PKK Konusunda Meselenin Özünü Konuşmak
Yazar: Ümit Özdağ
31 EKİM 2014 CUMA
Yıllardan bu yana PKK açılımı çerçevesinde AKP Hükümeti yetkilileri, açılım çerçevesinde atılacak adımlar ile PKK’nın terörden vazgeçeceğini ileri sürüyorlar. Ancak bu süreçte şimdiye değin AKP Hükümeti bir çok adım atmış olmasına rağmen, PKK değil terörden vazgeçmek, yurtdışına dahi terörist unsurları -Öcalan emretmesine ve PKK söz vermesine rağmen- çekmemiştir.
Örgüt, AKP Hükümetinin attığı adımlar ve Öcalan ile sürdürmüş olduğu müzakerelere rağmen terör eylemlerine de son vermemiştir. PKK, bir süre asker ve polislere yönelik cinayetlerini durdurmasına rağmen, terörle mücadelede en önde savaşmış köy korucularına yönelik cinayetlerine asla son vermemiştir.
Öte yandan AKP Hükümeti, önce AB’ye Uyum ve sonra PKK açılımı çerçevesinde yapılan yasal ve idari düzenlemeler ve PKK’ya gösterilen hoşgörü ve sağlanan hareket alanı ile PKK’nın taleplerinin küçümsenmeyecek bir bölümü karşılanmıştır. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür.
• Devlet televizyonunda 24 saat Kürtçe yayın yapılmaya başlanmıştır.
• Üniversitelerde Kürtçe bölümler açılmıştır.
• Kürtçe öğrenimi için Kuzey Irak yönetimi ile işbirliği içinde öğretmen yetiştirilmesine başlanmıştır.
• Partilere etnik dillerde propaganda imtiyazı fiilen tanınmıştır.
• Etnik örgütlenmelerin ve bölücü propagandaların serbest bırakılmıştır.
• PKK sempatizanı belediyelerin Kürtçe yazışma yapmaya başlamalarının, Kürtçe ilanlar vermelerinin önü açılmıştır. Pratikte iki dilli hizmete geçmelerinin önü açılmıştır.
• Kürtçe bilme şartı ile kamu görevlisi istihdamına başlanmıştır.
• Merkezden bağımsız, Bölgesel Kalkınma Ajansları kurulmuş ve üniter devlet yapısına ağır bir darbe indirilmiştir.
• Üniter devlet yapısını zayıflatan ve idari federasyonun alt yapısını kuran "Büyükşehir Belediyesi Kanunu" bütün itirazlara rağmen kabul edilmiştir.
• KCK’nın açlık grevine teslim olunmuş ve mahkemelerde anadilde savunma hakkı verilmiştir.
• Atatürk döneminde bölücülüğün liderleri olan isimlerin heykeli dikilmiş veya kutsanmaya başlanmışlardır.
• İngiliz ordusu ile işbirliği yaparak Erzurum Kongresi’ni basma teşebbüsü içine giren bir işbirlikçinin ismi halk kütüphanesine verilmiştir.
• Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Komisyonu kurulmuştur,
• Kamuda Etnik ayrımcılığa son verileceği iddiası gündeme taşınmıştır.
• Anadolu Ajansı, Kürtçe yayına başlamıştır.
• Abdullah Öcalan’ın siyasal bir figür haline gelmesi ve TİME dergisine göre dünyadaki en etkin 100 kişiden birisi olmasını sağlayan siyasal ortam sağlanmıştır.
• PKK’nın meşrulaşmasının önü açılmıştır.
• PKK’nın paralel devlet oluşturma çabaları durdurulmamış, örgütün vergi adı altında haraç toplaması, yargı süreci işletmesi, “polis” ve “jandarma” gücü oluşturması seyredilmiştir.
