REFERANDUM ve ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ.,
İktidar, Demokrasiden Uzaklaşıyor.,
Yekta Güngör Özden
EYLÜL 2010 SAYI: 26
2 Mart 1988 tarihinde Anayasa Mahkemesi Başkanvekilliği, 8 Mayıs 1991 ve ardından 25 Mayıs 1995’te ikinci defa Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yaparak,
1 Ocak 1998 tarihinde emekli olan Sayın Yekta Güngör Özden ile Anayasa değişiklik paketinin hazırlanış-sunuş sürecini ve referandum sonucuna dair öngörülerini konuştuk.
Anayasa değişikliği evrelerinde demokratik yollara özen gösterilmediği gibi içeriğin, yargıyla ilgili bölümlerinde demokrasiye uygun davranılmadığının çok belirgin olduğuna dikkat çeken Özden, “Ne toplumsal uzlaşma izlenmiş ne de çağımızın evrensel değerlerine uyulmuştur” dedi. Açıklamasının devamında
‘Güçler ayrılığı’ ilkesinin göz ardı edilmekle kalınmamış olduğunu vurgulayan Özden, ‘güçler birliği’ ile ‘tek adamlık’ düzenine özlemi gerçekleştirecek
bir yapı düşünüldüğünü ifade etti.
Anayasa Mahkemesinin, kararı konusunda ise “Anayasa Mahkemesi, hukukun siyasallaşmasını önlemek görevinde bu kez başarılı olamamış, kendi geleceğini
de iktidarların avucuna düşürmüştür” diye konuştu. Referandum içeriğinde yer alan değişikliğin tümünün birden oylanmasının ise büyük bir hata olduğunu
kaydetti. Referandum kampanyalarında iktidarın hırs ve imkânlarının üstünlüğü nü vurgulayan Özden, ülke rejiminin devamı için siyasi partilerin ve demokratik tüm kurumların el birliğiyle halkın bilinçlendirilmesi yönünde başarılı çalışmalar yapması gerektiğini belirtti ve oyların, ‘Namus’ bilinerek, bilinçle kullanılması gerektiğini söyledi.
İktidar, Demokrasiden Uzaklaşıyor.,
Anayasa Değişikliğinin siyasal bir kalkışma olduğu açıktır Anayasa değişiklik paketinin hazırlanış, sunuş ve referanduma gidiş şekli anayasaya uygun
mudur? “ Sivil Anayasa yapacağız ” diyen iktidar Demokratik yollardan geçerek mi bu hazırlığı yapmıştır?
Anayasa, ülkenin ulusal yaşamının düzenlenmesinde ve devletin örgütlenmesinde en etkin yeri olan hukuksal metindir. Bu nedenle ulusal yaşam andıdır.
Böyle bir belgenin hazırlanmasından yürürlüğe konulmasına kadar tüm aşama ve evrelerde, toplumsal katkıya ağırlık ve öncelik verilmelidir.
Yalnız iktidarın ya da siyasal partilerin istencine bırakılırsa benimsenip içselleştirilmesi, etkinlik ve saygınlığı yeterli olmaz. Değişikliklerden, yeniden-al baştan yapımına değin, tartışmalarla gölgelenir. AKP iktidarı, kendi eğilim ve bağımlılığına uygun bir düzen peşindedir.
Bu zayıflığı, Anayasa Mahkemesi kararıyla; ‘laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak’tan aldığı ceza ile vurgulanmıştır. ‘ Ilımlı İslam’ Devleti yapısına ulaşmak için göz ardı ettiği ilkeler bir yana, yurdun kurtuluşu ve cumhuriyetin kuruluşu konusundaki ilkelerle, değerleri de yıkmak ve yıkılmasına seyirci kalmak gibi bir tutum içinde olmuştur.
