TÜRK DIŞ POLİTİKASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRK DIŞ POLİTİKASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Aralık 2016 Perşembe

IRAK-ABD GÜVENLİK ANLAŞMASI SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKASI VE IRAK’IN KUZEYİ



IRAK-ABD GÜVENLİK ANLAŞMASI SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKASI VE IRAK’IN KUZEYİ 



Iraklı Kürt liderlerin, Ortadoğu’ya istikrar ihraç eden ülke konumunda olan Türkiye’nin sunduğu fırsatları daha iyi değerlendirmeleri gerekiyor. 

İnceleme
Burak Bilgehan Özpek 
Ortadoğu Analiz Editörü 
burakbilgehanozpek@orsam.org.tr >

Türkiye’nin Irak için hayati olan ekonomik rolünü, PKK terörü, Kerkük’ün nihai statüsü ve Türkmen toplumunun hakları gibi konular gündemdeyken bile politize etmemesi, istikrardan yana olduğunu ve revizyonist bir ajandası olmadığını göstermiştir. 

Giriş 



Irak ve ABD hükümetleri arasında 16 Kasım 2008’de imzalanan Güvenlik Anlaşması (Status of Force Agreement-SOFA), temel olarak Irak’ta bulunan 150.000 Amerikan askerinin gelecekteki statüsünü düzenlemektedir. Güvenlik Anlaşması, 27 Kasım 2008’de, Irak parlamentosu tarafından 35’e karşı 149 oyla kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir. Anlaşmada öne çıkan maddeler şu şekildedir: 

-Irak’taki Amerikan güçleri Irak hükümetinin otoritesi altına girecektir. 
-ABD askerleri 2009 ortasına kadar Irak’ın şehirlerinden ve kasabalarından; Aralık 2011’e kadar ise Irak’ın tamamından çekilecektir. 
-ABD, halihazırda kullanmakta olduğu üsleri 2009 yılı içinde Irak hükümetine devredecektir. 
-ABD askerleri, Irak hükümetinin izni olmadan evlere baskın yapamayacaktır. 
-ABD, Irak’ın komşularına yapacağı herhangi bir saldırıda Irak topraklarını üs olarak kullanamayacaktır.1 

Anlaşılacağı üzere, önümüzdeki dönem Irak siyasi arenasının, ABD’nin askeri varlığının olmadığı senaryolarla şekilleneceği beklenmektedir. 
Bu durumun, kaçınılmaz bir şekilde Türkiye ile Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim arasındaki ilişkileri de etkileyeceği tahmin edilmektedir. Bu makale temel olarak Güvenlik Anlaşması sonrası Türkiye ile Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim arasındaki ilişkilerin nasıl seyredeceğini tartışmayı amaçlamaktadır. Bunu yaparken ilk olarak, 2003 yılındaki ABD işgali sonrası, Irak iç politikasında Kürt grupların pozisyonlarındaki evrilme süreci ele alınacaktır. Daha sonra, Türk dış politikasının değişen süreçlere verdiği tepkilerin analizi yapılacaktır. Son olarak, Türkiye ile Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim arasındaki ilişkinin gelecekte tecrübe edebileceği süreçler özetlenmeye çalışılacaktır. 

2003: Iraklı Kürtler için Bir Milat 

ABD’nin Saddam rejimine karşı 2003 yılında başlattığı operasyondan sonra Irak’ta yeni bir sayfa açılmış ve ülkedeki etnik ve dini grupların kendilerini yönetimde daha fazla ifade etmeleri için uygun bir zemin oluşmuştur. Bu süreçte, KDP (Kürdistan Demokratik Partisi) ve KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) öncülüğündeki Kürt gruplar ise, koalisyon güçlerine verdikleri desteğin neticesinde Saddam sonrası Irak siyasi arenasında kilit rol oynayan birer aktör haline gelmiştir. Irak’ın anayasasında federasyon ibaresinin yer alması ve hemen akabinde Irak’ın kuzeyinde, KDP ve KYB yönetiminde bir federasyon kurulması bu döneme tesadüf etmektedir. 15 Ekim 2005’te daimi anayasanın kabul edilmesi ve aynı yıl 15 Aralık’ta yapılan parlamento seçimlerinde Kürt grupların elde ettiği net başarı, Irak’ın kuzeyindeki yapının hem resmi bir altyapı 
kazanmasını hem de siyasi varlığını pekiştirmesini beraberinde getirmiştir.2 

