Kürtler ve Ortadoğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kürtler ve Ortadoğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Kasım 2017 Cumartesi

Kürtler ve Ortadoğu BÖLÜM 3

Kürtler ve Ortadoğu  BÖLÜM 3

T.“C”NİN KÜRT SORUNU!?
T.“C”nin Kürt sorunu, aslında parçalanmış bir sömürge Kürdistan meselesidir.
Hasan Cemal’in, “Kürt Sorunu sahneye nasıl çıktı?” fantezilerini bir kenara bırakırsak; konu sadece Türkiye’den ibaret olmayıp; Kürtlerin bölgede dört ayrı ülkeye bölünmüş olduklarını; meselenin tüm bölgeyi ve başta ABD olmak üzere, AB’yi ve Rusya ile Çin’i ilgilendirdiği; uluslar arası olduğunu bir an dahi unutmamak gerek.
O hâlde “misak-ı millici” önerilere kayd-ı ihtiyatla yaklaşılmalıdır.
Mesela Sosyal Siyasal Araştırmalar Merkezi’nin, Diyarbakır’da “Bir referandum olsa Kürtler ne ister?” sorusuna ankete katılanların yüzde 49.2’si “demokratik özerklik”; yüzde 19.2’si “bağımsızlık”; yüzde 5.4’ü “federasyon”, yüzde 7.1’i “merkezi yönetim” yanıtını[43] verirken; Muhammed Nureddin’in, “Türkiye’nin Kuzey Irak Kürtlerine olan yaklaşımıyla Türkiye Kürtlerine karşı tutumu arasındaki farklılıklar dikkat çekiyor,”[44] saptaması “es” geçilmemelidir!
Bugün nelerin tartışıldığından çok daha dün Kürt meselesine ilişkin olarak Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Genel Başkanı Ahmet Türk’ün, “Umudumu Kaybettim!”[45]dediğini unutmayın!
Diyarbakır’da DTK tarafından düzenlenen Kürdistan İslâm Kongresi’nde konuşan Türk’ün, Kürt halkının esir durumda yaşadığını söylerken; Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in de, “Kürt halkının özgürleşmesi gerekir. Bir gün mutlak Kürt ve Kürdistan özgür olacaktır,” dediğini de[46] anımsayın!
Yine BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, hükümetin Mesud Barzani’yi öne çıkarmaya çalıştığını belirterek, “Barzanili çözümün Türkiye Kürtlerinde bir karşılığı yok,” saptamasını![47]
Geçenlerde yitirdiğimiz KADEP Genel Başkanı Şerafettin Elçi’nin, “En uygun çözüm federasyondur.”[48] “Devletin şunu bilmesi lazım: Bir Kürt’e yapılan haksızlık, en azından yüzlerce insanda devlet nefreti yaratır,”[49] uyarısını!
Nihayet ‘El-Şarkiye’ televizyonuna açıklamasında, yıllardır Kürtlere karşı büyük bir zalimlik yapıldığını, ancak Kürtlerin de bir gün birleşerek müjde vereceğini kaydeden Mesud Barzani’nin, “Bu gerçek gözardı edilemez. Biz de bir ulusuz, diğerleri gibi. Fars, Arap, Türk ulusundan bir eksiğimiz yok. Arap ulusu kaç ülkede bölünmüş. Kürdistan kaç ülke arasında bölünmüş ve hiçbir zaman Kürt devleti olmasına izin verilmedi” diyerek; hiçbir bölünme ve birliğin zorla olamayacağını, bunun örneklerinin Çekoslovakya ve Almanya’da görüldüğünü vurgulamasını[50] görmezden gelmeyin!
Evet, evet bugün nelerin tartışıldığından çok daha dün Başbakan Erdoğan’ın, Kürt sorunu diye bir şey tanımadığı vurgusuyla, “Tutturmuşlar Kürt sorunu. Kürtçülüğü reddediyorum. Ben kardeşlerime eşit mesafedeyim” dediğini; AKP Hükümeti sözcüsü Hüseyin Çelik’in, İmralı görüşmelerine ilişkin olarak, “Tek amaç terör örgütünde silah bıraktırmaktır,” vurgusunu küçümseyemezsiniz!
AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un, “Kürt meselesini demokrasi, insan hakları ve eşit yurttaşlık seviyesinde çözmek mecburiyetindeyiz,” sözleri Kürt sorununu çözüyoruz diye Kürtleri çözme taktiğinin bir parçasından başka bir şey değildir!
Söz konusu girişime Hillary Clinton’ın ağzından “Doğru yoldasınız,” desteğini esirgemeyen ABD tavrı da bu likidasyonun mütemmim cüz’lerindedir!
Buna bir de Mesud Barzani faktörünü eklemek gerek.
Belkemiksiz liberallerden Şahin Alpay’ın, “Barzani’nin (ve başka Kürtlerin) zorlamayı, şiddeti ve ırkçılığı dışlayan, liberal-özgürlükçü nitelikteki milliyetçiliğine saygı duyuyorum,” notunu düştüğü IKBY Başkanı, Kürtlerin haklarını elde etme zamanı geldiğini belirtip, “Kürtlerin yolu diyalog ve siyasettir” diyor.
“İşte bu hakları birilerine saldırarak, şiddetle istememeliyiz. Kürtlerin yolu ancak diyalog ve siyasettir,” diyen ve Kürtlerin kendi kaderlerini tayin ederken, “siyasi ve diyalog yolunu” tutması gerektiğini vurgulayan Barzani ekliyor: “Mücadele ettik ve ediyoruz; ama şiddetle değil silahla değil”![51]
Ortadoğu’nun tümü gibi kendisi de silahlanan Barzani PKK’yi silahsızlanmaya çağırıyor!
Sedat Yurtdaş’ın, “Türkiye’nin Barzani’yle yakınlaşmasında hem zorunlu bir kabul var, hem de ekonomik ve mezhepsel sebepler var. Bu yakınlaşma nihayetinde Mesud Barzani’nin AKP’nin kongresinde konuşma yapmasına dek uzandı… Barzani’nin bütün Kürtler üzerinde olumlu bir etkisi var. Ben hükümet ve Barzani arasındaki iyi ilişkilerin zaman zaman PKK ve BDP açısından olumsuz yansımaları olmuşsa da bugün ve gelecek açısından çok olumlu katkıları olacağı kanaatindeyim. İmralı sürecinin yeniden başlamasında Barzani’nin önemli bir katkısı olduğunu düşünüyorum,” saptamasıyla değerlendirdiği T.“C”-Barzani ilişkisine Arzu Yılmaz da şu haklı notu düşüyor:
“IKBY Başkanı Mesud Barzani’nin AKP Kongresi’nde söylediklerine, konuşmasının detaylarına bakıldığında, AKP’liler Barzani ile ne kadar ‘gurur’ duysa yeridir diye düşünmeden edemiyor insan. Çünkü Kürt sorunu konusunda Barzani, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bile yapmadığı ölçüde, açık ve net bir destek sunuyor AKP’ye.
Ne diyor Barzani: ‘AKP iktidara geldiği günden beri Türkiye adım adım aydınlık bir geleceğe yükselirken, hem bölgesel hem uluslararası alanda öne çıkıyor… Kürt ya da Türk, kan dökülmesi talihsizliktir. AKP’nin ve liderinin sorunun çözümü için benimsediği politikaları doğru buluyorum. Önce Diyarbakır, sonra Erbil’de Kürtlerin inkâr edildiği günlerin sona erdiğini ve Kürt sorununun çözülmesi gerektiğini söylediği için cesaretinden dolayı Erdoğan’a teşekkür ediyorum. Ben bütün Kürtlerin bu politikayı desteklemesini ve şiddetle aralarına mesafe koymalarını bir zorunluluk olarak görüyorum. Biz şiddetin durması ve bu sorunun bir an önce çözülmesi için Erdoğan’a her türlü desteği vermeye hazırız’…”[52]
Dikkat “Mesut Barzani ‘Erdoğan’a destek’ sözünü telaffuz etmekten geri durmuyorken; ‘Mesut Barzani’nin Türkiye nezdinde ‘bölgedeki en güvenilir, en yakın dost ve müttefik’ hâline geldiği şu dönem, onu ‘Kürt bağımsızlığı’ ve ‘Irak’tan ayrılmak’tan en çok söz ettiği dönem,” vurgusuyla açıklıyor verili hâli Cengiz Çandar da!
“SON” GÖRÜŞMELER: “HUDEYBİYE OLAYI” MI?
“Son” görüşmeler böyle bir arka planla devreye sokuldu.
Kaldı ki “Türkiye demokratikleştikçe Kürtler Türkiyelileşiyor”[53] tezine yaslanan ve Başbakan Erdoğan’ın “Sürüyor” dediği “son” İmralı görüşmeleri MGK’nın bilgisi dahilindeydi.[54]
Murat Yetkin’in, “Başbakan’ın 15 Ocak 2013’de ilk kez ‘barış süreci’ ifadesini kullanması kendi başına Kürt sorununda bir dönüm noktası sayılabilir”; ya da AKP’nin Kürt açılımı mimarlarından Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ın, “Kürt sorununun iki yıl içinde çözülecek,” söylenceleri eşliğinde AKP’nin 8 Şubat 2013’deki MYK toplantısına Erdoğan’ın “Anayasa’nın referanduma götürülmesi konusunda BDP ile işbirliği yapabiliriz,” sözleri kimi çevreleri bir hayli “heyecan”landırdı!
Bunlardan birisi de “Öcalan’ın yol haritasında ortaya koyduğu ‘demokratik ulus’ ilkesine karşılık, Erdoğan’ın ‘Sebep Asabiyet’ ilkesini koyması, AKP hükümetinin bir yol haritası hazırlığı olduğunu gösteriyor,”[55] diyen BDP Hakkâri Milletvekili Adil Kurt’du; İmralı sürecinde hükümetin samimiyetinin sorgulanmaması gerektiğini belirterek, “Eğer Başbakan ve hükümet bir adım atmışsa bize düşen bu adıma karşılık vermektir,” diyen Kurt, “Bu son süreç fırsat mıdır?” sorusuna, “Elbette. Türkiye için çok büyük fırsattır. Kürt sorununun çözülmesi Türkiye’yi hem bölgede hem de Avrupa’da çağ atlatır,” yanıtını verip ekledi:
“Ortak vatan ortak bayrak ortak değerimiz. Bu topraklar onların vatanları ve yüzyıllardır da Türklerle birlikte yaşıyorlar. Bakın son süreç 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türklerle Kürtlerin ikinci büyük ortaklık projesidir. Ve demokratik zeminde başarıya ulaşırsa tüm Türkiye bu süreçten kazançlı çıkar. Parçalanarak, bölünerek kimse büyüyemez. Bakın Türkiye’nin büyümesinden korkan bir yapı var. Kürt sorununun bunca yıldır çözülmemesinden onların katkısı azımsanmaz. Ve bunu da yıllardır vatan/millet edebiyatı ile topluma yutturdular.”[56]
Sadece Adil Kurt mu? Değil!
