Kazalar Zinciri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kazalar Zinciri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Mart 2015 Cuma

Kazalar Zinciri






Kazalar Zinciri


Yekta Güngör Özden


Yaz sıcakları, yağmur baskınlarıyla ağırlaşan günler siyasal olumsuzluklarn burukluğunu unutturamıyor. Pamukova tren kazası nedeniyle olağanüstü toplantıya çağrılan TBMM’nde sayısal çoğunluğun şimdilik kurtardığı Ulaştırma Bakanı, sonraki kazalarda da ayrılmayı düşünmedi. Demokratik geleneklerin yerleşmediği ülkemizde örnek bir davranış hızlı bir aşama sayılabilirdi. Bir yere gelmekten çok, ordan ayrılması önemli ve anlamlıdır. Yetkili ve sorumlu olarak başta bulunan kimsenin kişisel sorumluluğu bulunmasa da olaylar üzerine görevinden ayrılması, örgütünün sorumluluğunu paylaşmak, kendinden sonraki tüm görevlileri daha özenli olmaya çağırmak, toplumun tepkisini uygarca azaltmaya çalışmaktır. Anlamlı bir davranıştır. Bu olgunluğa erişebildiğimiz zaman yetki ve görev sorumluluğuyla denetim sorumluluğu amacına uygun bir anlam kazanacaktır.

Onlar yalnız bu kadar mı? Muhalefeti olmayan demokrasi olamaz. Her rejimde iktidar vardır ama demokrasiler çoğulculuk ve katılımcılıkla tanımlandığından çok seslilik gerçekten önemlidir. Sözde ve biçimsel, bizde şimdilerde olduğu gibi “muvafakat” anlamında muhalefet olursa demokratik bir değeri yoktur. 1950 sonrasının muhalefeti anımsandığında şimdi ne kadar gerilerde olduğumuza karşı çıkılamaz. Muhalefet Partilerinin iktidarı uyarmak, sakıncalardan alıkoymak, aykırılık ve çelişkileri önlemek görevlerinin önemi büyüktür. Kendi içinde disiplini, düzeni, diriliği ve birliği sağlayamamış partilerin ülke demokrasisine bir katkısı olamayacağı gibi halkın beklentilerine de doyurucu yanıt vermesi düşünülemez. Ne çok seslilik, demokratlık adına disiplinsizlik savunulabilir ne de disiplin adına başıbozukluk. İlkeler gereken duyarlılıkla gözetilmemekte, yöneticiler ve milletvekilleri kendi doğrularının egemen olmasına öncelik vermektedir. Partinin karakteri ve doğrultusuyla çelişen, ayrılıkları belirgin kimileri de partide tutulmaktadır. Yıllardır dillerde tüy bitiren anlatımlarla gündemde kalan Siyasal Partiler Yasası değişikliği gerçekleşmedikçe parti içi demokrasiden sözedilemez. Türkiyemizdeki demokrasi, partiler demokrasisi değil, liderler demokrasisidir, bunun için de sözde ve biçimsel demokrasidir.

