ziyareti Türkiye’de geniş yankı bulmuştur: “Annan bir ilke imza attı”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 2002. Ancak Annan, Ada’da iki liderle yaptığı görüşmeler neticesinde çok da umutlu olunmaması gerektiği, iki lider arasında ciddi görüş farklılıkları bulunduğunu açıklar. “Kıbrıs’ta mucize beklemeyin”, Cumhuriyet, 14 Mayıs 2002; “Kıbrıs’ta turlar nafileymiş”, Radikal, 15 Mayıs 2002. Annan’ın KKTC’ye yaptığı ziyaret sırasında bir toplantı düzenleyen AB Genel İşler Konseyi, Kıbrıs’la müzakerelerin Haziran ayında tamamlamış olacağını ve böylece Birliğe tam üye olmaya hak kazanacak ilk devletin Kıbrıs olacağını ilan eder. “Kofi Annan çözüm için Ada’ya giderken, AB Rum kesimi için üyelik tarihi verdi”, Cumhuriyet, 14 Mayıs 2002. Bu dönemde hükümet içinde Kıbrıs konusunda ciddi bir görüş ayrılığı olduğu da görülmektedir. Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, Kıbrıs’ta daha “aktif ve uzlaşmacı” bir politika izlenmesini savunurken, bu yaklaşımı nedeniyle Dışişler Bakanı İsmail Cem tarafından “Türk tezlerini sulandırmakla” suçlanmıştır: “Cem’den Yılmaz’a: Sus!”, Radikal, 13 Mayıs 2002. 

Komisyon’un sunacağı İlerleme Raporu ile Helsinki ve Laeken Zirveleri sonuçları ışığında, Kopenhag’da Türkiye’nin adaylığının bir sonraki aşamasıyla ilgili yeni kararların alınabileceğini” ortaya koymuştur. Bildirgenin Kıbrıs ve Türkiye’yi de kapsayan genişleme ile ilgili bölümleri Ankara’da memnuniyetle karşılanır305. AB’nin Kıbrıs’ın on aday ülke ile birlikte tam üye olacak ülkeler arasında saydığı ve bu ülkelerle 2003 baharında üyelik antlaşmalarının imzalayacağının belirtildiği ancak Helsinki kararlarına gönderme yapılmasının Kıbrıs açısından dengeli bir yaklaşım olduğu vurgulanır306. Seville Zirvesi, AGSP tartışmaları açısından yeni açılımların getirildiği bir zirve olmuştur. Aralık 2001’den bu yana Ankara’nın kabul ettiği formüle itiraz ederek AGSP konusundaki gelişmelere ket vuran Yunanistan, AB ülkelerinden gelen baskılar sonucu Seville’de geri adım atarak Ankara Mutabakatı’na olan itirazından vazgeçtiğini söyler. Ancak Yunanistan’ın bir şartı vardır: Ankara Mutabakatı’nın ikinci maddesi olan, “AB, NATO üyesi ülkelere operasyon düzenleyemez” kuralında “mütekabiliyet” ilkesi gözetilmeli, aynı maddeye, “NATO üyeleri de AB ülkelerine operasyon düzenleyemez” 
ibaresi eklenmelidir. AB ülkelerinden kabul gören bu formüle Türkiye’nin itiraz eder. İsmail Cem, Türkiye açısından AGSP’nin Ankara Mutabakatı ile çözüldüğünü söylemektedir. Ancak yorumlar, artık AGSP meselesinde topun yine Türkiye’nin sahasında olduğu yönündedir307. 

1 Temmuz 2002 tarihinde AB’nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günter Verheugen’in Frankfurter Allgemeine gazetesine verdiği demeç, Türkiye’de tepkiyle karşılanır. Türkiye’nin Kopenhag’dan olumlu sinyal beklemesi için herhangi bir sebep olmadığını vurgulayan Verheugen, AB’nin Kıbrıs ve AGSP konularını pazarlık etmeyeceğini ifade eder308. Verheugen’in açıklamasına benzer bir açıklama, AP Türkiye raportörü Elma Brok tarafından 3 Temmuz tarihinde yapılır. Türkiye’nin tarih alabilmek için Kıbrıs ve AGSP’yi pazarlık konusu yapmaması gerektiğini ifade eden Brok, Kıbrıs konusundaki Helsinki kararının gayet net olduğunu, buna göre, çözümsüzlüğün Kıbrıs’ın üyeliğine engel teşkil etmeyeceğini bir kez daha teyit eder309. 3 Temmuz tarihinde bir başka açıklama da Verheugen’in sözcüsü Jean Christophe Filori’den gelir. Filori, Kıbrıs sorununun çözümünün genişleme takvimini etkilemeyeceğini belirtir310. AB’den Türkiye ve Kıbrıs’la ilgili hoşa gitmeyen sinyallerin geldiği günlerde ABD Büyükelçiliği’nin verdiği bir davete katılan Orgeneral Yaşar Büyükanıt, “AGSP’de tek bir harfin bile değişmeyeceğini” söyler311. Ankara ise AB’den gelen tatsız mesajlara resmi bir yanıt vermez. Bunun önemli gerekçelerinden biri o günlerde Ankara’da yaşanan ciddi hükümet krizidir. Ecevit’in hastalığı ve üst üste yaşanan istifalar nedeniyle hükümet azınlığa düşmüştür312. 


Bu gelişmelerden kısa bir süre sonra, Birleşmiş Milletler, Ocak ayından beri sürdürülmekte olan barış görüşmelerinde ilerleme kaydedilememesinin sorumluluğunu Türk tarafına yükleyen bir karar alır313. Denktaş’ın çok sert tepki verdiği BM kararına yanıt olarak Ankara, “ Denktaş’ı desteklediğini ” söylemekle yetinir314. 
BM kararının açıklandığı tarihlerde Türkiye’de hükümet bunalımı iyice büyümüş, erken seçim kararı alınması zorunlu hale gelmiştir315. 

3 Ağustos 2002’de Türkiye, AB Uyum Yasaları çerçevesinde, savaş ve yakın savaş tehdidi haricindeki hallerde idam cezasının kaldırılması ve Türkçe dışındaki dil ve lehçelerde yayın ve eğitim hakkını düzenleyen bir anayasa paketini kabul eder316. Bu aşamadan sonra Türkiye, AB’den müzakere tarihi alma konusunda çok ciddi çalışmalar yürütmeye başlar. Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel’in Eylül ayı başlarında Avrupa Parlamentosu’na ve Komisyon’a yaptığı ziyaretler beklendiği kadar olumlu geçmez. Gürel AB’den müzakere takvimi konusunda bir taahhüt duymak istemektedir ancak temasları sırasında AP Başkanı Pat Cox, Kıbrıs ve Türk-AB ilişkilerinin farklı konular olmasına rağmen birbirinden etkilendiğini vurgular317. Daha sonra Gürel, AB Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Javier Solana görüşür. Solana’nın da AGSP konusundaki 
çekincelerine yanıt veren Gürel, “Türkiye, NATO ile AB arasıdaki işbirliğine yapabileceği katkıyı Ankara düzenlemesiyle belli etmiştir” açıklamasını yapar318. Komisyonun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Verheugen, Gürel ile yaptığı görüşmede ise reform paketlerinin memnuniyet yarattığını ancak müzakerelere başlamak için aslolanın uygulama olacağının altını çizer. Gürel, bunun adil olmadığını, uygulamanın tam üyelik için bir koşul olduğunu, müzakereler için önkoşul olamayacağını ifade eder319. Bu arada AB’den Türkiye’ye müzakere takvimi verilemeyeceğine ilişkin mesajlar art arda gelmeye devam etmektedir. AB Komisyonu yetkilisi Eneko Landanbau, Türkiye ile yakın bir gelecekte 
müzakerelere başlanması için tarih verilmesinin muhtemel görünmediğini söylerken, AP Türkiye raportörü Arie Oostlanden, “Asıl Türkiye onayladığı reformları ne zaman uygulayacağına dair bize takvim versin” açıklamasını yapar320. Bu yorumların ardından bu kez de AB’nin aralarında Kıbrıs’ın da bulunduğu aday ülkelerle tam üyelik takvimini öne çekerek müzakereleri 11-12 Kasım Kopenhag yerine, 24-25 Ekim’de Brüksel Zirvesi öncesinde tamamlamaya çalıştığına dair haberler Ankara’da rahatsızlık yaratır321. 

Birliğin genişlemesi ve Türkiye’ye müzakere takvimi verilip verilmeyeceği konusunda bu tür tartışmalar yaşanırken, 26 Eylül 2002’de Avrupa Parlamentosu, Türkiye’yi AGSP konusunda yapıcı davranmaya çağıran bir rapor kabul eder322. AB’nin NATO’nun olanaklarını kullanmasını sağlayacak anlaşmanın bir an önce imzalanması ancak bu anlaşmanın AB’nin özerk karar verme mekanizmasına zarar vermemesi gerekliliğinin altı çizilir323. Böylelikle Komisyon’un İlerleme Raporunu yayınlamasına günler kala, ödün vermemekte ısrar ettiği Ankara Mutabakatı’nda geri adım atması konusunda Ankara’ya bir uyarıda bulunulmuştur. Türkiye ise AP’nin AGSP konusunda yönelttiği eleştirilere tepki gösterir. Dışişleri Bakanlığı sözcü vekili Hüseyin Diriöz, Türkiye’nin AGSP konusunda yapıcı davranmadığı eleştirilerinin gerçeklerle bağdaşmadığını, Türkiye’nin ABD ve İngiltere ile uzlaşarak hazırladığı Ankara metninin yapıcı yaklaşımın bir göstergesi olduğunu ifade eder324. Aynı tarihlerde Gürel, müzakere tarihi için ikinci ikna turlarına başlamıştır. Gürel, yaptığı görüşmelerde müzakere tarihi konusunda kesin bir taahhüt alamaz. AB, reformların uygulandığını görme konusundaki ısrarını devam ettirmektedir325. 

AB ile yaşanan tatsız gelişmelerin ardından 30 Eylül 2002’de, 12 Ocak 2001’den beri toplanmayan TC-KKTC Ortaklık Konseyi toplanır. Konsey, Türkiye ile KKTC arasındaki bütünleşme ve işbirliği çabalarını daha da derinleştirmeye yönelik kararlar alır. Toplantının sonunda yayınlanan ortak bildiride, “Kıbrıs’ta 39 yıldır çözüme ulaşılamamasının sorumlusu olarak, Kıbrıs’ı Elen adasına dönüştürmek isteyen Rum tarafı” gösterilir. Aynı zamanda “Güney Kıbrıs Rum Yönetimini uluslararası antlaşmalara aykırı olarak AB tam üyelik sürecini nihai aşamaya taşımasının Ada’daki bölünmeyi derinleştireceği” vurgulanır. “Türkiye ve KKTC arasında ekonomik ve mali bütünleşmenin sağlanması, güvenlik, savunma ve dış politika alanlarında ortaklık esasına dayalı kısmi bütünleşme çalışmalarının derinleştirilmesi konusunda görüş birliğine varıldığı” belirtilir326. 

Son derece tartışmalı reform paketlerinin Meclisten geçirilmesine ve yürütülen yoğun diplomatik çabalara rağmen AB’den müzakere takvimi verilmeyeceğine ilişkin haberlerin gelmesi, Ankara’nın Kıbrıs’la bütünleşme kartlarını yeniden masaya koymasına ve altı ayda bir toplanması öngörüldüğü halde 21 aydır toplanmayan TC-KKTC Ortaklık Konseyi’ni yeniden toplamasına yol açmıştır. Güney Kıbrıs’ın üyeliği durumunda Ada’daki bölünmenin derinleşeceği, Türkiye ile KKTC’nin kısmi bütünleşme çabalarının hızlanacağı bir kez daha ifade edilmiştir. 1995’ten bu yana çeşitli vesilelerle AB’yi tehdit etmeye yönelik olarak atılan bu adımın özellikle son yıllarda ciddiyetini iyice kaybettiğini görülmektedir. Nitekim Komisyon’un 9 Ekim’de yayınlayacağı İlerleme Raporu’na ilişkin söylentiler, AB’nin bu tehditlerden etkilenmediğini ortaya koymaktadır. Ekim ayının ilk günlerinde, Komisyon’un İlerleme Raporu’nda Türkiye ile müzakerelere başlama konusunda tavsiyede bulunmayacağı327, Kıbrıs’ın ise tam üye olacak ülkeler listesinde ilk sırada yer aldığına dair haberler yayılır328. 

9 Ekim 2002 tarihinde Komisyon bütün aday ülkelere ilişkin olarak hazırladığı İlerleme Raporlarını ve aday ülkelerin katılım yolunda kaydettikleri aşamayı 
karşılaştırmalı olarak ortaya koyan Strateji Belgesi’ni (Karma Belge) yayınlar. Türkiye için hazırlanmış olan raporda329, Kıbrıs “Üyelik Kriterleri”nin alt başlığı olan “Genişletilmiş Siyasi Diyalog ve Siyasi Kriterler” başlığının altında yer almaktadır. “Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin muhtemel sonuçların değerlendirilmesinin Kıbrıs için hazırlanan İlerleme Raporu’nda ele alındığı” belirtilmekte, Türkiye’nin, “Genişletilmiş Siyasi Diyalog kapsamında ve Nisan 2002’deki Türkiye-AB Ortaklık Konseyi’nde iki lider arasında başlamış olan doğrudan görüşmeleri desteklediğini beyan ettiği” vurgulanmaktadır. Bunun yanı sıra, “AB, Türkiye’nin katılımın müzakereleri tamamlanmadan önce Ada’da çözüme ulaşılması konusunda Kıbrıs Türk liderliğini teşvik etmesi gerektiğini defalarca vurgulamıştır” denmektedir. Siyasi kriterlerle ilgili “Genel 
Değerlendirme” bölümünde, yine Kıbrıs’taki çözüm arayışlarından söz edilmektedir. Türkiye’nin gerekli bazı reformları yasalaştırma gibi pek çok önemli adım atmış olmasına karşın kriterleri yerine getirmekten uzak olduğunun altı çizilmiştir. “Sonuç” başlığı altında, meclisten geçirilen reformların memnuniyetle karşılandığı belirtilirken, uygulama konusunda eksikliklerin giderilmesi için gereken idari ve mali yapıların oluşturulması gerektiğine vurgu yapılmıştır. 

