Necdet Öztorun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Necdet Öztorun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mayıs 2017 Salı

MİT Raporu (Banker Bako) BÖLÜM 1




MİT Raporu (Banker Bako) BÖLÜM 1


10/11/1987 - 11:00 - 

      
Kamuoyunda 1.nci MİT raporu olarak bilinen ve 1987 yılında basına yansıyarak uzun süre gündemde kalan "Banker Bako Olayı, Polis İçindeki Çekişme ve Yeraltı - Polis - Kamu  Görevlileri İlişkileri" isimli istihbarat raporu, o tarihte sadece raporu kaleme alan ve rapora sahip çıkanların başını yedi. Hiç kimse raporda yazılanların doğruluğu araştırmadı, hiç bir yetkili raporda yazılanlarla ilgili tedbir almadı. Raporda suçlanan isimlerin bir çoğu, etkin ve önemli mevkilere getirildiler. Sistem doğrudan yana işlemedi. Neticede "Susurluk'u", "Banka Soygunlarını", bitmek tükenmek bilmeyen "yolsuzlukları" hep birlikte yaşadık, yaşıyoruz. Sonuçta bu raporun kaleme alınmasından 14 yıl sonra değişen çok fazla bir şey yok. Sadece oyuncular ve yöntemler değişti, sahne yine aynı sahne. 

Banker
Bako Olayı, Polis
İçindeki Çekişme ve Yeraltı - Polis - Kamu  
Görevlileri İlişkileri

1. 12 Eylül 1980’den sonra araştırmalar, kaçakçılığın terörün başlıca unsurlarından biri olduğu kanaatini yaratmış ve bu nedenle 25 Aralık 1982 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’nda Org. Necdet ÖZTORUN’un başkanlığında Korg. Recep ERGUN, Korg. Nevzat BÖLÜGİRAY, Korg. Burhanettin BİGALI, Koram. İrfan TINAZ, Tuğg. Doğan SOLMAN, Emniyet Genel Müdürü Fahrettin GÖRGÜLÜ, MİT Daire Başkanı Galip TUĞCU’nun katıldığı kaçakçılık ve rüşvetle ilgili bir toplantı yapılmıştır.

Toplantıda o güne kadar kaçakçılık konularının dışında kalan MİT Müsteşarlığı’na da görev verilmiş ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nın buna göre yapılanması kararı alınmıştır. Aynı toplantıda bilgilerin MİT arşivlerinde toplanması ve MİT’in KİHDB (Kaçakçılık İstihbarat ve Harekat Daire Başkanlığı) ve Emniyet Genel Müdürlüğü ile yakın koordinasyon içinde olayların üzerine gitmesine karar verilmişti. 

6 Mart 1983’te Genel Kurmay’da 2. Başkanın Başkanlığı’nda diğer bir toplantı yapılmış ve Dündar KILIÇ’la iltisaklı silah, sahte para ve elektronik kaçakçısı Zeki İNAL’ın işbirliği yaptığı ve ilişkili olduğu şahısların durumu değerlendirilmiştir. Bu toplantıda konunun Emniyet Genel Müdürlüğü ve MİT Müsteşarlığı’nca ele alınıp sonuçlandırılması talimatı verilmiştir. 

Haziran 1983’te MİT Müsteşarlığı bünyesinde Kaçakçılık Şubesi kurulmuş ve başına şube müdürü olarak bu konuda birikimleri olan Mehmet EYMÜR getirilmiştir. Kaçakçılık konusunda Atilla AYTEK’in başında olduğu Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve İstihbarat Daire Başkanlığı ile çok yakın koordinasyonu başlayan MİT Kaçakçılık Şubesi 9 Şubat 1984’te terörle yakın ilişkisi bulunduğu anlaşılan Dündar Ali KILIÇ, Behçet CANTÜRK ve Abuzer UĞURLU’nun sorguya alınarak , tecrim edilmelerine çalışması teklifini Genelkurmay Başkanlığı’na yapmış, teklifin uygun karşılanması üzerine ilk önce Dündar Ali KILIÇ, bilahare de Behçet CANTÜRK alınarak sorgulanmış ve Ankara Sıkıyönetim Mahkemesine tevdi edilmişlerdir.

Gözaltına alınmaları ve yargılanmaları büyük tepkiler yaratan ve ifadeleri ile yüzlerce kişinin daha tevkif edilmesini sağlayan, birçok görevli ve idareci ile ilişkileri su yüzüne çıkaran Dündar KILIÇ ve Bahçet CANTÜRK’ten sonra yeraltı dünyasından bu görevi yürüten kişilere karşı sistemli bir yıpratma faaliyeti başlamış, bu faaliyetin en ziyade hedefi MİT’e nazaran daha legal bir şekilde çalışan Emniyet Kaçakçılık Dairesi ve bu dairenin başkanı Atilla AYTEK olmuştur. 

