1960’larda Merkez Sağdaki Kürt-İslamcılar
YAZAN; Kaya Ataberk
|
|||
Barzani’ye kırmızı pasaport verip, “federasyon” çıkışı yapan Özal’dan, Barzani müttefiki olup ilk terk ettiği devlet politikası Kıbrıs olan AKP’ye kadar geleceğin birçok gelişmesinin anahtarı bu mektuptur aslında.
Ve yine yıllarca PKK’yı destekleyen güçlerin bu mektubu yazdıranlarla aynı olduğu da açıktır.
DP’nin devamcısı iki
parti: AP ve YTP
27 Mayıs 1960 askerî müdahalesinin üzerinden çok zaman geçmeden merkez
sağ ve Kürt-İslamcılık kendini toparlamıştı. Müdahalenin ardından askerlerin
oluşturduğu hükümetlerin ardından 1961 sonbaharında seçimler yapılmıştır.
Seçimlerden biraz önce, 1961 Şubatında kurulan iki parti DP’nin devamı olarak
sahneye çıkmışlardı. Bunlardan ilki ve daha uzun soluklu olarak Türk
siyasetinde etkili olacak olanı Adalet Partisi’ydi. AP’nin 11 Şubat 1961’deki
kuruluşundan iki gün sonra (13 Şubat) ise Yeni Türkiye Partisi, Ekrem
Alican’ın genel başkanlığında kurulmuştu. AP’nin ilk genel başkanı emekli
Orgeneral Ragıp Gümüşpala’ydı. Onun ölümü üzerine bir süre Saadettin Bilgiç
başkanlığı yürütecekti. Fakat 1964’te yapılacak kongrede yerini Süleyman
Demirel’e bırakarak asıl şekline ulaşacaktı.
1961 yılında yapılan ilk seçimlerde CHP birinci parti oldu ama tek başına
hükümet kuramadığı için AP ile ilk koalisyon gerçekleşti. Artık 1980’lere
kadar sürecek bir koalisyon hükümetleri dönemi açılmıştı. İsmet İnönü’nün
Başbakan olduğu bu 26. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti fazla uzun ömürlü olmadı
ve 1962 yılının Haziran ayında yerini CHP, YTP ve Cumhuriyetçi Köylü Millet
Partisi’nin katılımıyla oluşan yeni bir koalisyona bıraktı. Bu kabinede
YTP’den Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı olarak görev yapan Dr. Yusuf Azizoğlu
bizim için özelikle dikkat çekicidir.
Dr. Yusuf Azizoğlu ile
yeniden açılan Kürt-İslamcılık sayfası
Yusuf Azizoğlu 1917’de Diyarbakır Silvan’da doğmuştu. Yörenin “ağa”
ailelerinden birindendi. Büyük toprakları vardı. Daha İstanbul’da Tıp
Fakültesi öğrencisiyken ilk Kürtçülük faaliyetlerine girişmişti. Başkanlığını
yaptığı Doğu Talebe Yurdu bu etkinliğin odağıydı. Birlikte bu kuruluşu
yaptıkları kişiler ise Faik Bucak, Mustafa Remzi Bucak ve Musa Anter’di.
Yusuf Azizoğlu, ilk olarak 1950’de DP’den Diyarbakır milletvekili
olmuştu. Esat Cemiloğlu ve Mustafa Remzi Bucak ile birlikte DP’nin esas
Kürtçü ekibini oluşturan kişilerden birisiydi. Daha sonra YTP’nin kuruluşunda
yer aldı. Bakan olduktan sonra da tabii ki Kürtçü eğilimi asla değişmemişti.
Özellikle İsmet İnönü’nün ciddi tepkisini çekmişti. Bu ve benzeri sebeplerden
CHP-YTP hükümeti de çok uzun ömürlü olmayıp, iki sene bile ayakta kalmadan
dağılacaktı.
Fakat Yusuf Azizoğlu’nun bakan olmasının özel bir önemi vardı. Ağaların,
aşiret reislerinin, Nakşî şeyhlerinin kısacası Kürt-İslamcılığın sayfası
yeniden açılmış oluyordu. Bir süre sonra AP’nin yıldızının Demirel’le
parlamaya başladığı yıllarda YTP oylarının büyük çoğunluğunu buraya kaptırdı.
