301. Maddeyi kim, Niçin değiştiriyor?
İnan Kahramanoğlu,
05.05.2008/Sayı:185
Türklüğe hakaret artık suç değil 301’e karşı gerici ittifak
Türk Ceza Kanunu’nun 301. Maddesi’nin TBMM’de AKP tarafından değiştirilmesiyle birlikte uzun bir süredir devam eden “301 kaldırılsın” kampanyasında önemli bir adım atılmış oluyor.
Elbette 301 tartışması ne tek başına bir yasal değişiklikle sınırlıdır ne de 301 karşıtlarının iddia ettiği gibi bir demokratikleşme sorunudur.
301 üzerinde uzun bir süredir kopartılan fırtına ve tartışmanın tarafları dikkate alındığında da aslında meselenin boyutunun sadece bunlarla sınırlı olmadığı görülecektir.
301 tartışması Türk devletinin varlığına, Türk milli kimliğine ve Atatürk Cumhuriyetine yönelik kapsamlı bir saldırının parçasıdır; devamının geleceğinden kuşku duyulmamalıdır.
Gerçek şudur ki; Türkiye uzunca bir süredir adeta adı konmamış bir iç savaş ortamı içindedir. Türk Milleti’ne karşı ilan edilmemiş bir savaş yürüten Kürt-İslamcı cephe, Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmak için Türk kimliğini ve Türk vatanını hedef tahtasına koymuştur. 301. Madde bu savaşın ön cephelerinden birisidir.
301 karşıtı gerici ittifaka bakıldığında bu gerçek farkedilecektir.
AKP, 301. Madde değişikliğini AB’nin isteği ile yapmaktadır ve AB komiseri Olli Rehn, Meclis’i teftişe geldiğinde değişiklik paketini çıkartarak AB’den “aferin” almak istemişlerdir, ama olmamıştır. ABD de Türkiye’nin “demokratikleştirilmesi” çerçevesinde 301’in kaldırılmasını istemiştir. PKK başta olmak üzere tüm bölücü gruplar, liberal çevreler ve TÜSİAD’da 301. maddeye karşı olduklarını her fırsatta açıklamaktadırlar. Dolayısıyla 301 karşıtı gerici cephe AB-ABD-AKP-TÜSİAD-PKK olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu ise Atatürk’e ve Cumhuriyet’e karşı her fırsatta ortaya çıkan malum gerici ittifaktır. 301. Madde de bu gerici ittifakın marifetiyle değiştirilmiştir.
Peki ama 301 üzerinde neden bu kadar ısrarla durulmuştur ve bu değişikliğin olası sonuçları ne olacaktır?
141, 142 ve 163’ün kaldırılması Şeriatı getirdi, 301 değişikliği bölünme getirecek
301. Madde’nin değiştirilmesi Türkiye’de yeni bir dönemin de işaretidir aslında. “Bu yeni dönemde Türkiye’yi neler bekliyor?” sorusunu cevaplandırmak içinse süreci biraz daha geriye götürmek gerekmektedir.
301 karşıtları esas olarak 301’in demokratikleşmenin önünde önemli bir engel olduğunu söylemekte ve AB’ye üyelik süreci içinde 301. Madde’nin kaldırılmasının Türkiye’nin demokratikleşmesinde önemli bir adım olacağını iddia etmektedirler.
Tam da burada demokratikleşme tartışmalarında önemli bir başka dönüm noktası olan 141, 142 ve163. Maddeler ve Terörle Mücadele Yasası’nın 8. Maddesi üzerinde yapılan tartışmalara dönmek ve aradan geçen süreçte nelerin değiştiğine bakmak gerekmektedir.
Özal döneminde düşünce özgürlüğünün önündeki en büyük engel olarak gösterilen 141, 142 ve 163. maddelerin kaldırılması da tıpkı bugünkü 301 tartışmasında olduğu gibi büyük bir kampanyaya dönüştürülmüş ve sonunda pek çok ilerici aydının da desteğiyle söz konusu maddeler değiştirilmişti.