Kıbrıs için hazırlanmış olan İlerleme Raporunda330, Kıbrıs’ta barış görüşmelerinin geldiği aşamanın tartışıldığı “Siyasi Çözüm İhtimalleri” bölümü, “Siyasi Kriterler” başlığı altında değil, bunun üst başlığı olan “Üyelik Kriterleri” bölümünde ve “Genel Değerlendirme"den sonra ele alınmıştır. “Siyasi Çözüm İhtimalleri” başlığı altında 2002 yılı Ocak ayından itibaren iki lider arasında başlatılan görüşme turları sonucunda temel meselelerin hiçbirinde somut bir ilerleme sağlanamadığının altı çizilmektedir. AB’nin birleşik bir Kıbrıs’ı üye yapma konusundaki tercihi belirtilmekle beraber çözümün bir koşul olmayacağı, o dönemde ilgili bütün faktörlerin dikkate alınacağına dair Helsinki’de 
kabul edilen kararın geçerli olduğu vurgulanmaktadır. “Sonuç” bölümünde “Kıbrıs’ın 28 müzakere başlığını tamamladığı” ve “Şimdiye dek müzakereler sırasında verdiği taahhütlerin tümünü uygulamada da yerine getirdiği”, dolayısıyla “belirlenen takvim uyarınca tam üyeliğin yükümlülüklerini yerine getirmeye hazır olduğu” belirtilmiştir. 

Aynı tarihte yayınlanan Karma Belge’deki331 ifadeler, İlerleme Raporlarını destekler niteliktedir. “Genişleme Öncesinde Avrupa” başlığı altında, aralarında Kıbrıs’ın da bulunduğu on aday ülkenin müzakereleri 2002 yılı sonunda tamamlamış olacağı ve bu ülkelerin 2004 yılı AP seçimlerine katılacak şekilde tam üye olacakları bildirilmektedir. Kıbrıs’ta çözüm çabalarına da yer verilen bu bölümde, AB’nin tercihinin birleşmiş bir Kıbrıs’ı üye kabul etmek olduğu ama burada da özellikle Türkiye’nin barış sürecini destekleyici katkılarda bulunması gerektiği vurgulanmaktadır. Kıbrıs için İlerleme Raporu’nda olduğu gibi Karma Belge’de de çözümün Kıbrıs’ın üyeliği önünde bir şart olmayacağı yinelen mektedir. Kıbrıs’a ayrılmış olan bölümde, bu ülkenin hem siyasi hem ekonomik hem de müktesebata dair bütün kriterleri yerine getirdiği ve 2004’te tam üye 
olabileceği bir kez daha teyit edilmiş, Türkiye ile ilgili bölümde ise bu ülkenin söz konusu kriterlerin hiçbirini tam olarak yerine getirmediği ifade edilmiştir. Siyasi kriterler konusunda atılan adımlar olumlu karşılanmakla birlikte, müzakerelere başlayabilmek için uygulamanın çok önemli olduğu vurgulanmıştır. Aynı zamanda barış görüşmelerinde ilerleme kaydedilememesinin sorumluluğunu Kıbrıs Türk tarafına yükleyen ve özellikle Türkiye’ye çözümü teşvik etmesi konusunda çağrıda bulunan De Soto değerlendirme raporu hatırlatılmıştır. Türkiye için geliştirilmiş katılım öncesi strateji önerisini getiren Karma Belge, bu doğrultuda Türkiye’ye verilecek olan mali yardımların artırılması gerektiğini belirtmiştir. 

Belgeler, Türkiye’de müzakere takvimi konusundaki kararın belirsiz olduğu332 ancak Kıbrıs’ın üyeliğinin kesinleştiği şeklinde yorumlara neden olur333. Belgelerin yayınlanmasının hemen ardından Dışişleri Bakanlığı kendi görüşünü yazılı olarak duyurur. Yapılan açıklamada, Komisyonun özellikle siyasi kriterler konusundaki önerilerinin Türkiye’nin beklentilerini karşılamaktan uzak olduğu, “Türkiye’nin son bir senede kaydettiği önemli siyasi ve ekonomik reformlarla müktesebat uyumu çalışmalarına yeterli bir karşılık teşkil etmediği” ifade edilir. Bu doğrultuda, Türkiye’nin “2003 yılında katılım müzakerelerinin başlatılmasına hak kazandığı” belirtilerek “Brüksel ve Kopenhag Zirvelerinde, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğine ilişkin siyasi iradeyi bu kapsamda ortaya koyacak somut bir karar alınması” beklentisi dile getirilir334. 

Hükümetin tepkisi ise daha sert olur. Dışişleri Bakanı Gürel, Komisyon’un “köstek” olduğunu söylerken, Kıbrıs’ın üyeliği konusunda, “Böyle bir durumda Türkiye’nin izleyeceği politikanın herkes tarafından bilindiği” açıklamasını yapar335. 

Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, Türkiye açısından gri alanların ön plana çıkarıldığını söyleyerek belgeleri eleştirir336. 10 Ekim tarihinde Dışişleri Bakanlığı, Kıbrıs’ın üyeliği konusunda bir resmi açıklama yapar. Ankara’nın görüşlerini beş maddede özetleyen açıklamada, “Rum yönetiminin tek taraflı ve meşru olmayan AB tam üyelik sürecinin 1959-1960 antlaşmalarına aykırı olduğu”, AB’nin Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları bir birlik olduğu gerekçesiyle bir kez daha vurgulanır ve AB’ye bu “tarihi hataya düşmeme”, Ada’daki çözüm sürecine katkıda bulunma çağrısında bulunulur. “AB bunları dikkate almadığı taktirde Rum Yönetiminin Yunanistan’la birleşme emelinin dolaylı olarak gerçekleşmiş olacağı” ve sonuç olarak “Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Yunanistan arasında kurulmuş olan siyasi ve stratejik dengenin bozulacağı” uyarısı yapılır337. 

“KKTC’yi ilhak etme” ya da “Ada’nın kuzeyi ile bütünleşme” tehditlerinin yer almadığı metinde, Kıbrıs’ın AB’ye tek taraflı üyeliğinin çözüm sürecini baltalayacağı ima 
edilmektedir. 

İlerleme Raporları ve Karma Belge’nin ardından yaşanan tartışmalar 24-25 Ekim’de Brüksel’de düzenlenen AB Zirvesi kararlarının Türkiye lehine daha olumlu ifadelere yer vermesi sebebiyle biraz durulur. Zirvenin Sonuç Bildirgesi’nde338 Türkiye ile ilgili paragrafta, “Birlik, Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini yerine getirme konusunda attığı önemli adımları memnuniyetle karşılar” ifadesi yer alır. Aynı zamanda Konsey’e “Kopenhag Zirvesi’nde Komisyon’un Strateji Belgesi, Helsinki, Laeken ve Seville Zirveleri sonuçları ışığında Türkiye’nin adaylığının bir sonraki aşamasına karar verilmesi için gereken unsurların hazırlanması” çağrısında bulunulur. Bu ifadeler, AB’nin 

Türkiye’ye Kopenhag’da tarih verebileceğine dair umutları artırır339. Kıbrıs’la ilgili bölümde yeni bir açılım söz konusu değildir. Katılım müzakerelerinin yıl sonunda tamamlanmasından önce Ada’da çözüm bulunması isteği yinelenmekte ancak Kıbrıs’ın üyeliği konusundaki kararın Helsinki kararları çerçevesinde alınacağı bir kez daha teyit edilmektedir. 

Brüksel Zirvesi’nin hemen ardından, 27 Ekim’de Kopenhag’da AB’ye aday ülkeler için bir günlük “mini zirve” düzenlenir. Zirveye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz katılır. Zirve sırasında Komisyon’un Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günter Verheugen ile yaptığı görüşmenin ardından bir açıklama yapan Yılmaz, “Türkiye için Kopenhag’da herhangi bir olumsuz gelişme ihtimalinin fevkalade azaldığını, AB’deki havanın lehimize olduğunu” ifade eder. Aynı zamanda Kopenhag’da Türkiye’ye “şartlı tarih” verilmesi ihtimalinin güçlü olduğunu, “Türkiye’yi düş kırıklığına uğratacak bir kararın çıkmayacağı izlenimini aldığını” belirtir 340.

Brüksel Zirvesi ve Kopenhag’da aday ülkeler için düzenlenmiş olan mini zirvenin ardından Türkiye’de oluşan olumlu hava, Kıbrıs’ın tam üye olacağı gerçeğini bir kez daha unutturmuş görünmektedir341. Genel seçimlere yalnızca birkaç gün kala Avrupa Birliği, sadece Türkiye’ye verilmesi muhtemel şartlı müzakere takvimi dolayısıyla siyasilerin gündemini işgal etmektedir. 

Bölümlerin Ortak Değerlendirmesi 

İkinci ve üçüncü bölümlerde, 1972’de Kıbrıs’ın AET’ye ortak üyelik başvurusunda bulunmasından, 3 Kasım 2002’ye kadar geçen zaman zarfında Türkiye’nin AB ile ilişkiler bağlamında izlediği Kıbrıs politikaları incelenmiştir. Sözü edilen dönemde ki gelişmeler, ikinci bölümün başında sıralanan ve AKP’ye eleştiri olarak yöneltilen itirazlar ışığında değerlendirildiğinde Türkiye’nin bu konuda tutarlı ve istikrarlı bir politikasının olmadığı ortaya çıkmaktadır. 

Hatırlanacağı üzere, Ankara’nın bu konuya ilişkin olarak öne sürdüğü itirazlardan ilki, “Kıbrıs’ın muhtemel AB üyeliğinin 1959-1960 antlaşmalarına aykırı olduğu” 
yönündedir. Sürecin başından bu yana Türkiye’nin tutumu irdelendiğinde, 1972 yılında Kıbrıs’ın ortak üyelik başvurusu karşısında sadece Türklerin dışarıda bırakılmaması çağrısında bulunduğu, 1990’ların başlarındaki Kıbrıs-AB yakınlaşmasına, uluslararası antlaşmalara aykırı olduğu gerekçesiyle değil, “Ada’da çözümü güçleştireceği” sebebiyle karşı çıktığı görülmektedir. Ankara uluslararası kamuoyunda ciddi olarak tartışıldığı taktirde kabul görebilecek bu hukuki itirazları, 1995 yılına gelinceye kadar gayri resmi düzeyde bile dile getirmemiştir. Tezlerini açıklayan bir mütaala hazırlanması konusunda bağımsız bir hukukçuyu görevlendirmek için 1997 Haziran ayını, bu mütalaanın BM 
belgesi olarak yayınlanmasını sağlamak için ise Temmuz ayında açıklanan Gündem 2000 raporunu beklemiştir. Mendelson Raporu olarak bilinen bu mütaala BM’ye sunulduğu günlerde zaten AB’nin genişleme takvimi çoktan açıklanmış, Kıbrıs ile üyelik müzakerelerinin başlayacağı tarih belirlenmişti. Dolayısıyla bu hukuki girişimin geç kalmış bir adım olduğu açıktır. Dahası, Ankara’nın, bizzat kendi talimatıyla hazırlanan bu mütalaanın arkasında sağlam bir biçimde durduğu dahi söylemek mümkün değildir. 

Nitekim Rum hükümetinin talebi üzerine çok kısa bir süre içinde hazırlanan ve BM belgesi olarak kabul edilen mütaalayı Ankara uzun yıllar yanıtsız bırakmış, karşı iddaları çürütmek için yeni bir hukuki girişimde bulunmamıştır. 

Bu süreçte Helsinki Zirvesi önemli bir dönemeçtir. Türkiye, Aralık 1999’daki Helsinki Zirvesinde adaylık statüsü verilmesi ve Kıbrıs’ta çözümün kendi üyeliğinin önünde bir şart olmaması karşılığında, aynı karardan Kıbrıs’ın da yararlanmasına onay vermiştir. Böylelikle Ankara, çeşitli hukuki itirazlar öne sürerek AB’ye üye olamayacağını iddia ettiği, hatta Ada’nın tamamını temsil etmediği gerekçesi ile tanımadığı bir ülkenin üyelik sürecinin önündeki muhtemel en büyük engelin kaldırılmasına kendi isteğiyle razı olmuştur. Helsinki’de adaylık statüsünü cebine koyan Türkiye, bu tarihten itibaren tutum değiştirerek, Kıbrıs’ın üyeliğine değil, Kıbrıs’ta çözümün Türkiye’nin önüne bir şart 
olarak getirilmesine karşı çıkma siyasetini sürdürmüştür. Bu nedenledir ki Türkiye’nin 2001 yılının ortalarından itibaren arada bir hatırlattığı bu hukuki itirazlar ve dört yıllık bir aradan sonra Mendelson Raporu’nun tozlu raflardan çıkarılarak güncellenmesi ve Birleşmiş Milletler’e yeniden sunulması, AB tarafından kayda değer bulunmamıştır. “Rum Yönetimi’nin Ada’nın tamamını temsil etmediği” yönündeki itiraz ise, içi doldurulmadan ve keyfi bir biçimde öne sürülen bir itiraz olarak kalmıştır. Zira daha Kıbrıs’ın bütün Ada adına ortak üyelik başvurusunda bulunduğu 1972’de bu durumun Avrupa ülkelerine gerekçeleriyle anlatılmış olması gerekirken, Ankara’nın bu konuda adım atmadığı, aynı hatayı tam üyelik başvurusunda bulunduğu ve üyelik yolunda ilerlediği 1990’ların ilk yarısında da sürdürdüğü görülmektedir. Oysa AB’nin, “Rum Yönetimi”ni “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıdığı, KKTC’yi “Ada’nın kuzeyi” olarak nitelendirdiği, hatta KKTC’de konuşlanmış olan Türk ordusunu “işgal kuvveti” olarak gördüğü, alınan zirve kararlarında, kabul edilen resmi belge ve raporlarda defalarca kez ortaya konmuştur. Buna rağmen Ankara’nın bu konuda ciddi ve tutarlı bir politika yürüttüğünü söylemek mümkün değildir. Şubat 1995’te Ada’yı temsil eden tek bir otoritenin bulunmadığı konusunda sesini biraz yükselten Ankara, Gümrük Birliği karar metnini AB tarafından Ada’nın tamamını temsil eden tek otorite olarak kabul edilen Kıbrıs’a müzakere takvimi verilmesi karşılığında imzalamış, böylelikle iddiasını kendi elleriyle geçersiz hale getirmiştir. Üstüne üstlük imzaladığı antlaşmada tanımadığı bu ülke ile ticaret rejimini uyumlulaştırmayı taahhüt etmiştir. Gümrük Birliği’nin imzalanmasından sonra AB’nin Kıbrıs’a yönelik tutumu yukarıda açıklandığı şekilde devam etmiş, Türkiye’den Kıbrıs’taki işgal birliklerini çekmesini isteyen kararlar alınmıştır. Buna rağmen Ankara, Lüksemburg Zirvesi’ne kadar AB’nin bu tavrına karşı herhangi bir tepki göstermemiştir. Ankara’nın Lüksemburg’tan Helsinki’ye kadar geçen dönemde attığı adımlar ise, uluslararası kamuoyunu ikna etmeye yönelik ciddi ve sağlam temelli girişimler olmaktan uzaktır. Bu doğrultuda alınan kararlar ve açıklanan deklarasyonlar, Türk kamuoyunu etkilemeye yönelik girişimler olarak nitelendirilmelidir. 

