3 Mart 2015 Salı

10 MADDE DE ÇÖZÜM SÜRECİ


10 MADDE DE ÇÖZÜM SÜRECİ




21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü    
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
01 Mart 2015 Pazar
Merve Önenli Güven tarafından yazıldı.


AKP’nin, HDP ile gerçekleştirdiği görüşmelerde dile getirilen hususların açıklanmaması yönünde bir tutum sergilediği süreç içerisinde görülmüştür. Bunun en önemli nedenlerinden birisinin, AKP’nin seçim öncesi dönemde, çözüm süreci adı altında yapılan görüşmelerde konuşulan hususların, olası oy kayıplarına neden olması çekincesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Çünkü AKP’nin zıttı bir tavırla HDP, görüşülen konuların açıklanmasında bir sakınca görmediğini hem ifade etmiş hem de bu yönde çeşitli tavırlar sergilemiştir. 

Bu bağlamda, çözüm sürecinin müzakere aşamasında olmadığını belirterek gerçek vaziyetin betimleyicisi olan HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, çözüm sürecinin kendileri açısından ilerleyebilmesi için 10 madde üzerinde uzlaşılması gerektiğini açıklamıştır. Söz konusu maddelerin üstü kapalı ifadelerinden, çözüm süreci çerçevesindeki görüşmelerde hangi konular üzerinden uzlaşılmaya çalışıldığı anlaşılabilecektir. Bu maddeler ne tür talepler içermektedir?

Birinci madde, “demokratik siyasetin içeriği tartışılmalı” şeklinde ifade edilmiştir. Demokratik siyasetin içeriğinin tartışılmasıyla seçimlerde %10 barajının düşürülmesi talebi dile getirilmektedir.    

“Demokratik çözümün, ulusal ve yerel boyutlarının tartışılması” konulu maddeyle çözümün, daha önceden PKK tarafından tayin edilen belirli bir bölge içerisinde 
demokratik özerkliğin ilan edilmesi ile gerçekleşebileceği vurgusu bulunmaktadır. Ulusal ve yerel boyut, bu bağlamda özerkliği temsil etmektedir.  

30 Mart yerel seçimleri sonrasında Doğu Anadolu Bölgesi’nde ciddi sayıda belediyenin yönetiminin ele alınmasından sonra, HDP’li yetkililer tarafından 
yapılan, bölgedeki yerel kaynakların kullanımının kendi idarelerinde olan belediyelerin özerkliğine verilmesi talebi ile enerji kaynaklarından pay 
istemeleri, yerelden kastın ne olduğunu açıkça göstermektedir. Bu duruma diğer bir örnek de Diyarbakır Belediyesi’nin ödenmemiş elektrik borcuna itiraz 
amacıyla gösterdiği tepkiden anlaşılmaktadır. Söz konusu itirazda, devlete karşı gerçekleştirilmesi gereken yükümlülüklerinin kendileri için bir yükümlülük 
taşımadığı vurgusu bulunmaktadır. 

  “Özgür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvenceleri, demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına ilişkin başlıklar, ile 
kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal güvenceleri, kimlik tanımı ve kavramına ilişkin eşit mekanizmaların geliştirilmesi, demokratik cumhuriyet, 
ortak vatan, milletin demokratik ölçülerle tanımlanması, bütün bu demokratik hamleleri içselleştirmeye yarayan yeni anayasa” ibareli maddelerle anayasada 
talepleri doğrultusunda gerekli düzeltme ve eklemelerin yapılması yönünde bir talep bulunmaktadır. 

Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisinin kurumsallaşmasından kasıt, yerel yönetimler üzerinden elde edilebileceği vurgulanan demokrasinin, devletin 
merkeziliğinin kırılması ve yerel yönetimler veya eyalet şeklindeki bölümlenmeler üzerinden bu yönetim şeklinin kurumsallaşması ifade edilmektedir. 
Ayrıca, PKK’nın radikal Kürt milliyetçiliği üzerinden istediği gibi bir taban yaratamamış olmasından ve bu durumun niceliksel olarak kısıtlı kalmış olmasından hareketle başta sol kesimler olmak üzere farklı tüm kesimleri kendi çatısı altında toplayabilme gayesi de kadın, ekoloji, kültür vurgularıyla 
anlaşılmaktadır. 

“Çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları” maddesinden kasıt, PKK’nın kırsal kadrolarından olası dönüşler karşısında, söz konusu kişi ve grupların topluma 
entegrasyonunun sağlanması noktasında gerekli düzenlemelerin ve yasal olarak örgüt mensubiyetlerinden dolayı söz konusu şahısların ceza almalarının önüne 
geçilmesi amaçlanmaktadır. 

Ayrıca bir dönem sıkça mezar keşifleri çerçevesinde devlet eliyle faili meçhul cinayetlere kurban gittiği iddia edilen ve edilecek kişiler için ulusal ve 
uluslar arası seviyede olayların hukuki boyutlarının tartışmaya açılması, ayrıca tazminatlar çerçevesinde konunun ekonomik anlamda da boyutlandırılmasının 
planlanlandığı anlaşılmaktadır.

“Çözüm sürecinin yol açacağı yeni güvenlik yapısı” ile PKK’nın silahlı mevcudiyetini koruyarak demokratik özerklik çerçevesinde kurulacak yerel 
yönetimin silahlı gücünün PKK olması planlanmaktadır. Bu bağlamda çözüm sürecinin başlamasıyla birlikte gündeme gelen, ancak PKK’nın silah bırakması 
gibi bir durumla sonuçlanmayan, silahlı mevcudiyetin devamlılığı, bu madde ile güvence altına alınmaya çalışılmaktadır. Hiç bir terör örgütünün lider kadrosu 
ve tabanı, kendi kimliklerinden önce grup kimliği altında, kendilerini özdeşleştirdikleri gruplarının ortadan kalkmasına gönüllü olmazlar. Bu nedenle 
de organik bir şekilde mevcudiyetlerini koruyarak yeni şartlara kendilerini uyumlu hale getirirler. Bu madde ile de PKK’nın, kırsal mekandaki silahlı 
varlığını şehirde meşrulaşmış bir şekilde sürdürme amacı ortaya çıkmaktadır. Söz konusu maddelerin içeriğinde ayrıca hasta ve tutuklu hükümlülerin durumu ile Öcalan’ın İmralı koşulları bağlamında tutukluluk şartlarının değiştirilmesi konuları da bulunmaktadır. İlk aşamada Öcalan’ın talebi olan İmralı için 
sekretaryanın kurulması ve sonrasında anılanın ev hapsi gibi tutukluluk şartlarının değişimi konuları, çözüm sürecinin söz konusu 10 maddesinin 
içerisinde yer alan hususlardandır. 

“Çözüm sürecinin yol açacağı yeni güvenlik yapısı” ile ilgili husus 10 madde içerisinde bulunmasına rağmen, 28.02.2015 tarihinde Abdullah Öcalan tarafından PKK’nın silah bırakması için bahar aylarında olağanüstü kongre toplaması yönündeki telkini, sorgulanır hale gelen çözüm sürecine, Haziran seçimleri öncesinde bir elektro şok vermek amacıyla yapılmaktadır. Abdullah Öcalan’ın talebi yine, yeni ve olumlu bir adım gibi ana akım medya tarafından gösterilmeye çalışılsa da özünde çok farklı niyetleri ve anlamları taşımaktadır.

Öncelikli olarak PKK, belirli dönemlerde yaptığı kongre ve konferanslarını zaten bahar aylarında yapmaktadır. Halihazırda, örgüt içerisinde çözüm sürecinin bir 
oyalama taktiği olduğu ve bundan dolayı gerek üst kadrolardan gerekse alt kadrolardan, bu bağlamda duyulan rahatsızlıklar hem süreç içerisinde örgütün 
yaptığı açıklamalara hem de alt kadroların eylemsel aktivitelerine net bir şekilde yansımaktadır. Bu nedenle, bahar aylarında örgütün olağanüstü kongre 
için toplanması, örgütün beklenen davranışlarından birisidir. 

Abdullah Öcalan bu çağrıyı, bahar aylarında olağanüstü kongre yapması muhtemel PKK üzerinde hala sorgusuz sualsiz etkisi olduğunu göstermek için yapmaktadır. 

Çünkü Abdullah Öcalan, çözüm süreci nedeniyle tabanı tarafından sorgulanır hale gelmiştir ve  örgüt içerisinde kendisine karşı ciddi anlamda oluşan karşıt 
grubun varlığına rağmen, kendisinin hala örgüt tarafından dinlenildiği izlenimini yaratabilmeyi amaçlamaktadır. 

Hükümet açısından ise örgütü belli bir davranışa kanalize edebilme kabiliyetinde görülen Abdullah Öcalan’ın ilerleyen süreçte tutukluluk şartlarında yapılacak 
olası değişiklikler için Abdullah Öcalan’ın bu çağrısının, kamuoyu nezdinde iyi niyet kanıtı olarak kullanılmasının planlandığı değerlendirilmektedir. 

Çözüm süreci, yol haritası adıyla ilk olarak Abdullah Öcalan tarafından talep edilen bir husustu. Bu çerçevede Abdullah Öcalan’ın silah bırakma ve silahlı 
kadronun Türkiye sınırları dışına çıkartılması yönündeki talebi daha önce de örgüt kadrolarına talimat olarak iletilmiş, ancak hasta, yaşlı ve psikolojik 
rahatsız kadroların aktif kadrolardan Kandil sahasına pasif konumlara gönderilmeleri dışında başka bir durumla neticelenmemişti. Abdullah Öcalan’ın 
şimdiki çağrısı da zaten söz konusu dönem içerisinde toplanması muhtemel kırsal kadrolarını, silah bırakma konusunda ikna ettiği veya bu durumun 
gerçekleşeceğinin garantisini veren bir durumun habercisi değildir. Ne kadar yine ana akım medya kanallarında sanki gerçekten bir silah bırakma durumu varmış yada olacakmış gibi yansıtılsada. 