Irak’ın federasyon olmasının ardından kuzeydeki bölgesel yönetim (IKBY) kurulmuştur. Bu tip resmi avantajların ötesinde, Iraklı Kürt grupların 
kendi bölgelerinde sağlamayı başardıkları istikrar ABDli yetkililer tarafından operasyonun bir başarısı olarak algılanmış ve sürekli takdir edilmiştir. 
ABDli yetkililerin bu olumlu tavrı Kürt yetkililerin umutlanmasına ve nihai hedef olarak belirledikleri bağımsız bir devlete sahip olmak için adımlar atarken daha kararlı davranmalarına yol açmıştır.3 

Ne var ki bu noktada, bölgedeki çatışma potansiyelleri, IKBY’nin bağımsızlık umutlarının önündeki en büyük engel olarak kendini göstermiştir. 


< Herkes gibi Iraklı Kürtlerin de istikrar ve huzura ihtiyacı var. >

IKBY’nin izlediği ve adım adım bağımsız bir devlete doğru giden dış politika, kendi toprakları içerisinde Kürt kökenli nüfus barındıran Türkiye, İran ve Suriye’nin itirazıyla karşılaşmıştır. Bu devletler, sponsorluğunu uluslararası tanınmışlığı olan bağımsız bir Kürt devletinin üstlendiği etnik temelli problemlerle uğraşmak istememektedirler. 

Başka bir deyişle, bu devletler kendi topraklarında yaşayan Kürt nüfusun, IKBY’nin bölgesel etkinliğini arttırmak için kullanacağı bir dış politika aracına dönüşmesinden imtina etmektedirler.4 2003 yılından itibaren, IKBY’nin bağımsız bir devlet olma arzusunu devamlı yinelemesi, bölgede Kürt nüfusa sahip ülkelerle işbirliğine gitmemesi hatta zaman zaman bu ülkelerdeki Kürtleri mobilize edebileceğini ima ederek tehditlerde bulunması, zaten istikrarsızlık üreten ve uluslararası sisteme tutunmaya çabalayan Irak için farklı bir gerilim kaynağı olmuştur.5 2003 sonrası dönemde, IKYB ile Kürt nüfusa sahip komşu ülkeler arasında yaşanan tansiyonun temel sebebi, Saddam sonrası süreçte oluşmaya başlayan bölgesel dengenin, zero-sum game şekilinde ortaya çıkması ve taraflardan birinin kazancının diğerlerinin kaybına yol açacağı gerçeğidir. 

1 Mart ve Üç Kişi Kalabalıktır Dönemi 

1 Mart 2003 tarihinde, TBMM, Türkiye’nin ABD önderliğinde koalisyon güçlerine katılmasına ve koalisyon güçlerinin Türk topraklarını kullanarak operasyon yapmasına izin vermemiştir. Bu karar kategorik bir karşıtlıktan ziyade, hem ABD’nin Ortadoğu’daki tek taraflı politikalarına bir tepki hem de Türkiye’yi Irak Savaşı’ndan ve yaşatacağı sosyal, siyasal ve ekonomik problemlerden uzak tutma isteğiyle açıklanabilir. Ne var ki, Saddam sonrası Irak’ta federe bir siyasi statü elde eden ve otonomisini devamlı genişletmek, hatta bağımsızlık düzeyine çıkarmak isteyen Bölgesel Yönetim, izlediği agresif politikalarla Türk dış politika mekanizmalarını rahatsız etmeyi sürdürmüştür. 

 < Irak’ta istikrara ihtiyaç duyan ve mevcut statükonun korunmasını isteyen gruplar kendilerini, bölgedeki yayılmacı devletlere ve bu devletlerin Irak içindeki uzantılarına karşı korumak istiyorlarsa, Türkiye’nin işbirliğine mutlaka ihtiyaç duyacaklardır. >

2003 yılından sonra, resmi IKBY binalarının duvarlarını Türk topraklarını da kapsayan sözde “Büyük Kürdistan” haritalarının kaplaması, bölgesel yönetimin lideri Mesud Barzani’nin, Türkiye’de yaşayan Kürtlerin problemlerinden bahsetmesi ve Türkiye’de yaşayan Kürtlerle olan ilişkisinin ne derece yakın olduğunu ima etmesi, Türkiye’nin rahatsızlığının temel sebebidir. 