Yargıya saldırı

Susurluk olayı gibi niceleri vardır. Görüp duyduklarımızın dışında siyaset, ekonomi, bilim, yargı, çalışma, spor vd. alanlarda neler olmaktadır. Hepsini bilmek ve izlemek olanağından yoksunuz. Van olayı da bunlardan biridir. Ülkemizde aydınlara yönelik yaralama, öldürme olaylarının suçluları tam saptanamadığı gibi asıl suç kaynakları belirlenmiş değildir. Yetkililerin bilgileri içinde olduğundan asla kuşku duymadığım olaylar yinelenebilir. Çünkü, yakalanmamak yakalanınca bırakılmak, kaçmak, kurtulmak, sonunda af yasasıyla bağışlanmak olanağı suçluları yüreklendirmektedir. Çekinme duyguları yoktur. Güvendikleri kişiler ve makamlar olmasa kolay kolay bu suçları işleyemezler. Bozulmayan yerimiz kalmadı gibi. Yargımız da görevini yapmasa yaşamın hiçbir güvencesi bulunmayacak. Elbet yargıda da yanlışlıklar, yanılgılar, kötülükler olabilir. Ama en azı yargıda olmaktadır. Yargıçların yetişmelerine, seçilmelerine önem verilmez, dinsel eğilimlerle, dost ahbap ilişkileri gözetilir, hemşehrilik, bölgecilik, dönem birlikteliği, asker arkadaşlığı öne çıkarılırsa her şey olabilir. Anayasa Mahkemesi’ne yüksek yargı organlarının nasıl üye gönderdiklerini, 1982 Anayasası’ndan sonra nasıl üye adayı belirleyip Cumhurbaşkanlığı’na sunduklarını birazcık bildiğim için ilgililerin hepsinde kusur olduğunu söylüyorum. Yargıtay Başkanı’na yönelik son tartışmaları yargının güvenirliğini, saygınlığını ve onurunu koruyup güçlendirmek yönünde beğenilir bir yurttaşlık duyarlığı olarak karşılıyorum. Özenli davranma zorunluluğunu karakteri bilen bir organın, yöneticilerinin, temsilcilerinin ve tüm çalışanlarının özveriyle örnek olmaları beklenir. Medya, kendi içindeki tutarsızlıklara, siyasal iktidarın ve başındakilerin yaptıklarına ilgisiz kalırken önyargılı ve koşullanmış biçimde Yargıtay Başkanı’nı eleştirmekte, kendi gözündeki merteği unutup başkasının gözündeki çöple uğraşma doğallığını özel bir amacın gerçekleştirilmesine özgülemiş görünmektedir. Kadrolaşma nasıl oluyor, Başbakanın çocuklarını kim, nasıl okutuyor? İktidar yakınlarına ayrıcalık nasıl yapılıyor? Değinilmesi sayfalar tutacak aykırılıklar, kötülükler, yolsuzluklar nasıl oluyor, umurlarında değil. Şimdiye kadar böyle olaya hiç rastlanmamış, daha kapsamlısı, ağırı acaba hiç olmamış mıdır? Konunun insanî yönü, yönteme ilişkin genelde bilgilendirme yanıtları vd. düşünülmekte midir? Yargı aşamasındaki konu için başka biçimde konuşup yazmak doğru değildir. Yargının yara alması üzücü olur. Sorunun herkesi yargının güvenirliğinde ve onurunda birleştirecek biçimde çözümlenmesi dileğindeyiz.

Bir Örnek

Yeri gelmişken belirtmek istiyorum. Yargı konusunda gereken özeni gösterecek düzeyde bilinçlenmiş değiliz. Geçenlerde bir yazar “Ben kürdüm. Bu ülkede kürtler var” dediği için bir bakanın cezaevine gönderildiğini yazıyordu. Sanık Bakanı dinleyen yazar, ilgili organın bir üyesini bile dinlemeden yazıyor. Ben, beş kez Yüce Divan Üyeliği, bir kez de Yüce Divan Başkanlığı yaptım. Hiç kimseyi haksız yere cezalandırmadık. Aklananlar da oldu. Adı verilmeyen Bakan ondan fazla suçtan yargılanıyordu. Dokuzundan aklandı, bir ikisinden cezalandırıldı. Ama asla yukarıda söylediği, yazıldığı nedenle değil. Aynı Bakan taşıt plâkalarını karıştırıp bir kez de “Başbakanın Mahkemeye gelip benim cezalandırılmamı istemesi üzerine cezalandırıldım” demişti. Oysa adı verilen Başbakan Mahkemeye gelmemişti. Kimse de bizden aklama ya da cezalandırma isteminde bulunmamıştı. Elbet Başsavcılık görüşü bunun dışındadır. Yargı hepimizin güven kapısıdır. Yaralanıp yıpranması hepimizin zararınadır. Yanlış yapsa doğru bilinecek bir değer olarak kalmalı, yansızlığı, doyurucu kararları, etkisiyle gücünü duyurmalıdır.