Bunlardan daha vahim olan ise AKP Hükümetinin müzakereler devam edebilsin diye, PKK’nın şirretlikleri karşısında sürekli geri adım atarak, taviz vererek, devlet gücünü, haysiyetini ayağa düşürmüş olmasıdır. AKP Hükümetinin vermiş olduğu bütün tavizlere ve meseleyi bir insan hakları ve demokrasi sorunu olarak göstermek istemesine rağmen müzakere yaklaşımı mevcut yapısı içinde çözüm üretmeyecektir. Bir terör örgütünün müzakerede kendisine verilenleri kabul edebilmesi için yılmış olması gerekir. Oysa, PKK müzakere masasına yılgın değil, galip oturduğunu hissetmektedir. Bundan dolayı, müzakere sürecinde talep eşiğini sürekli yükseltmektedir. Yeniden çatışma çıkmasını önemsememektedir. Çünkü, çatışmanın çıktığı noktaya kadar AKP Hükümetinin verdiği tavizleri zaten verilmiş ve cepte olarak görmektedir. Müzakereler tekrar başladığında kalındığı yerden devam edileceğine inanmaktadır.
PKK’nın mücadelesinin amacı, insan hakları, demokrasi, her ne anlama geliyor ise Türk-Kürt eşitliği değil, egemenlik ve topraktır. Bunun Türkçesi, bir geçiş aşamasından sonra son kertede Türkiye’nin Iğdır-Mersin hattının doğusunda bir Kürdistan kurmaktır. Nihai amaç ise Türkiye’den kopacak parçanın Suriye-Irak ve İran’daki Kürt bölgesi diye nitelendirdikleri bölgeler ile birleşmesidir. PKK açısından diğer her hedef bu nihai hedefe gidişte ara durak olma niteliği taşımaktadır.
PKK bağımsız Kürdistan hedefine ulaşmak amacı ile 1990’lı yıllardan bu yana Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türklere, Araplara ve diğer gruplara yönelik “örtülü etnik temizlik” çalışmalarına başlamıştır. Bu bölgelerde yaşayan fakat PKK baskısı dahil değişik nedenler ile göç etmek isteyen Kürt olmayan insanların gayri menkullerinin satın alınması dahi PKK tarafından “nasıl olsa bırakıp gidecekler, satın almayın” telkini ile engellenmeye çalışılmıştır. Ayn El Arap’da IŞİD ile çatışan PKK’lılara yardım edilmediği gerekçesi ile çıkarılan terör olaylarında da Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu’da Türk esnafın işyerleri bilinçli olarak hedef alınmış ve tahrip edilmiştir. Diğer bir ifade ile özellikle Güneydoğu Anadolu’da Türklere ve kısmen Araplara yönelik “örtülü etnik temizlik” hızla sürmektedir.
PKK’nın egemenlik ve toprak savaşının parçası olan örtülü etnik temizlik politikası yeni değildir. Sadece Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu ile de sınırlı değildir. Öcalan 1989’da şöyle demektedir, “Kürt nüfusu ikiye katlanırken Türkler yerinde sayıyor. Ve önümüzdeki 2000’li yıllara doğru Kürt nüfusunun Türk nüfusunu aşması işten bile değil. Bu çok önemli. Nasıl bir dönem Türkler doğudan Rum asıllı Anadolu’ya doğru akıp halkı Rum olan devlet içinde yer aldılarsa, hem de saldırı ruhuyla bu topraklarda kendilerine yer açtılarsa, biraz daha değişik de olsa benzer bir tarzda Kürtlerin akışı var. Gene doğudan batıya. Şimdiden İstanbulları biliyorsunuz.
İzmirler, Adanalar milyonlarca Kürt’e sahip. Hem de en aktif en dinamik kesimler...