Önündeki engelleri kaldırmak için de Anayasa değişikliğini kaçınılmaz görünce kendi kafasına uygun kimi hukukçulara bir ön metin hazırlatmış, tepkiler alınca
sumen altı etmiştir. Sonra başka konulardaki olumsuzluklar da eklenince kendilerini korumak ve kurtarmak amacıyla güvenceye almak için yargıyı ele geçirmek üzere yanıltıcı ve aldatıcı başka kurallarla süsleyerek, gündeme getirmiştir. Yine kendine yakın kuruluşlarla görüşüp desteklerini alarak, Yasama organına sunmuştur.
Oysa toplumun her kesiminin, özellikle üniversitelerin, baroların, meslek odalarının, uzmanların görüşlerini de aldıktan sonra kendisi için değil; ulus için, devlet için yaraşır bir Anayasa taslağı oluşturmalı idi. Bundan kaçınmıştır.
Yaklaşan genel seçim nedeniyle telaşa düşmüştür. İsviçre’de, 1974’te başlatılan değişiklik, 2001 yılında yürürlüğe konmuştur. Bizdeki alelacele Anayasa değişikliğinin siyasal bir kalkışma olduğu açıktır.
Ayrıca TBMM görüşmelerinde İç Tüzük’e uygun davranılmadığı, 111 milletvekilinin Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuruda açık seçik ortaya konulmuştur.
Sonucu, sağlama bağlamak isteyen iktidar, ‘Anayasa değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında’ 23.5.1987 günlü-3376 no’lu Yasa’nın 2. Maddesindeki
120 günlük süreyi 45 güne indirmek için Meclis’e değişiklik tasarısı getirmiş ancak 60 gün ile yasalaşmıştır.
Bu da Yüksek Seçim Kurulunun Anayasanın 67/son fıkrası gereğince değişiklikten bir yıl sonra uygulanması kararıyla başarıya ulaşamamıştır.
‘Sivil Anayasa’, ‘reform’, ‘demokrasinin açılımı’ sözlerinin gerçeği yansıtmadığı, asıl amacın; ‘Yandaş Yargı’ oluşturmak olduğu ilgililerinin konuşmalarından, yandaş medyanın sürdürdüğü izlencelerden, düzenlenen etkinlik ve tartışmalardan bellidir.
Anayasa değişikliği evrelerinde demokratik yollara özen gösterilmediği gibi içeriğin, yargıyla ilgili bölümlerinde demokrasiye uygun davranılmadığı çok belirgindir.
Ne toplumsal uzlaşma izlenmiş ne de çağımızın evrensel değerlerine uyulmuştur.
Güçler-erkler ayrılığı göz ardı edilmekle kalınmamış, ‘güçler birliği’ ile ‘tek adamlık’ düzenine özlemi gerçekleştirecek bir yapı düşünülmüştür.
Yargı bağımsızlığı ile gerçekte halkın, hak arama özgürlüğünün ve adaletli yargılanma hakkının dayanağı olan ‘yargıç güvencesi’ çiğnenmiştir.
Olanlar da olacakların habercisidir…
Anayasa Mahkemesi kendi geleceğini de iktidarların avucuna düşürmüştür Anayasa Mahkemesinin referandum hakkında aldığı karar konusundaki
görüşleriniz nedir?
Anayasa Mahkemesinin halk oylaması konusunda aldığı kararın, olumlu ve olumsuz yönleri vardır.
Kuşkusuz, Anayasa’nın 148. maddesi gereğince iş olsun türünden Anayasa değişiklikleri için getirilen sınırlı denetim, biçim denetimidir.
Mahkeme, asla öz (esas) yönünden denetim yapmamış, denetimini biçim yönünde yapmıştır. Tersine nitelemeler ve savlar, iktidarcılarla iktidarın gerçek
dışı sözleridir. İşlerine gelmeyen karara karşı, ağızlarına geleni söyleme alışkanlığından dır. Bu da yetmiyormuş gibi üyeleri, medyaya sızdırılıp
yanlış yorumlanan ve amaçlı değerlendirilen konuşmalar ve gözdağı niteliğindeki tutumlarla baskı altına almışlardır.
