Kürtler ve Ortadoğu BÖLÜM 3
T.“C”NİN KÜRT SORUNU!?
T.“C”nin Kürt sorunu, aslında parçalanmış bir sömürge Kürdistan meselesidir.
Hasan Cemal’in, “Kürt Sorunu sahneye nasıl çıktı?” fantezilerini bir kenara bırakırsak; konu sadece Türkiye’den ibaret olmayıp; Kürtlerin bölgede dört ayrı ülkeye bölünmüş olduklarını; meselenin tüm bölgeyi ve başta ABD olmak üzere, AB’yi ve Rusya ile Çin’i ilgilendirdiği; uluslar arası olduğunu bir an dahi unutmamak gerek.
O hâlde “misak-ı millici” önerilere kayd-ı ihtiyatla yaklaşılmalıdır.
Mesela Sosyal Siyasal Araştırmalar Merkezi’nin, Diyarbakır’da “Bir referandum olsa Kürtler ne ister?” sorusuna ankete katılanların yüzde 49.2’si “demokratik özerklik”; yüzde 19.2’si “bağımsızlık”; yüzde 5.4’ü “federasyon”, yüzde 7.1’i “merkezi yönetim” yanıtını[43] verirken; Muhammed Nureddin’in, “Türkiye’nin Kuzey Irak Kürtlerine olan yaklaşımıyla Türkiye Kürtlerine karşı tutumu arasındaki farklılıklar dikkat çekiyor,”[44] saptaması “es” geçilmemelidir!
Bugün nelerin tartışıldığından çok daha dün Kürt meselesine ilişkin olarak Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Genel Başkanı Ahmet Türk’ün, “Umudumu Kaybettim!”[45]dediğini unutmayın!
Diyarbakır’da DTK tarafından düzenlenen Kürdistan İslâm Kongresi’nde konuşan Türk’ün, Kürt halkının esir durumda yaşadığını söylerken; Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in de, “Kürt halkının özgürleşmesi gerekir. Bir gün mutlak Kürt ve Kürdistan özgür olacaktır,” dediğini de[46] anımsayın!
Yine BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, hükümetin Mesud Barzani’yi öne çıkarmaya çalıştığını belirterek, “Barzanili çözümün Türkiye Kürtlerinde bir karşılığı yok,” saptamasını![47]
Geçenlerde yitirdiğimiz KADEP Genel Başkanı Şerafettin Elçi’nin, “En uygun çözüm federasyondur.”[48] “Devletin şunu bilmesi lazım: Bir Kürt’e yapılan haksızlık, en azından yüzlerce insanda devlet nefreti yaratır,”[49] uyarısını!
Nihayet ‘El-Şarkiye’ televizyonuna açıklamasında, yıllardır Kürtlere karşı büyük bir zalimlik yapıldığını, ancak Kürtlerin de bir gün birleşerek müjde vereceğini kaydeden Mesud Barzani’nin, “Bu gerçek gözardı edilemez. Biz de bir ulusuz, diğerleri gibi. Fars, Arap, Türk ulusundan bir eksiğimiz yok. Arap ulusu kaç ülkede bölünmüş. Kürdistan kaç ülke arasında bölünmüş ve hiçbir zaman Kürt devleti olmasına izin verilmedi” diyerek; hiçbir bölünme ve birliğin zorla olamayacağını, bunun örneklerinin Çekoslovakya ve Almanya’da görüldüğünü vurgulamasını[50] görmezden gelmeyin!
Evet, evet bugün nelerin tartışıldığından çok daha dün Başbakan Erdoğan’ın, Kürt sorunu diye bir şey tanımadığı vurgusuyla, “Tutturmuşlar Kürt sorunu. Kürtçülüğü reddediyorum. Ben kardeşlerime eşit mesafedeyim” dediğini; AKP Hükümeti sözcüsü Hüseyin Çelik’in, İmralı görüşmelerine ilişkin olarak, “Tek amaç terör örgütünde silah bıraktırmaktır,” vurgusunu küçümseyemezsiniz!
AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un, “Kürt meselesini demokrasi, insan hakları ve eşit yurttaşlık seviyesinde çözmek mecburiyetindeyiz,” sözleri Kürt sorununu çözüyoruz diye Kürtleri çözme taktiğinin bir parçasından başka bir şey değildir!
Söz konusu girişime Hillary Clinton’ın ağzından “Doğru yoldasınız,” desteğini esirgemeyen ABD tavrı da bu likidasyonun mütemmim cüz’lerindedir!
Buna bir de Mesud Barzani faktörünü eklemek gerek.
Belkemiksiz liberallerden Şahin Alpay’ın, “Barzani’nin (ve başka Kürtlerin) zorlamayı, şiddeti ve ırkçılığı dışlayan, liberal-özgürlükçü nitelikteki milliyetçiliğine saygı duyuyorum,” notunu düştüğü IKBY Başkanı, Kürtlerin haklarını elde etme zamanı geldiğini belirtip, “Kürtlerin yolu diyalog ve siyasettir” diyor.
“İşte bu hakları birilerine saldırarak, şiddetle istememeliyiz. Kürtlerin yolu ancak diyalog ve siyasettir,” diyen ve Kürtlerin kendi kaderlerini tayin ederken, “siyasi ve diyalog yolunu” tutması gerektiğini vurgulayan Barzani ekliyor: “Mücadele ettik ve ediyoruz; ama şiddetle değil silahla değil”![51]
Ortadoğu’nun tümü gibi kendisi de silahlanan Barzani PKK’yi silahsızlanmaya çağırıyor!
