Murat Yetkin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Murat Yetkin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Kasım 2017 Pazartesi

Özkök’ten Savunma


Özkök’ten  savunma




RADİKAL
Murat Yetkin,




HABERLER DAYIOĞLU DURUM BUDUR - BENBİR VATANSEVERİM

Beni 28 Şubatçılar gibi davranmamakla suçladılar
Genelde ‘irticacı ihraçları’yla gündeme gelen Yüksek Askeri Şura kararlarını Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’le Başbakan Tayyip Erdoğan hep şerh koyarak anayladı.
Hilmi Özkök, Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli olmasının üzerinden üç yıl geçmiş olduğu halde hâlâ üzerine geliniyor olmasının nedenini, görevdeyken 28 Şubat sürecindeki gibi bir yöntem izleyip hükümetle alenen kavga etmemiş olmasına bağlıyor. 
Bilindiği üzere emekli Orgeneral Özkök, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil’in açtığı ‘içki içiyordu-içmiyordu’ tartışması üzerine görevdeki tutumu nedeniyle yeniden gündeme getirilmişti. Özkök, günlerce süren haberleşmemiz sonucunda Erdil olayı ve iddiaları konusunda daha önce Milliyet’te Fikter Bila’ya yaptığı açıklamaları biraz daha genişletti; Erdil’in davranışını anlamaya çalıştığını ve ‘hoş gördüğünü’ söyledi.
Ancak çok daha önemli ve yakın geçmişimizi biraz daha aydınlatmaya yarayacak bir şey daha yaptı: Neden her siyasi tartışmada kendisinin üzerine gelinmeye çalışıldığının gerekçelerini tahlil etti ve bunu bizimle yazılı olarak paylaştı. 
Özkök’ün yazdığı, kendi deyimiyle ‘savunma’, 28 Şubat süreci, asker-hükümet ilişkileri ve askerin ‘irticaya’ bakışı ve Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde bu konudaki farklı yöntem anlayışlarının varlığı açısından çok önemli. 
Özkök’ün sorularımız üzerine yaptığı değerlendirme açıklama (arabaşlıklar tarafımızdan konulmuş halde) aynen şöyle: 
‘Sıradanlığa sığınmadım’
“Ben yaratılışım, aldığım terbiye ve eğitimim itibariyle hiçbir zaman sıradanlığın kolaylığına sığınmadım. Herkesin dediğini desem, herkesin yaptığını yapsaydım kimse bana sataşmazdı. Rahat bir emeklilik yaşardım. 
Ama sıradan olmadım. İyi bir gözlemci olmayı, başkalarını en az kendim kadar akıllı bilip onların yaptıklarından dersler çıkarmayı, iyi bulduklarımı daha da ilerletmeyi, yetersiz bulduklarım için yeni yöntemler aramayı yeğledim. 
Hep çağdaş bir Türkiye’ye ve onun şanlı ordusuna layık olan hedefleri arayıp bulmaya ve onları gerçekleştirmeye çalıştım. Uluslararası karargâhlarda çalışmak bana birçok farklı yaklaşımları görme fırsatı bahşetti. Geçmişin uygulamalarıyla yetinmek kolaylığı yerine, onları bu günün merceğinde inceleyip, yarınlara yakışacak hale getirmeye çalıştım.
Bunların hiçbirini sırf farklı görünmek için yapmadım. Ama sanırım kendimi iyi ifade edemediğim için bazılarınca anlaşılmadım, hatta yanlış anlaşıldım, kendilerine ters düştüğümü sanarak beni suçlamalarına sebep oldum. Belki de bazıları beni gerçekten anlamadılar. Bazıları anlasalar da ‘aslan terbiyecisi’ rolüne devam etmek için anlamazlığa geldiler.

