28 Şubatın Hesabı Sorulmadan, 15 Temmuzun Hesabı Sorulamaz,
Fahrettin Altun
Ocak 2018
Çerçeve
Fahrettin Altun
faltun@setav.org
“Topyekun Savaş” “Ordudan son uyarı” “Gerekirse silah kullanılacak” “İç ve dış destek sağlanırsa darbe olabilir” “Her an her şey olabilir” “Ya uy ya çekil” “MGK’ya uyulacak” “ Muhtıra gibi brifing ” Bu manşetler 1997 Türkiye’sine ait. Askerin güdümündeki Türk basınının emirle attığı başlıklar bunlar. 1990’ların kapkaranlık Türkiye’sini simgeleyen kirli sloganlar.
Bu sloganlar eşliğinde ordu dışarıdan aldığı emirle kendi halkına savaş açtı. Sadece halkın siyasi iradesini gasp etmedi. Sadece milletin seçilmiş temsilcilerini alaşağı etmedi. Aynı zamanda bu halkın değerlerine de meydan okudu. Dindar toplum kesimleri kriminalize edildi. 28 Şubat darbesi ordu-yargı-medya üç- geninde vücut buldu.
Bugün 28 Şubat’ın yargılanması gündemde. Bu her şeyden önce Türkiye’nin geldiği demokrasi düzeyi ile ilgili. Siyasette yaşanan normalleşmenin bir tezahürü.
28 Şubat’ın kirli mirasıyla hesaplaşmak sadece o darbede rol alan askerlerin yargılanmasından ibaret olamaz. Bu hesaplaşma her şeyden önce o darbede parmağı olan bütün aktörlerle hesaplaşmak anlamına gelmeli.
FETÖ’yü 28 Şubat Büyüttü
28 Şubat darbesiyle hesaplaşılmadan 15 Temmuz işgal girişimiyle hesaplaşılamaz. FETÖ’yü FETÖ yapan başlıca gelişmelerden biri 28 Şubat müdahalesidir.
28 Şubat FETÖ’yü iki şekilde beslemiş ve büyütmüştür. Birincisi FETÖ 28 Şubat kadrolarının ve zihniyetinin bütün dindar toplum kesimlerini hedef alması dolayısıyla kendisine konforlu bir toplumsal örgütlenme alanı bulmuştur. FETÖ bu alanda “devletin dindarlara zulmettiği” söylemini kullanarak mahrem faaliyetleri için insan kaynağı toplamaya başlamıştır. Bir başka deyişle 28 Şubat dindar toplum kesimlerini FETÖ’nün istismarına açmıştır. Dindar toplum kesimleri içinde Milli Görüş geleneği başta olmak üzere siyasi aklı olan yapılar dışında birçok unsur bu kirli örgütün hedefi haline gelmiştir.
İkincisi 28 Şubat cuntası FETÖ’nün önünü bilerek açmış, Milli Görüş geleneği tarafından temsil edildiği düşünülen “siyasal İslam” çizgisinin FETÖ tarafından dengelenmesi istenmiştir. 1960’ların sonlarından itibaren devletin kritik kademelerine sızan, heretik bir dini retorik kullanan, terörize yöntemler uygulayan ve 1990’lardan itibaren ABD’nin himayesinde uluslararasılaşarak enformel bir istihbarat teşkilatı gibi çalışan bir yapıdan bahsediyoruz. Bu örgütün ortaya çıkışını “irticanın hortlaması”, onunla mücadeleyi de “irticayla mücadele” olarak görmek büyük bir yanlış. Sormamız gereken soru şudur: 15 Temmuz’da gerçek yüzünü bütün Türkiye’nin gördüğü FETÖ nasıl oldu da “irticayla mücadele şampiyonu” Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bu denli örgütlenebildi? Hadi devletin diğer istihbarat yapılanmaları ordunun içindeki bu örgütü tespit edemedi. Peki ya askeri istihbarat dairesi bu yapıyı nasıl ortaya çıkaramadı? 28 Şubat döneminde tek bir FETÖ mensubu dahi ordudan atılmadı. Bakınız altı ayda bir YAŞ toplantılarının yapılıp binlerce dindar insanın ordudan atıldığı dönemlerden söz ediyoruz.