Olanlara Bakalım

Turgut Özal’ın Başbakanlığı sırasında çıkarılan yasayı iptal ederek yabancılara toprak satımını önleyen Anayasa Mahkemesi’nin özeni unutuldu. Anayasa Mahkemesi kararı, Anayasa kuralı gibidir. İlgili Anayasa kuralı değiştirilmeden Anayasa Mahkemesi’nin kararına aykırı yasa çıkarılması asla hukukla bağdaşmaz, asla demokrasiyle uyuşmaz. AB’ne girmek için yapılan Anayasa değişiklikleriyle uyum yasaları sonucu yabancılara toprak satımı hızla genişlemektedir. Yaratacağı sakıncaları sağlanan para nedeniyle düşünen yok gibi. Boyutlarını gözeterek önlem alınmazsa, önlenemezse yarın karşı çıkılamayacak durumların acısı çekilir.

Çanakkale Savaşları’nın geçtiği yerlerde sözde rehberlik yapan kimilerinin gerçekdışı anlatımlarla karaçarşaflı, sıkmabaşlı, gerici sözde turistlere benimsetmeye çalıştıkları hurafeler için yapıldığını duyduğumuz ciddî bir çalışma yoktur.

Özel bir törende “Turgut Özal gelince ayağa kalkmadı” diye Belediye Başkanı’nın görevden alındığı Türkiyemizde Diyarbakır Belediye Başkanı’nın ölen teröristin ailesine ziyaretle, teröristin cesedinin taşınması için hasta arabası vermesi çirkinlikten öte bir davranış olduğu gibi bu Belediye Başkanı’na destek ziyaretleri de nelerin amaçlandığının birer belirtisidir. Hele ABD konsolosunun Büyükelçilik açıklamasıyla savunulan ziyareti en azından zaman yönünden yanlıştır.

IMF ile balayı sürmektedir. Artarak büyüyen carî açık, yüksek reel faiz, yaygınlaşan işsizlik, tarım başta olmak üzere yıkıma yakın ekonomi, iç ve dış borçların yükü ortada iken üretimsizlik, yolsuzluk, gereksiz özelleştirme, sermayenin bitip tükenmek bilmeyen istekleri, çalışanların asgari ücretle doruğa çıkan haklı isteklerinin karşılanmaması IMF’nin buyruklarının sonucudur. Küresel emperyalizmin sürekli beslediği tekelci sermayenin okşanması IMF ile üç yıl daha birlikteliği benimsetmiştir. İktidarın bu tutumu yeni stan-by kararlarıyla açıklanmış ama şakşakçıları dışında kimseyi inandıramamıştır. Özel sermayeyi daha güçlü ve daha etkin duruma getiren bu gidiş değildir. Sağlanacağı umulan, beklenen yeni kaynaklar borca gidecek, sıkıntılar azalmayacak, artacaktır. Yanılmış olmayı isteriz.

“Yitikler” konusunda nasıl oyunlar düzenlendiği Özgür Gündem gazetesinin yaşadığını açıkladığı Aysel Malkaç olayıyla daha iyi ortaya çıktı. Devleti karalamak, kendi gidişlerine yeni destekler sağlamak için nelere başvurulduğu ibretle izlenmektedir.

PKK/Kongra-Gel örgütünün Van Valisi’ne suikastı üstlenmesi önceki yazdıklarımızı doğruladı. AB ve ABD desteğinde olduğu kuşkusuz örgütün giderek azgınlaştığı son Hakkari Valisi’ne yönelik sonuçsuz kalan suikast olayıyla da görülmektedir. Irak’ın kuzeyinde yuvalanan bu yıkıcıların İran tarafındaki varlığı da ilği çekicidir. Irak’ın geçici Cumhurbaşkanı’nın Ankara ziyaretindeki sözleri de kanımızca geçiştirici ve oyalayıcıdır. Türkiye’den istenecek yeni ödünler için sınırdışı güç olarak bu örgüt elde tutulmaktadır. Yedi ayda 33 Türk’ün öldüğü Irak’ta yaşanan vahşet tüyler ürpertici, kan dondurucudur. Felluce’ye ABD saldırısı yanlı Türk medyasında gözlerden kaçırılmaktadır. Şii lider El Sadr’ın Necef’teki varlığı ABD’ni huzursuz etmekte, ondan kurtulmak için toplu kıyımı göze almış görünmektedir.Başta Birleşmiş Milletler çoğunluk uymaktadır.

