Yemen’deki Olayların Perde Arkası
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi
23 Ocak 2015 Cuma
Yemen’deki Olayların Perde Arkası
Dr. Dilek Yiğit tarafından yazıldı.
Aşiretler arası mücadelelerden, mezhepler arası çatışmalardan ve El-Kaide’nin güçlenen varlığından mustarip olan Yemen, zaten “Arap Baharı”nın da
yansımaları ışığında kargaşaya sürüklenmenin eşiğinde iken, 19 Ocak’ta bir kez daha sarsılmıştır; zira Houthi isyancıları başkent Sana’da başkanlık sarayının
bulunduğu çevrede güvenlik güçleri ile çatışmış, isyancıların Devlet Başkanı Hadi’nin ikametgahını işgal ettiklerine ve devlet haber ajansı ile televizyon
istasyonunu, ayrıca başkanlık sarayını gören stratejik tepeyi ele geçirdiğine ilişkin haberler gelmiştir. Bu durum, Yemen Hükümeti’nin isyancılar karşısında
kontrolü kaybettiği ve hatta hükümet adına “toprak kaybı” olarak okunmuştur. İsyancıların bu girişimi, Yemen hükümeti tarafından, Enformasyon Bakanı Nadia
Sakkaf’ın sözcülüğünde, “darbe girişimi” olarak nitelendirilmiştir. Ancak isyancıların güç kazandığı koşullarda, İçişleri Bakanı ve Savunma Bakanını da
içeren bir komitenin, isyancılar ile ateşkes müzakereleri yürütmesi, Yemen Hükümeti’nin kendi tanımlamaları ile “darbecileri” muhatap alması anlamına
gelmektedir.
Yemen’de isyancılar ile güvenlik güçleri arasında sıcak çatışmaya varan gerginliğin, görünür nedeni yeni anayasanın hazırlanması sürecinde Houthi
hareketine yeterli temsil imkanı verilmemesi ve taslak anayasanın Yemen’i 6 bölgeli federal devlete bölüyor olmasıdır; Houthi sözcüsü Mohammed Abdel-Salam, anayasanın bölge sayısını belirtmemesi gerektiğini, sadece Yemen’in federal bir devlet olduğunu belirtmesinin yeterli olacağını, bölge sayısına ve bölgelerin nasıl oluşturulacağına Yemen halkı içindeki akillerin karar vermesi gerektiğini ileri sürmüştür.[1] Ancak hem Yemen Hükümeti hem de Houthi isyancıları, Yemen’in federal bir devlet olması konusunda görüş birliğinde iken, federe bölgelerin sayısının ne olacağı ve bölge sayısının anayasada yer alıp almayacağı hususlarının böyle bir çatışma ortamının nedeni olduğuna ilişkin hiçbir açıklama, doğaldır ki, tatmin edici olamaz. Bu durumda arkadaki kısa ve uzun vadeli nedenler üzerinde düşünmek gerekmektedir. İlk yakın neden, Houthi isyancılarının, kendi militanlarının Yemen Güvenlik Güçlerine entegre edilmesini
istemesidir ki, Devlet Başkanı Hadi’nin şiddetle karşı çıktığı bu talebin, mevcut Yemen Hükümeti tarafından kabul edilme ihtimalinin mevcut olmamasıdır.