‘Hükümetle alenen kavga’


Ettiğim yemine sadık kalarak siyaseti TSK’ ya sokmamaya gayret ettim. Kanunların yapmamamı söylediklerini yapmadım, ama yap dediklerini hakkıyla yapmaya çalıştım. Ne yaman ironidir ki hükümetle alenen kavga etmediğim için benimle kavga edenler, demokrat olduğum için kınayanlar oldu. Koruma kollama görevimi kapalı kapılar ardında saygın bir şekilde tartışıp, bu görevi, muhataplarımı ikna yoluyla gerçekleştirmemden memnun kalmayanlar oldu.
Alenen söz düellosu yapsaydım beni coşkuyla alkışlayacaklar vardı. Ama ben kendimi kimseye dalkavukluk yapmak zorunda hissetmedim. Halkımı, ekonomiyi, dış politikalarımızdaki dengeleri olumsuz etkilemekten kaçınmamı suskunluk ve pasiflik olarak niteleyenler, gerektiğinde (Yüksek Askeri) Şura kararlarına şerh koyanları (Başbakan ve Milli Savunma Bakanı’nı kastediyor) ‘Bu hareket irticayı cesaretlendirir’ diye alenen uyardığımı duymazdan geldiler. 
‘28 Şubat zorunluydu ama...’

“28 Şubat’ı ‘Bu bir sebep sonuç ilişkisidir, sebep ortadan kalkmadıkça sonuç değişmez’ diye değerlendirdiğimi görmezden gelenler, beni 28 Şubat’takiler gibi davranmamakla, suskun olmakla suçladılar. 
Oysa ki 28 Şubat o günün koşullarının gerektirdiği zorunlu bir hareket tarzıydı. Asla suçlamam. Üstelik o kadroların ders alabilecekleri geçmişte bir 28 Şubat deneyimi yoktu. Ama benim vardı. 

Ben iyi niyetlerle ne yapıldığını, kimleri göndermekle kimlerin yollarının asfaltlandığını gördüm. Evvelki olayları incelediğimde asker elinin dokunmasının siyasetçiler için ne kadar ‘hayırlara vesile’ olduğunu öğrendim. Bu nedenle benim tarzım farklı oldu.

Ben ulusun bütün dinamiklerinin harekete geçmesinin ve yapılacak işin, yapması gerekenler tarafından yapılmasının daha doğru olacağını değerlendirerek hareket ettim. Demokrasinin erdemine, onun zor, ama çok güvenli bir yol olduğuna daima inandım.

‘Erdil konusu farklı’


“Sayın İlhami ERDİL’in  (Zamanının Deniz Kuvvetleri Komutanı) beni olumsuz bir yaklaşımla ve karakterim hakkında yanlış anlamalara yol açacak imalarla gündeme getirmesinin sebebi diğerlerinden farklıdır. Kendisiyle bir yıl birlikte çalıştım. Hem emir komuta hem de arkadaşlık bağlarımız sorunsuzdu. 
Ancak bir idari soruşturmanın bulgularına göre kendisi hakkında savcılık soruşturmasına müsaade ettim. Bilindiği gibi General ve Amirallerin adli soruşturmasına izin verme yetkisi Genelkurmay Başkanını’ndır ve bu yetkiyi hiçbir komutan keyfi olarak kullanamaz. Durumu inceletir, inceler ve ne bir kimseyi haksız yere zan altında bırakacak soruşturma açtırır, ne de ciddi bulguları göz ardı ederek durumu örtbas eder.

Kol kırılır yen içinde kalır düşüncesi böyle konularda doğru olmadığı gibi bir mesleki ihanettir de. Sonuçta dava açıldı, adli işlemler yapıldı,  mahkûmiyetle sonuçlandı ve hüküm uygulandı. Bu durumun sorumlusunun kim olduğu herkesin kendi takdiridir. Ancak Sayın ERDİL suçlu olarak kendini değil beni takdir etti ve beni asla affetmeyeceğini ilan etti. Durumuna ben de üzülüyorum. Bu nedenle derin acısını bana yansıtarak hafifletmek istemesini eski bir komutanı olarak anlayışla karşılıyor ve onu hoş görüyorum.”
Neden savunma?