Sedat Yurtdaş’ın, “Türkiye’nin Barzani’yle yakınlaşmasında hem zorunlu bir kabul var, hem de ekonomik ve mezhepsel sebepler var. Bu yakınlaşma nihayetinde Mesud Barzani’nin AKP’nin kongresinde konuşma yapmasına dek uzandı… Barzani’nin bütün Kürtler üzerinde olumlu bir etkisi var. Ben hükümet ve Barzani arasındaki iyi ilişkilerin zaman zaman PKK ve BDP açısından olumsuz yansımaları olmuşsa da bugün ve gelecek açısından çok olumlu katkıları olacağı kanaatindeyim. İmralı sürecinin yeniden başlamasında Barzani’nin önemli bir katkısı olduğunu düşünüyorum,” saptamasıyla değerlendirdiği T.“C”-Barzani ilişkisine Arzu Yılmaz da şu haklı notu düşüyor:
“IKBY Başkanı Mesud Barzani’nin AKP Kongresi’nde söylediklerine, konuşmasının detaylarına bakıldığında, AKP’liler Barzani ile ne kadar ‘gurur’ duysa yeridir diye düşünmeden edemiyor insan. Çünkü Kürt sorunu konusunda Barzani, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bile yapmadığı ölçüde, açık ve net bir destek sunuyor AKP’ye.
Ne diyor Barzani: ‘AKP iktidara geldiği günden beri Türkiye adım adım aydınlık bir geleceğe yükselirken, hem bölgesel hem uluslararası alanda öne çıkıyor… Kürt ya da Türk, kan dökülmesi talihsizliktir. AKP’nin ve liderinin sorunun çözümü için benimsediği politikaları doğru buluyorum. Önce Diyarbakır, sonra Erbil’de Kürtlerin inkâr edildiği günlerin sona erdiğini ve Kürt sorununun çözülmesi gerektiğini söylediği için cesaretinden dolayı Erdoğan’a teşekkür ediyorum. Ben bütün Kürtlerin bu politikayı desteklemesini ve şiddetle aralarına mesafe koymalarını bir zorunluluk olarak görüyorum. Biz şiddetin durması ve bu sorunun bir an önce çözülmesi için Erdoğan’a her türlü desteği vermeye hazırız’…”[52]
Dikkat “Mesut Barzani ‘Erdoğan’a destek’ sözünü telaffuz etmekten geri durmuyorken; ‘Mesut Barzani’nin Türkiye nezdinde ‘bölgedeki en güvenilir, en yakın dost ve müttefik’ hâline geldiği şu dönem, onu ‘Kürt bağımsızlığı’ ve ‘Irak’tan ayrılmak’tan en çok söz ettiği dönem,” vurgusuyla açıklıyor verili hâli Cengiz Çandar da!
“SON” GÖRÜŞMELER: “HUDEYBİYE OLAYI” MI?
“Son” görüşmeler böyle bir arka planla devreye sokuldu.
Kaldı ki “Türkiye demokratikleştikçe Kürtler Türkiyelileşiyor”[53] tezine yaslanan ve Başbakan Erdoğan’ın “Sürüyor” dediği “son” İmralı görüşmeleri MGK’nın bilgisi dahilindeydi.[54]
Murat Yetkin’in, “Başbakan’ın 15 Ocak 2013’de ilk kez ‘barış süreci’ ifadesini kullanması kendi başına Kürt sorununda bir dönüm noktası sayılabilir”; ya da AKP’nin Kürt açılımı mimarlarından Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ın, “Kürt sorununun iki yıl içinde çözülecek,” söylenceleri eşliğinde AKP’nin 8 Şubat 2013’deki MYK toplantısına Erdoğan’ın “Anayasa’nın referanduma götürülmesi konusunda BDP ile işbirliği yapabiliriz,” sözleri kimi çevreleri bir hayli “heyecan”landırdı!
Bunlardan birisi de “Öcalan’ın yol haritasında ortaya koyduğu ‘demokratik ulus’ ilkesine karşılık, Erdoğan’ın ‘Sebep Asabiyet’ ilkesini koyması, AKP hükümetinin bir yol haritası hazırlığı olduğunu gösteriyor,”[55] diyen BDP Hakkâri Milletvekili Adil Kurt’du; İmralı sürecinde hükümetin samimiyetinin sorgulanmaması gerektiğini belirterek, “Eğer Başbakan ve hükümet bir adım atmışsa bize düşen bu adıma karşılık vermektir,” diyen Kurt, “Bu son süreç fırsat mıdır?” sorusuna, “Elbette. Türkiye için çok büyük fırsattır. Kürt sorununun çözülmesi Türkiye’yi hem bölgede hem de Avrupa’da çağ atlatır,” yanıtını verip ekledi:
“Ortak vatan ortak bayrak ortak değerimiz. Bu topraklar onların vatanları ve yüzyıllardır da Türklerle birlikte yaşıyorlar. Bakın son süreç 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türklerle Kürtlerin ikinci büyük ortaklık projesidir. Ve demokratik zeminde başarıya ulaşırsa tüm Türkiye bu süreçten kazançlı çıkar. Parçalanarak, bölünerek kimse büyüyemez. Bakın Türkiye’nin büyümesinden korkan bir yapı var. Kürt sorununun bunca yıldır çözülmemesinden onların katkısı azımsanmaz. Ve bunu da yıllardır vatan/millet edebiyatı ile topluma yutturdular.”[56]
Sadece Adil Kurt mu? Değil!