İkinci yakın neden, Houthi isyancılarının hükümet içinde bazı bakanlıkların kendilerine verilmesini istemeleridir; Devlet Başkanı Hadi, baskılar karşısında
2014 yılı sonlarında Houthi içinden Saleh al-Samad’ı devlet başkanlığı danışmanı olarak atamıştır, ancak bu atama Houthi hareketinin yönetimde yer
edinme isteğini karşılayacak nitelikte bir girişim olmamıştır. Biraz daha geriye gittiğimizde, Houthi isyancılarını harekete geçiren bir neden “Arap
Baharı” sonrasında gerçekleşen olaylardır; bu durum ilk bakışta Houthi isyancılarının “Arap Baharı” sürecinde dönemin Yemen yönetimini devirmeye
çalıştığı şeklinde okunsa da, 2011 yılında Saleh’in devrilmesi sonrası, Houthi isyancıları Saleh yanlıları ile işbirliğine girmiştir; sonuçta Houthi
isyancıları ile devrik lider Saleh yanlılarının birlikte sokaklarda devriye gezen “Popüler Komiteler” oluşturmuş olması[2], günümüzde Houthi isyancılarının
“Saleh yanlısı” olarak nitelendirilmesine sebep olmaktadır. Ancak Houthi isyancılarının 2004 ve 2010 yıllarında Yemen ordusu ile çatışmaları dikkate
alınırsa, yani tarihsel bir perspektif ile bakılırsa, üstelik Hadi görevden ayrılsa ya da devrilse bile çatışmalar devam edecektir görüşündeki uzmanların
söylemleri dikkate alınırsa, Houthi isyancılarının Yemen’de herhangi bir lider yanlısı ya da herhangi bir lider taraftarı olarak nitelendirilmesinin doğru
olmadığı anlaşılabilir; zira günümüzde Houthi, Saleh yanlıları ile işbirliği yapıyorsa, bu işbirliği pragmatist anlayışının bir ürünü olmalıdır; zira bazı
yorumcular Houthi hareketinin Saleh sonrası Yemen’inde en güçlü aktör olarak sahneye çıktığına işaret etmektedir; dolayısıyla Houthi, Saleh’in hayal
kırıklığına uğramış yandaşlarını yanına çekerek gücüne güç katmak istemektedir.
Buraya kadar yazdıklarım, meseleye Yemen iç siyaseti açısından, dolayısıyla dar bir perspektiften yapılan değerlendirmeyi içermektedir. Oysa
söz konusu Yemen’deki iç karışıklıklar olunca, hem bölgesel hem de küresel aktörlerin yaklaşımını dikkate alan geniş bir perspektiften değerlendirme yapmak şarttır. Zira Yemen’deki iç sorunların değerlendirilmesi, İran, Suudi Arabistan ve ABD’nin politikaları ve öncelikleri dikkate alınmaksızın yapılırsa eksik bir değerlendirme olur.
Yemen’de Houthi hareketine ilişkin meselede İran faktörü, İran’ın Houthi hareketini bölgesel çıkarları adına bir araç olarak görmesinden dolayı,
sahneye çıkmaktadır. İran ile Houthi hareketinin görünen ortak noktası Şii mezhebidir ve İran’ın İslam coğrafyasındaki ideolojik rekabette Şii hareketini
desteklemek ve bu suretle bölgesel etkinliğini artırmak adına Houthi hareketine silah ve para yardımında bulunduğu ve Houthi isyancılarını eğitmekte olduğu
sıklıkla basında yer almaktadır. Suudi Arabistan başta olmak üzere Sünni Körfez ülkeleri, İran’ı Yemen’in içişlerine karışmakla eleştirmektedir. İran tarafından
bu iddialar reddedilmekte; İran söz konusu iddiaların, bölgede İran tehdidi algısının güçlendirilmesi için Körfez ülkeleri ve ABD tarafından uydurulmakta
olduğunu ileri sürmektedir. Houthi hareketinin arkasında İran’ın olması, Houthi hareketinin Yemen’de güç kazanmasının, İran’ın güç kazanması anlamına geleceği açıktır ve İran’ın bölgede güç kazanması da sadece Yemen hükümeti açısından değil, başta Suudi Arabistan olmak üzere tüm Körfez ülkeleri ve ABD açısından tehdittir; bu tehditin/tehdit algısının başlıca iki nedeni bulunmaktadır. Birinci neden, Sünni yönetimlere sahip Körfez ülkelerinde Şii nüfusun yaşamakta olmasıdır ve dolayısıyla Yemen’de başlayacak bir mezhep savaşının –kimi yorumcular mezhep ayrımı kaynaklı iç savaşın çoktan başlamış olduğunu
düşünmektedir- tüm bölgeye sıçraması tahmin edilemez bir durum değildir. Zira Suudi Arabistan nüfusunun %10’u, Kuveyt nüfusunun %40’a yakını, Birleşik Arap Emirlikleri nüfusunun %15’i, Bahreyn’in %70’i Şii’dir. Körfez’deki yadsınamayacak orandaki bu Şii nüfus, geçmişte olduğu gibi günümüzde de İran’ın etkisine açıktır ve İran’ın Yemen’de Houthi hareketi üzerinden kazandığı güç, İran’ın diğer Körfez ülkelerinin içişlerini de karıştırma ve daha fazla güç
kazanma ihtimalini artırmaktadır. İkincisi, Sünni-Şii rekabetinin ve iki mezhep arasındaki çatışmaların artmasının ulus aşan “jihadist” unsurları güçlendirmesi dir.