Mahkeme, Anayasa’daki basit üç koşuldan önce ‘Değiştirilmesi öngörülemez kurallara yönelik değişiklik önerileri biçim konusu olduğundan’ incelemesini bu
yönde yaparak sonuca varmıştır. Elbet denetlenen, metindir. Elbet iptal, kimi düzenleme bölümlerini geçersiz kılacaktır. Bu, esasa yönelik inceleme yapmak
olmadığı gibi yetki gaspı vs değildir. Mahkemeyi kapatmaktan söz edip üyelere yaptırım uygulanmasını öneren Meclis Başkanlarının katılınması olanaksız,
konumlarına yaraşmayan sözleri AKP’li anlayışının yankılanmasıdır. Hukuk devleti anlayışıyla asla bağdaşmayan bu tutucu, sömürücü anlayış, karşı karşıya
olduğumuz tehlikelerin belirtilerinden kimilerini özetlemektedir.
Mahkeme, biçim yönüne ilişkin incelemenin anlamını ikinci kez belirlemiştir. ( Birincisi, Anayasa’nın 10. ve 42. Maddelerine yönelik biçim nedeniyle geri
çevrilen değişiklikte olmuştu). Anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulmasından sonra denetlenebileceği savını da çürütmüştür.
Anayasa’nın 148, 175. maddeleriyle 3376 no’lu Yasa’nın ilgili maddelerine aykırı savın yerinde olmadığı, karara bağlanmıştır. Denetlenen,
Resmi Gazete’de yayımlanan yasadır.
Ancak denetlenen maddelerde iptal edilen tümceler toplam 48 sözcüktür. Bunların kaynağı, temeli olan kuralın, hukuka uygun bulunması yanlış olmuştur. Bu sonuçta baskılardan, atama yöntemlerine, kişilerle ilgili söylentilere kadar geniş bir kuşku alanının etkisi olup olmadığı gerekçeli kararın karşı oylarla birlikte yayımlanmasıyla anlaşılacaktır.
Mahkeme, bir olanağı kaçırmış; 1961 Anayasasının getirdiği açılımın askeri yönetimce daraltılmasını önlemek ve aykırılıkları gidermek fırsatını değerlendirememiştir.
Bu, Sosyal Siyasal bir karar değildir.
Ancak Cumhurbaşkanının üye atamasının yanlışlığını bir kez daha kanıtlamıştır.
Anayasa Mahkemesi, Hukukun siyasallaşmasını önlemek görevinde bu kez başarılı olamamış, kendi geleceğini de iktidarların avucuna
düşürmüştür.
‘Darbe Anayasası’ diye anılan anayasamıza göre yapılması planlanan değişiklik paketi ile gerçekten sivil ve demokratik bir anayasaya
kavuşacak mıyız?
Değişiklik Paketinin ‘gerçekten sivil ve demokratik bir Anayasa’ ile ilgisi bulunmamaktadır. Gerçekten demokratik bir Anayasa istense idi yargıyla ilgili kurallar böyle olmazdı.
Yandaş Yargı, İktidar Yargısı, Sözde Yargı, Göstermelik Yargı savlarına haklılık veren yapıyı öngören değişikliğin öbür kuralları yıllardan beri söylenen, istenen, beklenen kurallardı. Kimileri yazıla, söylene bıkkınlık getirmişti. Kimileri de olağan gelişmeleri içermektedir.
Ancak kişisel, toplumsal yaşamda kazandıracakları çok az olmaktadır.
1961 Anayasasının getirip 1982 Anayasasının götürdüklerini geri getirmektedir. Maddeler, ayrı ayrı değerlendirilse; yargı değişikliğini sağlamak için konulan süsler, dolgu maddeleri olduğu benimsenir. Üniversite özerkliği, işsizlik, toplu sözleşme, devrim yasaları vb konularda atılım sayılacak hiçbir ilerleme yoktur.
