P.Ütğm. Ahmet SAPMAZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
P.Ütğm. Ahmet SAPMAZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2018 Cuma

MUHTEMEL SENARYOLAR DÂHİLİNDE AVRUPA BİRLİĞİ PERSPEKTİFİNDE ALMANYA VE FRANSA’NIN İNCELENMESİ

MUHTEMEL SENARYOLAR DÂHİLİNDE AVRUPA BİRLİĞİ PERSPEKTİFİNDE ALMANYA VE FRANSA’NIN İNCELENMESİ 

Yazan: P.Ütğm. Ahmet SAPMAZ 


Amerika Birleşik Devletleri, yirminci yüzyıl boyunca Avrupa kıtasına totalitarizmin iki farklı versiyonu olan nazizm ve komünizm gibi 
iki büyük tehlikeden kurtulma konusunda büyük destek sağlamış ve 
Avrupa’da özgürlük ve barış güvence altına alınmıştır. Soğuk Savaş 
dönemi boyunca ortak tehdit temelinde geliştirilen transatlantik ilişkiler 
çok istikrarlı bir seyir izlemiştir. Bu dönemde Batı Avrupa devletleri, 
çıkarlarının artık çatışma ile değil; uzlaşı, şeffaflık ve rekabet ile 
korunabileceği öngörmüşlerdir. 1952 yılında Avrupa Kömür Çelik 
Teşkilatı’nın(AKÇT) kurulmasıyla başlayan süreç, çeşitli aşamalardan 
geçerek ve ekonomik alanda büyük başarılar kazanılarak, Soğuk Savaş 
dönemi boyunca sürmüştür. 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı, 
bunu takip eden iki Almanya’nın birleşmesi(3 Ekim 1990) ve SSCB’nin 
dağılması(26 Aralık 1991) uluslararası güç dengesini bütünüyle alt üst 
etmiştir. Yaklaşık yarım yüzyıl süren Soğuk Savaş, kan dökülmeden 
demokrasinin komünizme karşı zaferiyle son bulmuş; ABD uluslararası 
sistemde rakipsiz ve tek küresel güç konumuna gelmiştir. Soğuk Savaş 
döneminde kurulan iki kutuplu sistemin yıkılması ile Kuzey Amerika ve 
Avrupa dışında neredeyse dünyanın her yerinde tehlike, kaos ve 
istikrasızlıklar baş göstermiştir. Bu dönemde Avrupa Birliği ülkeleri, 
ekonomik birlikteliklerini ve bu alandaki başarılarını, siyasi ve askerî 
boyuta taşıma konusunda hemfikir olmuşlar ve Maastricht Antlaşması ile 
bu süreci başlatmışlardır. Avrupalılar sahip oldukları büyük ekonomik 
gücün uluslararası sistemde etki yaratabilmesi için siyasi irade ve askerî 
güç ile desteklenmesi gerektiğinden yola çıkarak, AB’nin Ortak Dış ve 
Güvenlik Politikası(ODGP) sürecini başlatmışlardır. Bu gelişmeler 
esnasında bazı Batı Avrupa devletleri tarafından transatlantik ilişkilerin 
çerçevesi ve bu ilişkinin kurumsal ayağını oluşturan NATO 
sorgulanmaya başlanmıştır. Avrupalılar siyasi ve askerî açıdan ABD 
himayesinden kurtulup kurtulmama; yani AB’nin önümüzdeki dönemde 
uluslararası sistemde oynayacağı rol konusunda karar verme noktasına 
gelmişlerdir ve bu süreç hâlen devam etmektedir. Soğuk Savaş’ın 
bitimiyle ortaya çıkan tehditler güvenlik mülahazalarını yeniden 
şekillendirirken, 11 Eylül 2001’de ABD’nin uğradığı saldırı uluslararası 
sistemi derinden etkilemiştir. Artık Avrupa’nın savunulması ve güvenliği 
ABD için birinci öncelik olmaktan çıkmıştır. Çünkü yüzyıllar sonra 
Avrupa, dünyanın en güvenli toprakları hâline gelirken, şimdiki hedef 

