26 Şubat 2015 Perşembe

Genç Emekliler Cenneti Türkiye




Genç Emekliler Cenneti Türkiye,


17 Ocak 2000 Pazartesi 

Sosyal Güvenlik Bakanımız Yaşar Okuyan Türkiyenin önemli bir sorununa köklü ve kalıcı bir çözüm bulabilmek amacıyla başlattığı çalışmalar kamuoyunu çok meşgul etti. Her geçen gün durumu biraz daha kötüleşen Sosyal Sigortalar Kurumu için bir çıkış yolu olabileği düşüncesiyle emeklilik yaşı kadın ve erkeklerde 50 - 55 olarak belirlendi. Bu konuda halk yığınlarının feryatları var. Konuyu duygusallıktan ve alışkanlıktak sıyrılarak biraz deşelim.

İyi bir istatistikçi cumhuriyet döneminde işçi ve memur emeklilerinin yaşı ile ilgili bir araştırma yapacak olsa inanın işin içinden çıkamaz. Bilindiği gibi ülkemizde emeklilikte belli bir yaş sınırı yok. Kadınlarımız 20, erkeklerimiz ise 25 yıllık sigorta süresi içinde 5000 iş günü prim ödemeleri halinde emekli olabiliyor. Emekliliğin amacı; fizik ve beyin gücü ile artık yeterli bir hizmet üretemeyecek durumda olan işçi ve memura hayatının geri kalan kısmında bugüne kadar yaptıklarının karşılığı olarak rahat ve güvenli bir yaşam sağlamaktır. Daima örnek aldığımız Avrupada kadın ve erkeklerin emeklilik yaşının tesbitinde her ülkedeki kadın ve erkeklerdeki ortalama ömür yönlendirici baz olarak alınır. Bundan 10-15 yaş geriye çekilerek emeklilik yaşı tesbit edilir. Emeklilik yaşı pek çok Avrupa ülkesinde 65 yaş civarındadır. Yani Türkiyeden 5-10 kat fazla milli geliri olan zengin Avrupa devletleri kendisine verilen 35-40 yıllık hizmet karşılığında sadece 10-15 yıl daha emeklisine sosyal güvence sağlamaktadır.

Emeklinin çalıştığı zamankine nazaran daha az maaş alması doğaldır. Çünkü artık ihtiyarlık sınırına gelmişlerdir. Emeklilerin çocukları en az 35-40 yaşına ulaşmıştır. Bunların okutulması, evlendirilmesi ve iaşelerinin temini yükü artık anne ve babalarının üzerinde değildir. Aldıkları maaş ile karı-koca son derece refah içinde mutlu bir yaşam süreceklerdir.

Ülkemizde ise manzara içler acısıdır. Utanç vericidir. 18 yaşında işe giren kadınlarımız 38, erkeklerimiz ise 43 yaşında yani; gerek fizik ve gerekse bilgi bakımından en verimli oldukları bir yaşta emekli olmaktadırlar. Bu emekliler Türkiye ömür ortalaması dikkate alındığında en az 25-30 daha yaşayacaklardır. Çocukları daha tahsil çağındadır. Askerlik ve evlilik gibi sorunları durmaktadır. Bunlardan daha önemlisi psikolojik çöküntü onları beklemektedir. Genç denilecek bir yaşta "sen artık yaşlandın , bilgi ve tecrüben bizim işimize yaramıyor " denilerek çok az bir maaş ve bir oda dahi satın alamayacak kadar cüz'i bir ikramiye ile adeta sokağa terk edilmektedirler. Bu durumda evi olmayan, çocukları tahsilde olan insanlarımız çalıştığı zamankinden çok daha az bir ücret karşılığında ikinci ve bazen üçüncü bir iş yapmak durumunda kalmaktadır. Ne kadar garip bir durum ; 25 yıldır yaptığı işten " artık işe yaramıyorsun " diyerek işten çıkartılıyor. Daha önce hiç bilmediği bir işte herşeye sıfırdan başlayarak hizmet üretilmeye çalışılıyor. Ülkemizde milyonların işsiz olduğundan bahseden sayın yetkililer ve ilgililer; eğer bu ikinci iş yapmak zorunda bıraktıkları emeklilerden kendi işlerinde istifade etmenin yollarını bulsalardı ülkemizde işsizlik sorununun kalmadığını görecekler ve belkide şimdi uzakdoğudan ucuz işçi bulmak için çareler arayacaklardı.

Emeklilik sorunu ülkemizin en büyük toplumsal yarasıdır. Bir bakanın görüşü, birkaç bürokratın yönlendirmesi ile kısa vadede çözümlenecek gibi değildir. Bu güne kadar yaptığımız yanlışlarda dikkate alınarak ilgili bütün kuruluşların katılacağı kongrelerde enine-boyuna tartışılmalı, üniversite zeminlerine taşınmalı ve mutlaka neticeye bağlanmalıdır.

Yukarıda saydığım şartları bizzat yaşayan ve daha en az 10 yıl başarıyla hizmet edebilecek genç bir emekli olarak bu hususta bütün ilgilileri sağduyuya ve ülke yararı etrafında toplanmaya davet ediyorum. Bilindiği gibi toplumların gelişmişlik düzeyi sosyal faaliyetleri organize etme başarısı ile ölçülür. Yatırımın en faydalısının insana yatırım olduğu gerçeğini daima gözönünde bulunduralım. Türkiyeyi hep birlikte genç emeklilerden kurtaralım. Yaşlı ama, refah ve huzur dolu bir ömür sürecek yaşlı emekliler cenneti haline getirelim. Bunda hepimizin menfaati olduğunu unutmayalım...

Dr. Tahir Tamer Kumkale
17 Ocak 2000 Pazartesi

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=4

..

Hocalı Soykırımı'nın 23. yılı



Hocalı Soykırımı'nın 23. Yılı




Bugünkü Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan'ın organizesiyle Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ bölgesinde yüzlerce çocuk, kadın ve ihtiyar toplu şekilde öldürüldü.

- 26 Şubat 1992

Video kamera kulakları kesilmiş çocukları gösterdi. Bir kadının yüzünün yarısı kesilmişti. Erkeklerin kafa derisi soyulmuştu.

- İzvestiya, 4 Mart 1992

Hepimiz Ermeniyiz.

- Taksim, 19 Ocak 2012

MHP Iğdır Milletvekili Sinan Oğan tarafından, Hocalı Katliamı'nın 21. yıldönümüde TBMM'de sunulan, 26 Şubat 1992'de yaşananların 'Soykırım' olarak tanınmasına yönelik kanun teklifi, MHP ve CHP tarafından kabul edilmiş, ancak AKP'li milletvekillerinin oyları ile reddedilmişti.

- Ajanslar, 26 Şubat 2013


http://gizlenentarihimiz.blogspot.com.tr/2015/02/hocal-soykrmnn-23-yl.html

.

Ceza vererek Atatürk'ü ve Atatürkçü Düşünce'yi koruyabilir miyiz?




Ceza vererek Atatürk'ü ve Atatürkçü Düşünce'yi koruyabilir miyiz?


15 Ocak 2000 Cumartesi 

Geçtiğimiz aylarda Kanal D'nin ARENA proğramında Akit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak'a ait Atatürk karşıtı fikirlerin sergilendiği kaset gündeme getirildi. Görsel ve yazılı basın konuya geniş ilgi gösterdi. Dilipak hakkında Şişli Cumhuriyet savcılığınca soruşturmanın başlatıldığı ve üç yıla kadar hapsinin istendiği bildirildi.Yorumlar birbirini izledi.Cezaların çok az olduğu,bunun için bu şekilde cüretkar ve saldırgan olunduğu dile getirildi.

Cezaların caydırıcı olmaları en önemli özelliğidir.Cezalar; insanların bu suçu bir daha işlememeleri konusunda uyarıcı ve önleyici olmalıdır. Farzedelimki Abdurrahman DİLİPAK şuçlu bulundu. Yargılandı. Cezalandırıldı ve cezası infaz edilerek üç yıl hapiste yattı. Ki bunun olması muhtemeldir. Çünkü biz bir hukuk devletiyiz. Hukuk devletinde hukuk uygulanmak için yapılır ve uygulanır. Uygulanmadığı takdirde devletin gücü ve otoritesinden söz edilemez. Konuyu açık basın yoluyla izlediğimiz kadarıyla Dilipak 25.7.1951 tarihli ve 5816 sayılı "ATATÜRK ALEYHİNE İŞLENEN SUÇLAR HAKKINDAKİ KANUN"un 1 nci maddesine göre açıkça suç işlemiştir. Buna göre " Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden ve söven kimselere 3 yıla kadar hapis cezası "öngörülmektedir. Suç basın yolu ile işlendiği takdirde ceza arttırılmaktadır. Savcı ve hakimlerimiz bu kanunu elbette uygulayacaklardır bu onların asli görevleridir.

Gelelim konunun bir diğer önemli cephesine. Atatürk'ün tutarlı,dengeli ve uygulanabilir fikir ve düşünceleri ; bugün sadece Türk milletinin ve Türklük dünyası'nın malı değildir. Dünya insanlığının malı olarak yüzyılımıza damgasını vurmuştur. Daha çok uzun süre insanlığa ve medeni aleme ışık tutmaya ,yol göstermeğe devam edeceğide aşikardır. Bunu önlemek mümkün değildir. Bu fikir ve düşüncelerin kanunla korunmaya ve kabul ettirilmeye ihtiyacı da yoktur. Çünkü bugün çağımızda daha iyisi mevcut değildir.

Atatürk'ün bizzat kendisi; her ne kadar aykırı olursa olsun fikire karşı mücadelenin yine fikirle yapılmasını istemiştir. Bunu TBMM'de yaptığı bir konuşmada şu şekilde dile getirmiştir. " MALUM-I ALİNİZ FİKİR CERYANLARINA KARŞI FİKRE İSNAD ETMEYEN KUVVETLE MUKABELEDE BULUNMAK, O CERYANI İMHA ETMEDİKTEN BAŞKA, HERHANGİ BİR MUHATABINIZLA KONUŞULDUĞU ZAMAN ONUN HERHANGİ BİR FİKRİNİ KUVVET ZORU İLE REDDEDERSENİZ, O İSRAR EDER. BİNANALEYH FİKİR CERYANLARI CEBİR, ŞİDDET VE KUVVETLE REDDEDİLEMEZ.. BİLAKİS TAKVİYE EDİLİR. BUNA KARŞI EN MÜESSİR ÇARE; GELEN FİKİR CERYANINA MUKABİL FİKİR CERYANI VERMEK, YANİ FİKRE FİKİRLE MUKABELE ETMEKTİR."

Apdurrahman Dilipak sıradan bir insan değildir. Okuyan, araştıran ve kendi kültürüne göre oluşturduğu görüşlerini kamuoyuna yayan bir gazetecidir. Fikirlerini beğenmememiz ve katılmamamız çok doğaldır. Fakat bu beğenmediğimiz fikirler dolayısıyla onu cezalandırmakla onu bu fikirlerinden caydıramadığımız gibi, bilakis kendisini ve kendisi gibi düşünenlerin fikirlerini kuvvetlendiririz ve onları haklı çıkartarak sayılarını çoğalmasına yardımcı oluruz.

Burada iş Atatürkçü aydınlara düşmektedir. Buyrun size çok elverişli bir fikri mücadele ortamı. Bağırıp çağırmadan, kavga ve dövüş yapmadan, kanun maddelerinin ardına sığınmadan Abdurrahman Dilipak'ı sahip çıktığınız Atatürkçü cepheye çekin . Onu ,Atatürk fikir ve düşüncelerinin sarsılmaz bir savunucusu yapın. Bu şekilde Dilipak'a inanıp onun gibi düşünen kesimleride kazanın. Atatürkçü aydınlarımızı bu mücadelede görmek istiyorum. Ben şahsen her yerde ve her zeminde Atatürk karşıtı kişilerle fikir mücadelesine hazır olduğumu ilan ediyorum. Hodri Meydan...........