Türkler ise biraz rehavette! Şehir yaşamı, tüketim toplumu, gevşekliğe, tembelliğe ve savaş kabiliyetinin zayıflamasına yol açmakta.” (İki Bine Doğru, 22.10.1989)
Öcalan’ın “Ya silaha, ya da karına sarıl” şeklinde ifade ettiği Türkiye’yi işgal edilecek bir coğrafya olarak gören ve demografik savaş açan bu açıklamasını, sadece PKK ile sınırlı görmek de yanlıştır. 2011’de Türkiye’yi ziyaret eden K. Iraklı resmi bir grubun Ankara’da bir düşünce kuruluşunda yaptığı toplantıda “Eskiden Mersin üzerinden denize açılan bir Kürdistan istiyorduk, artık vazgeçtik. Çünkü siz Türkler Anadolu’yu 1000 senede Türkleştirdiniz, Biz 100 senede Kürtleştirebiliriz” açıklamaları demografik savaş anlayışının Barzani çizgisinde de hakim olduğunu göstermektedir. Bir süreden bu yana PKK da “İstanbul’u, İzmir’i size bırakmayız. Diyarbakır’ı biz yöneteceğiz, geri kalan bölümü ise birlikte yöneteceğiz” demektedir. Ancak sonuç itibarı ile PKK’da ortaya çıkacak Türk Sorunu neticesinde bir kopma olacağının farkındadır. Yani hem Güneydoğu Anadolu’da bir Kürdistan’ın kurulması hem de Kürt kökenlilerin İstanbul veya İzmir’de yurttaş olarak köfte satması mümkün olmayacaktır.
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Merkezi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 2006 yılı itibarı ile anadili Kürtçe olan kadınlarda doğurganlık 4.1 iken, anadili Türkçe olan kadınlarda 1.9’dur. Bunun anlamı 27 sene sonra Türkçe anadil grubunun nüfustaki payında keskin bir düşüş olacağıdır. Erdoğan’ın üç çocuk talebinin arkasındaki gerekçe de bu keskin düşüşü engellemektir. Erdoğan’ın üç çocuk yapma çağrısı, doğum oranları 1.9 olan, anadili Türkçe olan kadınlaradır.
Bununla beraber hükümet almış olduğu kararlar ile ayrı bir “Kürt milletleşmesi” sürecini güçlendirmektedir. Hükümet tarafından demokratikleşme adı altında atılan her adım “etnik kimliğin kurumsallaştırılması” sürecinin bir parçasıdır. Etnik kimliğin kurumsallaştırılması, milli kimliği eritecek ve nihayet iki milletli bir yapıya dönüşülecektir. Kısa vadede AKP’nin attığı kolektif kültürel adımlar, televizyon, seçmeli ders olarak eğitim, Dersim söylemi, devlet haksızlık yaptı, özür politikaları, sahte bir rahatlama sağlayacak ancak orta ve uzun vadede Kürtlerde ayrı milliyet bilincini körükleyecektir.
Zaman içerisinde kendisini Türk milletinin bir parçası olarak gören anadili Kürtçe olan bir çok insanımız veya çocukları, Türk milletinden kopacaklardır. Tunceli’de dedeleri “biz Oğuz Türküyüz” derken, torunların “bırak dede bu saçmalıkları” cevabını vererek PKK’lı oldukları hatırlanmalıdır. Kürtlerin Türklerden ayrı bir millet olduğunu bilinçlere kazımak, PKK’nın stratejik hedefidir. Böyle bir zemin oluştuktan sonra PKK olmasa da Türkiye parçalanacaktır.
2012 yazında yapılan bir anket bu tespiti doğrular niteliktedir. Ankete göre Kürtlerin %47’si kendilerine farklı davranıldığına inanıyor. % 28’i kamu hizmetlerinde ayrımcılığa uğradığını düşünüyor. BDP’ye destek artıyor. %46’sı BDP’ye destek veriyorlar. %72’si kendilerine daha fazla hak verilmesini istiyorlar. %48’i PKK’nın terör örgütü olmadığını düşünüyor. Oysa üç sene önce yapılan bir ankette %6’sı bağımsız Kürt devleti isterken bugün %23’ü bağımsız Kürt devleti talebinde bulunuyor.