Son söz olarak “analar ağlamıyor” klişesiyle örtülenmeye çalışılan gerçekler çerçevesinde, örgütün silahlı faaliyetlerinin durmadığı, çözüm süreci devam 
ederken süreç içersinde silahlı faaliyetlerine devam ettiği somut bir şekilde görülmüştür. Bu bağlamda, PKK’nın; adam kaçırma, rehin alma, yol kesme, 
şehirlerdeki kadrolarını eylemsel yönde birçok kez kamu düzenini bozacak şekilde örgütleme, infaz ve patlayıcı temini yönündeki faaliyetlerini sürdürdüğü 
unutulmamalıdır. Eğer hak arama yolu olarak herkes şiddet kullanmayı kendi gerekçeleri ile meşrulaştırarak bu yönde hareket ederse, kimsenin arayacak bir 
hakkı ve bunun için de haklı bir gerekçesi olamayacaktır. 


Merve Önenli Güven
Terörizm ve Terörizmle Mücadele

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2015/03/01/8100/10-maddede-cozum-sureci

Uzmanın Diğer Yazıları

  10 Maddede Çözüm Süreci 
  KCK’nın Son Açıklaması Sonrasında Çözüm Sürecinin Neresindeyiz? 
  Üçüncü Senesinde Suriye İç Savaşı 
  Cumhurbaşkanlığı Seçiminden Açılıma Doğru 
  KDP-PKK-IŞİD Üçgeni 
  PKK-KDP Kıskacına Giren Türkiye 
  PKK’nın Eylemleri Ne Anlatıyor?  
  PKK'da Cemil Bayık Liderliği Dönemi 
  PKK Ne Yapmak İstiyor? 
  Seçim Sonuçları BDP Açısından Ne Anlatıyor? 
  30 Mart Yerel Seçimlerinden Sonra PKK’nın ve BDP’nin Hareket Tarzına İlişkin Senaryolar 
  Abdullah Öcalan’ın İmralı Görüşmelerinin Satır Araları 

Copyright © 2015. 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemizde bulunan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Kurumumuz tarafından çıkarılan dergi, özel rapor ve kitapların içeriklerinde bulunan 
yazılarda aynı kapsam dahilinde yazarına aittir.

  http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2015/03/01/8100/10-maddede-cozum-sureci

..

MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ


MİLLİ  MÜCADELE  DÖNEMİ  TÜRK-RUS  İLİŞKİLERİ

3 Nisan 2000 Pazartesi 

MİLLİ  MÜCADELE  DÖNEMİ  TÜRK-RUS  İLİŞKİLERİ
TURKISH-RUSSIAN RELATIONS DURING THE PERIOD OF NATIONAL STRUGGLE

Turkish-Russian relations started December the 31 st, 1492 with the letter exchanges between Sultan Bayazıt the two and Great General of Moscow Ivan with the mediation of the Crimean Khan and has today reached its 508 th year.These relations bear momentous importance on the formation of the relations of today and of the future’s, as well as on the peace of the region and world peace. Actually, the Turkish societies’ and states’ relations with Slavic elements dates back as far back as 500 BC. 1492 symbolizes the date when historic relations were officially and regularly set. The Russian History, since its beginning to this date, is the history of proliferation of four essential thoughts transformed to a political system, expansion and growth. Throughout history, naturally, the relations of neighbouring Turks and Russians have been founded on these thoughts. Power and competition struggles, intrigues and propaganda have taken wars and treaties, friendships and enmities into their scope.

The First Phase;comprises the years 1500-1800. The essential philosophy is “ Moscow is the successor of Byzantine . Moscow is the third Rome. Russia will become the ruler of the lands of Rome and Byzantine.” According to this;

- The Black Sea will be passed and go under Russian domination. - Istanbul and its surroundings will be captured by Russian.
- Activity will be realized in the Caucasians and the Caspian Region.

The Second Phase; starts with the slogan “slavizm” and captures the years 1800-1917. The aim is to reach Tzar Peter the Great’s historic will. The basic direction is the road to the warm seas and the Ottoman lands are seen as the only obstacle. According to this;  “ The Slavs living anywhere in Europe and especially in the Balkans are a whole the continuation and development of their being is possible only with the establisment of a Slavic Empire tied to Russia .”

The Third Phase; start with the national struggle period, which is also the topic of this essay, and continues until 1990’s Soviet expansionism marked by “ Marxist-Leninist ” ideology. According to this; “ The being; development and continuation of Russia depend on the destruction of capitalism and imperialism. This principle is valid for the whole of humanity. The improvement of humanity is possible only with the abolition of the exploiting order of capitalism. For this, the governing of the exploited labor over state and social life is required. Russia is the vanguard of a world revolution. Russia’s world domination will be realized with the spread of a Moscow centered communism towards Europe, Africa and Asia and the USA. Thus, Russia’s world domination will come true.”

The Fourth Phase ; started with the stumble of the Marxist-Leninist Regime and the collapse of the Soviet Union in the 1990’s. It continues until today, when the Turkic Republics have gained their independence by the results of the policies of “RESTRUCTURING” and “ GLASNOST”. According to this; “ With PERESTROICA ( restructuring ) ,the interests of Russia have coincied with the interests of the whole of humanity. Russia’s ideal is the association of humanity throughout the world and the establishment a world – states – community.According to this, there is no placefor ideologies in the relations among states and societies. A solution for important problems of humanity, arms race, environmental problems,the struggle against poverty can be possible only by unity.”

No matter the frame of thought,Turks are the primary thteat and Turkey is always the most important rival. The National Struggle Period; comprises the years 1918-1925. During this period, internal and external struggles and restructuring movements are continuing. It is the period when the ancient rooted relations are the most calm, however, with the most extensive results having been achieved. In the first months of the year 1917, the Karensky Goverment was over thrown by the Bolshevik-Communist Party, resulting from nation-wide revolts , Tzar-hood became a history. The second Soviet Congress which assambled 8 November 1918 proclaimed “ the peace be without annexations or reparations ” and “inviting the warring states to end their fights and end of the World War One. ”

According to Brest-Litowsk Agrement of March 3, 1918; Russia withdrew from Bitlis, Van, Erzincan, Erzurum and Trabzon. A referandum was made in the subprovinces Kars - Ardahan – Batum with the outcome of the allegiance of the people to the Ottoman State. According to the 7th article of the Moindros Peace Treaty of 30 October 1918, troops were deployed in the Ottoman capital and various other regions and invasion started. Batum was given to the Georgians, Kars and its surroundings to the Armenians and the Baku region to the English.

During the same time period, Russia was boiling with civil war, anarchy and terror. The allied forces were directly and indirectly supporting anti-goverment actions and movements. Russia’s main task was to put an end to internal struggles. Ottoman leaders took advantage of these important events.Firstly,they prevented Armenian expansion in the East, pushing the border to where it was before “ the 93 War”. Turkish war of independence was waged against captalism and imperialist forces. The new regime in Russia and communist movements and efforts to establish the system selected capitalism and imperialism as the main target and put down the rules in order to fight them in every aspect. England and France saw the developments in their old ally Russia as a serious threat and supported the anti-regime movements wholly. In this respect, Turkey and Russia were fighting against the same enemy. Both sides saw the best as cooperation, mutual support, aid and solidarity. Relations improved, there were two important decisional phases ahead of Turkey. The first one was to gain the support of the allied forces against the Bolshevik Russian expansion towards South of Caucasia. The second one was to gain the support of the Bolsheviks against the invasion of Anatolia by the Allied forces.

Turkey’s greatest concern on the opening days of the Turkish Grand National Assembly was the possibility of an English. Russian agreement that could prevent a Turkish-Russian cooperation, In order for this not to happen, there had to be a direct contact. So bilateral relations started in June 2, 1920 with the letter of Soviet Foreign Minister Cicerin. The Turkey-Soviet Friendship and Brotherhood Agreement of August 24, 1920 was signed March 16,1921 in Moscow. Before this agreement, “Turkey-Armenian Peace Treaty” was signed with the Armenians in Gümrü, in December 2, 1920. Thus , Eastern Anatolia had been taken under control .This enabled The Turkish Grand National Assembly to remove its biggest military force under Kazım Karabekir Pasha’s command to Western Greek front. The official recognition of an important country such as Russia of the Turkish Grand National Assembly Government and the National Pact with a Peace treaty was a political victory towards independence.

The Turkish- Russian relations starting March 16, 1921 with the Moscow agreement initiated friendship that was to be the benefit of both countries. Turkey, which ended its just national struggle with Lausanne guaranteed continuation of the 1921- spirit with the “Turkey Soviet Union friendship Neutrality Agreement” of 1925.

Atatürk has clarified his opinions to his deputies about communism on the date of January 1921 in Turkish Grand National Assembly in such that way;

Dear Sirs;
There are two ways for preventing The Communism;First, to assail those who say they are the communists, Other way; Not to unload men to the land, coming from Russia by ship,To take Hard Measures for men coming by land as deporting.

To put these ways; into practice, is appeared useless because of this two reasons; First, The Soviet Republic of Russia, with whom we plan to get in touch, is completely in Communist Regime. If we take hard measures so, it’s necessary to cut the Relations down with Russia. However, we wish to communicate, to found and make reciprocal help with Russia due to the another plenty of Political reasons. So, we are obliged not to despise and slander the principles of a Nation and Government we want to make amity. Therefore we abstained from taking
hard measures.

As you know, if no thought trend is used against one’s thoughts by using thougts, it means there is no useful response about it. Thoughts cannot be rejected by force. If you resist by doing force to any thought trend instead of giving opposite thought, you never (cannot) destroy that thought. On the contrary, you make it stronger and stronger.The best effect against thought trends, is to give response by using a new thought trend.

