27 Mart 2015 Cuma

Kara Bulutlar



 Kara Bulutlar



Yekta Güngör Özden
09.05.2005/Sayı:81

Mustafa Kemal’in bir güneş gibi Samsun ufkunda doğuşunun seksen altıncı yıldönümünü kutlayacağımız Mayıs ayına giriyoruz. Büyük kentlerde 1 Mayıs şenlikleri dün geride kaldı. Önceki Nisan ayının son günleri ülkemizin üzerinde kimi kara bulutlarla geçti. İçerde Gediz’de kömür ocaklarında gaz patlaması sonucu yitirdiğimiz 18 işçimizin acısı, dış olaylardaki olumsuzlukların üzüntüsüne eklendi. Ermenilerin yaptıkları ve yaptırdıkları gözardı edilirken, rum-yunan birlikteliğinin oyunları birbirini izledi. Rauf Denktaş’ın AB, ABD ve Türkiye siyasetçilerinin ortaklığıyla uzaklaştırılmasından, yerine MAT’ın getirilmesinden sonra aldıklarıyla yetinmeyenler sözde ermeni soykırım tasarısını sıraya koydular. Ermenilerin siyasal saldırıları sürerken, Atina’da konuk Harp Okulu öğrencilerimizin odasına kirletilerek konulan Türk bayrağı olayı durumu ağırlaştırdı. Yürürlüğü iki ay ertelenen Türk Ceza Yasası değişiklikleri üzerindeki yetersiz değişiklik çalışmaları sürerken Genelkurmay Başkanı’nın açıklamalarına odaklaşan ilgililer değişik yorumlarla anlamazlıktan gelmeyi yeğlediler. ABD Başkanı Bush, ermeni lobisinin etkisi altında konuşmasıyla Türkiye’yi oyalayıp aldattı. Yollamayla Türkiye’yi solladı. Kaliforniya Valisi 24 Nisan’ı ermeni soykırım günü ilan etti. Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, Ermenistan Cumhurbaşkanı Koçaryan’la Paris-Kanada alanındaki Ermeni anıtına sarmaş dolaş öpüşerek çelenk koydu. Kendi meclisinde yabancılardan öğüt almayı, ermeni soykırımından edilen sözleri içine sindiren iktidar, uluslararası komisyon oyununa da yattı. Sınırın açılmasını koşul olarak gündeme getiren Ermenistan ödün vermeyi beceri sayan siyasetçilerimize güveniyor olmalı ki, hiç bir şey vermeden her şeyi almayı düşünüyor. Öte yandan İncirlik Üssü’nü kullanma alanı genişletilirken önceki gizli kararnamenin süresinin uzatılmasıyla yetinileceği söylenerek, durum Meclis’ten ve ulustan saklanıyor. ABD yetkilileri de Türkiye yetkililerinin tersine açıklamalar yapıyor. PKK konusundaki atlatmalarını da Türkiye’yle alay edercesine geçerliliğini koruyor. Kime ve nasıl inanılacak? Yunanistan’ın Kardak dalaşması da ilginç. Başbakan RTE’nin olaylara yaklaşımı daha ilginç. Kırmızı çizgileri bir bir siliyor. Abc’ye (w)’nun eklenmesi gibi sinsice.

Köktendinciler boş durmuyor

Avrupa’nın dincileri bizimkilerden katı ve sert. Belirgin tek tanrılı dinler, Allah’ın bir olmasına karşın, her birinin Allah’ı ayrıymış gibi birbirlerine karşılar. Bir tür din devleti durumundaki Vatikan’ın yeni patronu Alman Kardinal Ratzinger, Papa XVI. Benedictus adıyla tahtına oturdu. Türkiye karşıtı sözleri ve çağdışı görüşleriyle tanınan Papa’nın, zamanın koşullarına ve düzeyine aykırı konumu gelecek günlerde tartışılacak mı göreceğiz. Bizans özlemi çeken bir islamiyet düşmanı.

1960 Devrimi’nin ülkemize kazandırdığı kurumların önemlilerinden biri olan Anayasa Mahkemesi 43. kuruluş yıldönümünü; kimi geleneklerini, kimi nezaket gereklerini iterek kutlamadan bir kaç gün önce sıkmabaş yandaşları ilgili kararı ve Mahkeme’yi eleştiren dilekçe verdiler. Hukuktan, hukuk devletinden, dinden, Anayasa’dan anlamayan kışkırtıcı köktendincilerin yazdığı ya da yazdırdığı dilekçeyi yine bu kavram ve kurumlardan hiç anlamadığı belli çocuklar verdiler. İktidara güvenerek parkta imza toplayanlar, halka vereceği bir şeyi olmayanların öne ittiği zavallılardır. Özgürlük adına özgürlüksüzlüğü savunmanın başka anlamı yoktur. Mahkeme Başkanı’nın laiklik konusunda 1989 ve 1990 yıllarında verilen kararlara dayanarak söyledikleri günümüz iktidarının tutumu karşısında yerindedir. Yıllardır anlatmaya çalıştığımızı Başkan yineledi. Yeni bir şey yok. Anayasa Mahkemesi Anayasa’yı yorumlamaya yetkili tek organdır. Kararlarıyla Anayasa’yı güncelleştirir. Anayasa’nın laiklik ilkesi değişmeden Mahkeme kararı değişmez ve yasayla geçersiz kılınamaz. Sıkmabaş konusundaki iptal kararına uyulmasını zorunlu kılan yorumlu red kararını adındaki “red” sözcüğüne dayanarak olağan red kararı gibi gösteren yalancı siyasetçiler çıkmıştır. Dinci siyasetçiler devlete yakışmıyor. Üyelerden özel olarak amaçlı biçimde seçilenler olmuştur. Bunlar, kararlardaki imzalarıyla, konuşma ve tutumlarıyla tanınırlar. Hukukla ilgileri yoktur. Bağımsız yapıya yansız davranışa aldırış etmezler. Kendilerini seçenlere ve düşünce yandaşlarına göre oy kullanırlar. Bilgileri de yeterli değildir, deneyimleri de. Bilinenleri bir kez daha vurgulayarak uyarıda bulunan emekli adayı Başkanın tepki alması doğal.

Konuşmalara, yazılanlara bakınca insan “ne günlere kaldık” demekten kendini alamıyor. Lâiklik ilkesinin değiştirilmesi bile önerilemez. Müslüman demokratlık yerine muhafazakar demokratlığı seçtiklerini söyleyen RTE’a hiç inanmıyorum. Ona yaranmak çabasındaki, değişken, siyasete ağırlık vermiş kimi hukukçuların yanlı ve yanlış görüşlerine yollama yaparak sıkmabaş yandaşlığını sürdüren yazarlar aldanıyor. AİHM, Anayasa Mahkememizin kararlarını geçersiz kılaccak bir kararla sıkmabaşın yolunu açamaz. Olayın güncelleşmesinin sorumlusu konuyu ikide bir ısıtan iktidardır. Anayasa Mahkemesi Başkanı emeklilik konusu olmasa konuşmazdı sanıyorum. Herşeye, hele bir iki üyeye karşın ilkeyi yinelemesi bir aşama sayılır. Emekliliği olmadan sıkmabaşa değinmesi daha uygun olurdu. Kendisi “Emekliliği olacağı için değinmekle içini rahatlattığını” söylemiştir. Siyasetçiler Anayasa’yı anlamıyor, yeminlerini unutuyorlar.

Ülkemize gelen bir çok devlet başkanı müslümanın, müslüman eşinin başı açıkken iktidar yetkililerimizin gittikleri ülkelerdeki devletin müslüman yetkililerinin eşlerinin başları açıkken Türkiye yöneticilerinin eşlerinin dışarıda ve içerde sıkmabaşla protokolde yer almaları doğal olarak dinci gençleri sıkmabaş uğraşına çekecektir. Ayrıca iktidar yetkililerinin eşlerinin görünümü dışarıda ve içerde “ılımlı islam çabası”nın aracı olarak değerlendirilecektir. İktidar yatkın olmasa yabancılar ılımlı islam söylemine dillerine almazlardı. Sıkmabaş olayı gericiliktir.

RTE Avrupalılardan yakınmaya başladı. Kendisi onlara her konuda ödün verdi. Kişilerin neden oldukları olaylardan yakınma hakları yoktur. Ödünlere alışanlar doymadı, daha çok şeyler isteyecekler. İşin ilginç yanı konuşup yazdıklarımızın doğrulanması. Kiminde keşke yanılsaydık. İktidarın takıyyeciliği doğrulandı. Aydın geçinen kimilerinin amaçları doğrulandı. AB, ABD, PKK, Irak konularındaki görüşlerimiz doğrulandı. Yakında Kıbrıs konusundaki haklılığımız da doğrulanacak. Uyum protokolüyle tanıma olgusu tamamlanıyor. İktidar hâlâ tersini söyleyerek gerçeklerden kaçıyor. Karşı koyamıyor, karşı atak yapamıyor, ezilip büzülüyor. Asala’yı bile yeterince kınayamadı, bu nedenle ermenileri suçlayamadı. Önceki iktidarlar da bu konuda gereken canlılığı gösteremedi. Haklı olduğumuzu savunamadı, gerçekleri anlatmakta yetersiz kaldı. Lozan Barış Antlaşması’nın şimdi bile gereğiyle savunulduğunu kimse söyleyemez. Yabancıların karşısında süklüm püklüm durmayı incelik ve efendilik saymak aşağılanmaya katlanmaktır. Daha acı olanı da yabancı ülkelere gidip kendi ülkesini karalamaktır. AB’nin para desteğiyle etkinlikler düzenleyen kuruluşlar da utandırıyor.

TRT iktidarın özel yayın aracı, parti organı gibi. RTÜK’le ilgili Anayasa değişikliği bakalım neler getirecek? Öneriyi anamuhalefet partisi de desteklediğine göre siyasal bir paylaşım kuşkusu duyulabiliyor. Kirli enerji gibi kirli siyasette yeni olaylar istifalar ve suçlamalarla gündemde.

Bu arada Kemal Derviş’in Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Başkanlığı’na seçilmesi Türkiye için daha iyi oldu. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu onayladı. Milletvekilliğinden ayrılacaktır.

İktidara güvenerek

İktidarın tutumu ve ortam her şeye elverişli olduğundan dışta ödünler, içte ödüller, şakşaklar, taktaklar sürüyor. İyi ki bu süreçte, olayların tersine, bizim Atina’dan özür dilememizi öneren biri çıkmadı. Ermeni ve kürt olaylarında tarihsel gerçeklere ve hukuksal gereklere aldırmadan ülkesini suçlayanlar, yabancılardan bu nedenle ödül alanlar çıktı. Nerden gelip nereye gittiğini bilmeyen, ulusal kimliğini inkâr eden, varlığını borçlu olduğu değerleri kötüleyen onursuz, patavatsız, kaba, küstah, ahlâktan ve kişilik değerlerinden yoksun medya baykuşu birkaç tuhaf her zaman çıkabiliyor. Özellikle Genelkurmay Başkanı’nın doğal, haklı, yerinde ama gecikmiş açıklamaları kuyruklarına basılmış gibi kimilerinin çığlıklarına neden oldu. Yıllardır söyleyip yazdıklarımızda ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıkıyor. Üstelik biz bunları olmadan ya da olmak üzereyken söylüyorduk, olduktan sonra değil. Biliyoruz ki siz yerinizde sayarsanız sizden sonrakiler sizi geçer, geriye giderseniz onlar daha da ilerde görünür. Genelkurmay Başkanı’nı eleştirirken de iktidara güveniyorlar. Hele Başbakan “Katılmadıklarımız da var” yardımcısı da “Bugünün değil, 85 yılın olayları” dedikten sonra. Hiçbir şeye saygısı kalmayanlar Silahlı Kuvvetlere saldırı için şimdi İç Hizmet Yasası’nın 35. maddesinin kaldırılmasını yeniden gündeme getirecekler. Suçlarını biliyorlar ve korkuyorlar da ondan. Devleti, demokrasiyi düşündüklerinden değil. Din eksenli iktidar da AB’ye güveniyor. Vekil imamlara kadro yasası da böyle kabul edildi.

Meclis Başkanı bey “İstiklâl Marşı’nı korkudan söylüyoruz” demiş. Zaten ilginçliği konuşmalarıyla yansıyan bu Başkanın nerde geldi belli. Parti adının değişmesinden başka bir şey olduğu kanısında değilim. Bu son sözü nerden bakılsa yanlış. Gururla, kıvançla coşkuyla söylenecek Marşın anlamı bilince yerleşmemişse ne denilse boştur. Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesi Kümbetli ilköğretim okulunda Atatürk’e yönelik terbiyesizlik ve milliyetsizlik de iktidara güvenilmese, iktidar bu konulara duyarlı olsa yapılmazdı.