Bu arada Yunanistan’da yayımlanan Diplomasi dergisi askerlerin yıl sonuna kadar iktidara güvence verdiğini, serbest bıraktıklarını yazmakta, görüşme tarihi verilerek avutulup bekletilecek Türkiye’nin tepkileri tartışılmaktadır. Vatikan da Türkiye’nin AB’ne girmesine karşı çıkmaktadır. Dinsel Öğretiler Kurulu Başkanı Kardinal Retzinger Araplara katılmamızı önermektedir. Fransa Demokratik Birliği François Bayrou da Tayyip Erdoğan’ın “İnsan Lâik olmaz, Devlet olur” sözüne karşı çıkarken Türkiye’nin AB üyeliğine de karşı çıkmış ve “Bizde bir papaz bile lâik bir vatandaştır” demiştir. Avrupalı olmadığımızı söyleyen Bayrou, Recep Tayyip’in takiyyesine değinmiştir. Yazar Samuel Hungtington da Türkiye’nin Avrupa’da olmadığını, AB’ne girmesinin sakıncalı olduğunu ileri sürmüştür. Başka birşey beklenemezdi.

Başka Neler

Araştırmadan, sormadan, incelemeden, belgelendirmeden konuşup yazmak moda oldu. Öğrenciliğinden beri tanıdığım emekli bir yargıç da kurgularla yazmakta, başkalarının başından geçen olayları kendi başından geçmiş gibi yansıtmaktadır. Bunu yıllar önce bir avukat da yapmış, Ankara Barosu dergisinde yayımlanan bir yazıyla gerçek açıklanmış, olayı yaşayan avukat durumu ortaya koymuştu. Kendini sütten çıkmış ak kaşık gibi gösterip başkalarını küçümsemeyi, eleştirmeyi alışkanlık durumuna getiren bu emekli meslektaşın uydurduğu öykülere yaptığının, yalnız sanığı dinleyerek yazan gazetecininkinden ne farkı kalıyor? Avukatları suçlamakla, başkalarını olur olmaz nedenlerle eleştirmekle bir yere varılamaz, bir şey sağlanmaz. Büyümek, olgunlaşmak yaş işi değil. Baş işi. Hukukçunun özgün ve temel niteliği yansızlık, güvenirlik, ahlâklılıktır.

Tanımadığım, konuşmadığım kimseler övgüye değer bir çaba gösterirlerse onları da kutlarım. Ama genelede tanıdıklarımı kazandıkları aşama, çalışmaları, yapıtları ve özel günleri nedeniyle kutlarım. Giderek nezaket kuralları da gözardı edilmektedir. Kutlamayı, kutlamaya yanıt verip teşekkür etmeyi, gönderilen mektubu ya da kitabı bildirmeyi gereksiz bulanlar artıyor. Öyle yerde olanlar, bir şey sanılan öyleleri var ki. Kitap yazarları bile. Düzey düşüyor.

Tıpkı oy, mevki-makam, koltuk için ilkeden ödün veren, çıkardan başka birşey gözetmeyen, dostluğu gereksiz bulan, kişiliğinden vazgeçip gösterişi yeğleyen, tutarsız, ikiyüzlü, söz üretmekten başka bir işi yapmayanların artışı gibi.

Böyle bir ortamda karşıdevrim olayları, yabancıların aşırı istekleri gereken önemle ele alınmıyor, tartışılmıyor, yanıtlanmıyor. Fener Rum Patriği Bartholomeos’un davranışı, düzeltmeye çalışırken büsbütün açık verdiği istekleri, ekümenlik savı, dışarda bu gelişmelerin nasıl değerlendirilip neler düşünüldüğü inandırıcı biçimde halka yansıtılmıyor.