Türkiye ile Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim arasındaki bir diğer temel kriz ise Kerkük vilayetinin nihai statüsü ile ilgilidir. Türkiye, Ortadoğu coğrafyasında uzun vadeli istikrar ve barışın temin edilmesi için tek taraflı oldubittilerin engellenmesi gerektiğine inanmıştır. Bu dönemde Türkiye bölgedeki ilişkilerini anarşik bir yapı üzerinde tanımlamayı reddetmiş, kaybetmemek için kazanmak politikasının ve daimi bir revizyonist dış politika psikolojisinin uzun vadeli gerginlikler üretebileceğini düşünmüştür. Bu olumsuz yaklaşımları kendisi benimsemediği gibi Irak’ın kuzeyindeki yapının da benimsemesini engellemeye çalışmıştır. Türkiye’nin bu dönemde sarf ettiği gayretin iki temel sebebi vardır. 

İlk olarak, Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin Kerkük ile sadece petrol rezervleri için ilgilendiği düşüncesi öne çıkmıştır. Buna göre, Kerkük’teki petrol rezervlerini elde eden Kürt gruplar, ekonomik olarak hem daha güçlü olacak hem de petrol sahibi diğer Ortadoğu yönetimleri gibi dokunulmazlık kazanacak, tolere edilebileceklerdir. Bu noktada, Kerkük sorunu, Ortadoğu’nun geleneksel petrol politikalarının dışında tutulmaya çalışılmış ve bu konuda kazanımlardan çok bölgesel barışa vurgu yapılmıştır. 
Diğer bir ifadeyle, ulus devlet kurmak isteyen her otoriter Ortadoğu liderinin gönlünden geçen geniş petrol rezervlerine sahip olma düşüncesi engellenmeye çalışılmıştır. Zira, petrol rezervlerine sahip bir bölgesel yönetimin zenginleştikçe agresifleşmesi, irredentist bir politika izlemeye başlaması ve sahip olduğu enerji kaynaklarına dünyada duyulan ihtiyaç yüzünden uluslararası toplumun gereken şiddette tepki vermeye çekinmesi ihtimalleri Türkiye tarafını bu gayreti göstermeye itmiştir. 

İkinci olarak, Kerkük’teki çok etnisiteli yapının göz ardı edilmesi ve Kerkük’ün nihai statüsünün tek taraflı ve zor kullanılarak belirlenmesinin yaratacağı çatışma ortamı, Türkiye tarafından kabul edilemez bir durum olarak görülmüştür. Zira, Kerkük sorununun adil ve barışçıl olmayan yollarla çözülmesi, Türkmenlerin, Arapların ve Kürtlerin kendilerini bir iç savaşın içinde bulmalarına sebep olabilir. Bu durum ise sadece Kerkük’ün değil tüm bölgenin sorunu olacaktır. 

Türkiye’nin bu hassasiyetlerinin Barzani tarafından karşılık bulmaması ve KBY liderinin bu konuyu ısrarla hassaslaştırarak bir sine qua non 6 noktasına getirmesi üstelik Türkiye’nin bölgede yaşayan Türkmen grupların temel hak ve hürriyetlerine karşı gösterdiği duyarlılığı önemsememesi, Türk dış politika yapıcılarının rahatsızlığını arttıran diğer noktalar olarak göze çarpmıştır. 

Son olarak, Türkiye ile Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim arasındaki ilişkiler, 2003 yılından sonra artan PKK saldırılarıyla beraber tamamen 
kopma noktasına gelmiştir. Birçok Türk siyasetçisi, bürokratı ve entelektüeli bu saldırıları Barzani’nin bağımsızlık ve egemenlik tutkusuna bağlamıştır. 