TÜBİTAK’ın yapısını bozacak girişimler de iktidardan geliyor. Yalnız eğitimle, ekonomiyle, askerlikle, yargıyla, hukukla değil, bilimle, sanatla, sporla, her şeyle dinsel bir savaşımda gibiler. Bu tutumları yanlış. Yıllardır dinsel, köktendinci söylemlerle, “Hâkimiyet Allah’ındır” diyerek geldiler. Ulusal egemenliği savunan bizlere düşman gözüyle bakıyorlar. Şimdi Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlayıp demeçler veriyor, iletiler yayımlıyor, saygı duruşunda bulunup özel defterlere yazılar yazıyor, imza koyuyorlar. Yukarıda değindiğim AKP Genel Başkan Yardımcılarından FIRAT’ın Genelkurmay Başkanı’nın uyarı ve önerilerini üzerlerine almaması gibi. Pişkinlik midir, nedir? Ya da örnek bir algılama, üstün bir kavrama yeteneği, başarılı bir yorum, uygun bir değerlendirme mi? İktidarda AKP yok da başka bir parti mi var?

Ulusal egemenlik hutbesinde Atatürk’ün adının geçmemesi de böyle değil mi? İktidara güvenmese Diyanet İşleri Başkanlığı böyle bir aldırışsızlık içinde olabilir mi? 30 Ağustos Başkomutan Meydan Savaşı’ndan sonra TBMM’nde alkışlar arasında konuşarak görevini yerine getirmenin gönenci açıklayan Mustafa Kemal 1922 sonunda Marmara ve Ege Bölgesi gezisine çıktığında arkasından basılı öneri yayımlayan milletvekilleri padişah-halife olmasını istediler. O cumhuriyeti, ulusal egemenliği seçti. Şimdilerde bile diktatörce davrananlar olduğu gözetilirse Atatürk’ün büyük uygarlık projesi olan ulusal egemenliği yeğlemesinin değeri anlaşılır. Bunu unutmak, unutturmak, önemsiz saydırmak olur mu? Osmanlı’nın ulusun elinden zorla alındığı egemenliği kazandıran Atatürk’tür.

Yaşamsal olmayan savaşları cinayet sayan Atatürk’ün barışa verdiği önemi bilmeyen olamaz. Gelibolu filminde Çanakkale Savaşlarını boş yere yapılmış, gereksiz, sakıncalı gibi gösterip bağımsızlık için savaşın önemini vurgulamamak da yanlıştır. 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’i, savaşmak zorunluluğu doğunca ölümü düşünmeden vatan-yurt savunmasına koşulduğunu anlatarak yaşamsal durumlarda yüreklilik ve bilinçlenme öne çıkarılmalıdır. Emperyalizme, işgale, saldırıya karşı savaş kaçınılmazdır ve bu yolda ölmek de onurdur. Hiçbir ayrım yapmadan her savaşı kötülemek, zorunlu olduğunda savaşmamayı, savaştan kaçmayı, teslim olmayı düşündürür. Genelde savaşa karşı olmak başka, gerektiğinde savunmak için savaşı zorunlu sayıp ölümü göze almak başka şeydir. Sivil itaatsizlik güdüsüyle konuyu çığrından çıkarmanın anlamı yoktur. Kimi yazarlık yapanların bozgunculuğu kendileriyle sınırlı kalmalıdır. Korkaklar kahramanlara, namussuzlar namuslulara düşmandır.

İrticayı, köktendinciliği, bu konulardaki sakıncalı olayları sözde bilimsel alıntılarla açıklayanlar da sırtlarını iktidara dayamış görünmektedirler. Safsataları, terbiyesizlikleri ile kendilerini ele veren “angut, dinozor, lâikçi, zaptiye, statükocu, darbeci, askerci, cahil, sefil, provakatör, şaklaban, madrabaz, zırtaboz, güruh...” gibi nitelemelerle kendi düzeyini ve karakterini ortaya koyan kimileri Atatürkçülüğün çağdaş ve gerçek milliyetçilik ve bu soylu milliyetçiliğin Atatürk ilkelerinden biri olduğunu bilmiyor. Milliyetçiliği kötüye kullanmaları bahane ederek toptan suçlama yarışına giren, yurtdışında ülkesini ve ulusunu karalayan bu malûmlar, karşı olduğumuz ırkçı-faşist ölçüsünde zararlıdırlar. Milliyetçi tehlike değil, güvencedir.

RTE’nin sıkmabaş inadı yandaşlarını yüreklendirmektedir. Nitekim “Bu konuda milletle mutabakat zemini var. Deniz Baykal bunu görmeli” demiş. Baykal’ın göreceği o kadar çok şey var ki. Sıkmabaş desteği olursa kimsenin yüzüne bakamaz. Bay RTE şimdilerde ABD’nin Boğazlara ilişkin istemini düşünsün. İncirlik Lojistik kullanıma açılıyormuş. Önceleri ne yapılıyordu? Çelik çomak mı, spor yarışmaları, konserler mi vardı? Piknik alanı mıydı? Her şeyi herkesten iyi bildiklerini sanıyor ve sakat görüşü savunuyorlar. İnatçılıklarından. Oysa demokrasinin kemirgeni inattır. Cumhurbaşkanlığı köşküne inat 23 Nisan resepsiyonunda Meclis’e sıkmabaşlı eşlerle geliniyor. Tokat’ta törene sıkmabaşlı eşle gelinmesi de öyle.

Atatürk mavisi gökyüzümüz

Karabulutlar kovulacaktır. Atatürk mavisi gökyüzümüz, sonsuza değin bağımsız yaşamımızın güneşli, aylı, yıldızlı güvencesi olacaktır. Bunlar da geçecektir. Tanzimatçı, mütarekeci artığı, Osmanlı kalıntısı, rum, ermeni, arap karması kafalılar ne yazarlarsa yazsınlar Atatürk gerçeği çağdaş Türkiye’nin yaşam özü niteliğini sürdürecektir.

Genelkurmay Başkanı’nın ABD’ye gereğinden fazla övgülü yaklaşımı bile Türkiye karşıtlarını (elbet Atatürkçü lâik Türkiye Cumhuriyetini amaçlıyorum, başka biçimde Türkiye’yi değil) mutlu etmedi. General, siyaset, hele günlük siyaset hiç yapmadı. Böyle makamlarda bulunanların, bu tür görev yüklenenlerin genel gidişe ilişkin sözleri, değerlendirmeleri siyaset değil devlete hizmettir. Devlet siyasetçilerin değil, hepimizindir. İyi ilâç acıdır. Generalin söylediklerinin hangisi yanlıştı? Görevi kapsamındaki durumlara, oluşumlara, ilişkilere, her şeye değinmek kaçınılmaz sorumluluğunun gereğidir. Siyasetin ne iktidarı amaçlayan geniş anlamı ne de bir partinin iktidara gelmesi ya da iktidardan gitmesi için günlük çabaları içeren dar anlamı var. Güvenlik sorunları en başta Genelkurmay’ı ilgilendirir. Silâhlı Kuvvetler cumhuriyetin kurucusudur. Genelkurmay’ı suskun, ilgisiz, iktidar destekçisi görmek büyük yanılgıdır. Doğal olarak iktidar karşıtı da değildir. Kendi görevinin bilincinde, yükümlülüklerini yerine getirmeye çalışmaktadır. Makamları kişilerle özdeşleştirmemek, Silâhlı Kuvvetleri kimi kişisel yanlışlıklar, yanılgılar, aykırılıklar ve çelişkilerle ölçmemek gerekir. Kimi kişisel tutumu kurumun tümüne bağlamamak gerekir. Kişilere bağlı uygulamalar onlarla birlikte gider. Bunlara önem vermek doğru değildir. Konuşmalar kimini yatıştırdı, kimini ayağa kaldırdı sanıyorum. Kurumsallığı kuşkusuz konuşmaya RTE’nin tepkisi yanıtsız kalmamalı idi.

Utanmazlık

Bayrak yakarak sergilenen terbiyesizlik ve insanlıkdışı davranışa Brüksel’deki ermeniler de katıldı. Gerekli yanıtı almayınca durmaları beklenemez. Belçika polisinin ilgisizliği, terörist katil Fehriye konusundaki tutumuyla küçük kraliyetin ne olduğunu bir kez daha gösterdi. Kışkırtmalara gelmemek başka, haydutluğa kalkışanlarla onlara ortam hazırlayanlara gereken yanıtı vermek başka. Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasından tedirgin olan AB üyesi ülkelerin Ankara Büyükelçileri olanları ve olacakları göz ardı ederek konuşuyorlar. Kendi ülkelerinde Türkiye’deki olayların en küçüğü olsa ne yapacaklarını şaşırır, en sert önlemleri alırlar. Fransa’da iktidar ve muhalefetin ermeni şamatalarına katılıp destek vermesi, Sosyalist Parti’nin “Soykırımı inkar etmek suç sayılsın” biçimindeki hukuk dışı yasa önerisi işi nereye götürdüklerinin kanıtıdır. Diplomatımızı bile konumunu gözetmeden mahkemeye vermeleri gözü karalığın ve şirretliğin ölçü tanımazlığını anlatmaktadır. Büyükelçiler anlamalılar ki cumhuriyeti korumakla görevli güçler siyasete girmemek, bir olay yaratmamak, yönetime anlatmamak, hukuk dışına çıkmamak için çaba ve özen gösteriyor. Uyarıyor, öneriyor ki iktidar demokratik çizgiden ayrılmasın,düzeni bozmasın. Kötü niyetli olunsa bunları söylemeden uygun buldukları ne ise onu yaparlar. Silahlı Kuvvetler hukuka saygılıdır. Askerler, sivillerin çoğundan da daha demokrattır. Kimi olumsuz örnek genelleştirilip örnek olarak olarak alınamaz. Doğruyu kınamak doğru değildir. Zenginler Kulübü’nün elçileri sözde ermeni soykırımı için birbiriyle yarışırcasına parlamentolarında karar almayı büyük bir aymazlıkla sürdüren nerdeyse övünecekler. Polonya’yı Avusturya, Güney Kıbrıs, Belçika, Yunanistan, Fransa yalnız bırakmıyor. Ne bitmez, tükenmez kinmiş bu? Yunanistan Anadolu’ya çıkıyor, yapmadığı kötülük kalmıyor. Yenilip gidince işgale kalkıştığı ülkeleri suçluyor. Hangi yüzle? Teröristleri besleyen, diplomatlarımızın öldürülmesine sevinen onlar değil mi? Nerde insanlık, nerde dostluk, nerde komşuluk ve nerde hukuk? Atatürk’ün topraklarımızda yatan anzakları evlatlarımız sayan güzel sözlerini düşünsünler. Türkiye’den güçlü ses çıkmıyor. Tarihi çarpıtarak sürdürülen karalama kampanyası saldırıya dönüştü. İsviçre’nin Türk Tarih Kurumu Başkanı için tutuklama kararına yönelmesi ikiyüzlü ve çıkarcı batının gerçek yüzünü ortaya koyan bir çirkinlik taşımaktadır. Almanya Başbakanı Schröder’in Marmara Üniversitesi’ndeki doktora töreni konuşmasında Fener Rum Ortodoks Kilisesinden “ekümenlik” diye söz etmesine “aktif politikayı izleyeceğiz” çıkışıyla geçmişi kötüleyen şimdiki siyasetçiler ses çıkarmadılar. Susmuş olup AİHM’nin Apo için açıklayacağı kararı benimsetmeye çalışıyorlar. AB üyesi olmadan AB’nin yargı yetkisini kabul etmenin sıkıntılarına katlanılacaktır.

TBMM Başkanı’nın Anayasa Mahkemesi ve Başkanı hakkındaki gereksiz sözleri gerekli yanıtları almaktadır. Çıkışının birçok nedeni olabilir ama hiç biri söylediklerini haklı kılmaz. İktidarlar yargıyı ayak bağı ve engel sanarak saldırırlar, etkisiz ve güçsüz kılmaya çalışırlar ama muhalefete düşünce akılları başlarına gelir, pişmanlıklarını açıklarlar. Bu iktidar bir gün mutlak muhalefet olacaktır. Bilgi yetersizliği, insan ilişkilerinde başarısızlıktan terbiyeye değin kimi durumları çağrıştıran kaba sözler, kinci davranışlar büyük bir bozukluğun yaşandığı göstermektedir. Bu başkan bir zamanlar Cumhurbaşkanı’nın konuşmalarına yollama yaparak “Şeyini şey ettiğimin şeyi..” gibi bir söz de kullanmıştı. Sıkmabaşlı milletvekilinin fotoğrafı önünde “Bunu dışarı atanlar şimdi dışarıda” derken de önceki liderleri ve ustaları Erbakan ile Kutan’ı unuttu. Önemli olan, Anayasa yargısısının işlenmesidir. Bu işlevi yüklenen organın adı değildir. Avrupa’da Anayasa Mahkemesi, Yüksek Mahkeme, Anayasa Konseyi adıyla onlarca kuruluş var. Anayasa yargısına geçmeyi bekleyen üç ya da dört devlet ancak kaldı. Kuşkusuz ve tartışmasız ödünsüz biçimde ulusun olan egemenliğin yetkili organlar eliyle kullanılması kuralını kaldırmayı, Anayasa Mahkemesi’ne siyasal ağırlık vermeyi düşündüklerine göre iyice hukuk dışına düşmektedirler.