Nitekim geçmişteki bütün itirazlarına rağmen, Helsinki Zirvesi’nde, tanımadığı bu ülkenin üyeliğinin önünü açan en önemli kararın altına imzasını atan yine Ankara olmuştur. Annan Planı’nın imzalanması ile sonuçlanan süreçte ortaya konan eleştirilere bakıldığında, “AB, Ada’nın tamamını temsil etmeyen Kıbrıs’ı bütün hukuki itirazlarımıza rağmen üye yapma konusunda adım atmaktan vazgeçene kadar Gümrük Birliği’ni askıya alıyoruz” ya da “Üyelik başvurumuzu çekiyoruz” demesi beklenen Türkiye’nin tam tersine bu iki konuda istediğini alabilmek için Kıbrıs’ı tanıdığı şeklinde yorumlanabilecek kararları dahi kabul ettiği görülmektedir. 

“Kıbrıs sorununun çözümünün Türkiye’nin AB üyeliğinin önşartı olamayacağı” Türkiye’nin Kıbrıs politikasını oluşturan unsurların arasında, üzerine en çok durulması gerekenlerden biridir. Öncelikle Kıbrıs sorununun çözümünün Türkiye’nin AB perspektifi ile bir biçimde bağlı olduğu uzun yıllardır bilinmektedir. Türkiye’nin daha 1987’de yaptığı tam üyelik başvurusunun 1989’da reddedilme gerekçelerinden biri olarak Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün gösterilmiş olması bunun en çarpıcı örneklerindendir. Bilinen bu gerçek 
karşısında Türkiye’nin somut ve istikrarlı adımlar attığını söylemek zordur. Türkiye, 1995 yılında Gümrük Birliği karşılığında Kıbrıs’a müzakere takvimi verilmesini kabul ederek, bu iki konu arasındaki bağlantıyı bizzat tescil etmiştir. Helsinki sonrasında ise, Ankara, AB’nin bu yöndeki girişimlerini salt kozmetik değişiklikler ve kelime oyunları ile bertaraf etmeye çalışmış, özlü tutum değişikliğini sağlayacak herhangi bir adım atmamıştır. 

Türkiye’nin AB üyeliği ile Kıbrıs meselesi arasındaki ilişkiyi farklı bir açıdan değerlendirmek gerekir. Türkiye-AB ilişkileri ve Kıbrıs’ta çözüm müzakerelerinin tarihi gelişimine bakıldığında, AB’den Türkiye konusunda olumlu adım atmasının beklendiği kritik tarihlerin öncesinde barış görüşmelerinin Ankara’nın desteğiyle canlandırılmaya çalışıldığı görülmektedir. 1995 yılının Ocak ayında Gümrük Birliği nedeniyle Yunanistan engelinin aşılmaya çalışıldığı günlerde yaşanan bu durum, daha sonra Türkiye’ye adaylık statüsünün verildiği 1999 Helsinki ve müzakere takvimi verileceğine dair beklentilerin yüksek olduğu 2001 Laeken Zirveleri öncesi tekrarlanmıştır. Ayrıca, Kıbrıs’ta barış görüşmelerinin kesintiye uğradığı tarihlerin aynı zamanda Türkiye ile AB arasında büyük gerginliklerin yaşandığı dönemlerle birebir örtüşmesi dikkat çekicidir. 1997 Lüksemburg 
sonrası yaşanan gelişmeler, bunun en belirgin örneğidir. Türkiye’ye adaylık statüsünün verilmediği Lüksemburg Zirvesi’nin hemen sonrasında Denktaş görüşmelerden çekilmiş, Türkiye ile AB arasında siyasi diyalogun bulunmadığı iki yıl boyunca Ada’da da herhangi bir müzakere yapılmamıştır. Ancak Aralık 1999’da Türkiye’ye adaylık statüsü verileceğinin anlaşılmasının ardından Ada’da dolaylı görüşmeler başlamıştır. Tesadüfle açıklanamayacak bu durum aslında Ankara’nın Kıbrıs’ta çözüm ile Türkiye’nin AB üyeliği arasında tersten bir bağ kurduğunu ortaya koymaktadır. Ankara, AB kendisine yeşil ışık yaktığı zaman Denktaş’ı müzakere masasına oturtmuş, beklediği kararlar çıkmayınca da görüşmelerin kesilmesini teşvik etmiştir. Böylelikle, AB’nin Türkiye’nin üyeliğinin önüne Kıbrıs’ta çözümü bir şart olarak getiremeyeceğini savunan Ankara, 
AB’ye “Sen benim üyeliğim konusunda ne kadar adım atarsan ben de Kıbrıs’ta çözüme o kadar yaklaşırım” mesajı vererek, Kıbrıs’ta çözüm için Türkiye’nin üyeliğini bir “önşart” haline getirmiştir. 

“Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmesi durumunda, Türkiye’nin de KKTC ile entegrasyona gideceği” tezi dikkatle incelenmesi gereken bir tezdir. Türkiye, KKTC ile bütünleşme tehdidini resmi düzeyde ilk olarak Şubat 1995’te öne sürmüştür. Hatırlanacağı üzere, Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, AB, Kıbrıs ile müzakerelere başlar başlamaz, Ankara’nın KKTC ile bütünleşeceği ifade edilmişti. Ne var ki Ankara, bu açıklamanın bir ay sonrasında kendi tezini tamamen çürütecek bir biçimde, Gümrük Birliği kararının alınması karşılığında, AB ile Kıbrıs’ın daha çok yakınlaşmasının önünü açacak bir formüle onay vermiştir. Dahası bu tarihten sonra Kıbrıs’ın AB ile bütünleşme yolunda atacağı 
adımlar doğrultusunda, KKTC ile Türkiye’nin gerçekleştireceği karşı-bütünleşmenin sürekli olarak ertelendiği görülmektedir. Başta bu karşı-bütünleşme için müzakerelerin başlamasını esas alan Ankara, daha sonra “Kıbrıs-AB bütünleşmesi yönünde atılacak her adımın” TC-KKTC bütünleşmesine yol açacağını açıklamış, bunun gerçekleştirilememesi üzerine “AB Kıbrıs’ı tam üye olarak kabul ederse” demeye başlamıştır. Hatta bu söylem Helsinki sonrasında, “Kıbrıs’ta çözüm Türkiye’nin önüne bir şart olarak getirilirse” 
biçiminde değişim göstermiştir. Bütün bu ertelemelerin en önemli sebebi, Türkiye-KKTC yakınlaşmasının aslında Ankara’nın iddia ettiği gibi Kıbrıs-AB yakınlaşmasına değil, Türkiye-AB yakınlaşmasına/uzaklaşmasına bağlanmış olmasıdır. Örnekse, TC-KKTC entegrasyonunun en simgesel kurumlarından biri olan TC-KKTC Ortaklık Konseyi, Kıbrıs-AB Ortaklık Konseyi ile eşzamanlı kurulmamış, 1997 Ağustos’unda Türkiye’nin AB’nin bir sonraki genişleme dalgasına dahil edilmeyeceğinin açıklandığı Gündem 2000 raporundan sonra kurulmuştur. Ayrıca altı ayda bir toplanması kararlaştırılan Konsey’in ancak Türkiye ile AB ilişkilerinin gerildiği zamanlarda AB’ye gözdağı verme amaçlı 
toplandığı gözden kaçmamaktadır. Dikkat edilecek olursa, Türkiye-AB ilişkilerinin geliştiği dönemlerde, Kıbrıs da AB ile bütünleşme doğrultusunda hızla ilerliyor olmasına rağmen, Ankara, KKTC ile bütünleşme amacıyla hiçbir adım atmamaktadır. Ancak AB’nin Türkiye’ye kapıları kapattığına ilişkin işaretlerin geldiği ya da Kıbrıs’ın kendi üyeliği önünde bir şart olduğunu hissettiği durumlarda, KKTC ile bütünleşme ya da ilhak gibi şantajlara sarılmaktadır. 

Bunun en tipik örneği, Kıbrıs’ın müzakerelerde en başarıyla ilerleyen ülke konumunda olduğu ve 2002’de bütün fasılları tamamlayarak tam üye 
olmaya hak kazanacağının defalarca kez teyit edildiği 2000 yılıdır. 2000 yılı boyunca bu gerçeğin kayda geçirildiği zirve kararlarına, raporlara ve resmi açıklamalara hiçbir itirazda bulunmayan Türkiye, 2000 sonunda yayınlanan KOB’da “Siyasi Kriterler” başlığı altında yer alan Ada’da çözümün Türkiye’nin önünde bir şart olduğu imasının bulunması üzerine yine KKTC ile bütünleşme kartını masaya koymuştur. Ankara’nın celallenmesi üzerine bu metinde yapılan ufak bir kozmetik değişiklik, Kıbrıs’ın AB üyeliği konusunda herhangi bir yenilik getirmemesine rağmen Ankara’yı memnun etmeye yetmiştir.

2001 ve 2002 yıllarında ise, Kıbrıs meselesinin, yalnızca AB üyeliği açısından değil, AGSP ve daha geniş ölçekli bölgesel politikalarda istediğini elde edebilmek için Ankara’nın zaman zaman öne sürdüğü bir koz haline geldiği görülmektedir. Aralık 2000’deki Nice Zirvesi’nde hem 2010 yılına kadar genişleme takvimine alınmayan hem de AGSP dışına itilen Türkiye, vakit kaybetmeden Kıbrıs’ı ilhak edeceği tehditlerini savurmaya başlamıştır. 2001 yılın sonunda AGSP krizinin aşılması, Laeken Zirvesi’nden ılımlı mesajların çıkması üzerine ise “yanlış anlaşıldığını” açıklamıştır. Bu durum MGK kararlarına da çarpıcı bir biçimde yansımaktadır. Mayıs 2001’deki toplantıda kabul ettiği Kıbrıs’ta Eylem Planı’nı AB üyesi ülkelere gönderen, AGSP baskısının iyice yoğunlaştığı Eylül ayındaki toplantıda hükümete planı uygulamaya koyma çağrısında bulunan MGK, bir ay sonra ansızın Denktaş’ın girişimleri sonucu Ada’da başlayacak olan “önkoşulsuz” görüşmeleri desteklemeye karar vermiştir! 2002 yılının son aylarına dek AGSP konusundaki baskıların Yunanistan üzerinde yoğunlaşması, Barselona ile Seville Zirvelerinde Türkiye’ye müzakere takvimi verilebileceğine ilişkin olumlu mesajların verilmesi, aynı zirvelerde Kıbrıs ile katılım anlaşmasının 2003’te imzalanacağı ve 2004 yılı AP seçimlerine yeni üyelerle gidileceği yönünde kararların alınmış olmasına rağmen Ankara’da memnuniyetle karşılanmış, hatta Ankara söz konusu belgeleri, Helsinki kararına atıfta bulunduğu için, yani Kıbrıs’ı Türkiye’nin önüne bir şart olarak getirmediği için “dengeli” bulduğunu açıklamış tır. Türkiye’nin 2002 sonunda TC-KKTC Ortaklık Konseyi’ni toplaması ve bütünleşme konusunda söylemini yeniden sertleştirmesi ise, AB’nin kabul edilen reformlara rağmen müzakere takvimi vermeyeceğine ilişkin söylemlerini artırdığı döneme denk gelmektedir. Nitekim Ankara, Türkiye’ye müzakere tarihi verilmesi konusunda herhangi bir tavsiyede bulunmayan İlerleme Raporu ve Karma Belge yayınladıktan sonra, Kıbrıs’ın AB üyeliğinin 1959-60 antlaşmalarına aykırı olduğu ve bu gerçekleştiği durumda Türkiye’nin izleyeceği yolun bilindiği yönündeki bir açıklama yapmıştır. Ne var ki bu sert açıklamanın hemen birkaç hafta sonrasında, Brüksel ve Kopenhag’da gerçekleştirilen toplantılarda Aralık 2002’deki Kopenhag Zirvesi’ne ilişkin olumlu işaretlerin verilmesi, aynı zirvede Kıbrıs’ın müzakereleri tamamlamış olacağının ilan edilecek olmasına rağmen, Ankara’nın itirazlarını ve entegrasyon tehditlerini rafa kaldırması için yeterli olmuştur. 


Bütün bu gelişmelere bakıldığı zaman, Türkiye’nin, Kıbrıs’ın AB üyeliği bağlamında başta açıklanan itirazlarla uyumlu bir politika geliştirdiğini söylemek mümkün değildir. 
Türkiye, köşeye sıkıştığı zaman, yıllardır değişmediğini iddia ettiği tezlerinin hepsinden ödün vermekte beis görmemiş, AB’ye gözdağı vermek istediği dönemlerde KKTC’yi ilhak edeceği, Ada ile bütünleşeceği tehdidini savurmaktan çekinmemiştir. Yukarıda tartışılan geniş zaman diliminde, Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili en tutarlı ve istikrarlı politikası, Kıbrıs meselesini, AB ile ilişkilerini yürütür ken zaman zaman kullanacağı bir pazarlık kozu olarak görmüş olmasıdır. 1990’ların ilk yarısında Gümrük Birliği, 90’ların sonlarında adaylık statüsü, 2000-2001 yıllarında AGSP, 2002 yılında da müzakere takvimi konularında avantaj elde edebilmek adına birbiriyle çelişkili pek çok adım atan Ankara, Kıbrıs Türk halkın geleceğini umursamadan Ada’daki barış görüşmelerini bu sürece endekslemiş, böylelikle çözümsüzlüğün devam etmesine göz yummuştur. Bu tablo karşısında, Türkiye’yi yıllarca çözümsüzlüğün baş sorumlusu olarak görmüş olan uluslararası toplumun Türkiye’ye haksızlık ettiğini iddia etmek bir hayli güçleşmektedir. 