Irak’taki mezhep çatışmalarının ve “Arap Baharı” sürecinde de Suriye’deki mezhep çatışmasının, İŞİD gibi “jihadist” unsurların güçlenmesinde
payı olmadığı ileri sürülemez. İşte bu noktada “jihadist” unsurların küresel bir tehdit olması anlamında devreye ABD faktörü girmektedir. Zira ABD, Yemen
Hükümetinin Yemen’de güç kazanan El-Kaide ile mücadelesine destek olurken, ülkede Şii Houthi hareketinin güçlenmesi karşısında, kendilerini Şii tehdidi
altında gören Sünni halkın, “jihadist” örgütlere yanaşmasından, bu örgütlere kucak aşmasından, Şii yükseliş karşısında El-Kaide ile İSİD’in işbirliği
yapmasından –kimi yorumcular bu işbirliğinin çoktan gerçekleşmiş olduğunu ifade etmektedir-[3]çekinmekte, dolayısıyla Yemen’de ve bölgenin genelinde Şii
unsurların güçlenmesini “jihadist” unsurların da güçlenmesi olarak okumaktadır. Bölgede Şii unsurların güçlenmesinin Sünni “jihadist” unsurları da güçlendirmesi
–tam aksi de mümkündür, yani “jihadist” unsurların güçlenmesi Şii hareketleri de güçlendirebilir- realiteyi yansıtan bir paradokstur.
Bu paradoks karşısında, ABD’nin “jihadist” unsurlar ile mücadele ederken statükonun aleyhine güç kazanan Şii unsurlar ile de mücadele etmesi bir
zorunluluk haline gelmektedir. Bu zorunluluk kapsamında zaten Yemen Hükümetine özellikle El-Kaide’ye karşı mücadelesi kapsamında maddi ve insani yardım
yapmakta olan ve son yaşanan gelişmeler ışığında, Houthi isyancılarının başkent Sana’da sebep oldukları şiddeti eleştiren ABD Houthi-karşıtı söylem
geliştirmiştir. El-Kaide’nin güçlü olduğu, Şii Houthi isyancılarının statükoya bir tehdit oluşturduğu Yemen’de, Şii unsurların güç kazanmasının zaten mevcut
olduğu iddia El-Kaide-İŞİD işbirliğini pekiştirmesinden çekinen ABD için, Yemen, ABD’nin terörizm ile mücadelesinin merkezi olmuştur[4].
Sonuç olarak; Yemen’de yaşananlar sadece Yemen’i ilgilendiren bir iç mesele değil, bölgesel ve küresel boyutları olan bir meseledir. Bölgeseldir;
zira bölgede Sunni-Şii çatışmasının ve özellikle Suudi Arabistan-İran rekabetinin sahnelendiği bir alandır. Küreseldir; zira Sünni-Şii çatışması,
Sünni “jihadist” unsurların güçlenmesi için verimli ortam oluşturmaktadır ve “jihadist” unsurlar bölgesel olma yanında küresel tehdit unsurları olarak
algılanmaktadır.
[1]Yemeni troops battle Shiite rebels in yemeni capital, The New York Times, 19 Ocak 2015.
[2]The Houthis aim the sword, www.economist.com, 20 Ocak 2015
[3]How Yemen Is Making ISIS and al-Qaeda Even More Dangerous, 29 Ekim 2014, http://www.thefiscaltimes.com
[4]M. Abi-Habib ce H. Almasmari, Uprising in Yemen Fans U.S. Concern, The Wall Street Journal, 20 Ocak 2015
Dr. Dilek Yiğit
Uzman Hakkında
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi
Uzmanın Diğer Yazıları
Husiler ve Müslüman Kardeşler: Bir Taşla İki Kuş
Kararlı Fırtına Operasyonu’nun İsrail’de Yankıları
Libya Avrupa İçin Tehdit Mi?
Yunan “Harry Potter” Avro Alanını Dağıtabilir mi?
Yemen’deki Olayların Perde Arkası
Katar Dış Politikasında “U Dönüşü”: Rasyonel Tercih
***