Yıpratmayacakları, yıkmayacakları bir şey kalmayacak . üniversiteleri de bölecek, yandaşlarıyla dolduracaklar. Nasıl da birbirlerini savunuyorlar. Arınç’a arka çıkan yöneticiler, AKP milletvekilleri aynı kapta neleri talim ettiklerinin kanıtıdır. Ama aynı tepkiyi aynı şeyleri daha önce söyleyen Genelkurmay Başkanı’na karşı veremediler. Medya da öyle. Sus-pus oldular. Anlamazlıktan geldiler, hatta övdüler. Muhafazakar demokratlık böyle oluyor. Bu arada Genelkurmay Başkanı’nın “17 Aralık başarıdır” sözleri de uygun davrandıklarına kendilerini inandırmaya yetmiştir.

Atışma türü tartışmaların kamuoyunda iyi karşılanmadığı izlenimi alınmaktadır. TBMM’ni ve Türkiye’yi kimlerin “yaşam alanı” yapmak istediğini artık herkes görüyor. En başta AB ve AB ödüncüleri.

Bir Işık

Değerli yazarlarımızdan Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” adlı yeni yapıtı yaşamsal savaşları, Ulusal Kurtuluş Savaşımızı, ulusalcılığı suç sayarak ulustan olmayanların ipliklerini pazara çıkaracak biçimde anlatmaktadır. İsyanları, ihanetleri, güçlükleri, uyduluk ve uşaklığı gözler önüne seren yeni romanı kendini bu ulusun bireyi sayan herkes okumalıdır. Medyanın büyük kesimini ele geçirerek okuyucuları kandırmaya çalışan yabancı kuklalarının oyunları daha iyi anlaşılacaktır. Atatürk’ün büyüklüğü, Atatürkçülüğün değeri bir kez daha belirginleşecektir. Ulusal yaşamımızın kara bulutlarla üzüntü verdiği günümüzde Turgut Özakman’ın tuttuğu ışık nedeniyle kendini ve bu doğrultuda çalışıp ürün verenleri kutluyorum.

İleri Yayınları 3 yılını doldurdu. Yeni yaşında başarılarının artarak sürmesini diliyorum. Eğitim, bilgi, kültür, sanatla Atatürk yolunu daha çok aydınlatma çabalarını övgüyle karşılıyorum. Gençlerle kutlama toplantısında birlikte olmaktan mutluluk duydum. Nice yıllara!

http://www.turksolu.com.tr/81/ozden81.htm

.

KÜRT BİLİNEN ERMENİLER!..




KÜRT BİLİNEN ERMENİLER!..



1915’DE ÖLDÜRÜLDÜ denen ERMENİLERİN Çocukları PKK olarak KARŞIMIZA ÇIKTI. 

MHP Kayseri Milletvekili Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nda çarpıcı açıklamalar…

PKK 35 bin kişinin kanını ellerinde taşıyan PKK lideri Artin Agopyan (APO) ermenidir.
“Parmaksız Zeki” kod adlı Şemdin Sakık, Ermeni’dir. Nenesinin Ermeni olduğunu kendisi açıklamıştır.
Bölücü Kürt partisi milletvekili Sırrı Sakık Ermeni’dir.
Bölücü Kürt partisi sözde “eş başkanı” Emine Ayna, katıksız bir Ermeni’dir.

PKK’nin önderlik ettiği, şimdi pek adı duyulmayan “sürgünde Kürdistan hükümeti” delegesi, 1959-Silvan doğumlu Semra Bakır, Ermeni’dir. Semra’nın kardeşi Orhan Bakır’ın asıl adı Armenak’tır. Ermeni terör örgütü TİKKO mensubu idi, Örgütün merkez komitesine kadar yükselen Orhan Bakır, güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada öldürülmüştür.

1977-Silvan doğumlu Bülent Bakır Ermeni’dir.
“Sürgündeki hükümet” delegesi Meryem Tabaş Ermeni’dir. Dedesi Hokar, nenesi Haykanuş’tur.
“Zazan Bertin” kod adlı 1980-Silvan doğumlu Ruşen Tapancı Ermeni’dir. Dedesinin adı Ohannis’tir. “Mavi Çarşı”nın yakılması eylemine katılmıştır.
1975 doğumlu Yusuf Cihangir Ermeni’dir. Dedesinin adı Vartan’dır.
1965-Karakaçan doğumlu Adnan Dizin Ermeni’dir. Dedesinin adı Kirkor’dur.
1970-Siirt doğumlu Nihat Türksoy, hiç de TÜRK soylu değildir, Ermeni’dir. Dedesinin adı Serkis, nenesinin adı Zerdo’dur.
1977-Bozova doğumlu Mehmet Güzel Ermeni’dir. Dedesinin adı Mıgırdıç, nenesinin adı İlsevik’tir.
“Cihan” kod adlı, 1974-Pertek doğumlu Akif Yadigâroğulları Ermeni’dir. Büyük dedesi Apkar, nenesi Maryam’dır.
1973-Ömerli doğumlu Metin Gümüş Ermeni’dir. Büyük dedesi Artin, ninesi Dihram’dır.
1948-Palu doğumlu Zülküf Demirtaş Ermeni’dir. Bu Hıristiyan herif, “HADEP İmamlar Birliği” üyesi olmuştur!..
1978-Silvan doğumlu Sidar Şimşek Ermeni’dir. DEHAP ilçe teşkilatında görev yapmıştır. Büyük dedesi Bedros, nenesi Luşin’dir.
1977-Diyarbakır doğumlu Mehmet Sami Geniş Ermeni’dir.
Uyuşturucu madde kaçakçısıdır. Yakalanıp, 11.12.2002 tarihinde İstanbul; 6.DGM mahkemesinde CK/405 ve CK/403: Uyuşturucu madde ticaretinden yargılanarak 6 yıl 8 ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştır. Büyük dedesi Serkis, nenesi Şuşi’dir.
1975-Afşin doğumlu Özgür Erbil Ermeni’dir. Sahte belgeler ile yurtdışına çıkmıştır. Almanya’da, uyuşturucu taciridir. Büyük dedesi Akup (agop), nenesi Lüsye’dir.
1977-Silvan doğumlu Orhan Olsen Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı İliyo, nenesinin adı Mari’dir. Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1968-Muş doğumlu Kutbettin Akşula Ermeni’dir. 1992 yılında Muş ilinde PKK terör örgütüne maddî yönden destek sağlamak amacıyla silah kaçakçılığı yapmaktan tutuklanmıştır Büyük dedesi Vartan, nenesi Zelha’dır. Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1979-Yurtbeyi doğumlu Barış Başak Ermeni’dir. Büyük nenesinin adı Kotine’dir. DTP kurucu üyesidir.
1953-İdil doğumlu Abdülaziz Özdemir Ermeni’dir. Dedesi Yusuf, ninesi Kazo’dur. 21.2.1991 günkü çatışmada ölü ele geçirilmiştir.
1972-Siverek doğumlu Levent Kayadağ Ermeni’dir. Dedesi Migdat, ninesi Havuş adındadır. 16.10.1993 günü çatışmada ölü ele geçirilmiştir.
1954-Beytüşşebap doğumlu Mehmet Öztunç Ermeni’dir. Dedesinin adı Musa, nenesinin adı Miran’dır. PKK’ye yardım ve yataklıktan tutuklanmış, daha sonra HADEP Antalya İl Kurulu’na seçilmiştir.
1977-Karayazı doğumlu İdris Sefil Ermeni’dir. Terörden hapis yatmış, sonra bir ara Konya HADEP Gençlik Komitesi üyeliği yapmıştır. Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir. İdris’in akrabası Ersin Sefil de Ermeni’dir. Kuzey Irak’ta çatışmada öldürülmüştür.
1974-Hazro doğumlu Hacı İçer’in hacılıkla hocalıkla alâkası yoktur, Ermeni’dir. Dedesi Ali, nenesi Gule’dir. HADEP Hazro İlçe Yönetim Kurulu üyesi idi. O da sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1973-Yaylayanı doğumlu Dilâver Öncü Ermeni’dir. HADEP Konak Şubesi Yönetim Kurulu üyesi idi. İzmir’de misyonerlik faaliyetinde bulunmuş, kilisede vaaz vererek Hıristiyanlık propagandası yapmıştır.
1965-Firke doğumlu Edip Yıldız Ermeni’dir. Büyük dedesi Gaço, nenesi Rihan’dır. HADEP Parti Meclisi üyesi idi. PKK’li suçluların avukatlığını yapmaktadır. Nevşehir E tipi cezaevinde yatan PKK terör örgütü mensubu Nimet Can’ın avukatlığını yapmıştır.

1964-Benek doğumlu Haşim Benek Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı Şiho, nenesinin adı Kitro’dur. 16.03.1985 günü Şırnak ilçesi Dereler Köyü civarında, Eşek Mağaraları mevkiinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında çıkan çatışmada sağ olarak ele geçirilmiş ve Diyarbakır mahkemesinde CK/ 1 68 : yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan yargılanmıştır. Hapis yatmış, sonra DEP Antalya-Muratpaşa Belediye Encümeni adayı olmuştur.
1954-Kamberşeyh doğumlu Mahmut Hakkı Eşiyok Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı Hokar, nenesinin adı Haykanuş’tur. HADEP İstanbul il teşkilatı sekreterliği yapmıştır.
1959-Urfa doğumlu İzzettin Kalaycı Ermeni’dir. 11.7.1986 tarihinde Diyarbakır 1. As. mahkemesinde CK/168 : Yasadışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan yargılanmış 8 yıl 8 ay hapis yatmış, sonra Şanlıurfa HADEP il teşkilatında görev almıştır. 23.06. 1 996 tarihinde Ankara’daki HADEP 2. olağan kongresinde Türk bayrağının indirilerek PKK bayrağı asılması olayına karışmıştır.
1948-Kölük doğumlu Mehmet Cantekin Ermeni’dir. Büyük dedesi Bedros, nenesi Meryem’dir. Diyarbakır merkez Kayapınar Belediye başkanlığı yapan Mehmet Cantekin, 1 995 tarihli milletvekili seçimlerinde Diyarbakır HADEP Milletvekili adayı olmuştur. Mehmet Cantekin Kulp Karpuzlu da köy koruyucularını yönlendirerek terör örgütü PKK’ye lojistik destek sağlamaktadır. 2003 yılında PKK’nin 1978'de kurulduğu Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde DEHAP ve Göç-Der yöneticileri ile birlikte ‘barış ağacı’ adı altında ağaç dikmek töreni düzenlemiştir. Törende bölücü başı Öcalan’ı övücü sloganlar atılmıştır.
1953-Siirt doğumlu Maruf Altın Ermeni’dir. Büyük dedesi Ohanis, ninesi Pori’dir. Ama babasının dönme adı Hüseyin, anasının dönme adı Nafiye’dir. Böylece pek çok kişinin yaptığı gibi Ermeni olduklarını gizlemişlerdir. DEP İzmir-Konak ilçe teşkilatı üyesi idi. 23 Eylül 1998 tarihinde TCK 1 68 : Yasadışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan 1 2 yıl 6 ay ağır hapis cezasına mahkûm olmuştur.
1973-Urfa doğumlu Mehmet Sait Yalçın Ermeni’dir. Dedesi Girbuş, ninesi Varti’dir. Ancak babasının dönme adı Mehmet Kerim, anasının dönme adı Mevlude’dir. 1997'deki Bodrum bombalı saldırısının sorumlusudur. Müebbet hapse mahkûm olmuştur.
1975-Hazro doğumlu Zana mazak Yezidî’dir.

Zeki Şaşmaz Yezidî’dir.
1971-Nusaybin doğumlu Abdullah Şaşmaz, kendini hiç de ALLAH’ın kulu saymaz, Yezidî’dir.
1975-Hazro doğumlu Nevzat Tedik Yezidî’dir. Halit-Revzete’den olma Nevzat Tedik’in nenesi Hüsna Tedik Diyarbakır il teşkilatı HADEP üyesi de olan PKK’nin gençlik örgütlenmesi içinde yer alan Nevzat Tedik, 11 Ekim 2001 tarihinde TCK 1 68: Yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştır.

