Kuşatılmış Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kuşatılmış Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Nisan 2018 Çarşamba

Kuşatılmış Türkiye ve Afrin Harekatı

Kuşatılmış Türkiye ve Afrin Harekatı 


Cahit Armağan Dilek 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
cadilek9011@gmail.com
06 Mart 2018 Salı


Türkiye 20 Ocak 2018'den buyana Afrin'de yürütülen Zeytin Dalı Harekatına odaklanmış durumda. Türkiye'nin seçim sathı mahalline girmiş olmasının etkisiyle iktidarın Afrin'deki sınır ötesi terörle mücadele harekatını "Türkiye savaşta"ymış gibi göstermesi nedeniyle de harekat iç politikada da birinci 
gündem maddesi olmaya devam ediyor, gündemi Afrin'deki gelişmeler belirliyor.

Bu satırların yazarı olarak daha harekat başlamadan çok önce Afrin'de de terör örgütü yapılanması olduğunu, hedef bölge olduğunu söyleyip yazmıştım. 
Ancak yıllardır Suriye kuzeyindeki gelişmelere müdahale edilmemiş olması nedeniyle Suriye kuzeyindeki terör koridorunu engelleme maksadıyla yapılacak 
harekatın hedef önceliklendirmesinin iyi yapılması gerektirdiğini de ifade etmiştim. Bu kapsamda tehdidin ağırlık merkezinin hedef alınması gerektiğini, terör cephesinin uzunluğu da dikkate alındığında terör örgütü PKK/YPG'nin ağırlık merkezinin yani Fırat'ın doğusunun ana, acil ve öncelikli hedef olması 
gerektiğini belirtmiştim.

Siyasi iktidar bir şekilde kendi değerlendirmesi çerçevesinde Afrin'i önceliklendirmiş ve orada harekat başlatılmıştır. Zor, uzun süreli, kırılgan bir 
hal tarzı tercih edildiğini düşünüyorum. Ama hedef önceliklendirmesine katılmasam da Afrin harekatının başlamasıyla birlikte bize düşen görev de Türk 
milletinin bağrından çıkan Türk ordusunun ve ona destek veren Türk jandarması, Türk polisi ve korucularımızın mümkünse kayıpsız olarak ve kendilerine verilen 
talimatlar doğrultusunda harekatı başarılıyla sonuçlandırılmasını desteklemektir, öyle de yapıyoruz. Ancak bunu yaparken de kuşkusuz harekatın 
başarısı için aksaklıklara yönelik uyarılarımızı da yapmaya devam edeceğiz.

İşte Türkiye'nin siyasi, askeri, ekonomik, diplomatik bütün ağırlığını Afrin'e 
odakladığı bir ortamda yapılması gereken bir uyarının da  "tehdidin sadece orada olmadığını,  çevresinde Türkiye'yi kuşatmaya yönelmiş muhtemelen daha büyük tehdit halkalarının bulunduğuna" dikkat çekme olduğunu düşünüyorum. Çünkü bütün kartlarımızı tek bir tehdide yöneltmek, hepsini aynı sepete koymak doğru değildir ve daha büyük sorunlara, tehditlere yol açabilir. Çok detaylı yazılıp tartışılabilecek bu konular burada ana hatlarıyla ifade edilecektir.

Doğu Akdeniz ve Kıbrıs'ta Türkiye dışlanıyor: Kıbrıs'ta KKTC ile GKRY arasında 
yeniden müzakereleri başlatıp KKTC'yi ilhak etmeye yönelik Rum/Yunan 
politikaları arkasına ABD ve AB'yi de almış olarak devam etmektedir. Doğu 
Akdeniz'in zengin enerji kaynaklarını kontrol altına almak üzere Türkiye'yi 
dışlayan mekanizmaların (Yunanistan-GKRY-Mısır, Yunanistan-GKRY-İsrail, 
Yunanistan-GKRY-Lübnan) Doğu Akdeniz'de Türkiye'yi adeta yok sayıp karasularına hapseden münhasır ekonomik bölge girişimleri, bu bölgelerde AB ülkelerinden, ABD'den ve hatta Katar ile S.Arabistan gibi ülkelerin firmalarının sondaj faaliyeti başlattıklarını, aynı ülkelerin savaş gemilerini de bölgeye göndererek sondaj çalışmalarına eskortluk edip Türkiye'ye gözdağı verdiklerini görüyoruz. GKRY'nin Kıbrıs'ta yarattığı sorunları AB'ye mal edip Türkiye ile AB'yi karşı karşıya getirmek istediği de aşikar.