Dr. Tahir Tamer Kumkale
15 Ocak 2000 Cumartesi


http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=3

..

İdam Edelim mi, Etmeyelim mi?




İdam Edelim mi, Etmeyelim mi?


11 Ocak 2000 Salı 

Televizyonlar, FLASH  HABER  olarak Tuncelide  PKK baskını  sonucunda  bir  binbaşı, bir  yüzbaşı  ve  dört  erimizin şehit edildiğini  bildiriyor. Bugün  takvimler 11 OCAK 2000'i  gösteriyor. İmralı  Mahkemesinin  bölücübaşı  eşkiyayı  idama  mahkum  ettiği  tarihi  duruşmanın  üzerinden  6 ay geçmiş. Ülke gündeminin en  önemli  maddesi hala " bu caniyi asalım mı ?" yoksa " 30 000  masum  vatandaşımızın  ölümüne  sebebiyet  verdiği  için  asmayalım  da  besleyelim mi ? "Ne  kadar  acı . Ama  gerçek....

Tarih 29 Haziran 1999. İmralı  mahkemesi  Türk  Milleti  adına, insanlık  adına  en  büyük  suçlu  Abdullah  Öcalan'a  hakettiği  cezayı  verdi. Bu  beklenen  ve  kaçınılmaz bir sonuçtu. Nitekim  birbiri  peşisıra  devam  eden  hukuk süreci  içinde  karar;  aynen  ve hiçbir  değişikliğe  uğramadan  yargı safhasını  tamamladı. Şimdi  görev  sırası  Türk  Milleti  adına  karar  verecek T.B.M.Meclisindedir . Onunda  Türk  Milleti  adına  görev  yapan  yargı  sistemimizin  gösterdği  adil  ve  kararlı  tutumu  izleyeceğinden  şüphemiz  yoktur.

Terörist yatağında ölmez....  Ölemez... Ölmemelidir... Bugüne  kadar  yatağında  eceli  ile  ölen  teröriste  rastlanmamıştır. Terör ve terörizm en  büyük  insanlık suçudur. Anarşi  ve  terör  20. yüzyılda  pekçok  ülkenin  başını  ağrıtan  önemli  bir  olgudur. İsteklerini  yasal  yollardan  yönetime  kabul  ettiremeyen  kişi  ve  kuruluşların  masum  halkı  sindirerek, korkutarak  ve  acımasızca  katlederek  isteklerini  zorla  kabul  ettirmeye  çalıştıkları  bir  yöntemdir.  Çok  yaygın  olarak  kullanılmasına  rağmen  bugüne  kadar meşru  yönetimler  karşısında  başarılı  olduklarına  rastlanılmamıştır.

Ülkemiz, soğuk savaş döneminin  başladığı  İkinci  Cihan  Harbi'ni  müteakip  1960'lı  yıllardan  itibaren  dış  destekli  ve  kaynaklı  terör hareketlerinin  her  çeşidine  sahne  oldu. Türk  insanı  40  yılı  aşkın  bir  süredir  kısa  fasılalı  huzur  ve  güven  ortamının dışında  genellikle  anarşi  ve  terör  olaylarının  doğrudan  etkisi  altında  kaldı. Ülkemizin  kalkınmasını  ve  güçlenmesini istemeyen  dış  güçler  terör  silahını  daima  kullandılar  ve  ülkemizi  kan  gölüne  çevirdiler. Türk  insanını  birbirine  kırdırdılar. Bu  konuda  her  yolu  ve  sistemi  denediler. Fakat  yanıldılar. Onlar  Türk  milletinin  çok  zengin  bir  tarihi  mirasa  sahip olduğunu, sağduyulu  ve  inançlı  bir  millet  olduğunu  her  zaman  unuttular.

Son  olarak  1978  yılında  sahneye  sürülen  Abdullah  Öcalan  başkanlığındaki  PKK  ülkenin  gündemini  yirmiiki  yıl  işgal etti. Ekonomideki  kronik  yıllık  yüksek  enflasyonun  sebebi  oldular. Can  ve  mal  güvenliğimizi, yaşama  hürriyetimizi  ortadan  kaldırdılar.  Bu  korkunç  katliam  çetesini  ortadan  kaldırmak  için  100  milyar  dolara  yakın  bir  meblağı  bize  harcattılar. 30.000 insanımız  öldü. Sonunda  Türk  milleti  kazandı. Türk  adaleti  ve  hukuk  sistemi  kendi  prosedürü  içinde başarıyla  işledi  ve terörbaşı  Öcalan  idam  cezasına  çarptırıldı.

Terör  örgütünü  başımıza  musallat  eden  Avrupa  başta  olmak  üzere  dış  mihraklar  bu  adi  katili  kurtarmak  için  elbirliği etmişcesine  Türkiye'ye  karşı  açıkça  tavır  aldılar. Bu  tavrı  çok  doğal  olarak  görmek  gerekir. Çünkü  bugüne  kadar  verdikleri  maddi  ve  manevi  destek Türk  milletinin  sağduyulu  ve  sabırlı  davranışı  ile sona  erdi. Yenilen  PKK  değildi. Onu ,eline  silah  vererek  ortaya  salan  büyük  güçlerdi.  Maskeler  bir kerre  daha  düştü.  Bu  dış  destek  Türk' ün  ne  kadar  yalnız  olduğunu  yeniden  ortaya  çıkattı.

Bizim  bir  kısım  satılmış  kalem  ve  söz  erbabımız  utanmadan  ve  de  sıkılmadan  adeta  söz birliği etmişcesine  Avrupa'nın  bizi  kınamasını  döne  döne  göstererek  son  görevlerini  yapmaya  çalışıyorlar.  Ne  acı  bir  tablo...

Beyler  dikkatli  olun. T.C. Devleti  Atatürk' ün  altıyüz  yıllık  cihan  imparatorluğunun  temeli  üzerine  oturttuğu  bağımsız  bir  ülkedir. Sömürge  değildir. Türk  halkı  kendi  kendini  idare  edecek  binlerce  yıllık  bilgi  birikimine, tecrübeye  ve  teşkilata  sahiptir. Kendi  kanunlarını  kendisi  yapar  ve  uygular. Hiçbir  ülkeye  veya  kuruluşa  diyet  borcu  yoktur  ve  hesap  verme  durumunda  değildir.  Hesap  vereceği  tek  güç  vardır.O'da  Türk  halkıdır.

Türk  halkı; 20 yıldır  beklediği  sonucu  almıştır. Sevinç  ve  gurur  gözyaşları  ülkeyi  kaplamıştır. İnsanlarımız  huzur ve  güven  duygusunun  tadını  çıkartmaktadır. " Eğer  idam  kararı edilirse Türkiye'yi  kan  gölüne  çeviririz "tehditi  yapanlar  bu  asil  milletin  sağduyusu, inancı  ve  kararlılığından  korkmalıdır. Sadece  bunlar  değil, bunları  destekleyen  sözde  insan  hakları  savunucusu  Batı da  korkmalıdır.  Ve  ne  yaptığını  bir  kere  daha  düşünüp  terörün  yanında mı, hukukun  yanında mı  kalacaklarına  karar  vermelidir.

Bizim  saygıdeğer  yöneticilerimiz  tarihe  iyi  bir  şeyler  göndermek  istiyorlarsa; kendilerini yönlendirmeye çalışan  laf  ebelerinin  değil kendilerini  bulundukları  mevkilere  taşıyan  ve  yıllardır  orada  tutan  Türk  Milletinin  sağduyulu  sesine  kulak  vermelidir.....

Dr. Tahir Tamer Kumkale
11 Ocak 2000 Salı

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=2
..

ASKER OLARAK UTANIYOR VE KIZARAN YÜZÜMÜ GÖRMEMENİZ İÇİN BAŞIMI ÖNE EĞİYORUM….




ASKER OLARAK UTANIYOR VE KIZARAN YÜZÜMÜ GÖRMEMENİZ İÇİN BAŞIMI ÖNE EĞİYORUM….


 < Felaket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (Nutuk-1927) >

Süleyman Şah Türbesinde dalgalanan Türk Bayrağını indirerek vatan topraklarını düşmana terk edip geri çekilmek TC Devleti açısından yüz karasıdır. Kimle savaştınız ve kaybettiniz de geri çekilme ihtiyacı duydunuz.?
Bu rezil durumu zafer olarak gösteren sözde basın mensuplarına sesleniyorum.
Siz neyi alkışladığınızın farkında mısınız?
Mağlubiyetin adı zafer oldu da bizim neden haberimiz yok?
Aslında Çözüm Süreci adı altında Güneydoğuyu PKK bayraklarına terk eden AKP yönetiminin, 1000 yıllık Türk Kalesini IŞİD’e tek kurşun atmadan terk etmesi olayların doğal gelişmesi olarak görmemiz gerekiyor..
Olay çıkmasın diye Türk askerinin başına çuval geçirildi.. Sustunuz: Çuval geçirenleri kırmızı halı ve bando ile karşıladınız..
Ekonomik bunalım altında iflas durumuna gelen Yunanistan’ın burnumuzun dibindeki 16 adayı işgal etmesini görmezden geldiniz..
Cumhuriyet kadrolarının tırnaklarıyla kazıyarak kurduğu tüm müesseseleri üç kuruşa yabancılara devrettiniz.

Sanırım şimdi sıra Anıt kabirin Suudilere pazarlanarak yerine AVM yapılmasına geldi..

UYU TÜRKİYEM.. UYU… 
BAKALIM DAHA NELERİ GÖRMEZDEN GELECEKSİN..
BÖYLE DEVAM ET..
İYİ OLUYOR..UCU NASILSA SANA DOKUNMUYOR…

https://kumkale.wordpress.com/2015/02/23/asker-olarak-utaniyor-ve-kizaran-yuzumu-gormemeniz-icin-basimi-one-egiyorum/

..