PKK’nin Avrupa’daki kasası Nuriye Kesbir Yezidî’dir. Aynı zamanda Kongre-Gel PKK’nin cephe örgütü Avrupa Kürt Demokratik Toplum Koordinasyonu (CDK) sözde meclis üyesidir. Eylül 200 1 ‘de Hollanda’ya yasadışı yollardan girmek isterken yakalanmıştır.
1980-Midyat doğumlu Şevkiye Atalan Yezidî’dir.
1966-Midyat doğumlu Fahrettin Şahin Yezidî’dir.
Adana’da yakalanan PKK’li canlı bomba Hatice Arat Yezidî’dir. Dedesi Hasso, nenesi Meryem de Yezidî’dir.
1955-Beşin doğumlu Osman Ergin Yezidî’dir. DTP Merkez Yönetim Kurulu üyesidir.
Batılıların aleyhimize kullanmak için sözüm ona “Türkler” arasından seçtirdiği, Avrupa Parlamentosu üyesi Feleknaz Uca, Yezidî’dir.
Feleknaz’ın babası Abdullah Uca, “Yezidî Kürdistan Birliği” başkanıdır, Elbette o da Yezidî’dir. Televizyonlarda boy gösteren Metin Uca nedir, size kalmış… Çünkü bu bölücü-militanların yumuşak uzantısı tüm medya, bürokrasi, parlamento ve hatta asker içindedir.
1971 -Midyat doğumlu Seyithan Alpar Süryânî’dir, yani SEYYİT Peygamber torunu) falan değil, düpedüz Hıristiyan’dır.
1976-Midyat doğumlu Metin Kesenci Süryânî’dir. “Beth Nehrin” adlı Süryânî ve Asurî örgütünün kurucusudur.
1975-Midyat doğumlu Adnan Kesenci Süryânî’dir.
1983-Nusaybin doğumlu Bilal Yürek Süryânî’dir.
1980-Pervari doğumlu Salih Boğdu Süryânî’dir.
1937-Ceylanpınar doğumlu Şemsi Emen Süryânî’dir. HADEP üyesi idi.
1969-Kurtalan doğumlu İhsan Kaya Süryânî’dir. Romanya’da PKK insan, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yapmaktayken sahte pasaport ve kimlikle yakalanmıştır. Büyük dedesi Görgis, nenesi Şemuni’dir.
1962-Siirt doğumlu Basri Kaysi Süryânî’dir. Büyük dedesi Görgis, ninesi Şemuni’dir. İHD Siirt Şubesi üyesi, ve DEHAP Siirt il teşkilatı delegesi idi.
1980-Siirt doğumlu Ayhan Kaysi Süryâni’dir. Büyük dedesi Görgis, ninesi Şemuni’dir. Pek çok olaya karışmış, 1997'de teslim olmuştur. İtirafçı olmuş, 1999'da tahliye edilmiştir.

 1952-Nusaybin doğumlu Mehmet Zeki Kanşiray Süryânî’dir. Büyük dedesi Zeytun, ninesi Meryem’dir. İzmir Köy Hizmetleri soygununa katılmıştır. 16.7.1990 günü Bornova Tarım ve Orman Bakanlığı İzmir İl Müdürlüğü Personeli maaşlarının silah zoruyla gasp edilmesi olayında tutuklanmıştır. Hapis yatmış, sonra HADEP Gaziemir İlçesi Yönetim Kurulu üyesi olmuştur.

1968-Derik doğumlu Fethi Oktay Süryânî’dir. Dedesi Turnas, nenesi Mennuş’tur. 1997'de yakalanmış, müebbet hapse mahkûm olmuştur.
1948-Palu doğumlu Zülküf Demirtaş Ermeni’dir. Büyük dedesi Kinkos, ninesi Nazlı’dır. İkisi de Ermeni idi.
HALA BU ERMENİLERİN PEŞİNDEN GİDEN KÜRTLERE ŞAŞARIM…..

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU

http://www.turkishnews.com/tr/content/2013/05/07/kurt-bilinen-ermeniler/

..

PAŞA FARKI




PAŞA FARKI /   “EĞER BİR ÜLKEDE NAMUSLULAR DA NAMUSUZLAR KADAR CESUR OLMADIKÇA O ÜLKE İÇİN KURTULUŞ YOKTUR”   

YA DA   “DİNİME KÜFREDEN BARİ MÜSELMAN OLSA”   VEYAHUT   İSMET PAŞA’YI DİLİNE DOLAYAN HARAMİLER SÜRÜSÜ, BİZ SİZİ ÇOK İYİ TANIYORUZ?!  

Paşa farkı?!   ……………   “Arkadaşlar! Eğer bir memlekette erbabı namus laakal eşirra […]


YA DA “DİNİME KÜFREDEN BARİ MÜSELMAN OLSA”

VEYAHUT  İSMET PAŞA’YI DİLİNE DOLAYAN HARAMİLER SÜRÜSÜ, BİZ SİZİ ÇOK İYİ TANIYORUZ?!

Paşa Farkı?!

……………

“Arkadaşlar! Eğer bir memlekette erbabı namus laakal eşirra kadar sabur olmazsa o memleket behemehal batar / Eğer bir memlekette namuslular da, en az namussuzlar kadar cesur olmazsa, memleket batar!”

İsmet Paşa, 5 Temmuz 1931
…………….

“TAYYİP”ZADE OLMAK / EL TAYYİP’İN TÜM YOLSUZLUKLARI YA DA “TAYYİP”ZADELER VEYAHUT “TAYYİP”ZEDELER?!

“TAYYİP”zade olmak?!
“BOP Eş Başkanı” Erdoğan, aralarında bir zamanların efsanevi “Tercüman”ının eski “Başyazar”ı ve genel yayın müdürü Taha Akyol’un da bulunduğu bir avuç gazeteciye, Dolmabahçe’de Cuma akşamı, “2006 YAŞ” süreci bağlamında şöyle diyor:
“Org. Büyükanıt hakkında, bazı internet sitelerinde ‘iğrenç iftiralar’ çıkıyor. Kim hakkında çıkmıyor ki?”
Akyol ekliyor:
“Başbakan ve arkadaşları hakkında da! Zırva bunlar!”
Oysa ki…
Bir zamanların “Türk Milliyetçisi”, şimdinin “BOP’çu kalemi” Taha Akyol, isteseydi iki isim arasındaki ayrımı, net olarak ortaya koyabilirdi.
Büyükanıt’ın isminin arkasına saklanmaya çalışan Erdoğan’a, hakikati anlatabilirdi!
Çünkü Eş Başbakan Erdoğan hakkında, “sanal ortam”da dolaşan yazılar, birer iddia değil; gerçeğin ta kendisi!..
Hatta geçmişte, şu an yazmakta olduğu Milliyet Gazetesi’nde haber olmuş yolsuzluk, hırsızlık, vurgun vak’aları da internet ortamında dolaşmaya devam ediyor.
Nitekim…
Eski Türk Milliyetçisi yazar, “iktidardan beslenen”ler sınıfına yükseldiği için, bu tatsız konulara girmemeye özen gösteren “Büyük Türk Büyüğü” gazeteciler arasındaki haklı yerini aldı.
Akyol, dünden bugüne uzanan “zikzaklı çizgisi”yle ne kadar övünse azdır artık!
Ki…
O ligde temel kural; daima haklının yanında değil, güçlünün yanında olacaksın!
Çıkarına zarar gelmemesi için her daim üç maymunu oynayacaksın!
Filhakika, Taha Akyol gibi hafızası zayıf gazetecilere, özel bir ilgim olmakla birlikte, Erdoğan’ın Belediye Başkanlığı günlerindeki icraatları hakkında birkaç bilgi notu sunmayı, mesleğim adına görev telakki ediyorum.
İşte bu anlamda birkaç enstantane!..
Yakın tarihten, Erdoğan’ın, bırakın “Milletvekili”, “Başbakan”, neden “Cumhurbaşkanı” olmayacağını ortaya koyan, CHP İstanbul İl Başkanı Mehmet Bölük’ün, “El Tayyip Nasıl Umut Oldu?” başlıklı çalışmasından birkaç pasaj…
Selahattin Erol’un derlemesi ile “zaman tüneli”ne sıkışmış “yolsuzluk, hırsızlık, vurgun” enstantanelerinden bir demet yansıtıyorum:



“TAYYİP”ZADELER YA DA “TAYYİP”ZEDELER?!



(…)

Son günlerde iki emekli generalin isimlerinin karıştığı yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ilginç tepkilere neden oldu.

Bu vesile ile milletvekillerinin “DOKUNULMAZLIĞI” konusunun tekrar gündeme gelmesi kimi çevrelerin yoğun tepkisine yol açtı. Beni bu emekli generaller hakkındaki iddiaları meşru göstermeye çalışmakla suçlayanlar oldu, yolsuzlukları savunduğumu iddia edecek kadar hezeyan içinde sayıklayanlar çıktı. 

Yolsuzluklar konusunda bazı emekli TSK üyelerinin isimleri anıldığında dilleri çözülen, ama başta Başbakan olmak üzere kimi AKP’li milletvekilleri ve bakanların dokunulmazlık zırhına bürünerek gözlerden saklamaya çalıştıkları icraatları (!) söz konusu olunca “dut yemiş bülbüle” dönen bu tür samimiyetsizler ve ikiyüzlülerin, bilerek ya da bilmeyerek, aslında kimleri koruduğunun ortaya çıkması için, RECEP TAYYİP ERDOĞAN ile ilgili yolsuzluk iddialarını hatırlamakta yarar vardır. RTE ve onunla ilişkili olan kişilerin isimlerinin ne tür yasa dışı işlemlere karıştığının açıklıkla bilinmesi yolsuzluklarla ilgili bu tartışmada ufuk açıcı olacaktır. 

Bu nedenle eski CHP İstanbul İl Başkanı Sayın Mehmet Bölük’ün “Bizden Söylemesi, EL TAYYİP NASIL UMUT OLDU?” başlıklı çalışmasından “Recep Tayyip Erdoğan’ın Yolsuzlukları” alt başlıklı bölümü, “RTE’nin Yolsuzlukları” başlıklı bir dizi e-posta ile dikkatlerinize sunmak istiyorum.

(…)

Mehmet Bölük, Recep Tayyip Erdoğan’ın yolsuzluklarını şu şekilde özetliyor:

“Recep Tayyip Erdoğan’ın geleceği için yapılan tüm bu hazırlıklar İstanbul Halkı’nın cebinden çıkıyordu. İstanbullu şişirilmiş doğalgaz ve su faturalarıyla farkında bile olmadan Tayyip’e destek oluyordu. Onu iktidar yapmak için İETT otobüsleriyle fahiş fiyatla seyahat ediyordu. İSKİ ihalelerinden doğalgaz ihalelerine, METRO ihalelisinden İGDAŞ’ın ihalelerine kadar her yerden pis kokular geliyordu. Bilboard’lar, ağaç kampanyaları, kaldırım ihaleleri gibi tüm olaylar kamuoyuna yansıyor, ancak somut bir sonuç alınamıyordu. REFAHYOL’un iktidar olması, Sayıştay’ın başında AKP Kocaeli Milletvekili ve Genel başkan yardımcısı (bugün Milli Savunma Bakanı’dır! S.E) Vecdi Gönül’ün bulunması nedeniyle Tayyip adeta kollanıyordu. Yargıya intikal eden yolsuzluk dosyaları ise yasaların yetersizliği ve yargının ağır çalışması nedeniyle bir türlü sonuçlanmıyordu. Medya’nın yolsuzluklar nedeniyle yönelttiği sorulara ya ‘iftira’ ya “komplo” ya da ‘ispat edemeyen şerefsizdir’ gibi beylik cevaplar veriliyordu.”

(…)

Mehmet Bölük’ün 5.9.2002 tarihi itibarıyla kaleme aldığı bu çalışmada dile getirilenler, aradan geçen zaman dikkate alınarak okunmalıdır. Bu çalışmada dile getirilen kimi iddialarla ilgili olarak daha sonra hukuki süreç başlamış, ama adı geçen kişilerin milletvekili seçilmesi ve dokunulmazlığa kavuşmaları ile tamamlanamamıştır.

“Recep Tayyip Erdoğan ile çıkar ilişkilerinin yarattığı AKP milletvekili adaylarını” da burada açıklayacağım. Bu kişilerden bir kısmı şu anda TBMM üyesi olarak yasama görevini yerine getirmektedirler! Erdoğan’ın yolsuzluklarını sıralayacak olursak…

(…)

BILBOARD YOLSUZLUĞU: İstanbul’un ana arterlerinde yer alan, büyük reklam ajanslarının gözdesi reklam panolarının kiralanması sırasında yapılan yolsuzluktur. Recep Tayyip Erdoğan’ın en büyük taktiği, ihalelerin önce belediye şirketlerine (BİT’lere) verilmesi, oradan da kendi yandaşı kişi ya da firmalara aktarılmasıydı. Bilboard ihalesinde de aynı şeyi yaptı. Ulusal ve uluslararası reklam ajanslarının gözdesi ‘Bilboard’lar (caddelere konulan büyük reklam panoları) önce belediye şirketi KÜLTÜR AŞ’ye kiralandı. Oradan da Nakşibendi tarikatı mensuplarının yönetimindeki İNTERPAN firmasına yıllık 30 milyar TL gibi komik bir fiyatla devredildi. Bilboard ihalelerinde yolsuzluk yapıldığı gerekçesiyle Temmuz 2002’de İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Burada Recep Tayyip Erdoğan, Ali Müfit Gürtuna ve 25 belediye yöneticisi (bunlardan bir kısmı da AKP milletvekili adayı) yolsuzluk sanığı olarak yargılanıyorlar. Sanıklardan, belediyenin zararı 100 milyon doları karşılamaları da isteniyor. İlk duruşma önümüzdeki günlerde yapılacak!”

SORU 1: Bu 25 sanıktan kaçı milletvekili olmuştur?

SORU 2 : İstanbul Ağır Ceza mahkemesinde açılan davanın sonucu ne olmuştur?