141, 142 ve 163. maddeler esas itibariyle Şeriat propagandasını engellemeye yönelik hükümler taşımaktaydılar ve demokratikleşme adı altında kaldırıldılar.
Şeriat propagandasının ve Şeriatçı örgütlenmenin önünü açan bu değişikliklerin ardından, tarikatların siyasal ve toplumsal alanda açıkça faaliyet yürütmelerinin önü açılmış, hemen ardından da Refah Partisi’nin iktidara taşınması ile toplum tamamıyla gerici bir kuşatmanın içine düşürülmüştür.
Bugün AKP iktidarına giden yol 141, 142 ve 163. madde ile açılan “demokratik” ortamın bir sonucudur.
Dolayısıyla bu ilk demokratikleşme adımının Türkiye’ye hediyesi AKP faşizmi olmuştur.
İkinci bir önemli yasa değişikliği ise daha yakın bir dönemde yürürlükten kaldırılan Terörle Mücadele Yasası’nın 8. Maddesi’dir.
Bu maddenin kaldırılmasıyla birlikte de bölücü örgütün örgütlenme ve propaganda faaliyetleri tümüyle serbest bırakılmıştır. Bugün artık sıradan bir durum haline gelen Apo posterli ve sözde Kürdistan bayraklı gösterilerin Doğu ve Güneydoğu’dan büyük şehirlere, sokak aralarından meydanlara kadar yayılması ve her türlü bölücü faaliyetin cezasız kalması bu değişikliğin yarattığı ortamın sonucudur.
Dolayısıyla bu demokratikleşme hamlesinin de Türkiye’ye hediyesi bölücülüğün güçlenmesi ve PKK’nın siyasal uzantılarının Meclis’e kadar girmeleri olmuştur.
301 değişikliği ile gelen yeni “demokratikleşme” adımı ise diğer demokratikleşme hamlelerinin bir devamı niteliğindedir ve bu değişikliğin Türkiye’ye hediyesi ise hiç kuşkunuz olmasın Türkiye’nin etnik paçalara ayrılması ve bölünmesi olacaktır. Tehlike bu kadar büyüktür.
“Türklük” neden hedef?
301. Madde’de yapılan değişikliklere bakıldığında esas hedefin “Türklük” olduğu görülmektedir. Gerçi 301 karşıtlarının esas amacı 301’in tamamen kaldırılmasıydı ancak AKP bir manevra yaparak yasanın tamamını değil, yasadaki “Türklük” ibaresini ortadan kaldırdı. Böylelikle AKP hem 301’i şeklen de olsa muhafaza ederek kendisine yönelecek toplumsal tepkiyi azaltmış oldu hem de “Türklük” ifadesini yasadan çıkararak yasanın özünü değiştirdi ve kendisinin de başını çektiği 301 karşıtı cephenin gerçek amacını gerçekleştirmiş oldu.
301. Madde’de yapılan değişiklik tartışmalarında da tartışmanın dönüp dolaştığı yer “Türklük” tanımı oldu. Yapılan değişiklikle birlikte “Türklük” yerine “Türk Milleti” tanımı getiriliyor. Değişiklikten önceki tanımlama şöyleydi: “Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Değişiklikten sonraki tanımlama ise şöyle: “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ve devletin yargı organlarını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Böylelikle “Türklük” yerine “Türk Milleti”, “Cumhuriyet” yerine ise “Türkiye Cumhuriyeti devleti” konmuş oluyor.
Basitçe bakıldığında çok da büyük bir farklılık yokmuş gibi gözükse de aslında ortada çok sinsi bir oyun olduğu görülüyor.
Mustafa Kemal, Cumhuriyet’i kurarken milli kimliği ve milli devlet yapısını Türklük üzerine kurmuştu. Dolayısıyla Türklük, hem Anayasa’nın hem de Cumhuriyet’in özünü temsil etmektedir. Türklüğün kaldırılması ile birlikte bu öz ortadan kaldırılmış olmaktadır.