ABD’nin kendi toprakları olmuştur. 20 Eylül 2002 tarihinde açıklanan 
yeni ulusal güvenlik stratejisi, ABD’nin güvenlik ve dış politika 
parametrelerinde önemli değişiklikler meydana getirmiştir. Stratejiye 
göre potansiyel tehdit oluşturan, ileride problem çıkarabileceği 
düşünülen her oluşum veya ülke önleyici darbe kavramından yola 
çıkılarak hedef hâline gelebilecektir. 11 Eylül sonrası ABD’nin değişen 
uluslararası ilişkiler ve dış politika konsepti, Avrupalı müttefiklerini 
rahatsız etmiştir. Transatlantik ittifakta son yıllarda meydana gelen 
kırılmanın nedenini Avrupa ve ABD’nin farklı dünya görüşlerinde aramak 
gerekmektedir. Bu farklılıklar şu şekilde sıralanabilir: 

 1. ABD, dünya düzenini kendi ulusal çıkarları ve değer yargıları 
çerçevesinde tanımlarken, Avrupalılar bu düzenin çok taraflı çabalar ve 
çıkarların uyumlulaştırılması ile sağlanacağını düşünmektedirler. 

 2. ABD değer yargılarına göre uyguladığı politikalarda uluslararası 
hukuk ve organizasyonları ikinci derecede önemserken, Avrupalıların 
çoğu uluslararası hukuk ve organizasyonları politikalarının merkezinde 
görmektedir. 

 3. ABD devamlı olarak üstün askerî gücünü politikalarının bir aracı olarak kullanırken, Avrupa çok zorunlu hâller dışında askerî güç kullanımına karşı çıkmakta ve diplomasiyi savunmaktadır. Bunda Avrupa’nın askerî kapasite eksikliği ve etkin savaş karşıtı kamuoyunun rolü vardır. 

Hâlen Avrupa ve ABD arasında politika farklılıklarından kaynaklanan uyuşmazlıklar şunlardır: 

. ABD’nin, Uluslararası Ceza Mahkemesine taraf olmaması, 
. ABD’nin, Kyoto protokolüne taraf olmaması, 
. Fakir ülkelerin borçlarının silinmesi için İngiltere ve Fransa’nın aldığı inisiyatife sıcak bakmaması, 
. Çin’e yönelik uygulanan silah ambargosunun kaldırılması konusundaki görüş ayrılıkları olarak sıralanabilir. 

Özelikle Irak krizi ile başlayan süreç, transatlantik ilişkilerin 
tarihindeki en önemli sarsıntılardan birini yaşamasına sebep olmuştur. 
Çok eski mazisi olan Transatlantik ilişkiler, ortak hareket etme 
noktasında kesintiye uğramıştır. 

Irak Savaşı öncesi ve sırasında Avrupa’da bir bölünme yaşanmış, 
Avrupa’nın büyük ülkelerinden Fransa ve Almanya savaşa karşı 
çıkarken İngiltere, İtalya, İspanya ile birlikte 2004’te AB’ye üye olan 
Doğu Avrupa ülkelerinin çoğu ABD’ye destek vermiştir. ABD Savunma 

Bakanı Donald Rumsfeld’in, Fransa ve Almanya’yı “eski Avrupa”, 
ABD’ye destek veren ülkeleri ise “yeni Avrupa” olarak adlandırması, 
transatlantik ilişkilerinde yeni bir dönemin ifadesi sayılmıştır. 

İşgal Bölgeleri: 


Kaynak:http://photos1.blogger.com 

Fransa ve Almanya’nın Irak Savaşı’nda karşı cephede yer almalarının nedenleri incelendiğinde; Almanya ve Fransa, Irak’ın, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları gereğince uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmesini, askerî müdahalenin sorunu çözmek için tek seçenek olmadığını, uluslararası boyutta uygulanacak siyasi, politik ve ekonomik yaptırımlarla zaman içerisinde sonuca ulaşılabileceği yönünde bir politika izlemişlerdir. Avrupalı müttefikler Birleşmiş Milletler silah denetçilerinin yaptığı çalışmaların kesin bir sonuca varılana kadar 
sürdürülmesini istemişler, El Kaide terör örgütü ile Irak arasında bağlantı 
kurularak müdahaleye meşruiyet kazandırma girişimini şüpheyle karşılamışlar dır. Ayrıca Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden sonra bölgede istikrarın yeniden sağlanabilmesine kuşkuyla bakılmış, Orta Doğu’da daha köklü sorunlar varken Irak’a yapılacak askerî bir müdahalenin bölgeyi daha fazla istikrarsızlığa sürükleyeceğini öne sürmüşlerdir. 

