Levent Kırca etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Levent Kırca etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Nisan 2020 Perşembe

Gelse O Şuh Meclise,

Gelse O Şuh Meclise,



Gelse O Şuh Meclise
Levent Kırca



Yine Pazar geldi…

Yine yazı yazacağım…
Ne yazacağım?
Cumhuriyet gidiyor… vs…vs…
Doğru mu?
Doğru..
Yaza yaza kağıtlar aşındı, masalar delindi.
Ben yoruldum…
Masa yoruldu…
Dilimde tüy bitti…
Yahu arkadaş, daha ne olmasını bekliyoruz?….
“Ne yazayım?” diye soruyorum Aslı’ya.
Bize bağıran polisleri yaz diyor.

Şöyle olmuş;

Bunlar Nispetiye Caddesi’nde annesiyle alışveriş yapmak için bir mağazanın önüne park ediyorlar. Yol, polisler tarafından abluka altına alınmış. Genç bir polis kibarca eğilip; “Efendim “ diyor. “ Yolu açık tutmamız gerekiyor. Lütfen buraya park etmeyiniz .” Aslı da; “Neden ?” diyerek sebebini soruyor. Polis hala kibar. “Efendim Başbakanımız geçecekler” diyor. Tam o sırada başka bir polis arabası yavaşlıyor. Kibar polisin şefi olduğunu anladığımız bir başka polis, seyir halindeki polis otosunun penceresinden başını uzatıp; “Bunlara bu kadar kibar davranmayacaksın… Sert ol, bunlar sertlikten, kalabalıktan anlarlar” diye polisi uyarıyor.

İki tane hanımefendiye polisin davranış biçimine bakınız.

Ee… polis gazı sıktı TOMA'yı sürdü ezdi geçti öldürdü. Başbakan destan yazdınız dedi. 24 maaş ikramiye verdi. Bana “Ne bekliyordun ki?” derseniz, ben de size “Ne bekliyorsunuz?” derim.
Başbakan, Demokrasi Paketi’ni açıkladı. Açıklarken arkasında dört adet, belki de altı adet kolalı, itinayla yerleştirilmiş Türk Bayrağı vardı. Ama bayrak yasaktı. Türk demek yasaktı. And yasaktı. Marş yasaktı. Konuşmak yasaktı. Fikir beyan etmek yasaktı. Yasaktı da yasaktı…
Yahu bu yasaklar da insanın kanına dokunmuyorsa artık, ben daha size ne diyeyim?
Sizin bana söyleyeceğiniz bir şey varsa buyrun, siz konuşun bende söz sükut etti.

Balyoz Ergenekon.,

“Olacak O Kadar “programı henüz Tayyip Erdoğan tarafından yasaklanmamıştı. O zaman oynuyorduk bu davaları. Güya TSK Subayları darbe yapacakları silahları evlerinin bahçelerine, kapı önlerine, hatta çalışma odalarına gömüp saklıyorlardı. Kahkahalarla gülüyorduk. Gülerken dizlerimize de vuruyorduk. Bu kadarı mizah sınırlarına dahi sığmıyordu. Malzeme boldu, oynadıkça oynuyorduk. Zamanında Erbakan Hoca’yı ilk tanıdığımızda, ona da dövünerek gülerdik. Her gün beş fabrikanın temelini atardı, toprağa bir kazma vurup, yürüyüp giderlerdi.
Türkiye’nin her yeri temeli yeni atılmış fabrikalar yüzünden köstebek yuvaları gibi delik deşikti. Gülerdik, yere düşer kalkar gene gülerdik. Erbakan'ı siyah beyaz televizyonda gördüğümüzde, Benny Hill'i görmüş gibi parmağımızla gösterir, tekrar yerlere düşerdik. Erbakan siyah beyaz bir görüntüyle ağzını da şapırdatarak kadayıfın altı kızardı, üstü kızarmadı gibi kelamlar eder, kanlı mı, kansız mı ülkeyi ele geçireceklerini söylerdi. Komiğimize giderdi, gülerdik.
Meğer bütün bunları ciddiye almalıymışız. Şimdi ülkenin başındalar ve onlar bize gülüyorlar. Hem de şeyleriyle… ağızlarıyla…

Bütün bu saçmalıklar, rezillikler iktidar oldu.

Kim yaptı?

Biz.