5. SONUÇ 

Bu çalışmada Annan Planı’nın referanduma sunulması sürecinde, Türkiye’nin “kırk yıllık” Kıbrıs politikasının değiştirildiği eleştirilerinden yola çıkılarak 1950’lerin ortalarından itibaren yürütülen Kıbrıs politikaları, iki ana eksen üzerinde incelenmiştir. Bunlardan ilki, tezin birinci bölümünün konusu olan, Ankara’nın “kırmızı çizgileri” ya da “olmazsa olmazları”dır. Türkiye’nin resmi politikasını oluşturduğu söylenen bu kırmızı çizgiler, ifade bulduğu TBMM kararları, TC-KKTC Ortaklık Açıklamaları ve 
Deklarasyonları ve Ankara’nın uygulamaları ışığında tartışılmıştır. İkinci ve üçüncü bölümlerde ise Kıbrıs’ın AB’ye tam üyelik sürecinde izlenen politikalar Türkiye’nin AB yolculuğuna paralel biçimde ele alınmıştır. 

Birinci bölümdeki değerlendirmelerden hatırlanacağı üzere, Türkiye’nin iddia edildiği gibi yarım asrı aşkın zamandır değişmeden kalmış kırmızı çizgileri olduğunu söylemek mümkün değildir. Tam aksine Türkiye, Kıbrıs politikasını konjonktüre göre sürekli değişen sloganlarla savunmuş, birbiriyle çelişen kararlara ve uygulamalara imza atmıştır. 
Aynı zamanda 1950’lerden bu yana Türkiye’nin Kıbrıs konusunda attığı adımlara bakıldığında, izlediği politikaların proaktif değil reaktif politikalar olduğu açıkça 
görülmektedir. Ankara, kimi zaman çeşitli “dış güçlere” gözdağı verebilmek için Kıbrıs meselesini tehdit unsuru olarak kullanmış kimi zaman beklenmedik ölçüde geri adım atarak Ada’da çözümün Türkiye’nin iki dudağı arasında olduğu izlenimini yaratmıştır. Bu tutum, yıllar içinde uluslararası toplum karşısında samimiyetini ve inandırıcılığını yitirmesine yol açmıştır.

İkinci ve üçüncü bölümlerde ise Türkiye’nin Kıbrıs’ın AB’ye tam üyelik süreci ile ilgili olarak baştan beri uluslararası kamuoyu nezdinde savunduğu iddia edilen hukuki ve siyasi tezleri tutarlılık ve kararlılık içinde ortaya koymadığı, bu konuda atılan adımların ya çok geç ya da çelişkili ve ciddiyetten uzak adımlar olduğu görülmüştür. Türkiye ne AB ile üyelik görüşmeleri yapan tarafın Ada’nın tamamını temsil etmediğini ikna edici bir biçimde savunmuş ne de antlaşmalardan kaynaklanan hukuki çekincelerini ilgili taraflarla müzakere etmiştir. Köşeye sıkıştığında KKTC’yle entegrasyona gideceği tehditlerini savuran Türkiye, AB’den yeşil ışık yakıldığı zaman bu tutumunu derhal terk etmiştir. 

Türkiye’nin sürekli yalpalayan politikası, uluslararası alanda kendi itibarını zedelemekle kalmamış, zaten başka bir devlet tarafından tanınmayan KKTC’nin de Türkiye’nin elinde bir oyuncak olduğu kanısını iyice yerleştirmiştir. 

Tezin başında belirtildiği gibi, bir değişim iddiasının gerçekçi olabilmesi için, herşeyden önce değiştirildiği söylenen durum ya da olgunun belli bir tutarlılık, diğer bir deyişle “değişmezlik” göstermesi gerekir. Türkiye’nin 1950’lerden bu yana benimsemiş olduğu politikaların çelişkilerine ve tutarsızlıklarına bakıldığında, Annan Planı’na uzanan süreçte Ankara’nın tutumunun “Türk dış politikasında Lozan’dan bu yana ilk kez büyük bir kırılma olduğu” iddiasının geçerli olmadığı açıkça görülmektedir. Türkiye’nin kırk yılı aşkın süredir Kıbrıs’la ilgili geliştirdiği politikalar, KKTC’yi kendisine bağımlı bir uydu ülke, Doğu Akdeniz’de kırk bin askerimizi konuşlandırdığımız bir üs; Kıbrıs meselesini de 
başta AB olmak üzere Batılı ülkelerle geliştirdiğimiz ilişkilerde gerektiğinde öne sürülecek bir tehdit, gerekmediğinde elde saklanacak bir koz olarak gördüğünü ortaya koymaktadır. 
Dolayısıyla Türkiye’nin dörtbaşı mamur bir Kıbrıs politikası olduğunu söylemek çok zordur. “Kırmızı çizgiler”in aslında “bukalemun çizgiler” olması, birbiriyle çelişkili pek çok tutum ve uygulamanın aynı anda sergilenmesi, atılacak adımların başkaları tarafından atılacak adımlara bağlanması, bunun bir sonucudur. Türkiye’nin başaktörleri arasında NATO, Yunanistan, AB, ABD gibi oyuncuların olduğu “ Batılı Ülkeler Politikaları ” vardır. 

Milli Dava ” Kıbrıs ise bu politikaların yürütülmesinde Türkiye’ye manevra alanı sağlayan bir mecradan ibarettir. 


DİPNOTLAR;


293 “Türkiye vites yükseltti”, Cumhuriyet, 7 Aralık 2001.Bu arada İsmail Cem, 9 Aralık’ta bir açıklama yaparak “Kıbrıs için bedel öderiz” derken yanlış anlaşıldığını, kastettiğinin AB değil, “muhtemel ambargolar” olduğunu ifade eder. 2 Kasım’daki “bedel öderiz” açıklamasından sonra Türkiye’nin Kıbrıs için AB üyeliğinden vazgeçeceği konusundaki sayısız yoruma rağmen sözlerini tekzip etme gereği duymayan Cem’in yaklaşan Laeken Zirvesi öncesinde AGSP konusunda varılan uzlaşının rahatlığıyla “yanlış anlaşıldım” açıklamasını yapması, “ne için bedel?” sorularını beraberinde getirmiştir, “ AGSP’de ödün verilmediğini söyleyen Cem, Kıbrıs’ta çözüm bulunacağına inandığını söyledi”, Cumhuriyet, 10 Aralık 2001; “ Cem: AB, Kıbrıs’ın bedeli değil ”, Akşam, 10 Aralık 2001. 
294 “AGSP için Türkiye’yle uzlaşan AB, Yunanistan’ı ikna edemiyor. Dananın kuyruğu 14-15 Aralık’taki Zirvede kopacak”, Radikal, 11 Aralık 2001; 
“Atina, Avrupa Ordusuna vize vermedi”, Cumhuriyet, 11 Aralık 
2001; “Atina’nın inadı AGSP’yi sarstı”, Radikal, 12 Aralık 2001; “ABD ve AB’den AGSP baskısı: Yunanistan yalnız kaldı”, Cumhuriyet, 12 Aralık 2001. 
295 “AGSP’de sancılı doğum”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2001; “Ecevit zirveye rahat katılıyor: AGSP, AB’nin sorunu”, Radikal, 15 Aralık 2001; “AGSP’de ne şiş yandı ne kebap”, Radikal, 16 Aralık 2001 
296 14-15 Aralık 2001 tarihli AB Laeken Zirvesi Başkanlık Bildirgesi’nin tam metni için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/68827.pdf. 
297 “Avrupa ailesine doğru”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2001; “Ecevit AB için umutlu: Başbakan, AB’nin Laeken zirvesinden memnun”, Radikal, 17 Aralık 2001; “Birlik ilk kez Türkiye ile üyelik müzakerelerini başlatmanın yakınlaştığını açıkladı. Ankara: AB ile yeni sayfa”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2001. 
298 15-16 Mart 2002 AB Barcelona Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/71025.pdf 
299 “Atina bu kez yalnız kaldı”, Milliyet, 17 Mart 2002; “Atina’ya AGSP baskısı artacak”, Cumhuriyet, 17 Mart 2002. 
300 “Birleşmiş Milletler, adadaki çözümsüzlükten Türk tarafını sorumlu tutuyor: Ankara’nın Kıbrıs telaşı”, 
Cumhuriyet, 4 Mayıs 2002; “Kıbrıs’ta işler iyi gitmiyor, Birleşmiş Milletler Türk tarafını işbirliği yapması 
için uyardı, Annan adaya gidiyor”, Radikal, 4 Mayıs 2002. 
301 “AK Başkanı Prodi: Ada’nın üyeliği Aralık’ta tamam”, Cumhuriyet, 4 Mayıs 2002. 
303 “Sürpriz Buluşma”, Radikal, 29 Mayıs 2002; 
304 21-22 Haziran tarihli AB Seville Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/72638.pdf. 
305 “AB’den ‘takvim’ sinyali”, Milliyet, 22 Haziran 2002; “AB’de sıcak mesajlar”, Radikal, 22 Haziran 2002; 
Umut AB’den mesai Türkiye’den”, Radikal, “23 Haziran 2002; “Türkiye kararı Kopenhag’da”, Cumhuriyet, 
23 Haziran 2002”; “AB’den ‘6 ay’ mesajı”, Milliyet, 23 Haziran 2002 
306 “Kıbrıs konusunda dengeyi bozmadılar,” Radikal, 23 Haziran 2002. 
307 “AGSP topu yine Türkiye’de”, Milliyet, 22 Haziran 2002; “AGSP düğümü yine çözümsüz”, Radikal, 23 
Haziran 2002; “Chirac: AGSP’de sorun kalmadı”, Milliyet, 23 Haziran 2002; “Yunanistan zirveden memnun”, Cumhuriyet, 24 Haziran 2002. 
308 “Türkiye’ye takvim yok”, Cumhuriyet, 2 Temmuz 2002; “Havada bulut, AB’yi unut”, Radikal, 3 Temmuz 2002. 
309 “AP Raportörü Elma Brok, Türkiye’yi AGSP ve Kıbrıs konusunda uyardı”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2002. 
310 “AB: Kıbrıs takvimi bozmaz”, Radikal, 4 Temmuz 2002. 
311 “AGSP’de harf bile değişmez”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2002. 
312 “Hükümet çözülüyor: Cem de istifa etmeyi düşünüyor”, Radikal, 4 Temmuz 2002. 
313 “BM’den Kıbrıs eleştirisi”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 2002; “BM Türk tarafını suçladı”, Cumhuriyet, 11 Temmuz 2002; “BM, Türklere çıkıştı: Rum tezine destek”, Radikal, 11 Temmuz 2002. 
314 “KKTC, uluslararası toplumun tek taraflı davranmaması gerektiğini söyledi”, Cumhuriyet, 11 Temmuz 2002 
315 “Türkiye erken seçim yolunda”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 2002. 
316 “Hayatımız değişiyor: Demokrasi havası”, Milliyet, 4 Ağustos 2002; 
317 “Ankara AB atağında”, Radikal, 4 Eylül 2002; 
318 “Solana ile görüşme”, Cumhuriyet, 5 Eylül 2002 
319 “Tatsız Görüşme”, Radikal, 6 Eylül 2002; “AB Bahane aramasın”, Cumhuriyet, 6 Eylül 2002. 
320 “Tarih için erken”, Radikal, 19 Eylül 2002. 
321 “AB takvimi öne çekme derdinde”, Radikal, 25 Eylül 2002. 
322 AP’nin 26 Eylül 2002 tarihli raporunun tam metni için, 
http://www.europarl.europa.eu/sides/getDoc.do?pubRef=-//EP//TEXT+PRESS+DN-20020926-1+0+DOC+XML+V0//EN. 
323 “AP’den AGSP sitemi”, Radikal, 26 Eylül 2002. 
324 “AP’nin eleştirilerine yanıt”, Cumhuriyet, 26 Eylül 2002; M. Ali Kışlalı, “AB yerine NATO”, Radikal, 27 Eylül 2002. 
325 “Ankara’ya hep aynı yanıt. Gürel AB’den müzakere takvimi istedi, Dönem Başkanı Danimarka, ‘Biz 
uygulamaya bakarız’ dedi”, Radikal, 27 Eylül 2002; “Gürel: AB’den tarih alamadık”, Cumhuriyet, 27 Eylül 2002. 
326 “İşbirliğinde yeni adımlar”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2002; “Entegrasyon adımı”, Radikal, 1 Ekim 2002. 
327 “AB yine tarih vermedi”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2002; “Avrupa Türkiye’yi dışlıyor”, Radikal, 5 Ekim 2002. 
328 “Rumlar için sorun yok”, Radikal, 5 Ekim 2002. 
329 9 Ekim 2002 tarihli Türkiye İlerleme Raporu’nun tam metni için, 
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_2002.pdf 
330 9 Ekim 2002 tarihli Kıbrıs İlerleme Raporu’nun tam metni için, 
http://www.competition.gov.cy/competition/competition.nsf/All/9C55FDD5E0B3D35EC2256C8C00322A6 
C/$file/Regular%20Report%202002.pdf?OpenElement. 
331 9 Ekim 2002 tarihli Karma Belge’nin tam metni için, 
http://www.tesev.org.tr/ab_izleme/abdokumanlar/2002_karma_belge.doc. 
332 “Avrupa 3 Kasım’ı bekliyor”, Cumhuriyet, 10 Ekim 2002; “AB kapıyı aralık bıraktı”, “Komisyon renk vermedi”, Radikal, 10 Ekim 2002; Erol Manisalı, “Türkiye’yi Oyalama Raporu”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2002; Gündüz Aktan, “İlerle(me!)” raporu”, Radikal, 12 Ekim 2002. 
333 “En başarılı öğrenci Rumlara yeşil ışık yakıldı”, Radikal, 10 Ekim 2002. 
334 İlerleme Raporu ve Karma Belge’nin yayınlanmasından sonra Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklama için, http://www.belgenet.com/arsiv/ab/dis_091002.html. 
335 “Dışişleri Bakanı Gürel: Raporun köstek olmasını beklemiyorduk”, Cumhuriyet, 10 Ekim 2002; “Ankara tepkisini sertleştirdi: AB Ada’da tarihi bir hataya düşmesin”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2002. 
336 “Yılmaz: Gri tonları ağır basan fotoğraf”, Cumhuriyet, 10 Ekim 2002. 
337 “Türkiye’den AB’ye Kıbrıs resti”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2002. 
338 24-25 Ekim 2002 AB Brüksel Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
339 “AB Liderlerinden sıcak mesaj”, Hürriyet, 26 Ekim 2002; “Brüksel’de olumlu hava”, Radikal, 26 Ekim 
2002; “AB’den iyimser hava”, Cumhuriyet, 26 Ekim 2002. 
340 “Türkiye’ye koşullu müzakere”, Hürriyet, 29 Ekim 2002; “Yılmaz: AB’deki hava lehimize”, Milliyet, 29 Ekim 2002; “Yılmaz: koşullu tarih verilecek”, Radikal, 30 Ekim 2002; “Für Kopenhagen alles OK, Herr 
Yılmaz (Kopenhag için herşey yolunda Bay Yılmaz)”, Hürriyet, 31 Ekim 2002. 
341 M. Ali Kışlalı, “Güney Kıbrıs’ın AB üyeliği”, Radikal, 31 Ekim 2002. 

