Oğuz ÇELİKKOL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Oğuz ÇELİKKOL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ekim 2018 Cumartesi

ABD ve Uluslararası Sistemde Sarsıntılar

ABD ve Uluslararası Sistemde Sarsıntılar


ABD ve Uluslararası Sistemde Sarsıntılar
Oğuz ÇELİKKOL
28 Ağustos 2018



Uluslararası sistemde baş aktörler devletlerdir. Dünya’da 200’ün üzerinde devlet bulunuyor. Birleşmiş Milletler üyesi devletlerin sayısı ise 193’dür. Uluslararası ve devletlerarası ilişkiler, karşılıklı etkileşim ve interaksiyonla yürütülmektedir. Genelde ülkeler aralarındaki ilişkilerde diplomasi yolunu kullanırlar, işbirliği alanlarını tespit ederler, aralarındaki sorunları diplomatik temaslarla çözmeye çalışırlar.

Devletlerin aralarındaki sorunların çözümünde sürtüşmelere, rekabete, siyasi ve askeri çatışmaya ve hatta savaşa sürüklenmeleri de oldukça sıklıkla görülen bir durumdur. Hatta bazı ülkeler arasında, silahlı çarpışmalar devam etmese de, (ateşkese rağmen) bugün bile savaş “durumu” devam etmektedir. Devletler birbirleriyle iyi ilişkiler kurdukları gibi birbirlerine karşı siyasi ve/veya ekonomik yaptırımlar uygulayabiliyorlar, aralarındaki ilişkileri tamamen kesebiliyorlar; tehdide, yaptırımlara ve şiddet başvurabiliyorlar.

Devletler yanında günümüzde uluslararası sistemde uluslararası örgütler de önemli birer “aktör” haline gelmiş durumdalar. Bugün Dünya’da devletler tarafından kurulmuş 300 civarında uluslararası örgüt var. Devletler çeşitli temellerde birbirleriyle işbirliğini yürütmek amacıyla aralarında başta siyasi, güvenlik ve ekonomik alanlar olmak üzere, işbirliğini hedef alan örgütler kurmuşlar.

Bu uluslararası örgütler içinde en önemlisi Birleşmiş Milletler(BM). BM,  Dünya’da barış ve istikrarın korunması görevini üstlenmiş bir örgüt. BM yasası bu görevi (BM organı) Güvenlik Konseyi’ne bırakmış durumda. BM’lerin 3 temel organı var. BM üyesi tüm ülkeler BM “Genel Kurulu’nda” temsil ediliyorlar. Ama BM’nin en önemli organı (5’i daimi, 10 iki yıllık seçimle gelen) 15 üyeden oluşan “Güvenlik Konseyi”. Üç yıllık bir süre için seçimle gelen 54 üyeden oluşan “Ekonomik ve Sosyal Konsey” ise daha çok siyasi konular dışındaki alanlarla ve işbirliğiyle ilgileniyor.

BM uluslararası ilişkilerin, işbirliğinin hemen her alanını kapsayan bir sistem oluşturuyor. Bugün BM sistemini oluşturan, BM içinde çalışan çok sayıda ihtisas örgütü var. Bu örgütler kültürden (UNESCO) çevreye (UNEP), gıdadan (FAO ve WFP) sağlığa (WHO), turizmden (WTO) sivil havacılığa (ICAO), meteorolojiden (WMO) atom enerjisine (IAEA), ticaretten (WTO) kalkınmaya (UNDP) hemen her alanı kapsıyorlar. BM sistemi içinde çalışan bu uzmanlaşmış kuruluşlara “BM ailesi” de deniyor.

Devletlerin (BM dışında) kurdukları çok sayıda örgüt de bugün uluslararası ilişkilerde önemli roller oynuyorlar. Bunlar arasında Kuzey Atlantik İttifakı (NATO), Avrupa Birliği (AB) ilk akla gelenler. Bölgesel işbirliği arayan örgütler de var. Afrika Birliği, Amerika Devletleri Örgütü gibi kuruluşlar daha çok bölgesel siyasi işbirliğini teşvik etmek amacıyla kurulmuşlar.