Kral Çıplak

Kırk yıl düşünseniz, TSK’nın bu duruma düşeceği aklımıza gelir miydi?
İçeridekiler Atatürkçü, dışarıdakiler neci?
Hayır ben sadece soruyorum… Neci?
Peki, biz Türk halkı değil miyiz?
Türk’ü kaldır!
Ne halkıyız?
Bir halkın bir milliyeti olmaz mı?
Subaylarımızla hapishanelerde kedi fare oyunu oynuyorlar.
Aileleri ve çocuklarının dışında kimin umurunda?
Benim.
Benim umurumda.
Bu değerli subayların rütbeleri sökülecek. Madalyaları alınacak, statüsü de er olacak ve maaşları kesilecek. Ayrıca da yirmişer yıllık hapis yatacaklar.
Niye?
Mustafa Kemal’in askerleri oldukları için.
Yazıklar olsun.
Kime?
Bize.
Olup biteni “ Kral Çıplak” masalını izler gibi izliyoruz.

Bakana Bak, Hizaya Gel.

Bakan Hüseyin Çelik, yandaş kanal ATV'de müstehcen bir olaya parmak bastı. Bir yarışma programında Gözde Kansu adlı sunucu, Bakan'ın bakışına göre çıplak surette programa çıkarak, erkeklerin abdestlerinin bozulmasına, daha doğrusu kaçmasına sebep olan bu kızı gördü. “Vay kafir” dedi ve kızı kovdurdu.

Şimdi bazıları diyor ki;

Arkadaş, kız o kadar da çıplak değildi. Bakan Hüseyin ise; “ Hayır” diyordu.

Kız, iştah kabartacak bir silüetde çıkıyor ümmeti Müslümanların karşısına. Kızın alttan bacağı, arkadan poposu, önden; daha doğrusu siyah dekolteden elbisenin orta yerindeki pencereden memişler baş gösteriyordu. Elbise kızın bedenini öyle bir sarıyordu ki, mübareğin beli, kalçası ve vücudunun kıvrımı ortadaydı. Kızsa kıpır kıpırdı, durduğu yerde durmuyor, hop hop hopluyordu. O hopladıkça göğüsleri de hopluyordu. Ve bu yarışmayı izleyen masum biçare erkeklerin de yürekleri hopluyordu. Bu kadar da olmazdı. Böyle de hoplanmazdı. Bu kız gitsin evinde hoplasındı ya da evlensin kocasının yanında hoplasındı.
ATV yöneticisi, kızı odasına çağırdı. ”Kızım niye hopluyorsun?” dedi. ”Üstelik de memişler pencereden bakıyor, omuzların çıplak. Çarpılacaksın. Üstelik bizi de çarptıracaksın. Derhal git tövbe istifra et. Kendine gel, örtün. Öyle bir örtün ki, senin örtünün altında nasıl bir adem olduğunu biz bilmeyelim. Ayrıca bu senin durumun bütün çıplaklara ders olsun. Şimdi yıkıl karşımdan, burası çıplaklar kampı değil.”

Kız çıktıktan sonra, müdür Hüseyin Çelik’i aradı. “Tamam” dedi. Hüseyin; “Biz” dedi “kızın kıyafetine karışmış ve onu kovdurmuş gibi olmayalım.”.. “Merak etmeyin” dedi müdür, bir soran olursa ki millet uyuyor, kimsenin karışacağını sanmam. Eğer sorarlarsa biz kızı başarısız buluyorduk, o nedenle kovduk deriz, olur biter. ''Peki'' dedi Bakan.. ''Ya benim bu kız çıplak açıklamasının hemen ertesi günü kovmanız dikkat çekmez mi?''..

Müdür cevaplar: ''Çok zekisiniz Bakanım. Hiç aklıma gelmemişti. Ama merak etmeyin, mevzu fazla kurcalanmadan biz oldu bittiye getiririz.”

Hüseyin Çelik Efendimiz, evli barklı sekreteriyle ilişkiye giriyor. Sekreter Hanım, Hüseyin Efendimize nur topu gibi bir çocuk doğuruyor. Hüseyin'in gözlüksüzü. Hüseyin de kadının kocasını sürüyor başka memlekete, kadını da imam nikahı ile alıyor kendine. Birinci karısı evde duradursun, Hüseyin Bey'in imam nikahlı bir ikinci karısı oluyor. Allah Mesut etsin. Hüseyin efendi iki karısından vakit bulduğunda, onun bunun dekoltesini dikizlemeden geri durmuyor.
Mantıklı şimdi. Onun yerinde, onun kafasında olsam; ben de halkımı benim gibilerin nefsinden korumak için açıkta ne bulsam örterdim.