Kimi Çelişkiler

Uyum Yasaları, eyleme çağıran bölücülükleri de aklamaya taşıyor. Yakın-uzak tehlike ayrımı gözetilmiyor. Tehlikenin içindeyken bile aşağılık duygusu yaşanırcasına demokratikleşme özeniyle ilkeler budanıyor. Özgürlükleri kötüye kullanmak onları yaşatmama suçudur. Hiç bir amaç ve çaba birden sonuç vermez. Gelişmelerle sonuca ulaşılır. Sonucu görmekten kaçınmak onu yaşamayı engellemez. Gerçek demokratmar özgürlükleri korurlar. Faşistler sınırlar ve yaşatmaz, değersiz ve anlamsız kılarlar.

Baskıyla, gözdağıyla, atama işlemleri ve kimi oyunlarla emekliye ayrılmak zorunda bırakılanlarla birlikte bu iktidar 122 bin memuru emekli etti. Ama 167 bin memuru işe aldı. Şimdilerde yandaşı sendikalara üye olma baskısı kamu işçilerinin karşılaştığı yeni faşizm örneğidir.

Siyaset kuşkusuz istekle yapılır. Ama ölçüyü kaçırmadan. Bir aşırı heves, beklenmedik engeller çıkarabilir. Lâiklik inançlar yönünden zaten “saygın bir yansızlık” iken Ecevit’in yıllar önce yapıp Fethullah Gülen ilişkilerini savunurken söylediği gibi “İnançlara saygılı lâiklikten yanayım” diyerek lâikliği yozlaştırmanın, sulandırmanın, oy almak ve dincilere şirin görünmek için ilkeden ödün vermenin hiçbir anlamı yoktur. Köktendinci bağımlılar kendilerinden olmayana günahlarını bile vermezler. Kişiliğini ve niteliğini korumak, ilkelerini savunmak adam olmanın gereğidir. Devlet adamı olmak için de önce adam olmak gerekir. Siyaset gerçektir, düş değil.

Bunama sürecinde olduğunu kanıtlarcasına kimileri de İsmet İnönü karşıtlığını gerçekleri saptırarak yansıtıyor. Kötülemelerinin temelinde siyasal bağımlılıkları yatıyor. İkinci Dünya Savaşı, Türkiye’nin ve özellikle çevresiyle dünyanın koşulları unutuluyor. 1950 sonrası unutturuluyor. Sonraki yöneticilere, 1980 sonrasındakilere değinen çıkmıyor. Birkaç değerbilir yazarın değinmesi dışında haksızlığa karşı çıkan yok. Asıl amaç Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü kötülemek. Buna yürekleri yetmiyenler İsmet İnönü üzerinden saldırıya geçiyor.

Kuzey Kıbrıs’ta Annan Plânı’na “Evet” çoğunluktaydı da ne oldu? Neye yaradı? Ne değişti? Karşı çıkan Rum Kesimi Antlaşmalara karşı AB üyesi oluyor, kuzey dışarıda kalıyor. Denktaş haklı çıkmadı mı? Yeni oyunların hazırlandığını önceki yazımızda belirtmiştik. Yineliyoruz.

Ulusal güvenlikle ilgili MGK’nun Genel Sekreterliği’ne bir büyükelçinin ataması yapıldı. AB’ne yaranmak için ulusal güvenliği Orgeneralden alarak bir siyasal parti liderine bağlamanının sakıncaları yaşanmaz umudunu korumak durumundayız.

Yağmur için İstanbul’da alınan önlemler bu kez için. Yağmur sonra yağmayacak mı? Bir daha hiç mi yağmayacak? İstanbul’da, İzmir’de, başka kentlerde gerçekçi önlemler kesin biçimde alınmalıdır. Dere yataklarındaki yapılar, kaçak yapılar, gecekondular siyasal cilvelerle korunmamalıdır. Önlem almayarak devlet yapıların, hastahane aygıtlarına zarar verenlerin yakalarına yapışılmalıdır. İstanbul’lulara “Geçmiş olsun!” diyoruz. Türkiye dışardan düzenleniyor. Yakında dışardan yönetilecek görünümü sakıncalıdır. Açıkça “Kürt Devleti, Ermeni toprağı, federasyon” buyruğu, dayatmaları, yeni AB koşulları biçiminde gündeme gelebilir kuşkuları duyulmaktadır. AB görüşme tarihi bir kaç soruna gebedir.