MİT Eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş de, “Türkiye Kürt sorununu çözdüğü zaman bölgede büyük bir sıçrama yapabilir. Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi bölgede sınır ve harita değişikliğini gündeme getirebilir. Ya da, bölgenin yeniden şekillendirilmesi arayışlarını, doğrudan/dolaylı etkileme şartlarının oluşum içerisinde önem kazanır,”[57] saptamalarıyla paralel kanıda…
Sadece Cevat Öneş mi? Değil!
‘Yeni Şafak’ yazarı Yusuf Kaplan da, “Türkiye, Türkiye’nin sınırlarını aşan ve bölgesel boyutlar kazanan Kürt meselesini hem bütün Kürt halklarını, hem de uzun vadede bölgedeki bütün halkları ortak bir gökkubbe altında nasıl toplayabileceği meselesi üzerinde derinlemesine kafa yormak zorundadır,”[58] diyerek aynı şeyleri söylüyor…
Sadece Yusuf Kaplan mı? Değil!
“Kürt yurttaşlarının kimliğine saygıyı yerleştiren, yalnız kendi Kürtlerinin değil, bütün bölge Kürtlerinin saygı ve güvenini kazanan Türkiye ise, gerçekten lider ülke olabilir,” diyen Şahin Alpay ile “Türkiye’nin Kürt sorununun üstesinden gelmesi, tüm bölgede ‘zincirleme reaksiyon’ hâlinde Kürt sorununun çözümünü tetikleyecek,” vurgusuyla ekleyen Cengiz Çandar da…
Sadece liberal Şahin Alpay ile Cengiz Çandar mı? Değil!
Aslı Aydıntaşbaş’ın aktardığı üzere: “PKK’nın Avrupa sorumlusu ve Oslo sürecinin kilit isimlerinden Zübeyir Aydar’ın da… çizdiği ‘Türkiye’ tasavvurunun, AKP’deki bazı isimlerin vizyonuyla örtüşmesi… Söz ettiğim Ortadoğu’ya açılan, bölgesel liderliğe oynayan bir Türkiye…”[59]
Bu noktada sözü (ve örnekleri) daha da fazla uzatmadan Dursun Ali Küçük’ün, “Türkiye büyümek istiyorsa büyüsün, nasıl büyüyeceklerini bize mi soruyorlar. Türkiye’yi bu kadar düşünmenin sevdalıları nereden çıkıyor? Bunu Türkiye’ye öğretmek bize mi düşer?”[60] haklı sorusunu anımsamak bile yeter de artar…
T.“C” açısından “son” görüşmelerin amacı, Kürt Sorununu Ortadoğu’daki verili denge(sizlik)leri hesaba katıp, dizayn etmektir. Bu bağlamda “Yeni süreç başladığından beri tartışıldığı üzere, gelişmelerin yalnızca Türkiye bağlamında ele alınması, ortaya çıkan tablonun anlaşılmasına yardımcı olmuyor. Çünkü, asıl hedef, Ortadoğu’da hızla değişen bölgesel denkleme Türk-Kürt işbirliğini tesis ederek, daha güçlü bir şekilde dahil olabilmek. Bu hâliyle, Türkiye’nin Kürt sorununda çözümü ise süresiz bir çatışmasızlık ortamının yaratılması ve Kürtlerin talep ettiği kolektif hakların Başkanlık sistemi şartına bağlandığı bir Anayasa değişikliğinin yapılmasından ibaret. Müzakerelerin bu boyutunun nihayetinde bir Kürt-Türk barışına evrilip evrilmeyeceği meçhul. Ancak, asıl hedef ‘işbirliği’ boyutunda işler daha hızlı ilerliyor. Nitekim, Atalay ve Erdoğan da bu yüzden umutvar açıklamalar yapıyor.”[61]
Bu süreci de “Hudeybiye olayı”na benzetiyorlar.
Önce Fethullah Gülen, ardından da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın danışmanı ve AKP Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan, Öcalan’la başlayan görüşmeleri, Hz. Muhammet’in Müslümanların muhalefetine karşın düşmanlarına önce taviz verir gibi bir anlaşma yapıp, daha sonra tamamını kendisine biat ettirdiği “Hudeybiye olayı”na benzettiği herekesin malumudur.
Görüşmeler için Hudeybiye benzetmesini önce İmralı sürecine destek veren açıklamasında Gülen yapıp, “Bize ters gelen bazı şeyler olabilir; ‘Keşke şu görüşme olmasa.. şu anlaşma olmasa.. şu uzlaşma olmasa.. biz Türk milleti.. şöyle onurumuz var, böyle gururumuz var; boyun eğmesek.. bazı şeylere evet demesek’ denilebilir. Muhtemel o türlü şeylerle bazı problemler çözülecekse, işte o Hudeybiye sulhu mülahazasıyla, Hudeybiye sulhundaki mantık ve muhakemeyle, yapılması gereken şey neyse onu yapmak lazım” ifadeleriyle dile getirdi.
Yalçın Akdoğan da 11 Ocak 2013 tarihli yazısında Gülen’in Hudeybiye örneğine destek verip, örneğinin çok anlamlı olduğunun altını çizerek, “Elbette İslâm tarihinde yaşanan her olay veya peygamber efendimizin yaşadığı her hadise bugünkü olaylarla birebir tutularak yorumlanamaz. Ama peygamberlerin hayatı, inananları için aynı zamanda bir örnek oluşturabilir” sözleriyle İmralı görüşmeleri için Hudeybiye örneğini benimsediğini ifade etti.
Bakın bu konuda ‘Yeni Şafak’ yazarı Hilal Kaplan neler diyor:
“Eğer ‘İmralı süreci’ başarıya ulaşırsa, bu Türkiye tarihi için bir dönüm noktası olacak. Hatta mevzu ‘PKK sorununun hâlledilmesi’nden daha geniş bir bakış açısıyla ele alınır ve Kürt meselesinin nihai çözümü bağlamında başarıya ulaşırsa, en az yüz yıllık kaderimizi etkileyecek bir durumdan bahsettiğimizi söylemek gerekir. Abarttığımı düşünenler Kürt meselesinin çözülmemesinin en az yüz yıldır bu toprakları nasıl etkilediğine bakabilir.
Fethullah Gülen Hocaefendi de mevzuya ilişkin vaazında bu öneme dikkat çekmektedir. Hocaefendi, sürecin ‘heyet-i İslâmiye’nin huzurunun temini’ni yakından ilgilendirdiğini vurguladıktan sonra şöyle demektedir:
‘Ülkenin parçalanmasına meydan vermemek lazım… Devletimizin bir devlet-i aliyye olması istikametinde yoluna devam etmesini sağlamak lazım. Devletler muvazenesinde muvazene unsuru olmasını sağlamak lazım. Bu kadar vâridâtı, getirisi olan bir şey karşısında bazen kafamıza uymayan şeylere de katlanabiliriz.’
Tarihî açıdan zaten uluslararası bir konu olan Kürt meselesinin bu boyutunun Irak ve Suriye’deki gelişmelerle beraber giderek belirginleştiği bir süreçte, kendi meselesini çözememiş bir Türkiye’nin uluslararası denklemde ‘oyun kurucu’ güce sahip olması imkânsızdır.”[62]
“BARIŞ” VE İSMAİL BEŞİKÇİ’NİN UYARILARI
Özellikle İshak Alaton’un, “Eğitim dili Türkçe kalmalıdır. Bunun yanında diğer dillerin kültür ve edebiyatlarıyla birlikte öğretildiği kapsamlı bir biçimde anadilini öğrenme imkânı tanınmalıdır,” diyen TÜSİAD eski Başkanı Ümit Boyner’in, barış amaçlı müzakarelerin başarıya ulaşması durumunda Türkiye’nin ekonomik anlamda “uçacağını” söyleyen Güler Sabancı’nın yanında yayınladıkları bildirgede, “Türkiye-Irak-Suriye üçgenindeki bölgesel dinamik, Türkiye’deki Kürt sorununun çözümünü acil kılmaktadır,”[63] diyen ‘Abant Platformu’ katılımcılarının destek verdiği “son” sürece ilişkin olarak; “Herkes bir anda barışsever kesildi! Öcalan, BDP heyeti ile görüşmesinde, “Barış için kaybedilecek bir dakika zamanımız yok” dedi; basınıyla, sanatçısıyla, yazarıyla, ana muhalefet partisiyle bir anda merkezden düğmeye basılmış misali herkes “barış dili”ni kullanmaya başladı. Cemaat adına Fettullah Gülen de gecikmeden süreci onaylayan fetvasını kamuoyu ile paylaştı! Kalemi Kürtlere, Kürt siyaset damarına dönük kan ve küfür yüklü olan yazarlar bile “barış dili”ni kullanmaya özen gösteriyorlar! Amiyane tabirle dönemin ruhuna uygun hareket edip devlet projesinin sağ salim “başarıya ulaşması” için çabalıyorlar!”[64] diyen S. Çiftyürek’in uyarıları dikkate alınmalıdır.
Çünkü Yalçın Yusufoğlu’nun ifadesiyle, “Siyasette bir sözcük çok tekrarlanırsa içi boşalır, anlamı muğlâklaşır. Son zamanlarda ‘Barış’ da böyle oldu. Çünkü herkes ‘barış’tan kendi istediğini anlıyor”ken; verili belirsizlikte Kürt hareketinin silahsızlanmasını istemek, Kürdistan topraklarının bütünlüğü içinde ve Ortadoğu bağlamında düşünüldüğünde olumsuz bir yöneliştir. Çünkü bu silahsızlanma Kürdistan’ın bütünü düşünüldüğünde Barzani’yi tek silahlı güç olarak bırakmak demektir. Bu Kürt hareketinin sadece askeri değil aynı zamanda siyasi tasfiyesinin de önünü açacaktır.
Ortadoğu tam anlamıyla bir hesaplaşma arenası hâline gelmiştir. Ortadoğu’da herkes silahlanıyor. Özgür Suriye Ordusu’na bağlı olsun olmasın Suriye’de emperyalizm yanlısı veya Selefî odakların askeri gücü bunun sadece çarpıcı bir örneğidir.
