POLİTİK “ŞEYTAN”LIK
Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
Politika ve Şeytan, her ikisi de yüzyıllardır insanlığı korkutan kavramlar. İkisi de insan evladının belleğinde “kötü ve yalan” sözcükleriyle eş anlamı olarak tezahür etmektedir. Şeytan kavramının tek tanrı inancı ile paralel olarak ortaya çıktığını görüyoruz. İlk kez olarak İsa’nın doğumundan 3000 yıl kadar önce güney Rusya steplerinden İran’a yönelen Hint-Avrupa kökenli göçebeler savaşların hâkim olduğu bu bölgede çetin bir mücadele içerisinde ilerlerken yaşam şekillerine ters gelen, çok emek isteyen tapınaklar inşa etmek yerine dikdörtgen biçimindeki bir toprak parçasının çevresine siper kazıverdiler. Bu alanın tam ortasında yer alan ateşin başındaki rahipse kurban törenlerini yönetti. Hareket halindeki bir toplum ağır eşyalara sahip olmaktan kaçındığı için “kutsal nesneler” edinmediler. Kurban töreninde kullanılan aletler, kullanıldıktan sonra ayin eşliğinde suyla temizleniyor, böylece sıradan insanlar tarafından dokunulabilecek ve paketlenip taşınabilecek hale getiriliyordu. Önceleri Hint-Avrupa kökenli bu kabileler uzman rahiplerin yönettiği çapraşık bir hayvan ve bitki kurban etme sistemi kullanarak bir dizi Tanrıya tapıyordu. Doğanın öğelerine, suya ve ateşe, gökyüzüne, aya ve rüzgâra tapıyorlardı.1 Bu ayinleri yöneten rahiplerden biri olan Zerdüşt, bronz çağında yeni bir amentü2 oluşmasına öncü oluyordu. Bu amentü, kişisel sorumluluğu, eşitliği ve tek bir tanrının egemenliğini ilan ediyordu. Zerdüşt’ün üyesi olduğu Hint-Avrupa kökenli bu insanlar her savaşçı halk gibi belli ahlak kuralları geliştirmişti. Asha adını verdikleri temel yasalar, dürüstlük ve terbiyenin, tıpkı güneşin doğuşu batışı ve mevsimlerin değişimi kadar doğal olduğunu söylüyordu. Anlaşma veya yeminini bozan kişileri cezalandıran bir sistem kurulmuştu. Örneğin; su çilesi denilen sınamada, tanrı Varuna’nın huzurunda yalan söylemediğini veya anlaşmayı bozmadığını söylemesi gereken kişi önce yalan söylemediğini söyleyip kendini suya batırıyordu. Bu esnada bir okçu okunu atıyor, kabilenin en hızlı sprinteri de oku geri getirmek için fırlıyordu. Suyun altındaki zanlı eğer ki oku getirene kadar geçen zamanda hala hayattaysa masum ilan ediliyordu. Kişinin yalan söylediği şüphesi ağırlık kazandığı zamanlarda suya batan zanlının göğsüne bakır eriyiği dökülüyordu. Hala kişi sağ kalırsa, bu konuda tanrı Mitra’nın kızgın olmadığına inanılıyor ve kişi suçsuz kabul ediliyordu. Tüm bu amentü içerisinde Zerdüşt’ün bilgelik tanrısı Ahura Mazda tek tanrı olma yolunda diğer tanrıları geride bırakarak egemenliğini Zerdüşt’ün eliyle ilan edecektir.