Bu olasılıklar ve olumsuzluklar yaşanır ve yurtseverlerin yürekleri yanarken tren kazaları ve başka nedenlerle eleştirilecek iktidarı, özellikle Recep Tayyip’i göklere çıkaracak ölçüde pohpohlayan, pespayeliği sırıtan yazılara da rastlanmakttadır. Atina Olimpiyatlarının açılışında sıkmabaşlı eşiyle tribünlerde yer alarak ülkemizin seksen yıllık çağdaş görünümünü bir anda dinciliğe indirmesi bağışlanacak bir davranış olamaz. Hukuka direniş anlamındaki bu sakıncalı tutumu “değişme” sözünün de gerçek olmadığının yeni bir kanıtıdır. Başbakanlığa gelmiş birisinin lâikliği anlamamış, Anayasa’yı tanımamış, yargı kararlarını saymamış durumu, nerede ve nasıl olduğumuzun da bir göstergesidir. Ben dinin, inancın, bağımsızlık ve özgürlüğün anlamlarını da bilmedikleri kanısındayım. Örtünmeyle ilgili din kurallarını da. Kendi sandıkları, yorumladıkları ya da kendilerine öğretildiği gibi olsa da devlet katında, devleti temsil durumlarında bağlayıcı olmadığını tersine, devletin lâik niteliğine uygun davranmak zorunda bulunduklarını bilmelidirler.

Bu olumsuzlukların ve aykırılıkların duyurduğu üzüntüyü Olimpiyatlarda altın madalya alan sporcularımızın başarısı bir an olsun azalttığı için söyleyebilecek birçok şeyi şimdilik bırakıyoruz. Sporcularımızı kutluyoruz. Başarılarının artarak sürmesini diliyoruz.

Yineliyor, Vurguluyorum

Yasama ve yürütme erklerinin tutumu yargı konusunda yurttaşlara örnektir. Ben özel yaşamımda da da öğüt vermekten kaçınır, örnek olmayı yeğlerim. Yargıdan yüz bulamayanların, hoşnut olmayanların, kendileriyle ilgili kararları beğenmeyenlerin yargıyı yıpratmak için amaçlı ve düzenli olduğu açık yıpratma girişimine destek verdikleri anlaşılmaktadır. Yargının içinde de yandaşları vardır. Milli Güvenlik Konseyi döneminde bir siyasal partini kapatılması dâvasını reddetmiştik. Başsavvcılık Başkanla benim reddimi istedi. Olumlu sonuç alamadı. Bize o dönemde bile kimse baskıya kalkışmadı. Başkanlığım sırasında bir Başbakan umduğu sonuç çıkmayınca siteme yeltendi, yaraşır olduğu yanıtı en sert biçimde aldı. Bir kez de “Anayasa Mahkemesi’ne değil Türkiye’de dünyada etki yapacak kişi ve kuruluş yoktur” demiştim. Kişilerde değişiklik oldukça sorular, yanıtlar da değişiyor. Yargıya dil ve el uzatılmamalı. O kendi sorunlarını çözer, kendini arındırır, yüceliğine ve onuruna uygun sonucu sağlar. Aykırı ve ayrık durumda olanlar barınamaz, tutunamaz.

30 Ağustos Zaferi’nin 82. yıldönümü öncesinde Türkiye’den, Atatürk’ten, Atatürkçülükten, tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik, insan hakları ve demokrasiden, usa, bilime, ahlâk ve adalete bağlılıktan vazgeçmemizin olanaksız olduğunu bir kez daha açıklıyoruz. Nedeni ne olursa olsun, her türlü hukukdışılığa, teröre, sömürüye, işkenceye karşıyız. Bizim için tek yol Atatürkçülüktür.

http://www.turksolu.com.tr/63/ozden63.htm

.