***

Kıbrıs’ta Eylem Planı Çekoslovakya, İlhak... AGSP?



Kıbrıs’ta Eylem Planı  Çekoslovakya, İlhak... AGSP? 


Mayıs Ayı sonunda Ankara’da Kıbrıs’la ilgili demeçlerin tonunun birden sertleşmeye başladığı görülür. 29 Mayıs 2001’de gerçekleşen Milli Güvenlik Kurulu toplantısının ardından “ Kıbrıs’ta Eylem Planı ” adı verilen bir belge kabul edilir 250 ve bu belge, Yunanistan haricindeki on dört AB üyesine bir mektup olarak yollanır. Bu yönüyle belgenin özellikle AB’ye bir uyarı niteliği taşıdığı söylenebilir251. Belgede, Kıbrıs’ın tek taraflı üyelik başvurusunun yasadışı olduğu, bu üyeliğin gerçekleşmesinin Ada’daki bölünmeyi derinleştireceği ve bir krize yol açacağı ifade edilmektedir. 

Bu bağlamda AB’ye Kıbrıs’ın üyelik sürecini dondurması çağrısı yapılmakta, aksi taktirde Türkiye ile KKTC’nin bütünleşmeye gideceği belirtilmektedir. 
Başbakan Bülent Ecevit’in birinci bölümde ele alınan Kıbrıs’ta Çekoslovakya modeli, 29 Mayıs tarihli MGK kararları sonrasında ortaya atılmıştır252. 

Türkiye’nin 1999 yılı sonlarından itibaren terk ettiği tehditkar söylemin 29 Mayıs tarihli MGK toplantısıyla yeniden dirilmesi ve adeta askeri muhtıra niteliğinde doğrudan AB üyelerine iletilmesi zamanlaması açısından tesadüfi değildir. Hatırlanacağı üzere Kıbrıs, zaten 1998 yılından bu yana büyük bir hızla katılım müzakerelerini 
yürütmektedir. 

1999 ve 2000 yılında bu sürecin önemli bir bölümü başarıyla tamamlanmış, 10-11 Aralık 1999’daki Helsinki Zirvesi’nde Kıbrıs’ın 2002 yılında tam üye olmak için bütün kriterleri yerine getirmiş olacağı teyit edilmiştir. Mayıs 2001’de Kıbrıs ile ilgili öncekilerden farklı bir gelişme olmamasına rağmen Ankara’nın özellikle asker kaynaklı olarak sertleşen tutumu, Türkiye ile AB arasında Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası nedeniyle gergin günler yaşanmasıyla açıklanabilir253. 

Nice Zirvesi’nde Türkiye’nin AGSP dışında bırakılması nedeniyle başlayan bu gerginlik, Mayıs ayının ortalarıyla birlikte iyice tırmanmıştır. 

AB, 2003 yılında oluşturmak istediği 60 bin kişilik askeri güce Türkiye’yi dahil etmek istememektedir. 

Türkiye de buna karşılık olarak AB’nin NATO’nun askeri olanaklarından yararlanmasını veto etmektedir. 

Dışişleri Bakanı İsmail Cem, 14 Mayıs 2001’de AGSP’nin tartışılacağı NATO ve AB ülkeleri dışişleri bakanları toplantısına katılmak üzere Brüksel’e gider. 

AB’nin amacı, ay sonunda Budapeşte’de düzenlenecek NATO toplantısı öncesinde Türkiye’yi veto kartını kullanmama konusunda ikna edebilmektedir. 

Ancak Türkiye, kendisinin dışarıda bırakıldığı bir AGSP’nin NATO imkanlarını kullanmasına müsaade edemeyeceğini vurgular254. Ankara’nın buradaki en 
önemli çekincelerinden biri, içinde Türkiye’nin yer almadığı bir AGSP’nin özellikle Kıbrıs’ın üyeliğinden sonra Türkiye’yi AB toprağını işgal eden bir ülke kabul etmesi ve bu gerekçeyle Kıbrıs ve Ege’ye müdahale etmesidir. Bu nedenle Türkiye mutlaka AGSP’ye dahil olmak, ya da en azından AGSP’nin müdahale alanını kısıtlamak istemektedir255. 

MGK toplantısı ile aynı gün, 29 Mayıs’ta Budapeşte’de başlayan NATO toplantısı böyle bir hava içinde gerçekleşir. Türkiye’ye AGSP konusunda yeşil ışık yakmayan AB, aynı zamanda vetonun kaldırması konusunda Ankara’ya yoğun baskı uygulamaktadır256. Zirve sırasında Ankara’ya gizli heyetlerin gönderildiği ve ikna çalışmaları yürütüldüğü bilinmektedir257. Zirvenin son gününde Kıbrıs ve Ege’nin AGSP’nin müdahale alanından çıkarılması taahhüdünde bulunulması üzerine Türkiye yumuşama sinyalleri verir. 

Ancak resmi olarak vetosunu kaldırmaya yanaşmaz258. Böyle bir ortamda, Ankara’nın KKTC ile bütünleşeceğini tehtidini öne sürmesi, AGSP konusunda AB’yi köşeye sıkıştırma ve ikna etmeye yönelik bir hamle olarak nitelendirilmelidir. 

15-16 Haziran 2001’de gerçekleşen AB Göteborg Zirvesi’nde Türkiye’ye KOB’da altı çizilen ve “katılım öncesi stratejinin kilometre taşları olarak anılan öncelikleri” uygulama konusunda somut önlemler alma çağrısı yapılır259. Aynı zamanda zirveye katılan Başbakan Ecevit’in AGSP konusunda baskı gördüğü bilinmektedir 260. 

Genişlemenin ilk dalgasının 2002 yılında gerçekleşmesini öngören Başkanlık Bildirgesi imzalandığı sırada 

Kıbrıs tamamladığı 22 müzakere başlığıyla Macaristan ile birlikte tam üyelik yolunda en hızlı ilerleyen ülke konumundadır261. 

Türkiye ile AB arasında Kıbrıs ve AGSP konusunda gerginlik sürerken Avrupa Parlamentosu 5 Eylül 2001 tarihinde tam üyelik görüşmeleri süren 12 aday ülke ile ilgili ilerleme raporlarını kabul eder. Aynı toplantıda Kıbrıs’ın tam üye olmaya en yakın aday ülke olduğunun altını bir kez daha çizen AP, Türkiye ve KKTC’yi çözümsüzlükle itham eden Poos raporunu262 onaylar ve Kıbrıs tam üye olduğu taktirde, Türkiye, KKTC ile birleşirse, AB’yi unutması gerektiğini açıklar263. 

AB’ye üye ve aday ülkelerin dışişleri bakanları 9 Eylül 2001 tarihinde AGSP konusunu tartışmak üzere Brüksel’de bir araya gelir. Kıbrıs meselesinin en önemli gündem maddelerinden birini oluşturduğu zirvede Ankara’dan yine AGSP’nin NATO imkanlarını kullanmasını veto etmemesi istenmiş, Dışişler Bakanı İsmail Cem ise Türkiye’nin AGSP’ye katılımı sağlanmadan bunun mümkün olmayacağını vurgulamıştır264. Bütün bu gelişmelere bakıldığında, özellikle Nice Zirvesi’nin ardından Kıbrıs ve AGSP konusunun giderek birbirine bağlandığı gözden kaçmamaktadır265. 

Ekim ayının son günlerinden itibaren Ankara’nın Kıbrıs ile ilgili tutumunun iyice sertleştiği görülür. İsmail Cem 2 Kasım’da Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki konuşmasında, “Kıbrıs için bedel ödeyebiliriz” açıklamasını yapar266. Birinci bölümden de hatırlanacağı üzere, bu açıklamanın kısa bir süre öncesinde Ada’da yaptığı bir ziyarette, AB Komisyonu Başkanı Romano Prodi, çözüm olmasa da Kıbrıs’ın birliğe üye olacağını bir kez daha ilan etmiştir267. Ardından Başbakan Ecevit, 3 Kasım’da yaptığı bir açıklamada, Güney Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmesi durumunda buna Türkiye’nin de aynı şekilde cevap vereceğini, sonucun ya tam ilhak ya da kısmi ilhak olacağını duyurur 268. 

Hatırlanacağı üzere, Kıbrıs’ın sorun çözülmeden de üye olabilmesinin yolunu Türkiye’nin resmi adaylığının ilan edilmesi karşılığında onay verdiği Helsinki Zirvesi kararları açmıştı. 

1999’dan bu yana çeşitli platformlarda Kıbrıs’ın kaydettiği ilerlemenin altı çizilmiş ve 2002’de müzakereleri tamamlayarak tam üye olmaya hak kazanacağı defalarca kez ifade edilmişti. Dolayısıyla gelinen noktanın sürpriz olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak Ankara 1999’dan bu yana alınan bütün kararlar ve yapılan açıklamalar sonrasında sessizliğini korumuş, sadece Kıbrıs sorununun Türkiye’nin üyelik perspektifiyle bağlantılandırılması anlamına gelebilecek ifadeleri reddetmiştir. Dolayısıyla özellikle 2001 yılının ortalarından itibaren Kıbrıs’ın üyelik süreciyle ilgili yeniden sertleşen tavrı, Kıbrıs’ın tam üyeliğe yaklaşmış olması ile açıklamak mümkün olmayacaktır. 

Bunda AB’nin Türkiye’nin üyelik sürecine ilişkin Ankara’nın beklediği olumlu adımları atmaması kadar, AGSP konusundaki gelişmeler de etkili olmaktadır. 
Yukarıda da açıklandığı gibi 29 Mayıs 2001’de gerçekleşen MGK toplantısı, Türkiye’nin KKTC ile bütünleşme adımlarını ortaya koyan bir “Kıbrıs Eylem Planı” benimsemiş ve planı önce Bakanlar Kurulu’na daha sonra da büyükelçiler aracılığıyla Atina haricindeki AB başkentlerine iletmişti. MGK, 28 Eylül 2001 tarihinde gündem maddelerinden biri Kıbrıs olan bir toplantı daha gerçekleştirir. Toplantıda 29 Mayıs’ta ortaya konan Eylem Planı’nın ne kadar uygulandığına ilişkin olarak hazırlanan rapor görüşülür ve hükümete gerekli adımların atılması konusunda talimat verilir269. 

13 Kasım 2001’de Avrupa Komisyonu aday ülkeler için hazırladığı ilerleme raporlarını ve Strateji Belgesi’ni kamuoyuna açıklar. Kıbrıs için İlerleme Raporu’nda 270 “Kıbrıs’ta çözüm” başlığının “Siyasi Kriterler” başlığı altında değil, ayrı bir başlık olarak ele alındığı göze çarpmaktadır. Bu bölümde Denktaş’ın Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin görüşme davetini geri çevirmesine duyulan tepki açıkça ortaya konmuştur. Raporda dikkati çeken bir diğer unsur, Ada’da “tercihen” Kıbrıs’ın AB’ye katılımından önce bir çözüme ulaşılması isteğinin dile getirilmiş olmasıdır. Diğer bir deyişle AB, çözüm olmasa bile Kıbrıs’ın tam üye yapılacağına ilişkin net işaretler vermeye devam etmektedir271. Aynı zamanda Kıbrıs ile iki müzakere başlığı dışındaki bütün fasıllarda müzakerelerin başladığı ve 23 başlıkta bu sürecin tamamlandığı 
ifade edilmektedir. 