MİT Eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş de, “Türkiye Kürt sorununu çözdüğü zaman bölgede büyük bir sıçrama yapabilir. Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi bölgede sınır ve harita değişikliğini gündeme getirebilir. Ya da, bölgenin yeniden şekillendirilmesi arayışlarını, doğrudan/dolaylı etkileme şartlarının oluşum içerisinde önem kazanır,”[57] saptamalarıyla paralel kanıda…
Sadece Cevat Öneş mi? Değil!
‘Yeni Şafak’ yazarı Yusuf Kaplan da, “Türkiye, Türkiye’nin sınırlarını aşan ve bölgesel boyutlar kazanan Kürt meselesini hem bütün Kürt halklarını, hem de uzun vadede bölgedeki bütün halkları ortak bir gökkubbe altında nasıl toplayabileceği meselesi üzerinde derinlemesine kafa yormak zorundadır,”[58] diyerek aynı şeyleri söylüyor…
Sadece Yusuf Kaplan mı? Değil!
“Kürt yurttaşlarının kimliğine saygıyı yerleştiren, yalnız kendi Kürtlerinin değil, bütün bölge Kürtlerinin saygı ve güvenini kazanan Türkiye ise, gerçekten lider ülke olabilir,” diyen Şahin Alpay ile “Türkiye’nin Kürt sorununun üstesinden gelmesi, tüm bölgede ‘zincirleme reaksiyon’ hâlinde Kürt sorununun çözümünü tetikleyecek,” vurgusuyla ekleyen Cengiz Çandar da…
Sadece liberal Şahin Alpay ile Cengiz Çandar mı? Değil!
Aslı Aydıntaşbaş’ın aktardığı üzere: “PKK’nın Avrupa sorumlusu ve Oslo sürecinin kilit isimlerinden Zübeyir Aydar’ın da… çizdiği ‘Türkiye’ tasavvurunun, AKP’deki bazı isimlerin vizyonuyla örtüşmesi… Söz ettiğim Ortadoğu’ya açılan, bölgesel liderliğe oynayan bir Türkiye…”[59]
Bu noktada sözü (ve örnekleri) daha da fazla uzatmadan Dursun Ali Küçük’ün, “Türkiye büyümek istiyorsa büyüsün, nasıl büyüyeceklerini bize mi soruyorlar. Türkiye’yi bu kadar düşünmenin sevdalıları nereden çıkıyor? Bunu Türkiye’ye öğretmek bize mi düşer?”[60] haklı sorusunu anımsamak bile yeter de artar…
T.“C” açısından “son” görüşmelerin amacı, Kürt Sorununu Ortadoğu’daki verili denge(sizlik)leri hesaba katıp, dizayn etmektir. Bu bağlamda “Yeni süreç başladığından beri tartışıldığı üzere, gelişmelerin yalnızca Türkiye bağlamında ele alınması, ortaya çıkan tablonun anlaşılmasına yardımcı olmuyor. Çünkü, asıl hedef, Ortadoğu’da hızla değişen bölgesel denkleme Türk-Kürt işbirliğini tesis ederek, daha güçlü bir şekilde dahil olabilmek. Bu hâliyle, Türkiye’nin Kürt sorununda çözümü ise süresiz bir çatışmasızlık ortamının yaratılması ve Kürtlerin talep ettiği kolektif hakların Başkanlık sistemi şartına bağlandığı bir Anayasa değişikliğinin yapılmasından ibaret. Müzakerelerin bu boyutunun nihayetinde bir Kürt-Türk barışına evrilip evrilmeyeceği meçhul. Ancak, asıl hedef ‘işbirliği’ boyutunda işler daha hızlı ilerliyor. Nitekim, Atalay ve Erdoğan da bu yüzden umutvar açıklamalar yapıyor.”[61]
Bu süreci de “Hudeybiye olayı”na benzetiyorlar.
Önce Fethullah Gülen, ardından da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın danışmanı ve AKP Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan, Öcalan’la başlayan görüşmeleri, Hz. Muhammet’in Müslümanların muhalefetine karşın düşmanlarına önce taviz verir gibi bir anlaşma yapıp, daha sonra tamamını kendisine biat ettirdiği “Hudeybiye olayı”na benzettiği herekesin malumudur.
Görüşmeler için Hudeybiye benzetmesini önce İmralı sürecine destek veren açıklamasında Gülen yapıp, “Bize ters gelen bazı şeyler olabilir; ‘Keşke şu görüşme olmasa.. şu anlaşma olmasa.. şu uzlaşma olmasa.. biz Türk milleti.. şöyle onurumuz var, böyle gururumuz var; boyun eğmesek.. bazı şeylere evet demesek’ denilebilir. Muhtemel o türlü şeylerle bazı problemler çözülecekse, işte o Hudeybiye sulhu mülahazasıyla, Hudeybiye sulhundaki mantık ve muhakemeyle, yapılması gereken şey neyse onu yapmak lazım” ifadeleriyle dile getirdi.
Yalçın Akdoğan da 11 Ocak 2013 tarihli yazısında Gülen’in Hudeybiye örneğine destek verip, örneğinin çok anlamlı olduğunun altını çizerek, “Elbette İslâm tarihinde yaşanan her olay veya peygamber efendimizin yaşadığı her hadise bugünkü olaylarla birebir tutularak yorumlanamaz. Ama peygamberlerin hayatı, inananları için aynı zamanda bir örnek oluşturabilir” sözleriyle İmralı görüşmeleri için Hudeybiye örneğini benimsediğini ifade etti.