Bu arada Ekrem Alican genel başkanlıktan çekilmiş, yerinde Yusuf Azizoğlu
geçmişti. Onun elinde YTP doğrudan doğruya bir etnik partiye dönüştürülmek
istendi. Fakat bunun için henüz erkendi. Bir süre sonra YTP sahneden
çekilecek, Yusuf Azizoğlu ise 1970’te ölecekti.
Bu yıllarda Yusuf Azizoğlu’nun eski arkadaşı olan ve yurtdışına çıkmış
bulunan Mustafa Remzi Bucak ise Türkiye’ye yazdığı mektuplarla Kürtçülüğe
devam edecekti.
Mustafa Remzi Bucak ve
Barzani etkili Özerklik söylemi
Daha önceden de belirttiğimiz gibi 1960’lı yıllarda Irak’ta Barzani
hareketinin yükselişi Türkiye’deki Kürt-İslamcılar üzerinde de etkili
oluyordu. Bir taraftan Barzanilerin Nakşî şeyhi olması Kürtlerin İslamcı
kanadını etkilerken, bir taraftan da dönem dönem Sovyet desteği almaları da
sözde bir “Ulusal Kurtuluşçuluk” görünümü altında sola da sızmalarına neden
oluyordu. Yani Barzani uzantıları bir taraftan Kürt-İslamcılar üzerinde
etkili olurken Doğuda kurulan “sol” görünümlü Kürt dernek ve hareketlerinin
de bir şekilde içinde yer alıyorlardı. Barzani’nin toplamdaki etkisi ise
Kürtçülerin tümünün “özerklik” ve “federasyon” söylemlerini dile getirmeleri
olacaktı. Bunun ilk sinyallerini veren Mustafa Remzi Bucak oldu. Onun eski
arkadaşlarından ve akrabası olan Faik Bucak’ın ilk TKDP kurma denemesini yapan
isim olduğunu da dikkatimizden uzak tutmamalıyız.
Mustafa Remzi Bucak, Arkadaşı Yusuf Azizoğlu’na 1961’de şunları
yazıyordu:
“Bugün uyanmış ve uyandırılmış –ister harici tesir ve ister dâhil kötü
idarelerin tabii neticesi olsun- bir Kürtçülük cereyanı Hakkâri’den
Erzurum’a, Diyarbakır’dan, Urfa’dan Van ve Bitlis’e sirayet etmekle kalmamış;
Ankara’nın Altındağ mahallesinden Konya’nın Cihanbeyli’sine, İstanbul’un
Zeyrek semtinden Haymana’ya kadar, bütün Kürt, Hamalıyla, Ağasıyla, Çobanı
ile Şeyhi ve Talebesi ile tamamen kendi milliyetini idrak etmiş
bulunmaktadır.”
Bu tespitler görüldüğü gibi çok nettir. Artık Kürt-İslamcı söylemin
dışında gözüken ama onun farklı bir versiyonu olan bir Kürt ırkçılığı da
ortaya çıkmıştır. Mustafa Remzi Bucak’ın “ister harici tesir” diyerek
belirttiği gibi önemli bir Barzani etkisi de bu işin içindedir. Kurtuluş
Savaşı ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki isyanların ardından “Bağımsızlık”,
“Özerklik”, “Federasyon” söylemlerini pek kullanmayan ağa-şeyh-reis çevresi
artık tekrar bunları seslendirmeye de başlayacaktır. Kürt-İslamcılar iki
kanat hainde yollarına Sağlı, “Sollu” devam edeceklerdir.
İnönü’ye gelen iki
mektup:
1- Johnson’dan Kıbrıs,
2-Bucak’tan Özerklik Mektubu
Mustafa Remzi Bucak, 27 Mayıs’tan hemen önce (yirmi gün kadar) Türkiye’den
ayrılıp ABD’ye gitmişti. Bir haber mi almıştı? Neden ABD’ye gitmişti? Bu
zamanlamada bir keramet mi vardı? Bunlar ayrı mesele…
İşin daha da ilginç bir yanı vardı: 5 Haziran 1964’te ABD Başkanı
Johnson, İsmet İnönü’ye Kıbrıs meselesinde Türkiye’nin müdahalesini
engellemek için meşhur “Johnson Mektubu”nu göndermişti. Mektup diplomatik bir
kriz yaratıyor, Türkiye’ye karşı açıkça Rum-Yunan tarafını tutuyordu. Bu
mektubun üzerinden sadece yedi ay geçtikten sonra (3 Ocak 1965) ise Mustafa
Remzi Bucak yine İnönü’ye “federasyon mektubunu” New York’tan gönderiyordu.