Kürdistan Ortadoğu’da dört önemli devletin kesişme noktasında bir merkezdir. Dolayısıyla ABD emperyalizmine bütünüyle tâbi bir siyasi konumda olan Barzani’nin karşısında, emperyalizmin karşısına almış olduğu Kürt hareketinin silahsız kalmasını istemek, hem Kürdistan’da, hem de Ortadoğu çapında emperyalizmin oyununu oynamak, güç dengelerinin onun lehine dönmesini savunmak demektir ki, bu noktada da “İmralı mutabakatı barış için yetmez,” diyen İsmail Beşikçi’nin, Oslo sürecinin ardından İmralı’da yapılan görüşmelerin, Öcalan’a Kandil ve BDP ile irtibat sağlama şansı verilmezse tıkanacağı öngörüsünü[65] anımsamak gerekir.
Bu noktada öncelikle Öcalan ile görüşmelerin yeni olmadığını, devlet adına birileri -şimdi olduğu gibi- gerekli görülen zamanda Öcalan görüştüklerini ve bu görüşmelerde tarafların eşit olmadığının altını çizip; Akif Beki’nin, “Bugüne dek duyduğumuz, bildiğimiz bütün PKK analizleri yetersiz kalıyor. Yerleşik çözümlemelerin iflas ettiği yerdeyiz,” saptamasını da ekleyerek sözü ‘Sabah’ yazarı Mahmut Övür’e bırakalım:
“Ankara, şu sıralarda düşük yoğunluklu bir siyaset izliyor. Yüksek sesle konuşmadan İmralı sürecini inşa ediyor. Bu nedenle AKP çevresinde ve devlet katında eskisiyle kıyaslanmayacak bir ‘umut’ var. ‘Öcalan PKK’yı değiştiriyor’…”[66]
“Değişen ne” mi?
Abdullah Öcalan, ‘Kürdistan-Devrim Manifestosu’ başlıklı kitabında şunları diyor:
“Benim için İmralı Cezaevi, Kürt olgusunu ve sorununu algılamak ve çözüm olanaklarını kurgulamak açısından tam bir hakikât savaşı alanına dönüştü. Pozitivist bir dogmatik olduğumun derinliğine farkına varmam tecritle oldukça ilişkilidir. Farklı modernite kavramlarını, ulus inşalarının çok çeşitli modellerinin olabileceğini, genelde toplumsal yapılanmaların insan eliyle yaratılmış kurgusal yapılar olduğunu ve esnek bir doğaları bulunduğunu tecrit koşullarında idrak ettim. Özellikle ulus devletçiliği aşmak benim için çok önemliydi. Bu kavram benim için uzun süre Marksist-Leninist-Stalinist bir ilkeydi; asla değiştirilmemesi gereken bir dogma niteliğindeydi…
Reel sosyalizm ulus devlet kavramını aşamadığı ve temel modernite gerçeği olarak kavradığı için, başka tür bir ulusçuluğun, örneğin demokratik ulusçuluğun olabileceğini düşünmemiştik. Ulus dediğin illa devleti olması gereken bir şeydi! Kürtler bir ulus ise mutlaka bir devletlerinin de olması gerekirdi! Hâlbuki toplumsal olgular üzerinde yoğunlaştıkça, ulusun kendisinin son birkaç yüzyılın en boş gerçeği olduğunu, kapitalizmin güçlü etkisi altında şekillendiğini ve özellikle ulus devlet modelinin toplumlar için demirden bir kafes olduğunu kavradıkça, hem özgürlük hem de toplumsallık kavramının daha değerli olduğunu fark etmiştim. Ulus devletçilik uğruna savaşmanın kapitalizm için savaşmak olduğunu fark ettikçe siyaset felsefemde büyük dönüşümler söz konusu oldu. Kendimin bir bakıma kapitalist modernitenin kurbanı olduğunu fark ettim…
Şiddetle iktidar ve ulus olmanın tercihimiz olmayacağı açıktı. Zorunlu özsavunma gerekleri söz konusu olmadıkça şiddetle toplumsal avantajlar elde etmenin sosyalizmle alâkâsı yoktu. Özsavunma dışında tüm şiddet biçimleri ancak iktidar ve sömürü tekelleri için geçerli olabilirdi. Bu yöndeki kavramsal gelişim, barış sorununa daha ilkeli ve anlam yüklü olarak yaklaşmaya büyük önem atfediyordu. Dolayısıyla Kürtlere, hatta baskı ve sömürü altındaki tüm kesimlere baskı uygulayan iktidar ve devlet elitlerinin ‘ayrılıkçı’ ve ‘terörist’ yaftalamalarını boşa çıkaracak epey kuramsal birikime ulaşmıştım. Bu kavramsal ve kuramsal birikim temelinde devlet yetkilileriyle geliştirdiğimiz diyaloglar daha verimli oluyor ve pratik çözüm yolları için yaratıcılık sağlıyordu.”
Tam da bu noktada herkes İsmail Beşikçi (Sarı) Hocamızın şu uyarısına kulak vermelidir:
“Egemen ulusa mensup bir bireyin ’ulus devleti aştım, aşmaya çalışıyorum’ demesi anlamlıdır. Bu sözüyle, bu çabasıyla, mensubu olduğu egemen ulusun, kendi devletinin baskı altında tuttuğu halkların milli haklarını savunduğu, bu haklar için mücadele ettiği anlaşılır. Örneğin bir Fransız’ın, bu tutumuyla, Fransa’nın yani kendi devletinin Cezayir’i, Cezayirlileri, yönetme haklarına karşı olduğunu anlatmaktadır.
Ama bütün milli hakları, demokratik hakları gasbedilmiş ulusa mensup bir kişinin, ‘ulus devleti aştım’ demesi sorunlu bir açıklamadır. Çünkü bu birey henüz, egemen ulus tarafında, devlet tarafından tanınan bir hakka sahip değildir. Dili yasaktır, ülkesi, baskı, işgal altındadır. Çok yoğun bir asimilasyon politikasın hedef olmuştur. Asimilasyon devam etmektedir. Kendisi olmak için yürüttüğü mücadeleler yoğun engellerle karşılaşmaktadır. Böyle bir ortamda, herhangi bir kişinin, ‘ulus devleti aştım’ demesi, bunların önemli olmadığını vurguladığı anlamına gelir. Veya bu haklar için mücadeleden kaçtığı anlamına gelir…
Türk solu, milliyetçi bir soldur. Önemli bir kesimiyle de ırkçıdır. Bu milliyetçi, ırkçı solun önemli bir başarısı, kendi dilini bile konuşamaya, kendi ülkesinin adını söyleyemeyen Kürdlere, ‘milliyetçi değilim’, ‘biz asla milliyetçi değiliz’ dedirtmesi, bu şekilde Kürdlerin bir kısmını kendi özlerine yabancılaştırmış olmasıdır.
Abdullah Öcalan, üç-dört sene öncesine kadar, ’Marx’ı aştım’, ‘Hegel’i aştım’, ‘Gandi’yi aştım’ gibi açıklamalar yapardı. Bunu, entelektüel bir çaba olarak değerlendirmek gerekir. Ama, ‘aşma’ların bugünkü Kürd mücadelesine bir katkısı da yoktur. Bugünkü mücadele dikkate alındığında aşılması gereken en önemli kişi, Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bu da, PKK’ye, BDP’ye, Kürdlere, Kemalizm aşılanarak yapılamaz.[67]
BİR “HATIRLATMA”
“Son” görüşmeler sırasında Paris’te 9 Ocak 2013’de üç PKK’lı kadının suikast sonucu katledildiğini…
Sakine Cansız için Dersim’de 18 Ocak 2013’de yapılan cenaze töreni hakkında soruşturma başlatıldığını…
Oğlu Mirhat epilepsi, kızı Solin lösemi hastası olduğu için mahkeme kararıyla 11 Şubat 2013’de akşam saatlerinde serbest bırakılan eski Cizre Belediye Başkan Yardımcısı Hanım Onur’un evi gece polis tarafından basıldı ve evinde “silah sakladığı” gerekçesiyle arama yapılıp; Hanım Onur’un da, polislerin binadan ateş edildiğini ileri sürerek geldiklerini, ama binada arama yapmadıklarını, sadece kendi oturduğu evde arama yaptıklarını; polisler gelince çocukları Solin ve Mirhat’ı sakladığını söylediğini…
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanışının yıl dönümünde Diyarbakır”daki eyleme katılan 19 yaşındaki Şahin Öner’in panzer tarafından ezildiğini… unutmadan; “Kürt sorununda çözüm değil tasfiye hedefleniyor” diyen gazeteci Cevdet Aşkın’ın, “AKP, İmralı süreci ile çözümü değil, silah bıraktırmayı istişare ediyor ve AKP’nin entegre stratejisi, Kürt hareketinin tasfiyesini hedefliyor,” saptamasına[68] kafa yorulmalıdır…
Çünkü Ortadoğu’da Kürtler, eski(meyen) statükonun biçimsel “düzenlemeler”le sürdürülmesi ya da yıkılarak aşılması eşiğinde dolaşmaktadırlar.
Soru(n)larını ya çözülmeden çözecekler ya da bir kez daha çözüleceklerdir.
Osmanlı’da olduğu gibi emperyalizm ve bölgesel gericilikte de oyunları asla tükenmeyeceğini bir an dahi unutmaması gereken Kürtler, “olmak ya da olmamak” tarihsel eşiğindedirler…
Bir kez daha tarih, Kürtleri kritik bir seçimin eşiğine getirdi. AKP’nin Kürtleri Ortadoğu’da açmaya heves ettiği “Neo-Osmanlı”cı serüvene eklemlemek istediği ortada.
Kürtler ya “reel politika” adına bölgeye daha fazla kan, daha fazla göz yaşından başka hiçbir vaadi olmayan bu projeye yedeklenmeyi kabul edecek. Ya da onuru seçeceklerdir.
Yeri geldi bir kere daha hatırlatalım: “Kürt sorunu”, toplumsal bir sorun olarak çözülmeden, “toplumsal barışa” yol açacak biçimde çözülebilecek bir sorun değildir…
Gerçekten de Ergin Yıldızoğlu’nun işaret ettiği gibi, “BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş AKP’ye yakın olduklarını açıkladıktan sonra, ‘Biz AKP ya da BDP’nin değil, bütün Türkiye’nin anayasasını yapmak için böyle bir uzlaşma arayışı içine gireriz. Sonuçta yeni anayasa bir toplumsal barış anayasası olmalıdır. Ben PKK ve devlet arasındaki barıştan söz etmiyorum’ demiş. Umarım bu sözlerin içeriğinin tam olarak ayırdındadır. Yoksa kendimizi, anayasada Kürtler için ufak bir iki makyaj karşılığında ekmek, özgürlük ve toplumsal adalet taleplerinin daha da bastırılacağı, her türlü yasal denetimden kurtulmuş totaliter bir başkanlık rejiminde bulacağız.