Yunanistan Ege Denizi'ni işgal ediyor: Ege'de Yunanistan'dan kaynaklanan 
sorunlar karmaşıklaşarak varlığını sürdürmektedir. Bunların en başında aidiyeti 
anlaşmalarla Yunanistan'a devredilmemiş 152 civarında ada, adacık ve kayalığın 
fiili Yunan işgalinde olması gelmektedir.  Sadece Kardak kayalıklarında fiilen 
bulunamayan Yunanistan, karasularını ve hava sahasını AB sınırları olarak sunup krizi ve muhtemel bir çatışmayı Türkiye-AB arasında yaşanmasını sağlamaya yöneldiğini görüyoruz.

Ege'de NATO Daimi Deniz Gücü daimi hale geldi: Suriyeli göçmenlerin Avrupa'ya geçişini kontrol altına almak ve engellemek üzere Türkiye ile AB arasındaki anlaşmalar sonrasında NATO'dan talep edilen destek bağlamında 2016 yılı başlarından itibaren Ege denizinde NATO Daimi Deniz Gücü görev yapmaktadır. 

Burada can sıkıcı olan husus bu güçteki yabancı savaş gemilerinin Türk 
karasularında da görev yapma serbestliğinin olmasıdır. Avrupa'ya Suriyeli göç 
konusu büyük ölçüde durmuş olmasına ve Türkiye'nin gerek kalmadı demesine rağmen NATO görevinin devam etmesi anlaşılır değildir.

Karadeniz NATO/ABD denizi oluyor: Önceki yılarda defalarca uyarmamıza rağmen Türkiye'de üzerinde belki de hiç konuşulmayan konulardan biri. ABD'nin sadece Karadeniz'de varlığımız yok oraya da gireceğiz politikası çoktan sır olmaktan çıkmıştır. 2000'li yılların başına geldiğimizde Türkiye'nin liderliğinde 
Karadeniz'e kıyıdaş devletler arasında oluşturulan siyasi ve özellikle askeri 
işbirliği mekanizmalarının ABD'nin NATO Füze Kalkanı Projesi ve Kırım'ın Rusya 
tarafından ilhakı gerekçeleriyle ABD/NATO tarafından Karadeniz çevresindeki 
ülkelerde denizde daha fazla NATO/ABD askeri varlığının yerleştirilmesinin, 
bulundurulmasının bahanesi edilmiştir.  ABD savaş gemileri neredeyse aralıksız 
Karadeniz'de varlık göstermekte, savaş uçakları Karadeniz üzerinde uçmakta, daha önce kendi ülke bayraklarıyla gelen ülkeler artık NATO görev gücü adı altında Karadeniz'de bulunmakta, tatbikatlar yapmaktadır.

Bütün bunlara Rusya'nın sessiz kalması beklenemezdi. Rusya da aynı şekilde 
karşılık verdi, Karadeniz ve çevresinde askeri varlığını artırdı, uzun menzilli 
füze ve savaş uçaklarını konuşlandırdı. Kısaca Karadeniz'de askeri yığınaklanma 
ve silahlanma yarışı başladı. Bu da beraberinde sıcak çatışma olasılığını 
getirdi. Böylece barış ve huzurun sahip olduğu Karadeniz, ABD'nin ben de orada 
olacağım zorlamasıyla bu ortamı kaybetti ve yeni çatışma alanı olarak ortaya 
çıkmaya başladı. Tabi ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mayıs 2016'da “Balkan Ülkeleri Genelkurmay Başkanları Toplantısı“nda yaptığı konuşmada NATO’yu Karadeniz’deki varlığını artırmaya çağırmasının Türkiye açısından ve Türk-Rus ilişkileri açısından büyük talihsizlik olduğunu da ifade edelim.