 < Türkiye’nin katı güç enstrümanlarını kullanmaktaki isteksizliğinin daha ne kadar süreceği biraz da Kürt yönetimine bağlı. >

   Bu çevrelere göre Barzani, bölgesindeki PKK teröristlerini lojistik olarak desteklemekte, onlara güvenli bir sığınak sağlamakta ve Türkiye’yi Irak’tan uzak tutmayı amaçlamaktaydı. 
Bu görüşe göre, Türk-Amerikan ilişkilerinin geçirdiği dönem ne kadar dalgalıysa Kürt gruplar da ABD hükümeti ile o denli süt liman ilişkiler kurmuştu. 
Bu durum ise, Kürt grupların daha rahat ve kendinden emin davranmasını sağlıyordu. Taraflar arasındaki bu gerginlik 2007 yılına kadar sürmüş ve çok sayıda spekülasyona sebep olmuştur. 

Buzların Çözülmesi: Diplomasi Dönemi

2003 sonrası dönemde Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin sergilediği saldırgan dış politika stratejisi karşısında, Türk dış politikası üç yeni adım atmayı başarmıştır. Bu adımlar sayesinde, ABD’nin Irak işgalinden sonra Türkiye ile kuzeydeki bölgesel yönetim arasında oluşan gerginlik ve bu gerginliğin Türkiye’nin diğer dış politika gündemlerine yaptığı baskı, etkisini tedrici olarak kaybetmeye başlamıştır. 

Türkiye ilk olarak, yaşadığı bölünme stresini meseleyi bir güvenlik politikası haline getirerek değil politikleştirerek çözmeye çalışmıştır.7 Daha kapsamlı bir ifadeyle söylemek gerekirse, Türkiye kendi toprakları içerisinde yaşayan Kürt kökenli vatandaşların sorunlarının, Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim tarafından araçsallaştırılmasını ve Türkiye için bir güvenlik tehdidi olarak öne çıkmasını önlemek istemiştir. Bu noktada, Kürt kökenli vatandaşların talep ve endişeleri zaten süre giden Avrupa Birliği süreciyle beraber ciddi bir şekilde ele alınmış ve politik bir sürece sokulmuştur. Bu taleplerin istismar edilmesinin ve bir güvenlik tehdidine dönüşmesini engellemenin tek yolunun, Kürt kökenli vatandaşların sorunlarını politik yollardan ifade edebilmelerinin önündeki engellerin kaldırılması olduğuna inanılmıştır. Buradaki nihai amaç, Kürt 
kökenli vatandaşların kendilerini rahatça ifade edebildikleri ve kültürel haklarını muhafaza edebildikleri bir ülkede yaşamayı tercih etmeleridir. 
Soğuk Savaş sonrası Avrupa Birliği’nin benimsediği güvenlik politikası da bu tarz post-modern yaklaşımları öngörmektedir.8 Zira devletlerin ulusal çıkarları için bireylerin temel özgürlüklerini kısıtlamaları ve katı güç enstrümanlarına başvurmaları çok daha büyük güvenlik sorunları yaratabilmektedir. 

İkinci adım ise, 2003 yılında gerçekleşen Irak operasyonu sonrası dalgalı bir seyir izleyen Türk-Amerikan ilişkilerini, yoğun bir diplomasi ile istikrara 
kavuşturma çabası olmuştur. TBMM’nin 1 Mart 2003 tarihinde, Irak’ta ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerine katılmayı reddetmesi ve koalisyon güçlerinin Türkiye topraklarını kullanarak operasyonlarını yürütmesine izin vermemesi üzerine Türk-Amerikan ilişkileri günden güne kötüleşmiştir. 

<  Bölgesel yönetim, Güvenlik Anlaşması sonrası durumdan tehdit algılar, bölgesini militarize eder ve terör ihraç ederek meşruiyet kazanmaya çalışırsa, Türkiye ile arasında yeni bir güvenlik ikilemi daha yaratmış olur. >

  Birçok ABD yetkilisi Amerikan ordusunun Irak’taki kayıplarından dolayı Türkiye’yi sorumlu tutarken, Türkiye’de siyasetçilerin, bürokratların, dış politika uzmanlarının, medyanın ve kamuoyunun büyük kısmının ortak görüşü, PKK’nın ABD tarafından kayrılan Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim tarafından desteklendiği yönünde olmuştur. Taraflar arasındaki güvenin kaybolması ve Türkiye’nin güneydoğuda, Amerikalıların ise Irak’ta yaşadığı asker kayıplarından dolayı birbirlerini sorumlu tutmaları neredeyse yarım asırdan beri taraflar 
arasında devamlı vurgulanan “stratejik ortaklık” konseptine gölge düşürmüştür 