‘Kürt sorunu’ denen olgunun temelinde ekmek, özgürlük ve toplumsal adalet talebi yatmıyor mu? Kürt burjuvazisinin, seçkinlerinin kimlik talebine cevap olacak bir ‘sonuç’, Kürt yoksullarının, işçilerinin, işsizlerinin, topraksız köylülerinin, töre baskısı altında ezilen kadınlarının sorunlarını nasıl çözecektir? ‘Kürt sorunu’ aslında bunların sorunu, demokratikleşme de bunların sesinin duyulur hale gelmesi demek değil midir? İşe ‘en alttakilerin’ ekmek, özgürlük, toplumsal adalet gereksinimlerine cevap arayarak başlamayan bir ‘çözüm’ toplumsal barış getirebilir mi?”
Elbette “Hayır”!
O hâlde şimdi BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, barış sürecinin ete kemiğe bürünmesi için çaba sarf ettiklerini ve dua ettikleri vurgusuyla, “PKK bu barış görüşmelerinde engelse PKK’nın yakasına yapışırız,” türündeki spekülasyonlarına aldırmadan; hatırlanması gereken Nikolay Gogol’ün, “Korku, vebadan daha bulaşıcı olup, göz temasıyla bile kapılır”…
Mevlana’nın, “Kötü bir döneme girdiğinde ve her şey sana karşı gibi göründüğünde, bir dakika bile dayanamayacakmışsın gibi geldiğinde bile, sakın pes etme. Çünkü işte orası gidişatın değişeceği yer ve zamandır”…
Mark Twain’in, “O işin başarılmasının imkânsız olduğunu bilmedikleri için başardılar”…
  1. Disney’in, “Peşinden gidebilecek kadar cesaretiniz varsa, bütün rüyalarınız gerçek olabilir”
  2. Goethe’nin“Cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmiştir,” sözleridir…19 Şubat 2013 16:11:50, Ankara.

N O T L A R
[1] 24 Şubat 2013 tarihinde ÖSP’nin Ankara’da düzenlediği “Değişim Statüko Kıskacında Ortadoğu ve Kürdistan” başlıklı panelde yapılan konuşma… Newroz, Şubat 2016…
[2] Francis Bacon.
[3] Hakan Albayrak, Bu Devrimler Bizim, Profil Yay., 2012.
[4] Fehim Taştekin, “Kardeşler Gücün Şehvetine Kapıldı”, Birgün, 7 Ocak 2013, s.6.
[5] “Chomsky: ABD, Ortadoğu’da Demokrasi İstemiyor”, 31 Ocak 2013, http://gelawej.net/index.php/component/content/article/135-politika/8482-chomsky-qabd-ortadouda-demokrasi-istemiyorq.html
[6] “Fehmi Hüveydi: Arap Baharı Suriye’de Kalmaz”, Yeni Şafak, 14 Ocak 2013, 11.
[7] Ercüment Akdeniz, “Mustafa Sönmez: Enerji Savaşları, İktidar Dalaşmaları”, Evrensel, 4 Şubat 2013, s.7.
[8] Mete Çubukçu, “Ortadoğu’da 2013”, Radikal İki, 30 Aralık 2012, s.9.
[9] İlyas Harfuş, “Irak’ta Katil Maktul Yer Değiştirdi”, El Hayat, 26 Ekim 2010.
[10] “Irak’a Ülke Demeye Bin Şahit İster”, The Daily Star, 20 Aralık 2010.
[11] Şemlan Yusuf İsa, “Irak’ta Hükümet Sancısı Dinmiyor”, İttihat, 26 Aralık 2010.
[12] Muhammed Er Rumeyhi, “ABD Çekildi, Sırada Ne Var?”, Rey, 18 Aralık 2011.
[13] Tarık Masarva, “Irak Bulmacası; Gel ve de Gelme!”, Evrensel, 14 Ocak 2013, s.11.
[14] Fehim Taştekin, “… ‘İmkânsız Görev’ Yeni Sahibini Arıyor”, Radikal, 24 Aralık 2012, s.27.
[15] Murat Yetkin, “Talabani’den Sonra Irak?”, Radikal, 20 Aralık 2012, s.12.
[16] Cengiz Çandar, “Ya Bağdat ‘Bağımsız Kürt Devleti’ Derse?”, Radikal, 26 Aralık 2012, s.21.
[17] “Exxon Mobil’e Bağdat Resti”, Yeni Şafak, 31 Ocak 2013, s.10.
[18] Deniz Zeyrek, “Ankara’dan Erbil’e Psikolojik Destek”, Radikal, 4 Aralık 2012, s.14-15.
[19] Muhammed Er Rumeyhi, “ABD Çekildi, Sırada Ne Var?”, Rey, 18 Aralık 2011.
[20] “Şiî-Sünnî Geriliminde Erdoğan Bölünmesi”, Milliyet, 29 Aralık 2012, s.15.
[21] Stephen Lendman, “Siyasal İslâmcı-Faşist Katiller Suriye’yi Tehdit Ediyor”, Sendika.Org, 3 Ocak 2013.
[22] “Suriyeliler İçin 600 Milyon Dolar Harcadık”, Hürriyet, 26 Aralık 2012, s.24.
[23] David Ignatius, “Muhaliflerden ‘Umut Veren’ Geçiş Planı”, The Daily Star, 12 Ocak 2013.
[24] Bahadır Selim Dilek, “Suriye İçin ‘Kontrollü Tükeniş’ Formülü”, Cumhuriyet, 20 Ocak 2013, s.13.
[25] “Noam Chomsky: Ne olursa Olsun Esad’ın Sonu Ölüm”, Alternatif Siyaset, 8 Şubat 2013… http://alternatifsiyaset.net/2013/02/08/noam-chomsky-ne-olursa-olsun-esadin-sonu-olum/
[26] Veysi Sarısözen, “Devrimci Rojava Bölge’nin Kalbi”, Gündem, 6 Şubat 2013, s.9.
[27] Hasan Cemal, “Suriye Kürdistan’ı Realitedir!”, Milliyet, 15 Kasım 2012, s.21.
[28] Aydemir Güler, “Suriye, Solcular”, Sol, 25 Ocak 2013, s.5.
[29] Muhammed Nureddin, “Türkiye’nin Dış Politikasının Bir Yılı: Darlıklar ve İhtiraslar”, Evrensel, 7 Ocak 2013, s.11.
[30] Rasim Özgür Dönmez, “Türk Dış Politikası ve PKK”, Radikal İki, 17 Şubat 2013, s.5.
[31] Mustafa Sönmez, “Aç Tavuğun Kürt Petrolü Rüyası (1)”, Cumhuriyet, 6 Şubat 2013, s.10.
[32] Hirsch Goodman, “Türkiye-İsrail İlişkilerini Düzeltme Vakti Gelmedi mi?”, The Jerusalem Post, 24 Mayıs 2012.
[33] Metin Çulhaoğlu, “… ‘Pax Ottomanica’ Yattı, Ya Sonrası?”, Birgün, 27 Temmuz 2012, s.9.
[34] Ergin Yıldızoğlu, “Bir İmaj Sorunu”, Cumhuriyet, 10 Eylül 2012, s.11.
[35] M. K. Badrakuma, “Kürt Piyonları Türk Kalesini Sıkıştırıyor”, Asia Times, 23 Ağustos 2011.
[36] Bejan Matur, “Barzani Alerjisi”, Zaman, 1 Nisan 2011, s.25.
[37] Veysel Ayhan, “Talabani’siz Irak’ta İstikrar Mümkün mü?”, Yeni Şafak, 23 Aralık 2012, s.15.
[38] “Kuzey Irak Petrolü, Karamehmet’i En Zengin Türk Yaptı”, Zaman, 1 Mart 2011, s.6.
[39] Mustafa Sönmez, “Petrol Odaklı ‘Kürt Federalizmi’…”, Cumhuriyet, 10 Ağustos 2012, s.11.
[40] Erdal Sağlam, “Yeni Açılımın Kaynağı Enerji”, Radikal, 16 Haziran 2012, s.19.
[41] Mustafa Sönmez, “Paris’teki Kan, Irak’taki Petrol… (2)”, Cumhuriyet, 19 Ocak 2013, s.12.
[42] Mustafa Sönmez, “Aç Tavuğun Kürt Petrolü Rüyası (2)”, Cumhuriyet, 8 Şubat 2013, s.11.
[43] Mahmut Oral, “Halkın Yarısı Özerklik İstedi”, Cumhuriyet, 20 Mart 2012, s.7.
[44] Muhammed Nureddin, “Erbil’le Diyarbakır Arasında Türkiye’de Kürt Meselesi”, Şark, 2 Nisan 2011.
[45] Ramazan Yavuz, “Umudumu Kaybettim!”, Milliyet, 27 Şubat 2011, s.23.
[46] “Bir Gün Mutlaka Kürdistan…”, Taraf, 9 Eylül 2012, s.13.
[47] Deniz Zeyrek, “Barzani ile Çözülmez”, Radikal, 18 Nisan 2012, s.12-13.
[48] Aslı Aydıntaşbaş, “Şerafettin Elçi: ‘En Uygun Çözüm Federasyondur’…”, Milliyet, 14 Nisan 2011, s.21.
[49] Ezgi Başaran, “Çözüm İçin Kürtleri Tatmin, Türkleri de İkna Etmek Lazım”, Radikal, 6 Şubat 2012, s.8-9.
[50] “Barzani’den Çarpıcı Açıklama”, Demokrat Haber, 28 Mart 2012.
[51] “Barzani: Kürtlerin Yolu Şiddet Değil”, Sabah, 20 Şubat 2012, s.19.
[52] Arzu Yılmaz, “Kürt Sorununda Yeni Arabulucu”, Radikal İki, 14 Ekim 2012, s.6.
[53] Eyüp Can, “Türkiye Demokratikleştikçe Kürtler Türkiyelileşiyor”, Radikal, 31 Ocak 2013, s.3.
[54] Rifat Başaran, “BDP İmralı İçin Hazırlık Yapıyor”, Radikal, 30 Aralık 2012, s.12.
[55] Adil Kurt, “Kürtlerin Kolektif Kimliksel Hakları”, Radikal İki, 10 Şubat 2013, s.4.
[56] Murat Aksoy, “BDP Hakkari Milletvekili Adil Kurt: Başbakan Adım Atmışsa Bize Düşen Desteklemek”, Yeni Şafak, 4 Şubat 2013, s.18.
[57] Murat Aksoy, “Cevat Öneş: Çözüm Harita Bile Değiştirir”, Yeni Şafak, 21 Ocak 2013, s.16.