23 Şubat 2015 Pazartesi

DOĞU Perinçek e göre Kıbrıs Barış Harekatı İşgal



DOĞU Perinçek e göre Kıbrıs Barış Harekatı İşgal




Medyadan Alıntılar,
7/7/2005
Aksiyon - Ufuk Hiçyılmaz
      

Doğu Perinçek’in çelişkilerle dolu hayatında Kıbrıs’ın özel bir yeri var. Bir dönem Kıbrıs’taki Türk askerî varlığını Rum ağzıyla “işgal” olarak değerlendiren Doğu Perinçek bugün neden Türk Ordusuna şükranlarını sunuyor acaba? 
Türk siyasi tarihinde en çok “söylem” değiştiren siyasi hareket lideri kimdir, dendiğinde ilk akla gelen isimdir İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek. Siyasi hayatı boyunca dün ak dediğine bugün kara deme, dün lanet yağdırdıklarına bugün methiyeler düzme, dün dost olduklarıyla bugün düşman olabilme becerisine sahiptir kendisi... 1960’ların son döneminde başlayan siyasi kariyeri hep hüsranlarla dolu olmasına karşın hâlâ koltuğunu muhafaza etmeyi başarmasını biraz da bu becerisine bağlamak gerekiyor. 
Doğu Perinçek’in devrimci solla başlayan siyasi macerasının ilk istasyonu Çin sosyalizmi yani Maoculuk oldu. Bu dönemde Türkiye’de güç kazanan Sovyet yanlısı sola yönelik sert eleştirileriyle dikkat çekti. Sol çevrelerde çıkışlarıyla adından söz ettiren Perinçek’in geniş kitleler nezdinde tepki toplayan ilk eylemi, Türkiye’nin Kıbrıs’taki Türkleri korumak için düzenlediği Barış Harekâtına yönelik açıklamaları oldu. 1990’larda yine bölücü örgütü savunan “İllegalleşen devlet en büyük terörist haline gelmiştir. Kürt illeri can pazarına dönmüştür.” açıklaması ve 2000’e Doğru dergisindeki yayınları ile halkın tepkisini toplayan Perinçek’in bu ilk çıkışının öyküsü oldukça ilginç detaylar içeriyor. 
1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtını “işgal” olarak nitelendiren Doğu Perinçek önderliğindeki Aydınlık hareketi, birçok il ve ilçede barış harekâtını kınayan salon toplantıları, korsan gösteriler, çeşitli bildiri ve afiş asma eylemleri gerçekleştirdi. “İşgale nihayet, Kıbrıs’a hürriyet”, “Kahrolsun gerici savaş” sloganları atan Perinçek hareketi, Kıbrıs Türklerinin direnişini yöneten Türk Mukavemet Teşkilatı’nı hedef alan açıklamalar yaptı. Bunun üzerine Aydınlık’ın çeşitli illerdeki büroları güvenlik güçlerince basıldı, 50 kadar kişi de tutuklandı. Ankara ve İstanbul’da bu gruba ait yayınların dağıtımı yasaklandı. Barış Harekâtı’nı Aydınlık ve Halkın Sesi dergilerinde yerden yere vuran Perinçek, daha sonra bu yazılarını kitaplaştırdı. 1976 yılında yayımlanan “Kıbrıs Meselesi” isimli kitapta Perinçek’in TSK ve Rauf Denktaş için kullandığı ifadelerle bugünkü söylemleri arasındaki zıtlık çelişki insanı şaşırtıyor. O dönemde Kıbrıs’taki Türk askerî varlığını Kıbrıslı Rumlar gibi “işgalci” olarak değerlendiren Perinçek, şunları söylüyordu: “Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgalinden sonra halkların birbirine kırdırılması, görülmedik bir noktaya ulaşmıştır. Türk işgalinin devam etmesi Yunan askerlerinin adada kalmasına neden olmakta, yeni katliam ve cinayetler için gerekli ortam yaratılmaktadır. Katliamların esas sorumlusu, Kıbrıs’ta yangınlar çıkaran iki süper devletle birlikte adadaki yabancı askeri kuvvetlerdir.” (sayfa 32)
Perinçek TSK’yı İsrail ordusuna benzetiyor 
Perinçek’in “Bağımsızlık diye diye çiğnenen bağımsızlık” başlıklı makalesindeki üslup ise ileriki yıllarda MİT ve Emniyetin maruz kalacağı karalama yöntemlerinin ilk prototiplerini içeriyordu. Türk Silahlı Kuvvetlerini “işgalci, yağmacılığa silahlı bekçilik yapan, ABD jandarması, emperyalist” gibi ifadelerle suçlayan Perinçek ağır hakaretlerde bulunuyordu: “Bugün Kıbrıs’ta durum nedir? Yabancı ülkelerin askeri müdahale ve işgalleri sonucunda Kıbrıs’ın bağımsızlığı yok edilmiştir. Kıbrıs topraklarının neredeyse yarıya yakını Türkiye’nin işgali altındadır. Bu bölgelerde egemen olan Türkiye devletinin otoritesidir. Kıbrıs bugün Türkiye’nin altmış sekizinci vilayeti durumundadır. İki gün önce ‘bağımsız Kıbrıs’ sloganının şampiyonluğunu yapan Türkiye hükümeti Kıbrıs’ı işgal ettikten sonra ülkenin bağımsızlığa kavuşmasının önündeki esas engel haline gelmiştir.” (sayfa 33-34)
İP lideri yazılarında Kıbrıs Türk toplumunu Enosis’i gerçekleştirmek için imha etmeyi planlayan Rumlara karşı düzenlenen askeri harekâtın “emperyalist ve gerici bir karakter” taşıdığını savunuyordu. Yunanistan’ın Kıbrıs’a yönelik askeri işgal politikalarına ‘yeşil ışık yakan’ Perinçek Yunan tarafının yayılmacı tavrının “Türk Ordusunun işgalini meşrulaştırmadığını” iddia edecek kadar ileri gidiyor. Türkiye’nin Kıbrıs’taki askeri varlığını İsrail’in Filistin’deki işgaliyle eş değer gören Perinçek burada oldukça enteresan bir örnek veriyor: “Türkiye hakim sınıfları, Kıbrıs’taki Türk toplumu üzerindeki baskıları ileri sürerek müdahalede bulundu. Yarın sözgelişi Türkiye’deki Kürt milliyetinin ezildiği ileri sürülerek yabancı bir devlet Türkiye’ye silahlı müdahalede bulunsa, bu müdahale haklı mı olacaktır?” (sayfa 46)
Kitapta TSK’ya yönelik hakaret ve eleştiriler oldukça ağır. NATO jandarmalığı yapan Türk Ordusu’nun Kıbrıs’ı ABD emperyalistlerinin Doğu Akdeniz’de batmayan bir uçak gemisi haline getirdiği iddia edilerek, bu sayede Arap halklarına karşı siyonizmi destekleyen bir Amerikan üssünün kurulduğu ileri sürülüyor: “Kıbrıs’ın işgalinden önce Türkiye ile diğer Üçüncü Dünya ülkeleri arasında gelişen dostluk ilişkileri ağır bir darbe yemiştir. Türkiye’nin ABD emperyalistlerinin işbirlikçisi olarak Ortadoğu’da ikinci bir İsrail rolü oynaması, bölge halklarıyla dostluğu baltalamıştır.” (sayfa 51) 
1990’larda terörle mücadelenin en sıcak dönemlerinde Mehmetçiğin moralini bozan ve TSK komuta kademesi arasında çatışma çıkarmayı amaçlayan yayınlarıyla gündeme gelecek olan Perinçek ekibi, bu dönemde kontrgerilla edebiyatı ve yargısız infaz haberleriyle adeta bölücü örgütün psikolojik harp ünitesi gibi hareket ediyordu. Perinçek’in Türkiye’nin milli birliğe ihtiyaç duyduğu sıcak dönemlerde kamuoyuna mal olmuş isimlere yönelik karalama kampanyalarından 1970’lerde nasibini alanlardan birisi de Kıbrıs davasının sembol ismi Rauf Denktaş’tı. Dönemin sol jargonuna uygun olarak önce “faşist” olarak takdim edilen Denktaş, aynı zamanda yine literatüre uygun olarak emek düşmanı ve yağmacı diye yaftalanmaktan kurtulamıyordu. Aradan geçen 30 yıl içinde sürekli ortama göre pozisyon alarak ayakta kalmayı başaran Perinçek hareketinin bugün Kıbrıs meselesi ve Rauf Denktaş’la ilgili düşünceleri de eskisiyle tamamen zıt bir görünüm arz ediyor.
19 Temmuz 2004 tarihli Anadolu Ajansı bültenine göre Barış Harekatı’nın 30. Yıldönümü kutlamaları için KKTC’ye giden Doğu Perinçek burada yaptığı açıklamada bir Türk olarak Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile gurur duyduklarını anlatıyordu. Doğu Perinçek, “Kendisini bütün gücümüzle, Türkiyemiz ve KKTC için destekliyoruz. KKTC devleti ve halkına desteklerimizi sunmak için bu güzel günde adamızı ziyaret ediyoruz.” diyor. Aynı konuşmasında 30 yıl önce “işgalci” dediği Türk Ordusuna bugün şükranlarını sunan Perinçek, bakın bir zamanlar Denktaş hakkında neler söylüyordu: “Kıbrıs’taki faşist Denktaş yönetimi, bu talan ve yağmayı kendi tekeline almak için kanun çıkarmak gereğini dahi duymaktadır. Cumhuriyet gazetesinin yazdığına göre, Türk birliklerinin işgali altındaki bölgede (KKTC’yi kastediyor) bir ‘Nereden buldun kanunu?’ çıkartılacaktır. Bu kanun kişisel olarak yapılan yağmayı yasaklayarak, Rumların terk ettiği mallara, Faşist Denktaş yönetimi tarafından el konulmasını sağlayacaktır. Bütün bunlar Türk Ordusu’nun silahlı bekçiliği altında yapılmaktadır.” (sayfa 65) “Nasıl Türkiye’deki sömürü, emperyalistlerin ve onların bir avuç işbirlikçisinin kasasını dolduruyorsa, Kıbrıs’taki durum da farklı değildir. Rauf Denktaş gibi emperyalist işbirlikçisi faşistlerin baskısı altındaki Kıbrıs’ın emekçileri üzerindeki baskısı devam etmektedir.” (sayfa 66) 
Bugün Birleşmiş Milletler tarafından önerilen Annan Planı gibi iki toplumlu ve çoğulcu bir çözüm önerisini ülkeye ihanet olarak gören İP lideri Perinçek, 1970’lerde bugün karşı çıktıklarını savunuyordu. “Bugün özellikle Türkiye, Kıbrıs toplumlarının birlikte yaşayamayacağını ispat etmek için düşmanlığı körüklemekte ve süper devletlerin aleti olmaktadır. Çünkü Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili tezleri ve çözüm teklifleri tamamen düşmanlığı devam ettirmek temeli üzerine kurulmuştur.” (sayfa 31) 
Kıbrıs belgelerini satan adamı savundu 
Doğu Perinçek’in fikrini değiştirmedi ği tek nokta İngiliz ve Fransızlarla ilgili tutumu. Kitabında Türk hükümetinin ABD’nin koltuğu altında Fransa ve İngiltere düşmanlığı yaptığını ileri sürerek, bu iki ülkeyi daha sevimli gösterme çabası içinde olduğu görülüyor. Türkiye’nin Kıbrıs harekâtına şiddetle karşı çıkan İngiltere ve Fransa’yı Üçüncü Dünya ülkeleriyle aynı çizgiye yerleştirerek sevimli hale getiren İP lideri acaba neden böyle bir gayret içine girmiş olabilirdi? MİT Kontr-terör Dairesi eski Başkanı Mehmet Eymür’e göre Aydınlık Grubu’nun perdeleme yapmasının nedenini derinlerde aramak gerekiyor.
7 Ağustos 1978 tarihli Aydınlık gazetesinde başlayan “Kontrgerilla Şeflerini Açıklıyoruz” yazı dizisinde bu ilişkilerin netleştiğini anlatan Eymür’ün açıklamaları şöyle: “Perinçek ‘Kıbrıs’taki Bayraktarlık Türkiye’deki tertip ve kışkırtmaların ocağıdır’ diyor, ‘Bayraktarlığın Özel Harp Dairesi’nin Kıbrıs’taki Özel Şubesi olduğunu’ söylüyordu. Demek ki Kıbrıs’taki Türk faaliyeti birilerini rahatsız etmiş, Özel Harp Dairesi’nin milli menfaatler doğrultusunda kullanılması bu birilerini kızdırmıştı.”
Eymür, açıklamasında, Kıbrıs’taki milli faaliyetlerden rahatsızlık duyanların kimler olduğuna da açıklık getiriyor. Buna göre, Aydınlık tarafından başlatılan yazı dizisinin amacı bir casusluk faaliyetini ortaya çıkaran Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) mensuplarını hedef göstermek ve pişman etmekti. Eymür’e göre MİT İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı emekli kurmay albay Sabahattin Savaşman’ın Kıbrıs konusundaki bazı gizli karar ve haritaları İngiliz ve Amerikan gizli servisi mensuplarına verirken yakalanması yabancı gizli servislerde büyük rahatsızlık meydana getirmişti. Tutuklamanın hemen ardından Savaşman’a suçüstü yapanlara karşı taarruz başladı. Aydınlık gazetesinde yayımlanan bu yazı dizisi “örtülü faaliyetlerin” adresini de açıkça ortaya koyuyordu. Yazı dizisi ile İngiliz ve Amerikan gizli servisinin operasyonunu bozan MİT görevlileri ev adresleri verilerek sol terör örgütlerine hedef gösteriliyordu.
Yazı dizisinin ardından Sabahattin Savaşman’ın anılarını “Üçüncü Adam Anlatıyor” adıyla kitaplaştıran Perinçek ekibinin yollarının İngilizlerle kesişmesi sadece bununla sınırlı değil. Aydınlık gazetesinin “Haber ve Makalelerden Sorumlu Müdürü” Aydoğan Büyüközden Robert Kolej’de görevli bir İngiliz’e ait lojmanda telsizlerle ve başında perukla yakalanmıştı. Ancak Büyüközden ile İngiliz görevli arasında nasıl bir ilişki olduğu o dönemde sorgulanmadı. 
Buraya kadar anlatınlar İP liderinin zikzaklar, tutarsızlıklar ve önemli kişi olma çabasıyla ülkeye verdiği zararları gözler önüne seriyor. Kendisini biraz tanıyanların aşina olduğu bu tabloda rahatsız edici tek husus devletin ilgili birimleri ve makamlarında uzun yıllar görev yapmış isimlerin böyle bir kişiliğe itibar edebilmeleri oluyor.



http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=502

..