Gözde Kansu,

Bak canım kızım. Sen son derece başarılıydın. İşini de son derece iyi yapıyordun. Sen, genç bir kızsın. Senin kıyafetine, kılığına bu gözle bakanlar utansın. Elbette ki seni alaşağı etmek için sana “başarısız” diye çamur atacaklar.
Sen Atatürk Cumhuriyeti’nin bir genç kızısın. Çok da başarılı ve güzel bir kızsın. Hani “Susma, susdukça sıra sana gelecek” diye slogan atıyorlar ya… İşte, sıra sana geldi. Başkalarına da gelecek. Bu gidişatı engellemek için susmayıp hakkımızı aramalıyız. Ben her zaman yanında olacağım ve seni başarılarından ötürü alkışlayacağım.
Yeter ki “Susma!”


***

11 Ağustos 2019 Pazar

Can Ciğer Kuzu Sarması

Can Ciğer Kuzu Sarması


Levent Kırca


Hırsızlık hırsızlıktır. Ben beni bildim bileli, hırsızlık para kazanmanın en güzel yoludur. En kolayı, en zevklisi de devleti soymaktır. Büyük hırsızlıkları kitabına uydurmak daha kolaydır. Onun için banka soyan yırtar, ekmek çalan yatar. Sistemin gereğidir bu. Devlet, vatandaşını da soyar. Hak ettiği maaş zammını yapmaz, sıkıştıkça vergileri arttırır, ilave vergiler koyar. Sen elektriği, suyu öderken bunları da ödersin. Mesela paranı biriktirdin, yemedin içmedin bir araba alacaksın. KDV'yi geç, ÖTV olmuş yüzde yüzellibeş.. Geçen galerici bir arkadaşla ayaküstü sohbet ediyoruz; Nedir bu yahu? Fiyatının üç katına araba mı satılır, araba mı alınır?

Cevap şaşırtmıyor: 

Abi vergi kaçıranlardan para bu yolla geri alınıyor. Sadece arabadan değil, benzin, sigara, aklına ne gelirse.

Ben de soruyorum: Peki vergi kaçırmayanın günahı ne?
Cevap: Abi vergi kaçırmayan zaten bu arabalardan alamaz!
Vatandaş soyulduğunu bilmiyor mu? Biliyor. Üstelik yasayla soyuluyor. Vergisini ödeyen vatandaş iyi, ödemeyen vergi kaçakçısı oluyor. Devlet memurundan, işçiden, vergi peşin peşin kesiliyor, maaşını kesintiye uğradıktan sonra alıyor. Garibim, onun vergi kaçırma şansı yok.
Büyük holdingler, iş adamları, hükümetlerle işbirliği yaparak soyarlar devleti. Teşvik alırlar, affa uğrarlar. Sonuçta, parası olan hep kazanır. Gider, bir bankadan kredi talep edersin. Banka yöneticisi; "Tamam bu parayı öderim ama, şu kadarını da ben alırım" der. Verirken alacağı parayı keser, sonra ödeme yapar. Alan razı, satan razı. Genellikle bu iş böyle olur. İhalelerde de durum değişmez. Birileri açıktan para alır. Yani, bir ihaleye giriyorsunuz; size derler ki; " Tamam bu ihaleyi size veririz. Ancak, siz bu paranın şu kadarını bana, şu kadarını şuna vereceksiniz." Çekişmeli bir pazarlık olur ve siz o ihaleyi alabilmek için, ciddi bir bedel ödersiniz.

Bunun adı yolsuzluk mudur? Elbette... Ama kitabına uydurulmuş yolsuzluktur.
Mesela, ben şöyle şeyler yaşadım zamanında. Elektrik idaresine bir borcunuz var diyelim. İdareden bir memur gelir size. Diyelim beş milyar borcunuz var. Memur der ki; "İki milyar bize açıktan verin. Beş milyarlık borç dosyalarını yok edelim." Makbuz yok, vergi yok. İşte bu ayakkabı kutularından çıkan paralar, bir anlamda bunlar. Bu ülkede kaçak kullanılan elektriği engellemek, çözmek yerine, aradaki farkı dürüstçe ödeyenlere yansıtanlar kimdi?
Bal tutan, parmağını yalar. Bütün bu dönen olaylara sistem deniyor, malum. Çarklar böyle işliyor. En küçük bir işinizi bile rüşvet ödemeden çözemezsiniz. Artık bu adet değil, hak olmuştur.

AKP ve Cemaat

Önce el ele ve omuz omuzaydılar. Yani can ciğer kuzu sarması. Hısımdılar, hasım oldular. Sebep, "Çıkar kavgası". Cemaat, devletin içinde kadrolaştı. Bu kendiliğinden mi oldu? Elbette bu atamaları, Bay Tayyip yaptı. Ne karşılığında? "Oy" elbetteki.