Günümüze kadar süren ve özellikle basın yoluyla yapılan bu yıpratma ve yıldırma faaliyetine yeraltı dünyası ile menfaat ilişkileri içinde bulunan çeşitli kamu görevlileri de yardımcı ve alet olmuşlardır. 

Son günlerde Banker BAKO olayı ile bazı gizli ilişkilerin yeniden su yüzüne çıkmasından tedirgin olan yeraltı dünyası ve işbirlikçileri bu kez olayların arkasında MİT’in bulunduğu varsayımından hareketle Atilla AYTEK’in yanı sıra MİT’e de yüklenmeye başlamışlardır. 

Bunun en iyi misali uzun yıllardan beri sadakatle MİT Müsteşearlığı’na hizmet eden, teröristler dahil birçok kişinin yakalanmasını sağlayan, MİT kanalıyla Emniyet Genel Müdürlüğü’ne aktarılan bilgilerle silah ve uyuşturucu kaçakçılarının yurtdışında kullandıkları sahte kimlik ve pasaportların tespitini sağlayan döküman sahtekarınla ilgili olarak Hürriyet Gazetesi’nde yapılan 4-5-7 Kasım 1987 tarihli yayınlardır. 

Banker BAKO olayı ile yeraltı-kamu görevlileri ile ilgili istihbari bilgiler müteakip maddelerde sunulmuştur. İstihbari mahiyetteki bilgileri ihtiva etmesine rağmen bu bilgilerin etüdü, günümüzde yeraltı dünyasının kollarını nerelere kadar uzattığı hakkında yeterli bir bilgi verecek, tehlikenin önemini anlatacaktır. 

2. Banker BAKO olayının bağlantıları

a)  ŞEMA 1




b) Banker BAKO’nun arkasında ki esas kuvvet Dündar KILIÇ’ın kardeşi İbrahim KILIÇ ve adamı Erdoğan ARSLAN’dır. Bu grup Banker BAKO’ya 1980’li yılların başından beri bu işi yaptırmaktadırlar. Banker BAKO bunların elinde bir oyuncaktır. İbrahim KILIÇ ve Erdoğan ARSLAN 1984’de, Çaybank’a ait çok miktarda sahte senedi Banker BAKO kanalıyla piyasaya sürmüşler ve bu işten milyarlar kazanmışlardır. Halen Pamukbank Nişantaşı Şubesinde Tülin KUTLU (Tel….) bu konuda bilgi sahibidir. Tülin KUTLU’nun 1984’de Garanti Bankası Kurtuluş Şubesi Müdürü olduğu devrelerde Banker BAKO çok miktardaki sahte Çaybank senedini bankaya tevdi ederek kredi almış, Tülin KUTLU senetlerin sahte olduğunu sonradan anlamıştır. 

c) ErdoğanARSLAN, DYP il başkanı Yaşar KEÇELİ’nin yeğeni Şeref KEÇELİ’nin kirvesidir. Yaşar KEÇELİ’nin diğer yeğeni Hikmet KEÇELİ ise İstanbul Emniyet Mali Şube Müdürü Cevdet SARAL ve İstanbul polis şefleri ile yakın irtibatlıdır. Esasında Dündar KILIÇ ve yakınları, Dündar KILIÇ’ın cezaevinde bulunmasını Başbakan ÖZAL ve Şarık TARA'ya bağlanmakta ve Özal Hükümetinin gitmesini özellikle istemektedir. Kılıç ailesinin Banker BAKO kanalıyla piyasaya sürdüğü para miktarı 12 milyar dolayında olup, sahte tahvillerin bir kısmı halen İstanbul’un Hacı Hüsrev semtinde piyasaya sürülmektedir.

d) Yeraltı dünyasının avukatlığını ve bu meyanda Of’luların (Osman CEVAHİROĞLU) ve Dündar KILIÇ’ın avukatlığını yapmış olan Karadeniz’li (Samsun) Hüsamettin CİNDORUK, eski Ortaköy Şifayurdu sahibi banker Fikri ERDÜŞ (ölü) ile de iltisaklıdır. H. CİNDORUK’un BAKO, ilişkisi avukat sanık münasebetlerinden doğmayıp H. CİNDORUK’un yeraltı ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. 

Fikri ERDÜŞ’ün 1981-82 yıllarında Kuruçeşme’de kendine ait gümrük depoları mevcut olup bu depolara Dündar KILIÇ ve Of’lu Osman’da ortakdırlar. 