Hint-Avrupa kökenli savaşçı bir halk olan ve İran topraklarına yerleşen bu insanların bölgeye gelişi ve din alanına katkıları için “Şeytanın Genel Tarihi” adlı kitabında Gerald Messadie şöyle diyor: “Bu savaşçı ve “Kurgan insanları” (“tümsek” anlamına gelen Rusça sözcükten gelir) denen çoban göçmenler, gerçekten de, dünyada tek bir Tanrı’nın karşısına tek bir Şeytan’ı çıkaran ilk dini kurmaya gidiyorlardı.”3 Tarihçilerin genel kabulü bu topraklarda gelişen eski dinlerin Hint-Avrupa etkisinde olduğu yönündedir. Bugün Yahudi, Müslüman ve Hıristiyanların melek ve baş melekleri yanı sıra Şeytan’ında burada doğduğunu biliyoruz. İslam’ın cennet kavramı, Zerdüştçülüğün kutsal metinleri olan Avesta’larda yazılmıştı. “Zerdüşt’ün açık seçik tanımlanmış sosyal bir amacı vardı. O, iyi ve kötü güçlerin ileride ne olacaklarını daha varoluşlarının başlangıcında seçmiş olduklarını düşünüyordu ve tüm insanlar buna benzer bir seçim yapıyordu. Bu düşünce, kökten faklı yeni bir ölümden sonra yaşam görüşü doğurdu. Cennet, diyordu Zerdüşt, tüm cinsiyet ve sınıflara açıktır; oraya girmek kesinkes insanın ömrü boyunca biriktirdiği iyi düşünce, söz ve davranışların miktarına bağlıdır. Urvan yani ruh –bu da yeni bir kavramdı- ölümden sonra, sözcüğün tam anlamıyla, tartılıyordu. Eğer ruhun sahibi yeteri kadar iyilik biriktirdiyse –kişinin kendi erdeminin yansıması olan- güzel bir bakire geliyor ve o kişiyi sonsuz büyük mutluluğa uzanan efsanevi Şinvat Köprüsü’nden geçiriyordu. Eğer ruhun kötülükleri ağır basarsa, köprü daralıp jilet kadar inceliyor ve ruhun sahibi, güzel bakirenin yerini alan gülünç denecek kadar çirkin bir yaşlı kadın tarafından cehennemin dibine yollanıyordu.”4Burada açıkça görüldüğü üzere İslam inancındaki cennet dizaynının temelleri Zerdüşt’ün Avesta’larından direkt olarak kopya edilmiş gibidir.
***
Zerdüşt’ün ortaya çıkıp kendinden önceki Vedacılığın kutsal yazıları olan Rigvedalar’ın etkisindeki kabilelerin inançlarını kökten sarstığı M.Ö 600 yılından önce bölge halkı tarafından Veda dininin doğaüstü iki büyük güç grubunun hükmü altında yaşadığını biliyoruz. Bunlar, üst tanrılar olarak adlandırılan Ahuralar ve alt tanrılar olarak tanımlanan Daevalardır. Güneş’in Ay’ın ve yıldızların seyrini yöneten iki temel tanrı Ahura Mazda ve Mitra tarafından yönetilen Ahuralar ve Daevalar dışında bu dönemde Şeytan’la kıyaslanabilecek önemli bir karşı-tanrı ya da cin bilinmemektedir.5 Fakat İran topraklarında Vedacılık döneminde dinler tarihi açısından önemli ve tamamen yeni bir kavram olan “Ahiret Mutluluğu” bu dönemde ortaya çıkmıştır. İran dininin bireysel ve kolektif ahiret mutluluğu Zerdüşt reformundan önce varlığını sürdürdüğünden bizim Şeytan kavramının ortaya çıkmasına uygun bir zemin hazırlamıştır. Gerald Messadie ahiret mutluluğu ve şeytanın ortaya çıkışı ile ilgili şöyle bir tespitte bulunur: “…Ahiret mutluluğundan kim söz ederse “Cehennem Azabı”ndan da söz eder ve her kim ki “Cehennem Azabı”ndan söz eder “Şeytan”dan da söz etmiş olur.”6 Zerdüştçülüğün ilahileri olarak adlandırılan Gathalar, dünyanın yaratılışından itibaren özgür seçim yapabilen iki ruhun karşılaştıklarını ve çatıştıklarını öğretir. Burada doğru tercihi yapan Ahura Mazda bugün tek tanrı inancındaki yaratıcı iyi tanrının öncüsü olan Bilge Tanrı’dır. Kötü tercihi yapmış olan Ahriman, Angra Manyu’dur. Onun takipçileri yalanın ve kötülüğün yoldan çıkardıklarıdır. Bronz çağının reformisti Zerdüşt’ün geliştirdiği amentü Şeytan’ın ilk kez olarak tasvir edildiği İran topraklarında hayat bulmasını sağlamıştır.