(…)

AĞAÇ YOLSUZLUĞU: İstanbul’a dikilen ağaçların alımından dikimine kadar yapılan ihalelerdeki yolsuzluklardır. ‘İki milyon ağaç’ kampanyası Tayyip’in en iddialı projelerinden biriydi. Ama her projesindeki gibi bunda da BİT’ler kullanılarak İstanbul halkı soyulmuştur. Ağaç alım, dikim ve bakım işleri önce belediye şirketi İSTAÇ’a verilmişti. İSTAÇ da bir başka belediye şirketi AĞAÇ AŞ’ye taşeron olarak devretmiş, AĞAÇ AŞ de siyasi yandaşları, kişi ve firmaları taşeron olarak kullanmıştı. Türkiye’den ucuz fiyatla sağlanması mümkün olan ağaçlar İtalya’dan birkaç misli fiyatla ithal edilmiş, trilyonlarca liralık döviz kaybına yol açılmıştı. Ayrıca İstanbul’un iklim koşullarına uygun olmadığı biline biline, binlerce ağaç ithal edilmiş, bu ağaçlar kuruyunca da, Tayyip Erdoğan’ın emriyle gece yarıları yerinden söktürülmüştü. Ağaç işleri ile ilgili yapılan soruşturmalar sonucunda ‘görevde yetkisini kötüye kullandığı’ tespit edildiyse de Recep Tayyip Erdoğan, beş yıllık zamanaşımı nedeniyle yargılanıp ceza almaktan kurtuldu!

SORU : Bahse konu ağaçlar neden İtalya’dan ithal edilmiştir?

(…)

PERSONEL TAŞIMA YOLSUZLUĞU: Belediye ve bağlı şirketlerinin personelinin işe gidiş gelişlerini sağlamak için yapılan personel servisi ihalelerindeki yolsuzluktur. İstanbul Belediyesi ve bağlı kuruluşlarının personelinin taşınma işleri Tayyip’in yakın arkadaşı Albayraklar şirketine verilmişti. Burada da akıl almaz yolsuzluk olayları yaşanmıştı. Danışıklı dövüş şeklinde yapılan bu ihalelere birkaç akraba şirket, bazılarına da sadece Albayraklar davet edilmişti. Sahte araba ruhsatlarının düzenlendiği müfettiş raporları ve savcılık iddianamelerine konu olan bu ihaleler yüzde 2-3 gibi komik tenzilatlarla Albayraklar firmasına verilmişti. Tayyip Erdoğan bu yolsuzların önemli bölümünden yakasını beş yıllık zamanaşımı nedeniyle kurtardıysa da, 1998’de yapılan iki ihale nedeniyle İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde “ihaleye fesat karıştırmak”tan yargılanıyor. İlk duruşma bu ay içinde yapılacak!

SORU : Bu davanın sonucu ne olmuştur?

(…)

Hazır söz “ALBAYRAKLAR”dan açılmışken, bu ilişkilere ışık tutmaya yarayacak, Cumhuriyet gazetesinde çıkan iki haberi de yorumsuz olarak sunalım.

(…)

ÖZELLEŞTİRMENİN GÖZDESİ ALBAYRAKLAR: Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde aldığı ihalelerle adını duyuran Albayraklar, AKP’nin iktidara gelmesiyle de özelleştirmenin vazgeçilmez şirketi oldu. Sümerbank Ereğli Tekstil, Balıkesir SEKA ve Trabzon Limanı’nı alan Albayraklar Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Albayrak ve kardeşlerinin de aralarında bulunduğu 11 kişi Büyükşehir Belediyesi’nden alınan ihalelere fesat karıştırmaktan mahkum oldu. Albayraklar’a da 1 yıl süre ile ihaleye girme yasağı getirildi. Ancak bu cezalar ertelendi.

Albayrak kardeşler, Mustafa Albayrak öncülüğünde 1980 yılında işe İstanbul’da minibüsçülük ve otobüsçülük yapmakla başladı. 1994 yılına dek yalnızca otobüsçülükle geçinen Albayraklar’ın işleri, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanmasıyla açıldı. İlk önce belediyenin personel taşıma ihalesini alan Albayraklar’a daha sonra belediyenin çöp, inşaat ve metro ihaleleri de verilmeye başladı. Albayraklar’a verilen bu ihalelerdeki usulsüzlük iddiaları üzerine İçişleri Bakanlığı, mülkiye başmüfettişlerini görevlendirdi. Aylar süren incelemeler sonucu, bu ihalelerde usulsüzlük tespit eden müfettişlerin raporu üzerine İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı soruşturma başlattı. İstanbul DGM, 2001 yılında Organize ve Mali Şube Müdürlüklerine Albayraklar’a yönelik operasyon talimatı verdi. Albayrak şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Albayrak, Tayip Erdoğan’ın danışmanları ve şu anda AKP sıralarında Mecliste olan bazı milletvekilinin de aralarında bulunduğu yaklaşık 100 kişi gözaltına alındı.

Bu kişilerden Mustafa Albayrak, Alican Balcı ve Nuran Erdoğan 19 Eylül 2001 tarihinde “çete kurmak”, “zimmet” ve “dolandırıcılık” suçlarından tutuklandı. Soruşturma devam ederken DGM Yasası’nda değişiklik yapıldı. Yasa değişikliği ile “çete” davaları DGM kapsamından alınarak ağır ceza mahkemelerine verildi. Albayraklar dosyası da İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Albayraklar soruşturmasını tamamlayan İstanbul Cumhuriyet Savcıları Erolcan Özkan, Rasim Işıkaltın ve Hüseyin Yıldız, Mustafa Albayrak, dönemin İSKİ Genel Müdürü Veysel Eroğlu ve Erdoğan’ın danışmanı Necmi Kadıoğlu’nun da aralarında bulunduğu 70 sanık hakkında “çete” “zimmet” ve “dolandırıcılık” suçlarından dava açtı. Sanıkların 3 ile 75 yıl arasında değişen ağır hapis cezalarına çarptırılmasının istendiği iddianamede, Erdoğan’ı “geleceğin başbakanı” yapmak amacıyla çete oluşturulduğu ifade edildi. Organize olarak ihalelere fesat karıştırıldığı ve şartnamelerin Albayraklar’ın menfaatleri doğrultusunda hazırlandığı iddia edilen iddianamede, “Siyasal ve sosyal görüşten kaynaklanan bir amaçla, cürüm işlemek için devasa bir teşekkül oluşturuldu” denildi. Daha sonra Yargıtay’ın Erdoğan ve Ali Müfit Gürtuna hakkındaki dosyayı yerel mahkemeye göndermesi üzerine belediyenin eski yeni başkanları hakkında da dava açıldı. Bu dava bir süre sonra Albayraklar davası ile birleştirildi. Dosyanın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesinin hemen ardından yapılan ilk duruşmada tutuklu sanıklar tahliye edildi. Gıyabi tutuklu sanıkların ifadeleri alınmaya gerek duyulmadan tutukluluklarının kaldırılması ise dikkat çekici idi. Bir süre sonra davada sanık olarak yargılanan Erdoğan’ın partisi iktidara geldi. AKP’nin iktidar olmasının hemen ardından yapılan duruşmada mahkeme kara verdi. Mahkeme heyeti, Mustafa Albayrak, kardeşleri Kazım ve Muzaffer Albayrak ile şirketin ihale bölümünde çalışan Hüseyin Yılmaz, Mehmet Sami Polat, Tamer Öztürk ve Osman Temur’un “ihaleye fesat karıştırmak” suçundan, Belediye’nin İhale Komisyonu’nda yer alan Basri Saygı, Mustafa Döner, Ömer Gaziler ve Beytullah Ateş’in de “görevi ihmal” suçundan 2 ay 27’şer gün hapis cezasına çarptırılmalarını kararlaştırdı. Daha sonra bu cezaları paraya çeviren mahkeme, sanıkların bir daha suç işlemeyeceklerine kanaat getirerek cezalarını erteledi. Mahkeme Gürtuna’nın da aralarında bulunduğu 54 kişinin ise delil yetersizliğinden beraatına karar verdi. DGM’ce yapılan ve daha sonra yasa değişikliğiyle ağır ceza mahkemelerine gelen davaların hemen hepsi hâlâ sürüyor. Erdoğan ve Gürtuna’nın yargılandığı bu yolsuzluk davası ise jet hızı ile sonuçlandı. Albayraklar davasında Erdoğan döneminde İstanbul Belediyesi’nde görev yapan ve daha sonra AKP sıralarında Meclis’e giren 6 milletvekilli de yargılanıyordu. Ancak dokunulmazlık kazanan Mustafa Açıkalın, Adem Baştürk, İdris Naim Şahin, Zülfü Demirbağ, Selami Uzun ve Mustafa Ilıcalı’nın dosyaları ayrıldı. 3 Kasım seçimleri sonucunda AKP’nin iktidara gelmesiyle Albayraklar’ın yıldızı iyice yükseldi. Erdoğan’ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptığı dönemde Albayraklar’ın da adı artık daha büyük ihalelerle anılmaya başlandı. Albayraklar’a Türkiye’nin en büyük işletmelerinden olan Sümer Holding’e ait Ereğli Tekstil, Balıkesir SEKA ve Trabzon limanı verildi. Özelleştirme kapsamına alınan Balıkesir SEKA yalnızca 1.1 milyon dolara Albayraklar’a satıldı. Fabrika ile birlikte ambardaki 4 trilyonluk yedek parça, her biri için ortalama 20 milyar değer biçilen 185 lojman, 2.8 trilyonluk enerji tribünü ve 47 iş makinesi de Albayraklar’a geçti. 1981 yılında 1 milyon 189 milyon dolara inşa edilen fabrikaya SEKA müfettişlerinin biçtikleri fiyat 51 milyon dolar. Albayraklar’ın özelleştirmeden aldığı üçüncü tesis ise Trabzon limanı oldu. İşletme hakkının 30 yıllığına özel sektöre devri için yapılan ihaleye 6 şirket katıldı. Elemeli turda 2 şirket elendi ve liman 21.3 milyar dolarla açık arttırmaya açıldı. 30 yıllık işletme hakkı 22 milyon 400 bin dolar Albayraklar’a verildi. Bu kararla 2002 yılında 2 trilyon 850 milyar kâr eden liman yıllık yaklaşık 1.1 trilyon liraya Albayraklar’ın oldu. (Ecevit Kılıç / Cumhuriyet – 6.11.2003)

(…)

SEKA’YI İADE ETMİYORLAR: Albayraklar AŞ mahkeme kararlarına karşı SEKA’yı iade etmedi. Selüloz İş Sendikası Balıkesir Şube Başkanı İsmail Deniz, yargı karaları uyarınca fabrikanın SEKA’ya verilmesi gerektiğini söyledi. Yıllardır özelleştirme kapsamında bulunan Balıkesir SEKA 25 Mart 2003 tarihinde ihale ile satışa çıkarıldı. Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a yakınlığı ve tartışmalı ihalelerle tanınan Albayraklar AŞ ihalede 1.1 milyon dolara teklif veren tek şirket oldu. Özelleştirme yüksek Kurulu da 13 Mayıs’ta bu ihaleyi onayladı. Ancak ihaleyi “peşkeş çekme” olarak nitelendiren ve fabrikanın 1800 dönümlük arazisi, 185 lojmanı, sosyal tesisleri ile değerinin altında elden çıkarılmak istendiğini vurgulayan Selüloz İş Sendikası, yürütmenin durdurulması istemiyle Bursa 2. İdare Mahkemesi’nde dava açtı. 24 Haziran’da fabrikayı devralan Albayraklar AŞ, 282 işçinin sözleşmesini feshedip, tazminatlarını ödedi. Bursa 2. İdare Mahkemesi 28 temmuz 2003’te, piyasa değeri 51 milyon dolar olan Balıkesir SEKA İşletmesi’nin 1.1 milyon dolara satılmasında kamu yararı ve özelleştirmenin amacına uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı aldı. Oy çokluğu ile alınan kararda dava konusu işlemin açıkça hukuka aykırı bulunduğu, uygulanması durumunda giderilmesi güç zararlar doğacağı vurgulandı. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, bu karar üzerine üst mahkeme olan Bursa Bölge İdare Mahkemesi’ne başvurdu. Ancak bu itiraz da 18 Eylül 2003 tarihinde oybirliği ile reddedildi. Karar sonrası sendika, Albayraklar’ın fabrikayı SEKA’ya iade etmesi gerektiğini vurguladı. Ancak Albayraklar bu yönde herhangi bir adım atmadı. Selüloz İş Sendikası Balıkesir Şube Başkanı İsmail Deniz SEKA Genel Müdürlüğü’nün yargı karaları doğrultusunda fabrikayı geri almak için bir komisyon oluşturduğunu öğrendiklerini belirterek, “Ne var ki, bu komisyon bir türlü Balıkesir’e gelemedi. Sanıyorum hükümetten çekindikleri için bu işe cesaret edemediler” dedi. (Coşkun Yaman / Cumhuriyet 6.11.2003)

(…)

ÇÖP YOLSUZLUĞU: Toplanan çöplerin döküm alanlarına götürülmesi için açılan ihalelerde yapılan yolsuzluktur. İstanbul’un çöplerinin aktarma merkezlerinden döküm alanlarına götürülmesi işi de yine BİT’ler kullanılarak yandaş firma Albayraklar’a verilmişti. İstanbul Belediyesi bu işi önce belediye şirketi İSTAÇ’a ihale etmiş ve İSTAÇ da Albayraklar ortaklığı iki şirkette vermişti. 1996 çöp taşıma ihalesi Albayraklar’a ait Sistem İnşaat ile Günaydın Kardeşler’e 7 trilyon lira bedelle verilmişti. Aynı iş müfettiş denetimleri sırasında 2002 yılı için ihale edilmiş, Albayraklar’ın teklif vermediği bu ihale 6.67 trilyon TL’ye Ceynak firmasın işi almıştır. İstanbul’un çöp işi tüm enflasyon artışlarına rağmen 6 yıl sonra bile daha ucuz fiyata ihale edilmiştir.”