Uyuşturucudan Susurluk'a - Doğu Perinçek (3)

 Uyuşturucudan Susurluk'a - Doğu Perinçek (3)





20/7/2001
Atin
  
      










Fabrikatör Perinçek TBMM Susurluk Araştırma Komisyonundaki ifadesine devam ediyor.

MAHMUT YILBAŞ (Van)- Sayın Perinçek, çok kısa olarak iki konuda değerlendirmenizi almak istiyorum. Son üç-dört aydır özellikle Genelkurmaydan bir bilgi beslenişi içinde olduğunuzu ifade ettiniz. Bunu neye bağlıyorsunuz? İki, 1980 yılındaki darbe sonunda o kişinin ifade ettiği tablo bugün de mevcut mu? Bir diğeri, Kuzey Irak'ta bu sene yaşanan olaylar sonunda görünürde öyle, sonu ne gelir bilemiyoruz, Amerika'nın Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurma niyetinden vazgeçtiğini mi gösteriyor; oradaki 5 bin kişiyi alıp götürmesi ve daha birtakım başka yaklaşımlar, Çevik Güç meselesinin yeni bir boyuta dönüştürülme istemi. ABD'nin böyle bir isteği varsa, sizin bahsettiğiniz, Türkiye'nin kriz alanlarına müdahale ki, bunun anladığım kadarıyla önemli unsurlarından bir tanesi de orada Kürt devletinin kurulması ... 

DOĞU PERİNÇEK- Çekirdeği , özü o. 

MAHMUT YILBAŞ (Devamla)- Çekirdeği olacak, evet, bu konularda değerlendirmenizi alabilir miyim? 

DOĞU PERİNÇEK- Bugünkü Genelkurmayın, 1980 yılındaki Genelkurmay olmadığı gözüküyor. Gerek ABD raporları böyle, gerekse niye bu Genelkurmay bu olayların üzerine gidiyor? Bence bu Kuzey Irak meselesi . Genelkurmay eğer en sonunda... 

MAHMUT YILBAŞ (Van)- Yani şimdi Boyslar yok. 


Şimdi Genelkurmay'ın Zirvesinde "Boys'lar" Yok


DOĞU PERİNÇEK - Yok; benim gördüğüm, yok. Zirvesinde olmadığı kanısındayım. Belki içinde bir iki general , sağda solda, mutlaka vardır, belki demeyeyim ama bugün Genelkurmaya yurt sever ve Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı geleneğine bağlı generallerin hakim olduğunu düşünebiliriz; ama, şöyle bir tehlike vardır: Bu sorunlar çözülmez ve askeriye bir müdahaleye itilirse, o müdahalenin süreci içinde birtakım ekonomik zorluklarla falan tekrar Amerika’ya kaymaları sağlanabilir; bir askeri müdahale o bakımdan güvensizdir. Bunu, bugünkü Genelkurmay yapsa bile, o tür süreçler içine girme tehlikeleri vardır. Bu bakımdan, bizim bu kadar cansiperâne, her şeyi göze alarak, çabalarımızdan biri de tamamen bu kaygılar nedeniyledir, yani Türkiye bir askeri müdahale tehlikesiyle karşı karşıya gelmesin. Bence bugün böyle bir tehlike var. Bakın, Cumhurbaşkanı da bunu böyle saptamaktadır. Bu tehlikeyi önleyecek kuvvet de Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir ve sizin burada çok büyük sorumluluğunuz vardır ve burada partileri falan bırakalım; hangimiz hangi partiye mensup olursak olalım, rejimi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin varlığını koruyalım, bir; Türkiye'nin bağımsızlığını, güvenliğini koruyalım, iki. İkincisi, bu Kürt devletinden vazgeçilmedi; ama ağır darbeler yediler . Aslında burada bizim için de ipuçları var; bakın, Barzani Amerika'nın yanındaydı ve bir açmaz vardı, Türkiye için de büyük bir tehlike vardı. Barzani, Irak ile anlaşınca oradaki Amerikan varlığı ağır darbeler yedi, bu, Türkiye için de aynı zamanda dikkate alınması gereken bir süreçtir. Biz kendi halkımızın bir parçası olan kendi Kürt vatandaşımızı Amerika'ya kaptırmamalıyız. Amerika'nın kucağından kurtarmalıyız PKK’yı. Bu, bence son derece önemlidir. Sizin tespitiniz doğru; Amerika'nın hoşgörüsü altındadır ve PKK Başkanı da bu politikaları açıkça oynamaktadır; ABD Başkanı’na mektup yazıyor, Amerika’ya dayanarak varlığını sürdürmeye çalışıyor falan ama bu Türkiye için tehlike oluşturuyor. Nasıl ki Barzani'yi Irak oradan kurtararak kendi sorunlarını çözme yönünde bir adım atmıştır, bence işin çözümü, bölge kuvvetleri ve Türkiye kuvvetleri, Kürt meselesindeki dış müdahaleleri keserek mesafe alabilir. 

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep)- Sayın Genel Başkan, Hiram Abas ve Abdullah Çatlı görüşmesi, 1981 yılında yapıldı ve Çatlı'nın 80 öncesinde Doğan Öz, Abdi İpekçi, Karafakioğlu'nun öldürülmesi gibi cinayetlerin tetikçisi veya o grubun başında olduğunu devletin de bildiğini söylediniz. 

DOĞU PERİNÇEK- Sıkıyönetim mahkemelerinde... 

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla)- Buna dönemin Başbakanı da dahil mi efendim? "Devlet biliyor" derken neyi kastettiniz? 

DOĞU PERİNÇEK- Başbakan Demirel'di. Ben Demirel'in falan veya bugünkü başbakanların. Kastettiğim şudur: O zaman Çatlı'nın avukatı olan Can Özbay, sıkıyönetim mahkemelerinde ısrarla diyor ki, "İbrahim Çiftçi, Haluk Kırcı, Abdullah Çatlı vs. bunlar devlet görevlisidir, bunları Genel Kurmaydan, MİT'ten sorun cevaplarını alın" diyor. 

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla)- O zamanki hükümetin bilgisi dahilinde midir, değil midir? 


Demirel Amerikan Komplosunu Bilse Tedbir Alırdı


DOĞU PERİNÇEK- MİT'in veya Genelkurmayın bildiği her şeyi hükümet bu kadar ayrıntıyı izleyecek ve bilecek diye bir şey söylemiyorum. Bunu söylemek için illiyet rabıtasını ayrıca bulmak lazım. Bunu söyleyemiyorum hatta bilmediğini zannediyorum çünkü Sayın Demirel, kendisini de Zincirliadaya gönderecek bir Amerikan komplosunu bilse, herhalde buna karşı bazı tedbirler alırdı. Şu tarafı önemlidir: Amerika biliyor, Hiram Abas'lar biliyor; Mehmet Eymür'ü buraya çağıracaksınız, bunu sorun. 

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla) - Sayın Genel Başkan, kazadan 15 dakika sonra, televizyonlarda Abdullah Çatlı olarak duyuruldu. Bunu neye bağlıyorsunuz? 

DOĞU PERİNÇEK- Bence bu bir kaza değil ; kaza olmadığını düşünüyorum. Kaza olmadığına dair bazı duyumlar da alıyoruz. 

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla)- Bizdeki raporlara göre, gece 12'de düzenlenen otopsi raporlarında hâlâ Mehmet Özbay diye geçiyor. 

DOĞU PERİNÇEK- Ben kaza değil diye kesin söylemiyorum ama bakın benim belgelerimin hiçbirisinde "kaza" sözcüğünü geçirmiyor dikkatle "olay" diyorum. 

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla)- Yani bu hadisenin, Abdullah Çatlı olarak açıklanmasını, olayın kaza olmadığı şeklinde bağlıyorsunuz, öyle mi ? 

DOĞU PERİNÇEK- Efendim, kamu makamları ve yargı makamları bu olaylara karşı kayıtsız kalır, bunların üzerine gitmez, ülkenin İçişleri Bakanı, bir zaman Başbakan, şimdiki Başbakan Yardımcılığı görevindekiler, Abdullah Çatlı'yı himaye eden kuvvetler tarafından işgal edilirse, en sonunda bazı kuvvetler Türkiye'yi bu gerçekle, bu şekilde karşı karşıya bırakma ihtiyacını duymuş olabilirler. Benim kanaatim bu. 

MEHMET BEDRI İNCETAHTACI (Devamla)- Son bir sorum var; Türkiye'deki olaylarla ilgili ABD'nin MİT'i kullanmasını makul görüyorum, olabilir diyorum ama .. 

DOĞU PERİNÇEK- Ama isyan etmemiz lâzım. 

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla)- Ayrı konu, "makul " derken olabilir diyorum; kullanmış olabilir diyorum... 


MİT'in 3.ncü Adamı Savaşman'ın Açıklamaları Var


DOĞU PERİNÇEK- Bunu söylüyorlar efendim; Savaşman'ın açıklamaları var, MİT'in üçüncü adamı ; "Biz, CIA ile içli dışlı çalışıyoruz" diyor. 

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla)- Sorum şu; Papa suikastı gibi, uluslararası boyutlarda olan hadiselerde de CIA'nın Türkiye'de görev yapan Abdullah Çatlı gibi insanları kullanmasını neye bağlıyorsunuz?.. CIA'nın kendi elemanları var, her ülkenin kendi ... 

DOĞU PERİNÇEK- Akıllılık yapıyor; bakın, bu tür tertipler daima ters kuvvetlere yapılıyor. Sabancı'yı öldürtürken solcuya öldürtüyor ve ne oluyor; Sabancı büyük sermayedar, solcular onu öldürdü oluyor; ama, bitişik odada Sakıp Sabancı varken onu öldürmüyor da, solcu öldürse, onu öldürür, daha büyük eylem .. 

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla)- Papanın öldürülmesiyle... 

DOĞU PERİNÇEK- Bizim Devlet veya MİT zirvelerinde bu bilinmez; ama nedir, CIA'nın eline bu çocuklar düşmüş zaten, götürüp oralarda eğitiyor. Avucunda olan adamlar. Burada illaki MİT'in hiyerarşisinden hareketle bu işleri yapmaya lüzum yok; bir yerde o bağlantı kurulmuş; eroin işinde çalıştırıyor falan filan, onların aklına bunu sokmak çok kolay. 

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla)- Son bir sorum var efendim. Çetenin, Sayın Turgut Özal zamanında kurulduğunu söylediniz... 