Bu yanlış algılamanın ortadan kalkması ve ilişkilerin eski netliğine geri dönmesi için başlayan süreç olumlu sonuçlar vermiştir. Bu süreçte taraflar, Irak’ın geleceği için PKK’nın istikrarı bozan bir unsur olduğu konusunda mutabık kalmıştır. 2007 yılının Kasım ayında ise ABD, PKK’nın Irak içinde tespit edilen faaliyetlerinin istihbarat bilgilerini Türkiye’yle anında paylaşmayı garanti etmiştir. Gelinen noktada, tarafların birbirlerini anlama ve algılama sorununun nispi olarak zayıfladığı iddia edilebilir. Zira, bu sürecin sonunda, Türkiye, PKK ile mücadelesinde önemli bir adım atmış oldu. Bunun da ötesinde, ABD ile Türkiye arasında tesis edilen bilgi paylaşımı mekanizması, tarafların işbirliği yapabilecekleri sınırlı ve somut bir alanı keşfetmiş olmaları bakımından ilgi çekicidir. Zira, Türkiye ve ABD 2006 yılında işlevi ve amacı son derece 
soyut olan bir terörle mücadele mekanizması kurmuş ve bu mekanizmanın başına da her iki ülkeden emekli generaller getirilmişti. Ne var ki, bu mekanizma hiçbir varlık gösterememiş ve somut bir başarı üretememişti. 2007 yılının Kasım ayında başlayan istihbarat paylaşımı anlaşması ise, tarafların somut ve sınırlı işbirliği çerçevesine işaret etmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’den askeriler ve sivil siyasetçiler, yeni kurulan paylaşım mekanizmasından övgüyle bahsetmişlerdir. İki ülke arasındaki ilişkiler, tarihinin en sıcak günlerini yaşamasa da, 2003 yılının hemen ardından ortaya çıkan keskin ayrılıklar ve şüpheler bir nebze olsun hafiflemiştir. 

Son olarak Türkiye, Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim ile yeni bir diplomatik süreç başlatmıştır. 2008 yılının Mart ayında Kürt kökenli Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Bu ziyaret, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki PKK hedeflerine Şubat ayında düzenlediği askeri operasyonlardan sonra gerçekleşmiş ve Türkiye-Irak ilişkilerinde açılan yeni bir sayfa olarak değerlendirilmiştir. Aynı yılın Ekim ayında, Türk diplomatlar Mesud Barzani ve diğer IKBY yetkilileri ile Bağdat’ta görüşmeler yapmış ve terörle mücadele konusunda Türkiye’nin önceliklerini ve hassasiyetlerini anlatmışlardır. Bu görüşmenin bir benzeri 11 Ocak’ta gerçekleşmiş, Türkiye’nin Irak Özel Temsilcisi Elçi Murat Öz-çelik, Erbil’de Neçirvan ve Mesud Barzani ile bir araya gelmiştir. Bu görüşmelerin ayrıntıları dışarıya sızmasa da, basında görüşmeler esnasında 
bölgesel ilişkilerin ve Güvenlik Anlaşması’nın tartışıldığı haberleri yer almıştır.9 

Bu diplomatik temaslar her şeyden önce, PKK’yı Irak’ın kuzeyinde izole etmeyi ve radikalleştirmeyi amaçlamaktadır. Bunu yaparken, Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetime karşı 2003 yılından itibaren sürdürülen duygusal karşıtlık aşılmış ve reel politiğe geri dönülmüştür. Irak’taki merkezi hükümetten fiili olarak bağımsız hareket etmeyi başaran kuzeydeki yönetim ile yeni bir diyalog süreci başlatılmış ve ortak ve somut bir nokta aranmıştır. Türkiye’nin son iki sene içerisinde geliştirdiği üç boyutlu strateji, “Güvenlik Anlaşması” sonrasında daha da önemli sonuçlar doğuracaktır. 