AB’nin elde ettiği başarı devletlerin ekonomik işbirliğini sağlamak amacıyla kurudukları örgüt sayısında artışı tetiklemiş gibi görülüyor. Güney Doğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN), Körfez İşbirliği Teşkilatı (KİK), Şanghay İşbirliği Örgütü bunlar arasında ön plana çıkıyor. Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA) ve Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü (APEC) de isminden sıklıkla bahsedilen kuruluşlar arasında yer alıyorlar.

Ancak 2016 ABD Başkanlık seçimleri ve Trump’ın yönetime geçmesinden sonra uluslararası sistemde ve ilişkilerde ciddi sarsıntılar yaşandığı izleniyor. Trump’ın uluslararası ilişkilere yaklaşımı farklı, bu da ABD'nin, bırakın Rusya ve Çin’i, geleneksel dostları ve müttefikleri sayılan ülkelerle ilişkilerinde bile ciddi sorunlar ve ayrışımlar ortaya çıkmış durumda. Trump uluslararası ilişkilere farklı bakışını seçim kampanyası sırasında esasen ortaya koymuştu. Ama büyük ihtimalle kimse (Başkan seçildikten sonra) Trump’ın dış politikada bu kadar hırçınlaşacağını ve ABD’ni müttefiklerinden bu ölçüde ayrıştıracağını tahmin etmemişti.

Trump Başkan seçildikten sonra ABD’yi ilk önce APEC’ten, sonra İran Nükleer Anlaşması’ndan ayırmış, NAFTA’yı müzakereye açmış ve NAFTA’dan da ayrılma tehdidini bugüne kadar devam ettirmiştir. Trump’ın Kudüs’le ilgili kararları Vaşington’u kendisinden önceki bütün Başkanlar tarafından uygulanan Orta Doğu politikalarından ayırması anlamına gelmektedir. Trump’ın bu önemli kararları Avrupalı müttefikleri ile hiçbir istişarede bulunmadan alması Berlin, Londra ve Paris gibi önemli Avrupa başkentlerinde ciddi tedirginlik yaratmıştır.

Trump’ın Rusya’ya ve NATO ittifakına yaklaşımının da Avrupa’da tedirginliği arttırdığı izlenmektedir. İşaretler Trump’ın AB’yi bir tehdit olarak gördüğüne işaret etmekte, bu durum özellikle Berlin’de Trump yönetimine tepkiyi arttırmaktadır. Trump yönetiminin Çin ve AB ile ticaret savaşlarını başlatan yaklaşımları birçok kişi tarafından Dünya ekonomisi, uluslararası ekonomik istikrar ve büyüme için ciddi bir tehdit olarak değerlendirilmektedir.

Trump’ın çoğunlukla kaba ve anlaşılmaz olarak değerlendirilen davranışları, uluslararası toplantılardaki sert ve diplomatik kural ve geleneklere uymayan hareketleri, attığı “twittler”, söylediklerini ve tutumunu sıklıkla değiştirmesi hem uluslararası ilişkilerdeki istikrarsızlık ve sarsıntı havasını güçlendirmekte, hem de Dünya liderlerinde Trump’la görüşme ve sorunlara masada çözüm bulma isteğini azaltmaktadır.

Trump’ın geleneksel olarak ABD’nin en yakın müttefiki sayılan ülkelerin liderleriyle bile ilişkilerinde ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Trump’ın aralarında Kanada Başbakanı Justin Trudeau, İngiltere Başbakanı Teresa  May, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in de bulunduğu Batılı liderlerle ilişkileri uzun bir süreden beri bozuktur. Trump Yönetimi sırasında ABD’nin güney komşusu Meksika gibi kuzey komşusu Kanada ile de ilişkileri hızla bozulmuştur. Trump ile Trudeau’nun son NATO Zirvesi sırasında yan yana bile gelmedikleri dikkat çekmiştir.