İktidarın tutumu, demokrasiye yakınlaşmayı değil, demokrasiden uzaklaşmayı göstermektedir. Olanlar ortadadır. Gözaltılar, tutuklamalar, özel yetkili mahkemeler, özel yaşamın gizliliğinin çiğnenmesi, iletişim özgürlüğü, rektör ve yargı üyesi atamaları; nasıl gidildiğinin göstergesidir…
Oluşan, ‘ AKP Anayasası’dır.
Değişikliği öngörülen maddeler hukuksal açıdan ne kadar yeterlidir?
Değişikliği öngörülen Kurallar, biraz önce de değindiğim nedenlerle gereksinimleri karşılayacak durumda olsalar bile değişikliğin tümü yetersizdir.
Yargıyla ilgili kuralların dışındakilerin getireceği bir şey yoktur ama değişikliğinin tümünün özellikle yargıyla ilgili kurallarının götüreceği çok şey vardır.
Değişikliğin tümünün birden oylanması da (Meclis’te 367 oyun altında kaldığından, oylamanın nasıl yapılacağını Meclis kararlaştırıyor) bir büyük hatadır.
Değişiklik, yürürlüğe girerse yargı bağımsızlığından, yargıç güvencesinden, demokrasiden, insan haklarından, hukuk devletinden, laiklikten söz
etmek olanaksız kalacaktır.
Artık yargı, iktidar partisi il ve ilçe başkanlarıyla Adalet Bakanlarının Etkisinde, Milletvekillerinin Pençesinde kıvranacaktır.
Anayasa, Danışma Meclisi’nden ve halkoyundan geçmiştir. Askerlerin etkisi ve ağırlığı açık olmakla birlikte ‘Askeri Anayasa’ demek yanlıştır. ‘Sivil Anayasa’ deyişi, tıpkı Cumhurbaşkanını halk seçtirerek olumlu bir şey yapılıyormuş göstermeye benzemektedir. Başbakanın, “Şimdi halk karar verecek, millet söz söyleyecek” diyerek, yığınları okşamasının bir türüdür. Oluşan, ‘AKP Anayasası’dır. Bu bakımdan maddelerin ayrı ayrı değerlendirilmesini gerekli ve yararlı bulmuyorum.
Yargıyla ilgili maddeler dışındakilerin yürürlüğe girmelerinin yararı olmasa da sakıncası yoktur ama yargıyla ilgili maddeler yürürlüğe girerse sakınca, çok büyük olur. Öbür maddelerin anlamı ve değeri azalır.
TC Anayasası değişiklik paketinin halka anlatılması ve halkın aydınlatılması koşulları için zamanlama ve duyurular yeterli midir?
Değişiklik paketinin halka anlatılmasının süresi ve koşulları yeterli değildir. Seçim yasalarının kuralları uygulanacağından ‘yasak’lar, kimi yerlerde yönetimin baskıya dönüşen el atmalarıyla zamansız ve yersiz uygulanmaktadır. Halkımızın siyasal, toplumsal, kültürel düzeyi bellidir. Hukukçuların kimilerinin bile güç anladığı kuralları, halkımızın anlayarak değerlendirmesi beklenmemelidir. Spor takımları tutar gibi parti tutma biçiminde oylama bilinmektedir. Buna karşın, son siyasi gelişmelerin umut rüzgârı estirmesi olumlu bir yöneliş sayılmaktadır.
Halka anlatma yolunda medyaya, aydınlara, demokratik kitle örgütlerine büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. İktidar ağırlıklı medya yanında, 3376 no’lu Yasa’nın Cumhurbaşkanı’na bile yer vermesi, ‘silahların eşitliği’ ilkesine uyulmadığının göstergesidir.
Bunlar gözetilerek çalışılmalıdır.