Rahip ve müneccim Zerdüşt’ün dini reformu kendi kastı için siyasi liderliği de ele geçirmenin yegâne yoluydu. Ondan önceki rahiplerin yaptığı cin çıkarma, büyü ve kehanette bulunma onun gözünde tam anlamıyla bir şaklabanlıktan ibaretti. Hükümdarların kanmış gibi yapsalar da bunların faydasız şeyler olduğunun farkında olmaları, Zerdüşt’ün dini sarsılmaz temellere, yani iyinin ve kötünün aşkın tanımına dayandırması gerekliğini ortaya koyması ile mümkün olabilirdi. Siyasi olarak iktidara sahip olmanın sırrı, iyi ve kötünün yeryüzündeki yöneticisinin sadece ve sadece din adamları olduğu kabul görürse mümkün olacaktı. Rahipler iktidarı ancak bu yolla ele geçirebilirdi. Müneccimlerin iktidarı, dinin halkın dini olduğu ve ancak halkın uyrukluğuyla değer kazanacağı ileri sürülerek sağlamlaştırılırdı. Bu demagojinin başlıca değeri, din adamlarının iktidarını yalnızca tinsellik, yani iyi ile kötüyü niteleme gücü üzerine değil, politika üzerine, yani halkın iradesi üzerine dayandırmasıydı.7 Pers imparatorluğunu kuran Keyhüsrev ve generallerinin eşi benzeri görülmemiş iktidarı karşısında güç kaybeden ve kendilerini tehdit altında hisseden rahip-müneccimler için Zerdüşt reformu dünyevi iktidarın ötesinde bir meşruiyet veriyordu. Rahiplerin bu meşruiyeti fazla ciddiye aldıklarını yazan Gerald Messadie “ilk Politik Şeytanlığın” hikâyesini şöyle aktarmaktadır: “İ.Ö. 522’de, Pers kralı Kambyses Nübye’de (bir Yahudi kiralık asker alayıyla birlikte) fazla başarı kazanamadan savaşırken ülke ona karşı isyan etti. Kendini, kralın öz kardeşi Bardiya yerine koyan bir sahtekâr, ülkede olmayan hükümdara, ama aslında Akamanış iktidarına karşı bölgeleri ayaklandırdı. Müneccimler onun tarafını tuttular (Bardiya-eski bir hileye başvurarak- vergileri düşüreceğini vaat etmişti.) Tahta çıkmasında katkıda bulundukları bir kralın kendilerine daha saygılı davranacağı umuduyla Akamanış hanedanına da kuşkusuz ihanet ettiler; yani eylemleri güdüleyen temelde politik ihtirastı. Hanedan için bir talihsizlik daha gerçekleşti; Kambyses tam bu anda öldü. Dolayısıyla iktidar bir sahtekârın eline geçmek üzeredir. Tahtı kurtaran, iktidarı alan, sahtekârı öldüren ve müneccimleri yere seren bir Chorasmie prensi oldu ki bu, daha sonra, I. Darius adı altında tanınacaktır(… )Sahtekârın adı aslında Gautama idi ve aslında bir müneccimdi. Çağımızdaki Ayetullahların Şah’a karşı yaptıkları gibi müneccimler bir tür dalavere ortağıyla dünyadaki ilk teokrasiyi yerleştirebilirlerdi; kısmen de başardılar. Bu, XX. yüzyılın moda jargonunu kullanırsak, bir “popüler teokrasi” olacaktı, çünkü Zerdüştçü olduğu sanılan Gautama, başka densizlikleri yanı sıra, soylulara tahsis edilmiş sunakları da yıktırdı, yani soyluların dinsel imtiyazlarını ortadan kaldırdı, gördüğümüz gibi Zerdüştçülük halkın bağlılığına dayanıyor ve Pers’te alışılmamış bir demokrasi uyguluyordu. Büyük yanlış; çünkü birçok satrap (eyalet NP) sahtekârdan yana tavır almış olsalar da, aristokrasi imtiyazlarını koruyordu ve hanedanlık kendini muzafferane bir şekilde savunuyordu. Darius, ayrıca hanedanlığa dayanıyordu ve hanedanlığın altı prensinin yardımıyla birlikte sahte Bardiya’nın göğsünü kendi mızrağıyla delip geçti, kellesini kesti ve halkın önünde sergiledi. 8