(Anketin özeti için bkz. Yalçın Doğan, Asıl Sorun: Beş Kürt’ten Biri, Hürriyet, 28 Temmuz 2012)
Ayrı milletleşme sürecine giren ve demografik savaş duygusu ile hareket ettirilen bir yapının varacağı nokta, son kertede kişi başına milli gelirin Avrupa’da birinci olduğu Belçika’da, Valonlar ile Flamanların vardığı noktadan çok farklı olmayacaktır. Üstelik Irak parçalanmış, kuzeyine bir Kürdistan yerleştirilmiştir. Şimdi Suriye parçalanmakta ve kuzeyine bir Kürdistan yerleştirilmektedir. Bunu İran’ın parçalanmasının izlemesi hedeflenmektedir.
Sonuç olarak, AKP Hükümetinin izlediği açılım adı verilen ve sonuç itibarı ile bütün eksik ve yanlışlarına rağmen kötü niyet ile tasarlanmayan politika, Kürtlerin önemli bir bölümünde ayrı milletleşme sürecini güçlendirmiştir. Bunun en somut kanıtlarından birisi AKP’nin 2007 seçimlerinden bu yana Diyarbakır’da oy oranının düşmesidir. Bunca ekonomik sübvansiyona rağmen, AKP kan kaybına uğramaktadır. Mevcut açılım politikasının uygulanmaya devam edilmesi durumunda Türkiye’nin milli birliği ve toprak bütünlüğünü muhafaza etmesi mümkün görünmemektedir. Ekim 2014’de PKK’nın şehirlerimizi yakan gösterilerine karşı vatandaşın mahalleli kimliği ile eline sopayı alarak dışarıya çıkması, iç çatışmanın Türkiye’nin kapısını çaldığını göstermektedir. AKP Hükümetinin PKK ve destekçisi küçük bir azınlığı üzmemek/mağdur etmemek adına (%6) geriye kalan % 94’ün kendisini mağdur hissetmesine neden olan politikalar izlemesi, iç çatışmaya giden yolun taşlarını en az PKK terörü kadar döşemektedir.
Bu sürecin durması, vatandaşların devletin tekrar geri döndüğünü anlaması ile mümkündür. Devletin geri dönmesi ise son günlerde AKP Hükümeti yetkililerinin de sık sık vurguladıkları kamu otoritesinin tesisidir.
Türkiye’nin Ortadoğu’daki gelişmelere kontrolüz bir şekilde açıldığı bir dönemde AKP Hükümetinin hızlı adımlar atması kaçınılmaz bir gereklilik olarak belirmektedir.
Örgüt, AKP Hükümetinin attığı adımlar ve Öcalan ile sürdürmüş olduğu müzakerelere rağmen terör eylemlerine de son vermemiştir. PKK, bir süre asker ve polislere yönelik cinayetlerini durdurmasına rağmen, terörle mücadelede en önde savaşmış köy korucularına yönelik cinayetlerine asla son vermemiştir.
Öte yandan AKP Hükümeti, önce AB’ye Uyum ve sonra PKK açılımı çerçevesinde yapılan yasal ve idari düzenlemeler ve PKK’ya gösterilen hoşgörü ve sağlanan hareket alanı ile PKK’nın taleplerinin küçümsenmeyecek bir bölümü karşılanmıştır. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür.
• Devlet televizyonunda 24 saat Kürtçe yayın yapılmaya başlanmıştır.
• Üniversitelerde Kürtçe bölümler açılmıştır.
• Kürtçe öğrenimi için Kuzey Irak yönetimi ile işbirliği içinde öğretmen yetiştirilmesine başlanmıştır.
• Partilere etnik dillerde propaganda imtiyazı fiilen tanınmıştır.
• Etnik örgütlenmelerin ve bölücü propagandaların serbest bırakılmıştır.
• PKK sempatizanı belediyelerin Kürtçe yazışma yapmaya başlamalarının, Kürtçe ilanlar vermelerinin önü açılmıştır. Pratikte iki dilli hizmete geçmelerinin önü açılmıştır.
• Kürtçe bilme şartı ile kamu görevlisi istihdamına başlanmıştır.
• Merkezden bağımsız, Bölgesel Kalkınma Ajansları kurulmuş ve üniter devlet yapısına ağır bir darbe indirilmiştir.