Ülke rejimi bu Anayasa değişikliğiyle tehlikeli bir dönemeçtedir Bir takım partilerce bunun bir siyasi oylama gibi algılatılması yönündeki
çalışmaların ülke rejimi açısından yanlış boyutu nedir?
Kimi partilerin davranışı, ülkenin geleceği yönünden sakıncalar taşımaktadır. Eğilim, anlayış birlikteliği ve benzerleriyle iktidarı destekleyenlerin hukuk devleti- gerçek demokrasiyle hiçbir bağları olmadığı daha iyi anlaşılmaktadır. Yeni bir Anayasa yapmak yolunda girişimde bulunmak yerine, yamalarla 16. Anayasa değişikliğine destek vermek; iktidarın koluna takılıp yürümekten başka bir şey değildir. Oylamanın,
“AKP’ye Hayır” biçiminde algılanıp uygulanacağı kanısı yaygındır.
Bunu, seçime bırakıp Anayasa’yı ulusal yaşamımız ve hukuksal içeriğiyle değerlendirerek oy kullanmak gerekir. Halkımızın sağduyusunun
egemen olması dileğindeyim.
Seçimlerde halka nasıl yaklaştığı, valiler eliyle neler yaptığı bilinen iktidarın, kendisi için yaşam koşulu sayarak neler yapacağı kestirilemez.
Çok dikkatli olmak zorunluluğu paylaşılmaktadır. İktidar, her ne kadar tersini söylese de halkoyunun ‘Hayır’la sonuçlanması, çekilmesini hızlandırır. Ülke rejimi, bu Anayasa değişikliğiyle tehlikeli bir dönemeçtedir.
Siyasal Partilerin, iyi düşünüp iyi çalışmaları yalnız görevleri değil, varlıkları nedeniyle de borçlarıdır.
Şimdiden korsan afişler kullanılmaya başlanmıştır!
Oy’lar; ‘namus’ bilinerek ve bilinçle kullanılmalıdır Evet/Hayır sonuçlarına göre özellikle hukuk, yargı, kuvvetler ayrılığı ve rejim kapsamında Türkiye,
ne gibi konulara hazırlıklı olmalıdır?
Anayasa değişikliği halkoyundan olumlu (‘Evet’ oylarının fazlalığıyla) çıkarsa, erkler ayrılığından söz edilemez.
Yargı, siyasal iktidarın eline geçer. Günümüzde yüksek yargı organlarına nasıl atama yapıldığı belli iken gelecekte hiçbir sınır ve ölçü tanımadan, siyasal yanlılıkla bu işlemler yürütülecek, halkın adalet beklentisi, siyasal dayanaklara bağlı olacaktır.
Laiklik ilkesine ödünlerle yaklaşanların arttığı bir ortamda bu ilke sulandırılacak, hukuk devleti ilkesiyle birlikte zayıflama, cumhuriyetin temel
niteliklerini geçersiz kılacaktır.
Bunun sonu karanlıktır. Tek adamlığa yöneliş de hızlanacaktır. Dikta belirtilerinin birbirine eklendiği günümüzün yarını, Ortadoğu ülkelerinin
çektiği sıkıntıların kaynadığı kazan değil, ‘kazanı kaynatan ocak’ olabilecektir. Demokrasi amaçlanarak kurulan cumhuriyetin temeli olan ‘erkler ayrılığı’ ilkesinin kaldırılması amacıyla rejim güvencesiz kalacak; kargaşa, ‘Ilımlı İslam’ devletiyle bile giderilemeyecektir.
Cumhuriyetin Kalelerini bir bir ele geçiren iktidar, Bu değişiklikten sonra başka işlemler, başka değişiklikler gerçekleştirecek, Af yasası ile kendini sağlam bir zırha alacaktır. Dokunulmazlıklara dokunmayarak sergilediği söze bağlılık, davranışıyla içtiği andan bağlılık aykırılıkları herkesi düşündürmeli, oylar; ‘ Namus ’ bilinerek ve bilinçle kullanılmalıdır. Bu yolun geri dönüşü olsa bile çok güçtür; zaman yitirilerek, yaşam değerlendirilemez.