Yine 15 Temmuz sonrasında öğreniyoruz ki FETÖ 1994 yılından itibaren 28 Şubat müdahalesine hazırlanmış. 28 Şubatçılar ikna odaları kurup başörtülü kızların başını açtırmaya kalkmadan tam üç yıl önce örgütün o dönemki üst düzey yöneticileri ikna odaları kurup “başını açmakta tereddüt eden subay eşleri”ne “psikolojik destek” seansları yapmışlar. FETÖ, TSK içinde sorumlu ve yetkili pek çok kişi tarafından korunmuş kollanmış. Örgüt mensupları irticayla mücadele şampiyonu komutanlar tarafından Genelkurmay karargahında ağırlanmış. Bugünlerde özellikle sol Kemalist çizgide yer alan ve kendilerini ulusalcı olarak adlandıran bazı kesimlerin 28 Şubat darbesine açık açık sahip çıktıklarını görüyoruz. Nitekim Aydınlık gazetesi 25 Aralık tarihli nüshasında “28 Şubat’ın 1000 yıllık meydan okuması” başlıklı bir manşet attı. Gazeteye göre 28 Şubat 1000 yıl sürmesi gereken bir mücadeledir. Zira 28 Şubat müdahalesi ABD, FETÖ ve PKK’ya karşı yapılmıştır!
Ulusalcılar Kendilerini Aklamaya Çalışıyor
Ulusalcılar aynı çizgiden giderek 28 Şubat davalarının da tıpkı Balyoz ve Ergenekon davaları gibi bir FETÖ operasyonu olduğunu iddia ediyorlar. Bu basit bir yanılgı mı?
Hayır, bu bir aklanma çabasıdır. Bugün 28 Şubat darbesini alenen savunanlar kendi cürümlerini unutturmaya çalışıyorlar. Peki bu kadar kolay mı? Vesayetçi sol Kemalistlerin, Darbeci ulusalcıların cürümleri unutulacak mı? Sırf kendi Darbeleri değil diye destek vermedikleri bir darbe dolayısıyla daha önceki darbelerdeki rolleri unutulacak mı? Bakınız, 28 Şubat’ı ondan önceki darbelerden ayıran en önemli husus toplumun değerlerine, halkın çok büyük bir kesiminin kutsallarına sistematik bir biçimde saldırılmış olmasıdır. 28 Şubat cuntası gerçekten top yekûn bir savaş başlatmış ve bu savaşta başarısızlığa uğramıştır. Bu cuntayı da FETÖ’yü de tasfiye eden
aynı aktördür. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2002’den bu yana verdiği demokratikleşme ve özgürleşme mücadelesi içeride ve dışarıdaki vesayet odaklarını darmadağın etmiştir. 28 Şubat darbesinin uzun vadede Türkiye ekonomisine, toplumsal barışına, dış politikasına ve siyasal hayatına verdiği zararın çok net olarak ortaya konulması ve bu süreçte rol alan aktörlerin gerçek anlamda hesap vermesinin temin edilmesi gerekir. Türkiye’de ideolojik beslenme kaynağı ne olursa olsun vesayetçi yapıların ve halkın iradesine ipotek koymaya çalışan bütün örgütlenmelerin tasfiyesi şarttır. Bugün FETÖ’den boşalan yerin birtakım dini gruplar tarafından doldurulma ihtimalinden bahsedildiğini çokça duyuyoruz.
Ancak bana soracak olursanız en büyük tehlike devlette geçmişten bu yana yapılanan Sol Kemalist Örgütlenmelerin FETÖ’den boşalan yerleri doldurma ihtimalidir.
Demokratik siyasal rekabete inanmayan şeffaflıktan yoksun örgütlenmelerin devlete sızarak iktidar ilişkilerini şekillendirmeye çalışması asla kabul edilemez.
Bu yapılarla da herhangi bir milli ve yerli koalisyon kurulamaz.
Kurulduğu da yok zaten…
http://kriterdergi.com/28-subatin-hesabi-sorulmadan-15-temmuzun-hesabi-sorulamaz/
***