O zamanki MİT İstanbul Daire Başkanı olan Nuri GÜNDEŞ’in de Hüsamettin CİNDORUK ve Dündar KILIÇ’la yakın irtibatı bulunmaktadır. Nuri GÜNDEŞ zaman zaman Teşkilatın imkanlarıyla Hüsamettin CİNDORUK’un özel korumasını da yaptırtmıştır. 

1982’de Hüsamettin CİNDORUK, Fikri ERDÜŞ’ün Kuruçeşme’deki depolarına bir geminin mal boşaltması gerektiğini, ancak İstanbul Gümrüğü’nün izin vermediğini ve zorluk çıkarttıklarını söylemiştir. 

Bunun üzerine Nuri GÜNDEŞ İstanbul Limanında görevli gümrük amiri Erkan KILIÇAY’a bir personel yollayarak konunun halledilmesini istemiştir. Erkan KILIÇAY, Fikri ERDÜŞ hakkında kalın bir dosyanın bulunduğunu ve bu sebeple gümrük muayenesinin F. ERDÖŞ’e ait depoda yapılamayacağını bildirmiş, Nuri GÜNDEŞ ise İstanbul MİT’de kaçakçılık konularına bakan Cengiz ABAOĞLU’nu İstanbul Gümrük Başmüdürü OKTAY’a göndermiştir. Oktay’ın da zorluk çıkarması üzerine C. ABAOĞLU, Oktay’a, F. ERDÜŞ’ün Konsey Üyelerinden birinin (ismi hatırlanmıyor) yakını olduğunu belirtmiş, bu baskılar üzerine İstanbul Gümrük Müdürü OKTAY, geminin Kuruçeşme’deki depoya yanaşmasına izin vermiştir. İzni elde eden Nuri GÜNDEŞ, Hüsamettin CİNDORUK’a işin halledildiği müjdesini vermiştir. 

Banker BAKO 1980 harekatından sonra iflas edince Dündar KILIÇ’a sığınmış ve böylece hem borçlarının zorlamalarla ödenmemesini temin etmiş hem de elindeki çek ve senetlerin Dündar KILIÇ ve adamları vasıtası ile zoraki tahsilini sağlamıştır. BAKO bu arada Fikri ERDÖŞ’ün Fahrettin ASLAN kanalıyla KASTELLİ’den aldığı Kuzguncuk’ta ki yalıya Dündar KILIÇ ve Hüsamettin CİNDORUK kanalıyla yerleştirilmiş, 1984 Ağustos ayından itibaren de Dündar KILIÇ ve adamlarının bastırdığı sahte Çaybank senetlerinin piyasaya sürülmesinde kullanılmıştır. 

Bako’nun iflasından sonrada Fikri ERDÖŞ-Dündar KILIÇ ortaklığı devam etmiş, Fikri ERDÖŞ, Dündar KILIÇ , Yahudi Menaim (Metin) Futsi, yurtdışında bulunan İsmail Hacısüleymanoğlu (Of’lu), Yaşar YAMAK ve Osman isimli bir şahıs yurtdışından saç-demir ve çelik boru getirmişlerdir. Bir hesap meselesinden Dündar KILIÇ ‘la arası açılan Fikri ERDÖŞ yurtdışına kaçınca Dündar KILIÇ ,Kuruçeşme’deki depoları bir müddet çalıştırmıştır. 

Süleyman DEMİREL’e yakınlığı olan Fikri ERDÖŞ zamanında bu yakınlıktan istifade ile Yapı Kredi ve İş Bankası’ndan büyük krediler almış, BAKO’nun da oturduğu yalı İş Bankası kanalıyla satılmıştır. 

e.) Hüsamettin CİNDORUK ve Dündar KILIÇ’la yakınlığına değinilen Nuri GÜNDEŞ MİT’den emekli olup halen Emin CANKURTARAN’a ait Taksim Stadyum Palas Kat-3 17/5 adresi ve ……… no.lu telefonda, ticaretle uğraşmaktadır. Daha önce görevde olduğu tarihte, damadı da Emin CANKURTARAN’ın yanında çalışan Nuri GÜNDEŞ ile birlikte, Dündar KILIÇ ve Yaşar YAMAK’la (Topal Yaşar) ilişkilerinden dolayı MİT’den ayrılmaya mecbur edilen ve MİT’de iken kaçakçılık konularına bakan Cengiz ABAOĞLU çalışmaktadır. 

Cengiz ABAOĞLU aynı zamanda Şehmuz TATLICI’nın Kadıköy’de ki Şetat adlı kuruluşunda da görevlidir. 