"Çete" Denince Bu İş Çok Küçültülüyor


DOĞU PERİNÇEK- "Çete" demiyorum, "özel büro" diyorum. "Çete" dendiği zaman bu iş çok küçültülüyor. 

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla)- Devlet anlayışımızda varolan bir davranış biçimi midir, yani bunu ittihat terakki ye kadar götürebilir miyiz? 

DOĞU PERİNÇEK- Efendim, kanunsuzdur; Turgut Özal'ın yaptığı bu iş kanunlara tamamen aykırıdır. Türkiye'de Başbakan durumunda olan bir insan, kanunsuz bir yeraltı örgütü kuramaz. Maalesef bu gelenek başlatılmıştır. 

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla)- Orada mı başlamıştır, yoksa çok eski bir... 

DOĞU PERİNÇEK- Bunu ittihat terakkilere bağlamıyorum; şu nedenle bağlamıyorum: Görünüşte bazı şeklî benzerlikler olabilir ama, Turgut Özal, liberalleşme denen, Türkiye'yi tamamen dünya sermayesine açan ve kendi ifadeleriyle, dünya sermayeleriyle sınırsız bütünleştirme operasyonunun temsilcisi, ittihatçılar ise ulusalcı adamlar. 

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla)- Anlayışı soruyorum; böyle bir uygulama anlayışı bizim devletimizin geleneklerinde var mı? 

DOĞU PERİNCEK- Mustafa Kemal'in kurduğu cumhuriyet meşruiyetçi; böyle şeylerden kaçınılıyor, yani Mustafa Kemal'in çok dikkatli bir tavrı var; yasalcı, meşruiyetçi . Böyle yeraltı örgütleri falan kurmaktan kaçınıyor. O bakımdan ben cumhuriyet .. 

MEHMET BEDRI İNCETAHTACI (Devamla)- Mesela Ali Şükrü Paşa cinayeti vesaire... 

DOĞU PERINÇEK- Cumhuriyet geleneğini yıkıyorlar. Şunu söyleyeyim; Ali Şükrü'yü cevapsız bırakmayayım; Mustafa Kemal çok meşruiyetçi bir insan. Komploların dışında olan bir insan. Çok kesin yani . Onun bence farkı budur. Teşekkür ederim. 

BAŞKAN- Buyurun Sayın İlgün. 

NİHAN İLGÜN (Tekirdağ)- Sayın Başkan, sayın Perinçek'ten şunu öğrenmek istiyorum: Abdullah Çatlı'dan bahsederken, Çatlı'nın 1977 yılında Bahçelievler katliamıyla ortaya çıktığı, mahkeme safahatını geçiyorum, 1981 yılında da Hiram Abas'la buluşmasından sonra Çatlı'nın Türk kamuoyundaki görüntüsünü kapatıyorsunuz, 1993'te Çiller'e kadar .. Bu geçen 12 yıllık süreyi adeta hiç bilgilenmemiş, bu kadar geniş bilgilere, belgelere sahip olma imkanı olan sizler, nedense o dönemi bir tek Papa suikastında ortaya çıkarıyorsunuz. Şimdi sormak istiyorum: Sayın Çatlı, 1981, bu görüşmeden sonra, Papa olayı arasında ve Papadan sonraki dönemde hangi siyasî kişi ve liderlerle teması olmuştur veya siyasî partilerle ilgili olmuştur? Sayın Çatlı'nın, dosyalardaki silah ruhsatının alınmasında bir siyasî parti mensubuyla ilişkisi gibi belgeler var. Bunlar açık ve sabit belgeler. Sizden öğrenmek istiyorum; bu kadar geniş bilgi edinen bir kişi olarak, bunu hep geçtiniz veya üstü örtülü bir döneme getirdiniz, birinci sualim bu. İkinci sualim de; "kumarhane rantının dağılımındaki kavga" dediniz, son olayı. Onu kabullenmek, tasvip etmek mümkün değil. Biz buraya beynimizi silerek geldik; bilgisayarımızı silerek geldik; siyasî kanaatlerimiz, partilerimiz ne olursa olsun; ama, kumarhane rantının, Topal ile simgeleşen rantın, paylaşımdan evvel nerelere aktığı, nerelere gittiği konusunda da, bilhassa Topal ile ilgili olan kumarhaneler, Emperyal kumarhanelerinin, bu hususta duyumlarınız, bilgileriniz, belgeleriniz var mı? Üçüncü sorum şu: Azerbaycan darbesinde, diyorsunuz ki, iki cumhurbaşkanı arasında; Sayın Haydar Aliyev ve Sayın Süleyman Demirel arasındaki bu telefon konuşması bize intikal etti 

DOĞU PERİNÇEK - İntikal etmiş gibi... 

NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Sonunda da teyit edildi; yani, üç ay beş ay sonra bu da teyit edildi. Şimdi, Sayın Aliyev, Sayın Çiller'in de içinde olduğu bu darbe hazırlığı konusunu, sizin de ispat edildi dediğiniz şekilde öğrenmişse, bize karşı veya Sayın Çiller'e karşı, Türk Hükümetine karşı tutumu ne olabiliyor şu anda? Bunu tasvip etmek mümkün mü? Başka sualler de var; ama, artık, onları arkadaşlarıma da imkân...


MİT Çürümüş ve Bitmiştir 


DOĞU PERİNÇEK - Sayın Başkan, sayın üyeler, sayın milletvekilim; ben size bazı nirengi noktalarını verdim; yani, aradaki olayları atlamıyorum. Bakın, nedir nirengi noktaları; 1980 öncesinde bunlar 12 Eylül darbesine karışmışlar, arkada CIA var, 1981'de bir MİT buluşması, MİT buluşması demiyorum, Hiram Abas diyorum, MİT'in bütün örgütü bunun içinde mi dışında mı bilemiyorum ama, MİT bitmiştir onu söyleyeyim. MİT çürümüş ve bitmiştir, MİT'ten hiçbir şey beklenemez Türkiye açısından. Bu olayda da tamamen Çiller'in yanındadır onu da söyleyeyim .. Şimdi, 0 1981 buluşması anlamlı. Turgut Özal -yine atlamıyorum- 1987 yılında, bakın, 1981'den sonra bir önemli nirengi noktası daha var, Turgut Özal bir özel büro kuruyor, MİT'i sivilleştirme teşebbüsünde bulunuyor ve bir özel büro kuruyor, bu işin ilk mucidi ve başlangıç noktası Turgut Özal'dır, Çiller, onun yarattığı bu örgütü daha sonra devralıyor. Çatlı ile siyasal liderler arasında ilişkiler... 

NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - 1991... Bir siyasî partimizin kongresinde sahneye çıkıyor tekrar. 

DOĞU PERİNÇEK - Şimdi onu söyleyeceğim. Dün bir haber aldım, bir iki gün içinde, hatta, bu sabah Akşam Gazetesinde Çatlı ile Sayın Mesut Yılmaz'ın fotoğrafları yayınlanacak dendi, bana bilgi geldi, belki bir iki gün içinde çıkar, yayınlanabilir de; yan yana fotoğrafları da olabilir. Bakın, burada Sayın Mesut Yılmaz'ın da çok açık, dürüst davranması lazım. Ben Sayın Mesut Yılmaz ile Abdullah Çatlı arasında bu tür karanlık faaliyetlerle ilgili bir ilişki olduğuna dair bir bilgiye sahip değilim; ama, nedir; Sayın Mesut Yılmaz, etrafına eski ülkücülerden önemli bir kuvveti toplamıştır. Ondan sonra, bu Abdullah Çatlı'lar -çok önemli bu- devlet görevi ve devlet işi yapıyor diye MİT tarafından istihdam edilmiştir, birtakım devlet işi adı altında 1 milyon dolara işler yaptırılmıştır. Bu karanlık faaliyetler... O ilişkiler içerisinde yan yana gelinmiş olabilir, hatta, benim yadırgadığım bir olay değil, Abdullah Çatlı'lar Mesut Yılmaz'ı kongrede desteklemiştir de... 

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Bu bilgi mi efendim? 

DOĞU PERİNÇEK - Yok bilgi değil; ama, ben bunu yadırgamam. Neden yadırgamam; çünkü, Agah Oktay Güner, Genel Başkan Yardımcısı Sayın Mesut Yılmaz'ın. Ben sevinç duyuyorum Yaşar Okuyan'ın falan bu olayların üzerine gitmesinden. Yani, şunu da söyleyeyim; bir tarihî intikam anlayışıyla hareket etmememiz lazım hepimizin; kim bu olayın üzerine bugün gidiyorsa, ben onu dost olarak görüyorum. Yaşar Okuyan gidiyorsa, kendisini tebrik ederim, Agah Oktay Güner giderse onu da tebrik ederim; ama, onların bu Abdullah Çatlı`ları Mesut Yılmaz ile falan tanıştırdığı, kongrelerde destek aldıkları gibi bilgiler de hiç yadırganacak, bu olayın doğasına aykırı bilgiler değil, onu da söyleyeyim. Burada şunu yapmak lazım; vatanperver bir tavırda birleşmemiz lazım ve mesela; ben, Mesut Yılmaz'dan da şunu beklerim: Evet, ben kongrede -bu adamdan destek aldıysa, almıştır demiyorum- destek aldım; ama, bana o şekilde geldi falan... Bunu demek lazım. Burada, böyle bir şeyler olabilir; çünkü, adama devlet görevi verildi deniliyor, devlet işidir bunlar deniliyor, devlet işi olmayan şeyler devlet işiymiş gibi gösteriliyor. Türkiye Devleti şunu belirlemek zorunda; Abdi İpekçi'yi öldürdü mü Türkiye Devleti, 12 Eylül’ü hazırladı mı; efendim, Eşref Bitlis generalini Türkiye Devleti öldürdü mü?.. Madem devlet işi deniyor; yani, bu olay PKK ve Asala değil ki. PKK ve Asala diye gösterilerek, öbür işlerin üzeri örtülüyor. Buralarda berraklaşmamız lazım. Kumarhane rantı paylaşımı; ben bu konuda çok derin bilgilere sahip değilim, yeni bir paylaşım olduğu kesin, burada bir kavga olduğu da açık. Bunlar eklemleniyor olaya; yani, bir yukarıda çok kapsamlı, uluslararası politikayı ilgilendiren bir eksen var ki, bunun merkezini Kuzey Irak’taki Kürt devleti oluşturuyor; ama, bir de buna eklemlenen uyuşturucu işi, kumarhaneler işi, paylaşım işleri var ve bizim üstlendiğimiz rol İşçi Partisi olarak, bu kumarhane falan filanlardan çok öbür tarafa dikkatleri çekmek. 


Haydar Aliyev Çiller'in Darbe İlişkisini Biliyor


Haydar Aliyev, şunu söyleyeyim; bir özel görüşmesinde bizim Aydınlık'tan bir arkadaşımızı ısrarla davet ettiler, bu son gazetecileri çağırırken, mutlaka siz gelin; çünkü, Türkiye'de bunu ilk açıklayan sizsiniz... İşte, ısrar ediyorlar Çiller var mı bu darbede falan... Özel görüşmesinde diyor ki: Şimdi, ben -Çiller, bugün Türkiye'nin Başbakan Yardımcısı- bunu açıklayıp, Türkiye Azerbaycan ilişkilerini bir krize sokamam ki. Bizim bildiğimizi Haydar Aliyev bilmez olur mu, bu işin içinde olduğunu Haydar Aliyev tabiî biliyor ama Çiller’i, biz, Mehmet Ağar'da olduğu gibi, istifa ettiririz, Yüce Divana göndeririz ve göndermemiz gerekir, ondan sonra, bakın, Haydar Aliyev Çiller olduğunu söyleyecektir; ama, bugünkü Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanını bu işlerin içinde diye suçlayamaz tabiî; ama, biliyor, bildiğini bizim arkadaşımıza orada söyledi. 