Fransa’nın Irak politikasına etki eden faktörleri incelediğimizde; 

1. Fransız Dış Politikasının Genel Karakteristiği 

Fransız dış politikasının ana ilkesi devamlı surette dünyada ve Avrupa’da aktif bir rol almaktır. Fransa bu siyaseti uygularken politik olarak birliğini sağlamış, askerî bakımdan güçlü ve ortak dış politika izleyebilen bir Avrupa’yı amaç edinmektedir. Ayrıca demokratik prensiplere ve kendisinin de Güvenlik Konseyi daimi üyesi olduğu Birleşmiş Milletlere büyük önem vermektedir. Fransa, dünya 
zenginliğinin %3’ünü üretirken, Birleşmiş Milletler bütçesinin % 6’sını 
karşılamaktadır. 

2. Geçmişte Fransa İle Irak Arasındaki İlişkiyi Destekleyenler 

1991’de Mitterand’ın Çöl Fırtınası Harekatına katılma kararı, Fransız politik ve entelektüel çevrelerinde büyük bir kargaşaya yol açmıştır. Savunma Bakanı bu karara tepki olarak istifa etmiştir. Bu reaksiyonun sebebi, Fransa’daki bazı çevrelerce Amerika’nın bu krizi jeopolitik ve ekonomik çıkarlarını korumayı amaçlayan yeni bir dünya düzeni yaratmak için fırsat olarak değerlendireceğinin düşünülmesidir. Diğer bir önemli faktör de Fransa’nın geleneksel olarak Arap yanlısı dış politika izlemesidir. Fransa Irak’ı, İran’ın yaydığı tehlikeye karşı laik ve dengeleyici bir güç olarak görmektedir. Fakat Fransa ile Irak arasındaki 
özel ve yakın ilişkiler, Fransa’nın Körfez Harekatına katılmasıyla sona ermiştir. 

3. Ekonomik Çıkarlar 

Bazı Fransız firmalarının diğer Avrupalı ve Amerikalı ortakları gibi Irak’la ticari ilişkilerin sürdürülmesinde ekonomik çıkarları vardır. Fakat tüm bunlara rağmen Irak, Fransa’nın büyük bir ticaret ortağı olmaktan uzaktır. Irak, Fransa’nın ihracatında %0.15 pay ile 60’ıncı, ithalatında ise %0.30 pay ile 30’uncu sıradadır. Fransa, Irak petrolünün % 8’ini ithal etmektedir. Bir karşılaştırma açısından bu oran Amerika için %40’dır. Fransa 1.8 milyar Euro ile Rusya, Japonya, Almanya, ve Amerika’dan sonra Irak’ın beşinci büyük kreditörüdür. 

4. Kamuoyu Ve Medya 

Kamuoyu görüşü Fransa’nın Irak politikası üzerinde giderek artan bir etkiye sahiptir. Washington’un tek taraflı politikaları, Amerikan karşıtı düşüncelerin Fransa halkı arasında yayılmasına neden olmuştur. Bu düşünceler medya ve basın tarafından da paylaşılmaktadır. Ayrıca Fransa’da yaşayan Müslüman azınlığın bu süreçte etkisi vardır. Bölgede İsrail ile Filistin arasında uzun süredir devam eden sorunlar çözülemeden Irak’a karşı yapılan müdahale, Müslüman azınlık tarafından Arap Dünyasına yapılmış ayrı bir saldırı olarak görülmektedir. 
Görüldüğü gibi Fransa’nın Irak politikasının oluşumuna birçok faktör etki 
etmiştir ve etmektedir. Bunlar içerisinde en önemli olanı ise uluslararası 
hukuka saygı, güç kullanımının meşruluğu faktörüdür. Fransa’ya göre 
Irak Savaşı gerekli olan bir savaş değildir, birçok çözüm seçeneği arasından savaş tercih edilmiştir. 

Almanya’nın Irak politikasına etki eden faktörleri incelediğimizde ise; 

1. Alman Dış Politikasının Genel Karakteristiği 

Almanya 20’nci yüzyılda yol açtığı iki dünya savaşı nedeni ile kötü olan imajını düzeltmek maksadıyla uluslararası kuruluşlar ve toplumla olan ilişkilerine büyük önem vermektedir. Almanya ittifaklara açık ve uzlaşmacı bir tavır sergilerken, uluslararası politikada daha fazla sorumluluk üstlenmek istemektedir. 

2. Tarihî ve Politik Kültür 

Almanya, geçmişte iki büyük dünya savaşına yol açan yayılmacı güç politikaların dan ötürü travma yaşamış bir ulustur. Alman halkı bu politikanın getirdiği felaket ve yıkıntıyı hâlâ zihinlerinde barındırmaktadır. 
Bu nedenle Almanların ülkelerinin askerî bakımdan tarihte olduğu gibi tekrar güçlenmesi ve askerî gücün politikanın aracı olarak kullanılması konusunda çekinceleri vardır. 