So to give the public opinion knowledge, is appeared to be the most useful way.Society and Turkish Nation should be given information by the government that the Communistic thought and its practices are not suitable for our Nation and Islamic Principles.While doing this incoming measures should be taken which prohibit to enter a
dangerous state spreading in Turkish Society.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
3 Nisan 2000 Pazartesi

TÜRKÇESİ;

MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ

Türk-Rus ilişkilerinin Kırım Han'ın aracılığı ile Sultan Bayazıt, iki ve Moskova Ivan Büyük Genel arasındaki mektup alışverişi ile 31 Aralık st, 1492 başladı ve bugün 508 inci year.These ilişkileri oluşumunda önemli önem taşımaktadır ulaşmıştır Bugün ve gelecekte en yanı sıra bölge ve dünya barışı barış ilişkilerinin. Aslında, Slav unsurları ile Türk toplumlar 've devletlerin ilişkileri kadar geri MÖ 500 olarak uzanır. 1492 tarihi ilişkiler resmen ve düzenli kuruldu tarihini simgeliyor. Rusya Tarihi, bu bugüne kadar başından beri, bir siyasal sistem, genişleme ve büyüme dönüştürülmüş dört temel düşüncelerin yayılması tarihidir. Tarih boyunca, doğal, komşu Türkler ve Ruslar arasındaki ilişkiler bu düşünceler üzerine kurulmuştur. Güç ve rekabet mücadeleleri, entrikalar ve propaganda kendi kapsamı içine savaşlar ve antlaşmalar, arkadaşlıklar ve düşmanlıkları almış.

Birinci Aşama; yıllar 1500-1800 içermektedir. temel felsefesi Moskova Bizans halefi "dır. Moskova üçüncü Roma olduğunu. Rusya Roma ve Bizans topraklarının hükümdarı olacak "Buna göre.;

- Karadeniz geçti ve Rus egemenliği altında gitmek olacaktır. - İstanbul ve çevresi Rus tarafından yakalanır.
- Faaliyet Kafkaslar ve Hazar Bölgesi'nde gerçekleştirilecektir.

İkinci Aşama; sloganı "slavizm" ile başlar ve yıllar 1800-1917 yakalar. Amaç Çar Petro'nun tarihi iradesini ulaşmaktır. Temel yönü sıcak denizlere yol ve Osmanlı toprakları sadece engel olarak görülmektedir. Buna göre; "Avrupa'nın her yerinde ve özellikle Balkanlar'da yaşayan Slavlar kendi varlığının devamı ve gelişmesi sadece Rusya'ya bağlı Slav İmparatorluğu ulusla ile mümkün olduğu bir bütündür."

Üçüncü Aşama; Ayrıca bu yazının konusu olan ve "Marksist-Leninist" ideoloji tarafından işaretlenmiş 1990 Sovyet yayılmacılığına kadar devam ulusal mücadele dönemi ile başlar. Buna göre; "Varlık; geliştirme ve Rusya devamı kapitalizmin ve emperyalizmin imha bağlıdır. Bu ilke bütün insanlık için geçerlidir. insanlığın gelişme, sadece kapitalizmin sömürücü düzenin ortadan kaldırılması ile mümkündür. Bunun için, devlet ve sosyal hayatın boyunca sömürülen emeğin yönetim gereklidir. Rusya, dünya devriminin öncüsü olduğunu. Rusya'nın dünya hakimiyeti Avrupa, Afrika ve Asya ve ABD'ye karşı bir Moskova merkezli komünizmin yayılması ile gerçekleştirilecektir. Böylece, Rusya'nın dünya hakimiyeti gerçek gelecektir. "

Dördüncü Aşama; Marksist-Leninist Rejimi yanılmak ve 1990 yılında Sovyetler Birliği'nin çöküşü ile başladı. Bu Türki Cumhuriyetler "YENİDEN" ve "glasnost" politikalarının sonuçlarına göre kendi bağımsızlığını kazanmıştır bugüne kadar devam eder. Buna göre; "PERESTROICA (yeniden yapılanma) ile Rusya'nın çıkarları insanlığın bütün çıkarları ile coincied var. Rusya'nın İdeal bir dünyada ve kuruluş bir dünya çapında insanlığın dernek - devletler - bu community.According, devletler ve toplumlar arasındaki ilişkilerde hiçbir placefor ideolojiler yoktur. Insanlık, silahlanma yarışı, çevre sorunlarının önemli sorunları için bir çözüm, yoksulluğa karşı mücadele sadece birlik ile mümkün olabilir. "

Olursa olsun düşünce çerçevesi, Türklerin birincil thteat ve Türkiye'nin her zaman en önemli rakibi. Milli Mücadele Dönemi; yıl 1918-1925 içerir. Bu dönemde, iç ve dış mücadeleler ve yeniden yapılanma hareketleri devam etmektedir. Antik köklü ilişkiler, ancak en sakin olduğunda en kapsamlı sonuçlar elde edilerek It, dönem. Yılın 1917 yılının ilk aylarında, Karensky Devlet ulus çapında isyanlar sonucu, Bolşevik-Komünist Parti tarafından atılan bitti, Çar-davlumbaz bir tarih oldu. 8 Kasım 1918 assambled ikinci Sovyet Kongresi onların kavgalar ve Dünya Savaşı sonuna sonuna kadar savaşan devletlerin davet "" barış ilhaksız ve tazminat olmadan "ve ilan etti. "

3 Mart 1918 Brest Litovsk-Sözleşmesini Okumak göre; Rusya Bitlis, Van, Erzincan, Erzurum ve Trabzon çekildi. Osmanlı Devleti'nin insanların bağlılık sonucu ile Batum - Ardahan - Bir referandum ilçenin Kars yapıldı. 30 Ekim 1918 arasında Moindros Barış Antlaşması'nın 7. maddesine göre, askerler Osmanlı başkentinde konuşlanan ve çeşitli diğer bölge ve işgali başlamıştır. Batum Gürcüler, Kars ve çevresi Ermenilerin ve İngilizce Bakü bölgeye verildi.

Aynı dönemde, Rusya iç savaş, anarşi ve terör ile kaynar. Müttefik kuvvetler doğrudan ve dolaylı olarak, anti-devlet eylemleri ve hareketlerini destekleyen edildi. Rusya'nın ana görevi, iç mücadelelere bir son vermek oldu. Osmanlı liderler onlar "93 Savaşı" önce nerede sınırını iterek, Doğu'da Ermeni genişleme engelledi, bu önemli events.Firstly yararlandı. Bağımsızlık Türk savaş captalism ve emperyalist güçlere karşı yürütülen edildi. Rusya ve komünist hareketler ve ana hedef olarak sistem seçilen kapitalizmi ve emperyalizmi kurmak ve her yönüyle onlarla savaşmak için kurallar koymak çabalarında yeni rejim. İngiltere ve Fransa ciddi bir tehdit olarak eski müttefiki Rusya gelişmeleri gördüm ve tamamen rejim karşıtı hareketleri destekledi. Bu bağlamda, Türkiye ve Rusya, aynı düşmana karşı mücadele edildi. Her iki taraf da işbirliği, karşılıklı destek, yardım ve dayanışma gibi en iyi gördüm. İlişkiler geliştirilmiş, iki önemli karar vermede fazlar öncesinde Türkiye'nin vardı. İlki Kafkasya'nın güneye doğru Bolşevik Rus yayılmacılığına karşı müttefik güçlerin desteğini kazanmaktı. İkinci bir Müttefik güçler tarafından Anadolu'nun işgaline karşı Bolşeviklerin desteğini kazanmaktı.

Türk Büyük Millet Meclisi açılış günlerinde Türkiye'nin en büyük endişe, bir İngilizce olasılığı idi. Gerçekleşmesi için bu için için bir Türk-Rus işbirliğini, önleyebilecek Rus anlaşma, doğrudan temas olması vardı. Yani ikili ilişkiler Sovyet Dışişleri Bakanı Cicerin mektubu ile 2 Haziran 1920 yılında başladı. 24 Ağustos Türkiye-Sovyet Dostluk ve Kardeşlik Anlaşması, 1920 Moskova Mart 16,1921 imzalandı. Bu anlaşma öncesinde, "Türkiye-Ermenistan Barış Antlaşması" Böylece, 2 Aralık 1920 yılında, Gümrü Ermeniler ile imzalanan, Doğu Anadolu kontrol seçeneği altında alınmıştı Kazım altında büyük askeri gücünü kaldırmak için Türk Büyük Millet Meclisi etkin Batı Yunan cephesine Karabekir Paşa'nın komuta. Böyle Türk Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Rusya ve Barış Antlaşması ile Misak-ı Milli gibi önemli bir ülkenin resmi tanıma bağımsızlık yolunda bir siyasi zafer oldu.

Her iki ülkenin yararı olacaktı Moskova anlaşması başlatılan dostluk ile 16 Mart 1921 başlangıç ​​Türk-Rus ilişkileri. Lozan ile sadece ulusal mücadelesini sona erdi Türkiye, 1925 "Türkiye, Sovyetler Birliği dostluk Tarafsızlık Anlaşması" ile 1921- ruhu devam garanti.

Atatürk, böyle bir yol ki Türk Büyük Millet Meclisi'nde Ocak 1921 tarihinde komünizm hakkında yaptığı milletvekili yaptığı görüşler açıklık getirdi;

Sayın Baylar;
Onlar komünistler, diğer bir yoldur diyenlere saldırmak İlk; Komünizm önlenmesi için iki yol vardır; Değil erkekler sınırdışı olarak karadan gelecek Hard Önlemler almak için, gemi ile Rusya'dan gelen, arazi erkekler boşaltmak için.

Bu yollar koymak için; uygulamaya, çünkü bu iki nedenden yararsız karşımıza çıkmaktadır; Öncelikle, biz temasa geçmek planı kiminle Rusya Sovyet Cumhuriyeti, Komünist Rejimi tamamen. Biz zor tedbirleri almak Eğer öyleyse, Rusya ile aşağı İlişkiler kesmek için gerekli. Ancak, biz nedeniyle Siyasi nedenlerle başka bol bulunan ve Rusya ile karşılıklı yardım yapmak, iletişim istiyoruz. Yani, biz hor ve biz dostluğu yapmak istediğiniz bir Ulusun ve Hükümet ilkelerini iftira değil yükümlüdür. Bu nedenle alarak çekimser
Sert tedbirler.

Bildiğiniz gibi hiçbir düşünce eğilim thougts kullanarak kişinin düşünceleri karşı kullanılırsa, bu konuda hiçbir yararlı yanıt var demektir. Düşünceler zorla reddedilen edilemez. Eğer herhangi bir düşünce trendi kuvvet yapıyor yerine ters düşünce vererek karşı ise, asla o düşünce yok (olamaz). Aksine, bunu güçlü yapmak ve düşünce eğilimleri karşı stronger.The en iyi etkisi, yeni bir düşünce eğilimi kullanarak yanıt vermektir.