Bakın bu konuda ‘Yeni Şafak’ yazarı Hilal Kaplan neler diyor:
“Eğer ‘İmralı süreci’ başarıya ulaşırsa, bu Türkiye tarihi için bir dönüm noktası olacak. Hatta mevzu ‘PKK sorununun hâlledilmesi’nden daha geniş bir bakış açısıyla ele alınır ve Kürt meselesinin nihai çözümü bağlamında başarıya ulaşırsa, en az yüz yıllık kaderimizi etkileyecek bir durumdan bahsettiğimizi söylemek gerekir. Abarttığımı düşünenler Kürt meselesinin çözülmemesinin en az yüz yıldır bu toprakları nasıl etkilediğine bakabilir.
Fethullah Gülen Hocaefendi de mevzuya ilişkin vaazında bu öneme dikkat çekmektedir. Hocaefendi, sürecin ‘heyet-i İslâmiye’nin huzurunun temini’ni yakından ilgilendirdiğini vurguladıktan sonra şöyle demektedir:
‘Ülkenin parçalanmasına meydan vermemek lazım… Devletimizin bir devlet-i aliyye olması istikametinde yoluna devam etmesini sağlamak lazım. Devletler muvazenesinde muvazene unsuru olmasını sağlamak lazım. Bu kadar vâridâtı, getirisi olan bir şey karşısında bazen kafamıza uymayan şeylere de katlanabiliriz.’
Tarihî açıdan zaten uluslararası bir konu olan Kürt meselesinin bu boyutunun Irak ve Suriye’deki gelişmelerle beraber giderek belirginleştiği bir süreçte, kendi meselesini çözememiş bir Türkiye’nin uluslararası denklemde ‘oyun kurucu’ güce sahip olması imkânsızdır.”[62]
“BARIŞ” VE İSMAİL BEŞİKÇİ’NİN UYARILARI
Özellikle İshak Alaton’un, “Eğitim dili Türkçe kalmalıdır. Bunun yanında diğer dillerin kültür ve edebiyatlarıyla birlikte öğretildiği kapsamlı bir biçimde anadilini öğrenme imkânı tanınmalıdır,” diyen TÜSİAD eski Başkanı Ümit Boyner’in, barış amaçlı müzakarelerin başarıya ulaşması durumunda Türkiye’nin ekonomik anlamda “uçacağını” söyleyen Güler Sabancı’nın yanında yayınladıkları bildirgede, “Türkiye-Irak-Suriye üçgenindeki bölgesel dinamik, Türkiye’deki Kürt sorununun çözümünü acil kılmaktadır,”[63] diyen ‘Abant Platformu’ katılımcılarının destek verdiği “son” sürece ilişkin olarak; “Herkes bir anda barışsever kesildi! Öcalan, BDP heyeti ile görüşmesinde, “Barış için kaybedilecek bir dakika zamanımız yok” dedi; basınıyla, sanatçısıyla, yazarıyla, ana muhalefet partisiyle bir anda merkezden düğmeye basılmış misali herkes “barış dili”ni kullanmaya başladı. Cemaat adına Fettullah Gülen de gecikmeden süreci onaylayan fetvasını kamuoyu ile paylaştı! Kalemi Kürtlere, Kürt siyaset damarına dönük kan ve küfür yüklü olan yazarlar bile “barış dili”ni kullanmaya özen gösteriyorlar! Amiyane tabirle dönemin ruhuna uygun hareket edip devlet projesinin sağ salim “başarıya ulaşması” için çabalıyorlar!”[64] diyen S. Çiftyürek’in uyarıları dikkate alınmalıdır.
Çünkü Yalçın Yusufoğlu’nun ifadesiyle, “Siyasette bir sözcük çok tekrarlanırsa içi boşalır, anlamı muğlâklaşır. Son zamanlarda ‘Barış’ da böyle oldu. Çünkü herkes ‘barış’tan kendi istediğini anlıyor”ken; verili belirsizlikte Kürt hareketinin silahsızlanmasını istemek, Kürdistan topraklarının bütünlüğü içinde ve Ortadoğu bağlamında düşünüldüğünde olumsuz bir yöneliştir. Çünkü bu silahsızlanma Kürdistan’ın bütünü düşünüldüğünde Barzani’yi tek silahlı güç olarak bırakmak demektir. Bu Kürt hareketinin sadece askeri değil aynı zamanda siyasi tasfiyesinin de önünü açacaktır.
Ortadoğu tam anlamıyla bir hesaplaşma arenası hâline gelmiştir. Ortadoğu’da herkes silahlanıyor. Özgür Suriye Ordusu’na bağlı olsun olmasın Suriye’de emperyalizm yanlısı veya Selefî odakların askeri gücü bunun sadece çarpıcı bir örneğidir.
Kürdistan Ortadoğu’da dört önemli devletin kesişme noktasında bir merkezdir. Dolayısıyla ABD emperyalizmine bütünüyle tâbi bir siyasi konumda olan Barzani’nin karşısında, emperyalizmin karşısına almış olduğu Kürt hareketinin silahsız kalmasını istemek, hem Kürdistan’da, hem de Ortadoğu çapında emperyalizmin oyununu oynamak, güç dengelerinin onun lehine dönmesini savunmak demektir ki, bu noktada da “İmralı mutabakatı barış için yetmez,” diyen İsmail Beşikçi’nin, Oslo sürecinin ardından İmralı’da yapılan görüşmelerin, Öcalan’a Kandil ve BDP ile irtibat sağlama şansı verilmezse tıkanacağı öngörüsünü[65] anımsamak gerekir.