Rusya üç taraftan Türkiye'yi çevreliyor: Yukarıda kısaca ifade ettiğimiz 
Karadeniz'de artan NATO/ABD varlığına karşı Rusya'nın Kırım'a yerleştirdiği S400 füzeleri, uzun menzilli savaş uçakları, radar sistemleri, ve Karadeniz filosun kattığı savaş gemileri ve denizaltılar ile Karadeniz'i kontrol etmektedir. 
Ermenistan ile ikili askeri anlaşmaları çerçevesinde o ülkye S-300 füze sistemi 
konuşlandırmıştır. Eylül 2015'te askeri olarak müdahil olduğu Suriye'de S400 
başta olmak üzere en gelişmiş savaş uçaklarını, radar ve istihbarat sistemlerini 
konuşlandırmıştır. Evet Rusya ile Astana süreci kapsamında İdlib ve Afrin'de 
daha önce Fırat Kalkanı harekatında işbirliği yapıyoruz dediğinizi duyar 
gibiyim. Ama bu Rusya'nın bir numaralı tehdit gördüğü ABD liderliğindeki 
NATO'nun üyesi Türkiye'yi Batı ittifakını çatlatmak aralarındaki ikili çoklu 
ilişkileri bozmak için bir manivela olarak kullanmayacağı anlamına gelmiyor. 
Sahadaki gelişmeler aslında bunu teyit eder niteliktedir. Yukarıdaki özet askeri 
konuşlanması da bunu göstermektedir.

Yukarıdaki haritaya bakıldığında aslında Rusya'nın Türkiye'yi kuzey, doğu ve 
güneyden çevrelediğini rahatça görebilirsiniz. Unutmayalım ülkeler arasında 
dostluk yoktur, çıkarlar ve çıkar ortaklıkları vardır.

Güney sınırları boyunca terör koridoru oluştu: 2008 sonrasında başlayan açılım 
politikaları ve müzakere/çözüm sürecinin sonunda yurt içinde yarattığı terör 
sarmalı yanında eş zamanlı olarak sınırlarımızın güneyinde Irak ve Suriye 
kuzeyinde PKK/YPG/PYD terör örgütünü kontrolünde bir terör koridorunun oluştuğu da görüldü. Tehdit büyümeden müdahale edilmemiş olması nedeniyle önce Fırat Kalkanı sonra Zeytin Dalı Harekatıyla kapsamlı harekatlar yapılmak zorunda kalındı. Ancak Fırat'ın doğusundaki daha uzun bir koridora bir etki yapılamadığı anlaşılmaktadır.

Bu terör koridorunun sonunda Akdeniz'e açılmanın yanısıra kuzeye yani Türkiye'ye doğru genişlemeyi hedeflediğini, Türkiye'nin Ortadoğu ile bağlantısını kestiği gibi Türkiye'yi sınırları içine hapseden, Ortadoğu'daki gelişmelere etki 
edemeyen, terör koridorunu bir ülke konumuna soktuğunu görmemek mümkün değil. Halihazırda Fırat'ın doğusunda ABD  desteğinde PKK devletçiğinin inşa sürecinin devam ettiği görülmektedir. Ayrıca PKK/YPG'nin Irak kuzeyindeki boşluğu doldurmaya yönelik hamleler peşinde olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Güney sınırları boyunca askeri olarak olmasa da Irak ve Suriye'de siyasi nüfuz 
kurarak terör koridoruna paralel bir Şii koridorunun da İran tarafından 
oluşturulmakta olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Terör örgütleri yurt içinde pusuda bekliyor: PKK terör örgütü yurt içinde Temmuz 2015'ten sonra çok büyük zayiatlar aldı, yurt içindeki eylem kabiliyetine önemli oranda darbe vuruldu. Bu 2017 yılıyla birlikte PKK'nın saldırılarında belirgin bir düşüşe yol açtı. Ancak bu durum Türkiye'yi yanıltmamalı. Çözüm sürecinde PKK'nın Türkiye genelinde yığınaklar yaptığı, yapılanmalar oluşturduğu bilinmektedir. Temmuz 2015'ten sonra bunun ne kadarı bertaraf edildi tam bilinmemektedir. Ayrıca PKK terör örgütünün 2014'ten buyana ağırlığı Suriye kuzeyine verdiğini, oluşan konjonktür nedeniyle Suriye kuzeyini öncelikli olarak ele aldıkları, ABD'nin desteğiyle burada PKK açısından önemli ilerlemeler yaptıklarını da görmeliyiz. Dolayısıyla Suriye kuzeyinde kendilerini sağlama alacak PKK/YPG terör örgütünün yeniden Türkiye'ye yönelmeleri mutlaka beklenmelidir. Hele Kandil'in PKK'nın kuruluşunun 40. yılı olan 2018'de Türkiye'de zafere ulaşmayı hedeflediğini gösteren açıklamalarına bakılırsa PKK'nın pusuda beklediğini söylemek hiç de abartı olmayacaktır.