Özkök’ün yakın tarihimize ışık tutan, daha iyi anlamamız için yeni kapılar açan değerlendirmesini, savunma olarak adlandırmamızın bir gerekçesi var.
O da sayın Özkök’ün değerlendirmesinin sonuna eklediği bir not. Bütün değerlendirmeyi daha doğru bir açıya yerleştireceği inancıyla bu notu da Radikal okurlarıyla paylaşmakta fayda var. Not şöyle:
“Murat bey,

Bu bir cevaptan ziyade bir savunma oldu. Görev süremde sevenim de kızanım da çok oldu. Ama umarım emekliliğimin üçüncü yılına başlarken bu savunmayı yapmayı hak ettim. Beni haksız suçlamalarıyla o kadar çok incittiler ki, artık sükûtun altın olduğunu bana unutturdular. Tesellim o ki bütün bunlara rağmen kendime, fikirlerime ve beni olduğum gibi sevenlere ihanet etmedim. Doğrularımı yapmaktan ve inandıklarımı söylemekten korkmadım. ‘Ahlakı ahlaksızlar yapar’ diye bir özdeyiş vardır. Bakarsınız bir gün bana kızanlar yaptıklarımın sonuçlarını beğenir, beni hoş görürler. Ben onları hoş gördüm. Çünkü inanıyorum ki onlar da ulusu ve vatanı en az benim kadar sevmektedirler. Çözümlerimin onlarınkinden farklı olması nedeniyle bana yüklendiler. Hepsi sağ olsunlar.”

Yakın geçmişi anlamak için


Okununca anlaşılabileceği gibi, sayın Özkök’ün (biraz da ısrarlı) sorularımız üzerine yaptığı değerlendirme sonundaki notla daha gerçekçi, kendi amaçlamadığı yönlere çekilmeye kapalı algılanmaya izin veriyor.
Özkök’ün değerlendirmesi üzerine yakın geçmiş ışığındaki olgulardan da yararlanarak tahliller yapma ihtiyacı var. Özkök 28 Şubat süreci ve sonrasındaki hangi gelişmelere atıfta bulunuyor. Asker-siyaset ilişkisi üzerine ne gibi sakıncalara dikkat çekmeyi amaçlıyor. Son zamanlarda ne anlama geldiğini bilmeden ‘şifre kırma’ deyimi kullanmak adeti çıktı. Şifre kırma işine girmeden bu değerlendirmenin ne anlama geliyor olabileceği konusundaki tahlilleri, okurlara da aynı imkanı tanımak için yarına bırakıyoruz.
‘Şarap içmedi’ iddiası ve Mevlana’lı yanıt

  İlhami Erdil, yolsuzluktan mahkûm olunca rütbeleri geri alındı.
Emekli Orgeneral Hilmi Özkök’ün adı son dönemde ihaleye fesat karıştırmak’ suçundan hapis yatan ve rütbesi geri alınan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil’in Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’e yaptığı açıklamalarla gündeme geldi. Ertuğrul Özkök, geçen hafta köşesinde eski Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil’le yaptığı bir sohbeti aktardı. ‘Sözü tekrar Erdil’e veriyorum: 

“Masaya şarap servisi yapıldı. Herkesin önündeki kadehte kırmızı içecekler duruyordu. Bir ara galiba Aytaç Paşa (Dönemin Jandarma Genel Komutanı Emekli Orgeneral Aytaç Yalman) Hilmi Özkök’e seslenerek ‘O Hilmi, sen de şarap içiyorsun’ dedi. O da ‘Evet biz de heyete uyduk içiyoruz’ cevabını verdi. 
Buraya kadar normal. Ancak tam o sırada Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu söze giriyor ve herkesi şaşırtan şu sözleri söylüyor: şarap içiyormuş? Önündeki şarap değil, kola.’ 

Tabii masaya bir sessizlik çöküyor. 
Kıvrıkoğlu kimsenin tepki vermesine izin vermeden hizmet yapan garsona dönüyor ve ‘Oğlum şuradan bir şarap getir. Hilmi de doğru dürüst içki içsin’ diyor.” 

Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila’nın bu iddiayla ilgili sorusunu yanıtlayan Özkök, ‘Yanıtımı size Mevlana’dan bir şiirle vereyim’ dedikten sonra şu şiiri okudu: asaletimdendir 
Her lafa verilecek bir cevabım var, 

Lakin; 


Bir lafa bakarım laf mı diye, 

Bir de söyleyene bakarım adam mı diye.” 