Yani kamuoyu bilgi vermek, en yararlı way.Society olduğu ortaya çıktı ve Türk Milleti komünist düşünce ve uygulamalarının bu gelen tedbirleri yapıyor Ulusumuzun ve İslam Principles.While için uygun olmadığını hükümet tarafından bilgi verilmelidir Bir girmek için yasaklar hangi alınmalıdır
Türk Toplumunda yayılan tehlikeli durum.

Tahir Tamer Kumkale
3 Nisan 2000 Pazartesi

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=26

..

KAFKASLAR GERÇEĞİ VE KAFKAS POLİTİKAMIZ..,


KAFKASLAR  GERÇEĞİ  VE  KAFKAS  POLİTİKAMIZ..,



26 Mart 2000 Pazar 

TÜRKİYE'NİN KAFKASLAR POLİTİKASI
"OYUNA TEKRAR GİRMEZSENİZ, BAŞARILI OLMA ŞANSINIZ HİÇ OLMAZ."

21 Mart 2000 tarihinde haber bültenlerinden çok ilgi çekici ve beklenmedik bir haber bütün ayrıntıları ile duyuruluyor."26 Mart tarihinde yapılacak Başkanlık seçimlerinde Rusya Devlet Başkanlığına aday olan şimdiki Başkan Vekili Viladimir Putkin bir savaş uçağı ile Çeçenistana gitti. Bu süpriz gezide Putkin eli kanlı haydutlarla Çeçenistan barışı için görüşmeyeceğini, yetkili ve etkili sivillerle görüşmeye hazır olduğunu, bölgeye mutlak barışı getireceklerini bildirdi." Görülen o ki; Rusya'daki başkanlık seçimlerinin geleceği Kafkaslardaki barışa bağlı. Rusya başta olmak üzere Bağımsız Devletler Topluluğu için olduğu kadar; Avrupa Birliği ve ABD başta olmak üzere batı dünyasında da KAFKASLAR dış politikanın şimdiki odak noktası olma konumunu koruyor.

Türkiye'yi Kafkaslardan ayrı düşünmek mümkün değildir. Kafkaslar; Türkiye'nin uluslararası dış politikalarına etkisi yanında bölgedeki Türk unsurların varlığı ile iç politikasında da önemli rol oynamaktadır. Ayrıca Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile doğrudan temasın sağlanmasında da bir köprü vazifesi görmektedir.

Kafkaslar; coğrafi yakınlık, ekonomik işbirliği imkanları ve sahibolduğu doğal kaynakları nedeniyle de Türkiye için önemli bir ilgi alanı oluşturmaktadır. Rusya Federasyonu'nun mevcut problemleri ve ekonomik sıkıntıları yanında, sahibolduğu askeri gücü, kültürel, ekonomik ve idari yapısı ile teşkil ettiği potansiyel tehlike karşısında Kafkasların bir "barış kuşağı" ve"Rusya ile bir tampon bölge teşkil etmesi " Türkiye için çok önemlidir.

Ermenistan ve Gürcistan ile Türkiye arasında muhtemel bir dostluk ve barış sürecinin doğması ve devamının sağlanmasının bu ülkelerin yararına olacağı açıktır. Azerbaycan ile başlatılan dostluk, ve işbirliğinin gelişerek devam etmesi de; hem bölge barışı ve hemde Türk Cumhuriyetlerinin batı ile olan doğrudan bağlantıları için hayati önem arzetmektedir.

Türkiye'nin Kafkas Devletleri ve Kafkas Toplulukları ile ilgili imkan ve kabiliyetleri ve bu bölgede uygulayabileceğini değerlendirdiğim alternatif politikaları ana hatları aşağıya çıkartılmıştır.

1. Sovyetler Birliğinin dağılması ile Kafkaslar'dan ülkemize yönelen tehdit şimdilik ortadan kalkmıştır. Bu durum Türk dış politikasına yeni aktiviteler kazandırmıştır. Kafkaslar; Türkiye için stratejik değere sahiptir. Türkiye eline geçen bu imkanı kendi güvenliği açısından en iyi şekilde korumak ve kullanmak zorundadır.

2. Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra Türkiye'nin bu bölge ile bağlantısı daha da önem kazanmıştır. Bu bağlantı; Kafkaslar ,Rusya Federasyonu ve İran gibi üç yol üzerinden sağlanabilir. Bunlardan en güvenlisi Kafkaslar ve Azerbaycan üzerinden yapılanıdır

3. Kafkasların pek çok devlet ve milletten meydana gelen karmaşık yapısı Türkiyenin bölgedeki güvenliği için olumsuzluk nedenidir. Bu olumsuzluğun ana unsurları İran, Ermenistan
ve Rusya'dır. Tek olumlu faktör dost ve kardeş Azerbaycan'ın mevcudiyetidir. Kıbrıs, Türkiye için ne kadar önemli ise Azerbaycan'da en az Kıbrıs kadar önemlidir. Bu bakımdan Türkiyenin bölgedeki politikası Azerbaycanı her alanda desteklemeğe ve güçlendirmeye dayanmaktadır.

4. Kafkaslarda Türkiye'nin başını ağrıtacak ülkelerden biri sınır komşumuz Ermenistan'dır. Çünkü Ermenistan kendi siyasi emelleri için Kafkasların zaten karmaşık olan yapısına dış faktörleri çekmeği dış politika ilkesi haline getirmiştir. Bu durum Türkiye'yi daha önce de olduğu gibi bölge dışı ve özellikle batılı devletlerle karşı karşıya getirebilecektir. Türkiye buna daima hazır olmak durumundadır. Osmanlı'dan kalan "ERMENİ SOYKIRIMI iddiaları ,daima her platforma taşınmaya hazır beklemektedir.

5. Türkiye; Ermenistan politikasında bu ülkenin deniz bağlantısının olmamasından doğan dezevantajını çok iyi kullanmak zorundadır. Bu devletle olan ilişkilerinde birtakım dostluk heveslerine ve gereksiz iyi niyet gösterilerine kapılmadan aklıselim ile hareket etmelidir.

6. Kafkaslardaki bir diğer önemli sorun da İran'dır. Bilindiği gibi İran Azerbaycanı'nda bağımsız Azerbaycan Cumhuriyetinin birkaç katı Azeri yaşamaktadır. İran; Türkiye'nin elinden Azerbaycan faktörünü almak ve/veya hiç değilse zayıflatmak için her çareye başvuracaktır.
Ankara -Bakü eksenine alternatif olarak bölgede Tahran-Erivan ve hatta Tahran-Moskova ekseninin kurulması bir fantezi değildir. Türkiye'nin İran'ın bölgedeki faaliyetlerini dikkatle izlemesi gerekmektedir.

7. Bütün bunların içinde Türkiye için bölgede sıkıntı yaratacak en büyük faktör Rusya Federasyonu'dur. Türkiyeye yönelik Çarlık Rusyası'ndan gelen temel hedefler değişmemiştir ve aynen muhafaza edilmektedir. Türkiye bugün Rusya'yı bu hedeflerinden uzaklaştırmak için bu devletle çeşitli işbirliği projelerine girmiştir. Bunlardan en önemlisi Karadeniz Ekonomik İşbirliği Projesi' dir.

Bunun yanında Türkiye; Karabağ meselesine de Rusya' yı ortak ederek (Ermenistan üzerindeki etkinliği dolayısıyla )çözüm için iş birliği yaratmak istemiştir. Bunların hiçbiri ciddi bir sonuç vermemiştir. Kısacası Rusya; Türkiye'nin bütün çabalarına rağmen bölgedeki varlığı için Türkiye'yi hala en büyük tehdit ve kendi politikalarına engel olarak görmektedir. Hiçbir zaman Türkiye ile işbirliği içinde olmak istememektedir.

8. Kafkaslar da Türkiye'nin önem vermesi gereken ülkelerden biri de GÜRCİSTAN'dır. Bu ülke her alanda Rusya'ya bağımlıdır. Gürcistan ile olan münasebetlerimizde de Rusya faktörü daima gözönünde bulundurulmalıdır.

Sonuç olarak KAFKASYA; TÜRKİYE için olduğu kadar RUSYA FEDERASYONU içinde çok önemlidir. Bu bakımdan Türkiyenin bölge ülkeleri ile ilişkilerini sürdürürken daima gözönünde bulundurması gereken genel prensiplerin özünde Rusya ile olan ikili ilişkilerimiz yatmaktadır. Bu prensipleri şu şekilde sıralamak mümkündür.

 * Kafkas ülkelerine yaklaşımın PAN-TÜRKİST olmamasına özellikle dikkat edilmelidir.

 * İlişkilerin geliştirilmesinde Rusya'nın karşımıza alınmamasına özen gösterilmelidir.

 * Uluslararası kuruluşlar ve bilhassa batı ülkeleri nezdinde Türkiye'nin yayılmacı bir ülke imajı yaratmamasına dikkat edilmelidir.

 * Bölge ülkelerinin Rusya ile olan ilişkileri ve bağımsızlıklarının derecesi takip edilerek Türkiye'nin politikaları buna göre şekillendirilmelidir.

 Yukarıda sayılan genel prensipler çerçevesinde bölgedeki hedflerimiz şunlar olabilir;

 (1) Kafkasya'yı Orta Asya ve Rusya Federasyonu ile ulaşım yollarımız bakımından rahat geçit veren bir köprü durumuna getirmek.

 (2) Rus yayılmacılığının yeniden canlanması ihtimaline karşı bu bölgeyi bir tampon bölge haline getirmek

 (3) Türk ekonomisinin güçlendirilmesi için karşılıklı çıkar ilkesi korunmak kaydı ile bölgenin ekomik potansiyelinden azami yararlanmaktır.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
26 Mart 2000 Pazar

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=24

5 + 5 CUMHURBAŞKANI


5 + 5  CUMHURBAŞKANI



30 Mart 2000 Perşembe 

"KABİLİYETLİ ÇIRAK, USTADAN USTA OLUR."