Diğer taraftan aşırı köktendinci selefi dinci IŞİD, El Nusra gibi terör 
örgütlerinin yeniden bir yapılanma, teşkilatlanma içine girdikleri, bu 
örgütlerin Türkiye içinde de benzer hazırlık içinde olduğu yabancı uluslararası 
raporlara tehdit değerlendirmelerine yansımıştır. Yani bu terör örgütleri de 
taşeronluğunu yaptıkları güçlerin talimatını beklemektedirler.

Çok sayıda yabancı asker, savaş uçağı, silah sistemi Türk topraklarında: IŞİD'le 
mücadele kapsamında hükümet TBMM'den aldığı yetkiye dayanarak Türk topraklarını ve askeri üslerini IŞİD karşıtı koalisyon üyelerine yani yabancı ülkelere açtı. ABD ile başlayan bu süreç Temmuz 2015'te açıklanan İncirlik Mutabakatı olarak biliniyor. İncirlik Mutabakatı taraflarca imzalanmamış olup sadece sözlü mutabakat gereğince önce ABD daha sonra başka ülkeler de olmak üzere çok sayıda savaş uçağı, asker, silah (HIMARS gibi) ve istihbarat sistemi (NATO AWACS'ları, füze savunma sistemleri dahil) Türkiye'de konuşlandı. Yabancı savaş uçakları Türkiye'den izin almaya gerek duymadan Suriye'de operasyonlar düzenledi, düzenliyor.

IŞİD karşıtı koalisyonun yayımladığı bilgilere göre 60'dan fazla yabancı ülke 
savaş uçağı, 1.200'den fazla yabancı asker Türkiye'de konuşlanmış durumdadır. 
İşin ilginç tarafı, tabi ki Türkiye tek taraflı kimseye sormadan bunu 
durdurabilir ancak, yabancı asker ve uçakların sayıları ve görev süresinin önü 
açıktır, bir sınırlama gözükmemektedir. Aylardır IŞİD'in artık bittiği 
dillendirilmesine, özellikle ABD uçaklarının PYD/YPG'ye verdiği destekle Suriye 
kuzeyindeki alanlarını genişlettiği bilinmesine rağmen halen İncirlik 
Mutabakatına son verilmemesi, ABD'nin YPG'ye askeri desteğine karşı bir koz 
olarak kullanılmaması, hatta tek bir imada bile bulunulmaması anlaşılır 
değildir. Bu anlaşılmazlık içinde, "Türkiye'deki yabancı askerler bizim 
bilmediğimiz başka bir şey için mi beklemektedir?" sorusu akla gelmektedir.

Sonuç olarak; Yukarıda çizilen resim kuşkusuz Türkiye açısından olumsuzdur, 
ciddi tehlike ve tehditlere işaret etmektedir. Bütün bunlara Türkiye içinde son 
yıullarda iyice artan kutuplaşmayla birlikte iç cephede yaşanan kırılganlık ve 
zayıflama, devlet yönetiminde kurumsal karar sürecinin devre dışı bırakılmasıyla 
devlet yönetiminde yaşanan yönetişim sorunlarını eklemek lazım.

Böyle bir ortamda, Türkiye'nin icra ettiği Afrin harekatı önemlidir, hele 
başarıyla sonuçlandırmak tabi ki çok önemlidir. Burada elde edilecek keskin bir 
başarı Türkiye'nin elini güçlendirecektir. Ancak içinde ve sınırlarının hemen 
dışında Türkiye'yi kuşatan büyük bir tehdit halkası  (üstelik NATO ittifakı 
içinde müttefik oldukları ABD ve Yunanistan gibi, üye olmaya çalıştığı AB, 
Suriye'de kritik işbirliği yaptığı Rusya tarafından) varken iç ve dış politikada 
sadece Afrin'e odaklanmak, Afrin'de zafer elde edilince herşeyin düzeleceğini, 
tehditlerin bertaraf edileceğini düşünmek ve bunu kamuoyuna anlatmak doğru 
değildir.