   Bu arada İlhami Erdil’in sözünü ettiği yemekle ilgili bazı ayrıntıları öğrendiğini de belirten Fikret Bila köşesinde şunları aktardı: 

“Komutanlar yemeğe geçmeden önce, küçük bir kokteyl veriliyor. Hilmi Özkök Paşa da kokteyl aşamasında viski içiyor. Yemekte ise şarap ikram ediliyor. Özkök Paşa midesinden rahatsız olduğu için bira, şarap gibi içkiler içemiyor. O nedenle yemekte kola söylüyor. Ama yemeğe oturmadan önce viskisini içiyor.”



****

19 Ekim 2017 Perşembe

60. Yılında NATO ve Türkiye İsimli bir Konferans Gerçekleştirildi.



60. Yılında NATO ve Türkiye   İsimli bir Konferans Gerçekleştirildi. 


60. Yılında NATO ve Türkiye 


Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde (ORSAM) 
“ 60. Yılında NATO ve Türkiye ” 


İsimli bir Konferans Gerçekleştirildi. 

Oturum başkanlığını ORSAM Başdanışmanı E. Tümgeneral Armağan Kuloğlu’nun yaptığı konferansa konuşmacı olarak Radikal Gazetesi Ankara Temsilcisi Murat Yetkin, Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Kibaroğlu, Bursa Milletvekili ve Emekli Büyükelçi Onur Öymen ve Emekli Korgeneral Haldun Solmaztürk katıldı.   “NATO’nun En Önemli Sorunu Terörizmin Tanımı” Kuloğlu, 4 Nisan 2009’da 60. kuruluş yıldönümünü kutlayan NATO’nun, Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra bir değişim geçirmek zorunda kaldığını ve son 20 yıllık dönemde örgütün varlık nedenleri ve yeni misyonuyla ilgili birçok tartışma yapıldığını hatırlattı. 

Son bir haftada gerçekleşen G-20 Zirvesi, NATO Zirvesi ve genel sekreter seçimi, Medeniyetler İttifakı Toplantısı ve Başkan Obama’nın Türkiye ziyaretinin önemli gelişmelerin habercisi olduğunu ifade eden Kuloğlu, tüm bu gelişmelerin anlamlı bir bütün içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini kaydetti.   NATO’nun tarihi arka planı ile Türkiye-NATO ilişkilerinin seyrini değerlendiren Doç. Dr. Kibaroğlu, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetlere karşı Avrupa’daki varlığını sürdürme ihtiyacı duyduğunu, gerekli ve meşru altyapıya kavuşmak için de NATO’nun kuruluşuna öncülük ettiğini anlattı. NATO’nun 1990’lardan sonra AB’nin doğuya genişlemesinde kalkan vazifesi gördüğünü kaydeden Kibaroğlu,  “Yeni üyeler önce NATO üyesi oldu sonra AB bünyesine alındı. Yani NATO Avrupa entegrasyonunun koruyucusu oldu” dedi. Türkiye’nin bu sürece yaptığı katkıların karşılığını tam olarak alamadığını anlatan Kibaroğlu, buna rağmen NATO’nun Türkiye’nin Batılı kimliğini temsil etmesi nedeniyle örgütün çalışmalarına sekte vuracak tutumlardan kaçındığını belirtti. Kibaroğlu, NATO’nun en önemli sorununun terörizmin tanımı olduğuna vurgu yaparak şöyle konuştu: “NATO bünyesinde özellikle terörle mücadele konusunda anlayış birlikteliği gerekiyor. Şu an için terörün hedefi olmayan bazı ülkeler terörizmin tanımlanmasına ve NATO’da ele alınmasına karşı çıkıyorlar. Terörle mücadele eden müttefiklerine yardım ederlerse terörün hedefi haline gelmekten korkuyorlar.