Türklük ile Türk Milleti’nin birbirinden ayrı tanımlaması ise, Türklüğe dayanan Türk ulusal kimliğinin ortadan kaldırılmasıdır. Bu değişiklikten sonra “Türk” bir milletin adı değil bir etnik kimlik olmaktadır. “Türk Milleti” ise pek çok etnik unsurun oluşturduğu bir üst kimlik olmaktadır. Zaten Tayyip’in daha önce yaptığı “Türkiye’de 37 farklı etnik kimlik var” açıklaması ve “Ne Mutlu Türk’üm diyene” sözüne karşı çıkışı da asıl niyetin ne olduğunu açıkça göstermektedir.
Atatürk’ün Türk Milleti tanımlaması ırkçı bir tanımlamaya dayanmamaktadır ama Atatürk, Medeni Bilgiler kitabında da belirtildiği üzere Türk Milleti’ni “ırk, dil, kültür ve ortak kıvanç ve tasa” üzerinden tanımlamaktadır.
Dil birliği, zaten daha önceki “demokratikleşme” hamlelerinin bir sonucu olarak, Kürtçe eğitim yolunun açılmasıyla sekteye uğratılmıştır.
Türklük tanımının ortadan kaldırılması ise son aşamadır. Böylelikle Atatürk tarafından konulan millet olma şartlarının tümü yok edilmektedir.
“Cumhuriyet” yerine “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” ibaresinin konması da aynı derecede önemlidir. “Cumhuriyet”, Atatürk İlke ve Devrimlerinin tümünü kapsayan bir tanımlama iken, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” sadece bir kurumsal varlık olarak devlete vurgu yapmaktadır. Buradaki “Cumhuriyet” tanımlamasının “İran İslam Cumhuriyeti” tanımlamasındaki cumhuriyetten hiçbir farkı da kalmamaktadır aslında.
Böylelikle rejimin temel niteliği olan Cumhuriyet ve Cumhuriyet’te ifadesini bulan tüm kazanımlar da el çabukluğuyla bir kenara atılmaktadır.
Türklük yerine Türkiyelilik
Türklüğün yok edilmesinin bir sonraki aşaması ise rahatlıkla tahmin edileceği üzere Türkiyelilik olmaktadır. “Türk milleti” tanımı şimdilik bir ara aşama olarak kabul edilmektedir ama bunların “Türk milleti” tanımını da kabul etmedikleri zaten bilinmektedir.
Gerek Apo, gerekse Tayyip ve onların destekçisi liberal, Şeriatçı ve Kürtçüler zaten yıllardır “Türk” yerine “Türkiyeliliği önermektedirler. Türklüğün ortadan kaldırılıp Türk’ün bir alt kimliğe dönüştürüldüğü bir toplumda birleştirici kimlik olarak da Türkiyelilik üst kimliği ortaya konacaktır.
Böylelikle 301 tartışmasının nihai hedefi olarak Türk ulusal kimliğinin alt-üst kimliklere parçalanması ve ortak kimlik olarak da “Türkiyelilik”te buluşulması önerilecektir.
Ancak bütün bu kelime oyunlarının arkasında yatan çok daha büyük bir plan vardır. Atatürk, Türk kimliğini tarif ettikten hemen sonra “Türkiye Türklerindir” diyerek Türk vatanının öz sahiplerinin de Türkler olduğunu vurgulamaktadır. Oysa Türklüğün ve Türk’ün ortadan kaldırıldığı çok etnili bir toplumda Misak-ı Milli sınırları da tartışmaya açılacaktır. Zira üzerinde yaşanılan toprak parçası da bütün etnik kimliklerin ortak malı olacak ve isteyen etnik kimlik, kendisine düşen toprak parçası üzerinde kendi egemenliğini kurma hakkını da doğal olarak elde edecektir.
Demek ki Türklüğün ortadan kaldırıldığı bir yasal düzenleme, Türklerin Türk vatanı üzerindeki egemenliğini de hukuken ortadan kaldıracaktır. Plan budur.