Türkiye için hazırlanan İlerleme Raporu272, önceki yıllardan farklı olarak, müzakerelere başlamış ülkeler için hazırlanan formatta hazırlanmıştır. Yani her bir müzakere başlığındaki ilerleme, ayrı bir bölümde ele alınmıştır. Kabul edilen uyum reformları sayesinde Türkiye’nin önemli bir ilerleme kaydettiğinin altını çizen rapor, buna rağmen Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini karşılamaktan uzak olduğunu vurgulamaktadır. Aynı zamanda Türkiye’nin Helsinki Zirvesi sonuç bildirgesinin 9(a) maddesinde öngörülen somut eylemleri hayata geçirmemesinin ve “Kıbrıs Türk toplumunun lideri Bay Denktaş’ın” Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin davetini geri çevirmesine Ankara’nın verdiği desteğin hayal kırıklığına yol açtığı” ifade edilmiştir. Karma Belge olarak da anılan Strateji Belgesi’nin273 “Giriş” bölümünde, “Kıbrıs’ın AB’ye birleşmiş olarak girmesinin bütün üyelerin arzusu” olduğu ancak “katılım müzakerelerinin tamamlanmasına kadar çözüm gerçekleşmediği taktirde, Konsey’in bunu 
bir önşart olarak kabul etmeyeceği ve Helsinki kararları doğrultusunda kararını vereceği” bildirilmektedir. Bu ifadeleri takip eden paragrafta ise Türkiye’den insan hakları konusundaki reformları hayata geçirmenin yanı sıra “Kıbrıs problemini ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası konusunda ortaya çıkmış olan farkları çözmeye yönelik çabalara aktif biçimde katkıda bulunması” istenmektedir. Aynı zamanda Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirmiş olan bütün adaylarla müzakerelerin başladığı ancak Türkiye’nin bu kriterleri hala karşılamadığı vurgulanmakta, Türkiye’nin reform sürecinin desteklenmesi amacıyla Topluluk Programları ve fonlarından daha fazla yararlanması için gerekli mekanizmaların oluşturulması tavsiyesinde bulunulmaktadır. Belge, aday ülkelerle müzakerelerin 2002 yılında tamamlanması ve 2004 yılı Avrupa Parlamentosu seçimlerine yeni üyelerle birlikte gidilmesi hedefini de tekrarlamıştır. “Türkiye İçin Katılım Öncesi Strateji” bölümünde Türkiye’nin Helsinki’de belirlenmiş olan “siyasi diyalog” kapsamında Kıbrıs’ta çözümü desteklemesi, AGSP’ye katılım konusunda da daha yapıcı bir yaklaşım benimsemesi gerektiği vurgulanmıştır. 

AB’nin kabul ettiği son belgelerin üzerine Kıbrıs’ta çözümün yanı sıra AGSP’nin de adeta bir önşart haline gelmeye başladığı ve tam üyeliğin iyice zorlaştığı yorumları yapılmıştır274. 

13 Kasım 2001’de önce Dışişleri Bakanlığı, daha sonra da Hükümet adına Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz bir açıklama yapar. Açıklamalarda bundan önceki yıllardan farklı olarak hem İlerleme Raporu’nun hem de Strateji Belgesi’nin değerlendirilmiş ve her iki belgenin de genelde “yapıcı” bulunduğu ifade edilmiştir. 

Dışişleri Bakanlığı, İlerleme Raporu’nda yer alan Kıbrıs bölümü ile ilgili olarak, “Türkiye, BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde iki tarafça kabul edilebilir ve Ada’daki gerçeklere dayalı kapsamlı bir çözüme ulaşılması yönündeki çabaları desteklemeye devam etmektedir. Türkiye, Kıbrıs Türk tarafının bu yönde sergilediği yapıcı tutum ve katkıları da memnuniyetle karşılamaktadır” ifadelerine yer vermiş, “Kıbrıs’ta eşitlik temelinde kabul edilebilir bir çözüme ulaşılmadan GKRY’nin hukuk dışı AB üyelik sürecinin ileriye götürülmesi beraberinde olumsuz sonuçlar getireceğini, bu çerçevede uluslararası camianın Kıbrıs sorununa doğru bir teşhis koymasının beklendiğini” vurgulamıştır275. 
Mesut Yılmaz ise yayınlanan belgelerde dile getirilen eleştirileri haklı bulduğunu ifade ettikten sonra, gerek İlerleme Raporu’nda gerekse Strateji Belgesi’nde Kıbrıs ve AGSP’ye atıfta bulunulduğunu söylemiş ancak bu konularda henüz bir değerlendirme yapmak istemediğini açıklamıştır. Yılmaz, bu meselelerde atılacak adımların yalnızca Türkiye’den beklenemeyeceğini, AB’nin de teşvik edici olması gerektiğini belirtmekle yetinmiştir 276. 

Hükümetten ve Dışişlerinden gelen ihtiyatlı olmakla birlikte olumlu açıklamaların Ankara’nın bu belgeleri kabul ettiği anlamına geldiği söylenebilir. Ancak bu açıklamaların hemen ardından Ankara’nın üslubunun sertleştiği ve Kıbrıs’la ilgili tehtidkar ifadelerin birbiri ardına kullanıldığı gözlerden kaçmaz. KKTC’nin kuruluş yıldönümünde bir konuşma yapan Başbakan Bülent Ecevit, Rumların Birliğe üye olamayacağını, Türkiye’nin KKTC’den vazgeçmeyeceğini, gerekirse bunun için bedel ödeyebileceğini ifade eder 277. Bu arada Türkiye hukuki atak başlatarak 12 Eylül 2001 tarihli güncellenmiş Mendelson Raporu’nun Birleşmiş Milletler belgesi olarak yayınlanmasını sağlar 278. Türkiye’nin bu süreçte birbiriyle çelişkili tutumlar sergilediğini söylemek mümkündür. Kasım ayı başlarında Kıbrıs için bedel ödemekten ve Kıbrıs’ı ilhak etmekten söz eden Ankara, AB belgeleri yayınladıktan sonra bazı olumlu açıklamalar yapmış, ardından 1997’den bu yana rafa kaldırdığı Mendelson raporunu Kıbrıs’la müzakerelerin büyük bir çoğunluğunun tamamlandığı bir dönemde BM’ye taşıyarak Kıbrıs’ın üyeliğinin hukuka aykırı olduğunu uzun bir aradan sonra yeniden ortaya atma gereği duymuş ve tehtidkar söylemlere sarılmıştır. Türkiye’nin bu değişken tavrını anlayabilmek için söz konusu dönemde yaşanan bazı gelişmeleri yakından incelemek gerekir. Özellikle Nice Zirvesi’nden bu yana AB ile Türkiye arasında AGSP nedeniyle çok ciddi gerginliklerin yaşandığı, bu gerginliklerin MGK toplantılarına konu olduğu ve Türkiye’nin Kıbrıs politikasını zaman zaman sertleştirmesine yol açtığı yukarıda açıklanmıştı. Kasım ayının ortalarıyla birlikte AGSP tartışmalarının ve bu konudaki diplomasi trafiğinin iyice yoğunlaştığı görülmektedir. AB, 14-15 Aralık tarihlerinde gerçekleşecek olan Laeken Zirvesi’nde AGSP’yi resmi olarak ilan etmeyi planlamaktadır; ancak Türkiye’nin NATO’daki vetosu nedeniyle kriz giderilebilmiş değildir. O nedenle bu dönemde AGSP konusunda Türkiye’yi ikna edebilmek için çok ciddi diplomatik 
girişimlerin olduğu görülmektedir. Ankara ise 11 Eylül sonrasında dünya konjonktüründe meydana gelen değişikliklerinden faydalanarak hem Kıbrıs hem de AGSP konusunda Amerika’nın desteğini alabileceğini hesaplamıştır. Bu nedenle ABD’nin Afganistan’a düzenlediği operasyonlar sonrasında gönderilecek Barış Gücü’nün içinde yer almak istemektedir. 

Afganistan’a gönderilecek Barış Gücü’nün ayrıntılarının tartışıldığı Birleşmiş Milletler Zirvesi 17 Kasım’da New York’ta gerçekleşir. Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in gündem maddesini Afganistan’ın oluşturduğu bir zirve sonrasında düzenlediği basın toplantısında AGSP ve Kıbrıs ile ilgili mesajlar vermesi ve bu konularda tavize yanaşmayacaklarını ifade etmesi tesadüfi değildir279.

20 Kasım’da AB’ye üye ve aday ülkeler ile NATO ülkelerinin Savunma Bakanlarının Brüksel’de düzenledikleri toplantıda, AGSP’deki ısrarından vazgeçmediği taktirde Türkiye’nin AB üyeliğini unutması gibi çok ciddi baskılara maruz kaldığı bilinmektedir. Ankara’yı temsilen Brüksel Zirvesi’ne katılan Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu, Türkiye’nin AGSP’de anlaşma sağlanması koşuluyla, bir tugayı Avrupa Ordusunun hizmetine sunma önerisi getirmiş ancak bu öneri, AB ülkelerince kabul görmemiştir280. 

Bu toplantının bir gün sonrasında Washington’da Afganistan’ın yeniden inşası ile ilgili İslami Konferans Örgütü, G-7 ülkeleri ve Afganistan’ın katılımıyla bir Afgan Zirvesi düzenlenir. Bu toplantıda NATO ve ABD’den önceki haftalarda AGSP konusunda beklenen mesajların gelmemesi ve bir sonraki Afganistan toplantısının Türkiye yerine Almanya’da yapılması kararı nedeniyle Ankara’nın Afganistan’a yardım konusunda biraz geri adım attığı görülmektedir281. Bu arada TBMM 24 Kasım tarihinde bir kapalı oturum gerçekleştirir. Birinci bölümde ele aldığımız bu kapalı oturumun konusu Kıbrıs’tır282. Bu gelişmelerin ardından 26 Kasım tarihinde Ankara’da Türkiye, İngiltere ve ABD arasında AGSP görüşmeleri yapılır. Daha önce de açıklandığı üzere AGSP ile ilgili Türkiye’nin en büyük kaygısı, ilerde üye olacak Kıbrıs’ın Türkiye’nin yer almadığı bir 
Avrupa Ordusunda yer alması ve gerektiğinde Kuzey Kıbrıs’a düzenlenecek operasyonlarda Türkiye’ye karşı AB’nin yanında yer alabilmesidir. Türkiye bunun önüne geçmek için AGSP’nin kurulmasında rol üstlenmeye çalışmakta, AB buna yanaşmadığı için AGSP’nin NATO’nun askeri imkanlarından yararlanma önerisini veto etmektedir283. 

Ankara’nın, 26 Kasım’da AB’nin getirdiği “müdahale bölgelerini sınırlandırma” önerisine yüzde yüz onay vermediği ancak kapıları da kapatmadığı bilinmektedir. AGSP konulu bu toplantı düzenlenirken ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın 4-5 Aralık tarihlerinde Ankara’ya resmi bir ziyaret düzenlemeye karar verdiği açıklanır284. 

27 Kasım tarihinde toplanan MGK’dan bu kez Kıbrıs’ta Denktaş’ın Klerides’e yazdığı mektup üzerine yeniden başlamasına karar verilen barış görüşmelerine destek kararı çıkması son derece şaşırtıcıdır285. MGK toplantısının yapıldığı gün AB dönem Başkanı 

Belçika’nın Başbakanı Guy Verhofstadt, AGSP konusunda Ankara’yı ikna edebilmek için Türkiye’ye sürpriz bir ziyaret düzenler286. Bu ziyaretin de tam bir uzlaşma sağlayamaması nedeniyle, 30 Kasım’da Hollanda Dışişleri Bakanı Aarsten Ankara’ya gelir. Ancak Aarsten’in İsmail Cem ile görüşmesinden AB’nin istediği yönde bir karar çıkmaz 287. Kasım ayının ortalarından itibaren yaşanan yoğun diplomasi trafiği, Aralık ayının ilk haftalarında da devam edecektir. 4-5 Aralık’taki Powell ziyaretini ardından 6-7 Aralık’ta toplanacak NATO Dışişleri Bakanları zirvesi, Kıbrıs ve AGSP’nin geleceğini belirleyecek kritik tarihler olarak Ankara’nın önünde durmaktadır288. 

Kritik haftanın ilk gelişmesi, 2 Aralık’ta Başbakanlık’ta gerçekleşen AGSP zirvesidir. Zirve sonucunda Ankara, ABD ve İngiltere’nin Kıbrıs ve Ege konularında verdiği güvenceler nedeniyle AGSP’ye Türkiye’nin katılımı konusundaki ısrarından vazgeçtiğini açıklar. Sonradan “Ankara Mutabakatı” olarak adlandırılacak olan karar metnine göre Türkiye’nin ısrarını sürdürmemesi karşılığında Avrupa Ordusu, NATO müttefikleri arasında çıkabilecek çatışmalara müdahale edemeyecektir. Türkiye, AGSP’nin düzenleyeceği operasyonların güvenlik çıkarlarını ilgilendirmesi durumunda karar sürecine aktif olarak katılacaktır. Bunun karşılığında NATO’daki vetosunu kaldıracak, AGSP, stratejik olmayan müdahalelerde NATO’nun imkanlarından ayrı bir onay sürecine gerek olmaksızın yararlanabilecek tir289. 

Her ne kadar belirli güvenceler verilmiş olsa da, 2 Aralık Zirvesi’ne kadar yaşanan gelişmeler düşünüldüğünde, Ankara’nın Kıbrıs ve AGSP konuların da ABD’den beklediği desteği alamadığı, AB ve NATO müttefiklerinden gelen Kıbrıs’ın AB’ye üyelik perspektifi ile ilgili herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen AGSP ile sıkı pazarlıkların yaşandığı, neredeyse her gün AB ve NATO ülkeleriyle zirvelerin düzenlendiği bu dönemde Türk tarafının girişimleri sonucu “önkoşulsuz” olarak masaya dönülmesini, diğer bir deyişle KKTC’nin tanınması gibi önşartlardan vazgeçilmesini, AGSP pazarlıklarında bir koz elde etme çabası biçiminde yorumlamak gerekecektir. Türkiye bu tavrıyla AGSP konusunda istediklerini alabilmek için Denktaş’ı masada tutmaya çalıştığı izlenimini vermektedir. baskılar sonucu geri adım atmak zorunda kaldığı görülmektedir. Zira 11 Eylül sonrasında yeni bir küresel güvenlik anlayışı geliştirmeye çalışan ABD, AB’nin NATO’dan bağımsız bir askeri yapılanma geliştirmesinden rahatsızlık duymakta, o nedenle Türkiye’nin AGSP’ye yönelik vetosunu devam ettirmesine yeşil ışık yakmamaktadır290. 

Böyle bir ortamda ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, planlandığı gibi 4 Aralık’ta resmi bir ziyaret için Ankara’ya gelir. Çantasında Irak, Kıbrıs, Afganistan ve AGSP gibi konular bulunan Powell, Irak’a saldırı konusunda Türkiye’nin kaygılarını “şimdilik” gidermiş ancak Türkiye’nin Afganistan’da oluşturulacak barış gücünün komutasını üstlenme konusundaki taleplerine somut bir güvence vermemiştir. Daha sonra NATO Zirvesi’ne katılmak için Türkiye’den ayrılan Powell’ın Afganistan’daki barış gücü için İngiltere’ye öncelik verdiği izlenimi doğmuştur291. 