Uzun ve karmaşık çalışmalardan sonra iktidar partilerinin desteği ve isteğiyle Sayın Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel'in yeniden seçilmesini sağlayacak anayasa değişikliği nihayet 29 Nisan'daT.B.M.M. gündemine geldi. Yapılan bütün uzlaşı çağrılarına ve Sayın Başbakan Ecevit'in bütün ikna konuşmalarına rağmen sonuç iktidarın beklediği gibi olmadı. Milletin beklediği gibi oldu. Yapılan ilk tur oylamalar Anayasa değişikliği için geçerli 367 oy'un bulunamayacağını gösteriyor. Değişiklik geçse bile, kulisler; milletin vekillerinin artık Demirel'den başka bir yüz görmeyi arzu ettiklerini haykırıyor.

Kimsenin kuşkusu ve korkusu olmasın yüce meclisimiz yeni Cumhurbaşkanımızı 16 Mayıs'ta Çankaya'ya uğurlayacaktır. Her kim seçilirse seçilsin yeni Cumhurbaşkanımız büyük bir liyakat ile ülkemizi yönetecektir. Çünkü demokrasi şahışların değil, sistem ve kuralların hakim olduğu rejimin adıdır. Türk devlet yönetimi güçlüdür. Türkler devlet yönetiminde dünyada eşine rastlanmayacak kadar çok tecrübe kazanmıştır.

Şimdi cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olarak daha öncede vurguladığım düşüncelerimi bir kere daha açıklamak istiyorum.

Cumhurbaşkanımız büyük devlet adamı Sayın Süleyman DEMİREL bugün tam 76 yaşındadır. Yasal bekleme süresi 16 Mayısta dolmaktadır. Anayasmız bir kişinin 7 yıl süre ile ve sadece bir kere seçileceğini öngördüğü içindir ki Sayın Demirelin anayasa değişmeden yeniden seçilmesi hukuken mümkün değildir. Şimdi T.B.M.M. büyük bir ciddiyetle 16 Mayıstaki bu seçime hazırlanmaktadır. Meclis ve Türkiye'nin gündemi bu seçime kitlenmiştir.

Allah sağlıklı ve uzun ömürler versin. Sayın Demirel; 38 yaşında genç bir bürokrat iken yeni kurulan Adalet Partisi'ne girdi. 1964 yılında 40 yaşında iken partinin başına geçti. Siyaset alanında çok yeni ve tecrübesiz olmasına rağmen 41 yaşında ve fevkalade kritik günlerde başbakanlık koltuğuna oturdu.

1965-1971 yıllarında bu genç ve tecrübesiz politikacının önderliğinde ülkemiz; çok istikrarlı ve daima yükselen bir kalkınma hamlesi sergiledi. Demirel ; başbakan olduğunda lisede öğrenci idim. Gençliğim, orta yaşım ve emekliliğim SÜLEYMAN DEMİREL'in iktidar, muhalefet ve Cumhurbaşkanlığı ile geçti. Gözümüzü açtık O'nu gördük. Büyüdük ve hala O'nunla yaşıyoruz. Görünen manzara o'dur ki daha birkaç yIl yine O'nunla yaşayacağız. Bizim neslimizin değişmez kaderi ve yazısı bu.

Sayın Demirel'in bilgisine, görgüsüne, devlet tecrübesine erişmek ve bu konuda olumsuz bir söz söylemek mümkün değil. Bu bakımdan herkezden tam puan alır. Fakat kendisine tam puan veremediğimiz hususlarda mevcuttur. Tam puan vermediğimiz hususlar bu yetenekleri ile ilgili değildir. Neden hala bu memlekette kendisine ihtiyaç duyulmasıdır.

Sayın DEMİREL; kırk yaşında partisini iktidara taşımış, başbakan olmuş, bu görevide büyük bir başarıyla yerine getirmiş bir devlet adamı olarak ; kendisinden sonra gelen gençlere neden fırsat tanımamıştır? . Daima en iyi kendisinin bu ülkeye hizmet edebileceğini göstererek yükselme yolundakilerin önünü tıkamıştır.? Nerededir 2000'li yılların dünyasına yön vereceği varsayılan Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan ve üst düzey yönetici adayları.?

Demokrasi ve buna dayanan Cumhuriyet rejimleri şahıslarla kaim değildir. Sistemler ve kurallar rejimidir. Şahısların hakimiyeti kırallık ve dikta rejimlerinde görülür. Demokrasileri belirli şahıslarla yürütmeye çalışmak gerçekçi değildir ve sistemin tabiatına aykırıdır. Bugün burada hala ayni şahısların vazgeçilmezliği tartışılıyorsa sistemde önemli arızaların olduğunu varsaymak gerekir.

Sayın Demirel'in bir kere daha seçilebilmesi için anayasamızın ilgili maddelerinin
değişmesi gerekir. Bunun içinde T.B.M.M. üye tamsayısının üçte ikisinin evet oyu gerekiyor. Bu sayının tutturulması için bütün partilerin uzlaşması gerekiyor.

Şimdi; sayın Cumhurbaşkanımızın çağdaşı olan ve 1957 yılında CHP milletvekili olarak
başladığı siyasi hayatına bugün başbakan olarak devam eden ve yıllarca en büyük muhalifi olduğunu bildiğimiz Sayın Bülent ECEVİT'in önderliğinde " Sayın Demirel'i Yeniden
Cumhurbaşkanı Seçme" kampanyaları yürütülmektedir.

"Bu ülkeyi ancak Demirel yönetebilir. Başkasının seçilmesi ülkemiz için felaket olur." gibi ifadeler basınımızda sık sık görülmeye başlandı.

Sayın Başbakanımız haklıdır. Söyledikleri doğrudur. Bugün sadece ülkemizde değil, dünyada Sayın Demirel'den daha tecrübeli ve yetenekli bir politikacı yoktur. Fakat benim kanaatime göre ;artık bu bilgi ve tecrübesini yönetimde kullanmasının değil, yeni nesillere aktarmasının zamanı gelmiştir. Arkadan gelecek gençler nasıl yetişecekler.? Başbakan ve Cumhurbaşkan? olmak için 30-40 yıl bekleyecekler mi? Sayın Demirel 41 yaşında başbakan olduğu zaman bugün kendisinin oturduğu makamlar kendi önünü açmasalardı ve kendisine bu şansı vermeselerdi bugünkü tecrübesine erişebilir miydi.?

1965' lerin genç ve tecrübesiz başbakanı Süleyman Demirel ilk beş yılında adeta yönetim harikası gerçekleştirmişti. Atatürk 39 yaşında T.M.M.M. Başkanı, 40 yaşında Başkomutan, 42 yaşında ise Cumhurbaşkanı olmuştu.

 - Bu ülkede yeni Demireller artık yetişmiyormu ?
 - Bu ülkenin okullarından artık adam çıkmıyormu ?
 - Yoksa yetişiyorda kendilerine imkan mı verilmiyor.?

Eğer yoksa ve yetişemiyorsa sistemde arıza var demektir. Eğer sistem iyi çalışıyorsa , bu ülkenin yetişmiş genç beyinleri neredeler ?
 * Göreve talip değiller mi ?
 * Yoksa görev verildide görevden mi kaçtılar ?
 * Gençlerin önü ne zaman ve nasıl açılacaktır.?
 * Gençlere ne zaman güvenilecektir.?

Kanaatimce; millete güvenmek ve bu milletin içinde var olduğu bilinen değerleri
destekleyerek , önemli görevleri üstlenmesinden korkmamak gerekir. Bu milletin içinden daha nice Demirel'ler, Ecevit'ler çıkacaktır. Ülkemizde nice yetişmiş beyin, kendilerine fırsat tanınmasını ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyor.

Korkmayın verin fırsatı. Allah hepinize uzun ömürler versin. Ama bilinki; bu gençler yine sizi sayarlar ve engin tecrübenizden yararlanmak için sizi baştacı ederler.

Eğer kendinizi vazgeçilmez kabul edip yerinizi liyakatli gençlere bırakmazsanız; ve yönetici olmakta israr ederseniz; engin tecrübelerinizi sizden sonra gelen nesillere anlatacak ve bilgi birikiminizi kağıda döküp gelecek kuşaklara aktaracak zamanı bulamayabilirsiniz.

Sizin bilgi ve tecrübenize bu ülke insanının ihtiyacı vardır. Bunu kendinizle beraber götürmek lüksüne sahip değilsiniz. Günlük yoğun çalışma şartları içinde bunu yapabilmeniz ise imkansızdır. Bunun için;

LÜTFEN ARTIK ÇEKİLİN VE GENÇLERİN ÖNÜNÜ AÇIN...

Koltuğa bu kadar yapışmanızın ve vazgeçilmez olduğunuzu düşünmenizin millete hizmet aşkından kaynaklandığını hepimiz biliyoruz.

Sizler büyüksünüz. Büyüklüğünüzü sıranın artık başkalarında olduğunu görerek daha
iyi sergileyebilirsiniz.

Bu ülkenin siz olmadanda büyüyecek ve güçlenecek bir olgunluğa eriştiğini lütfen kabul edin ve gereğini yapın.

Bunu yapınki, bu millet vatanın her köşesine birer heykelinizi dikerek sizi ölümsüz kılsın.Sizi tarih içindeki şanlı yerinize oturtsun.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
30 Mart 2000 Perşembe

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=25

..

TOPLUMUN HAKKI,


TOPLUMUN HAKKI,



A. NAZMİ  ÇORA,
20 Mart 2000 Pazartesi 

"YASALAR, İNSANLARI  ÖZGÜR  YAPMAZ; YASAYI ÖZGÜR YAPACAK OLAN İNSANLARDIR."

İnsanın, doğduğu toplumun kültürüne göre yetiştiği bir gerçektir. İnsan, pekçok değeri doğduğu toplumda hazır bulur. Dil, din, ahlaki kurallar ve örf-adetler onun şahsiyetine şekil verir ve hayat tarzını düzenler. Eğitimi, sosyolojik açıdan tanımlayınca bu oluşumlardan hareket edildiğini görüyoruz. "Geçmiş nesillerin kültürünün gelecek nesillere aktarma faaliyetine eğitim " diyoruz. Bu tanım, sosyolojik açıdan yapılan evrensel bir tanımdır.