Sıra yeni Anayasa’da
301. Madde tartışmalarının istenildiği biçimde sonuçlandırılmasından sonra rota yeniden Anayasa tartışmalarına çevrilmektedir. AKP hem kapatma davasından kurtulmak ama daha da önemlisi uzun vadeli planlarını hayata geçirmek için elindeki Meclis çoğunluğunu kullanarak Anayasa’yı tümden değiştirecek ve Türkiye’yi ciddi bir rejim değişikliğinin eşiğine getirecektir. Şimdi tam da buradayız.
Anayasa tartışmasının dönüp dolaşıp “ideolojisiz Anayasa yapmak” gibi komik ve hukuk dışı bir eksene oturtulması da bu çerçevede anlamlıdır. “İdeolojisiz Anayasa”dan kastedilense Türk milliyetçiliği ve Atatürkçülüğün olmadığı bir Anayasadır.
Anayasa’nın başlangıç maddelerinin özünü ve ruhunu teşkil eden bu tanımlamaların ortadan kaldırılması ile birlikte Anayasa aslında fiilen ortadan kaldırılmış olacaktır.
AKP Anayasası, TÜRKSOLU’nda daha önce de vurguladığımız gibi bir Şeriat Anayasası olacaktır. Ama bununla birlikte AKP’nin kurmak istediği Osmanlı tipi bir Hilafet rejimi içinde çok etnili, çok dilli ve çok dinli bir toplumsal yapı planlanmaktadır ve yapılacak anayasa da bu kozmopolit yapıyı düzenleyecek bir konfederal devlet öngörmektedir. Demek ki Cumhuriyet yerine federal ya da konfederal bir hilafet devleti düzenine geçiş için önce “tek devlet, tek millet, tek bayrak” anlayışı ortadan kaldırılmalıdır. Bunun için Türk Milliyetçiliğine karşı büyük bir kampanya açılmış, Türk kimliği ve Türklük de bu nedenle kaldırılmak istenmektedir.
Bütün bu planlar gerçekleştiğinde de Türk Milliyetçiliği ve Türklük temelinde kurulan Türk devleti tümüyle ortadan kaldırılmış olacaktır. Bu noktaya da varmak üzereyiz.
Kürt-İslam faşizmi kendisini demokratikleşme olarak pazarlıyor
İlginçtir, Türkiye demokratikleşme tartışmalarının yaşandığı her dönemin ardından koyu bir faşizme gebe kalmıştır. Dolayısıyla demokratikleşme tartışmasının aslında faşist bir rejimin kuruluşunu maskelemek gibi bir işlevi olduğunu görmek gerekmektedir. Faşizm bu topraklarda kendisini demokratikleşme olarak pazarlamaktadır. Ama “Biz bu filmi daha önce de görmüştük”!
II. Abdülhamit’in 33 yıl süren istibdat dönemi Meşrutiyet’le gelecek hürriyet beklentilerinin hemen ertesinde gelmiştir. Çok partili sistemin demokratikleşme tartışmalarının Türkiye’ye hediyesi ise DP diktatörlüğü olmuştur. AKP faşizmi de AB süreci içinde Türkiye’nin “demokratikleştirilmesi” projesinin bir ürünüdür.
Demokratikleşme tartışmalarının temel dayanaklarından en önemlisi ise düşünce özgürlüğüdür. Ancak bizim Kürt-İslamcı ve liberal faşistlerin düşünce özgürlüğü, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi hakları sadece kendileri için istedikleri de artık bilinen bir gerçektir.
Bunlar için ulusalcılık ve milliyetçilik bir fikir olarak bile tahammül edilemeyecek kavramlardır, ama her türden Şeriat propagandası ve bölücü talep demokratik haktır. Bunlar için şehitler insan değildir, ama teröristlerin insan hakları çerçevesinde korunması gerekmektedir. Ulusalcıları çete olarak göstermek ve savcıları göreve çağırmak, ama AKP hakkında hukuk kuralları çerçevesinde bir kapatma davası açıldığında aynı savcılara hakaret etmek bunların değişmeyen yöntemidir.