[58] Yusuf Kaplan, “Kürt Sorununun Bölgeselleşmesi ve Ortak Bir Gökkubbe İnşası”, Yeni Şafak, 31 Aralık 2012, s.10.
[59] Aslı Aydıntaşbaş, “Türkiye Kürtlerle Büyür”, Milliyet, 27 Kasım 2012, s.15.
[60] Dursun Ali Küçük, “Türkiye Kürtlerle Büyür Hikâyesi”, http://www.pwdnerin.com/Mod_Writers.php?rup=show_article&article_id=459
[61] Arzu Yılmaz, “Buyrun Kürdistan’a…”, Radikal İki, 10 Şubat 2013, s.5.
[62] Hilal Kaplan, “Fethullah Hoca’dan Yalçın Akdoğan’a”, Yeni Şafak, 14 Ocak 2013, s.17.
[63] “Abant Platformu Katılımcıları: Yurttaşlıkta Eşitlik Şart”, Radikal, 11 Şubat 2013, s.14-15.
[64] S. Çiftyürek, “Müzakereye Evet, Ama Nasıl?”, Newroz Gazetesi, Yıl:6, No: 228, 18 Ocak 2013, s.1-2.
[65] Samet Atken, “İmralı Mutabakatı Barış İçin Yetmez”, Milliyet, 14 Ocak 2013, s.14.
[66] Mahmut Övür, “Öcalan PKK’yı Değiştiriyor”, Sabah, 27 Ocak 2013, s.18.
[67] İsmail Beşikçi, “Ulus – Devleti Aşmak”, 28 Ocak 2013… http://www.ilkehaber.com/yazi/ulus-devleti-asmak-6645.htm
[68] Serpil İlgün, “Cevdet Aşkın: Paris Cinayeti Çözülmeyecek”, Evrensel, 4 Şubat 2013, s.14.
***

Kürtler ve Ortadoğu BÖLÜM 2

Kürtler ve Ortadoğu  BÖLÜM 2

ORTADOĞU’DA NEO-OSMANLI EĞİLİMLİ T.“C” AKTÖRÜ
Küreselleşme ile Soğuk Savaş sonrasının “Yeni Dünya Düzen(sizliğ)i”nde (“YDD”) Ortadoğu yeniden biçimlendirilirken Fas’tan Körfez’e koskoca Arap dünyası yeniden paylaşılmaktadır.
Sovyetler Birliği çöktükten sonra ortaya çıkan “YDD” ya da “Küreselleşme” denilen süreçte AKP iktidarının “Dünyaya öncülük eden(!)”, “Tarihin gerisinde veya içinde değil, önünde yer alan(!)” dış politikası, art arda yapılan yanlışlarla Türkiye’yi bu hassas dengelerin hemen hemen hepsinde “müdahaleci” ve “aşırı militan” bir taraf hâlini getirdi. “Komşularla sıfır sorun” hedefi, “Sorunumuz olmayan komşu kalmasın” ilkesi hâlini döndü neredeyse!
Muhammed Nureddin’in işaret ettiği gibi, “Türkiye’nin 2012’de sürdürdüğü dış politikanın temel dayanağı, soğuk savaş döneminde oluşan ve şimdi İslâmcı AKP’nin siyasetinde vücut bulan NATO stratejisi üzerine oturmaktadır…
Türkiye’nin temel amacı hâlâ, kendisinin bölgesel büyük zaferinin gerçekleştirmesinin önündeki engel olarak algıladığı Suriye iktidarının düşmesidir. Sonrasında atacağı adımlar Irak’a uzanmak, devamında İran’ı zayıflatmak ve ona karşı İsrail ve Amerikan darbesini yönetmek olacaktır. Ve bunun yanı sıra, Suriye iktidarının İran nüfusunun halkası olan Hizbullah’ın düşürülmesidir. Bu şekilde Rusya’nın engellenmesi, acele bir şekilde topraklarına girilmesidir. Bu ihtiraslar İsrail’e, NATO’ya ve Batıya hizmet etmektedir. Diğer yandan mezhepsel çatışmaları bölgede kışkırtmak bölgeyi, mezhepsel katliamların gerçekleştiği bir alana dönüştürecektir.”[29]
“Neo-Osmanlıcılık olarak da adlandırılan Ahmet Davutoğlu proaktif dış politika anlayışı, en temel özelliği Türkiye’nin Batı’ya çapa atarak, farklı uluslararası koalisyonlara girmesi ve Ortadoğu ve İslâm coğrafyasında Osmanlı bakiyesinin getirdiği tarihsel ve stratejik mirasıyla bu bölgede lider konuma yükselmesini amaçlıyordu. Bu politika çerçevesinde Türkiye, İslâm ve Batı dünyası arasındaki kopukluğu giderecek‚ başka bir deyişle Türkiye, İslâm ve Ortadoğu dünyasını Batı dünyasının paradigmasıyla uyuşturacak bir dinamo görevi görecekti. Bu politika AKP’nin ilk iki döneminde başarılı olsa da, Arap devrimleri ile başlayan süreçte, Türkiye ilk iki dönemde oynadığı daha bağımsız dış politika rolünü sürdüremedi. Türkiye, NATO veya daha açık şekilde ABD, Suudi Arabistan ve Katar’la, İran’ın Ortadoğu’da Şiî jeopolitiğini güçlendirme projesine karşı, Sünnî jeopolitiğini güçlendirme ve Batı’ya uyumlu İslâm oluşturma projesine katılarak, Ortadoğu’yu medenileştirme tasarımı içine girdi. Ankara’nın PKK mücadelesi Türk dış politikası açısından en temel amaç ise Ortadoğu’da Batıya uyumlu siyasal İslâmcı partiler aracılığıyla Türkiye’ye dost rejimler yaratarak, hem Kürt coğrafyasını Türkiye’nin himayesine almak hem de bölgenin yegâne lideri olmaktı.”[30]
Bu kapsamda bataklığı andıran kan revan içindeki Ortadoğu’da, neo-Osmanlı eğilimli T.“C” gerçeği temayüz ederken; Deniz Zeyrek’in ifadesiyle, “ABD yönetiminin artık Türkiye’yle fikir ayrılıklarını daha fazla gündeme getirmesi muhtemeldir.”
‘Barem Research’ün anketinde yüzde 70’in Türkiye’nin gelecekte Ortadoğu’nun lider ülkesi olacağını öngördüğü söylenceleriyle beslenen neo-Osmanlı eğiliminin devreye soktuğu “kimi açılımlar”, ABD’nin (ve AB’nin) Ortadoğu politikalarıyla bire bir örtüşmeyebiliyor.
Erdoğan’ın T.“C”si “bölgesel aktör”lüğe hevesleniyor. Ama “Ankara’ya ABD gibi davranmama” uyarısında bulunan ABD’li siyaset bilimci John Mearsheimer, “toplum mühendisliği” yapmaktan kaçınması gerektiğinin altını çiziyor.
Örneğin Mısırlı akademisyen Muhammed Vaked’in, emperyalist ABD’nin yanında yer alan “büyük bir kumarbaz” olarak değerlendirdiği AKP liderliği; “Irak Kürdistanı’ndaki petrole kafayı fena hâlde takmış durumda…
Merkez Bağdat ile dünyanın en büyük 6. petrol yataklarını işletmede uyum içinde olmayan ve emrivaki ile petrol faaliyetleri yürüten Erbil’e, yani Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’ne her geçen gün biraz daha yaklaşan Türkiye burjuvazisi ve siyasi temsilcisi olarak AKP rejimi, ‘büyük hamleler’ peşinde olduğunu artık gizlemiyor. Aç tavuğun darı ambarı rüyasına benzer tarzda, Irak Kürdistanı’ndaki petrolün; bölgede arama ve üretim izni almış Exxon gibi dünya devleriyle birlikte; Bağdat’a rağmen üretilip Türkiye üzerinden dünya pazarlarına ihracı için şirketler bile kurulmuş, örtülü bir anlaşma bile yapılmış. ‘Büyük hamle’den murat, bir taşla iki kuş vurmak; hem Kürt petrolünden nasiplenmek hem de PKK meselesini, Irak Kürtlerini Türkiye’ye eklemleyerek ‘çözmek’…”[31]
Bu ve benzeri tartışma(lar) Ankara’nın bölgede, Batı ile yapısal angajmanlarını temelden etkilemiyor; Hirsch Goodman’ın, Bölgesel şartlara bakıldığında, artık Türklerin dahil olabileceği tek kamp var; o da İsrail’in de tümüyle aynı sebeplerden ötürü dahil olduğu Batı kampı,”[32] ifadesindeki gibi…
Kaldı ki İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt’in, “Türkiye kendini yeniden Batı’da çapalamalı”; Murat Yetkin’in, “Tarihten ders alınıyorsa eğer, Türk yönetimlerinin istikametlerini batıdan doğuya her döndüklerinde büyük sorunlar yaşandığı görülmeli,” uyarısını dillendirdikleri denge(sizlik)ler karşısında Hasan Cemal dahi, “Çıkmazdayız. Sürekli yeni cepheler açtık, hiç durmadan hedef büyüttük. Böyle dış politika olur mu?” diye haykırmaktadır!
Gerçekten de Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüd Vakfı’nın ‘Ortadoğu’da Türkiye Algısı 2012’ başlıklı araştırması, Türkiye’de “mezhebe dayalı siyaset” uygulandığını ortaya koyarken; Fehim Taştekin’in, “AKP Dış politikada mezhepçi bir dil kullanılıyor,” saptamasına Peter Galbraith de ekliyor:
“Türkiye eskiden milliyetçi Kemalist bir rejim olarak kendini tanımlıyordu, artık Sünnî bir kimliğe sahip. Eğer bölgeye bu kimlik tanımları üzerinden bakarsanız, Türkiye’nin Maliki’ye ve İran’ın domine ettiği Irak’taki Şiî nüfusuna karşı düşmanca tavır almasını daha iyi anlarsınız. Elbette tersi de Maliki için geçerli. Maliki, Suriye’de Sünnîlerin öncülüğünde yürüyen muhalif harekete destek çıkan, kendi ülkesinde sorun yarattığını düşündüğü Erbil’le arasını iyi tutan bir Türkiye görüyor.”
Numan Kurtulmuş’un, “Türkiye kendi varlık alanına dönüyor,” diye tanımladığı bu durum için ‘The Wall Street Journal’ın şu saptamaları oldukça uyarıcıdır:
“Türkiye’nin istikrarlı, laik, Batı yanlısı geçmişinin son izleri kayboluyor. Erdoğan’ın, sık sık Osmanlı İmparatorluğu’nun gücü ve itibarını yeniden kazanma hayaline bağlanan aşırı hırsı, Türk nüfuzunun sınırlarını ortaya koyabilir.”