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sayın Genel Başkan, ben üç konuyu toparlayarak sizden rica edeceğim. Kafamızda soru işareti olarak kaldı, bir tanesi sizinle ilgili. Geçenlerde Türkiye Gazetesinde Abdullah Öcalan ile bir resminiz çıktı. 

DOĞU PERİNÇEK - Evet. 

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Bu konudaki oradaki yaklaşımınız ve bakış açınız ne idi? Onu öğrenmek istiyorum. Bir de, bu kadar derinlemesine, uzun zamandır bilgi akışını, daha ziyade MİT kaynakları da olsa, Genelkurmay kaynakları da olsa, geldiğini size biliyoruz ve tabiî, çok değişik kesimlerin değişik değer yargıları içerisinde sizin MİT ile olan ilişkiniz konusunda bazı sözler var. Bu konuda sizin şahsınızla ilgili olarak bu iki soruyu rica edeceğim. Bir diğer konu, Hollanda'da şu anda hapiste olan, biraz önce de bahsettiğimiz kişi... 

DOĞU PERİNÇEK - Baybaşin... 

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - ...zannediyorum, hâlâ daha yatıyor. Elimizdekiler sizin yayımlamış olduklarınızdan ibaret; ancak, Komisyon o kişiyi dinleyecek olsa, acaba hakikaten Abdullah Çatlı ve Mehmet Ağar üzerinde yoğunlaştırdığı, beraber iş yaptığı, sonradan bunların ayrıldığı konusundaki iddialarını bize tekrarlar mı, söyler mi? 

DOĞU PERİNÇEK - Eder, eder, kesin eder; çünkü, böyle bir fırsat umuyor; ama, tabiî onun verdiği bilgileri kontrol etmemiz lazım, onun söylediği her şey doğrudur diye bir şey yok. 

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Çıkacağım diye de mesajı var. 

DOĞU PERİNÇEK - Bunların size belgesini sunuyoruz; ama, başlığına şunu yazıyoruz: "Baybaşin bunu demiştir..." Biz, altındaki her şey doğrudur demiyoruz, bunun büyük bir kısmının doğru olduğu kanısındayız. 

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Bir üçüncü konu olarak getireceğim de tabiî, devletin başında bizim güvenmemiz gereken, Türkiye Cumhuriyetinin bekası için bazı kişiler var, gayet tabiî, onu söylememiz lazım; ancak, izlediğim kadarıyla, Genelkurmay, Başbakan Yardımcısı Çiller ve Demirel üzerinde yoğunlaştırarak sizin görüşünüzü almak istiyorum. Demirel, Aliyev olayını öğrendikten sonra, daha önce bilgisi vardı yoktuyu hiç tartışmadan; yani, böyle konularda bilginin olmaması da çok komik kaçıyor artık belli bir şeyden sonra; ancak, en azından böyle bir darbenin yapılacağı ve bu darbenin hükümet kesimlerinden gelmiş olduğunu söylüyor, öğreniyor ve bunu bildiriyor; ama, kendisinin bu ülke için ne yapması gerekirdi; yapması gereken bir şey var mıydı; Genelkurmay olarak şu anda boyslar yok belki; ama, çok iyi biliyoruz ki, Çiller Hükümeti kurulduğu zaman, Doğan Güreş de hemen hemen ayrıldıktan sonra, hâlâ daha belli bir süre Genelkurmayın -ordunun- Çiller'in arkasında bir desteği vardı; bunu izliyor gibi gördük, o konudaki düşünceniz... 

DOĞU PERİNÇEK - Amerikan kaynakları böyle söylemiyor... 

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yani, onu da tespit edilmesi için soruyorum. Ve bir kişisel kanaatini, Sayın Çiller'in Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olduğu, pasaportu olduğu, orada tahsil yaptığı vesairesinin dışında, tabiî, bilemediğim için öğrenmek istiyorum sizin görüşünüzü, Sayın Çiller, buradaki, gerek Boğaziçi Üniversitesindeki yaşam biçimi, gerek Boğaziçi Üniversitesindeki akademik kariyer alma ve akademik kariyere sahip olma biçimi, gerekse kendisinin politikada çok eski bir özgeçmişinin olmadan belli bir şekilde gelmiş olması yönleriyle, bu kadar devletin; yani, son zamanı kastetmiyorum, ikinci hükümeti veya Abdullah Çatlı, o ilişkileri kastetmiyorum; ama, ondan evvel, belli bir hazırlık devresini hakikaten bu kadar hazmetmiş olarak mı geldi, yoksa çevresinde, etrafında bu ilişkide ondan daha etkin olan kişiler özel hazırlanmış mıydı? Sanki, Özer Çiller'in de bir ifadesinde, ben Rusya ile... Nasıl söylemişti?.. 

DOĞU PERİNÇEK - Evet, Çar... 

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - "Rus Çarıyım" şeklinde bir ifadesi vardı. Orada böyle tam ABD ve Rusya'ya karşı karşıya bir saptırma var mı; sizin görüşünüz konusunda? Teşekkür ederim. 


Öcalan'la Amerika'nın Eline Düşmesin Diye Görüştüm


DOĞU PERİNÇEK - Şimdi, efendim, 1989 ve 1991 yıllarında iki kez Abdullah Öcalan ile görüştüm. Giderken, başvurumu yaptım, ilan ederek gittim 1989 ve 1991 yılında, geldim, geldikten sonra da bütün görüşmeleri banda aldım ve olduğu gibi Türkiye kamuoyuna açıkladım. Peki, ben niye gittim Abdullah Öcalan ile görüştüm; şunun için görüştüm: Baktım ki, Türkiye'de köylülerimizi, emekçilerimizi, halkımızı etkileyen bir Kürt hareketi var ve bunun şiddet yoluyla çözülmesi mümkün değil, en tehlikeli şey de bu Kürt hareketinin dış etkilere maruz kalması ve küreselleşmesidir, ben nasıl etkileyebilirim ve nasıl bunun tam gerçeğini öğrenebilirim, hem öğrenmek için hem de etkilemek için gittim. Benimle Abdullah Öcalan'ın görüşmelerinin kitaplarını size yollayacağım. Ben Abdullah Öcalan'a şunları söylettim: Bir: Kürt'e sevdalı değilim; ortak ev kuralım; Türkiye'nin keloğlanına, Türkiye halkına aşığım; Mustafa Kemal'in aydınlanma hareketi içerisinde ben kendimi buldum; dış müdahalelere karşıyım; Amerika’ya karşıyım... Yani, ben onu... Batı'nın eline düşmemesi, Amerika'nın eline düşmemesi amacıyla gittim, öyle bir görüşme yaptım. Zaten bütün görüşmenin de ekseni budur ve Türkiye Devleti benim politikamı benimseseydi ve o zamanlar akıllı tavırlar alsaydı, bu hiçbir zaman ben Abdullah Öcalan ile Türkiye Devletinin karşı karşıya gelip oturmasına taraftar değilim, bunu yaparlarsa ben karşı çıkarım; çünkü, bu bir anayasa içerisinde çözülecek sorundur, Abdullah Öcalan ile anlaşarak çözülmeli. Abdullah Öcalan ile anlaştığınız zaman bu olmaz, çok büyük bir hatadır; ama, Türkiye Devleti, Kurtuluş Savaşında Sivas ve Erzurum Kongrelerinin birinci maddesine, Amasya Protokolüne yazılmış olan ve Lozan'da savunulmuş olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde Mustafa Kemal Atatürk tarafından ifade edilmiş olan ilk anayasal belgelerdeki formülasyonları bugün anayasasına yazarsa, Kürt meselesini kanımca çözer. Eğer, buna Abdullah Öcalan uymazsa, o zaman onu ezmek, hem geçerlidir hem gereklidir hem de kolay olur; benim politikam budur ve bu politikanın hizmetinde gittim ve kendisine de bu yönde telkinlerde bulundum; fakat, ne oldu; Körfez Savaşından sonra Abdullah Öcalan şunu gördü; Mesut Barzani ve Talabani orada Amerika'nın desteğiyle bir Kürt devletçiği kurdular. Ha, demek ki, Amerikan desteğiyle bu iş oluyor ve Amerika geldi Ortadoğu’ya büyük bir güç olarak oturdu, ben de Amerika'ya ve Batı'ya yaslanarak, işte, insan hakları heyetleri, bilmem neler falan filan bunları tahrik ederek bir durum yaratabilir miyim politikasına girdi ve o politikaya girdiği andan itibaren de zaten aramızda düşmanca bir durum ortaya çıkmıştır. Bugün ne yapmak lazım: 


Öcalan'ın Suriye İle Bağlantısı Memurluk Düzeyinde


Bence, bugün PKK’yı, Abdullah Öcalan'ı kurtarmak zordur, Suriye'nin elindedir, rehindir, hiçbir yere çıkamaz, Suriye devletinin resmî politikalarının dışında hiçbir şey yapamaz, onu söyleyeyim ve Suriye devletiyle bağlantısı memurluk düzeyindedir. O bakımdan, Abdullah Öcalan Suriye'nin iradesi dışında şu veya buraya çekilemez; ama, bunun örgütünün, PKK'nın mümkün olduğu kadar Batı ve Amerika kontrolünden çıkarılmasını esas alan politikalar izlemek gerekir; bunu savundum. İkincisi; niye bize geliyor? 


İsteseydim Başbakanınız veya Cumhurbaşkanınız Olurdum. 


İlk önce şunu söyleyeyim: Bakın, ben kimin oğluyum; Sadık Perinçek'in oğluyum. Sadık Perinçek, Adalet Partisinin Genel Başkan Yardımcısıydı, Süleyman Demirel'in yardımcısıydı ben sosyalist olduğum zaman. Benim dayım Tümgeneral Turhan Olcaytu'dur. Onun sicilinde geleceğin genelkurmay başkanı diye yazılır. Ben, bir genel başkan yardımcısının -Adalet Partisinin, Türkiye'nin hükümetinin- oğlu olarak ve ileride Genelkurmay Başkanı olacak Tümgeneral Turhan Olcaytu'nun yeğeni olarak sosyalist oldum. Biz üç kardeşiz,-iki kardeşimle birlikte-üçümüzde işkenceler gördük, üçümüz de hapislerde yattık. Babam ben sosyalist olduğum için politik kariyerini kaybetti, 16 yıl milletvekilliği yaptı, işte, "sosyalisttir oğlu" falan denildi ve hem genel başkan yardımcılığını kaybetti hem milletvekilliğini kaybetti. Dayım, benim yüzümden, Tümgenerallikten sonra terfi ettirilmedi. Bana, ne babam ne dayım bunları söylememiştir; ama, bunları niçin anlatıyorum. Ben bu düzenin içinde kalsaydım herhalde bir MİT ajanı olmam, bunu alçaklık olarak görürüm. Siz, tabiî, devletin önemli yerlerindesiniz, benimle bu görüşü paylaşmayabilirsiniz; ama, benim bulunduğum yerden MİT ajanı olmak şerefsizlik ve alçaklıktır. Kaldı ki, ben düzen içinde bir yer tutsam, sizin Başbakanınız veya Cumhurbaşkanınız olurdum. Yani, önünde her türlü şey açık olan, babası Adalet Partisi Genel Başkan Yardımcısı, dayısı tümgeneral, üniversitede parlak bir öğretim üyesiyim; yani, ben bu düzenin içinde kalarak, herhalde hapislerde, işkence hanelerde niye sürüneyim, gelirdim sizin Başbakanınız olurdum, sizlerin Başbakanlarından, Cumhurbaşkanlarından daha az yetenekli ve birikimli insan değilim, birçok bakımdan onlardan çok üstünüm. Ben, neyi seçtim; bir hesaplaşma yaptım ve halkın yanını, emekçi halkın yanını seçtim. Hiç benim konumumda olan bir MİT ajanını gördünüz mü? Yani, önünde tepelere tırmanma olanağı olan bir adam gidip niye MİT ajanı olsun, düzenin içinde kalacaksak. Değil mi, bunlar çok yanlış şeyler.. 