6-7 Aralık tarihlerinde NATO Dışişleri Bakanları Zirvesi, Brüksel’de toplanır. İlk gün toplantısından sonra bir açıklama yapan İsmail Cem, AGSP konusunda bir metin üzerinde anlaşmaya varıldığını, artık bundan sonrasının AB’nin meselesi olduğunu ifade eder292. AGSP konusunda attığı adımlar ve Ada’da iki lider arasında devam edeceği açıklanan barış görüşmeleri nedeniyle elini güçlendiren Türkiye, bu aşamadan sonra AB’den üyelik sürecine yönelik yeni bir strateji beklemeye başlamıştır293. Ancak Laeken Zirvesi öncesinde toplanan AB Genel İşler Konseyi’nde Türkiye’nin onay verdiği AGSP formülü, Yunanistan tarafından veto edilir294. 


DİPNOTLAR;


248 TC-KKTC Ortaklık Konseyi toplantısından birkaç gün önce, AB’nin Ocak ayı sonunda AB üye ve aday 
ülkelerin dışişleri bakanları toplantısına Türkiye’yi davet etmemiş olması ve bunun Ankara’da yarattığı hayal 
kırıklığı, toplantının bu dönemde gerçekleşmesinin diğer bir nedeni biri olarak gösterilebilir: “Türkiye davet 
edilmiyor”, Milliyet, 12 Ocak 2001. 
249 19 Mart 2001’de kabul edilen birinci Ulusal Program’ın tam metni için, 
http://belgenet.com/arsiv/ab/up_001.html; http://belgenet.com/arsiv/ab/up_002.html. 
250 29 Mayıs 2001 tarihli MGK toplantısı sonunda yayınlanan Basın Bildirisi’nin tam metni için, 
http://www.mgk.gov.tr/Turkce/basinbildiri2001/29mayis2001.htm. 
251 “AB’ye Kıbrıs Muhtırası”, Milliyet, 29 Mayıs 2001; “AB’ye uyarı”, Radikal, 29 Mayıs 2001; 
“Türkiye’den Rumlara ve AB’YE Uyarı: Bir oldubittiye göz yumulmayacak. Kıbrıs’ta ödün yok”, 
Cumhuriyet, 30 Mayıs 2001; “MGK Kıbrıs’ta noktayı koydu”, Milliyet, 30 Mayıs 2001; “Kıbrıs’ta sertleşme: 
Rumların AB üyesi yapılması durumunda Türkiye ve KKTC’nin birleşmesi seçeneğini değerlendirmeye alan 
MGK Avrupa’yı uyardı”, Radikal, 30 Mayıs 2001; “Kıbrıs’a AB Modeli!”, Radikal, 1 Haziran 2001.
252 Bkz. Birinci bölüm, s. 36. 
253 1998’de AB’nin özerk bir güvenlik politikası geliştirme yönündeki tutum değişikliği ve BAB’ı işlevsiz 
kılarak güvenlik ve savunmayla ilgili görev ve sorumlulukları AB üyesi ülkelere devreden Köln Zirvesi’nin 
ardından başta Türkiye olmak üzere AB üyesi olmayan NATO ülkeleri endişelerini dile getirmeye 
başlamışlardır. Zira böylesi bir yapılanma, söz konusu ülkelerin bu konudaki karar alma mekanizmalarının 
dışına itilmesi anlamına gelmektedir. Haziran 2000’de gerçekleşen Feira Zirvesi’nde, AB üyesi olmayan 
NATO ülkelerinin kaygılarını gidermek amacıyla NATO ile AB arasında gerekli işbirliği ve istişare 
mekanizmalarının kurulacağı, böylelikle NATO’nun AB komutasındaki operasyonlara katılımının 
sağlanabileceği ifade edilmiştir. Ancak bu işbirliği ve istişarenin karar alma süreçlerini kapsamayacağı da 
açıkça belirtilmiştir. Türkiye bu formülasyondan memnun olmadığı için gelecekte kurulması planlanan 
Avrupa Ordusu’nun NATO’nun askeri imkanlarını kullanması önerisini veto eder. Aralık 2000’de 
gerçekleştirilen Nice Zirvesi’nin Feira’da tarif edilen istişare ve işbirliği sürecine Kanada, Ukrayna ve 
Rusya’yı da dahil etmesi, Türkiye’yi iyice hoşnutsuzluğa sürükler. Çünkü bu öneri, NATO üyelerinin 
ayrıcalıklı konumunu tamamen ortadan kaldırmaktadır. Ankara’nın en büyük endişelerinden biri, Yunanistan 
ve ilerde Kıbrıs’ın üyesi olacağı bir AB’nin Türk topraklarına ya da yakın çevresine operasyon düzenlemesi 
ihtimalidir. Türkiye bunun yanı sıra hem bölgede hem de uluslararası alanda stratejik bir role sahip olmak, 
NATO içindeki askeri üstünlüğünden kaynaklanan nüfuzunu korumak gibi kaygılar nedeniyle, AB’nin 
NATO’dan, dolayısıyla Türkiye’den bağımsız bir askeri karar alma süreci yürütmesinden rahatsızlık 
duymaktadır. Ankara’nın AB’nin gelecekte düzenleyebileceği operasyonlarda NATO’nun askeri 
imkanlarından yararlanabilmesini veto etmesinin arkasındanki askeri ve siyasi gerekçeler temelde bunlardır. 
Türkiye-AGSP ilişkileri ve bu konuda Ankara’nın endişelerinin ayrıntılı bir analizi için, Esra Çayhan, 
“Towards a European Security and Defense Policy: With or without Turkey”, Turkey and the European 
Union: Domestic Politics, Economic Integration and International Dynamics, der. Ali Çarkoğlu ve Barry 
Rubin (London ve New York: Frank Cass, 2003), s. 35-55.; İlhan Uzgel, “1990-2001 Küreselleşme..., s. 314- 
318.; Lord Georger Robertson, “Turkey and the European Security and Defence Identity”, Insight Turkey, 
3:1 (Ocak-Mart 2001): 41-51.; Onur Öymen, “Turkey and Its Role in European Security and Defence”, 
Insight Turkey, 3:1 (Ocak-Mart 2001): 53-57. 
254 “AB’den AGSK markajı”, Radikal, 15 Mayıs 2001; “AGSK inatlaşması”, Hürriyet, 16 Mayıs 2001; 
“Ankara’ya AB öfkesi: Ankara’nın ‘acil müdahale gücünde ısrarı, AB ile ilişkileri gerdi”, Radikal, 16 Mayıs 2001. 
255 M. Ali Kışlalı, “Yaşamsal AGSK”, Radikal, 1 Haziran 2001. 
256 “Dışişleri Bakanı Cem, NATO toplantısında Türkiye’nin AGSP tezini savunacak: Budapeşte’de zor 
pazarlık”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2001; “Ankara’ya baskı”, Milliyet, 29 Mayıs 2001; “AB gücüne adım”, Radikal, 31 Mayıs 2001. 
257 “İngiltere ve ABD olumsuz yanıt aldı: Ankara’yı ikna için gizlice heyet gönderildi”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2001. 
258 “AGSP’de kriz sürüyor. Ecevit AGSP konusunda ilerleme olduğunu ancak yeterli bulmadıklarını 
söyledi”, Cumhuriyet, 31 Mayıs 2001; “AB’yle yumuşama”, Milliyet, 31 Mayıs 2001. 
259 15-16 Haziran 2001 tarihli AB Göteborg Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/ docs/pressData/en/ec/00200-r1.en1.pdf. 
260 “Ecevit’e AGSP ısrarı”, Radikal, 17 Haziran 2001. 
261 “Örnek aday Rumlar, Radikal, 16 Haziran 2001; “Genişleme 2002’de başlıyor”, Sabah, 17 Haziran 2001. 
262 Poos Raporu’nu onaylayan AP kararı ve raporun tam metni için, http://eurlex.
europa.eu/LexUriServ/site/en/oj/2002/ce072/ce07220020321en01070108.pdf. 
Ayrıca, bkz. Birinci bölüm, s. 37, 84. dip notu. 
263 “Avrupa Sertleşti: Avrupa Parlamentosu, Rum Yönetimi'yle ilgili ilerleme raporunda Türkiye ve 
KKTC'ye çattı. Rumların tek eksikliği homoseksüelliğin yasal olmaması”, Radikal, 6 Eylül 2001; “Kıbrıs’ta 
hain oyun: Avrupa Parlamentosu Kıbrıs Raportörü Poos'tan KKTC ve Türkiye'ye sert yaklaşım”, Akşam, 5 
Eylül 2001; “Avrupa’dan sert Kıbrıs raporu”, Hürriyet, 6 Eylül 2001; Mehmet Ali Birand, “Kıbrıs gidiyor, 
biz seyrediyoruz”, Posta, 6 Eylül 2001. 
264 “Kıbrıs dilden düşmüyor, Radikal, 10 Eylül 2001; “Cem: Kıbrıs’a önyargı ile yaklaşılmamalı”, Hürriyet, 
10 Eylül 2001; “AB: Denktaş’a baskı yapın”, Cumhuriyet, 10 Eylül 2001; “Cem: AB Önyargılarını 
bırakmalı”, Cumhuriyet, 11 Eylül 2001. 
265 Bu gelişmelerin ardından Türkiye’nin de desteğini alan Rauf Denktaş 12 Eylül’de Birleşmiş Milletler 
Genel Sekreteri’nin New York’ta görüşmelere başlama çağrısını geri çevirir. 
266 “Türkiye Kıbrıs için bedel ödeyecek”, Cumhuriyet, 3 Kasım 2001; “Türkiye’den tarihi rest: Ya biz ya 
Rumlar”, Milliyet, 3 Kasım 2001. 
267 Bkz. Birinci bölüm, s. 37, 84. dip notu. 
268 Fikret Bila, “Başbakandan Kıbrıs’ın Geleceğine İlişkin Sert Mesaj”, Milliyet, 4 Kasım 2001; “Kıbrıs’ta 
Zorlu Dönemeç”, Radikal, 4 Kasım 2001; İsmet Berkan, “Kıbrıs Celallenmesi”, Radikal, 5 Kasım 2001; 
Mehmet Ali Birand, “Kıbrıs’ta Yol Ayrımına Gelindi”, Posta, 6 Kasım 2001. Bkz. Birinci bölüm, s. 37. 
269 28 Eylül 2001 tarihli MGK toplantısının basın bildirisi için, 
http://www.mgk.gov.tr/Turkce/basinbildiri2001/28eylul2001.htm. O günlerde Türkiye’nin 11 Eylül olayları 
sonrasında ABD’nin Afganistan’a düzenleyeceği askeri müdahaleye destek sağlamaya karar verdiği 
bilinmektedir. Nitekim 28 Eylül tarihli MGK toplantısının asıl gündem maddesini ABD’ye verilecek askeri 
desteğin koşulları oluşturmuştur“MGK’da üç gündem maddesi”, Cumhuriyet, 29 Eylül 2001. Ankara’nın 
Afganistan’daki operasyonlara asker göndermesi karşılığında ABD’den Kıbrıs ve AGSP konularında destek 
alabileceğini hesaplamış olması ihtimali son derece yüksektir. Bu dönemde Ankara’da Kıbrıs’la ilgili yapılan 
çıkışları, Türkiye’nin NATO’daki en büyük müttefiki olan ABD’den Kıbrıs ve AGSP konularında gelecek 
muhtemel desteğe ve bunun AB ülkelerinde yapacağı etkiye bağlamak yanlış olmayacaktır. 
270 13 Kasım 2001 tarihli Kıbrıs İlerleme Raporu’nun tam metni için, 
http://ec.europa.eu/enlargement/archives/pdf/key_documents/2002/cy_en.pdf 
271 Yukarıda da açıklandığı gibi bu yeni bir durum değildir. Helsinki Zirvesi sonuç bildirgesinde çözümün 
tam üyelik için bir önşart olmadığı zaten kabul edilmişti. Ankara o dönemde bu önşartın kendisi için ortadan 
kalktığı konusunda kamuoyuna açıklamalar yaparken aynı karardan Kıbrıs’ın da yararlandığını unutmuşa 
benziyordu. Bu tarihten itibaren yayınlanan pek çok belgede teyit edilen bu durum, yani “Kıbrıs’ın çözüm 
olsa da olmasa da AB’ye üye olacağı” gerçeği, 25-26 Ekim 2001 tarihlerinde AB Komisyonu Başkanı 
Romano Prodi’nin Kıbrıs’a düzenlediği ziyarette yaptığı konuşmada da açıkça ortaya konmuştu. Bkz. Birinci Bölüm. 
272 13 Kasım 2001 tarihli Türkiye İlerleme Raporu’nun tam metni için, 
http://belgenet.com/arsiv/ab/ab_rapor01.html. 
273 13 Kasım 2001 tarihli Strateji Belgesi’nin (Karma Belge) tam metni için 
http://www.deltur.cec.eu.int/EnlargementStrategy2001.pdf. 
274 “Çiller: Hükümet Kıbrıs’ı altın tepside sunuyor”, Hürriyet, 14 Kasım 2001; “AB beğenmedi”, Hürriyet, 
14 Kasım 2001; “AB: Türkiye hazır değil”, Radikal, 14 Kasım 2001; “AB Yolu uzadı”, “Bahçeli resti çekti: 
AB ve AGSP’de ikinci sınıf rolü kabul etmiyoruz”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2001; “Kıbrıs ve AGSP baskısı 
artacak”, Cumhuriyet, 15 Kasım 2001. 
275 Dışişleri Bakanlığı’nın 13 Kasım 2001’de yaptığı açıklamanın tam metni için, 
http://www.belgenet.com/arsiv/ab/dis_131101.html. 
276 “Yılmaz raporu haklı buldu”, Milliyet, 14 Kasım 2001; “Yılmaz’dan özeleştiri: Eleştiriler ne yazık ki 
haklı”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2001. Mesut Yılmaz’ın 13 Kasım 2001’de yaptığı konuşmanın tam metni için, 
http://www.belgenet.com/arsiv/ab/yilmaz_131101.html. 
277 “Kıbrıs için sert sözler”, Milliyet, 16 Kasım 2001. 
278 “Kıbrıs için Hukuk atağı: Rumlar üye olamaz”, Cumhuriyet, 16 Kasım 2001. Mendelson’un Türkiye’nin 
talebi üzerine güncellediği mütalaası için, M. H. Mendelson, Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne Girişi Neden 
Hukuka Aykırı Olacaktır : Hukuki Mütalaa, (Londra, 2001). Rapor, Birleşmiş Milletler metni olarak 
yayınlanır. (UN A/56/451-S/2001/953). Birlemiş Milletler kararının yayınlanmasından çok kısa bir süre 
sonra Rumlar karşıu atak başlatarak daha önce üç profesor tarafından hazırlanmış olan karşı mütalaanın 
güncellenmiş biçimini 17 Kasım 2001 tarihinde açıklarlar. Daha sonra bu belge de BM belgesi olarak 
yayınlanır (UN A/56/723-S/2001/1222).
279 “İsmail Cem’den Uyarı: Kıbrıs Türkü tehlikeye atılmamalı”, Cumhuriyet, 18 Kasım 2001; “Kıbrıs’ın bir 
ucu Afganistan’a bağlı”, Radikal, 18 Kasım 2001; “Erol Manisalı, “Görenler için Satılık Turnusol kağıdı: 
Kıbrıs, Ege, AGSP...”, Cumhuriyet, 19 Kasım 2001. 
280 “AGSP karşılığı tugay önerisi”, Radikal, 21 Kasım 2001; “AB Vazgeçmiyor: AGSP Koşul oldu!”, 
Cumhuriyet, 21 Kasım 2001; “Avrupa’nın oyununu bozmalıyız”, Cumhuriyet, 25 Kasım 2001. 
281 “Afganlara yardımın şartları var”, Radikal, 22 Kasım 2001; “Türkiye acele etmiyor”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2001. 
282 Bkz. Birinci bölüm, s. 38. 
283 “AGSP Kıbrıs’a düğümlendi”, Radikal, 27 Kasım 2001; 
284 “Powell Aralık’ta Ankara’da”, Radikal, 27 Kasım 2001; 
285 27 Kasım 2001’de gerçekleştirilen MGK toplantısının basın bildirisi için, 
http://www.mgk.gov.tr/Turkce/basinbildiri2001/27kasim2001.htm. Birinci bölümden hatırlanacağı üzere, 
Kofi Annan’ın girişimleri ile başlayan dolaylı görüşmeler, 12 Eylül 2001’de Denktaş’ın Annan’ın New York 
davetini reddetmesi üzerine kesintiye uğramıştı. Ancak 8 Kasım 2001 tarihinde Denktaş, Klerides’e bir 
mektup yazarak “önkoşulsuz” olarak yüz yüze görüşme ve sorunları kendi aralarında halletme teklifinde 
bulunmuştur. 12 Kasım tarihinde Kofi Annan’a bir mektup yazan Denktaş, tek bir uluslararası kimliğe sahip 
bir ortaklık devleti kurulması konusundaki önerisini Genel Sekreter’e iletmiştir. Türkiye ile AB ve ABD 
arasında AGSP nedeniyle çok yoğun tartışmalar yaşanırken, Ada’da barış görüşmelerinin ne zaman 
başlayacağına ilişkin planlar yapılmaktadır: “Kıbrıs’ta Çözüm arayışları: Denktaş Klerides görüşmesi 
önkoşulsuz”, Cumhuriyet, 18 Kasım 2001; “Yeşil Hatta Kritik Zirve” ; “Çok özel doruk: Yüz yüze 
konuşacaklar”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2001; “Denktaş’tan yeni öneri”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2001. İki 
lider arasındaki temasların sonucunda dört yıl aradan sonra ilk yüz yüze görüşmenin Powell’ın Ankara’ya 
resmi ziyaretinin ilk gününe denk gelen 4 Aralık 2001’de gerçekleşmesi kararı alınır: Yorgo Kırbaki, “Kıbrıs 
senaryoları”, Radikal, 25 Kasım 2001; “Rauf Denktaş toplantıdan umutlu: Ada’da tarihi doruk”, 
Cumhuriyet, 4 Aralık 2001; “Denktaş’la Klerides yemek yedi”, Cumhuriyet, 6 Aralık 2001. 29 Mayıs’ta 
MGK kararı ile açıklanan Kıbrıs’ta Eylem Planı, buna bağlı olarak Ecevit’in ortaya attığı Çekoslovakya 
modeli, 28 Eylül MGK toplantısında planın uygulanmasıyla ilgili görüşmeler, İsmail Cem’in “Kıbrıs’ta 
bedel ödeyebiliriz” açıklaması ve bu arada Denktaş’ın apar topar görüşmelerden çekildiği düşünüldüğünde, 
27 Kasım’daki MGK toplantısında Ada’da çözümün desteklenmesi kararının alınması dikkat çekicidir. 
286 “AGSP pazarlığı kıran kırana: Kıbrıs görüşmeleri kilitliyor”, Radikal, 28 Kasım 2001; “AGSP’de 
Kördüğüm: Türkiye ile AB, Avrupa ordusunun çerçevesini çizen AGSP’de ‘katılım sorunu”nu aşamadı”, 
Radikal, 29 Kasım 2001; Murat Yetkin, “Kıbrıs ve Avrupa Ordusu”, Radikal, 29 Kasım 2001 
287 “Cem-Aarsten Ankara’da buluştu: AGSP görüşmeleri sürecek”, Cumhuriyet, 1 Aralık 2001; “AGSP’de 
NATO onayına mecbur kalındı”, Radikal, 2 Aralık 2001. 
288 “Sorunlar çemberi” Cumhuriyet, 1 Aralık 2001; “Dış politikada zorlu hafta”, Cumhuriyet, 2 Aralık 2001. 
“Ankara terleyecek: Gelecek hafta zorlu bir dış politika maratonuna başlayacak olan Ankara, Kıbrıs’tan 
AGSP’ye, Afganistan’dan Irak’a kadar uzanan pek çok cephede kıran kırana ‘savaşacak’”, Radikal, 2 Aralık 2001. 
289 “Türkiye, Kıbrıs ve Ege konularında güvence aldı, AGSP’ye onay verdi. Avrupa Ordusu tamam”, Cumhuriyet, 3 Aralık 2001; “AGSP kilidi açıldı”, Radikal, 3 Aralık 2001; “Ecevit: İstediğimiz oldu”, Radikal, 3 Aralık 2001; “Ankara topu AB’ye attı”, Radikal, 4 Aralık 2001. 
290 Mustafa Balbay, “Avrupa Ordusunda seyyar rol! Bush: AB ile anlaşın yoksa Avrupa ordusunu sizsiz kurarlar”, Cumhuriyet, 4 Aralık 2001; “AGSP’nin kabul edilmesinde ABD’den gelen ‘Artık çözün’ mesajı etkili oldu. Çözümü Washington istedi”, Cumhuriyet, 4 Aralık 2001. Bu dönemde Türkiye’yi hayal kırıklığına uğratan gelişmeler Afganistan’a gönderilecek barış gücünün belirlenmesi aşamasında yaşanmıştır. 
Afganistan’ın geleceğinin tayin edilmesinde aktif rol oynamak isteyen Türkiye, NATO’nun Rusya’ya ortaklık önerisi getirmesi sonucu büyük bir sarsıntı geçirmiştir: “NATO’dan tarihi öneri”, Radikal, 24 Kasım 2001. Barış gücü konuşlandırması konusunda ABD’nin çekimser davranması, Türkiye’nin bir geri adım daha atmasına yol açmıştır. “Askerlere göre Barış Gücü Birlikleri ayak bağı olacak”, Cumhuriyet, 1 Aralık 2001. Bütün bu gelişmelerin sonucunda istediği desteği tam olarak alamayan Türkiye, AB ile ilişkilerin zaten çok gergin olduğu bu dönemde AGSP konusundaki tavrını yumuşatmak durumunda kalmıştır. Bu dönem aynı zamanda ABD’nin Irak’a düzenleyeceği operasyon ile ilgili tartışmaların yaşandığı bir dönemdir: “ABD, Irak’ı diline doladı”, Radikal, 28 Kasım 2001. Ankara’nın böyle bir operasyonun sonuçları nedeniyle çok 
ciddi endişeler taşıdığı ancak ABD’yi engellemeyeceği için tavrını değiştirmeye karar verdiği bilinmektedir: “Irak politikası değişiyor”, Cumhuriyet, 29 Kasım 2001; “Irak’ta işler kızışıyor”, Radikal, 30 Kasım 2001. 
Ankara Mutabakatı’nın ABD Dışişleri Bakanı Powell’ın ziyaretinin hemen öncesinde kabul edilmiş olması, Irak ve Afganistan’a operasyon gibi bölgesel konuların masada olduğu günlerde, Ankara’nın ABD karşısında elini kuvvetlendirme girişimleri olarak da görülmelidir: “Amerika ile pazarlık”, Cumhuriyet, 1 Aralık 2001. 
291 “Barış Gücünde Londra-Ankara çekişmesi”, Cumhuriyet, 7 Aralık 2001; “Türkiye’nin Afganistan’a gönderilecek güce komuta etme isteği dikkate alınmıyor. Ankara yine geride kaldı”, Cumhuriyet, 9 Aralık 
2001; “Önce İngiltere sonra Türkiye”, Cumhuriyet, 12 Aralık 2001. 
292 “Cem: AGSP’yi Türkiye’ye uygun hale getirdik” , Cumhuriyet, 7 Aralık 2001; “AGSP uzlaşması yazılı bir metin”, Cumhuriyet, 8 Aralık 2001. 