Bütün bu çifte standart kokan tavırları alt alta koyduğunuzda bunların esas dertlerinin demokrasi, insan hakları ya da hukuk devleti olmadığı, aksine sadece kendi isteklerinin gerçekleşeceği bir faşist rejim hayal ettikleri rahatlıkla görülecektir.
Zaten maksatlarının bu olduğu her olayda ortaya çıkmaktadır.
Örneğin değiştirilen 301. Madde’nin 4. fıkrasında Türklüğe hakaret gerektiren suç tanımlanırken “Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç sayılmaz” ibaresi bulunmaktadır ve eleştirinin değil hakaretin suç olduğu açıkça yazılıdır.
Üstelik aynı suç tanımlaması AB ülkelerinde de aynı şekilde ceza yasalarında yeralmaktadır.
Bunlar, 301 tartışması ilk gündeme geldiğinde Avrupa ülkelerinde bu tür antidemokratik maddelerin bulunmadığını söyleyip 301’i AB çerçevesinde kaldırmak istemişlerdir. Ama yalancının mumu yatsıya kadar yanmış ve AB üyesi ülkelerde 301. Madde benzeri maddelerin bulunduğu ve üstelik pek çoğunun Türk Ceza Kanunu’ndan daha ağır cezalar içerdiği de ortaya çıkmıştır. Bunlardan birkaçını örnek vermek gerekirse; Alman Ceza Kanunu’nun 9, İtalyan Ceza Kanunu’nun 292, İspanya Ceza Kanunu’nun 543, Danimarka Ceza Kanunu’nun 30. Maddeleri bu ülkelerin ulusal kimliklerine ve devletin temel niteliklerine yönelik hakareti, ulusal güvenlik tehdidi saymakta ve cezalandırmaktadır.
Üstelik bu ülkelerin pek çoğunda da yüzlerce kişi bu ceza maddelerini ihlal ettikleri gerekçesiyle ceza almaktadırlar. Türkiye’de ise 301. Madde, değiştirilmeden önce bile neredeyse doğru dürüst işletilmemiştir.
Kaldı ki bugün pek çok Avrupa ülkesinde bırakın devlete ve millete küfretmeyi “Ermeni soykırımı yoktur” demek bile suç sayılmaktadır. Yani o çağdaşlık timsali Batılı ülkeler bilimsel bir tez olarak bile Ermeni yalanlarının açığa vurulmasını engellemekte ve dahası bunu suç saymaktadırlar. Hatırlayın; Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr Yusuf Halaçoğlu bir akademisyen olarak soykırım yoktur tezini dillendirdiği için hakkında tutuklama kararı çıkartılmıştı.
Ama bizim Şeriatçı, Kürtçü ve entel-liboş takımı eleştirmeyi de geçtik, ille de Türklüğe küfretmek istemektedir.
İyi de, bırakın bir millete ve devlete küfretmeyi bir kişiye bile küfretmek ceza yasalarında suç teşkil ederken rejimin niteliğine ve anayasanın tanımladığı Türk kimliğine küfretmek neden suç olmaktan çıkarılmaktır?
Etnik boğazlaşmaya davetiye çıkarıyor
301 tartışmasının bu denli yoğun biçimde gündeme gelmesinde özellikle Hrant Dink ve Orhan Pamuk gibi isimlerin Türk milletine yaptıkları hakaretler sonunda mahkemelik olmalarının da büyük etkisi vardır. Şimdi Türklük tanımı ortadan kaldırılıp Türkler, Türkiye’de yaşayan etnik kimliklerden biri haline getirildiği için Hrant gibi “Türk’ten boşalacak zehirli kan”dan bahseden birisi ya da Orhan Pamuk gibi “Türkler 1 milyon Ermeniyi ve 30 bin Kürdü kesti” diyen birisi artık ceza almayacaktır. Çünkü Türk Milleti’ne değil etnik bir kimlik olan Türk’e küfretmiş sayılacaktır ve bunun da yasal bir yaptırımı bulunmamaktadır.