(…)

AKBİL YOLSUZLUĞU: İstanbul’da ulaşımı kolaylaştırmak için uygulamaya koyulan elektronik entegre bilet sistemindeki yolsuzluktur. AKBİL sisteminin kurulmasından, uygulamasına kadar her aşamasına yolsuzluk yapılmıştı. Türkiye için bir ilk olan “sanal ortamda hortumlama” da yine Tayyip Erdoğan dönemine rastlamaktadır. Elektronik ortamda verileri değiştirerek veya silerek trilyonlarca lira İstanbullunun cebinden hortumlanmıştı. Bir numaralı sanığın Recep Tayyip Erdoğan olduğu AKBİL davası halen Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam etmektedir.

SORU : Bir numaralı sanığı Recep Tayyip Erdoğan olan bu davanın akıbeti ne olmuştur?

(…)

İGDAŞ YOLSUZLUĞU: İstanbul’un doğal gaz dağıtım şirketi İGDAŞ’daki şebeke inşaatlarından sayaç okumaya ve reklam işleri ihalelerine kadar yapılan bir dizi yolsuzluktur.

İstanbul’un doğalgaz şebekelerini ve dağıtımını yapan DOĞALGAZ TEKELİ konumundaki belediye şirketi İGDAŞ; Tayyip Erdoğan döneminde büyük yolsuzlukların merkezi oldu. Şebeke inşaatları fahiş fiyatlarla yandaş şirketlere verildi. El kitabı basımından hikaye ve boyama kitabı basımına, sayaç okumadan kolonyalı mendil alımına kadar yapılan ihalelerde yolsuzluk yapıldı. Tayyip’in düzenlediği propoganda toplantılarının finansmanı İGDAŞ tarafından karşılandı. Tüm bu yolsuzlukların faturasını İstanbul halkı fahiş doğalgaz faturalarıyla ödedi. Bu konularda açılan dava halen Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam ediyor.

SORU: Bahse konu davanın sonucu ne olmuştur?

(…)

KİPTAŞ YOLSUZLUĞU: İstanbul’un gecekondu sorununu çözmek üzere Mesken Gecekondu Müdürlüğü fonunda biriken paralar ile tahsis edilen arsaların KİPTAŞ isimli BİT’e verilmesi ve burada keyfi ihale ve uygulamalarla çarçur edilmesidir.

İstanbul’un gecekondu sorununa çözüm getirmek amacıyla kurulan Mesken Gecekondu Müdürlüğü mülkiyetindeki arsalar ile fonlar belediye şirketi KİPTAŞ’ın emrine verildi. Bu şirket de yandaş şirketlere verdiği ihalelerle yapsatçılık yaptı.

Ayrıca bu şirketin kasası, yandaş belediyelere borç para veren banka kasası gibi kullanıldı. İstanbul belediyesi şirketi KİPTAŞ Adapazarı’nda arsalar aldı, bu arsaların bir kısmını oradaki FP’li belediye başkanları ve politikacılara sattı. Sermayesi İstanbul halkına ait olan bu şirket tam bir çiftlik gibi yönetilmekte, gecekondu sorununun çözümü için ayrılan arsalar ve paralar çarçur edilmektedir.

Yaptırdığı sosyal konut niteliğindeki binalar kalitesizlikten oturulamaz durumda olan KİPTAŞ, 200-300 dolara villa satan “yapsat”çı durumuna geldi.

(…)

İSKİ’DEKİ YOLSUZLUKLAR: İSKİ altyapı inşaatları, araç kiralama, personel taşıma, personel kıyafet temini gibi ihalelerde yapılan yolsuzluklardır. Recep Tayyip Erdoğan döneminde İSKİ’de yolsuzluk ve usulsüzlüklerle yandaş kişi ve kuruluşları zengin etmek amacıyla kullanıldı. 119 ihaleden sadece 5’i gazete ilanıyla duyuruldu. 114 ihale yandaş şirketlerin davet edilmesiyle gizli olarak yapıldı. İstanbul’daki inşaat şirketleri yetmiyormuş gibi Gaziantep ve Kayseri gibi illerden yandaş şirketler ihalelerin yıldızı oldular. Araç kiralamadan personel servisine kadar birçok ihale, davet ve pazarlık gibi yöntemlerle gizli olarak yandaş firmalara verildi. İSKİ’deki yolsuzluklar nedeniyle, bir yandan İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılama devam ederken, bir yandan da İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişleri’nin incelemeleri devam ediyor.

SORU: İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki bu davanın akıbeti ne oldu?

(…)

METRO YOLSUZLUĞU: İstanbul Metrosu’nun elektro-mekanik ihalesinde yapılan yolsuzluklardır. İstanbul Metrosu inşaatına Nurettin Sözen döneminde başlanmıştı. Kazı işleri devam ederken Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına seçildi. Sözen, metronun elektro-mekanik ihalesini de yapmış ancak zarfların açılma işini yeni başkana bırakmıştı. Tayyip zarfları açtı ve fiyatları pahalı buldu, tekrar ihale düzenlendi. İhaleyi Siemens- Simko- Garanti-Koza konsorsiyumu kazandı, ancak Tayyip 7 ay sonra sudan sebeplerle bu ihaleyi de iptal etti. Bu olaya tepki gösteren Almanlar Tayyip Erdoğan’ın bu ihaleyi yakınlarına vermek için iptal ettiğini açık açık söylediler. İhale üçüncü kez yapıldı ve ihale Tayyip’in yakını Albayraklar’ın ortak olduğu konsorsiyuma kaldı. Tayyip Erdoğan dönemi İstanbul Belediyesi bürokratlarının Metro ihalesindeki yolsuzlar nedeniyle İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaları sürüyor. Tayyip’in de bu olayda “görevde yetkisini kötüye kullandığı” tespit edildiyse de, suç tarihi 23 Nisan 1999’dan önce olduğu için “Rahşan affı” olarak bilinen erteleme yasasından faydalanarak yargıdan yakasını kurtardı.

SORU : İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki bu davanın akıbeti ne oldu?

(…)

KİRALIK ARAÇ YOLSUZLUĞU: İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve BİT’lerde araç kiralama işlerinde yapılan yolsuzluklardır. Tayyip Erdoğan, binek araçlarını kiralama yöntemiyle temin ederek yeni bir uygulama başlattı. Kiralamaların yandaş şirketlerden yapılabilmesi için her türlü tedbir alındı. Örneğin, İstanbul Belediyesi araba kiralama ilanını Milli Gazete’nin İzmir baskısına verdi, işi eski MSP’li Bakan Hasan Aksay’ın oğlu Mehmet Emin Aksay’ın Ankara firması aldı. Belediye İstanbul’da, ilan İzmir’de, işi alan firma Ankara’da! Ayrıca kiralamalarda fahiş fiyatlar uygulandı. Örneğin sıfır kilometre Renault Spring’in fiyatı 330 milyon TL iken, araba için bir yılık kiralama bedeli olarak peşin para 312 milyon TL kira bedeli ödendi! 18 milyon daha ödeseler araba belediyenin olacaktı! Tayyip Erdoğan bu konuda da yargıdan yakasını “Rahşan Affı” sayesinde kurtardı!

(…)

SİNEK İLACI YOLSUZLUĞU: İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından karasinek ve sivrisinek ile mücadele için gerekli ilaç alımında yapılan yolsuzluklardır. Recep Tayyip Erdoğan ve Ali Müfit Gürtuna haklarında İstanbul Belediyesi tarafından kara sinek, açık alan karasinek, sivrisinek ve biyolojik lavrasit ilaçlarının alımında tek ürüne ve tek firmaya yönelik ihale şartnamesi hazırlamak suretiyle ihaleye fesat karıştırıldığı gerekçesiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı.

SORU: Bu davanın akıbeti ne oldu?

(…)

ÇAMUR BARAJI YOLSUZLUĞU: Haliç’ten çıkarılan çamurun baraj sahasına taşınması sırasında yapılan yolsuzluklardır. Haliç ıslah çalışmaları sırasında çamur naklinin yapıldığı boruların döşenmesinde, Bayındırlık Bakanlığı fiyatlarının 50 misli fiyat ödenmesi, bu ödemenin yanlışlıkla yapılamayacak kadar büyük olması nedeniyle İstanbul belediyesi ile yüklenici firma gizli pazarlıklar olduğu gerekçesiyle İstanbul Ağır Ceza dava açıldı!

SORU: Bu davanın akıbeti ne oldu?

(…)

EL TAYYİP’İN SAZ ARKADAŞLARI: (Aşağıdaki liste 5 Eylül 2002 itibarıyla hazırlanmıştır. Bugün bu listede adı geçen birçok isim milletvekili ve bakan olarak TBMM’de görev yapmaktadırlar !.. S.E)

Recep Tayyip Erdoğan döneminde görev yapan ancak bugün çoğunluğu yolsuzluk sanığı olan İstanbul Belediyesi bürokratları…

- BİT Genel Müdürleri,

- İlçe Belediye Başkanları

- Belediye Müteahhitleri,

- Yakın dostları

1. İDRİS NAİM ŞAHİN:

AKP Kurucular Kurulu üyesi… İstanbul Belediyesi eski genel sekreteri. İstanbul üçüncü bölge 5. sıra milletvekili adayı. AKBİL ve ALBAYRAK davaları sanığı…

2. MEHMET MUSTAFA AÇIKALIN:

İstanbul belediyesi eski genel sekreteri. AKP İstanbul 3. bölge 13. sıra milletvekili adayı. AKBİL, ALBAYRAK ve İGDAŞ davaları sanığı.

3. AKİF GÜLLE:

AKP Genel Başkan Yardımcısı. İstanbul Belediyesi eski Personel Daire Başkanı. Amasya 1. sıra milletvekili adayı. BILBOARD davası sanığı.

4. A. HİLMİ GÜLER :

AKP Genel Başkan yardımcısı. İstanbul Belediyesi eski danışmanı. İGDAŞ eski murahhas azası. Ordu 1. sıra milletvekili adayı. İGDAŞ davası sanığı.

5. ADEM BAŞTÜRK:

İstanbul Belediyesi eski genel sekreteri. AKP Kayseri 5. sıra milletvekili adayı. ALBAYRAK ve İGDAŞ davaları sanığı.

6. HÜSEYİN BESLİ:

İstanbul Belediyesi eski basın danışmanı. AKP İstanbul 1. bölge 10. sıra milletvekili adayı. İGDAŞ davası sanığı.

7. HAMZA ALBAYRAK:

İstanbul Belediyesi eski Teftiş Kurulu Başkanı. AKP Amasya 2. sıra milletvekili adayı!

8. NEVZAT PAKDİL:

İETT eski Genel Müdürü. AKP Kahramanmaraş 2. sıra milletvekili adayı.

9. MEHMET ALİ BULUT:

AKP Kurucular Kurulu üyesi. İSTON Eski yönetim kurulu üyesi. Kahramanmaraş 5. sıra milletvekili adayı.

10. MİKAİL ASLAN:

İstanbul Belediyesi eski Mesken Gecekondu Müdürü. AKP Kırşehir 2. sıra milletvekili adayı. AKBİL davası sanığı.

11. MEHMET MEHDİ EKER:

İstanbul Belediyesi eski Veteriner Müdürü. AKP Diyarbakır 6. sıra milletvekili adayı.

12. ZÜHTÜ DEMİRAĞ:

İstanbul Belediyesi eski Yol Bakım Müdürü. AKP Elazığ 3. sıra milletvekili adayı. ALBAYRAK davası sanığı.

13. MUSTAFA ILICALI:

İstanbul Belediyesi eski APK Daire başkanı. AKP Erzurum 4. sıra milletvekili adayı. ALBAYRAK davası sanığı.

14. ALİ MAZAK:

İstanbul Belediyesi eski Mezarlıklar Müdürü. AKP Mersin 6. sıra milletvekili adayı.

15. SELAMİ UZUN:

İstanbul Belediyesi eski Kontrol Daire balkanı. AKP Sivas 6. sıra milletvekili adayı. ALBAYRAK davası sanığı.