Nuri GÜNDEŞ’in, Dündar KILIÇ’la ilgili soruşturma sırasında Şükrü BALCI, İstanbul Valisi Nevzat AYAZ ve Fahrettin ASLAN’la birlikte gayrimüslimlerden külliyetli miktarda haraç alınması olayına adı karışmış ancak bu konu bilahare çeşitli gerekçelerle örtbas edilmiştir. Bu olaya Cengiz ABAOĞLU, Nuri GÜNDEŞ’in akrabası Hacı Ali ASLAN ve diğer birkaç MİT mensubunun da adı karışmıştır. 

Aynı tarihlerde intikal eden bilgilere göre Nuri GÜNDEŞ’in , 

(1) Başak Grubu sahipleri Ertan SERT ve Turan ÇEVİK’ten himaye edilmelerine karşı 60 milyon TL aldığı. 

(2) Aynı tarihlerde eski MİT Müsteşar Yardımcısı Nihat YILDIZ’ı Başak Holding’e soktuğu 

(3) Başak Holdin’in 300 milyonluk bir borcunu banka müdürüne baskı yapıp ertelettiği, 

(4) Erdoğan DEMİRÖREN’in Arşimidis işini kapattırdığı, 

(5) Emin CANKURTARAN’ın gümrük işlerine yardım ettiği ve bu meyanda Emin CANKURTARAN’ın Edirne’de takılan bir TIR’ını Kapıkule Gümrük Müdürü Birol KALKAN kanalıyla kurtardığı, Birol KALKAN’ın bu iyiliklerine karşılık Mataracı davasında korunduğu, 

(6) Dündar KILIÇ ve Fahrettin ASLAN’dan hediye aldığı ve menfaat temin ettiği, hususları yer almaktadır. Bu ilişkilerde Cengiz ABAOĞLU daima yer almıştır. 

f.) Esasen Banker BAKO hayatından endişelendiği için konuşmamakta, cezaevinde vurulmaktan korkmaktadır. Erdoğan ARSLAN ve diğerleri alındığı takdirde Banker BAKO’nun da konuşması ve bazı itiraflarda bulunması mümkündür. 

g.) Banker BAKO olayının arkasındaki diğer güçler ise, İstanbul Emniyet Müdürü Ünal ERKAN, Yadımcısı Mehmet AĞAR, Mali Şube Müdürü Cevdet SARAL ve İstanbul Emniyet Müdürlüğünün diğer üst düzeydeki yöneticileridir. 

Olayın ortaya çıkması ve Mali Şube Müdürünün telsiz emri ile tayin edilmesi üzerine aynı akşam Ünal ERKAN, Mehmet AĞAR, Cevdet SARAL, Narkotik Şube Müdürü Sarper BALTACIOĞLU, İkinci Şube Müdürü Ömer TÜZEL, Personel Şube Müdürü Sefer VURUCU ve diğerleri Beylerbeyi’ndeki Polis Evi’nde toplanmışlar ve durum değerlendirmesi yaparak Hürriyet Gazetesi’nden Kasım GENCE’ye Emniyet Genel Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığı yetkililerini “Takunyalı “olarak niteleyen, hükümeti suçlayan ve olayı kapatan Mali Şube Müdürü’nü öven yazıyı yazdırtmışlardır. 

Ertesi akşam İstanbul Valisi ile aynı yerde yemek yiyen Ünal ERKAN ve yardımcıları yemekten sonra Çevik Kuvvet Şube Müdürü Necati ALTUNTAŞ’ı, Kasım GENCE’yi bulup gazeteye gitmesi ve Ankara baskısını alıp gelmesi için görevlendirmişler, Necati ALTUNTAŞ’da görevi yerine getirmiştir. 

Hürriyet Gazetesi’ne Kasım GENCE ile birlikte gidip gazeteyi alan N. ALTUNTAŞ “Neler yazmışsınız başımız belaya girecek” demiş, Kasım GENCE ise gülerek “Dün akşam sizinkilerle birlikte yazdık. Onlarla birlikte kaleme aldık” şeklinde cevap vermiştir. Gazeteyi Ünal ERKAN’a götüren N. ALTUNTAŞ “Müdürüm bu yazı başımızı ağrıtır” demiş Ünal ERKAN ise “Merak etme hiç bir şey olmaz” şeklinde cevaplamıştır. 

Necati ALTUNTAŞ’ın Hürriyet Gazetesine gidişi Emniyet Genel Müdürü Saffet Arıkan BEDÜK tarafından öğrenilmiş neticede N. ALTUNTAŞ’ın Urfa’ya tayini çıkmıştır. 