• Üniter devlet yapısını zayıflatan ve idari federasyonun alt yapısını kuran "Büyükşehir Belediyesi Kanunu" bütün itirazlara rağmen kabul edilmiştir.
• KCK’nın açlık grevine teslim olunmuş ve mahkemelerde anadilde savunma hakkı verilmiştir.
• Atatürk döneminde bölücülüğün liderleri olan isimlerin heykeli dikilmiş veya kutsanmaya başlanmışlardır.
• İngiliz ordusu ile işbirliği yaparak Erzurum Kongresi’ni basma teşebbüsü içine giren bir işbirlikçinin ismi halk kütüphanesine verilmiştir.
• Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Komisyonu kurulmuştur,
• Kamuda Etnik ayrımcılığa son verileceği iddiası gündeme taşınmıştır.
• Anadolu Ajansı, Kürtçe yayına başlamıştır.
• Abdullah Öcalan’ın siyasal bir figür haline gelmesi ve TİME dergisine göre dünyadaki en etkin 100 kişiden birisi olmasını sağlayan siyasal ortam sağlanmıştır.
• PKK’nın meşrulaşmasının önü açılmıştır.
• PKK’nın paralel devlet oluşturma çabaları durdurulmamış, örgütün vergi adı altında haraç toplaması, yargı süreci işletmesi, “polis” ve “jandarma” gücü oluşturması seyredilmiştir.
Bunlardan daha vahim olan ise AKP Hükümetinin müzakereler devam edebilsin diye, PKK’nın şirretlikleri karşısında sürekli geri adım atarak, taviz vererek, devlet gücünü, haysiyetini ayağa düşürmüş olmasıdır. AKP Hükümetinin vermiş olduğu bütün tavizlere ve meseleyi bir insan hakları ve demokrasi sorunu olarak göstermek istemesine rağmen müzakere yaklaşımı mevcut yapısı içinde çözüm üretmeyecektir. Bir terör örgütünün müzakerede kendisine verilenleri kabul edebilmesi için yılmış olması gerekir. Oysa, PKK müzakere masasına yılgın değil, galip oturduğunu hissetmektedir. Bundan dolayı, müzakere sürecinde talep eşiğini sürekli yükseltmektedir. Yeniden çatışma çıkmasını önemsememektedir. Çünkü, çatışmanın çıktığı noktaya kadar AKP Hükümetinin verdiği tavizleri zaten verilmiş ve cepte olarak görmektedir. Müzakereler tekrar başladığında kalındığı yerden devam edileceğine inanmaktadır.
PKK’nın mücadelesinin amacı, insan hakları, demokrasi, her ne anlama geliyor ise Türk-Kürt eşitliği değil, egemenlik ve topraktır. Bunun Türkçesi, bir geçiş aşamasından sonra son kertede Türkiye’nin Iğdır-Mersin hattının doğusunda bir Kürdistan kurmaktır. Nihai amaç ise Türkiye’den kopacak parçanın Suriye-Irak ve İran’daki Kürt bölgesi diye nitelendirdikleri bölgeler ile birleşmesidir. PKK açısından diğer her hedef bu nihai hedefe gidişte ara durak olma niteliği taşımaktadır.
PKK bağımsız Kürdistan hedefine ulaşmak amacı ile 1990’lı yıllardan bu yana Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türklere, Araplara ve diğer gruplara yönelik “örtülü etnik temizlik” çalışmalarına başlamıştır. Bu bölgelerde yaşayan fakat PKK baskısı dahil değişik nedenler ile göç etmek isteyen Kürt olmayan insanların gayri menkullerinin satın alınması dahi PKK tarafından “nasıl olsa bırakıp gidecekler, satın almayın” telkini ile engellenmeye çalışılmıştır. Ayn El Arap’da IŞİD ile çatışan PKK’lılara yardım edilmediği gerekçesi ile çıkarılan terör olaylarında da Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu’da Türk esnafın işyerleri bilinçli olarak hedef alınmış ve tahrip edilmiştir. Diğer bir ifade ile özellikle Güneydoğu Anadolu’da Türklere ve kısmen Araplara yönelik “örtülü etnik temizlik” hızla sürmektedir.