Bu noktada öncelikle Öcalan ile görüşmelerin yeni olmadığını, devlet adına birileri -şimdi olduğu gibi- gerekli görülen zamanda Öcalan görüştüklerini ve bu görüşmelerde tarafların eşit olmadığının altını çizip; Akif Beki’nin, “Bugüne dek duyduğumuz, bildiğimiz bütün PKK analizleri yetersiz kalıyor. Yerleşik çözümlemelerin iflas ettiği yerdeyiz,” saptamasını da ekleyerek sözü ‘Sabah’ yazarı Mahmut Övür’e bırakalım:
“Ankara, şu sıralarda düşük yoğunluklu bir siyaset izliyor. Yüksek sesle konuşmadan İmralı sürecini inşa ediyor. Bu nedenle AKP çevresinde ve devlet katında eskisiyle kıyaslanmayacak bir ‘umut’ var. ‘Öcalan PKK’yı değiştiriyor’…”[66]
“Değişen ne” mi?
Abdullah Öcalan, ‘Kürdistan-Devrim Manifestosu’ başlıklı kitabında şunları diyor:
“Benim için İmralı Cezaevi, Kürt olgusunu ve sorununu algılamak ve çözüm olanaklarını kurgulamak açısından tam bir hakikât savaşı alanına dönüştü. Pozitivist bir dogmatik olduğumun derinliğine farkına varmam tecritle oldukça ilişkilidir. Farklı modernite kavramlarını, ulus inşalarının çok çeşitli modellerinin olabileceğini, genelde toplumsal yapılanmaların insan eliyle yaratılmış kurgusal yapılar olduğunu ve esnek bir doğaları bulunduğunu tecrit koşullarında idrak ettim. Özellikle ulus devletçiliği aşmak benim için çok önemliydi. Bu kavram benim için uzun süre Marksist-Leninist-Stalinist bir ilkeydi; asla değiştirilmemesi gereken bir dogma niteliğindeydi…
Reel sosyalizm ulus devlet kavramını aşamadığı ve temel modernite gerçeği olarak kavradığı için, başka tür bir ulusçuluğun, örneğin demokratik ulusçuluğun olabileceğini düşünmemiştik. Ulus dediğin illa devleti olması gereken bir şeydi! Kürtler bir ulus ise mutlaka bir devletlerinin de olması gerekirdi! Hâlbuki toplumsal olgular üzerinde yoğunlaştıkça, ulusun kendisinin son birkaç yüzyılın en boş gerçeği olduğunu, kapitalizmin güçlü etkisi altında şekillendiğini ve özellikle ulus devlet modelinin toplumlar için demirden bir kafes olduğunu kavradıkça, hem özgürlük hem de toplumsallık kavramının daha değerli olduğunu fark etmiştim. Ulus devletçilik uğruna savaşmanın kapitalizm için savaşmak olduğunu fark ettikçe siyaset felsefemde büyük dönüşümler söz konusu oldu. Kendimin bir bakıma kapitalist modernitenin kurbanı olduğunu fark ettim…
Şiddetle iktidar ve ulus olmanın tercihimiz olmayacağı açıktı. Zorunlu özsavunma gerekleri söz konusu olmadıkça şiddetle toplumsal avantajlar elde etmenin sosyalizmle alâkâsı yoktu. Özsavunma dışında tüm şiddet biçimleri ancak iktidar ve sömürü tekelleri için geçerli olabilirdi. Bu yöndeki kavramsal gelişim, barış sorununa daha ilkeli ve anlam yüklü olarak yaklaşmaya büyük önem atfediyordu. Dolayısıyla Kürtlere, hatta baskı ve sömürü altındaki tüm kesimlere baskı uygulayan iktidar ve devlet elitlerinin ‘ayrılıkçı’ ve ‘terörist’ yaftalamalarını boşa çıkaracak epey kuramsal birikime ulaşmıştım. Bu kavramsal ve kuramsal birikim temelinde devlet yetkilileriyle geliştirdiğimiz diyaloglar daha verimli oluyor ve pratik çözüm yolları için yaratıcılık sağlıyordu.”
Tam da bu noktada herkes İsmail Beşikçi (Sarı) Hocamızın şu uyarısına kulak vermelidir:
“Egemen ulusa mensup bir bireyin ’ulus devleti aştım, aşmaya çalışıyorum’ demesi anlamlıdır. Bu sözüyle, bu çabasıyla, mensubu olduğu egemen ulusun, kendi devletinin baskı altında tuttuğu halkların milli haklarını savunduğu, bu haklar için mücadele ettiği anlaşılır. Örneğin bir Fransız’ın, bu tutumuyla, Fransa’nın yani kendi devletinin Cezayir’i, Cezayirlileri, yönetme haklarına karşı olduğunu anlatmaktadır.
Ama bütün milli hakları, demokratik hakları gasbedilmiş ulusa mensup bir kişinin, ‘ulus devleti aştım’ demesi sorunlu bir açıklamadır. Çünkü bu birey henüz, egemen ulus tarafında, devlet tarafından tanınan bir hakka sahip değildir. Dili yasaktır, ülkesi, baskı, işgal altındadır. Çok yoğun bir asimilasyon politikasın hedef olmuştur. Asimilasyon devam etmektedir. Kendisi olmak için yürüttüğü mücadeleler yoğun engellerle karşılaşmaktadır. Böyle bir ortamda, herhangi bir kişinin, ‘ulus devleti aştım’ demesi, bunların önemli olmadığını vurguladığı anlamına gelir. Veya bu haklar için mücadeleden kaçtığı anlamına gelir…
Türk solu, milliyetçi bir soldur. Önemli bir kesimiyle de ırkçıdır. Bu milliyetçi, ırkçı solun önemli bir başarısı, kendi dilini bile konuşamaya, kendi ülkesinin adını söyleyemeyen Kürdlere, ‘milliyetçi değilim’, ‘biz asla milliyetçi değiliz’ dedirtmesi, bu şekilde Kürdlerin bir kısmını kendi özlerine yabancılaştırmış olmasıdır.