3. Yerel Politik Yönelimler 

Almanya hâlen Sosyal Demokrat Parti ve Yeşillerin oluşturduğu merkez sol bir koalisyon hükümeti tarafından yönetilmektedir. Bu hükümet barışa ve çok taraflılığa sıkı sıkıya bağlı ve askerî güç kullanımını seçenek dışı bırakan bir politika izlemektedir. Hükümet 2002 yılında yapılan ve tekrar iktidara geldiği genel seçimler öncesi, Irak Savaşı’na tamamıyla karşı çıkarak kamuoyundaki desteğini arttırmıştır. Alman halkı da Irak Savaşı’na büyük bir çoğunlukla karşı çıkmış ve hükümetin ABD karşısında izlediği politikayı büyük oranda desteklemiş tir. 

4. Ekonomik Çıkarlar 

Irak, Almanya’nın dış ticaretinde küçük bir öneme sahiptir. Irak, 365 milyon euro ile Almanya’nın ihracatında 79. sırada, 2.1 milyon euro ile Almanya’nın ithalatında 179. sıradadır. Almanya ve Fransa her ne kadar savaş öncesi müdahaleye karşı çıkmışlarsa da, savaş sonrası oluşan de facto durumu kabul etmek zorunda kalmışlardır. Almanya ve Fransa, Birleşmiş Milletler kontrolünde 
Irak’ta egemenliğin en kısa sürede Irak halkına devredilmesi konusuna 
önem vermektedirler. İki ülke ABD ile Irak’ın demokratik, istikrarlı ve 
barışçı bir ülke olarak yeniden yapılandırılması hususu ile Irak güvenlik 
güçlerinin NATO tarafından eğitilmesi ve Irak ekonomisinin geliştirilmesi 
konularında, ortak irade belirlemişlerdir. Bu çerçevede BM Güvenlik 
Konseyi’nce kabul edilen 1511 ve 1546 sayılı kararlar ile Irak’taki çok 
uluslu güce meşruiyet kazandırılmış ve Irak’ta egemenliğin devri ve 
politik geçiş süreci takvime bağlanmıştır. Almanya ve Fransa, Irak’ta 
yapılan seçimleri ve sonuçlarını olumlu karşılamıştır. Bush yönetimi ile 
Avrupa arasında Irak’a ilişkin sorunlar yakından izlendiğinde, temelde 
görüş ayrılığı bulunmadığı görülmektedir. Ortak unsurların en önemlisi 
Irak’ta istikrarın sağlanmasıdır. Birbirlerinden ayrıldıkları önemli nokta 
ise; bu hedefe hangi yöntemle varılacağı konusudur. Bush güç kullanmaya, Avrupa ise diplomatik yolların kullanılmasına öncelik vermektedir. Bush Avrupa’dan asker yardımı istemişse de, onun yerine Irak Ordusu mensuplarının, polis ve yargıçlarının eğitimi için NATO’dan tam destekle yetinmek zorunda kalmıştır. NATO’da alınan kararlar neticesinde güvenlik görevlilerinin eğitimi için, Fransa ve Almanya dâhil AB’nin, ABD’nin Irak politikasına en fazla şüpheyle bakan ülkeleri de sorumluluk üstlenmeyi kabul etmiştir. Örneğin, Fransa Ürdün’de, Almanya ise Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Irak güvenlik görevlilerine eğitim verecektir. 

Günümüze kadar olan gelişmeler ve mevcut parametreler dikkate alınarak Almanya ve Fransa’nın senaryolar dâhilinde incelenmesine geçildiğinde; 

BİRİNCİ SENARYO: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkması 

Almanya ve Fransa ittifakı, ABD’nin Irak’tan güvenliği ve istikrarı sağlamadan çekilmesine karşıdırlar. Çünkü güvenlik ve istikrar sağlanmadan ABD’nin Irak’tan çekilmesi, bölgenin daha da istikrarsızlaşmasına yol açacak ve ABD’nin geride bıraktığı güç boşluğunu dolduracak bir aktör bulunamayacaktır. 