Ünal ERKAN ve Mehmet AĞAR ise Emniyet Genel Müdürü’ne, İstanbul Valisi Nevzat AYAZ’ı şahit göstermek ve yemin etmek suretiyle olayla ilgileri olmadığını söylemişler ve Genel Müdürü kandırmışlardır. N. ALTUNTAŞ bir tertibe kurban gittiğini söylemekte ve Ünal ERKAN ile Mehmet AĞAR’a çok kızmaktadır. 

h) Esasen, Ünal ERKAN başkanlığındaki İstanbul Emniyet Müdürlüğü üst düzey kadrosu, İstanbul’da ki yer altı dünyası ile yakın ilişki içindedir. Bu ilişkinin en büyük koordinatörü emekli cinayet masası şefi Ahmet ATEŞLİ ve Mehmet AĞAR’dır. Ahmet ATEŞLİ 1 Kasım seçimleri için DYP’den aday olmuş, Mehmet AĞAR’da aynı partiden milletvekili olmayı düşünürken bilahare bundan vazgeçmiştir. 

i) Banker BAKO olayındaki gelişmeler ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ndeki tayinler üzerine Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’nde 8 Ekim 1987 akşamı geç saatte İbrahim KILIÇ’ın da katıldığı bir durum değerlendirmesi ve izlenilecek strateji toplantısı yapılmış, toplantıya Dündar KILIÇ‘tan para aldığı için bir ara açığa alınan polis memuru Tuncay KATIRCIOĞLU ile gelen İbrahim KILIÇ saat 01:30'a kadar Gayrettepe’de kalmış ve bu saatte Mercedes otosu ile gitmişlerdir. Toplantı Mehmet AĞAR’ın odasında yapılmıştır. 

j) Banker BAKO olayının açığa çıkmasından sonra Dündar KILIÇ’ın kızı ve damadı Uğur (ikiside aynı isimde) ile kızkardeşi (aynı zamanda Of’lu İsmail’in eşi) Türkiye’yi terk etmişler İspanya’ya yerleşmişlerdir. 

k) İstanbul Emniyeti’nde ve yeraltı camiasında BAKO olayı ve bu olaya bağlı olarak diğer yolsuzlukların meydana çıkmasından büyük tedirginlik duyulmakta, özellikle BAKO olayının aldığı “Politik” şekil rahatsızlık vermektedir. 

3.a) Yeraltı dünyasının ünlü isimleri 12 Eylül 1980’den sonra göz altına alınmaları, aranmaları ve birçok faaliyetlerinin ortaya çıkması neticesinde rahatsız olmuşlar ve özellikle Anavatan Partisi’nin, aldığı ekonomik tedbirlerle, illegal gelir kaynaklarını kurutması karşısında, bu hükümete karşı bir tavır olarak muhalif partilere yanaşmışlardır.

Menfaat ilişkilerini her şeyin üzerinde tutan bu grup bir yandan eski İçişleri Bakanı Hasan Fehmi GÜNEŞ kanalıyla SHP’ye sızmaya çalışmış diğer taraftan DYP’li İl Başkanı Yaşar KEÇELİ ve Hüsamettin CİNDORUK kanalıyla DYP ile mevcut yakınlığını pekleştirmiştir. Bu meyanda SHP’nin İstanbul Vatan Caddesi’ndeki bir toplantısına İbrahim CEVİROĞLU (Of’lu Osman’ın yakını) katılarak Fehmi GÜNEŞ ile birlikte oturmuş, aynı toplantıya Ankara Mamak Cezaevi’nde bulunan Dündar KILIÇ büyük bir çelenk yollamıştır. 

b) Yeraltı dünyasından DYP’ye sızma ve destek ise irtibatların fazlalığı nedeniyle daha çok olmuştur. Buna misal olarak, partiye Fatih’ten kaydolan emekli başkomiser Ahmet ATEŞLİ, emekli İstanbul Mali Şube Müdürü Cevdet SARAL’ın yanı sıra emekli istihkam Albay Ali İhsan CESUR’da gösterilebilir. 

1984 yılında yakalanan Ermeni asıllı anneden doğma Lice’li uyuşturucu ve silah kaçakçısı Behçet CANTÜRK’ün ifadelerine istinaden gözaltına alınan ve ifadelerden Behçet CANTÜRK’ün uyuşturucu kaçakçılığına askeri kamyonlarla destek sağladığı anlaşılan Emekli Albay Ali İhsan CESUR, bütün dünyaca aranan Sarı AVNİ (Avni KARADURMUŞ) ile dünürdür. 