Özetleyerek anlatmaya çalıştığım nedenlerle 12 Eylül 2010’da yapılacak halk oylaması, hepimiz için (kişisel ve kuruluşlar olarak) bir ders, bir sınav niteliğindedir.
Siyasal iktidarı anayasa, hukuk, adalet ve ahlak sınırında tutmakla görevli yetkili Anayasa yargısından, siyaset yaptığını sananlar hiç hoşlanmaz. Her yaptıklarının geçerli sayılmasını isterler.
Anayasa’nın 148. maddesindeki yasaların son oylama çoğunluğu, Anayasa değişikliklerinin önerme, kabul çoğunluğu ve iki kez görüşme zorunluluğuyla sınırlı biçim incelemesinin dar anlamdaki basitliği, bir denetim değildir. Denetim sayılması istenen bir geçişme dir. Bununla Anayasa Mahkemesinin elini kolunu bağlayarak, kendilerinin denetimsiz ve sınırsız yetkilerine ölçü koyulmasına karşı çıkmak, demokrasiyle bağdaşan bir anlayış olamaz.
Kanun hükmünde kararnamelere ilişkin görüşme yöntemine de uyulmamaktadır.
Yönetimin her tür eylem ve işleminin bağımsız yargının denetimine açık tutulması zorunluluğuna işlerlik kazandırmak için atılan adımlar olumlu olmakla birlikte yeterli değildir.
1961 Anayasası döneminde Yüksek Hâkimler Kurulu’nun kararları, yargı denetimine bağlı idi.
Şimdi bu yolun açılması iyi ama Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun başında Adalet Bakanı, içinde Bakanlık müsteşarı olduktan, üyelerinin seçilmesinde
yönetimin (Cumhurbaşkanı, Anayasa’nın 8. maddesine göre Yürütme’nin içindedir) ağırlığı bulunduktan sonra yargının bağımsızlığı savunulamaz.
Anayasa Hukukçularının eleştirileri kimi gazete ve dergilerde yayımlanmaktadır.
İktidar yandaşları dışında halk oylamasına olumlu bakanlar, ‘yok’ denecek kadar azdır.
Bilimin, aklın, deneyimlerin ve olayların ışığında yargının bağımsızlığını tümüyle ortadan kaldıran bir Anayasa değişikliğinin benimsenmesi, olanaksızdır.
Her kesimin ağzına bir parmak bal sürülerek oylarını kazanmak yolu izlenmekte dir ama hukuk devleti olmadıktan sonra bu bal, zehirden farksız olur.
Zamanla, tadı kaçar. İnanç sömürüsüyle demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri sömürüsü birlikte yürütülmekte, adalet, hukuk ve yargı anlayışındaki bozukluklar da uygulamalarla sürdürülmektedir.
Üniversitelerin genelde suskunluğu, kimi hukukçuların yandaşlığı, kimi medya tetikçilerinin saldırısı da üzüntüyü arttırmaktadır.
Yargısı bağımlı, yanlı, ön yargılı hukuk devleti olamaz. Hukuk devleti olmayınca da demokrasi olamaz.
Demokrasi olmayan yerde de insan hak ve özgürlükleri olmaz.
İktidar olur, muhalefet olmaz. Muhalefet olmayınca denetim olmaz; dikta olur…
Peki, Anayasa Mahkemesi Başkanının kararları duyurması yöntemi uygun mu?
Yanlış anlaşılan durumu açıklamak için bu soruyu da ben kendi kendime sorarak, derginizin okurlarına ve yurttaşlarıma bilgi vermek istedim:
Anayasa’nın 153. maddesinin 1. Fıkrasının ikinci tümcesinde;
“İptal kararları, gerekçesi yazılmadan açıklanmaz” denilmektedir.