Almanya ve Fransa, ABD’nin Irak’ta güvenliği ve istikrarı sağladıktan sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1546 sayılı kararı gereğince ve Irak hükümetinin talepleri doğrultusunda ülkeden çekilmesini destekleyeceklerdir. Irak’tan, ABD’nin önderliğindeki çok uluslu gücün çekilmesinden sonra, ülkede Birleşmiş Milletler’in günümüzden daha aktif rol üstlenmesini talep edeceklerdir. Irak hükümetine gerek ülkenin yeniden inşası için gerekse de politik geçiş 
süreci için her türlü desteği başta Avrupa Birliği olmak üzere, uluslararası örgütler ve sivil toplum örgütleri vasıtasıyla sağlayacaklardır. Avrupalı müttefikler bu politikayı izlerken, bölgede ABD’nin zedelenmiş imajı nedeniyle ülke yönetimi ve halk tarafından tercih edilen bir konumda bulunacaklardır. 

Fransa ve Almanya’nın bu süreçte Irak politikalarında radikal bir 
değişikliğe gitmeleri beklenmemelidir. Zira Fransa’da Avrupa 
Anayasasının reddedilmesi ile ortaya çıkan bunalım, bu dönemde dış 
politikayı ikinci plana itecek ve Fransa iç politik sorunlarına angaje 
olacaktır. Almanya’da ise iktidardaki Sosyal Demokrat ve Yeşillerden 
oluşan koalisyon hükümetinin Kuzey Ren Westfalya’da yapılan yerel 
seçimler sonucunda aldığı yenilgi, ülkeyi 18 Eylül 2005’te yapılması 
öngörülen bir genel seçime götürmektedir. Yapılacak seçimlerde, 
muhalefetteki Hıristiyan Demokrat Partinin iktidara gelmesinin söz 
konusu olabileceği değerlendirilmektedir. Hıristiyan Demokratlar, Irak 
krizinin başından bu yana ABD’nin politikalarını destekleyen bir tutum 
ortaya koymaktadırlar. İktidara geldiklerinde kamuoyundaki savaş karşıtı 
düşünceler nedeniyle Alman politikasında radikal bir değişiklik 
yapamasalar da ABD ile daha fazla iş birliğine yönelmeleri beklenmelidir. 

Ülkede güven ve istikrarın sağlanmasıyla beraber Alman ve Fransız firmaları, Irak ile savaş öncesi kurdukları ticari ilişkileri yeniden canlandırmak amacıyla bölgeye yoğun bir talep gösterecekler ve Irak’ın yeniden inşası projelerinde büyük ölçüde pay elde edeceklerdir. 


 Kaynak:http://photos1.blogger.com 

İKİNCİ SENARYO: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkabileceği; 

Amerika’nın 2006 yılında Irak’tan, arkasında çözülmemiş birtakım sorunlar bırakarak kademeli olarak çekilmesi, Avrupalı müttefiklerinin arzu etmediği bir durumdur. Bu sebeple Almanya ve Fransa ABD’yi, Irak’ta istikrar ve güvenliği sağlamadan çekilmesi hâlinde, bölgenin Saddam Hüseyin döneminde olduğundan daha istikrarsız bir duruma sürüklenebileceği konusunda ikna etmeye çalışacaklardır. Zira Irak’ın istikrarsızlığa sürüklenmesi, bölgeyi uluslararası terörizmin kaynaklarından biri hâline getirecek, bölgenin Alman ve Fransız şirketlerce ekonomik açıdan değerlendirilme potansiyelini ortadan 
kaldıracak ve bölgeden Avrupa’ya yasa dışı göç tetiklenecektir. 

Almanya ve Fransa, Irak’ta, federal sisteme dayalı, tüm kesimleri temsil eden, demokratik bir yönetimi destekleyecektir. Avrupalı müttefikler, Irak’ta bir grubun diğer bir gruba üstün duruma gelmesinin ülkenin istikrarını riske atacağı düşüncesiyle, tüm kesimleri adil şekilde temsil eden bir yönetimi destekleyecek ler; etnik ve dinî gruplar arasında denge gözetmeye çalışacaklardır. 

Müttefikler, bu süreçte Irak üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda tasarrufta bulunmaya çalışan Irak’a komşu ülkeler üzerinde, ABD ile birlikte siyasi, ekonomik ve askerî boyutta yaptırımda bulunacaklardır. 

Özellikle nükleer faaliyetleri dolayısıyla İran ve uluslararası terörizme 
verdiği destek ile Suriye’ye karşı bu yaptırım faaliyeti daha da kolay 
uygulanacaktır. 

Almanya ve Fransa etnik veya dinî temele dayalı bir konfedere yapılanmada, kendileri de söz sahibi olmak isteyeceklerdir. ABD, Avrupalı müttefikleri ile bozulan ilişkileri düzeltmek için Almanya ve Fransa’nın bu süreçte etkin olmasına müsaade edecektir. 