Yukarıda başlıklar altında ifade edilen tehdit noktalarının her biri ayrı ayrı 
tehdit senaryolardır. Bununla birlikte, Türkiye'yi hedefine almış bu tehdit 
noktalarını yaratan güçler işbirliği yaparak ya da domino etkisiyle tehdit 
noktalarının peşpeşe harekete geçip tehdit kuşağının sıkışarak Türkiye'yi 
hareketsiz bırakması ya da hareket alanının daraltması en büyük tehdit olarak 
karşımızda durmaktadır. Bu nedenle, Türkiye'nin dış politikası, savunması ve 
güvenliği iç politikaya malzeme yapılmadan ve tek bir noktaya odaklanarak değil resmin büyüğü düşünülerek ele alınmalı, Türkiye'nin bekası ve çıkarları esas olmalıdır.

Uzman Hakkında
 Uzmanın Diğer Yazıları

  Kuşatılmış Türkiye ve Afrin Harekatı 
  PKK'nın PYD/YPG Üzerinden Aklanması ve Siyasi Sürece Sokulması 
  Afrin'den Sonrası; Menbic, İdlib, Sünni Bölge, Fırat'ın Doğusu/ABD-PKK 
  Ortaklığı ? 
  Afrin'de Zeytin Dalı Harekatının Muhtemel Sonuçları, Etkileri ve Beklenen 
  Senaryolar 
  Terör Koridorunu Önlemek ve Afrin'le "Stratejik Aldatma"ya Maruz Kalmak 
  Türkiye'nin Yalancı İç/Dış Gündemi ve Suriye'de Yanlış Siyasi/Askeri Hedefleri 
  PKK Devletçiğinde Son Perde; PYD'ye Siyasi Tanıma ve ABD Diplomatik 
  Temsilciliği 
  Türk Hükümetinin Dış Politikasında Son Durum; ABD "in", Rusya "out"  
  Trump'ın Ulusal Güvenlik Stratejisinin Şifreleri ve Türkiye 
  Sünni İslam İttifakı; Kimler Niçin ve Nasıl Kurdu? Türkiye Ne Yapmalı? 
  Suriye'de Yeni Dönem; Putin'in Tam Kontrolünde SOÇİ SÜRECİ 
  NATO'dan Çıkmak ya da Çıkmamak, Esas Mesele Bu Değil! 
  S.Arabistan, Lübnan, İsrail... Irak/Suriye'de IŞİD Bitiyor Derken Şii-Sünni Savaşı Mı? 
  Rakka'da PKK Kontrolü ve Suudi Bakanın Ziyareti Ne Anlama Geliyor? 
  PKKistan'ı Önlemek İçin Kerkük'ten Sonra Sıra Suriye Kuzeyinde 
  PUTİN-ERDOĞAN; Irak ve Suriye Konusunda Gerçekten Mutabakat Var Mı? 
  IKBY Referandumu, Kerkük, Barzani'nin Rus Ruleti ve Garantörlük 
  Barzani’nin Referandumu Erteleme Pazarlığı ve Şartlı Tuzağı 
  İdlib'teki El Nusra (HTŞ) Terörünün Türkiye'ye Yönlendirilmesi ve Pakistanlaşmak 
  ABD'nin Türkiye'de İç Çatışma Öngörüsü ve Suriye'de PKK/YPG'ye Desteği 
  Almanya Türkiye'nin Savunma ve Güvenliğini Mi Hedef Alıyor? 
  ABD Esad'ı Vurmaya Hazırlanıyor!  
  Vekalet Savaşından Asıl Aktörlerin Savaşına; Suriye'de Savaş ve Bölünme Derinleşiyor 
  Irak'ı bölecek son hamle; Barzani bölgesinde ve Kerkük'te bağımsızlık referandumu 
  ABD'nin Yeni IŞİD Stratejisi; Teröristleri Yerinde İmha 
  ABD-PYD: Devlet-Örgüt İlişkisinden Devletten Devlete İlişkiye 
  ABD Peşmerge ve PKK/YPG'yi Profesyonel Orduya Dönüştürüyor  
  Soçi görüşmesi; Türkiye-Rusya ilişkileri gerçekten normalleşti mi, sorunlar aşıldı mı? 
  Sincar ve Karaçok Operasyonunun Etkileri ve Sonuçları; Ne Oldu, Neler Olacak?  
  Obama aldattıysa Trump da aldatıyordur! 
  Tillerson'ın ziyareti; ABD ve Türkiye karşı cephelerdeki iki müttefik! 
  Kerkük Kürdistan'a bağlanırken; Kerkük düşerse Türkiye düşer! 
  Rakka’ya Kim Girecek? Türk Ordusu mu Suudi/Arap (İslam) Ordusu mu? 
  Erdoğan-Trump, Stratejik Ortaklık, El-Bab/Rakka, CIA Bşk.; ABD-Türkiye Nereye? 
  Suriye'de Federal Yapı Masada; Özerk Bölgeler Kuruluyor, Kürtler Kurucu Unsur Oluyor! 
  Suriye bölünürken; Güvenli Bölge, Anayasa Taslağı, Fırat Kalkanı 
  Reina’daki Terör Saldırısının Düşündürdükleri 
  Suriye ve Irak’ın geleceğine Peşmerge ve PKK/YPG’nin “SU” tehdidi 
  Terörle Mücadeledeki Başarısızlıklarımız ve Yapılması Gerekenler 
  ABD ve Rusya Suriye’de “oyunu değiştirirken” Türkiye ne yapmalı? 