Demek ki, ana doğuruyor; toplum yoğuruyor. Toplumun kendisi bizzat bir eğitimci olduğu için, insan yavrusunun kültürel kaderini belirlemektedir. Hangi dille konuşacağını, hangi inanç sistemini benimseyeceğini ve ahlaki davranışlarını hangi geleneklere ve değerlere göre yapacağını toplum ona dikte etmektedir. Onun içindir ki, toplumun ana kadar önemi vardır ve bazen de onun önüne geçmektedir.

Çocuğun doğumuna kadar annenin rolü, okul çağına kadar ailenin rolü önem kazanır. Okul çağından sonra ise; okul ve toplumun rolü öne geçmektedir. Ana-baba hakkı bize verdiklerinden kaynaklanmaktadır.

Bilindiği gibi,"milletin teşkilatlanmış haline devlet" diyoruz. Bayrağı, vatanı ve bağımsız sosyal müesseseleriyle devlet, bizi köle olmaktan korumaktadır. Bizleri başka devletlerin emperyalizminden koruyan, kültür, namus ve ekonomik bağımsızlığımızı temin eden devletin bizim üzerimizde hakkı vardır. Çoğu insanlar devlet ile hükümet kavramlarını yeterince ayıramadıklarından, hükümeti tenkit etme yerine, daima devleti tenkit etmektedirler.

Devlet bir hükmi şahsiyettir. Devletin dinlisi, dinsizi olmaz. Çünkü hükmi şahsiyetlerin inancından bahsedilmez. Devletin, islamlısı-islamsızı, inançlısı-inançsızı, kafiri, hıristiyanı, yahudisi olmaz. Devlet bir şemsiyedir ve her inanç sistemine eşit mesafededir. Onun işi, bir inanç sistemini öne çıkarıp, ötekilere baskı yapmak değildir. Onun görevi, belli kültür ve inanç guruplarının kavgasını önlemek ve herkesi kendi alanında kalıp amacına hizmet etmesini temin etmektir. Devlet bu hizmetlerini yaparken, verdiği emeğin karşılığında bizim üzerimizde de hakkı doğmaktadır. Bunların en önemlisi itaat hakkıdır.

"Devlete itaat" bir sosyal görevdir. Devlet çökünce, millet de çöker. Milletin bütün dini ve kültürel değerleri, devlet sayesinde hayatlarını sürdürür, gelişir ve serpilir.

Toplumun örf-adet ve değerlerine sahip çıkmak, fertlerin üzerine düşen bir haktır. Toplumun yücelttiği değerlerin yaşaması için elinden geleni yapmak, gayret göstermek fertlere düşen çok önemli bir vazifedir. Topluma bu hizmeti veren fertler, aynı zamanda da devletin üzerindeki hakkı yerine getirmiş olmaktadırlar.

Toplumda iyiliklerin gelişip yayılması, kök salması için kötülüklerden uzak durmak gerekiyor. Toplumun iyiliğine çalışmak, onun ruhu olan milli ve manevi değerleri yaşatmak, onu hastalandıracak yıkıcı ve bölücü davranışlardan sakınmak, doğduğumuz ve içinde yaşadığımız toplumun üzerindeki hakkıdır. (Yazan: A. Nazmi Çora)

Dr. Tahir Tamer Kumkale
20 Mart 2000 Pazartesi

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=23

..

TÜRK ÜLKÜSÜ



TÜRK ÜLKÜSÜ

A NAZMİ ÇORA,

 16 Mart 2000 Perşembe 

"TÜRK MİLLETİNİN İSTİDADI VE KAT'İ KARARI; MEDENİYET YOLUNDA DURMADAN VE YILMADAN İLERLEMEKTİR."
Mustafa Kemal Atatürk

Sözlük anlamı “AND” ve “UZAK HEDEF” demek olan “ülkü”, topluluğu aynı yolda yürüten bir kuvvettir ki, bu uğurda insanlar birbirlerine karşı içten sözleşmiş gibidirler.

Ülkü; ilkönce insanların gönüllerinde, gönüllerinin derinliğinde, şuuraltlarında, hayallerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir. Sonra şuura geçer, Milli Liderler tarafından açıklanır. Daha sonra da büyük kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar. Bu hamle sırasında da ülkülü millet, liderinin ardından gönül isteği ile koşar. Bütün bu uğraşmalar arasında da millet yürür, önce manen, sonra maddeten ilerler, olgunlaşır, erginleşir.

Milli ülküler, milletleri yüzyıllar boyunca ayakta tutacak yegane enerji kaynağıdır. Ülkücü milletler, fedakar insanlarla doludur. Fedakar insanların çokluğu, her türlü insani meziyetlerin hakimiyeti demektir. İnsan toplumları insani meziyetlerle yaşar. İnsani meziyetlerini kaybetmiş toplumlar refah ve dış görünüşü ile büyüklük içinde olsalar dahi, yıkılmaya mahkumdur. Ancak kabiliyetli ve enerjik olan milletler büyüklük ülküsü ardından koşar. Çünkü büyüklük ülküsü, büyük fedakarlıklar ülküsü demektir. Bundan dolayıdır ki, korkaklarla aşağılıklar büyüklükten korkar, daima küçük kalmak ister.

Türkçülük, Türk milliyetçiliğinin adıdır. Türk milleti nedir, kimler Türk’tür diye sorulacak olursa;

“Türk milleti; Türk kökünden gelenlerle Türk kökünden gelmiş olanlar kadar Türkleşmiş kişilerdir” diye açıklanabilir. Türkçülük kelimesinin sonundaki ek; yerine göre mensupluk, sevgi, taraftarlık gösteren bir ektir. Türkçülük de Türk sevgisi ve taraftarlığı demek olduğuna göre, kelime, yerinde kullanılmıştır. Başka milletlerin Türk taraftarlığı ve Türk sevgisi bu kelime ile ifade olunamaz. Zaten başka milletlerin Türk’ü sevmesi de gerçekten bu sevgiye değil, geçici bir nezakete, çıkara, siyasi zorunluluklara işarettir. Türk’ü gerçek olarak, Türkten başkası sevmez.

Türkçülük bir ülküdür. Ülküler, milletlerin, manevi gıdasıdır. Ülküsüz milletlerin en talihlisi dahi silik ve sönük kalmaya mahkumdur. Eğer bu millet talihli de değilse, onun sonucu yenilmek, ezilmek, hatta yok olmaktır.

Türkçülük, bütün Türklerin tek devlet halinde birleşerek, her bakımdan bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.

Türkçülük ; Milli ülkümüzün ismi demektir. Bu isim, “Türk birliği” sözleriyle özetlenebilir.

Türkçülük; Türk yurdunda Türk milletinin kayıtsız şartsız hakimiyeti ve bağımsızlığı ile Türklüğün her yönden bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.

Türkçülük; bütün Türklerin tek devlet halinde birleşerek, her bakımdan bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.

Ülküler; gerçekle hayalin karışmasından doğmuş olan, düne bakarak yarını arayan, milletlere hız veren ve uğrunda ölünen büyük dileklerdir. Milletler, ölebildikleri kadar yaşama hakkına sahiptirler.

Ülkücülük ;“idealizm” demektir. Bizim ülkümüzün hedefi; Türk Milleti’ni en kısa yoldan, en kısa zamanda, başkalarında avuç açmadan çağlar üzerinden sıçrayarak çağdaş medeniyetin en ön safına geçirmek, ilimde, teknikte, medeniyette insan hakları ve eşitlikte, çevrecilikte yeryüzünün en kuvvetli varlığı haline getirmek, Türklüğü yüceltmektir.

Türkçüler olarak davamız; Türk milletinin varlığını yüceltmek ve ebediyen devam ettirmek davasıdır. Bu fikrin, bu davanın üstünde başka hiçbir fikir, başka bir dava yer alamaz. Türk milletinin varlığını korumak, yükseltmek ve onu ebediyyen devam ettirmek fikrine hizmet etmeyen, bu fikre uygun olmayan hiçbir davranış, hiçbir hareket Türk milleti için geçerli olamaz.

Türk milletinin kendine has gerçekleri vardır., şartları vardır, tarihi vardır, milli gelenekleri vardır, milli ruhu vardır. Türk milleti, yabancı ülkelerin kendi şartlarına göre meydana getirilmiş olan sistemlerin kopya edilmesiyle kalkınamaz kurtulamaz. Türk milletinin milli gerçeklerini dikkate alan, milli ruhunu dikkate alan, milli tarihine ve milli geleneklerine, milli ahlakına, dinine bağlı, saygılı modern ilmi, modern tekniği de rehber edinen yüzde yüz milli bir sistemle olabilir. (A. Nazmi Çora)

A. Nazmi Çora'nın " İYİ İNSAN " sitesinin " ÖZEL YORUMLAR " bölümünde yer alan " TÜRK ÜLKÜSÜ " isimli yazısı aynen " GÜNÜN YORUMU " bölümüne aktarılmıştır. Bu şekilde daha çok ziyaretçinin yararlanmasına imkan hazırlanmıştır.

ÜLKÜ'ler; milletlerin yönetiminde ve yönlendirilmesinde en büyük itici güçtür. Ülküler; geçmişin ve bu geçmişteki büyük başarıların günümüze ve geleceğe yansımasıdır. Ülkülere ulaşılması ,devlete milli yarar ve millete refah sağlar. Ulaşılması zor ve uzak ülküler ise milletleri daha çok çalışmaya ve gayrete sevkeder. Bu bakımdan seçilen milli ülküler, kolaylıkla elde edilebilir olmamalıdır. Bu doğal özelliği dolayısıyla bazı dar düşünceli ve bağnaz kafalar ile satın alınmış beyinler; konuyu günümüz şartları içinde değerlendirerek ülküler ile bu ülkülere sahip çıkan ülkücüleri hayalperestlik ile suçlarlar. Bu nevi şuçlama ve saldırılar dikkate alınmamalıdır.

Komşumuz Yunanistan yönetiminin, Yunan Milletini fiziki olarak gerçekleşmesi hiç bir şartta mümkün olamayacak 150 yıllık bir "Megal-i İdea" etrafında nasıl birarada tuttuğunu ve inatla bu hedefe ulaşma gayreti içinde oldukları hepimizin malumlarıdır. Milletimizin sahip çıkması gereken "TÜRK ÜLKÜSÜ" nü büyük bir vukufiyetle ve açıklıkla ortaya koyan Sayın Çora'yı kutluyorum.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
16 Mart 2000 Perşembe

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=22

.