Ali İhsan CESUR, Mamak Cezaevi’nden tahliye edildikten sonra bir müddet Beşler Sucukları’nın müdürlüğünü yapmış, daha sonra DYP’ye katılarak Kağıthane ve Beykoz ilçelerinde faaliyet göstermiştir. (Ek-1 resim)

c) DYP- Yeraltı ilişkilerine bir diğer örnek Sadettin BİLGİÇ- Kağıthaneli Kürt HASAN ilişkisidir. Bu çok samimi ilişkinin yanı sıra Yahya DEMİREL’in bir ucu ŞELEFYAN’a diğer ucu Enis KARADUMAN’a uzanan ve sayısız irtibatları kapsayan yeraltı ilişkileri sayılabilir. 

d) DYP - Yeraltı ilişkilerinde diğer bir hat ise İl Başkanı Yaşar KEÇELİ’nin yeğenleri vasıtasıyladır. Petrol Ürünleri AŞ ortaklarından olan Hikmet KEÇELİ’nin, Aytekin KOTİL ve Sovyetlere de ilişkisi olup Hikmet ve Aytekin KOTİL’in 22 Mayıs 1981 günü 34 RF 777 plakalı oto ile SSCB Konsolosluğu’na gittiği tesbit edilmiştir.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

10 Eylül 2015 Perşembe

TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 4



TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 4


Kuzey Irak - Türkiye İlişkileri: PKK, Güvenlik ve İşbirliği 

KDP ile yaptığı anlaşmanın meyvelerini toplamaya başlayan PKK, Kuzey Irak’a askeri olarak tümüyle yerleştiği gibi aynı yıl içerisinde de Cemil Bayık, Duran Kalkan, Kesire Öcalan gibi birçok üst düzey yöneticisini de bölgeye nakletmiştir. Bu gelişmenin askeri bir sonucu olarak da ilerleyen yıllarda PKK’nın sınır karakollarına yaptığı baskınları arttırdığı görülmüştür (Özdağ, 2008: 52). PKK’nın bir taraftan eylemlerini ve bu eylemlerin etki gücünü artırması diğer taraftan Kuzey Irak’taki Kürt gruplarla işbirliğine giderek kendisine güvenli bir ortam oluşturması Ankara’nın Irak ve Suriye ile PKK’ya karşı mücadele kapsamında 
işbirliği çabalarını artırmıştır. Bu doğrultuda ilk adım dönemin Dışişleri Bakanı 
Vahit Halefoğlu ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Necdet Öztorun’un Bağdat ziyareti sırasında 15 Ekim 1984’te Irak ile imzalanan ve Türkiye’ye Irak topraklarında 5 km boyunca sıcak takip hakkı veren güvenlik protokolü olmuştur. Bu protokol Türkiye’nin daha sonra 1986 ve 1987 yıllarında bölgeye yaptığı sınır ötesi operasyonların hukuki zeminini oluşturmuştur. İkinci olarak ise Aralık 1984’te dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’a mektup yazarak bölgede terörizme karşı ortak mücadele 
önerisinin ardından Suriye ile 5 Mart 1985’te Sınır Güvenliği Protokolü imzalanmış ve protokol kapsamında iki ülke dışişleri bakanları arasında teknik düzeyde görüşmeler başlamıştır (Oran, 2005: 133-134). 

Fakat Türkiye’nin PKK kamplarına yönelik düzenlediği operasyonlardan önemli ölçüde zarar gördüğünü düşünen KDP, PKK ile ilişkilerini 1985 yılında askıya almış ve Mayıs 1987’de Dayanışma Antlaşması’nı lağvettiğini açıklamıştır (İmset, 1993: 225). Bu tarihten itibaren KDP Türkiye’ye yakınlaşırken, partinin üst düzey yöneticilerinden Sait Ahmed Barzani “PKK’nın eylemleri bizim Türkiye ile ilişkilerimizde pürüz çıkarıyor… Bizim tarafta PKK’lı olduğunu söyleyenler bizim düşmanlarımızdır” ifadelerini kullanmıştır.3 KDP’nin PKK’ya yönelik desteğini açık bir şekilde sona erdirmesi PKK’yı İran’la görüşmelere ağırlık vermeye itmiş ve Celal Talabani’nin KYB’sine yakınlaştırmıştır. 1 Mayıs 1989’da Şam’da bir 
araya gelen Talabani ve Öcalan Kürt birliğini güçlendirme ve Kürt gruplar arasında ortak eylem olanaklarını artırmayı öngören bir protokol imzalamışlardır. Fakat bu protokol fazla uzun sürmemiş ve Körfez Savaşı’nın getirdiği yeni koşullar altında imzalanmasından bir yıl kadar sonra Öcalan, protokolü içi boş bir metin olarak tanımlamıştır. KYB’nin içinde bulunduğu Irak Kürt Cephesi de 7 Ekim 1991’de yaptığı bir açıklamada PKK ile çatışma politikasını açıkça dile getirmiştir (Gunter, 1993: 305). 