BAŞKAN - Sayın Perinçek, sorunun cevabını lütfen... 

DOĞU PERİNÇEK - Ayrıca, bakın belgelere, ne diyor Hiram Abas ve Mehmet Eymür: "Doğu Perinçek 1978 ve 1988 yılında iki defa MİT'i felce uğrattı." Sabah Gazetesinde var bu. Hiram Abas yaptı mı bunu diyor Güngör Mengü; evet, maalesef başardı. Şimdi, nasıl MİT ajanı oluyor,iki defa, MİT'i ikişer sene, dört yıl, felce uğratmış. Bugün, niye MİT benim aleyhime bir psikolojik savaş yürütüyor? Siz diyorsunuz ki, Türkiye Gazetesinde... 

BAŞKAN - Sayın Perinçek, o anlaşıldı...Zamanımız dar, arkadaşlarımızın daha başka soruları da olacak...

DOĞU PERİNÇEK - Anlaşıldı olur mu, bu son derece önemli. Bugün, MİT bana karşı bir operasyon yürütüyor. Bu sorunuz bile, yaratılan bu rivayetler bile tamamen MİT tarafından yürütülen bir operasyonun bir parçasıdır. Kim yollamış o resimleri, o resimler Abdullah Öcalan'ın çektiği resimler, bizim çektiğimiz resimler değil. Aynı zamanda, bu MİT ile Abdullah Öcalan arasında bir ilişkiyi de gösterir... 

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Rahat olun efendim, burada taraf değilsiniz siz. 

DOĞU PERİNÇEK - Ben, bunun niçin sorulduğunu çok iyi biliyorum. Şimdi, Demirel ne yapabilirdi; Demirel yapacağını yapmış, o yeraltı örgütleri tarafından bir Azerbaycan darbesi tezgâhlandığını görmüş, telefon etmiş, önlemiş. Başka neler yaptı bilmiyoruz, mutlaka başka şeyler de yapmıştır; ama, onu önlemiş. Genelkurmay, Amerikan kaynaklarına göre ve bizim de gözlemlediğimiz bu Kuzey Irak'ta bir Kürt devletinin kurulmasını istemiyor, Amerika'nın bu yöndeki baskılarına göğüs geriyor, bunun belgeleri sizde var, teferruata girmiyorum ve zaten Genelkurmayın bugünkü bu tutumu da tamamen bununla bağlantılıdır. Yani, Susurluk olayının üzerine gitmiyor Genelkurmay. Bence, esas gittiği şey, Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti planını bozmaktır. Zaten, Irak'la Barzani de Eşref Bitlis planına göre, bu Türkiye Genelkurmayı tarafından ittifaka yöneltilmiştir. Bu Barzani-Irak ittifakında bizim Genelkurmayın ve Türkiye Devletinin, Dışişleri Bakanlığının ve Türkiye Devletinin de bir rolü olduğu çok açık. Burada Çiller'ler yönetemedi Türkiye'yi. Nasıl Turgut Özal yöneltemedi kuzeyden güneye doğru Türk Ordusunu sokamadı kara harekâtına, bugün de Çiller'ler bu tertiplerinde başarılı olamadılar. Çiller, siz daha yakından tanıyorsunuz, bence son derece yeteneksiz, birikimsiz .. 

BAŞKAN - Bu şahsî şeyler... 

DOĞU PERİNÇEK - Şahsî değil efendim. Diyor ki, etrafında kimler var. Çiller, etrafı tarafından yönetilmektedir. 

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, o kadar... 

DOĞU PERİNÇEK - Hatta, şunu söyleyeyim; Çiller'in etrafında Amerikalı uzmanlar var, birtakım, o, demin Süleyman Yüceoral'dan bahsettim. Tamamen Amerikalı uzmanlarla ilişkili bir şekilde çalışmaktadırlar. Çiller'i imal eden bunlardır. Çiller de, benim gördüğüm, bu işin vitrinini oluşturmaktadır. 

BAŞKAN - Peki, teşekkür ederim. 

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yalnız, bir konu var, kısa da olsa bunu sormak istiyorum. Şu anda siyasal partilerden Anavatan Partisinin içerisinde, biraz önce görüşüldüğü kadarıyla, bu konuların açığa çıkarılmasını, kendileri milliyetçi kanattan olan kişiler de, Agah Oktay Güner olsun, Yaşar Okuyan olsun istemekte; ancak, Anavatan Partisi’nin içerisinde bu seçimlerde Büyük Birlik ekibi de girdi. Dolayısıyla, MİT'in içerisinde olsun, yapılanmaların içerisinde olsun iki farklı grupların çatışması, sapanlar sapmayanlar arasındaki sıkıntılar var. Her ikisinin birden aynı yerde bulunması, her ikisinin bir yerdeki bu olayların gidişindeki etkisi yönünden sizce bir rolü var mı? 

DOĞU PERİNÇEK - Efendim, Anavatan Partisi geçmiş yanlışlarının faturasını ödüyor. Anavatan Partisi, bugün olumlu bir rol oynuyor benim gördüğüm; ama, geçmişte hangi yanlış, Büyük Birlik Partisiyle ittifak, falan filan, ülkücülerle arasına sınır çekmemek, onların desteğiyle kongrelere girmek vesaire; bu büyük ağır yanlışların faturasını ödüyor. Bugün öyle bir saflaşma içindeyiz ki, vatanseverler, Amerikancılar... Burada Susurluk olayının üzerine gidenlerle bunun üzerini örtenler arasındaki saflaşmaya oturuyor. Kim üzerine gidiyorsa, ben onları olumlu görüyorum. 

BAŞKAN - Peki, teşekkür ederim. 

DOĞU PERİNÇEK- Bir mesele daha söyleyeyim. Niye bana geliyor; sizin partilerinizle gelebilir mi?! Hepiniz, sırayla, Çiller'le Türkiye'yi yönettiniz... Bana bunlar niye geliyor şimdi, bir dakika... Şimdi, Çiller örgütünü açığa çıkarıyoruz. Şimdi, Çiller meselesini getirsek, sizin partiniz Demokratik Sol Parti, daha iki ay önce, Sayın Pişkinsüt, sizin Genel Başkanınız Ecevit, Çiller ile birlikte bir hükümet kurma tasavvuru içindeydi; yani, Refahyol İktidarını, Çiller ile birleşerek, bir DSP-Anavatan Partisi-Çiller partisi koalisyonuyla yıkma stratejisini ortaya koydunuz. Şimdi, Ecevit'e bütün bu bilgileri getirseler Ecevit, ortaya çıkıp; Çiller Amerika ile bağlantılıdır, Elizabeth Shelton'la bilmem ne yapıyor; Türkiye'nin kriz bölgelerine müdahale, bilmem ne diyebilir mi?! Deniz Baykal'a sorarlar, derler ki: Sen dört senedir Türkiye'yi Çiller ile beraber yönetiyorsun, koalisyon yaptın. Peki, ben bilmiyordum... Nasıl bilmiyordun, İşçi Partisi bunları açıklıyordu. İşçi Partisi Susurluk olayından beri bunları açıklamıyor ki, ta 1991 yılından beri bunları açıklıyor, daha öncesinden açıklıyor, Çiller'i de 1993'ten beri açıklıyor, o zamandan savcılığa suç duyuruları yapıyoruz. CHP'nin bundan haberi var, bunların üzerine gitmemiş, onlarla ittifak kurmuş, Anavatan Partisi, daha dün Çiller ile birlikte hükümetti, şimdi, sıraya Refahyol girdi, yani, hepiniz, bir nöbete girmişiniz, sırayla, Çiller'i kurtarma nöbeti içindesiniz. Şimdi, sizlere bu bilgiler gelir mi?!. 

BAŞKAN - Sayın Perinçek, lütfen... Şimdi, verdi mi vermedi mi; yani, o türlü değerlendirmeleri... 


Belgelerin Sağlığı Konusunda Birbirinizi Zehirliyorsunuz


DOĞU PERİNÇEK - Bunların niçin söylendiğini ben biliyorum. Siz, kendi aranızda bile, İşçi Partisinin getirdiği belgelerin sağlığı konusunda birbirinizi zehirliyorsunuz. 

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Bunları nereden teyit edebiliriz Sayın Başkan. 

DOĞU PERİNÇEK - İşte olaylar teyit ediyor. 

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Hadiselerden teyit ediyorsunuz. Başka bir teyit yeriniz var mı efendim? 

DOĞU PERİNÇEK - Efendim, nereden teyit ederiz; Mercedes'in içinden ne çıktı? Ben size söylemiştim... 

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Anlıyorum efendim. 

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım... 

DOĞU PERİNÇEK - Azerbaycan darbesi, efendim, Çeçenistan'a gönderilen bilmem ne, Çin'in Uygur bölgesine ajanlar göndermişler, sabotaj timlerini Genelkurmay Başkanı... 

BAŞKAN - Sayın Perinçek, o yönleri anlaşıldı... 

DOĞU PERİNÇEK - Anlaşıldı değil, bunlar çok önemli, olayları teyit ediyoruz ve bakın şu var: Bu bir siyasî irade sorunudur. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak ne yapın yapın şu Çiller'i aşağı indirin, Doğru Yol Partisi de bunu yapsın. Evet, efendim gelip dayandığı nokta budur. Siz bunu yapamadığınız sürece, Refah Partisi, büyük sorumluluk içindesiniz, Çiller ile beraber Türkiye'yi yöneterek büyük sorumluluk içindesiniz. Bu sorumluluğu Doğu Perinçek'e... 

BAŞKAN - Sayın Perinçek, o bizim meselemiz. Bizim akıla da ihtiyacımız yok, lütfen. 

NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Sayın Perinçek, biz burada tarafsız bir Komisyon olarak bir araştırma yapıyoruz, bir açıkoturumda değiliz. Açıkoturumda buyurun, dışarıda bunları uzun uzun tartışırız. 

DOĞU PERİNÇEK - Efendim, açıkoturum diyerek hafife aldırmayın olayı. 

NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Sizin babanızla beraberdik... 

BAŞKAN - Sayın İlgün... 

DOĞU PERİNÇEK - Siyasi irade sorunudur. Çiller, hükümette olduğu müddetçe bunlar aydınlanmaz. Çiller'i hükümette tutanlar sorumludur. Ben bunları söyleyeceğim tabiî. Türkiye Büyük Millet Meclisi bir yasama organı, burası bir savcılık kurumu veya mahkeme değil ki. Ben mahkemeye gelmedim, savcılığa da gelmedim, Türkiye'nin en büyük siyasî otoritesine geldim, siyasî otoritede siyasî otorite konuşulur. 

BAŞKAN - Onun için çağırdık zaten. 


Mesajım Var: Çiller'i İndirmezseniz Darbe Gelir


DOĞU PERİNÇEK - Benim size bir mesajım var, hepsini silin, Çiller'i indirmezseniz Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, büyük sorumluluklar altına girersiniz, ben de tarih önünde konuşuyorum, darbeye de sürüklersiniz Türkiye'yi. Bunları bilin, bilerek hareket edin ve bırakın küçük çıkarları. Refah Partisine sesleniyorum, bıraksın bu Çiller ile ortaklığı. Doğru Yol Partisine sesleniyorum, tepesinden atsın bunları. 

BAŞKAN - Sayın Perinçek, onlar sizin meseleniz değil... 

DOĞU PERİNÇEK - Benim meselem, ben bir siyasî parti genel başkanıyım. Eğer, beni siyasî parti genel başkanı olarak çağırmadıysanız, zaten bu toplantıda bulunmam ben. 