TÜRKİYENİN ÖNEMİ,



TÜRKİYENİN  ÖNEMİ,


A. NAZMİ  ÇORA


12 Mart 2000 Pazar 

"DÜNYAYI YÖNETEN DÜŞÜNCELER DEĞİL KUVVETTİR, ANCAK; KUVVETİ  KULLANAN  DÜŞÜNCELERDİR..."

Halen dünya sahnesinde görülen milletler içinde kendi özgün milli kimliğini koruyarak bağımsız devlet varlığını kesintisiz olarak, milat öncesi yüzyıllardan günümüze kadar, sürdürebilen yegane millet bizim milletimizdir; Türk Devleti ebedidir.

Tarih sahnesine çıkan milletler içinde küresel çapta, nitelikte cihan nazımı, kıtasal ebatta güç, süper güç konumuna erişen, bu konumunu dikkate alınmaya değer bir süre devam ettirebilen milletlerin sayısı bir elin parmak sayısını aşamayacak kadar sınırlıdır.

Türk Milleti eski dünyada cihan nazımı süper güç, kıtasal çapta büyük devlet konumunu bu seviyeye erişebilen milletler arasında en uzun süre koruyabilen millet olmuştur. Üç kıt'anın medeni hayata, iskana müsait 55 milyon km² genişliğindeki büyük bölümü değişik tarih dönemlerinde yüzlerce yıl Türk boylarının, Türk hükümet ve devletlerinin yönetimine girdiği
gibi Avrasya kıt'a blokunun uzun ekseni üzerinde kıt'asal genişlikte bir merkezi alan kesintisiz
Türk varlığına, Türk dil ve kültürüne vatan olma özelliğini korumuştur.

Saka, Hun, Batı Hun, Avar, Hazar, Göktürk, Uygur, Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklu, Kuman, Peçenek, Kıpçak, Harzemli, Anadolu Selçuklu, Cengizli, Çağataylı, İlhanlı, Altın Ordulu, Timurlu, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safevi, Babürlü, Osmanlı hayat ve egemenlik alanları hatırlanmalıdır.

16 ncı Yüzyıl Türk Yüzyilı diye adlandırılır. Bu yüzyılın devamında Türklüğün (dört ayrı devlet çatısı altında) üç kıt'a üzerinde toplam egemenlik alanlarının 40 milyon km² ye eriştiği, Türklüğün batı kolunu oluşturan Osmanlı İmparatorluğu'nun yüzölçümünün 19 milyon km²'yi aştığı da hatırlanmalıdır.

BÜYÜK ATATÜRK; Cumhuriyetimizin Onuncu Yılında yaptığı tarihi konuşmada;
"Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir...Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır.
Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür...İnanç bir köprüdür...Tarih bir köprüdür..."
"...Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Dış Türkler'in) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli..." demiştir.

"Sovyet Rusya ile daima iyi komşu olmaya gayret etmeliyiz. Fakat ne haklarımızdan en küçük bir şey feda etmeliyiz ve ne de oyunlarına kapılmalıyız" Bu sözleri büyük ATATÜRK 1922 yılı Haziran ayında Moskova'dan dönen Büyükelçimiz A.F.CebesoyPaşa'ya söylemiştir. Bu sözler bugün de değerlerini koruyorlar.

Sovyetler Birliği'nin çöküşü, özellikle Doğu Avrupa, Balkanlar, Kafkasların güneyi, Orta Asya ve Orta Doğuda büyük bir değişikliğe ve istikrarsızlığa yol açmıştır. Türkiye, coğrafi ve kültürel açıdan bu değişikliğin tam merkezinde bulunmaktadır. Konumu ve Müslümanlığın hakim olduğu bir ülke olarak liberal demokrasinin gerektirdiği müesseseleri tesis ve muhafaza edebilmesi nedeniyle Türkiye, istikrarsızlıkla başa çıkmaya çabalayan ülkelere örnek teşkil etmektedir.

"Amerikan Ülküsü" gibi " Türkiye Ülküsü "de insanları ve kültürleri bir araya getirme alanında büyük bir önem taşımaktadır. Bağımsızlıklıklarına yeni kavuşan Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin Batı modeline motive edilmesinde Türkiye'nin çok önemli bir yeri vardır. Bu cumhuriyetler gözlerini 75 yıl aradan sonra Türkiye'ye çevirmişlerdir. Batı değerlerini benimsemiş olan Türkiye, bunlar için yegane modeli teşkil eder. Gerek kaynak, gerekse deneyim açısından Türkiye'nin bu ülkelere verebileceği çok şey vardır.

Dünya kamuoyu Rusya'daki gelişmelere seyirci kalmaktadır. Bunun örneği Çeçenistan'da yaşanmıştır. Olayların tırmanması ve operasyonun başlamasına rastlayan süreçte başta ABD olmak üzere büyük devletler, konunun Rusya'nın içişi olduğunu belirterek görüş bildirmekten kaçınmışlardır. Bölge barışı ve Avrupa'da istikrarın devamı için bir tehlike teşkil eden fundamentalist hareket ve düşüncelerin yayılmasında Türkiye önemli bir engel teşkil eder. Türkiye, sadece Orta Doğu, Kafkasya ve Orta Asya cumhuriyetleri için değil, bağımsızlıklarına kavuşan Doğu Avrupa ülkeleri için de demokrasi ve serbest pazar uygulamaları açısından ideal bir model teşkil eder.

Türk boğazları önemini hala korumaktadır. Türkiye Batı için çok önemli olan Orta Doğu petrolünü kuzeyden örter. Türkiye bölge ve dünya barışı için tehlikeler teşkil edebilecek risk kaynaklarının büyük bir bölümünü kontrol edebilecek veya yönlendirebilecek bir konum ve seviyededir.

Türkiye dünya halkları için büyük bir tehlike teşkil eden uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele eden ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye dünyada en çok uyuşturucu kaçakçısı, suçlusu yakalayan ve yakaladıklarına en ağır cezaları veren ülkelerin başında gelerek, bu konuda üzerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirmektedir. Uyuşturucu kaçakçılığının terörle ilişkisi gözönüne alındığında bunun değeri daha iyi ortaya çıkar.

Türkiye'nin dünyada mevcut 43 Müslüman ülke arasında demokrasi ile idare edilen tek laik ülke olması, kendisine birçok sahalarda önemli avantajlar sağlamaktadır. Batı Hristiyan dünyası ile diyalog kurabilen yegane Müslüman ülkedir. Diğer bir deyişle Türkiye, "Kuzey-Güney- Doğu-Batı, İslam-Hristiyan, Totaliter-demokratik ve köktendinci-laik" düşünceler arasında bir köprü görevi yaptığından bölge ve dünya barışına önemli katkılarda bulunmaktadır.

Son gelişmelerden sonra merkezi Avrupa'da NATO ile BDT arasında bir tampon bölge meydana gelmesi sonucu, bu bölgeye yönelik doğrudan tehdit büyük ölçüde ortadan kalkmış; ancak şimdiye kadar NATO'da bir kanat ülkesi olan Türkiye'yi tehdidin ve risklerin tam ortasındaki bir "Cephe"durumuna getirmiştir. Bu nedenle Türkiye daha uzun bir müddet Yeni NATO Stratejisinde öngörülen "Forward Presence" (ileride bulunma) yerine "Forward Defense" (ileride savunma) konseptini uygulamaya devam etmek durumunda kalacaktır.

Batı ülkelerinin artık Türkiye'nin bu yeni jeo-stratejik değerini kavramaları gerekir. Eğer Türkiye hala Batı ile işbirliği yapmakta zorlanır ve Batı kurum ve kuruluşlarına girmesinde güçlükler çıkarılırsa, bu durum Batının stratejik menfaatlerine tamamen ters sonuçlar yaratabilir. Eğer Türkiye; Doğuda bazı cazibeler bulup, Batı ile olan ilişkilerini azaltırsa bu Batının aleyhine olur; zira Türkiye seçenekleri çok fazla olan bir ülkedir.

Bölgede Türkiye için anahtar sözcük istikrardır. Bütün olumsuz gelişmelerin içinde Türkiye bir çeşit sükun adasıdır. Oldukça fırtınalı bir denizde sakin bir limandır. ABD eski Başkanı Bush'un dediği gibi, "Türkiye değişen med-cezir olaylarının olduğu bir bölgede bir istikrar feneridir."ABD eski Dışişleri Bakanı James Baker'in ifade ettiği gibi "Türkiye Batının çıkarları açısından soğuk savaşın en kötü günlerinden daha büyük bir role sahiptir."

Dengesiz bir ortamla çevrelenen Türkiye, karmaşık ve değişken bir güvenlik sorunu ile karşı karşıya bulunmaktadır. Belirsizliklerin ve istikrarsızlıkların nerede, ne zaman ve nasıl krize veya askeri tehdide dönüşebileceği önceden kestirilememektedir. NATO içinde ikinci büyüklükte silahlı kuvvetleri ile caydırıcılığa önemli bir katkıda bulunan Türkiye, ekonomik ve endüstri alanında da süratle gelişip büyümektedir. 2000'li yıllarda 70 milyona ulaşacak nüfusu, kalkınan ekonomisi ve modernize edilmiş silahlı kuvvetleri ile NATO'nun ve Batının güçlü ve güvenilir bir dostu olarak pakt içindeki görevine devam edecektir.

Jeo Stratejik konumu, siyasal ve ekonomik yapısı, kültürel bağlarıyla aynı zamanda Avrupa, Balkan, Karadeniz, Akdeniz ve daha geniş bir çemberde Orta Doğu ülkesi olan Türkiye; Karadeniz bölgesinin ihtiyaç ve şartlarını göz önünde bulundurarak KEI'ni harekete geçirmiştir.

Türkiye 1922 yılından beri barış içinde yaşayan ülkelerden biridir. Kimsenin toprağında gözü yoktur. Hatta etrafındaki risk ve tehditlere rağmen ihtiyatlı bir silahsızlanma ve silahların kontrolünden yanadır. Ancak yakın geçmişte komşu ülkelerde meydana gelen politik ve askeri değişimler, çevre ülkelerde hüküm süren istikrarsızlık ve belirsizlikler dikkate alındığında, Türkiye'nin jeopolitik ve jeostratejik konumu ile komşularının tarihi emellerinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıktığı görülecektir.