***
Zerdüşt’ün rahipleri her zaman yasama gücünü ellerinde tutmak istiyordu. Zerdüşt’ün yazdığı Avesta’ların beş kitabından biri olan Videvdad’lar bu bağlamda ele alındığında burada sadece dinsel yasayı değil, ayni zamanda medeni yasayı da ortaya koyma iddiasında olduklarını görürüz. Messadie’ye göre eğer ki müneccimler darbelerinde başarılı olmuş olsalardı, Şeytan Ahriman’a dünyada ilk medeni hal kâğıdını vermiş olacaklardı. Dinsel hiyerarşide yer alanların eski düşü olan, dinsel yasadaki her kusurun din dışı otoriteler tarafından cezalandırılması gerçekleşecekti. Bir tek Tanrı’nın ve bir Şeytan’ın belirtilmesiyle başlamış olan Zerdüşt macerası dolayısıyla politika arenasında tamamlanacaktı. Bu ancak ertelenmiş karşılaşmaydı, çünkü teokrasi yine de, inancın “koruyucusu” imparator Constantinus’un yükselişiyle birlikte, yaklaşık sekiz yüzyıl sonra tekrar gün ışığına çıkacaktır. Her durumda, Şeytan’ı doğurmuş olan politikaydı ve demek ki Şeytan politik bir icattır.”9 Zerdüşt zamanından İsa’nın doğumuna kadar geçen sürede varlıklarını ve prestijlerini korumayı başaran temsilcileri Şeytan’ı keşfeden müneccimlerin Yeni Ahit’e kadar ayakta kalıp İsa’nın doğumunda bizzat bulunmaları da şaşırtıcıdır. Herodot’a göre Med olmalıydılar yani İran’daki müneccimlerin soyundan geliyor olmalıydılar. Zira babadan oğla geçen bir rahipler kastının varlığı bilinmekteydi. İran topraklarından dünyaya yayılan “Politik Şeytan”lık dünya siyasi tarihini yönlendiren üç tek tanrılı dinin iktidarını bina ettiği yaratıcının amansız rakibi gibi gösterilmiştir. Şeytan’ın icadı ne kadar politikse bu kavramı kullananlarında hep düşman ilan ettikleri nedense Şeytan olarak adlandırılmaktadır. 1980’li yılların ortasında astrolojiye pek meraklı olan ABD başkanı Ronald Reagan SSCB’yi “Kötülük İmparatorluğu” ilan ettiğinde bu böyleydi, İran İslam Devrimi sonrası Ayetullah Humeyni ABD’yi “Küçük Şeytan” olarak tanıttığında da bu durum yine ayniydi. Hitlerin ortaya çıkışı da, Musolini’nin varlığı da, Stalin’in yöntemi de Politik şeytanlık içermekteydi. Her biri kendisini iyiliğin temsilcisi rakiplerini de Şeytan’ın ta kendisi ilan etmekteydi. Tümü de halk kitlelerinden destekle ortak bellekteki ezeli düşmanın figürünü Politik amaçla kullanmaktaydı. Kısaca Şeytan politikti ve Politik Şeytanlık kaçınılmazdı.
Dipnotlar
1Winston, Robert, Tanrının Öyküsü, Say Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2010, S:140-141
2Amentü: Bir oluş, düşünce veya ideolojinin temelini oluşturan değer yargıları.
3Messadie, Gerald, Şeytanın Genel Tarihi, Kabalcı Yayınevi, Birinci Baskı, İstanbul, Mart 1998, S:122
4Winston, Robert, Tanrının Öyküsü, Say Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2010, S:143-144
5Messadie, Gerald, Şeytanın Genel Tarihi, Kabalcı Yayınevi, Birinci Baskı, İstanbul, Mart 1998, S:130
6AGE, S:130
7AGE, S:145
8AGE, S:145-147
9AGE, S:148-149
http://pinarnaim.blogspot.com.tr/2014_01_01_archive.html
.