BAŞKAN - Biz, akıl alacak değiliz, Türkiye Büyük Millet Meclisi ne yapacağını biliyor. Siz, sadece bizim sorularımıza... 

DOĞU PERİNÇEK - Ne yapacağını bilmiyor, bilmediği için söylüyorum. Bilmediği için büyük tehlikelere sürüklüyorsunuz... 

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sayın Genel Başkan, haklısınız, biz, sizi, bir siyasî partinin genel başkanı olarak, burada, bilginize başvurmak üzere davet ettik, çok teşekkür ederiz. 

DOĞU PERİNÇEK - Ben, size kalkıp da ufak tefek bilgiler için buraya gelmem. 

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Çok teşekkür ederiz. Gerçekten, hem bir siyaset bilimcisi hem de bu konuda ciddî analizleri olan bir kişi olarak sizin bilgilerinizden çok yararlandık. Başka türlü algılatmışsak size, bunda bizim kusurumuz varsa, siz de bunu anlayışla karşılayın; ama, bizim sizle birlikte olmamızın, bu kadar saattir sizi çok dikkatle izlememizin nedeni, Türkiye'nin bir siyasî partisinin genel başkanı olarak, bazı düşüncelerinizi ve iddialarınızı bilgilendirme doğrultusunda bize aktarmanızdır. Bundan da çok yararlandığımızı belirtmek istiyorum. Ben, şimdi, sizin bu ince analizlerinize dayanarak, birkaç şey daha -belki açıklığa kavuşturulması adına- sormak istiyorum, konuşmalarınızın satır aralarında esaslı noktalara değindiği için. Bir tanesi; konuşmalarınızın sonucunda da özetlediğiniz gibi, bunun Türkiye'nin bir bağımsızlık ve güvenlik meselesi olduğunu dile getiriyorsunuz ve bu açıdan bakıyorum ve bu açıdan olayları birleştirerek, arkasındaki gizlerini de görebildiğimiz kadar, bilgilendirebildiğimiz kadar yorumlayarak, bunu, bu şekilde üzerine gidilmesi gerektiğini söylüyorsunuz; ama, basından aldığımız konularla ve arkadaşlarımızın sorularıyla da size hissettirdikleri kadarıyla, benim de algıladığım kadarıyla, Sayın Yılmaz, bunu bir Topal cinayetine ve bir uyuşturucu kumarhane çatışmasına getiriyor. O da onun yorumu, biraz sonra zannediyorum, onu da aynı şekilde dinleyeceğiz. Şimdi, bu, sizin çok iddialı ve geniş kapsamlı, bizim, aslında Komisyonumuzun da görevleri içine giren, aslında, Komisyonumuzun da görevleri içerisine giren, sadece, münhasıran Topal'ın öldürülmesi değil, devletin içerisinde oluşmuş, girmiş olan odakların, devletin bağımsızlığıyla, devlet olma, hukuk devleti olmayla doğrudan ilişkili bu odakların varlığını tespit edebilmek ve bunları yok etme doğrultusunda ne yapabilirizi araştıran bir Komisyon. Bu anlayışla, şimdi, Çatlı'nın, 1980 öncesinden başlayan bir devlet ilişkisi içerisinde olduğunu görebildiğinizi ortaya koydunuz, bir fotoğraf var bu şekilde dendi. Ondan sonra, bunun uluslararası bağlantıları da devreye getirildi. Şimdi, şurada, devletin, ülkücü ideolojiyle üst üste oturmuşluğu mu söz konusu? Yani, bunu alıp, devlet bu ideolojiyi kendisine benimseyerek, bunu 1980 öncesinde kullanmış, başkaları bunu fark ederek, devletin bu politikasını yönlendirmiş, kendi çıkarı doğrultusunda Türkiye Cumhuriyetini de kullanmış mı; yoksa, bu ideolojiye mensup olan insanların içerisinden kendine uygun adamları seçmiş mi? Bu konuda bir analizinizi almak istiyorum. İkincisi, Mesut Yılmaz'ın yanında, Agâh Oktay Güner veya Yaşar Okuyan gibi arkadaşlarımızın isimlerini bahsettiler. Bu konunun üzerine gidilmesinden dolayı da mutluluk duydunuz, biz de mutluluk duyuyoruz; kamuoyunu, en azından 50 gündür böyle bir devletin içerisine girmiş olan urun varlığından haberdar etti; ama, baştaki sorduğunu, eğer, ülkücü ideoloji, devletin içerisinde, devletin ana politikası olarak alınmışsa, bu ideolojiyi belirleyen Agâh Oktay, Yaşar Okuyan veya benzeri gibi insanlarla oluşmuş olan bir siyasî partinin, bu çalışmalarında, sizin söylediğiniz bağımsızlık ve güvenlik sorununun da doğru çözümleri gösterebileceği ya da doğru hedefleri koyabileceği mümkün mü? Bunu bir sormak istiyorum. Çiller bu işin başından giderse, Türkiye kurtuluş noktasına gelmiş gibi bir son konuşma ortaya çıktı; ama, 1980-1991'den önce de Çiller yoktu, yine, benzeri olayların olduğunu biliyoruz. Çiller'in, belki, 1991 yılından sonra siyasete sokularak, daha hızlı gelişen dünya içerisinde Türkiye'yi yönlendirmek adına başka yerlerden görevlendirilmiş bir kişi olduğu mesajı da en son verdiğiniz belgelerle çıkıyor; bunu mu doğrudan doğruya söylemek istiyorsunuz? Yani, şu anda, hemen bu şapkayı kaldırırsak Türkiye belki rahatlayacak demekle. Azerbaycan olayındaki kastınız, yanlış hatırlamıyorsam, Ayvaz Gökdemir'in filan da karıştığı ve dolayısıyla, Aliyev'in Ayvaz Gökdemir'e bir ziyaretinin... O mudur, o mudur bilemiyorum, o mesele midir? 

DOĞU PERİNÇEK - Koordinatör rolü oynuyor Ayvaz Gökdemir, zaten, devlet bakanı o sırada ve Orta Asya ilişkilerinden... 

FİKRİ SAĞLAR (Devamla) - Yani, ben bilemiyorum, o mudur diye soruyorum? Benim söylemek istediğim, Sayın Çiller'i Doğru Yol Partisine alan Sayın Cumhurbaşkanı’dır, bakan yapan da Sayın Cumhurbaşkanı’dır. O zaman, daha geniş, daha yüksek mi bakacağız? Bu konuda kısaca bir açıklama yapar mısınız? 


Baltayı Budağa Vuracaksınız


DOĞU PERİNÇEK - Şimdi, bakın, bu son sorudan başlayayım. Hepimizin birbirimizi bu tür siyasal mesuliyetlerden dolayı itham etme ve eleştirme olanakları vardır ve bu eleştiriler de tabiî yapılmalı; ama, ben, şöyle bakıyorum: Bugün, bu olayın üzerine kim gidiyorsa onunla işbirliği yapmak. Cumhurbaşkanı gidiyorsa işbirliği yapmalıyız. Şimdi, Cumhurbaşkanı’nı, sen bu Çiller'i Türkiye'nin başına bela ettin diye sorgulamanın çok fazla faydasını görmüyorum; ama, bu tür eleştirmeler yapılır. Aynı şekilde, Agâh Oktay Güner'i, Sayın Yaşar Okuyan'ı, diğerlerini, bu konuda tabiî eleştirebiliriz, herkes kendi tarihinden sorumludur; ama, bugün, üzerine gittiği ölçüde onlara teşekkür etmemiz lazım. Eğer, üzerine gidilirken çelme takıyorlarsa, Mesut Yılmaz'ı başka yönlere çekmek istiyorlarsa sorumlu olurlar. Mesela, geçen gün, Sayın Agâh Oktay Güner'in bir beyanatına rastladım, hâlâ eski ülkücülüğü savunuyor falan... Bunlar, tabiî, bu kafada olursak, bu işin üzerine çok kararlı gidemeyiz anlamına gelir. Niçin Çiller? Ağaç budaktan yarılır; bakın, bir ağacı yarmak istiyorsanız, baltayı budağa vuracaksınız. Bu olayın merkezinde Çiller olduğu apaçık ortada. Onun için, Çiller giderse Türkiye kurtulmaz; ama, bunlardan temizlenmek için bir başlangıç olabilir ve önü açılır ve bugün de, önemli bir devlet makamında olduğu için bunu önlemektedir. Bakın, Ağar'ın gitmesi bir ferahlık yarattı ve birçok şeyin açığa çıkmasını sağladı. Başına isterse Çiller ailesinin İçişleri Bakanı gelsin; ama, Çiller'in gitmesi, tahkikatın genişlenmesi aydınlanması bakımından son derece olumlu şartlar yaratacaktır. Ülkücülük, Türkiye'de, daha devlet ideolojisi olamadı. Yani, 1946'dan 1950'den beri olan süreci görüyoruz, ülkücüler, tam olarak devlete hakim olamadılar; ama, çok önemli yuvalanmaları oldu, koalisyonlarla oldu, en son, Türk-İslam Sentezinin 1986 yılında Atatürk Yüksek Kurulunda, Kenan Evren'in katıldığı, resmî ideoloji olarak saptanmasıyla oldu, Milliyetçi Cephe Hükümetlerindeki ortaklıklarla oldu, bugünkü yönetimin etkileriyle oldu; ama, tam, yüzde yüz bu ülkücü denen ideoloji Türk Devletini yüzde yüz ele geçiremedi, onu saptamamız lazım. Ülkücülük, NATO konsepti içerisinde Türkiye'de, NATO'nun yan örgütü olarak geliştirilmiştir ve bir faaliyeti vardır. Bugün de görüyoruz, esas olarak, Amerika'nın Orta Asya'daki faaliyetleriyle sıkı işbirliği içindeler; ama ülkücülerin rolü ne, devletin kirli işleri bunlara ihale edildi. 


İslamî Cihad, İBDA-C, TİT Hep Kontrgerilla İlişkili Örgütler 


Bakın, bunlar devlete tam hakim olamadılar; ama, devlet, karanlık işlerini, Abdi İpekçi, hangi devletse o, Abdi İpekçi'yi öldürenler, biraz Amerikan Devleti, biraz Türk Devletinin içerisindeki bazı unsurlar, vesaire, bu tür karanlık işlerini bunlara yaptırıyorlar. Bu da, NATO yan örgütler kavrayışıyla ilgili, bütün NATO ülkelerinde bir resmi örgütler var, bir de kirli işler için üretilen yan örgütler var. Efendim, Komünizmle Mücadele Derneği, İslamî Yumruk, İslamî Cihad, İBDA-C İslamî Büyük Doğu Akıncıları Cephesi, bu tür ETKO, TİT bakıyoruz, bunlar, hep kontrgerilla ilişkili örgütler, İslamcılara da zarar veriyor, öbürüne de zarar veriyor, bu tür örgütler kullanılıyor, ülkücü de bunlardan biri olarak rol oynuyor. Ben, bir cümleyle şuraya bağlayayım. Diyorum ki, biz, birbirimiz arasındaki siyasal kapışmaları çok ön plana çıkarmayalım, bu işin üzerine yürümede bir yurtseverler cephesi yaratalım. Benin önerim bu. Biz, size, sürekli elimize gelen bilgileri, belgeleri aktaracağız, göndereceğiz ve Komisyona büyük başarılar diliyorum, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu olayı siyasî bir olay olarak ele almasını, bir savcılık veya mahkeme gibi ele almamasını, siyasî bakmasını talep ediyorum, hem bir parti genel başkanı hem de yurttaş olarak. 

BAŞKAN - Geldiğiniz için çok teşekkür ederim Sayın Perinçek.