NATO da eskiden "KANAT" ülkesi iken şimdi "CEPHE" durumuna gelen ve Rusya, Orta Doğu ve Balkanlar'daki yangının tam ortasında bulunan Türkiye, coğrafi mevki, sosyal ve kültürel değerleri ve diğer milli güç unsurları ile bölgesinde bir denge unsuru olmaya devam etmektedir.

Türkiye çok geniş bir bölgede, çevresindeki bütün devletlerden ileri, onlara bir şeyler verebilecek ve model olabilecek bir ülke konumunda olup, elindeki stratejik kartının değeri azalmayıp, bilakis artmaya devam eden ender ülkelerden biridir.

Sonuç olarak; Jeopolitiği ve devlet olma özelliği tarihin derinliklerinden gelen Türkiye'nin yeni yüzyılda hangi konumda yer alacağının bugünden tespiti ve tayini gerekir. 20 nci Yüzyılın son 15 yılına sıkışmış görünen hızlı değişimlere, yeni stratejiler üretmeden "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" anlayışı ile ayak uydurulamayacağı bir gerçektir. Bu gerçeği görerek yeni politikalar üretmenin zamanı gelmiştir ve geçmektedir. (Yazan: A. Nazmi Çora)

Dr. Tahir Tamer Kumkale
12 Mart 2000 Pazar

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=21

..

TATİL CENNETİ TÜRKİYE'M


TATİL  CENNETİ  TÜRKİYE'M




8 Mart 2000 Çarşamba 

"BÜYÜK İŞLER VE ÖNEMLİ ATILIMLAR,
ANCAK ANCAK BİRLİKTE ÇALIŞMA İLE ELDE EDİLEBİLİR."
Mustafa Kemal Atatürk

Evet. Güzel yurdum Türkiye'm bir tatil cennetidir. Dünyada bir benzeri daha yoktur.

Bununla eşsiz coğrafi, tarihi ve tabii güzelliklerinden ve Türk insanının emsalsiz misafirperverliğinden dolayı tatillerini Türkiye'de geçirmek için turistlerin birbirleriyle yarıştığı tatil cenetini kastetmiyorum. Dünyada en az çalışıp , çalışmadığı için çok yorularak devamlı tatile ihtiyacı olan, bu yüzden yöneticilerince kendilerine her vesile ile tatil imkanı sağlanan güzel insanların yaşadığı ülkemden bahsediyorum.

Hükümetimiz ülkemizin yüce menfaatlerini gözönünde bulundurarak; önümüzdeki kurban bayramında da yine 9 günlük tatil ilan etti. Bu şekilde enerji tasarrufu yapılabilecek, iç turizm canlanacak, ekonomimize büyük katkı sağlanacak v.s. v.s...

Sağolsun Bakanlar Kurulumuz;" gece gündüz çalışıp, üretmekten adeta bitap düşmüş olan milletimizi
düşünüyor ve daha zinde bir kafa ile, daha iyi mal ve hizmet üretebilmemiz için" 2.5 günlük bayram tatilini 9 güne çıkartıyor.

Ekonomik darboğazda inim inim inleyen ve kendisine düşen fedakarlığı son kertesine kadar yapan
sokaktaki vatandaş bu zorunlu tatile ne diyor.? Sorun bakalım. Tatilmi istiyor. Yoksa çalışmak mı istiyor ? Sayın yetkililerimizin sokağa inmeye zamanları olmayabilir. Uzağa gitmesinler. Çalıştıkları iş yerinin kapısında bekleyen güvenlik görevlisinden başlayarak odalarına girene kadar koridorda karşılaştıkları sıradan memurlarına
sorsunlar. Hepsinin ,hep bir ağızdan; " YETER ARTIK ÇALIÞMAK İSTİYORUZ " diyerek haykırdıklarını göreceklerdir.

 * Bayram mı geldi ? YAPIN UZATILMIÞ TATİL...
 * Yağmur yağdı. Kar yağdı. Yerler buz oldu. TATİL...
 * Deprem oldu. TATİL... Bayra
 * Yılbaşı ile başlayan RESMİ TATİLLER SİLSİLESİ...
 * Toplam 106 günlük rutin HAFTASONU TATİLİ...
 * Yıllık KANUNİ ve MAZERET İZİNLERİ TATİLİ...
 * Okullarımızın YARIYIL ve üç aya kadar uzayabilen YAZ TATİLLERİ...
 * Grip salgını var, nezle oldun, diş çektirdin bahaneleri ile SAĞLIK TATİLLERİ....

BU LİSTE UZAYIP GİDER.

Peki biz ne zaman çalışacağız. ? Ne zaman üreteceğiz.? Ve ne zaman para kazanacağız?

Milletimiz adeta tatile adapte oldu. Artık hiç kimse çalışmayı düşünmüyor. Herkez oturdüğu yerden ve yorulmadan para kazanmak istiyor. Yeni işe giren bir kimsenin önünü gördüğü yok. 30 yılda Genel Müdürlüğe ulaşabilenlerin hayat standardını daha başlarken istiyor.

Peki gelecek yıllarda ne alacak ? Başlarken, 30 yıl sonraki hedefine erişen bir kimseyi nasıl çalışmaya ve daha ileriye gitmeye motive edebilirsiniz. İşte bütün bunlar bir türlü kabullenemediğimiz sosyal yaralarımız.Bunlar bir kaç günde ve yılda oluşmadı. Yılların getirdiği ve üstüste yığarak biriktirdiği tottular.

Bu uzun tatillerin milli geleneklerimizi ve karakterimizi de değiştirdiği kesin olarak biliniyor. Bayramda akraba , dost ve komşularla kaynaşılması , büyüklerin ziyareti yardımlaşma ve dayanışma yavaş yavaş kalktı. Önce büyüklerimiz tatil yörelerine ve yazlıklarına kaçtılar. Bunu gören küçükler de aynen taklit ettiler. Þimdi bayram denilince tatil ve evden uzaklaşmak akla geliyor. Acı ama gerçek. Binlerce yıllık geleneklerimiz gözlerimizin önünde teker teker yokoluyor.

Deniz ve göl kıyılarımız, kıyılara bakan bütün tepelerimiz, orman içlerimiz; kibrit kutusu gibi birbiri üstüne binmiş sayısız evle doldu. Yazlık almak , hatta mümkünse birkaç tane almak çok moda oldu. İstatistikleri bilmiyorum ama, yazlık tatil evlerinin sayısı devamlı oturulan evlere yakın olduğunu tahmin ediyorum.

Yılda ortalama en fazla 1,5 ay kalınabilen bu evlerde her türlü konfor ve medeni gereç mevcut. Telefon, beyaz eşya ve modern mimarinin bütün imkanları düşünülmüş. Buşekilde sadece dinlenmek ve eğlenmek için gerçekleştirilen çarpık bir yapılaşmaya milli geliri bizimkinin on katı olan ülkelerde dahi rastlamak mümkün değil. % 90 'ı deprem kuşağında yer alan ülkemizde; bu üçüncü sınıf malzeme ile inşa edilerek, boya ile süslenen binlerce binanın insanlarımıza mezar olduğunu 17 Ağustos depreminde birlikte gördük ve yaşadık.

Milli servetimiz ; bu bize nereden geldiği belli olmayan tatil hevesi yüzünden şehirlerden tatil köylerine taşındı. Bu taşınma ile birlikte gelenek ve göreneklerimiz, Türkün kendine has milli hasletleri de kayboldu. Hükümetlerimiz sağolsunlar; kabul ettikleri yerli yersiz tatillerle, yerleşik düzendeki insanlarımızı adeta evlerinden çıkartıp tatil beldelerine gitmeye zorladılar.

Oysa buralara yatırılan paralarla üretime yönelik işyerleri kurulsa, buraları yapmak veya almak için yapılan küçük, fakat biraraya geldiğinde çok büyük meblağlara ulaşan halkın tasarrufları daha faydalı ve yararlı yatırımlara yöneltilseydi. İnsanlar dinlenmeye ve yatmaya değilde , çalışmaya ve tasarrufa teşvik edilebilseydi. Ülkemizi 25 yıldır kasıp kavuran enflasyon bu seviyede olmazdı. Milli gelirden aldığımız pay da bugünkü seviyesinin birkaç kat üzerinde olurdu.

Allah insanımıza akıl ve fikir versin . Ne kadar çok tatil seviyoruz. Geçen 9 günlük bayram tatillerinden birinde Avrupada beş yıldızlı otellerde konaklayan 30 000 civarındaki Türk turistlerin 2 milyar dolar civarında bir parayı harcadıklarını gazeteler gururla haber olarak verdiler. Oysa; turizm cenneti olmaya layık ülkemize 365 günde gelen 10 milyon civarındaki yabancı turistin getirdiği döviz miktarı ise 5-6 milyar dolar civarında. Bu gelenler için bir yıl müddetle hizmet üreten insanımızın sayısıda 15 milyona yakın. Avrupalı dostlarımız artık biz zengin Türkleri havaalanlarında merasim ve de limuzin ile karşılıyorlar. Yorulan insanımızı dinlendirmek için ellerinden gelen herşeyi yapıyorlar sağolsunlar. Varolsunlar.

Sonuç olarak; Yeni binyıla büyük umutlarlarla girdik. Türk dünyası başta olmak üzere bütün uluslar bu yüzyılda bizden çok şeyler beklediklerini açıkça vurguluyorlar. Dünya yeniden kuruluyor. Dengeler yeniden yerleşiyor. Bizim artık bu çağda dinlenmeye ve tatile değil çalışmaya , çok çalışmaya ve daha çok çalışmaya ihtiyacımız var.

Bizi tatile değil, daha çok çalışmaya, daha çok ürettmeye ve daha zengin olmaya zorlayan yönetim istiyoruz. Biz yatmayı haketmiyoruz. Bize dinlenme değil; çalışma ve üretme imkanları yaratacak bir yönetim istiyoruz. Ancak bu şekilde 21 nci asrın Türk Asrı olabileceğine inanıyoruz.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
8 Mart 2000 Çarşamba

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=20

.