PKK’nın egemenlik ve toprak savaşının parçası olan örtülü etnik temizlik politikası yeni değildir. Sadece Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu ile de sınırlı değildir. Öcalan 1989’da şöyle demektedir, “Kürt nüfusu ikiye katlanırken Türkler yerinde sayıyor. Ve önümüzdeki 2000’li yıllara doğru Kürt nüfusunun Türk nüfusunu aşması işten bile değil. Bu çok önemli. Nasıl bir dönem Türkler doğudan Rum asıllı Anadolu’ya doğru akıp halkı Rum olan devlet içinde yer aldılarsa, hem de saldırı ruhuyla bu topraklarda kendilerine yer açtılarsa, biraz daha değişik de olsa benzer bir tarzda Kürtlerin akışı var. Gene doğudan batıya. Şimdiden İstanbulları biliyorsunuz.
İzmirler, Adanalar milyonlarca Kürt’e sahip. Hem de en aktif en dinamik kesimler...
Türkler ise biraz rehavette! Şehir yaşamı, tüketim toplumu, gevşekliğe, tembelliğe ve savaş kabiliyetinin zayıflamasına yol açmakta.” (İki Bine Doğru, 22.10.1989)
Öcalan’ın “Ya silaha, ya da karına sarıl” şeklinde ifade ettiği Türkiye’yi işgal edilecek bir coğrafya olarak gören ve demografik savaş açan bu açıklamasını, sadece PKK ile sınırlı görmek de yanlıştır. 2011’de Türkiye’yi ziyaret eden K. Iraklı resmi bir grubun Ankara’da bir düşünce kuruluşunda yaptığı toplantıda “Eskiden Mersin üzerinden denize açılan bir Kürdistan istiyorduk, artık vazgeçtik. Çünkü siz Türkler Anadolu’yu 1000 senede Türkleştirdiniz, Biz 100 senede Kürtleştirebiliriz” açıklamaları demografik savaş anlayışının Barzani çizgisinde de hakim olduğunu göstermektedir. Bir süreden bu yana PKK da “İstanbul’u, İzmir’i size bırakmayız. Diyarbakır’ı biz yöneteceğiz, geri kalan bölümü ise birlikte yöneteceğiz” demektedir. Ancak sonuç itibarı ile PKK’da ortaya çıkacak Türk Sorunu neticesinde bir kopma olacağının farkındadır. Yani hem Güneydoğu Anadolu’da bir Kürdistan’ın kurulması hem de Kürt kökenlilerin İstanbul veya İzmir’de yurttaş olarak köfte satması mümkün olmayacaktır.
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Merkezi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 2006 yılı itibarı ile anadili Kürtçe olan kadınlarda doğurganlık 4.1 iken, anadili Türkçe olan kadınlarda 1.9’dur. Bunun anlamı 27 sene sonra Türkçe anadil grubunun nüfustaki payında keskin bir düşüş olacağıdır. Erdoğan’ın üç çocuk talebinin arkasındaki gerekçe de bu keskin düşüşü engellemektir. Erdoğan’ın üç çocuk yapma çağrısı, doğum oranları 1.9 olan, anadili Türkçe olan kadınlaradır.
Bununla beraber hükümet almış olduğu kararlar ile ayrı bir “Kürt milletleşmesi” sürecini güçlendirmektedir. Hükümet tarafından demokratikleşme adı altında atılan her adım “etnik kimliğin kurumsallaştırılması” sürecinin bir parçasıdır. Etnik kimliğin kurumsallaştırılması, milli kimliği eritecek ve nihayet iki milletli bir yapıya dönüşülecektir. Kısa vadede AKP’nin attığı kolektif kültürel adımlar, televizyon, seçmeli ders olarak eğitim, Dersim söylemi, devlet haksızlık yaptı, özür politikaları, sahte bir rahatlama sağlayacak ancak orta ve uzun vadede Kürtlerde ayrı milliyet bilincini körükleyecektir.