 Umarız, BM’de ‘saldırgan’ kavramının tanımlanmasında olduğu gibi NATO’da ‘terör’ kavramının tanımlanması da 30 yıl almaz.”   “NATO Emperyalist Değil” Onur Öymen, örgüte çok zor üye olan Türkiye’nin daima sadık bir NATO müttefiki olduğunu belirterek, Türkiye’nin NATO’dan çok şeyler kazandığını, bununla birlikte NATO’ya da çok şeyler kattığını ifade etti. NATO’nun emperyalist bir örgüt olduğu yargısını eleştiren Öymen, “NATO’nun emperyalist olduğu 
sözlerine itibar edilmemeli. Türkiye ne kadar emperyalistse NATO da o kadar emperyalisttir. Türk ordusunun modernleşmesinde NATO’nun büyük katkıları var” diye konuştu.  NATO tarihinde, müttefiklerin birbirleriyle dayanışma gösteremedikleri çeşitli dönemler olduğunu hatırlatan Öymen, Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan Küba Krizi/Jüpiter Füzeleri olayı ile Johnson Mektubu hadisesini örnek verdi. NATO müttefikleriyle yaşanan en belirgin sorunlardan birinin de Türkiye’nin özellikle 1990’larda terörle mücadelede Almanya gibi bazı Avrupalı ülkelerden gerekli desteği alamaması olduğunu kaydeden Öymen, Türkiye’nin uzun yıllar NATO’nun gündemine terörizm konusunu sokmaya çalıştığını ancak diğer üye ülkelerin buna kararlılıkla direndiğinin altını çizdi. Öymen şöyle devam etti: 

“11 Eylül 2001 saldırılarına kadar tek bir NATO Konseyi toplantısında dahi terörizm gündeme alınmadı. Ama 11 Eylül’den sonra terör konusunun geçmediği bir toplantı dahi yok. Ayrıca NATO’nun 5. Maddesi de tarihinde ilk kez, terörle mücadele için uygulandı.” NATO içindeki pazarlık süreçlerine de değinen Öymen, geçmişte Fransa’nın dönemin Danimarka Dışişleri Bakanı’nın örgütün genel sekreterliğine seçilmesine engel olabildiğini hatırlattı ve Türkiye’nin gerek Fransa’nın NATO’ya dönüşü gerek Rasmussen’in seçilmesi konusunda, süreci gerektiği gibi değerlendiremediğini savundu.  “Türkiye NATO’nun Karakoyunu Oldu” Emekli Korgeneral Haldun Solmaztürk, konuşmasında Soğuş Savaş esnasında ve sonrasında yaşanan olaylardan anekdotlar aktararak üye devletlerin müşterek harekâtlarda ciddi güçlükler yaşadığını anlattı. 

Solmaztürk, bir askeri ittifak içinde olmanın mantığında tehditlere karşı caydırıcılık sağlamak, muharebe gücünü artırmak ve psikolojik, diplomatik, askeri altyapıyı güçlendirmek gibi faktörlerin yattığını belirterek, Türkiye’nin NATO ile ilişkilerinde bilinçli ve dikkatli politikalar izlemesinin son derece önemli olduğuna dikkat çekti. Solmaztürk, NATO’nun Türkiye’ye bakışını da değerlendirerek, “Türkiye NATO içerisinde hep kara koyun olarak görüldü” dedi.    “ Yeni Dünyada Yerimizi Alalım ” Murat Yetkin, 1929’da ABD’de başlayıp Avrupa’ya sıçrayan ekonomik bunalımın Almanya üzerindeki olumsuz sonuçlarının İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine ve “yeni bir dünya” kurulmasına neden olduğunu belirterek, bugün bir kez daha “yeni bir dünya” kurma çabasına şahit olunduğunu anlattı. Yetkin, “Kapitalizmin şımarık versiyonu terk ediliyor ve kapitalizm yeniden kurgulanıyor” dedi.   Sürecin güvenlik, siyaset ve ekonomi yönleriyle bir bütün olarak ele alınması gerektiğini söyleyen Yetkin, “Yeni bir dünya kuruluyor. Sistem değişiyor. Bu yeni dünyada yerimizi alalım. Artık güvenlik meselelerini baktığımızda bunu askeri konularla sınırlı tutma lüksümüz yok. Meseleyi demokratik dünyanın ve serbest pazar ekonomilerinin bir parçası olarak, bir bütün şeklinde ele almamız gerekiyor”  dedi.     

Not: Toplantının kayıtlarının tam metni önümüzdeki haftalarda ORSAM internet sitesinde yayınlanacaktır. 

http://www.orsam.org.tr/index.php/Content/Event/10?s=su%7Cenglish



...