Çünkü Mersin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Dr. Funda Hülagü’nün, “Araplar ‘yeni Osmanlıcılığa’ direnir,” saptamasıyla dillendirdiği gerçek uyarınca “Adına ister ‘yeni Osmanlı’, ister ‘stratejik derinlik’, ne derseniz deyin, Türkiye’nin son dönemde Suriye’ye odaklanan bölge politikası iflas etmiştir.”[33]Çünkü “Osmanlı nostaljisi bugünün sorunlarını çözemez”![34]
Nasıl olursa olsun, AKP’nin neo-Osmanlı eğilimli T.“C”sine Ortadoğu’da düşebilecek konum alt-emperyalizmden öte bir şey olamaz, olmayacaktır da…
AKP’ce “Kürecik’in NATO (Amerikan) toprağı” ilan edilip, “Kalkanlar… Füzeler… Patriyot’lar…” ile donatıldığı coğrafyamızda Başbakan Erdoğan, “Burası bir NATO radar üssüdür ve biz NATO’nun bir üyesiyiz. Ve burası bölge ve dünya için kurulmuştur. Burayı kaldırma hakkına yaptığımız protokolle sahibiz,” derken; Suriye’nin Kürt bölgelerinde etkili PYD’nin eşbaşkanı Salih Müslim, “Türkiye’ye yerleştirilecek Patriotlar İran ile olası bir savaşa hazırlık mahiyetindedir,” notunu düşüyor.
Aynı konuda Rusya Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Andrey Denisov de, Patriot füzelerinin Türkiye’nin Suriye sınırına konuşlandırması kararının “sorun çözmek yerine daha çok sorun” yaratacağı”nın altını çizerek, “Patriot füzelerini Türkiye sınırına yerleştirme fikri hoşumuza gitmiyor. Bu fikirde gizli tehdit görüyoruz” dedi.
Özetle T.“C”nin Suriye sınırına Patriot füzeleri yerleştirmesine ilişkin endişelerini belirten Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Alexander Lukaşeviç, bu tür adımların bölgeye istikrar getirmeyeceğini vurgularken; Rusya Hava Kuvvetleri Eski Komutanı Anatoli Kornukov, “Füzeler Suriye’den yönelecek muhtemel bir saldırıdan daha çok, Bağımsız Devletler Topluluğu ve Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü üyesi ülkeleri ve Rusya’yı hedef alıyor,” diye ekledi.
T.“C” İLE SURİYE
Cengiz Çandar, “Türkiye’nin Suriye politikasına eğilirken ‘ya hep, ya hiç’ veya ‘siyah-beyaz’ durumunda değiliz,” diye uyarsa da T.“C”, Suriye’de Esad rejiminin yıkılmasına taraftır; bu konuda aktif ve abartılı denilebilecek kadar da faaldir.
Bu konuda İran Şûra Meclisi Başkan Yardımcısı Hüseyin Şeyhülİslâm, Türkiye hükümetinin Suriye’de akıtılan kanlar ve meydana gelen yıkımın büyük bir kısmından sorumlu olduğunu belirtirken; eski Washington Büyükelçisi ve eski Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Nüzhet Kandemir, Suriye’deki El Kaide ve selefilere ilişkin olarak “Türkiye, başından beri radikal unsurların bir tür hamisi pozisyonunda kendini gösterdi,” notunu düşmeden edemiyor.
Kaldı ki ABD’nin Suriye’deki havalimanları ve askeri üslere karşı gerçekleştirilecek saldırılar için Ürdün ve Türkiye’de militan yetiştirdiğini iddiası eşliğinde, ‘The Independent’dan Robert Fisk’in, ABD’nin Afganistan’da Sovyetler’e karşı mücahitleri desteklediğinde Pakistan’ı silah akıtmak için kullandığını, şimdi de Türkiye’nin, Suriyeli muhaliflere silah aktarmak amacıyla Pakistan’ın rolünü üstlendiği vurgusuyla, “ABD’nin on yıllar boyunca Arap diktatörlüklerini destekleyip silahlandırdığını ancak beslediği akreplerin şimdi kendisini soktuğunu” söylerken hiç de haksız değildir.
Ayrıca Cengiz Çandar’ın, “Şayet ‘Kürt politikası’nı doğru biçimde kurgulamamışsanız Suriye politikasında hata yapmanız ve ‘yanlış sinyal’ almanız mümkündür,” diyerek Rojava’daki gelişmelere önemine gönderme yaptığı konuda M. K. Badrakuma da, “Türk ordusu ve istihbaratı Kürt bölgeleriyle fazlasıyla meşgul durumda,”[35] diyor.
Bu çerçevede Suriye’de Esad rejiminin yıkılmasına aktif taraf olan T.“C”, konumu itibariyle barışın karşısındadır.
Örneğin ‘The Guardian’ gazetesi, Suriye Ulusal Koalisyonu Başkanı Muaz el Hatib’in, Suriye Devlet Başkan Yardımcısı Faruk el Şara ile görüşme önerisini, ABD ve Batılı ülkelerin ihtiyatlı ama olumlu karşıladıklarını, öneriye sadece Türkiye’nin açıkça karşı çıktığını yazarken; Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) Başkanı Muaz el-Hatib’in, Suriye rejimi temsilcileriyle bazı şartlar dahilinde müzakereye hazır olduğunu açıklamasıyla Ankara’nın, “Esad, geçiş döneminde yer almasın ve bir an önce gitsin” şeklinde özetlenen politikasını çökertti.
IRAK’A T.“C” MÜDAHALESİ
Murat Yetkin’in, “Hükümetin bir Kürt ve bir petrol siyaseti var mı?” sorusunu yüksek sesle dillendirdiği koşullarda neo-Osmanlı eğilimli T.“C”nin “yeni” müdahale alanı Irak’tır…
BOTAŞ eski Genel Müdürü Mete Göknel’in, dünya petrolünün yüzde 27’sinin, doğal gazının ise yüzde 57’sinin Ortadoğu’da bulunmasının bugün Irak ve Suriye üzerinden yaşanan krizin temel nedenlerinden biri olduğunu belirttiği tabloda; enerji kaynakları kadar enerji koridorları da büyük bir çatışma alanı hâline geldi.
Göknel, “Erbil ve Bağdat arasında petrol antlaşması yok, bunun anayasası da belirlenmedi. Bu nedenle petrolün dışarı hangi yoldan çıkacağı bir çatışma nedeni hâline geldiği”nin altını çizerek ekliyor:
“Irak beş yılda Arabistan’ı geçecek petrol birikime sahipken; Irak-Türkiye boru hattının önemi de buradan ileri gelmektedir. Eğer Türkiye seçeneği olmazsa tek çıkış yolu Suriye’dir ve Kuzey Suriye önem kazanmıştır. Libya’ya müdahale ve İran-Irak savaşı da aynı nedenle cereyan etti. Akdeniz’e açılmak için Kuzey Suriye ve Kürtler önem kazandı.”
Bunun yanında petrolde yüzde 92, doğalgazda yüzde 98 oranında dışa bağımlı olan Türkiye’nin, yeni ve ucuz kaynak arayışı da tüm yakıcılığıyla gündemdeyken; Türkiye Rusya’dan aldığı her bin metreküp doğalgaz için 406 dolar ödüyor. Aynı miktar için Azerbaycan’a yaklaşık 300, İran’a ise 500 doları aşkın para ödeniyor. 2012 yılında 48 milyar metreküp civarında doğalgaz tüketildiği düşünülünce, ortaya oldukça kabarık bir enerji faturası çıkıyor.
Enerji faturasını düşürmek isteyen Türkiye’nin, petrol ve doğalgaz konusunda yeni kaynak arayışları sürerken, en önemli adres ise Irak olarak gösteriliyor. Bilhassa Kuzey Irak’taki IKBY ile yeni bir “Irak” paketi üzerinde çalışılıyor.
‘The Financial Times’da 12 Aralık 2012’de yayımlanan makalede de “Türkiye ve IKBY, Türkiye’nin Kürt petrol ve doğalgaz endüstrisine yapacağı ve bölgeyi dönüştürebilecek dev yatırım müzakerelerinde sona yaklaştı” denilmiş, anlaşmanın arama ve üretimden, ihracata kadar, yeni bir enerji koridoru yaratabileceği kaydedilmişti. Yazıda ayrıca Türkiye’ye günlük 3 milyon metreküp petrol, 10 milyar metreküp doğalgaz ihraç edilebileceği belirtilmişti.
Öte yandan, Irak Milli Haber Ajansı NINA’nın 2 Şubat 2013’de geçtiği haberde, IKBY sözcülerinden Saven Dazia’nın, bölgenin Türkiye’ye petrol ihracına olanak tanıyacak boru hattını uygulama konusunda kararlı olduğu vurgusuyla, “Türkiye ile konuşmalar ve müzakereler devam ediyor ve ileri evrelere gelindi,” sözlerine yer verildi.
Ankara ile Bağdat arasında, Başbakan Erdoğan ile Irak Başbakanı Maliki arasında uzun süredir yükselen gerilim, yaşanan sorunun ana kaynağı olarak algılanıyor. Aslında Kuzey Irak petrolünün mevcut Kerkük-Yumurtalık hattı üzerinden dünyaya satışının devamı konusunda 2012 yılında Irak hükümeti, Türkiye ve IKBY arasında uzlaşma sağlanmış ve ticaret başlamıştı. Ancak 2012 sonunda Maliki, satıştan Kürtlerin payına düşen oranı ödemeyerek anlaşmayı bozdu. Maliki’nin kararında Suriye’de yaşananlar ve üzerindeki İran etkisi kadar, Türkiye’nin kendi aleyhinde planlar yaptığı şeklinde bir algının etkili olduğu düşünülüyor.
Ankara ve Erbil’deki bölgesel yönetimin lideri Mesud Barzani arasında, Bağdat’ın onayı dışında ayrı bir boru hattı kurulması yönündeki temaslar Maliki’nin bu tavrından sonra hız kazandı. Bu yönde bir taslağın ortaya çıktığı ve Ankara’da bazı bakanların önünde olduğu çok yoğun biçimde konuşuluyor.