Sonuç Yerine: Güvenlik Anlaşması ve Sonrası 

Türkiye’nin Irak için hayati olan ekonomik rolünü, PKK terörü, Kerkük’ün nihai statüsü ve Türkmen toplumunun hakları gibi konular gündemdeyken bile politize etmemesi Türkiye’nin istikrardan yana olduğunu ve revizyonist bir ajandası olmadığını uluslararası kamuoyuna göstermiştir. 
Bunun da ötesinde, bölgesel sorunların çözümü için çok taraflı anlaşmalardan yana tavır alması ve kısa vadeli oldubittilerle gerilmeye her zaman müsait bir bölge istememesi, Ortadoğu coğrafyasında ender rastlanan bir politika olarak görülmüştür. Ne var ki, Türkiye’nin işbirliğine ve istikrara önem veren bu tavrı, Güvenlik Anlaşması sonrası, Türkiye’nin bölgedeki barış ve güvenlik üreten rolünü daha da ön plana çıkartacaktır. Zira, Amerikan askerlerinin Irak’tan çekilmesiyle beraber Irak iç siyasetinde gruplar arası gerginlikler başlayabilir. Bunun da ötesinde, İran, Suriye ve Suudi Arabistan gibi çevre ülkelerin Irak’ın içişlerine karışma konusunda çok hevesli davranmayacaklarının garantisi 
de yoktur. Olası bir kaos hali, şu anda elde ettiği konumu ABD ile olan ittifakına borçlu olan Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim için de kaçınılmaz olarak 
olumsuz sonuçlar doğuracaktır. 

Irak’ta istikrara ihtiyaç duyan ve mevcut statükonun korunmasını isteyen gruplar kendilerini, bölgedeki yayılmacı devletlere ve bu devletlerin 
Irak içindeki uzantılarına karşı korumak istiyorlarsa, Türkiye’nin işbirliğine mutlaka ihtiyaç duyacaklardır. Bu durum, Irak’ın kuzeyindeki bölgesel 
yönetim için de geçerlidir. 

Sonuç olarak, 

Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim ile olan ilişkiler, Türkiye’nin Avrupa dış politika kimliğini benimseyebilmiş bir devlet olarak kendini kanıtlaması bakımından da önemlidir. IKBY’nin yürüttüğü, terörizme göz yumarak politik güç ve petrol elde etmeyi uman Ortadoğu tarzı tipik dış politikaya karşın, Türkiye 
problemleri diplomasi ve demokrasi çerçevesinde çözmekte ısrarcı davranmıştır. Bu sayede, Türkiye uluslararası toplumun, özellikle ABD ve AB’nin desteğini alabilmiştir. Ne var ki, Türkiye’nin katı güç enstrümanlarını kullanmaktaki isteksizliğinin daha ne kadar süreceği biraz da IKBY’nin ABD sonrası Irak’taki realiteleri kavramasına bağlıdır. Eğer Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim, Güvenlik Anlaşması sonrası durumdan tehdit algılar ve Türkiye ile işbirliğine gitmek yerine bölgesini militarize ederse ve terör ihraç ederek meşruiyet kazanmaya çalışırsa, Türkiye ile arasında yeni bir güvenlik ikilemi daha yaratmış olur. Böylesi bir durumda, Türkiye’nin diplomasi, yumuşak güç ve diyalog 
ısrarını daha ne kadar sürdüreceği sorusu sıkça sorulmaya başlanacaktır. 

DİPNOTLAR ;

1 “Iraq Cabinet Backs US Troops Deal”, 16 Kasım 2008, 
http://news.bbc.co.uk/2/hi/in_depth/7731971.stm, ( Son: Erişim: 15Ocak 2009) 

2 Murat Yetkin, “Irak’ta Kürt Federasyonu MGK’da”, Radikal, 25 Aralık 2005 

3 “Barzani: Bağımsız Kürt Devleti Kurulacak”, Hürriyet, 31 Ocak 2005 

4 İhsan Dağı, Turkey Between Democracy and Militarism, Ankara, Orion, 2007, ss 147-181 

5 Ibid. 

6 Olmazsa olmaz 

7 Ole Waever ve Barry Buzan, Regions and Powers, Cambridge, Cambridge University Press, 2006, ss 483-485 

8 Ali Karaosmanoğlu, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği Açısından Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri”, Doğu Batı, 4:14, 2001, ss 157-166 

9 “Özçelik, Barzani ile Görüştü”, Taraf, 12 Ocak 2009. 


***