Bugün Türkiye'nin yaşadığı nedir? "Çıkar Çatışması". Başbakan; "Ne istediniz de vermedik" diyor. Pazarlığa bak sen! Dershanelerde başlayan kapışma, yolsuzluk dosyalarıyla devam ediyor. Daha neler çıkacak neler! Seks kasetleri zulada bekliyor. Karşılıklı açıklamaların, itirafların ardı arkası kesilmiyor.
Bir AKP'li; "TSK'ya cemaat tarafından kumpas kuruldu"diyor. Biz bilmiyor muyduk TSK'nın taksiratının olmadığını? İnsanlar içerde boş yere yatıyorlar. Hala yatıyorlar. Onlar yatıyor, biz uyuyoruz. Şarkıcı şarkısını, türkücü türküsünü söylüyor. Oyuncusu dizisini oynuyor. Eski devrimcilerin bile başı kumda gömülü.
Geçen gün Kenan Doğulu'yla karşılaştım. Abicim, mabicim vınladı gitti. Halbuki; "Oğlum ülkenize niye sahip çıkmıyorsunuz? Cumhuriyetinizi niye korumuyorsunuz? Hitap ettiğiniz kitleleriniz var. Gençler sizi dinler, size inanır" diyecektim ki... O da bunu anladığı için, topukladı gitti. Ele geçirip de istediğimi söyleyebildiğim genç sanatçılar şöyle yanıt verdiler hep; " Abi, üzerimize vergi memurlarını gönderiyorlar. Konserlere çağırmıyorlar. Dizilerden atılıyoruz."
"Ulan, siz nasıl gençlersiniz oğlum? Kim sahip çıkacak bu memlekete?" "Siz çıkıyorsunuz ya, abi" diyor. " Oğlum, hep biz mi yanacağız? Azıcıkta siz yansanız ya."

Herkesin bir mazareti var. "Ah, ben memur olmayacaktım ki..." diyor biri. "Benim iş yerim var. Kapatmayacaklarını bilsem..."
Hükümetin icraatlerini beğenen, bu vesileyle yandaş olup çıkar sağlayanlar, şimdi cemaate güvenip hükümete veriştiriyorlar. Yarın da devrimci olurlar, emin olun.

Cem Yılmaz boşanmış...
Vah... Vah...
AKP biraz olsun sevinmiştir buna. Vatandaş merakını, Yandaş Cem'e çevirir de, biraz olsun yolsuzluk dosyaları unutulur diye.
Yılbaşı gecesi biz de, o kanal, bu kanal dolaşıyoruz. Kalite sıfır. Bir avuç leblebiyle, az orası, az burası idare ediyoruz. Biraz sosyete komiği Cem'e baktım... Ne yazık ki, gülümseyemedim bile.
Arkadaşım; "Yarın reytinglerde, kimin birinci olacağı belli" dedi. "Mümkün değil!" dedim. Ona bir sıralama yaptım. Ertesi gün, Cem benim sıralamam gibi dördüncü oldu. Arkadaşım; "Nerden bildin bunu?" dedi. "Seyirci halk olunca, durum değişir" dedim. Nasıl ki, hükümet başta sanatın içine etti, yani değiştirdi. Bu Cem de, mizahın yönünü, akışını değiştirdi. Türk mizahı dediğiniz şey, başka bir şey oldu.
Bülent Ersoy, programında bu kez bayılmadı, aksine ayıktı. Onun programının kara kutusu, Akil Orhan Gencebay'dı. Beş karış suratla oturuyordu sahnede. Yüzünden düşen bin parça. "Nerden düştük buraya? Bitse de gitsek" gibilerden... Herhalde, akilliğin utancını üzerinden atamamıştı.
Benim 3 dileğim var. Birincisi, Akil Orhan Gencebay'la, diğeri Başbakan'la soru cevap bir tv program yapmak. Sonuncusu da, Fatih Altaylı'ya bir şans daha vermek.
Demem o ki, Fatih dersini iyice çalışsın. Bir program daha yapalım onunla. İlkinin rövanşı olsun. Ama bu yürek onlarda nerdeee?...
Çanakkale
Ocak ayının üçüncü haftasından itibaren Çanakkale Kepez, yerleşik bir kültür merkezi kazanıyor. Benim sanat yönetmenliğini yapacağım kültür merkezinin babası, Kepez Belediye Başkanı Dr. Ömer Faruk Mutan. Opera, bale, klasik müzik konserleri, sanat müziği konserleri, her çeşit tiyatro, çocuk tiyatrosu ve bir tiyatro okulu, Çanakkalelilerin hizmetinde olacak.
Ne mutlu...
Bir kez daha, Dr. Ömer Faruk Mutan'a teşekkür ediyorum.

***