***

26 Şubat 2017 Pazar

BAŞKA DÜNYA(LAR)


BAŞKA DÜNYA(LAR)

Kızıl Cüce olarak da bilinen TRAPPIST1 yıldızının 7 gezegeni yalnızca boyutlarıyla değil iklim koşullarıyla da Dünya’ya benzemekteymiş. Gökbilimciler insanoğlu nun başka Dünya’lar var mı sorusunun heyecan katsayısını artıracak bir buluş yapmışlar.

Bağlantıdaki haberden bu heyecanlandırıcı buluşla ilgili ayrıntılara erişilebilir.

http://amerikabulteni.com/2017/02/22/komsu-bir-yildizin-yorungesinde-dunya-benzeri-7-gezegen-bulundu/?utm_source=feedburner&utm_medium=email&utm_campaign=Feed%3A+amerikabulteni+%28Amerika+Bulteni%29

Dünya’yı öküzün boynuzları üzerindeki eğreti konumundan kurtaran gökbilim Avrupa Rönesansının önemli sacayaklarından biri olmuş. Rönesansa giden yolda gökbilimcilerin önemli bedelleri insanlık adına ödeme yükümlülüğü üstlenmiş olduğu artık bilinen bir gerçektir.

İnsanlık tarihinin zaman dizini Batılı gözüyle ve kalıplarıyla oluşturulduğu için Rönesans öncesi göz ardı edilir. Orta Çağ’ın Avrupa için söz konusu olduğu dünyanın bir başka yerinde, örneğin bizlerin yaşadığı coğrafyada bambaşka bir çağın yaşandığından her nedense söz edilmez. Edilse de bu bilgilerin fazlaca alıcı bulduğu söylenemez.

İslam dininin doğuşundan sonra Selçuklu’yu da kapsayan bir aydınlık dönem yaşanmıştır oysa. İbni Sina, Ömer Hayyam, İbn Heysem, Farabi, İbni Rüşt ve bu önemli adlara eklenebilecek başka pek çoğu bu aydınlık çağın ilk akla gelen adlarıdır. Onlar şimdilerde çok anılmayan aydınlık çağın mimarları olarak tarihteki yerlerini çoktan aldılar.

Moğol istilasıyla yerle bir olmuş ve Bizans yıkıntılarından başkaca bir şeye sahip olmayan Anadolu’da bir beylikten 600 yıl ayakta kalacak bir Osmanlı İmparatorluğu kurabilmek her halde rastlantıyla açıklanabilecek gibi değildir.

Avrupa’nın orta İslam’ın ileri çağının birikimleri bu açıklama için yeterli olacaktır.

Akıl ve bilim penceresinden bakıldığında Osmanlı’nın varlığının da yıkımının da bilime bakışla ilgili olduğu anlaşılabilir.

Osmanlı’nın parlak döneminin sonlanmasıyla ilgili olarak tarihçiler pek çok belirlemede bulunurlar. Her birisi kendi içinde doğru ve tutarlıdır.

Akıl ve bilim penceresinden bakarak dönüm noktasını Osmanlı dönemi gökbilimcisi Takiyüddin’in trajedisinde bulabiliriz.

Şam doğumlu Takiyüddin bin Marufi’nin İstanbul serüveni 1570’te başlamış. II. Selim tarafından MÜNECCİMBAŞI yapılmış. III. Murat döneminde ise Uluğ Bey Zici’nin hazırladığı takvimin yetersizliği nedeniyle yeni bir gözlemevine gereksinim duyması üzerine istediği ölçütte bir gözlemevi kullanımına sunulmuş.


Takiyüddin bin Marufi rasathane

Takiyüddin Gözlemevi

On altıncı yüzyılın bir başka ünlü gökbilimcisi Danimarkalı Tycho Brahe’ninkiyle karşılaştırıldığında Takiyüddin’in gözlemleri çok daha net ve dakikmiş.

1578’de İstanbul’u vuran kara ölüm veba Takiyüddin’in sonunu getirmiş. Yanlış anlaşılmasın! Takiyüddin vebadan ölmemiş. O zamanın uleması hemen harekete geçmiş. Aradığı gerekçeyi bulmanın rahatlığıyla veba salgınının Takiyüddin’in gözlemlerinden kaynaklanan uğursuzluktan kaynaklandığını padişaha kabul ettirmekte zorlanmamışlar. Takiyüddin’in gözlemevi 1580’de Kaptanı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından yerle bir edilmiş.

Ne Padişah III. Murat ne de Kılıç Ali Paşa yerle bir ettiklerinin yalnızca bir gözlemevi olmadığının, imparatorluğun geleceğini kararttıklarının farkına varmışlar.

https://cumhuriyetciyorum.wordpress.com/2017/02/24/baska-dunyalar/

..