16. LOKMAN AYVA:

İstanbul Belediyesi eski Özürlüler Koordinasyon Müdürü. İstanbul 3. bölge milletvekili adayı.

17. BİNALİ YILDIRIM:

İstanbul deniz Otobüsleri eski Genel Müdürü. Yakınlarına usulsüz büfe kiraladığı söylentilerinden sonra GÜRTUNA tarafından görevden alınmıştı. AKP 1. bölge 6. sıra milletvekili adayı.

18. AYHAN BÖLÜKBAŞI :

İstanbul Belediyesi’ne ait SPOR AŞ’nin eski Genel Müdürü. İstanbul 3. bölge 21. sıra milletvekili adayı.

19. GÜLSEY EROL:

İstanbul Belediyesi Hamidiye Suları AŞ. eski genel müdürü. AKP İstanbul 1. bölge 13. sıra milletvekili adayı.

20. MEHMET SEKMEN:

Kartal eski Belediye başkanı. AKP 1. bölge 11. sıra milletvekili adayı.

21. RECEP KORAL:

Gaziosmanpaşa eski Belediye Başkanı. AKP İstanbul 2. bölge 12. sıra milletvekili adayı.

22. YUSUF TÜLÜN:

Sarıyer eski Belediye başkanı. AKP İstanbul 2. bölge 15. sıra milletvekilli adayı.

23. YAHYA BAŞ:

Güngören eski Belediye başkanı. AKP İstanbul 3. bölge 11. sıra milletvekili adayı.

24. NUSRET BAYRAKTAR:

Beyoğlu eski Belediye Başkanı. AKP İstanbul 1. bölge 7. sıra milletvekili adayı.

25. ALİ İBİŞ:

Eski FP Belediye Meclis üyesi. Tayyip Erdoğan dönemi FP İstanbul İl Yönetim Kurulu üyesi. Belediye müteahhidi. AKP İstanbul 1. bölge 9. sıra milletvekili adayı.

26. NURETTİN CANİKLİ:

REFAHYOL dönemi İstanbul Defterdar vekili. AKBİL için gerekli iznin O’nun döneminde verildiği söylenmektedir. ALBAYRAKLAR grubu Mali koordinatörü. AKP Kurucular Kurulu üyesi. AKP Giresun 1. sıra milletvekili adayı.

27. MEHMET VECDİ GÖNÜL:

AKP Kocaeli milletvekili. Tayyip Erdoğan döneminde İstanbul Belediyesi denetimleri sırasında Sayıştay başkanı idi. Erdoğan’ın partide en güvendiği ve saygı duyduğu kişilerden.

28. ZEKİ ERGEZEN:

AKP Bitlis milletvekili. Tayyip Erdoğan’ın yakın dostu. Yakınları İGDAŞ’ta doğalgaz işi KİPTAŞ’ta da toplu konut yaptılar.

29. RESUL TOSUN:

ALBAYRAKLAR grubuna ait Yeni Şafak gazetesinin köşe yazarı. Tokat 4. sıra milletvekili adayı.

30. HAYATİ YAZICI:

Tayyip Erdoğan’ın avukatı. AKP İstanbul 2. bölge 5. sıra milletvekili adayı.

31. FATİH RECEP SARAÇOĞLU:

İstanbul Belediyesi’ne iş yapan müteahhit firmalardan ERTE inşaatın sahibi. AKP 1. bölge 17 sıra milletvekili adayı.

32. SAİM BAĞBARS:

İstanbul Belediyesine iş yapan müteahhit firmalardan AY-SA ve EN-SA’nın sahibi. İstanbul 1. bölge 21. sıra milletvekili adayı.

(…)



EL TAYYİP DÖNEMİNDE “BELEDİYE” OLANAKLARI İLE KÖKTENDİNCİ SİYASET!..


1. MÜSLÜMAN KARDEŞLER ÖRGÜTÜ İLE İLİŞKİLER:

Uluslararası İslamcı terör örgütlerine destek sağladığı bilinen merkezi Mısır’daki Müslüman Kardeşler Örgütü’nün temsilcileri belediye kasasından, İstanbul halkı cebinden karşılandı. Bu örgütün Ürdün sorumlusu Mohammed ASHMAWEY ile Mısır sorumlusu Hasan HUVAYDİ, İstanbul Bakırköy’deki Holiday Inn otelinde kaldılar, masrafları İstanbul Belediyesi şirketlerinden ULAŞIM AŞ tarafından ödendi. Bu olay İçişleri bakanlığı tarafından belgeleriyle tespit edildi.

2. MÜSLÜMAN TOPLULUK BİRLİĞİ:

Recep Tayyip Erdoğan, 28-29 Mayıs 1996’da İstanbul’da, “Müslüman Topluluklar Birliği Konferansı” düzenledi. Necmeddin Erbakan’ın açılış konuşmasını yaptığı bu toplantıya katılan yabancı Müslüman ülkelerin delegelerinin 180 bin dolar tutarındaki İstanbul Eresin Oteli faturasını İGDAŞ ödedi. Tayyip’in yaptığı İslamcı toplantıyı İstanbul halkı doğalgaz parası olarak finanse etti.

3. ULUSLARARASI İSLAM BİRLİĞİ KONFERANSI:

Erdoğan, Nisan 1997’de “Uluslararası İslam Birliği” konferansı düzenledi. Masraflar yine İstanbul Belediyesi tarafından karşılandı.

4. TAKSİM MEYDANINA CAMİ:

RTE başkanlığı sırasında sürekli kökten dincilere mesaj verdi, siyasi ortamı germek pahasına onların hoşuna gidecek eylemlerde bulundu. Taksim Meydanı’na cami yapma projesi de bu eylemlerden biriydi. Taksim Gezisi’ne cami yapmak üzere o alanın kenarındaki dükkanların boşaltılması için tebligatlar bile çıkarıldı. Ancak görevden alınması üzerine bu proje ortada kaldı.

5. SİLAHLI KUVVETLER’DEN ATILANLARA KUCAK AÇTI:

İrticai faaliyetleri nedeniyle, MGK kararıyla Silahlı Kuvvetler ile ilişiği kesilen subay ve astsubaylara Erdoğan sahip çıktı. Kökten dinci kesimlere ‘ben ordudan korkmuyorum’ mesajı vererek puan toplamaya çalıştı. Ordu’dan atılmış 58 subay ve astsubay Erdoğan döneminde Belediye kadrolarında yer aldı.

6. ATATÜRK’E HAKARET EDENLERE KADRO:

Atatürk’e hakaret ettiği için kesinleşmiş, mahkeme kararı ile hüküm giymiş kişiler de Erdoğan tarafından sahiplenildi. Camilerde Atatürk düşmanlığı yapan imamlardan sözde bilim adamlarına kadar bir çok kişi İstanbul Belediyesi’nde işe alındı. Bu kişiler İstanbul halkı tarafından beslendiler. Erdoğan’ın danışmanı, Atatürk’e hakaret suçundan 1.5 yıl hüküm giymiş Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma da bu kişilerdendi.

7. UĞUR MUMCU MAHALLESİ:

İsmi nedeniyle Yakacık’taki toplu konut bölgesi “Uğur Mumcu Mahallesi”ne İSKİ su bağlamadı. İETT otobüs seferi koymadı. Yollar yapılmadı. İSKİ Genel müdür mahalleliye “isminizi değiştirmezseniz size su yok” dedi. Olay basına yansıdı, valilik el koydu ve uzun mücadelelerden sonra sorun çözüldü.

İSTİKAMET: YÜCE DİVAN!

Ve…

Son olarak…

Görüldüğü gibi Erdoğan hakkındaki -dünkü ve bugünkü- iddialar birer “zırva” değil!

Hepsi belgeli, şahitli, ispatlı birer gerçek!

İsterse, Taha Akyol gibi iktidardan beslenen gazetecilerin bile farkına varabileceği, kör gözüne parmak yolsuzluk vak’aları!

“Balık hafızalı” olanların dahi unutması mümkün olmayan olaylar bunlar!

Bu bakımdan Erdoğan, internet ortamında hakkında çıkan yazılarla ilgili “komplo teorileri” uydurmayı bir yana bıraksın, önce bindiği yata, oturduğu kata, sonra da millet yokluktan, yoksulluktan kırılırken, içinde sallandığı “saltanat kayığına” dönüp bir baksın!

Ardından da, kendi kendisine şu basit soruyu sorsun:

“Ey Tayyip, herkes fakirleşirken, Erdoğan Ailesi nasıl bir anda Uzan Ailesi kadar zengin oldu? Sponsorla çocuk okutup, gecekonduda otururken, nasıl bir anda Boğaz kıyısında bir değil, iki değil, üç değil, dört villa sahibi olundu? “Ak” olduğunu iddia ederken, nasıl oldu da bu kadar kısa sürede, “kara”ya bürünüldü, zift, katran kazanının içine düşüldü? Dünün mücahitleri, nasıl oldu da bir anda bugünün müteahhitleri oluverdi?!”

Ezcümle, Erdoğan’ın “Belediye Başkanlığı” ve “Başbakanlık” döneminde ürettiği “katran karası”na dair, varsa bir cevabı hep birlikte dinleriz!

Yoksa eğer bir yanıtı, o vakit, diğer “Tayyip”zadeler ile birlikte, Yüce Divan’da kendisini hem dinleriz hem de izleriz!

Saygılar

Hayrullah Mahmud

1 Ağustos 2006

http://www.alaturkaonline.com/pasa-farki/

..

24 Mart 2015 Salı

1960 SONRASI 3 KOALİSYON HÜKÜMETİ DÖNEMİ



1960  SONRASI 3  KOALİSYON HÜKÜMETİ  DÖNEMİ


İSMET İNÖNÜ HATIRALARINDAN.,

Askeri Girişimler ve Darbeler Karşısındaki Tutumu ve Türkiye'de Ortak Hükümetler Dönemi

 

Askeri Girişimler ve Darbeler Karşısında Tutumu

İsmet İnönü DP’yi olası askeri müdahaleye karşı uyarmasına rağmen kendisi askerin siyasete karışmasını doğru bulmuyordu.Çünkü darbelerin ülkeleri geriye götürdüklerini ve demokrasiye darbe vurdukları inancındaydı.Ama, DP’nin ve Menderes’in politikalarının darbeyle sonuçlanacağını biliyordu.İsmet İnönü, 1960 darbesi öncesi ve sonrası açıklamalarında, askeri darbelerin ve yönetimlerin, demokrasi ve ülkelerin gelecekleri açısından ne kadar zararlı süreçler oldukları gerçeğinin altını çizdi.Darbeden sonra İnönü’nün tutumu ise bir an önce demokrasiye geri dönülmesi yönündeydi ve bu süreçte orduyla mesafesini korumaya çalışarak üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeye çalıştı.Ordu da bu süreçte İnönü’nün siyasi tecrübesinden ve Türk siyasetindeki yerinden yararlanmaya gayret etti ve siyasetin normalleşmesinde İnönü’nün tecrübelerinden yararlandı.

 

Türkiye’de Ortak Hükümetler Dönemi

CHP milletvekili seçimlerinde % 36.7 oy alarak 173 milletvekilliği elde etti. Kapatılan DP'nin ardılı olarak kurulan iki partiden;Adalet Partisi ise % 34.8 oyla 158 milletvekilliği,Yeni Türkiye Partisi(YTP) ise 65 milletvekili aldı.Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ise 54 milletvekili çıkardı.Cumhuriyet Senatosu'nda ise senatörlükler şu şekilde dağılmıştı: CHP 36, AP 71, YTP 27, CKMP 16. Başbakanlık görevi 10 Kasım 1961 günü CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'ye verildi. İnönü 20 Kasım 1961'de Adalet Partisi ile Cumhuriyet tarihinin ilk koalisyon hükümetini kurdu.İnönü'nün ilk koalisyon daha fazla hükümette kalamadı. Özellikle siyasi af konusunda işler çıkmaza girince Başbakan İnönü 30 Mayıs 1962'de istifa etti. Hükümeti kurma görevi tekrar kendisine verildi. İsmet İnönü 25 Haziran 1962'de YTP, CKMP ve bağımsızlarla II. Koalisyon Hükümeti’ni kurdu. 16 Kasım 1963 ara seçimlerini AP kazandı. Aynı gün yapılan yerel seçimlerde AP% 45.4, CHP ise % 36.2 oranında oy aldı. Başbakan İnönü yurtdışında bulunduğu sırada YTP hükümetten çekildi. Hemen ertesi gün de CKMP hükümetten çekildiğini açıkladı. II. Koalisyon da çökmüştü. 2 Aralık'ta İnönü istifa etti. III. koalisyon hükümeti 25 Aralık'ta kuruldu. Bu defa CHP bağımsızlarla birlikteydi. İsmet İnönü'nün kurduğu III. koalisyon hükümeti 1965 yılının 13 Şubat günü bütçe görüşmelerinde sona erdi. Hükümetin bütçesi reddedilmişti. Başbakan İnönü istifa etti. CHP dışındaki sağ partiler birleşerek 1965 Milletvekili Genel Seçimleri'ne kadar sürecek bir hükümet kurdular.

..

22 Mart 2015 Pazar

Kötü Örnekler, Çirkinlikler...