Abdullah Öcalan, üç-dört sene öncesine kadar, ’Marx’ı aştım’, ‘Hegel’i aştım’, ‘Gandi’yi aştım’ gibi açıklamalar yapardı. Bunu, entelektüel bir çaba olarak değerlendirmek gerekir. Ama, ‘aşma’ların bugünkü Kürd mücadelesine bir katkısı da yoktur. Bugünkü mücadele dikkate alındığında aşılması gereken en önemli kişi, Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bu da, PKK’ye, BDP’ye, Kürdlere, Kemalizm aşılanarak yapılamaz.”[67]
BİR “HATIRLATMA”
“Son” görüşmeler sırasında Paris’te 9 Ocak 2013’de üç PKK’lı kadının suikast sonucu katledildiğini…
Sakine Cansız için Dersim’de 18 Ocak 2013’de yapılan cenaze töreni hakkında soruşturma başlatıldığını…
Oğlu Mirhat epilepsi, kızı Solin lösemi hastası olduğu için mahkeme kararıyla 11 Şubat 2013’de akşam saatlerinde serbest bırakılan eski Cizre Belediye Başkan Yardımcısı Hanım Onur’un evi gece polis tarafından basıldı ve evinde “silah sakladığı” gerekçesiyle arama yapılıp; Hanım Onur’un da, polislerin binadan ateş edildiğini ileri sürerek geldiklerini, ama binada arama yapmadıklarını, sadece kendi oturduğu evde arama yaptıklarını; polisler gelince çocukları Solin ve Mirhat’ı sakladığını söylediğini…
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanışının yıl dönümünde Diyarbakır”daki eyleme katılan 19 yaşındaki Şahin Öner’in panzer tarafından ezildiğini… unutmadan; “Kürt sorununda çözüm değil tasfiye hedefleniyor” diyen gazeteci Cevdet Aşkın’ın, “AKP, İmralı süreci ile çözümü değil, silah bıraktırmayı istişare ediyor ve AKP’nin entegre stratejisi, Kürt hareketinin tasfiyesini hedefliyor,” saptamasına[68] kafa yorulmalıdır…
Çünkü Ortadoğu’da Kürtler, eski(meyen) statükonun biçimsel “düzenlemeler”le sürdürülmesi ya da yıkılarak aşılması eşiğinde dolaşmaktadırlar.
Soru(n)larını ya çözülmeden çözecekler ya da bir kez daha çözüleceklerdir.
Osmanlı’da olduğu gibi emperyalizm ve bölgesel gericilikte de oyunları asla tükenmeyeceğini bir an dahi unutmaması gereken Kürtler, “olmak ya da olmamak” tarihsel eşiğindedirler…
Bir kez daha tarih, Kürtleri kritik bir seçimin eşiğine getirdi. AKP’nin Kürtleri Ortadoğu’da açmaya heves ettiği “Neo-Osmanlı”cı serüvene eklemlemek istediği ortada.
Kürtler ya “reel politika” adına bölgeye daha fazla kan, daha fazla göz yaşından başka hiçbir vaadi olmayan bu projeye yedeklenmeyi kabul edecek. Ya da onuru seçeceklerdir.
Yeri geldi bir kere daha hatırlatalım: “Kürt sorunu”, toplumsal bir sorun olarak çözülmeden, “toplumsal barışa” yol açacak biçimde çözülebilecek bir sorun değildir…
Gerçekten de Ergin Yıldızoğlu’nun işaret ettiği gibi, “BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş AKP’ye yakın olduklarını açıkladıktan sonra, ‘Biz AKP ya da BDP’nin değil, bütün Türkiye’nin anayasasını yapmak için böyle bir uzlaşma arayışı içine gireriz. Sonuçta yeni anayasa bir toplumsal barış anayasası olmalıdır. Ben PKK ve devlet arasındaki barıştan söz etmiyorum’ demiş. Umarım bu sözlerin içeriğinin tam olarak ayırdındadır. Yoksa kendimizi, anayasada Kürtler için ufak bir iki makyaj karşılığında ekmek, özgürlük ve toplumsal adalet taleplerinin daha da bastırılacağı, her türlü yasal denetimden kurtulmuş totaliter bir başkanlık rejiminde bulacağız.
‘Kürt sorunu’ denen olgunun temelinde ekmek, özgürlük ve toplumsal adalet talebi yatmıyor mu? Kürt burjuvazisinin, seçkinlerinin kimlik talebine cevap olacak bir ‘sonuç’, Kürt yoksullarının, işçilerinin, işsizlerinin, topraksız köylülerinin, töre baskısı altında ezilen kadınlarının sorunlarını nasıl çözecektir? ‘Kürt sorunu’ aslında bunların sorunu, demokratikleşme de bunların sesinin duyulur hale gelmesi demek değil midir? İşe ‘en alttakilerin’ ekmek, özgürlük, toplumsal adalet gereksinimlerine cevap arayarak başlamayan bir ‘çözüm’ toplumsal barış getirebilir mi?”
Elbette “Hayır”!