Aslında bunda şaşırtıcı olan bir şey de yok. Çünkü Murat Yetkin’in, “Yeni Kürt stratejisinin uygulanmasında Irak Kürtleri ve Barzani ile koordinasyonun kilit rol oynayacağı da anlaşılıyor,” notunu düştüğü “Erdoğan’ın Erbil ziyareti, ‘yakınlaşma’yı da aşacak ‘entegrasyon’un ipuçlarını verdi,” demişti çok önceleri Cengiz Çandar…
Aynı konuda Fethullah’çı bir beyaz Kürt, Bejan Matur da şunların altını çiziyordu:
“Başbakan Erdoğan’ın Kürdistan ziyareti uzun zamandır bekleniyordu. Gezinin zamanlamasının özellikle Başbakan açısından isabetli olduğu görülüyor. Bir yanda çözülmekte olan Arap coğrafyasının lider arayışı, diğer yanda uzun zamandır süren ittifakların artık ifşa edilmesi gereği dururken Başbakan’ın artık riskleri sıfıra inmiş Erbil ziyaretini gerçekleştirmesi sürpriz değil. Siyasi kariyerinde hep şanslı olagelen Başbakan Erdoğan’ın bir kez daha doğru adım atmış olması sadece kendisinin değil, Türkiye’nin de artı hanesine yazılacak bir jest niteliğinde…
Başbakan Erdoğan kadar Barzani’nin de kendi ajandası ve gelecek hedefiyle davrandığı bir buluşmadan söz ediyoruz. Ve bu hedeflerin, gizli açık ajandaların içinde total doğrular ve total yanlışlar aramak her şeyden önce işlevsel değil. Alerjilerine ısrarla sığınanlar farkında olamayabilir ama çıkarların buluştuğu ve ayrıştığı alanlar eski ölçülere göre belirlenmiyor artık. Sadece dünya değil, Ortadoğu da hızla değişiyor.”[36]
Fethullah’çı beyaz Kürt Matur’un saptamaları malumun ilamıdır; ‘Yeni Şafak’çı Veysel Ayhan’ın satırlarında itiraf ettiği gibi:
“Irak Kürdistan Yönetimi 12 milyar dolarlık bir ticaret ilişkisiyle Türkiye ekonomisine ciddi bir katkı sağlamaktadır. Bunların dışında siyasal olarak Irak’ın bir bütün olarak İran’ın etki alanı altına girmesi önünde de en önemli engeli oluşturmaktadır. Özellikle Körfez’deki Arap ülkeleri açısından Kürtler, İran ve Irak’ın ortak bir Şiî politikası oluşturması önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır. Diğer yandan yüzbinlerce Türkiye vatandaşı Kürt bölgesinde ticari nedenlerden dolayı yerleşmiş bulunmaktadır.
Hâli hazırda milyarlarca dolarlık bir ihaleleri yüklendikleri gözle görülüyor. Enerji alanında da işbirliği için oldukça önemli adımlar atılmış durumdadır. Kürt yönetimi 2015’de günde 1 milyar varil petrolü Türkiye üzerinden ve Türk şirketlerinin ortaklığıyla uluslararası pazara aktarmayı öngörüyor. Bu vesile ile Türkiye’nin hem güvenli enerji kaynaklarına erişim sorununu çözeceği hem de Kürt bölgesiyle bir entegrasyona gidebileceği ifade edilmektedir.[37]
Evet, evet Kuzey Irak’la ekonomik işbirliğinin “Amerika’nın dahline rağmen” geliştiğini anlatan Başbakan Erdoğan’ın, Irak hükümetini ülkeyi iç savaşa doğru sürüklemekle suçlamasıyla, “Burada iç savaşa doğru rejim bu işi götürmek istiyor, taşımak istiyor. Allah göstermesin bunu bir mezhep savaşına taşıyabilirler endişesini hep taşıdık. Şu anda bu korkulanlar yavaş yavaş olmaya başladı. Bu bizi endişeye sevk ediyor. Bu aynı zamanda, şunu da söyleyeyim bir petrol kavgası da olabilir,” dediği koordinatlarda Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Mesud Barzani’yi Erbil de ziyaret etti. Ziyaretin ardından konuşan Çağlayan şu açıklamayı yaptı:
“Irak’la ilgili son gelişmeyi paylaşmak istiyorum sizinle. 17 Ocak 2013’de Irak Elektrik Bakanlığı, ENKA’nın 235 milyon dolarlık elektrik santralı ihalesini onayladı. Sağlık Bakanlığı da başka bir firmanın 125 milyon dolarlık hastane yapım ihalesini onayladı. Yani 1 günde yaklaşık 400 milyon dolarlık yatırım onaylanmış oldu.”
GÜNEY KÜRDİSTAN’IN EKONOMİK İSTİLASI
“Kuzey Irak petrolü, Mehmet Emin Karamehmet’i en zengin Türk yaptı”[38] haberleri eşliğinde güney Kürdistan’ın T.“C” tarafından ekonomik istila girişimi söz konusudur.
Kamu bankaları Kuzey Irak’ta şube açınca harekete geçen Bank Asya ve Albaraka da Erbil’de bankacılık yapmak için izin aldı. Bir yandan yer bakan katılım bankaları bir yandan da personeli ayarlıyor. Türk bankalarının Kuzey Irak’a şube açma yarışına katılım bankaları da iştirak etti. Ziraat Bankası, Vakıfbank ve İş Bankası’nın ardından Bank Asya ve Albaraka Türk de Erbil’e şube açmak için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun kapısını çaldı.
Erbil’deki şubesinin resmi açılışını gerçekleştiren Bank Asya, bölgede yatırım yapan beş Türk bankasından biri oldu. Erbil Şubesi’nin resmi açılış töreni IKBY’nin önde gelen isimlerinin katılımı ile yapıldı. Bölge için uzun vadeli hedeflerle hareket eden Bank Asya, bölgede yatırım yapan 5 Türk bankasından biri oldu.
Kuzey Irak’ta Divan Oteli’ni açan Koç Holding’in Erbil’de elektrik santralı ve petrol sahaları için yatırım planları olduğunu açıkladı.
IKBY, Irak hükümeti ve Bölgesel Doğal Kaynaklar Bakanlığı’nın desteği ile düzenlenen “Kuzey Irak Petrol ve Gaz Konferansı”, Türkiye’nin petrol ihtiyacı açısından ilginç gelişmelere sahne oldu. Konferansın altın sponsoru Genel Energy International’in üst yöneticisi Mehmet Sepil, ürettikleri petrolü Yumurtalık boru hattıyla buluşturacak 450 milyon dolarlık yeni bir boru hattı projesini planladıklarını açıkladı.
Vb’leri, vd’leri…
Tam da bu noktada “Şöyle yazıyor Hasan Cemal: ‘Irak’ın neredeyse Suudi Arabistan kadar petrol zenginliği var. Bu açıdan Musul ve Kerkük’ün yanı sıra Kuzey Irak’taki ham petrol rezervlerinin de olağanüstü zengin olduğu ortaya çıktı. Devletin zirvelerinde bunun Türkiye açısından ne anlama geldiğinin çok iyi farkında olanlar var. Hiç kuşkusuz Irak Kürtleri de üstünde oturdukları bu zenginliğin kendileri için bir refah ve gelecek garantisi olduğunu iyi biliyorlar. Kısacası: Türkiye de Irak Kürt yönetimi de karşılıklı iyi ilişkilerin her iki tarafın da çıkarına olduğunun bilincindeler. Bu nedenle, devletin zirvelerinde esintiler öyle ki, Kuzey Irak’taki petrol zenginliği konusunda Türkiye -Amerika dahil- kimseye meydanı boş bırakmak niyetinde değil.’
Örneğin, Turkcell’in sahibi Karamehmetlerin Genel Enerji ile, Tüpraş’ın sahibi Koç Grubu’nun, İngiliz ve Amerikalılarla Kuzey Irak’ta petrol yatırımlarını ve/veya niyetlerini hatırlayarak meydanın kimseye bırakılmak istenmediği açık. Ama petrol bu… Meydanı boş bırakmamak kolay mı? Tereyağındaki kıl değil ki, çekip alasın… Evdeki hesaplar çarşıya uyar mı? Türkiye’deki devletin zirvesinde, petrol uğruna ‘Kürtlerle hemhâl olma’ niyetlerinin Bağdat pekala farkında ve Şiî liderliği Türkiye’nin petrole sulanmasını, ‘ahlâksız teklif’ olarak görüyor.”[39]
Şu hâlde, “Hükümetin, Kürt sorununun çözümü için oluşturduğu yeni plan içinde, ekonomik ayağa büyük önem verdiği anlaşılıyor. Enerji Bakanlığı ile Kuzey Irak yönetimi arasında imzalanan enerji anlaşmasının, kamuoyuna yansıdığından çok daha kapsamlı olduğu gelen iddialar arasında.
Kuzey Irak yönetimi ile gidilecek kapsamlı işbirliğinin iki ülkeyi birbirine bağımlı kılmasının amaçlandığı, buradan yola çıkılarak, özellikle Kuzey Irak yönetiminin desteği ile Kürt sorununun çözümü için önemli yol alınmasının planlandığı kaydediliyor.
Uzmanlar, Türkiye ile Kuzey Irak yönetimi arasındaki asıl yakınlaşmanın ABD’li petrol devi Exxon’un, Irak merkezi yönetimiyle çatışma pahasına, 2011 yılında Kuzey Irak’ta faaliyet gösterme kararı ile başladığının altını çizerek ABD’nin müttefiki Türkiye’nin faaliyetlerini arttırmasının kaçınılmaz hâle geldiğini söylüyorlar. 2012 yılının başından itibaren Türkiye ile Kuzey Irak yönetimi arasında işbirliği çabaları arttı ve 2012 Mayıs ayında kapsamlı bir anlaşma imzalandı.”[40]
İstanbul’da 5 Haziran 2012’de başlayan Dünya Ekonomik Forumu’nun ilk paneli ‘Yeni Enerji Koridorları’ndan önemli bir mesaj çıktı.
“Nabucco out, Irak in” diye özetleyebileceğim mesaj yeni enerji boru hatlarının, yeni işbirliklerinin de ipuçlarını verdi.
Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın da katıldığı panelde “Nabucco out, Irak in” mesajını şu iki kişi verdi: Kuzey Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Havrami ile Azerbaycan Enerji Bakanı Natık Aliyev.
Kuzey Irak’a 4 yılda yaklaşık 50 ülkeden şirketlerin geldiğini belirten Havrami özellikle enerji alanında faaliyetlerin giderek arttığına dikkat çekiyor.
“Ciddi petrol ve doğal gaz rezervlerimiz var. Birkaç yıl önce günde bin varil petrolle başladık. 2015 yılında günde 1 milyona, 2019 yılında ise 2 milyon varile ulaşacağız” diye devam ediyor.
IKBY’nin ihracat kapasitesi günde 300 ila 350 bin varilken; Irak Kürdistanı’nda hâlen günlük 200 bin varil petrol üretiliyor. Türkiye’nin üretimi ise 70 bin. Irak Kürdistanı ile Türkiye arasındaki 300 kilometrelik boru hattının 70 kilometresi bitmiş durumda. Merkezi hükümet ise buna misilleme olarak TPAO’nun lisansını iptal etti. İki ülke arasındaki ticaret 12 milyar dolar.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile IKBY Lideri Mesud Barzani, Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin yürüttüğü politikaya ortak tepki gösterdi.