Kötü Örnekler, Çirkinlikler...


Yekta Güngör Özden

07.02.2005/Sayı:75


Muammer Aksoy ve Uğur Mumcu’nun aramızdan ayrılmalarının yıldönümlerinde düzenlenen anma etkinlikleriyle aynı zamana rastlayan kimi oluşumlar, kimi kişi ve kuruluşları daha iyi tanıttığı için yarar sağlamışlardır. Yasamada, yürütmede, yargıda önemli görevler yaparak unutulmaz Türk büyükleri arasında yaraşır yerini alan Muammer Aksoy aralarında Uğur Mumcu’nun da bulunduğu benim gerekçesini yazdığım seçiciler kurulu kararıyla Mülkiyeliler Birliği’nce yılın hukukçusu seçilmişti. O, benden sonraki Ankara barosu başkanlarındandı, bende ondan sonraki Türk Hukuk Kurumu başkanlarındandım. Karşılıklı komşu idik. İkimiz de Cumhuriyet gazetesinde yazıyorduk, aynı siyasal partide çalışıyorduk. Uğur Mumcu, yaşamına son verilmesinden bir hafta önce öğle yemeğimde konuğumdu. Atatürk ilkelerini savunması, yolsuzluk ve aykırılıklara karşı çıkması, araştırmaları ile büyüğü Muammer Aksoy gibi ulusun gönlünde yer etmişti. Günümüzün suskunluğu yeğleyen bilim adamlarına, ilkeli olmayı bırakıp koltuk- sandalye kavgasına tutuşan siyasetçilerine, gençleşme ve yenilenmeyi bırakıp oturduğu yerden kalkmamak için her yola başvuran yıllanmış örgütçülere, sözde demokratlara, sözde dindarlara sözde Atatürkçülere, terör aygıtına dönüşen medyanın tetikçilerine baktıkça bu iki seçkin aydının değeri daha da büyümekte, özlemleri de saygınlıkları ölçüsünde artmaktadır.

Varlıklarını ulusal kurtuluş savaşına borçlu olanlardan şimdi HADEP’te bir araya gelenlerin İstiklal Marşını söylememeleri, terörist başını öven sloganlar atmaları, sorun ve olay çıkarmak için ellerinden geleni yapmaya kalkışmaları herkesi bir kez daha düşündürmelidir. Ayrı devlet kurma ereği güdenleri yabancıların kışkırttıkları gerçeğe her gün daha belirginleşmektedir. AB’nin anlamsız ve özel koşulları ve özel koşulları, ABD’nin Irak’ın kuzeyindeki terör örgütüyle, Kerkük Türkmenleri için dostluğa ve gerçeklere aykırı tutumu bölücülerin kimlere güvendiğini ortaya koymaktadır. Irak Kürdistan Demokrat Partisi yöneticilerinden Neçirvan Barzani’nin iç savaş tehdidi ilginçtir. Bu şımarıklık, Türkiye’yi değişik alanlarda karıştırıp Irak’a giriş tezkeresini benimsemeyi pişman ettirmeye çalışan ABD’nin desteğiyle olmaktadır. Kerkük için haklı tepkilere bile katlanamayan ABD Irak bozgunuyla sarsılmıştır. Kerkük’ü sahiplenmeye çalışan kürtlerin yanında Türkiye’ye karşı çıkan ABD ateşle oynamaktadır. ABD, kürt devleti için her şeyi yapacaktır.

Dışarıda İsviçre’nin Davos’unda dünya ekonomik forumu liderler ve ünlülerle giderek sönerken, Brezilya’nın Porto Alegre’sinde direnme hakkını kullananların başkaldırısı güçlenmekte, parlamaktadır. Yoksulluğa neden olanların yoksunluğuna karşı işbirliğinden söz ederek tepkileri azaltma çabaları doyurucu önlem almaktan uzaktır. Savaşla sonuç almaya çalışanların karşılıklı ödünleri dünya barışının dikenli yoludur. ABD’nin Suriye’den sonra İran’a yönelik tasarıları dünyanın tasası olmuştur.

Ya içerde?

Başbakanın eşine yurt dışında verilen armağanların geri gönderilmesi ve kamuya mal edilmesi işlemlerine değin uzanan tartışmalar Atatürk’ün kurucusu olduğu CHP’nin olağanüstü kurultayı ile bırakıldı. Geçen yazımızda değindiğimiz üzücü olasılıklar ne yazık ki gerçekleşti. İlkeleri, amacı, ereği, birlikteliği, dayanışmayı, iktidara karşı güçlü görev yapma gereğini bırakıp kişisel sataşma saldırı ve çirkinlikleri ailelere kadar genişleten sakıncalı davranışlarla yalnız CHP, Yalnız siyasetçiler değil, siyaset de zarar gördü. Bu durum lâik cumhuriyet karşıtı siyasal iktidarın ekmeğine yağ bal sürmektedir. İzleyenleri nefrete düşüren, kınama sözleriyle kızgınlığa ve kırgınlığa sürükleyen olaylar, CHP’nin tarihsel yapısına, adına ve onuruna asla yakışmadığı gibi umut kırıcı olmuştur. Karşılıklı karalama, suçlama, saldırı,parti disiplini yokluğuyla demokratik terbiye yoksunluğunu ortaya koymuştur. Siyasetten soğutan, siyasetçilerden tiksindiren davranışlar demokrasiden uzaklaştırır. Kurultay sonrası organların yeniden düzenlenmesiyle izlenecek yollar, yürütülecek işlemler kargaşayı, disiplinsizliği ve yozlaşmayı durduramazsa CHP yeni bölünmeler, ayrılmalarla daha da zayıf duruma düşer. Oylar iki yan için de uyarıcı ölçüdedir. Gelecek güçlükle doludur.

Hadep’lilerin Van’da sopayla basın toplantısı düzenlemesi, Siirt’te teröristin cenazesinde çıkan olaylarla, Hakkari’de deprem evleri nedeniyle valiliğe yürüme olayları, Kürtçülerin birer denemesi, her olayı fırsat sayarak ayaklanmaya çalışmalarıdır. Devlete karşı başkaldırının devletle barışık olmayan iktidar hoşgörüsüyle artması ve yayılması düşündürücüdür.

Bu doğrultuda TBMM başkanının ulusal egemenliği çoğunluk diktasına olanak veren, lâiklik ilkesine aykırı davranışlara geçerlik sağlayan bir kurum biçimde açıklaması üzerinde yeterince durulmamıştır. Devlet Bakanı Bn. Güldal Akşit’in birleşmiş milletler kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi sözleşmesi (CEDAW) komitesi’nde yaptığı konuşmada sıkma baş yasağının hukuka aykırı olduğunu söylemesi de böyledir. Anayasa değişmedikçe Anayasa Mahkemesi’nin kararını yasa kuralı düzeyinde ve etkinliğinde uygulamak zorunda olan üniversiteleri kınamak yanlıştır. Berlin Eyalet Meclisi’nin kabul ettiği yasayı da unutup hukukla zıtlaşmayı sürdürmek demokrasi ayıbı olmaktan ötede demokrasi suçudur. İnsan hakları ve mazlumlar için dayanışma derneği (Mazlum-Der)in kurban derisi kapma yarışında koyun derilerinin üzerine “lâik deri” yazması iktidarın nerede kaldığını göstermektedir. Sıkmabaşın serbest bırakılması için İstanbul’dan Ankara’ya yürüyen kimilerinin gerçeklere, hukuka uzaklıkları, dinci yanlarının ağırlığındandır. Din bilgisi olmayanların dinsel katılıkları aykırılıkların, kötüye kullanmanın nedenidir. İmam hatip okulları tartışmasının AKP Eskişehir milletvekili Fahri Keskin’in çıkışlarıyla yeniden başlatılması, TRT programlarında dinsel öğelerin arttırılması boşuna değildir.inanca, dine saygısı olanlar bu değerleri sömürmez, kullanmaz.

Yalnız bunlar mı?

SEKA hakkındaki yürütmeyi durdurma kararının çalışan kesimde yarattığı sevincin geçici olmamasını dileriz. Üzerlerine düşeni yapmaktan kaçınıp özelleştirmeyle kamu mallarını ona buna kaptırmanın devlet yönetmekle bir ilgisi yoktur. Daha yararlı duruma getirmek olanağını varken zararına elden çıkarmanın anlamsızlığı açıktır. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün kapatılmasına ilişkin yasa imzalanarak yayıma verilmiştir. Devlet orman fidanlıklarından 39’unun kapatılması da yürütmenin durdurulması kararıyla uygulanamadı. Belediye yasası biçim yönünden iptal edildi. Hukuk etkisini gösteriyor ama hukuksuzluk sürüyor. SSK hastanelerinin devrine başlanılıyor. Türk Hava Kurumu’na verilecek derilere el koyan tarikatlar cirit atıyor. Kızılay, yargı kararına karşın iktidar desteğiyle yönetimini koruyor. Ülkemizde hükümlü sayısının nüfusun %10’u bulduğu yazılıyor. Yeni ceza yasası bir tür af yasası niteliğinde. Salıvermeler toplum düzenini olumsuz etkiliyor. Suçlar giderek artıyor, iktidar bakıyor.

Çalışanların özlük haklarında iyileştirme istemi askerlerden sonra diyanet işleri başkanlığınca da dile getirildi. MGK’ndaki göreve son verme, başbakanlıktaki Batı Çalışma Grubu’nun dağıtılmasıyla eş anlamlı gerçekleşti sayılabilir. Gericilik en büyük, birincil tehlike ama savaşımı gereksiz görülüyor. Çelişkinin dikalası iktidarın anlayışına bağlıdır. Gericiliği kollayan ilerici olamaz.

Küreselleşme, globalleşme, kapitalizmin dayatmaları ülkemizin bağımlı düşmesi sebebiyle toplumsal çözülmeyi, ekonomik yıkımı getirdi. Paranın sıfırlarını atmakla, enflasyon rakamlarıyla oynamakla acı gerçekleri, üzücü durumları kapatmanın olanağı yoktur. Hukuk, akıl, ilke göz ardı edilerek sonuç alınamaz. Siyasetten dışlanan insanlar devleti karşıtlarına bırakırlar. Düzeni karalayan olaylar birbirini izlerken siyasetçilerin birbirini aklaması esenlik getiremez.

Yeni eğilimler izlenmektedir. İstanbul’dan 26, Ankara’dan 24, yargıç ve cumhuriyet savcısının yada üyenin hacca gittikleri söylenmektedir. İnanç gereklerini, dinsel görevleri yerine getirirken göre ve ilişkin beklentilerin, söylentilerin söz konusu olmamasına özen gösterildiğini mutlak sayılacağını sanıyoruz.

Medya da dinci kesime yönelik çabalar birbirleriyle yarış durumundadır. Öğrenimi, uzmanlığı belirsiz, bilgisi, kültürü tartışmalı, birileri sürekli allanıp, pullanarak, yaldızlanarak sunuluyor. Bunca varlığı nasıl elde etmiş, nasıl başa geçmiş, nasıl yönetiyor, dil bilmeden değişik ülkelerdeki kuruluşları nasıl çeviriyor, kimlere niçin yardım ediyor, bilimsel katkısı ve gücü nedir, yurt içi ve yurtdışı yüzlerce eğitim ve ekonomi kuruluşu nasıl kanatları altında ve buyruğuna bağlı? Daha nice sorular yöneltilebilir. Ne yazmış, ne okumuş, kimlerin izinden gidiyor ne yapmış? Atatürk’ü ve dönemini inceleyip, tanımadan yermeyi görev sayanların böylesi durumlara ilgisizliği şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan, kökdendincileri aklamaya çalışan, suçlamalara karşı savunma niteliğinde olan dizilerin yüzde biri kadar Atatürk’e yer vermemeleri ama Atatürkçü oldukları savına zaman zaman başvurmalarıdır. Atatürk’ü bırakıp bir tarikat şeyhini tutmaları, övmeleridir. Böyle yayını başka birisi için, bir bilim adamı, bir sanatçı, bir siyasetçi, bir komutan, bir sporcu, bir işçi temsilcisi, bir işveren için yapmamışlar dır. Çıkar ve yaranma çabası küçültücüdür.

Yaşam dersi

Kimileri geçmiş kötüleyerek kendine yer açmaya, yer yapmaya çalışır. Elinde bir şeylerle sırıtarak oraya buraya girip çıkarak, yalan ve iftirayla başkalarını karalayıp, kendilerini tanıtmaya çalışan, alçak ve rezillere kanan, onlara inanan onların kışkırtmasına kapılanlar, böylece değişip bozulanlar, kötüleri izleyip destekleyenler onlardan daha alçak, daha rezildir. Görev konumu, unvanla, geçici katlarla değişenler yarın hiç olduklarının acısını yaşarlar. Önemli olan insanlıktır, insan ölür, insanlık yaşar. Gerisi boştur. Her yerde her zaman, yarınlarda anılacak biçimde çalışılmalıdır. Dernekler de bağımsızlığı korumak onur borcudur.

http://www.turksolu.com.tr/75/ozden75.htm

.