Trump’ın aralarında BM ve NATO’nun da bulunduğu uluslararası kuruluşları, uluslararası siyasi ve ekonomik sistemi sürekli olarak eleştirmesi ilgi çekicidir. Bu kuruluşlar ve (mevcut) uluslararası sistem 2. Dünya Savaşı’ndan sonra temelde ABD’nin görüş ve istekleri doğrultusunda kurulmuştur. Mevcut uluslararası sistem (2. Dünya Savaşı’nın esas galibi) ABD çıkarlarını gözetme temelinde oluşturulmuştur. Bugün Dünya’da ticaretinin (büyük ölçüde) ABD para birimiyle yapılması Vaşington’a uluslararası ilişkilerde büyük bir üstünlük sağlamaktadır.

ABD lehine çalışan bu sisteme rağmen başta AB ve Çin olmak üzere yeni güç merkezlerinin ortaya çıktığı ve ABD’nin uluslararası siyasi ve ekonomik üstünlük ve hegemonyasına rakip hale geldikleri ortadadır. Vaşington’un Dünya’daki siyasi ve özellikle ekonomik hegemonyasının tartışmalı haline gelmesinden ve yeni güç merkezlerinden gelen “meydan okumalardan” rahatsız duyduğu da görülmektedir. ABD’de birçok hususun (bir süreden beri) “iyi” gitmediği, ABD’de siyasi ve ekonomik alanda sorunların büyüdüğü de doğrudur.

Başkan Trump seçim kampanyası sırasında bu sorunlara sıklıkla temas etmiş, ABD’nin birçok alanda geri kaldığını, ABD’nin bazı bölgelerinde “üçüncü dünya ülkelerindekine” benzer şartların hakim olduğunu vurgulayarak, ABD’nin karşılaştığı sorunları dile getirmiştir. ABD’nin ekonomik alanda sorunlarının arttığı, ABD’nin Dünya’daki en büyük ekonomi olma statüsünü kaybetmekte olduğu, ABD’nin “üreten ve satan” değil “tüketen ve alan” bir ekonomiye dönüştüğü, ABD’de alt yapının “eskidiği” büyük ölçüde gerçektir. Ancak bu durumun nedenleri ABD’nin diğer ülkelerle ilişkilerinde değil, ABD’nin kendisini ve ekonomisini “yenileme” ve Amerikan toplumunda kontrolsüz şekilde büyüyen “tüketim” eğilimlerini kontrol altına almakta karşılaştığı zorluklardan kaynaklanmaktadır.

Trump yönetiminin ABD ekonomisinin karşılaştığı sorunların sebeplerini diğer ülkelere, mültecilere yükleyen tutum ve politikalarının ABD’yi birçok ülke ile karşı karşıya bıraktığı açıktır. Trump yönetiminin serbest ticareti engelleyici politikaları Dünya ekonomisini olumsuz yönde etkileyeceği ve sonuçta ABD’ye zarar vereceği için ağır şekilde eleştirilmektedir. Dış politikada da ABD’nin karşılaştığı sorunların temelinde Vaşington’un üst üste yaptığı büyük hatalar bulunmaktadır. Bu durumun en iyi örneği Irak’tır. Trump’ın kendisi seçim kampanyası sırasında bu dış politika hatalarına sıklıkla temas etmiş, ancak yönetime geldikten sonra Vaşington’un dış politikada yaptığı hatalar artarak devam etmiştir.

Bugün ABD’de Amerikan ekonomisi ve dış politikasının değil, Başkan Trump’ın “geleceğinin” tartışılması ilginçtir. Trump yönetime geldiğinden beri ABD’de iç çekişmeler ve bölünmeler hızla büyümüştür. Trump’ın Başkanlık seçimlerini dış müdahale ile kazandığı, Rusya’nın ABD seçimlerine müdahale ettiği ve (daha da vahimi) Trump seçim kampanyasının (seçimleri kazanmak için) Rusya ile işbirliği yaptığı iddiaları Vaşington’daki “krizi” çok ciddi bir boyuta getirmektedir.