Almanya, Irak’ta yönetim şekli ne olursa olsun güvenliğin sağlanması, ABD önderliğindeki uluslararası gücün Irak’tan çekilmeye başlaması ve Birleşmiş Milletler’in Irak’ta rolünün artmasına paralel olarak Birleşmiş Milletler Barış Gücü kapsamında Irak’ta asker görevlendirebilir. Bu büyük ölçüde 2005 yılı sonunda yapılacak genel seçim sonuçlarına ve ABD’nin bu dönemde izleyeceği politikalara ve uluslararası konjonktüre bağlı olacaktır. 

Fransa’nın ise ABD’nin dominant olduğu Irak’a asker göndermesi mümkün olmayacaktır. Ancak Fransa, Irak ile Saddam Hüseyin döneminde kurulmuş olan ekonomik ve ticari ilişkileri aynı düzeye taşımak için her türlü çabayı gösterecektir. 

ÜÇÜNCÜ SENARYO: 2025 Yılı Ve Sonrası (ABD Irak’tan 
Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez Durumu) 

Almanya ve Fransa’nın 2025 yılına uzanan süreçte Irak politikalarını şekillendiren çok çeşitli etkenler olacaktır. Bu etkenlerin en önemlisi, Avrupa Birliği’nin gelişme sürecinin varacağı noktadır. Bu sürecin muhtemel iki sonucundan birincisi; AB’nin bugünkü bulunduğu durumdan daha ileri bir seviyeye yani ortak bir dış politika üretebilme ve Avrupa’nın çıkarlarını savunabilecek güçte bir askerî yeteneğe sahip olma durumudur. Bu durumda dahi, Avrupa Birliği’nin güvenlik sorunu bulunan bir bölgeye askerî güç göndermesi düşünülemez. Ancak, AB’nin sahip olacağı askerî güç ve ortak dış politika yürütebilme iradesi, ABD’nin uygulayacağı politikalarda AB’yi daha çok dikkate almasını gerektirecektir. 

Muhtemel sonuçlardan İkincisi ise Avrupa Birliği’nin bugün bulunduğu noktadan daha ileri gidememesi durumudur. Fransa’nın ardından Hollanda’nın da Avrupa Anayasasına “hayır” demesiyle, Avrupa Birliği’nin ekonomik birliktelikten, siyasi ve askerî birlikteliğe geçiş süreci büyük darbe almıştır. Avrupa Birliği’nin istenilen konuma gelmede yetersiz kalması veya bunun mümkün olmaması hâlinde, AB’nin çekirdek ülkeleri olan Almanya ve Fransa merkez olmak üzere 
özellikle dış politikada daha etkin bir birlikteliğe gidilebilir. Bu durumda 
Almanya ve Fransa bölgede politik, ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan 
etkin olmaya çalışacaklardır. 

Bu süre zarfında, ülke yönetimlerinde seçimler sonucunda meydana gelebilecek değişiklikler, Irak politikalarında farklı açılımlara yol açabilecektir. Avrupa’daki ABD karşıtlığının büyük ölçüde Bush yönetiminden kaynaklandığı göz önüne alındığında, 2008 ABD başkanlık seçimleri büyük önem arz etmektedir. Yönetime gelecek olan Başkanın uygulayacağı politikalar bu hususta belirleyici olacaktır. 

Alternatif enerji kaynaklarının ortaya çıkarak petrole olan bağımlılığın azaltılma sı, Almanya ve Fransa’nın bölgeye olan ilgisini ortadan kaldırmayacak tır. Çünkü Almanya ve Fransa’nın, Irak politikaları petrol ile sınırlı olmadığı gibi, Irak’ın ve Orta Doğu’nun istikrar ve güvenliği Avrupa kıtası için hayati öneme haizdir. 

Sonuç olarak, Avrupa ve ABD’nin küresel çıkarları, Irak konusunda iki merkezin “çatışması yerine bütünleşmesini” zorunlu kılmaktadır. ABD–Avrupa ilişkileri son dönemdeki gelişmeler sonucunda belki hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır. Ancak, her iki tarafın birbirine olan ihtiyacı devam edecektir. ABD’nin Irak konusunda Almanya ve Fransa’nın desteğini kazanması, hem bölge hem de dünya barışının bir an önce tesis edilmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Arz ederim. 

 HARP AKADEMİLERİ DERGİSİ 2006

***