2.3 Sınır Ötesi Operasyonlar 





Henüz KDP ve PKK arasında Temmuz 1983 Dayanışma İlkeleri Antlaşması imzalanmamış olsa da PKK Türkiye topraklarına düzenlediği saldırılarda Kuzey Irak’ı bir çekilme ve konuşlanma alanı olarak kullanmaya başlamıştı. 10 Mayıs 1983’te Uludere’de çıkan bir çatışmada 3 Türk askerinin öldürülmesi ile birlikte Ankara, PKK’nın artık Kuzey Irak’ta konuşlanmaya başladığına emin olmuş ve Bağdat yönetiminin bölgede kontrolü sağlayamadığına kanaat getirmişti (Bölükbaşı, 1991: 23-24). Bu gelişmeler üzerine 27 Mayıs 1983’te Türkiye ve Irak arasında birbirlerinin topraklarında sıcak takip yapma hakkının tanındığı 
karşılıklı bir antlaşma imzalanmıştır (Balcı, 2013a: 174). Bu antlaşma doğrultusunda Türk Silahlı Kuvvetleri yaklaşık 7.000 kişilik askerle Kuzey Irak’ın 3 mil kadar içerisine girildiği kapsamlı bir operasyon düzenlemiş ve bu operasyon sırasında PKK ve KDP’ye ait kamplar arasında net bir ayrım olmadığı için KDP’ye bağlı bazı kamplar zarar görmüştür (Oran, 2005: 133). 

Rafet Ballı, “Türkiye’ye Dost, PKK’ya Düşmanız”, Milliyet, 28 Ağustos 1987, s. 9. 

Gerek Türkiye’nin merkezi Irak yönetimi ile antlaşması gerekse sınır 
ötesi operasyon sırasında KDP kamplarının zarar görmesi Irak Kürtleri, özellikle de merkezi Irak yönetimi ile çatışma halinde bulunan KDP temsilcileri arasında rahatsızlıklara neden olmuştur. Bu rahatsızlık KDP kadrolarını Türkiye’ye karşı bir ittifak arayışına yöneltmiş ve kısa bir süre sonra PKK ile ‘Dayanışma İlkeleri Antlaşması’ imzalanmıştır. 

1980’lerin ortasına gelindiğinde PKK eylemlerini arttırmaya başlamış ve Türkiye de buna karşılık Irak ile yaptığı antlaşma doğrultusunda sınır ötesi operasyonlara ağırlık vermiştir. 12 askerin öldürüldüğü bir PKK baskınına karşılık Türkiye 15 Temmuz 1986’da Kuzey Irak’a havadan ikinci sınır ötesi operasyonunu gerçekleştirmiş ve bu operasyon sırasında PKK üyelerinden çok KDP’ye ait kamplar bombalanmıştır. Bu sınır ötesi operasyon bir taraftan KDP’yi ve bölgedeki diğer Kürt örgüt olan Kürdistan Yurtseverler Birliği’ni (KYB) 
İran’a yakınlaştırmış diğer taraftan ise PKK’nın kendilerine zarar verdiğini düşünen bu örgütler PKK ile aralarına mesafe koymaya başlamıştır. Barzani bu tarihlerde PKK ile artık işbirliği yapılmayacağını PKK’nin Türkiye’de kadın, çocuk demeden masum halkı öldürmesi ile açıklamıştır (Özdağ, 2008: 56-58). PKK ve KDP arasındaki ilişkilerin gerginleşmesi sadece somut pratiklerden kaynaklanmıyordu aynı zamanda PKK ile KDP arasında ideolojik fark, tarafları farklı politik tavırlara zorluyordu. Nitekim Marksist-Leninist çizgi takip etme iddiasındaki PKK, KDP’yi feodal, gerici, aşiret temelli bir örgüt olarak görüyordu. 


Kuzey Irak - Türkiye İlişkileri: PKK, Güvenlik ve İşbirliği 

PKK’nın buradaki Kürt örgütleri ile arasının açılması gücünü azaltmamış aksine 1987 yılına gelindiğinde örgüt Türkiye içinde daha ekili operasyonlar düzenlemeye başlamıştır. Buna Türkiye’nin daha önceki PKK eylemlerinde olduğu gibi iki düzlemli bir tepkisi olmuştur. İlk olarak Türkiye 22 Şubat 1987’de bir kez daha Kuzey Irak’a yönelik sınır ötesi operasyon gerçekleştirmiştir. 3 Mart 1987’de 30 Türk savaş uçağı Kuzey Irak’ta KDP bölgesindeki Sırat, Era, Alamis civarındaki PKK kamplarına bir hava bombardımanı gerçekleştirmiştir. 