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2018/03/06/8831/kusatilmis-turkiye-ve-afrin-harekati


  ***

1 Şubat 2017 Çarşamba

Üç Tarafından Kürdistan ile Kuşatılmış Türkiye!


Üç Tarafından Kürdistan ile Kuşatılmış Türkiye! 





Yazar: Ümit Özdağ 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 


PKK ve BDP’li temsilcilerin saldırganlıklarının arttığı bir dönemden geçiyoruz. AKP Hükümeti, PKK ve BDP’lilerin politikaları ve eylemleri için özürler ürettikçe PKK/BDP’nin saldırganlıkları azalmayacak artamaya devam edecektir. Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, “Katılımların yüksek olduğu kanaatinde değiliz. Bu katılımların amacının ölecek veya öldürecek nitelikte değil başka amaçlarla 
olduğunu biliyoruz. Gelecek kaygısı. Yani dağa çıkışlar eskiye oranla daha nitelikli bir hal aldı” diyerek PKK/BDP adına özür dilemektedir.[1] 

PKK’ya katılımların gelecek endişesi ile yapıldığı ifadesi, gelecekte PKK’nın Güneydoğu Anadolu’da insanlara iş ve aş verebileceğinin de dolaylı ifadesidir. 

Bir BDP milletvekili, Türkiye’nin üç tarafı “Kürdistan ile çevrili” diyerek, adeta, sadece Suriye, Irak ve İran’ın değil, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ı da yok saymaktadır. Bu saldırgan yaklaşım, aslında Türkiye’de yaşanan meselenin de bir insan hakları ve demokrasi meselesi değil, toprak ve egemenlik meselesi olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Esasen, PKK/BDP’liler, sadece 
Türkiye’nin güney ve doğu sınırları dışında bir Kürdistan’dan bahsetmemekte yetinmemekte, Iğdır-Sivas-Mersin arasında kalan coğrafyayı da Kürdistan olarak, büyük Kürdistan’ın parçası olarak görmektedirler. PKK’nın Türkiye’den koparmayı hedeflediği coğrafya budur. Bazı PKK’lı/Kürtçü stratejistler, Iğdır’a kadar uzanan PKK yayılmasının Rize üzerinden Karadeniz’e açılabileceğini böylece Büyük Kürdistan’ın hep Karadeniz hem Akdeniz’den denizlere açılmasının mümkün olduğunu düşünmektedir. 