Davutoğlu ve Barzani, Maliki’nin politikalarından duyulan rahatsızlığı, “Irak bölünmemeli. Bu hem Irak’ın geleceği açısından, hem de bölge açısından büyük tehlikelerin ortaya çıkmasına neden olur” görüşünde mutabakata vardı. Dünya Ekonomik Forumu’na katılmak üzere Davos’a giden Davutoğlu ve Barzani 23 Ocak 2013 akşamı bir araya geldi. Görüşmede terörle mücadelede işbirliği konusunun yanı sıra Irak ve Suriye’de yaşanan gelişmeler ele alındı.
Türkiye ile Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi arasındaki ilişkiler giderek sıkılaşırken Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’la karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesini görüşen, ardından Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ü ziyaret eden ve görüşmeleri “Türkçe” yapan IKBY Sanayi ve Ticaret Bakanı Sinan Çelebi, “Biz de her konuda Türkiye’yi örnek alıyoruz… Bölgede bizi 1 numaralı dost kabul edin” dedi.
İki taraf arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi için daha önce merkezi hükümet ile mutabakata varılan Ovaköy ve Şinova’da iki ayrı gümrük kapısı açılması ve Habur’a 3. köprü inşası konusunda Bağdat bir türlü onay vermiyor. Buna karşılık merkezi yönetim yeni dengeler arıyorken; Reuters’da yer alan bir habere göre Exxon Mobil CEO’su Rex Tillerson, ülkenin güneyindeki Batı Kurna 1 sahasında “daha önce durdurulan faaliyetlerine devam etmek için” 23 Ocak 2013 günü Irak Başbakanı Nuri el Maliki ile görüştü.
Nihayet tüm bunlarla bağıntılı olarak Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani’nin 17 Mayıs 2012 tarihinde Ankara’da yaptığı temaslarda, PKK’nın Kuzey Irak’taki varlığına karşı etkin işbirliği konusu ile Türk şirketlerinin Kuzey Irak’taki yatırımları ele alındı.
Tablo buyken tepkisini dile getiren Irak Başbakanı Maliki, Türkiye’nin Irak, Suriye, Mısır ve bazı diğer ülkeleri kontrol etmeye çalıştığını belirtti. ‘El Şark el Avsat’a konuşan El Maliki, “Türkiye, Irak’ın içişlerine karışırken mezhepsel unsurlara ve mali desteğe güveniyor. Muhalifler ve radikaller devamlı Ankara’da toplanıyor” diye konuştu.
NEO-OSMANLI(NIN) EMELLER(İ)!
BİLGESAM’a bağlı ‘Dış Politika ve Savunma Araştırmaları Grubu’nun, Türkiye-Irak ilişkileri konusunda “Türkiye’nin Irak’ın parçalanması riskine karşı Kürtleri ve Bağdat yönetimini uyarması”; hükümetin de “Bağdat yönetimi ile anlaşmazlık noktalarını bir an önce çözmesi” uyarılarını dillendirdiği; Enerji uzmanı Necdet Pamir’in, Irak’taki petrol ve gazın Irak hükümetinin onayı olmadan Kuzey Irak’taki yapı ve iktidara yakın şirketler aracılığıyla Türkiye üzerinden uluslararası piyasaya çıkarılmasına dikkat çekip, “Birtakım kâr hevesleri uğruna Türkiye’yi son derece tehlikeli bir maceranın içine itiyorlar,” dediği tabloda “IKBY’nin Bağdat ile artan çatışması ve AKP rejiminin ‘petrol odaklı’ alt-emperyalist niyetleri, hem Irak ve Suriye’de, hem de Türkiye’de Kürtlerin durumunu gündeme taşımış bulunuyor.
31 milyon nüfuslu Irak, ham petrol rezervlerini elinde tutan petrol zengini ülkelerin 6’ncısı. Doğalgaz rezervlerinde de 13’üncü büyük ülke. Ama Irak bu kaynaklardan daha iyi yararlanmak için iç istikrarını tesis edebilmiş değil. Nüfusun yüzde 75-80’i Arap, yüzde 15’i Kürt. Üçte ikisi Şiî… Yani İran’a yakın Şiî Arap hâkimiyeti var Irak’ta. Rusya ve Çin’e yanaştığı da gözleniyor. ABD sayesinde varlık bulan Sünnî Kürt bölgesi yönetiminin, Arap Şiî yönetimi ile çatışması bekleniyordu. Ülke bütünlüğüne hassas Kürt lider Talabani’nin cumhurbaşkanlığı da önleyemedi bu karşı karşıya gelişi. Bağdat, Kürt yönetiminin adeta bağımsız devlet gibi davranmasından şikâyetçi…
Petrol, bölgenin ana kaynağı. 112 milyar dolarlık milli gelirin yüzde 85’i petrolden sağlanıyor ve devlet bütçesine giriyor. Irak’ta kişi başına gelir, Türkiye’dekinin yüzde 40’ı kadar ama gidilecek çok yol var. Petrol ihraç edip her şeyi neredeyse ithal ediyorlar. Türkiye, Irak ithalatında (44 milyar dolar) dörtte bir paya sahip. Kürt yönetimi, Bağdat’a sormadan anlaşmalar yapmaya ve petrolden gelir almaya yeltenince, Bağdat’ın şimşeklerini üstüne çekti ve bir dizi ikazdan sonra Başbakan Maliki, Dicle Operasyonlar Komutanlığı’nı kurarak Kürtleri ‘terbiye’ etmeye girişti.
AKP rejimi, Ortadoğu’daki Şiî eksene karşı tutumunu Irak’ta da koruyor ve Irak Kürtlerine hamiliğe soyundu. Irak petrolü, özellikle Türkiye burjuvazisinin ağzını sulandırıyor. Şimdiden Kürt yönetiminden alınmış izinler var ama Bağdat, bunları tanımama eğiliminde. Cari açığı enerji ithalatı büyüklüğünde olan Türkiye’de, AKP rejimi petrolün peşinde…
Irak Kürtlerini Irak bütünlüğünden kopartmak, dahası Suriye Kürtlerini de Barzani KDP’si üstünden ayartarak ‘federe unsur’ olarak Türkiye’ye eklemlemek ve petrolün tadını çıkarmak, ana senaryo. Bu, bir fantezi olmaktan çıkarılıp gerçekliğe dönüştürülmek isteniyor. Hem de ABD’nin uyarılarına rağmen…”[41]
Kolay mı? “İran’a yakın duran Bağdat’taki Maliki yönetimi ile gerilimi büyüten AKP rejimi, Erbil’deki Kürt yönetimini, Bağdat’a karşı kışkırtıcı bir tutum içinde. Bu arada bölge için yeni harita çizimleri de konuşuluyor. Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in 20 Ocak 2013 tarihli ‘Yeni Şafak’ta yer alan ifadesini anımsayın: ‘Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi bölgede sınır ve harita değişikliğini gündeme getirebilir…’
Saddam’ı devirmekle beraber Irak’ta istediği düzeni gönlünce kuramayan ABD’nin, PKK sorununun hâlline itirazı yoktur ama ya harita meselesi? Bu konuda Ankara Büyükelçisi Ricciardone, 6 Şubat 2013’de medyaya açık konuştu: ‘Türkiye ve Irak, ilişkilerini en iyi hâle getiremezse daha da kötü sonuçlara yol açabilir. Daha şiddetli çatışmalar olabilir, başka güçler devreye girebilir. Irak’ı bütün olarak görmek gerekir’…
Bölgenin, Bağdat’a yakın İran’ın daha fazla nüfuzu altına girmesinden endişesi olan ABD’nin, şimdilik yekpare Irak’tan yana olduğu açık. Bu durumda Türkiye burjuvazisinin ve AKP rejiminin Kuzey Irak yönetimini ayartması nasıl mümkün olacak? ABD’ye rağmen mi? AKP rejiminin tehlikeli oyunu burada başlıyor. Bir oldubittiye getirip ‘Kürtler, Bağdat ile olmak istemiyorlar, kim zorlayabilir?’ gerekçesi ABD’nin önüne konabilir. Gidiş, o yönde… Kaldı ki, Bağdat’ın petrol iplerini kendi elinde tutmak istemesi ve daha ‘ulusalcı’ duruş niyetleri, ABD kökenli çokuluslu petrol şirketlerinin sabrını zorluyor, onları Türkiye ile birlikte davranmaya doğru itiyor.
Irak’ın petrol ve doğalgaz rezervleri tahminlerden de büyük. Türkiye’nin rant avcısı burjuvazisi, halkları birbirine düşürmek pahasına, hem bunların üretilmesinden ortaya çıkacak zenginlikten pay peşinde hem de boru hatları ile taşınması konusunda inisiyatif almak istiyor.
Irak’ın en önemli petrol ihracat limanı Basra’da, Mina El-Bakr. Güney Irak sahalarının boru hattı ile bağlandığı bu terminal günde 3 milyon varil yükleme kapasitesinde. Türkiye’den geçen ITP- Kerkük Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı da Irak’ın en büyük ihracat hatlarından bir diğeri. Karayolu taşımacılığı çıkış yolu da İskenderun Limanı. Ancak, ITP hattının her iki merkez kontrolünde olması bu hattın rasyonel kullanımını olumsuz etkiliyor. Doğalgazın sevki için ise henüz bir boru hattı yok. İhracat için Kuzey Suriye topraklarının kullanılması da bir seçenek. Bu da Sünnî Kürt nüfusun yoğun olduğu Kuzey Suriye topraklarının kolay kontrol edilebilir hâle getirilmesini gerektiriyor.
AKP rejimi ve arkasındaki fırsatçı Türkiye sermayesi, Irak’taki Kürt-Arap (hatta Türkmen) gerilimini kışkırtıp nüfuz alanını genişletme ve o ölçüde bölge kaynaklarının talanından pay alma derdinde. Kürt sorununa çözüm adı altındaki elma şekeri servisi, sadece bu talanın yol temizliği için.”[42]
ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin eski Türkiye Direktörü Jeff Collins, “Obama Türkiye’yle yakın ilişkiye inandı,” dese de; ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland’ın “Türk liderlerin kışkırtıcı ifadeleri endişe verici” dediği tabloda; neo-Osmanlı emellere itirazı olan ABD şahsında Cengiz Çandar, “Ankara’nın Ortadoğu’da işi, Washington’la da zor; Washington’sız da…” saptamasını dillendiriyor!

***