Bu saldırılar başta İran olmak üzere dış dünyanın tepkisini çekmiştir. İran Dışişleri Bakanı Türkiye’nin bir kez daha böyle bir sınır ötesi operasyon yapması durumunda karşısında İran’ı bulacağını söylerken Amerikan basını da bu operasyonu “Türkiye’nin Musul ve Kerkük’ü işgal provası” olarak duyurmuştur (Özdağ, 2008: 60-61). İkinci olarak ise dönemin Başbakanı Turgut Özal Temmuz 1987’de Suriye’ye giderek bu ülke ile bir güvenlik protokolü imzalamış ve bu protokol doğrultusunda taraflar kendi topraklarından diğer tarafa terörist faaliyetlere izin vermeyeceklerini taahhüt etmişlerdir. Türkiye’nin baskıları Kuzey Irak’taki dengeleri de değiştirmiş, KDP Nisan 1987’de 1983 tarihinde PKK ile imzaladığı protokolü feshederken, PKK’yı terörist ilan edip Türkiye ile işbirliği yapacağını açıklamıştır. Bunun üzerine PKK diğer Kürt örgüt olan KYB ile yakınlaşmış ve iki örgüt arasında 1 Mayıs 1988’de ittifak antlaşması imzalanmıştır. 

1988’de İran-Irak Savaşı sona erince savaş sırasında Irak hükümetine direniş gösteren Kürtleri cezalandırmak için Saddam Hüseyin orduyu ülkenin kuzeyine göndermiştir. Kimyasal silahların da kullanıldığı operasyonun sonuçları Iraklı Kürtler için yıkıcı olmuş ve yüzlerce Kürt yerleşim bölgesi imha edilirken, yüz binlerce Kürt de evlerinden çıkarılarak Irak’ın güney bölgelerine zorla göç ettirilmiştir. Olayların Türkiye’yi ilgilendiren boyutu ise kimyasal silahların kullanıldığı askeri operasyondan kaçan 70.000’e yakın Iraklı Kürdün 
Türkiye’ye sığınmasıydı (Oran, 1998: 34-35). Bu geniş ölçekli insan göçü kısa süre sonra Türkiye’nin sınırları kapatmasına neden olurken, gerek sınırda yığılan gerekse Türkiye’ye sığınan Kürtlerin Türkiye siyasetini yakından ilgilendiren önemli sonuçları olmuştur. İlk olarak, Türkiye’ye sığınan Kürtlere yönelik 1984 protokolü kapsamında sıcak takip düzenlemek isteyen Irak yönetiminin bu talebini Türkiye reddedince, Irak söz konusu protokolü iptal etmiştir. Böylelikle Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik yapılan operasyonlar “hukuki” zeminini kaybetmiştir. İkincisi, Türkiye’nin o güne kadar ısrarla kullanmaktan kaçındığı Kürt sözcüğü kamusal alanda dolaşıma girmiş ve Kürtlüğün ayrı bir etkin kategori olarak gerek kamuoyunun gerekse devlet aktörlerinin gözünde normalleşmesine hizmet etmiştir. 

Enfal operasyonunun PKK açısından en önemli sonucu ise örgütün Kuzey Irak’a iyice yerleşmesi olmuştur. Bağdat’ın, KDP ve KYB’nin Kuzey Irak’taki etkinliğini sınırlandırmasıyla PKK, misafir olarak geldiği Kuzey Irak’ta ağırlığını arttırarak ev sahibi konumuna yükselmiştir. Bölgeyi önemli ölçüde terk eden KDP’nin boşalttığı alana tamamen yerleşen PKK, Bekaa Vadisi’ni eğitim kampına dönüştürmüştür. Diğer yandan da Kuzey Irak’tan çekilen Irak ordusunun silahları da PKK’ya kalmış ve örgüt bu silahlarla Türkiye sınırları içinde etki gücü daha yüksek operasyon düzenleme imkanına kavuşmuştur. Ankara ve Bağdat’ın arasının açılması ile birlikte PKK, Tahran ve Şam’ın yanı sıra bölgenin etkin gücü olan Bağdat’ın da desteğini almaya başlamıştır. Örneğin sınır güvenliği anlaşmasını yenilemek isteyen dönemin başbakanı Yıldırım Akbulut 5-7 Nisan 1990 tarihlerinde Irak’ı ziyaret etmiş ancak anlaşmanın yenilenmesi teklifi, Saddam Hüseyin tarafından reddedilmiştir (Özdağ, 2008: 71-72). 

Gerek Kuzey Irak’ı etkin bir şekilde eğitim ve geri çekilme alanı olarak kullanma imkanına kavuşması gerekse İran, Suriye ve Irak’ın desteğini arkasına 
alması PKK’yı güçlendirmiş ve böylelikle PKK 1990’lı yıllarda Türkiye sınırları içine daha etkin operasyon düzenleme hatta Türkiye içlerinde kurtarılmış bölgeler oluşturma olanağına kavuşmuştur. 


..