Ancak hem Dink’in hem de Pamuk ve onların izinden gidenlerin tüm açıklamaları ilginçtir sadece Türkiye’deki etnik kimlikleri birbirine düşürmek amacı taşımaktadır. Örneğin bunlardan bir tanesi bile kalkıp ABD emperyalizmini ya da AB faşizmini eleştirmemekte yine neredeyse hiçbiri AKP iktidarının ya da sermaye çevrelerinin ihanetlerini yazmamaktadır. Varsa yoksa Atatürkçülük, milliyetçilik, “Ezilen Kürtler”, “Katledilen Ermeniler”.
Yani esas mesele Türkleri aşağılamaktan da öte Türkiye’nin toplumsal dokusunu ve sosyal uyumunu da ortadan kaldırmaktır. İstedikleri budur.
Ancak bu tür ayak oyunlarının toplumda onların iddia ettiği gibi milliyetçi tepkiyi frenlemek yerine etnik kimlikler arası boğazlaşmanın önünü açacağını da hemen belirtmek zorundayız. 301 düşmanları Türklüğü kelime oyunları ile bir kenara atabilirler, ama bu ülkenin gerçek sahibi olan Türk milletini ne yapacaklardır?
Aslında bunların gerçek amacı Türkleri Anadolu coğrafyasından tümüyle atmaktır. Zaten “Bu toprakların asıl sahiplerinin Kürtler/Ermeniler olduğu, Türklerin Orta Asya’dan geldikleri ve yine oraya gönderilmeleri” yollu Kürtçü/Ermenici teoriler bugün açıkça telaffuz edilmektedir. Ancak bu gidişatın dönüp dolaşıp yine onları vuracağını hatırlatmak isteriz.
Dahası, Türklere hakaret etmenin, küfretmenin serbest bırakıldığı bir toplumda bu hakaretlere karşı gelişecek toplumsal tepkinin varabileceği uç noktaların tek sorumlusu da 301’i uygulamadan kaldıran ve toplumsal çatışmanın önünü açanlar olacaktır. Bizden söylemesi.
AKP referanduma neden cesaret edemedi?
Halkın din duygularını sömüren, erzak ve kömür paketleriyle oy satın alan AKP, seçimlerde almış olduğu bu oyları her fırsatta öne sürüp, yapmak istediği değişikliklere her karşı çıkışı da referandum tehdidiyle bertaraf etmektedir.
AKP madem milli iradeye o kadar güvenmektedir, o halde 301. Maddeyi de referanduma götürseydi. Üstelik sadece 301’i değiştirmeyi değil tümden kaldırmayı da oylamaya sunsaydı. Nasılsa çoğunluk arkasında!
Ama AKP Türk milletini bugüne kadar yaptığı gibi kandırmanın artık mümkün olmadığını görmüş olmalı ki, değişiklik öncesi bırakın referandum sözcüğünü telaffuz etmeyi, değişiklik teklifini hükümet ya da parti teklifi olarak değil bir grup milletvekilinin önergesi olarak Meclis’e sundu. Bu da AKP’nin milli iradenin sözcüsü değil tam tersine milli iradenin düşmanı olduğunu göstermektedir.
AKP “milli irade” diyerek Türk Milletini ortadan kaldırmanın hesapları içindedir ama millet oynanan oyunun er-geç farkına varacak ve o zaman milli iradeyi ortadan kaldıranlar mutlaka bunun hesabını vereceklerdir.
Ancak milli irade AKP’den hesap sormadan önce Türk adaleti AKP’den bunun hesabını sormalıdır. 301. maddenin değiştirilmesi Anayasa’nın başlangıç ilkelerinin ve ruhunun ortadan kaldırılmasıdır Bu nedenle 301. maddenin değiştirilmesi fiili AKP’ye yönelik kapatma davasına, kapatma gerekçelerinden birisi olarak eklenmelidir.
Esasen 301. Madde’de yapılan değişiklik bile tek başına AKP’nin kapatılması için yeterlidir. Faşist Parti kapatılmadan Türklere özgürlük yoktur!
***