Bugün Vaşington’da Trump Yönetiminin geleceğini etkileyecek soruşturmalar devam etmekte, seçim kampanyası sırasında Trump seçim kampanyası ile Rusya arasındaki ilişki ve temaslar (her yönüyle) incelenmektedir. Trump’ın geçmişten gelen özel hayatıyla ilgili soru işaretleri de soruşturma konusu olmakta, basının büyük ilgisini çekmektedir. Geçen hafta Başkan Trump için özellikle zor geçmiş,  eskiden seçim kampanyasını yürüten kişi ile eski avukatının suçlu bulunarak, yüksek cezalara çarptırılması, Trump çevresindeki çemberin daralmakta olduğu yorumlarını arttırmış, Trump’ın Başkanlıktan “azil sürecinin” yakında başlayabileceği, Trump’ın (Başkanlıkta) kalan 2 yıllık süresini tamamlayamayacağı söylentilerine hız kazandırmıştır.

Trump çevresindeki iddia ve tartışmalar hızla büyürken, ABD Kasım ayında çok önemli bir seçime gitmektedir. Kongre’deki dengeleri etkileyecek bu seçimlerden Temsilciler Meclisinin tamamı ve Senato’nun üçte biri etkilenecektir. Kasım’da Trump’ın partisinin (Cumhuriyetçi Parti) Kongredeki sayısal üstünlüğünü kaybetmesi Trump’ın “geleceğiyle” ilgili gelişmelerde önemli bir rol oynaya bilecektir. Vaşington bu çalkantılardan geçerken ve Trump yönetimi aldığı kararlarla uluslararası sistemi sarsıntı içine sokarken, birçok başkentte bu dönemde Trump Yönetimiyle ilişkilerin nasıl sürdürüleceği hesapları yapılmakta, birçok ülke, bugün Dünya’daki en büyük (siyasi, askeri ve ekonomik) güç olan, ABD ile (Vaşington’daki bu zor durumda) ilişkilerin nasıl sürdürüleceğini düşünmektedir.


Bu yazı 28.08.2018 tarihinde Hürriyet Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/oguz-celikkol/abd-ve-uluslararasi-sistemde-sarsintilar-40938822


http://www.bilgesam.org/incele/7837/-abd-ve-uluslararasi-sistemde-sarsintilar/#.W7hcpHszYdU

Türk Dış Politikası’nda Suriye....

Türk Dış Politikası’nda Suriye....

Oğuz ÇELİKKOL
20 Mart 2018


   911 kilometre sınırı paylaştığımız komşu ülke Suriye’de 2011 yılından beri iç savaş yaşanıyor. Suriye “sorunu” Türk dış politikasının, kaçınılmaz olarak, en önemli ve öncelikli konusu haline gelmiş durumda. Ancak Suriye artık Türkiye için  ilgilenmesi zorunlu bir dış politika konusu değil. 3.5 milyona yakın Suriyeli Türkiye’de yaşıyor. Sadece Türkiye–Suriye  ilişkilerinin geleceği (ve Türkiye-Suriye sınırının güvenliği) değil bu 3.5 milyon Suriyelinin kaderi de Suriye iç savaşının nasıl biteceğine ve Suriye’deki rejim sorununun nasıl çözümleneceğine bağlı.

    2014 yılında kaleme aldığım Suriye ile ilgili kitabıma “İçimizdeki Komşu Suriye” adını vermiştim. Bu adı sadece şimdi içimizde yaşayan 3.5 milyon Suriyeli haklı kılmıyor. Konunun bir de terörizm bağlantısı var. Suriye’de yaşayan Kürtlerin en azından önemli bir bölümü PKK ile doğrudan bağlantılı. Bugün Suriye topraklarının %30’a yaklaşan bir bölümü (NATO müttefikimiz ABD’nin sağladığı yardımla)  PKK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG tarafından kontrol ediliyor ve fiilen yönetiliyor.

    7 yıldır devam eden iç savaşın bir süreden beri Suriye’de ortaya çıkarttığı tablo artık Türkiye’ye Suriye’deki gelişmelerin dışında kalma ve uzaktan izleme imkanını tanımıyor. Mevcut tabloda bölgesel güç İran ve küresel güçler Rusya ve ABD, kullandıkları yerel ortakları (yerel müttefikleri de diyebiliriz) yanında , doğrudan kendi askerleriyle, özel kuvvetleriyle, milis güçleriyle, eğitmenleriyle fiilen Suriye’deler.

   Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonları yapılmasaydı bugün Suriye’de nasıl (çok daha kötü) bir tabloyla karşı karşıya kalacağımıza  bakılması ,Türkiye’nin fiilen Suriye’de bulunması ile Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) Türkiye için önemini ortaya koyuyor. ÖSO bu askeri operasyonların ( mümkün olduğunca az kayıp verilerek ) sürdürülmesi için zaten önemliydi. Ama disiplinli ve eğitimli bir ÖSO’nun önemi Azez-Cerablus-El Bab bölgesi  ile şimdi  (PYD/YPG’den tamamen temizlenmekte olan)  Afrin bölgesinin kontrol altında tutulması ve (mümkün olan en az Türk mevcudiyetiyle) yönetilebilmesi aşamasında daha da artıyor.

Bitmekte olan Afrin operasyonundan sonra Türkiye’nin ne yapacağı, Türk askeri operasyonların Menbiç’e ve Fırat’ın doğusuna yayılıp yayılmayacağı üzerinde durulan ve gündeme gelen önemli sorular. Bu soruların yanıtı büyük ölçüde ABD’nin tutumuna ve sahadaki uygulamalarına bağlı gözüküyor. Türkiye ve ABD Dışişleri Bakanlıkları arasında Mart ayının ilk haftası içinde Vaşington’da Suriye konusunda yapılan görüşmelerde önemli  ilerle sağlandığı bildiriliyor.

Bu görüşmelerde “çözümün” temel unsurlarının  belirli ölçüde ortaya çıktığı,  ABD’nin (daha önce de Türkiye’ye verdiği sözler doğrultusunda ) PYD/YPG’nin Menbiç’ten tamamen çekilmesini kabul ettiği, Menbiç’te güvenliği Türk ve ABD askerleri birlikte yerel unsurların sağlayacakları anlaşılıyor. Adeta Türkiye ve ABD’nin “gözlemci” olacağı bir yönetim ve güvenlik sisteminin düşünüldüğü ortaya çıkıyor. Bu sistemde, Menbiç’te de Fırat’ın doğusunda da, Arap ve Kürtlerin nüfusları oranında yerel yönetimde ve güvenlik güçlerinde olamasının temel alınacağı görülüyor.

Bu teknik görüşmelerden sonra Türkiye Dışişleri Bakanı’nın 19 Mart tarihinde Vaşingtona gitmesi, Türk ve ABD Dışişleri Bakanlarının iki ülke Dışişleri Bakanlıkları Müsteşar Yardımcıların başkanlığında yapılan görüşmelerde ortaya çıkan temelde (Menbiç ve Fırat’ın doğusundaki) YPG sorununa nihai bir çözüm bulmaları bekleniyordu. Ancak, bu ziyaret Başkan Trump’ın ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’u değiştirmesi nedeniyle gerçekleşmedi. Yeni atanan ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun göreve başlaması ise (Senato onayı nedeniyle) bir süre alacak.

Dışişleri Bakanı’nın Vaşington ziyaretinin “bir süre” ertelemesi belki de iyi oldu. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünden geçen hafta gelen ifadeler, Vaşington’un iki ülke Dışişleri Bakanlıkları arasında yapılan teknik görüşmelerin ilk turunda henüz “tam bir mutabakata”  varılmadığını düşündüğünü gösterdi ve kafaları karıştırdı. İki ülke Dışişleri Bakanlıkları arasındaki teknik görüşmelerin bu hafta içinde devam edeceğini, görüşmelerin ikinci turunun yapılacağını anlıyoruz. İki ülke Dışişleri Bakanlarının bir araya gelmesinden önce çözüm için üzerinde varılan mutabakatın tam olarak ortaya çıkması önem taşıyor.