O hâlde şimdi BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, barış sürecinin ete kemiğe bürünmesi için çaba sarf ettiklerini ve dua ettikleri vurgusuyla, “PKK bu barış görüşmelerinde engelse PKK’nın yakasına yapışırız,” türündeki spekülasyonlarına aldırmadan; hatırlanması gereken Nikolay Gogol’ün, “Korku, vebadan daha bulaşıcı olup, göz temasıyla bile kapılır”…
Mevlana’nın, “Kötü bir döneme girdiğinde ve her şey sana karşı gibi göründüğünde, bir dakika bile dayanamayacakmışsın gibi geldiğinde bile, sakın pes etme. Çünkü işte orası gidişatın değişeceği yer ve zamandır”…
Mark Twain’in, “O işin başarılmasının imkânsız olduğunu bilmedikleri için başardılar”…
- Disney’in, “Peşinden gidebilecek kadar cesaretiniz varsa, bütün rüyalarınız gerçek olabilir”
- Goethe’nin“Cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmiştir,” sözleridir…19 Şubat 2013 16:11:50, Ankara.
N O T L A R
[1] 24 Şubat 2013 tarihinde ÖSP’nin Ankara’da düzenlediği “Değişim Statüko Kıskacında Ortadoğu ve Kürdistan” başlıklı panelde yapılan konuşma… Newroz, Şubat 2016…
[2] Francis Bacon.
[3] Hakan Albayrak, Bu Devrimler Bizim, Profil Yay., 2012.
[4] Fehim Taştekin, “Kardeşler Gücün Şehvetine Kapıldı”, Birgün, 7 Ocak 2013, s.6.
[5] “Chomsky: ABD, Ortadoğu’da Demokrasi İstemiyor”, 31 Ocak 2013, http://gelawej.net/index.php/component/content/article/135-politika/8482-chomsky-qabd-ortadouda-demokrasi-istemiyorq.html
[6] “Fehmi Hüveydi: Arap Baharı Suriye’de Kalmaz”, Yeni Şafak, 14 Ocak 2013, 11.
[7] Ercüment Akdeniz, “Mustafa Sönmez: Enerji Savaşları, İktidar Dalaşmaları”, Evrensel, 4 Şubat 2013, s.7.
[8] Mete Çubukçu, “Ortadoğu’da 2013”, Radikal İki, 30 Aralık 2012, s.9.
[9] İlyas Harfuş, “Irak’ta Katil Maktul Yer Değiştirdi”, El Hayat, 26 Ekim 2010.
[10] “Irak’a Ülke Demeye Bin Şahit İster”, The Daily Star, 20 Aralık 2010.
[11] Şemlan Yusuf İsa, “Irak’ta Hükümet Sancısı Dinmiyor”, İttihat, 26 Aralık 2010.
[12] Muhammed Er Rumeyhi, “ABD Çekildi, Sırada Ne Var?”, Rey, 18 Aralık 2011.
[13] Tarık Masarva, “Irak Bulmacası; Gel ve de Gelme!”, Evrensel, 14 Ocak 2013, s.11.
[14] Fehim Taştekin, “… ‘İmkânsız Görev’ Yeni Sahibini Arıyor”, Radikal, 24 Aralık 2012, s.27.
[15] Murat Yetkin, “Talabani’den Sonra Irak?”, Radikal, 20 Aralık 2012, s.12.
[16] Cengiz Çandar, “Ya Bağdat ‘Bağımsız Kürt Devleti’ Derse?”, Radikal, 26 Aralık 2012, s.21.
[17] “Exxon Mobil’e Bağdat Resti”, Yeni Şafak, 31 Ocak 2013, s.10.
[18] Deniz Zeyrek, “Ankara’dan Erbil’e Psikolojik Destek”, Radikal, 4 Aralık 2012, s.14-15.
[19] Muhammed Er Rumeyhi, “ABD Çekildi, Sırada Ne Var?”, Rey, 18 Aralık 2011.
[20] “Şiî-Sünnî Geriliminde Erdoğan Bölünmesi”, Milliyet, 29 Aralık 2012, s.15.
[21] Stephen Lendman, “Siyasal İslâmcı-Faşist Katiller Suriye’yi Tehdit Ediyor”, Sendika.Org, 3 Ocak 2013.
[22] “Suriyeliler İçin 600 Milyon Dolar Harcadık”, Hürriyet, 26 Aralık 2012, s.24.
[23] David Ignatius, “Muhaliflerden ‘Umut Veren’ Geçiş Planı”, The Daily Star, 12 Ocak 2013.
[24] Bahadır Selim Dilek, “Suriye İçin ‘Kontrollü Tükeniş’ Formülü”, Cumhuriyet, 20 Ocak 2013, s.13.
[25] “Noam Chomsky: Ne olursa Olsun Esad’ın Sonu Ölüm”, Alternatif Siyaset, 8 Şubat 2013… http://alternatifsiyaset.net/2013/02/08/noam-chomsky-ne-olursa-olsun-esadin-sonu-olum/
[26] Veysi Sarısözen, “Devrimci Rojava Bölge’nin Kalbi”, Gündem, 6 Şubat 2013, s.9.
[27] Hasan Cemal, “Suriye Kürdistan’ı Realitedir!”, Milliyet, 15 Kasım 2012, s.21.
[28] Aydemir Güler, “Suriye, Solcular”, Sol, 25 Ocak 2013, s.5.
[29] Muhammed Nureddin, “Türkiye’nin Dış Politikasının Bir Yılı: Darlıklar ve İhtiraslar”, Evrensel, 7 Ocak 2013, s.11.
[30] Rasim Özgür Dönmez, “Türk Dış Politikası ve PKK”, Radikal İki, 17 Şubat 2013, s.5.
[31] Mustafa Sönmez, “Aç Tavuğun Kürt Petrolü Rüyası (1)”, Cumhuriyet, 6 Şubat 2013, s.10.
[32] Hirsch Goodman, “Türkiye-İsrail İlişkilerini Düzeltme Vakti Gelmedi mi?”, The Jerusalem Post, 24 Mayıs 2012.