1961 Anayasası’nın ilk biçiminde kararların verildiği gün yürürlüğü benimsenmişti. 1971 değişikliğinde, gerekçeli yayımla yürürlüğe gireceği
öngörüldü. 1982 Anayasası, Resmi Gazete’de yayım koşulunu yineledi (Mad.153/Son). Şimdiki durumda iptal kararlarının gerekçesi yazılmadan
açıklanmaması ‘ret kararı’nın açıklanmasında uygulanmıyor. Açıklanmayınca, iptal kararı verildiği sanılıyor ama karar, ret de olabiliyor.
İptal ile Ret karışınca, Sakıncalar doğabiliyor.
Bu nedenle 1983 yılından beri kararlar açıklanmıyor; sonuç bildiriliyor.
Açıklama; kararın gerekçesi, karşı oylarıyla birlikte olur. Oysa sonuç bildirilerek kamuoyu aydınlatılıyor, Yasama organıyla Yürütme organına işlemler konusunda ışık tutuluyor, ilgililer de karışık ve yanlış anlamalardan kurtuluyor. Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümediğinden iptal edilen kararla yapılması olanağı bulunan kimi işlemler, karar yayımlanıncaya kadar yapılmaktan uzak kalınabiliyor. Hukuk devletinde kararı açıklamanın yararı var, zararı yok ama ‘ açıklamanın koşulları ayrı… Anayasa’ya iktidarın kendi dediklerinin yanlış da olsa egemen kılınması için koydukları bu kurala da aykırılık olmaması için yapılan duyuru, açıklama değil; sonuç bildirmelidir. Bunun yöntemini de Başkan belirlemektedir. Benim zamanında bu görevi, Başkan vekiline vermiştim. Şimdiki Başkan, kendisi basın ilgilileri önünde açıklamakta, kişisel görüşlerini de yansıtmaktadır.
Bu katılınsın, katılınmasın; onun, bileceği iştir...
Anayasa Mahkemesi kendini yasa koyucu yerine koyarak bir hüküm hiç kurmamıştır Bir de “Anayasa Mahkemesi’nin, kendini yasa koyucu yerine koyarak yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm kuramayacağına”
ilişkin Anayasa’nın 153. maddesinin 2. Fıkrası var: Bu gereksiz ve anlamsız kural, üyelere; “ Milletvekilliği yapmayın; Mahkeme olarak kendinizi, Meclis yerine koymayın!” demektedir. Buna gerek var mı?
Üyeler, yetki ve görevlerini bilmezler mi? Doğal olarak kimi kararlar, düzenlemeden başka bir duruma neden olabilir. İstenenle, karar bağdaşmazsa
durum değişir. 2. Fıkra siyasetçilerin, amaçlı ve yanlış anlamalarıyla Mahkemenin suçlanmasına neden olmaktadır.
Mahkeme, hiç bir zaman kendini yasa koyucu yerine koyarak bir hüküm kurmamıştır.
Yapması gereken işi yapmıştır.
Sonucun Meclis düzenlemeleriyle ters düşmesi, yasa koyucu yerine geçmek, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde kural koymak sayılması
doğru değildir.
Anayasa değişikliklerimiz diğer ülkelere oranla çok sık yapılmakta Anayasa’nın 81. ve 103. maddelerindeki andı içenlerin antlarına aykırı tutum ve davranışlar içinde olması da ülkemizde Anayasa’ya bağlılığın, hukuka saygının, yargıya güvenin yeterli olmadığının kanıtıdır.
Sorunun asıl yönü budur.
Türkiyemiz deki ölçüde sık sık ve çok Anayasa değişikliğinin başka ülkelerde yapıldığına rastlanmamaktadır.
Gereken özenin gösterildiği kanısında olmadığımı üzülerek belirtiyorum.
****