Diğer yandan geçmişte ABD’nin Türkiye’ye karşı adeta bir oyalama politikası uyguladığı, verdiği sözleri yerine getirilmediği hatırlarda. Dışişleri Bakanlıkları arasındaki teknik görüşmelerden ortaya çıkacak mütabakat,  iki ülke Dışişleri Bakanları tarafından sonuçlandırılarak onaylansa bile, bu mütabakatın Amerikalılar tarafından sahada uygulanıp uygulanmayacağı, yine bir oyalama taktiğine dönüştürülüp dönüştürülmeyeceği hususunda Türk kamuoyunda haklı şüphelerin bulunduğu da görülüyor.

Ancak bu kez (YPG’nin Menbiç’ten çekilmesi dahil) üzerinde anlaşılan tüm hususların bir yol haritası haline getirileceği, yol haritasının yer ve tarihlerle ayrıntılı hale getirilmiş bir takvimi içereceği belirtiliyor.Böylece sahadaki uygulamanın yer ve zaman olarak kesileştirileceği, bu yolla oyalama tattiklerine başvurulmasının da önüne geçilmek istendiği ortaya çıkıyor.

Türkiye’nin Azez-Cerablus-El Bab bölgesinden sonra şimdi (son hızlı gelişmelerle) Afrin’de bitirmek üzere olduğu askeri operasyonlar Ankara’nın Suriye’de milli menfaatleriyle ilgili hususlarda taviz vermeyeceğini, Suriye’nin Türkiye’nin iç  ve sınır güvenliği için bir tehdit durumuna gelmesine  izin vermeyeceğini de açıkca gösterdi. Yani Türkiye çıkarlarını koruma konusundaki kararlılığını sahada ortaya koymuş, sınırındaki terörizm tehdidi ve PYD/YPG sorununu görüşmeler yoluyla çözmeye devam ederken, gerekirse askeri güçünü başarıyla kullanmaktan kaçınmayacağını açıkca orta koymuş durumda.  

ABD’nin Türkiye’nin bu kararlılığını gördüğü, PYD/YPG sorununun çözümü konusunda Ankara’nın isteklerinin dikkate alınmaması durumunda askeri operasyonların (çok daha kolay coğrafi şartlardaki Menbiç ve Tel Abyad gibi bölgelerde) devam edebileceğini anladığı ümit ediliyor.

Konuya tabii bir de daha büyük bir resimden bakılması gerekiyor. Yeni ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun İran (İran’ın Irak ve Suriye’deki varlığı da buna dahil)  konusunda daha “duyarlı”  olduğuna işaret ediliyor. Pompeo döneminde Orta Doğu’da ABD-İran ve  Suudi-Arabistan-İran ilişkilerindeki tırmanmanın daha da büyüyebileceği görülüyor.Suudi Veliah Prensi Salman yarın Vaşington’da ve Beyaz Saray’da Başkan Trump’la görüşecek. Yani Orta Doğu’daki küresel ve bölgesel bölünmeler ve çatışma daha da derinleşiyor. Vaşington’un Orta Doğu’da (NATO müttefiği ) Türkiye’siz hareket etmede karşılaşacağı sorunları Pompeo döneminde daha iyi görebileceği beklentisi var.

Türkiye için Suriye’den iç güvenliği için gelen tehdidin, sınır güvenliğinin ve PKK’nin uzantılarının Suriye’de oynadığı rolün (müttefiği ) ABD’nin PYD/YPG ‘ye sağladığı askeri ve siyasi destek nedeniyle öncelik kazandığı doğal olarak ortada. Ancak Türkiye için Suriye’nin geleceği de önemini aynen devam ettiriyor. Ankara açısından Vaşington’un Suriye’nin geleceği, toprak bütünlüğü ve siyasi birliği konusunda (gerçekten) ne düşündüğünü, PYD/YPG ‘ye sağladığı desteğin ileriye dönük olarak Suriye’nin geleceği açısından ne ifade ettiğini bilmek de önemli.

Bu yazı 20.03.2018 tarihinde Hürriyet Gazetesinde yayınlanmıştır.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/oguz-celikkol/turk-dis-politikasinda-suriye-40777889


http://www.bilgesam.org/incele/5770/-turk-dis-politikasi-nda-suriye----/#.W7hejnszYdU

***