[33] Metin Çulhaoğlu, “… ‘Pax Ottomanica’ Yattı, Ya Sonrası?”, Birgün, 27 Temmuz 2012, s.9.
[34] Ergin Yıldızoğlu, “Bir İmaj Sorunu”, Cumhuriyet, 10 Eylül 2012, s.11.
[35] M. K. Badrakuma, “Kürt Piyonları Türk Kalesini Sıkıştırıyor”, Asia Times, 23 Ağustos 2011.
[36] Bejan Matur, “Barzani Alerjisi”, Zaman, 1 Nisan 2011, s.25.
[37] Veysel Ayhan, “Talabani’siz Irak’ta İstikrar Mümkün mü?”, Yeni Şafak, 23 Aralık 2012, s.15.
[38] “Kuzey Irak Petrolü, Karamehmet’i En Zengin Türk Yaptı”, Zaman, 1 Mart 2011, s.6.
[39] Mustafa Sönmez, “Petrol Odaklı ‘Kürt Federalizmi’…”, Cumhuriyet, 10 Ağustos 2012, s.11.
[40] Erdal Sağlam, “Yeni Açılımın Kaynağı Enerji”, Radikal, 16 Haziran 2012, s.19.
[41] Mustafa Sönmez, “Paris’teki Kan, Irak’taki Petrol… (2)”, Cumhuriyet, 19 Ocak 2013, s.12.
[42] Mustafa Sönmez, “Aç Tavuğun Kürt Petrolü Rüyası (2)”, Cumhuriyet, 8 Şubat 2013, s.11.
[43] Mahmut Oral, “Halkın Yarısı Özerklik İstedi”, Cumhuriyet, 20 Mart 2012, s.7.
[44] Muhammed Nureddin, “Erbil’le Diyarbakır Arasında Türkiye’de Kürt Meselesi”, Şark, 2 Nisan 2011.
[45] Ramazan Yavuz, “Umudumu Kaybettim!”, Milliyet, 27 Şubat 2011, s.23.
[46] “Bir Gün Mutlaka Kürdistan…”, Taraf, 9 Eylül 2012, s.13.
[47] Deniz Zeyrek, “Barzani ile Çözülmez”, Radikal, 18 Nisan 2012, s.12-13.
[48] Aslı Aydıntaşbaş, “Şerafettin Elçi: ‘En Uygun Çözüm Federasyondur’…”, Milliyet, 14 Nisan 2011, s.21.
[49] Ezgi Başaran, “Çözüm İçin Kürtleri Tatmin, Türkleri de İkna Etmek Lazım”, Radikal, 6 Şubat 2012, s.8-9.
[50] “Barzani’den Çarpıcı Açıklama”, Demokrat Haber, 28 Mart 2012.
[51] “Barzani: Kürtlerin Yolu Şiddet Değil”, Sabah, 20 Şubat 2012, s.19.
[52] Arzu Yılmaz, “Kürt Sorununda Yeni Arabulucu”, Radikal İki, 14 Ekim 2012, s.6.
[53] Eyüp Can, “Türkiye Demokratikleştikçe Kürtler Türkiyelileşiyor”, Radikal, 31 Ocak 2013, s.3.
[54] Rifat Başaran, “BDP İmralı İçin Hazırlık Yapıyor”, Radikal, 30 Aralık 2012, s.12.
[55] Adil Kurt, “Kürtlerin Kolektif Kimliksel Hakları”, Radikal İki, 10 Şubat 2013, s.4.
[56] Murat Aksoy, “BDP Hakkari Milletvekili Adil Kurt: Başbakan Adım Atmışsa Bize Düşen Desteklemek”, Yeni Şafak, 4 Şubat 2013, s.18.
[57] Murat Aksoy, “Cevat Öneş: Çözüm Harita Bile Değiştirir”, Yeni Şafak, 21 Ocak 2013, s.16.
[58] Yusuf Kaplan, “Kürt Sorununun Bölgeselleşmesi ve Ortak Bir Gökkubbe İnşası”, Yeni Şafak, 31 Aralık 2012, s.10.
[59] Aslı Aydıntaşbaş, “Türkiye Kürtlerle Büyür”, Milliyet, 27 Kasım 2012, s.15.
[60] Dursun Ali Küçük, “Türkiye Kürtlerle Büyür Hikâyesi”, http://www.pwdnerin.com/Mod_Writers.php?rup=show_article&article_id=459
[61] Arzu Yılmaz, “Buyrun Kürdistan’a…”, Radikal İki, 10 Şubat 2013, s.5.
[62] Hilal Kaplan, “Fethullah Hoca’dan Yalçın Akdoğan’a”, Yeni Şafak, 14 Ocak 2013, s.17.
[63] “Abant Platformu Katılımcıları: Yurttaşlıkta Eşitlik Şart”, Radikal, 11 Şubat 2013, s.14-15.
[64] S. Çiftyürek, “Müzakereye Evet, Ama Nasıl?”, Newroz Gazetesi, Yıl:6, No: 228, 18 Ocak 2013, s.1-2.
[65] Samet Atken, “İmralı Mutabakatı Barış İçin Yetmez”, Milliyet, 14 Ocak 2013, s.14.
[66] Mahmut Övür, “Öcalan PKK’yı Değiştiriyor”, Sabah, 27 Ocak 2013, s.18.
[67] İsmail Beşikçi, “Ulus – Devleti Aşmak”, 28 Ocak 2013… http://www.ilkehaber.com/yazi/ulus-devleti-asmak-6645.htm
[68] Serpil İlgün, “Cevdet Aşkın: Paris Cinayeti Çözülmeyecek”, Evrensel, 4 Şubat 2013, s.14.
***