Zaman içerisinde kendisini Türk milletinin bir parçası olarak gören anadili Kürtçe olan bir çok insanımız veya çocukları, Türk milletinden kopacaklardır. Tunceli’de dedeleri “biz Oğuz Türküyüz” derken, torunların “bırak dede bu saçmalıkları” cevabını vererek PKK’lı oldukları hatırlanmalıdır. Kürtlerin Türklerden ayrı bir millet olduğunu bilinçlere kazımak, PKK’nın stratejik hedefidir. Böyle bir zemin oluştuktan sonra PKK olmasa da Türkiye parçalanacaktır.
2012 yazında yapılan bir anket bu tespiti doğrular niteliktedir. Ankete göre Kürtlerin %47’si kendilerine farklı davranıldığına inanıyor. % 28’i kamu hizmetlerinde ayrımcılığa uğradığını düşünüyor. BDP’ye destek artıyor. %46’sı BDP’ye destek veriyorlar. %72’si kendilerine daha fazla hak verilmesini istiyorlar. %48’i PKK’nın terör örgütü olmadığını düşünüyor. Oysa üç sene önce yapılan bir ankette %6’sı bağımsız Kürt devleti isterken bugün %23’ü bağımsız Kürt devleti talebinde bulunuyor.
(Anketin özeti için bkz. Yalçın Doğan, Asıl Sorun: Beş Kürt’ten Biri, Hürriyet, 28 Temmuz 2012)
Ayrı milletleşme sürecine giren ve demografik savaş duygusu ile hareket ettirilen bir yapının varacağı nokta, son kertede kişi başına milli gelirin Avrupa’da birinci olduğu Belçika’da, Valonlar ile Flamanların vardığı noktadan çok farklı olmayacaktır. Üstelik Irak parçalanmış, kuzeyine bir Kürdistan yerleştirilmiştir. Şimdi Suriye parçalanmakta ve kuzeyine bir Kürdistan yerleştirilmektedir. Bunu İran’ın parçalanmasının izlemesi hedeflenmektedir.
Sonuç olarak, AKP Hükümetinin izlediği açılım adı verilen ve sonuç itibarı ile bütün eksik ve yanlışlarına rağmen kötü niyet ile tasarlanmayan politika, Kürtlerin önemli bir bölümünde ayrı milletleşme sürecini güçlendirmiştir. Bunun en somut kanıtlarından birisi AKP’nin 2007 seçimlerinden bu yana Diyarbakır’da oy oranının düşmesidir. Bunca ekonomik sübvansiyona rağmen, AKP kan kaybına uğramaktadır. Mevcut açılım politikasının uygulanmaya devam edilmesi durumunda Türkiye’nin milli birliği ve toprak bütünlüğünü muhafaza etmesi mümkün görünmemektedir. Ekim 2014’de PKK’nın şehirlerimizi yakan gösterilerine karşı vatandaşın mahalleli kimliği ile eline sopayı alarak dışarıya çıkması, iç çatışmanın Türkiye’nin kapısını çaldığını göstermektedir. AKP Hükümetinin PKK ve destekçisi küçük bir azınlığı üzmemek/mağdur etmemek adına (%6) geriye kalan % 94’ün kendisini mağdur hissetmesine neden olan politikalar izlemesi, iç çatışmaya giden yolun taşlarını en az PKK terörü kadar döşemektedir.
Bu sürecin durması, vatandaşların devletin tekrar geri döndüğünü anlaması ile mümkündür. Devletin geri dönmesi ise son günlerde AKP Hükümeti yetkililerinin de sık sık vurguladıkları kamu otoritesinin tesisidir.
Türkiye’nin Ortadoğu’daki gelişmelere kontrolüz bir şekilde açıldığı bir dönemde AKP Hükümetinin hızlı adımlar atması kaçınılmaz bir gereklilik olarak belirmektedir.
http://www.21yyte.org/ sitesinden 20.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır
..