Üstelik mektubunun en can alıcı kısmı olan son bölümünü Kıbrıs’a bağlayarak…
Türkiye, Kıbrıs’ta Türkler için federasyon istiyorsa, Kürtler adına da o
Türkiye’den federasyon isteyecekti:
“Kısaca, zat-ı devletinizin, alt tarafı seksen bin Kıbrıslı Türkçe
konuşan zümre için düşünüp uygun gördüğünüz şekl-i idarenin, yani FEDERATİF
bir tarzı idarenin, bizzat Türkiye Cumhuriyeti hudutları içinde yaşamakta
bulunan SEKİZ milyonluk Kürt camiası için de kabul ve tatbiki elzemdir…
Cumhuriyet’in onuncu yılı münasebetiyle sokaklara asılan afişler arasında
bilhassa bir tanesi çok manidardır: DURMAYALIM DÜŞERİZ! Evet Sayın İnönü,
eski, sakat ve sakim, merkeziyetçi, ana dili Türkçe olan unsurdan başkasına
hayat hakkı tanımayan, köhnemiş, müptezel milliyetçilik tarz-ı idarede ısrar
etmeyiniz. Zira geçen her gün devletin düşüp parçalanmasını biraz daha tacil
edecektir. Federatif Kürt-Türk Cumhuriyet Devleti’ni görmek ümit ve temennisi
ile ruhum benim üç yüz sene, dört yüz sene, beş yüz sene bekler. Verba
voluente, scriptum manente… En derin saygılarımızla…”
Aslı “Verba volant, scripta manent” olan ve “Söz uçar yazı kalır”
anlamına gelen Latince deyimle biten bu mektup gerçekte radikal bir Kürtçünün
bireysel çıkışı değildi tabii. Kıbrıs Türklerini “alt tarafı seksen bin
Kıbrıslı Türkçe konuşan zümre”, Türkiye Türklerini ise “ana dili Türkçe olan
unsur” olarak tanımlayan Bucak’ı konuşturan gücün başta ABD olmak üzere
Barzani, SSCB, Yunanistan vs. uluslararası odaklar olduğu açıktır. Özellikle
ABD tarafından himaye edilen Bucak’ın mektubu bu çerçevede çok anlam kazanır.
Barzani’ye kırmızı pasaport verip, “federasyon” çıkışı yapan Özal’dan,
Barzani müttefiki olup ilk terk ettiği devlet politikası Kıbrıs olan AKP’ye
kadar geleceğin birçok gelişmesinin anahtarı bu mektuptur aslında. Ve yine
yıllarca PKK’yı destekleyen güçlerin bu mektubu yazdıranlarla aynı olduğu da
açıktır.
1961-1969 dönemi:
Kürt-İslamcıların AP’li Yılları
27 Mayıs 1960’ın ardından gelen ilk üç seçim Kürt-İslamcılar açısından
AP’li yıllar anlamına geldi. 1961, 1965 ve 1969 seçimlerinde Kürt-İslamcılar,
aşiretlerin ve Nakşî şeyhlerinin yönlendirdiği doğu ve güneydoğu oyları
genellikle AP’de toplandı. Değindiğimiz gibi YTP’nin etkisi zayıf kalmıştır
ve zaman içinde AP tarafından yutulmuştur. Doğunun dışında, Anadolu’nun diğer
bölgelerinde ve büyük şehirlerde de Nakşî çevreleri ve artık etkisi artmaya
başlayan Nurcu gruplar da AP’ye oy verdi bu dönemde. AP de bu çevrelerin
tümünün temsilcilerini Meclise taşıdı.
Fakat 1969 itibariyle AP’nin sağdaki bu hegemonyası iki açıdan
kırılacaktı. 1969 Genel Seçimlerinde Necmettin Erbakan Konya’dan bağımsız
milletvekili olarak seçilmeyi başaracak, 1970’te ise MNP ( MİLLİ NİZAM PARTİSİ ) ile yoluna devam
edecekti.
Bu cemaatlerin bir kısmını bu daha radikal çizgiye transfer
edecekti. Diğer taraftansa 1969 yılında CKMP ( CUMHURİYETÇİ KÖYLÜ MİLLET PARTİSİ ) adını MHP ( MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ ) olarak değiştirecek, ( ADALET PARTİSİ ) AP’ye oy veren sağ kesime ortak olacaktı. Fakat Kürt-İslamcılar için
1970’lere kadar asıl adres yine de AP olarak kalmaya devam edecekti.
..
|