PKK’lılar ve Kürtçü teorisyenler, Iğdır, Sivas, Mersin alanının Kürdistan laştırılmasının demografik bir savaş olarak görmektedirler. Öcalan 1989’da şöyle demektedir: “Kürt nüfusu ikiye katlanırken Türkler yerinde sayıyor. Ve önümüzdeki 2000’li yıllara doğru Kürt nüfusunun Türk nüfusunu aşması işten bile değil. Bu çok önemli. Nasıl bir dönem Türkler doğudan Rum asıllı Anadolu’ya doğru akıp halkı Rum olan devlet içinde yer aldılarsa da, hem de saldırı ruhuyla bu topraklarda kendilerine yer açtılarsa, biraz daha değişik de olsa benzer bir tarzda Kürtlerin akışı var. Gene doğudan batıya. Şimdiden İstanbulları 
biliyorsunuz. İzmirler, Adanalar milyonlarca Kürt’e sahip. Hem de en aktif en dinamik kesimler… Türkler ise biraz rehavette!”[2] 

Bu yaklaşım ile hareket eden PKK/BDP geleneği şimdi şöyle demektedir: Iğdır’da
ister Azeri ol ister zenci Kürdistan’da yaşadığını bileceksin. BDP’nin Iğdır’da belediye seçimlerini kazanmasından hemen sonra BDP’nin önde gelen temsilcilerinden birisi Pelvin Buldan, 29 Mart seçimlerinde Kürdistan' sınırlarını belirledik. Yani, Van'ı aldık, Siirt'i aldık, 86 yıllık geleneği bozarak Iğdır'ı aldık” amaçlarının ne olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur.[3] 

AKP Hükümeti, PKK açılımı sürecinde almış olduğu kararlar ile Başbakan Erdoğan adını vermediği bir “ Tek Millet ”ten bahsetse de ayrı bir “ Kürt Milletleşmesi ” sürecini güçlendirmektedir. AKP tarafından demokratikleşme adı altında atılan her adım “etnik kimliğin kurumsallaştırılması” sürecinin bir parçasıdır. 

Kısa vadede AKP’nin attığı etnik hakların kurumsallaştırılması televizyon, Kürtçe eğitim, Dersim söylemi, “devlet haksızlık yaptı özür dileyelim” politikaları sahte bir rahatlama sağlayacak, ancak etnik kimliğin kurumsallaştırılması ülkemizi bir arada tutan Türk milli kimliğini eritecek ve nihayet Türkiye’de iki milletli bir yapıya dönüşülecektir. 

Ayrı milletleşme sürecine giren ve demografik savaş duygusu ile hareket ettirilen bir yapının varacağı nokta son kertede kişi başına milli gelirin Avrupa’da birinci olduğu Belçika’da Valonlar ile Flamanların vardığı noktadan çok farklı olmayacaktır. 

Üstelik, Irak parçalanmış kuzeyine bir Kürdistan yerleştirilmiştir. Şimdi Suriye parçalanmakta ve Kuzeyine bir Kürdistan yerleştirilmektedir. Bunu İran’ın parçalanmasının izlemesi hedeflenmektedir. AKP Hükümetinin izlediği ayrı milletleşme sürecini ile Türkiye’nin milli birliği ve toprak bütünlüğünü muhafaza etmesi mümkün görünmemektedir. 

Bugün PKK’nın ulaşmış olduğu nokta PKK’nın gücünden değil, Türkiye’yi yöneten kadronun PKK ile mücadele etmemesinden kaynaklanmaktadır.Bundan dolayı mevcut kötü gidiş bir süre daha devam edecektir. Türkiye dibe vuracaktır. Bu arada PKK’nın şımarıklığı artarak devam edecektir. Ancak sonunda Türk Milletinin büyük bir bölümü (Hepsi değil. İstiklal Harbi’nde de hepsi katılmadı. Daha kötüsü düşman yanında yer alanlarda vardı. Bugün ihanet içinde olanlar kimin çocukları zannediyorsunuz.) ülkenin ve milletin bölünme noktasına geldiğini gördüğü an arkalarında en çok % 6 destek olan PKK’lılar ile nihai bir hesaplaşma içine gireceklerdir. Bu hesaplaşma sonucunda Türkiye’nin üç tarafı 

Kürdistan mı yoksa ne ortaya çıkacaktır. 

[1] http://siyaset.milliyet.com.tr/-herkes-tef-gibi-gergin-/siyaset/ydetay/1741273/default.htm 
[2] İki Bine Doğru, 22.10.1989 
[3] Habertürk, 28 Nisan 2009, “Kürdistan’ın sınırlarını çizdik” 

http://www.21yyte.org/ adresinden 31.07.2013 10:57 tarihinde indirilmiştir


***