IRAK KÜRT BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİNE İLİŞKİN STRATEJİK ÖNGÖRÜLER. BÖLÜM 4
İKİNCİ BÖLÜM
IRAK KÜRT BÖLGESİNE İLİŞKİN STRATEJİK ÖNGÖRÜLERE AİT TEMEL DEĞİŞKENLER
2.1. ABD’nin Politikası
Bu coğrafyanın ABD için anlamı, Irak’ın Kuzeyindeki Kürt özerk bölgesinin coğrafi konumu, birinci bölümde izah edilmiştir. Bu kısımda, ABD’nin Ortadoğu ve Kuzey Irak politikalarına yer verilmiştir.
2.1.1 ABD’nin Ortadoğu Politikası
I. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’yu İngiltere ve Fransa şekillendirmiştir. ABD’nin Ortadoğu ile ilişkisi, 1930’lu yıllarda petrol şirketlerinin girişimleri ile başlamıştır.
1945’te II. Dünya Savaşının bitmesi ile iki kutuplu hale gelen uluslararası sistemin önemli mücadele alanlarından biri, Ortadoğu olmuştur. Savaşın hemen sonrasında Sovyetlerin İran’dan askerlerini çekmekte isteksiz davranması, Türk Boğazları’ndan üs ve Doğu Anadolu’dan toprak taleplerinde bulunması, Yunanistan’daki komünistleri desteklemeleri Sovyet tehdidini gözler önüne sermeye yetmiştir. 1947’de İngiltere’nin teklifini kabul eden ABD, Yunanistan ve Türkiye’ye askeri ve ekonomik yardım yapılmasını benimsemiş ve bu politika Truman Doktrini olarak anılmıştır.111
ABD, 1947’de Suudi Arabistan ile üs, Bahreyn ile liman kolaylığı sağlayan anlaşmalar yapmış, Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya alınmasını sağlamıştır. Türkiye, Sovyetlerin güneye sarkarak petrolü tehdit etmesine karşı önemli bir engel olarak görülmüştür.
İsrail Devleti 14 Mayıs 1948'de kurulmuş ve ilk tanıyan ABD olmuştur. İsrail Devleti’nin kurulması, Ortadoğu’daki istikrarsızlıkların ana kaynağını
oluşturmuştur. Ortadoğu'daki en önemli sorun; Arap-İsrail mücadelesinden kaynaklanan Filistin sorunudur.
ABD’nin teşvik ettiği ve Türkiye’nin öncülüğünü yaptığı Ortadoğu’da savunma İttifak sistemini hayata geçirecek girişimler olarak Türkiye ve Irak 24 Şubat 1955’te Bağdat Paktını kurmuşlardır. Sırasıyla, İngiltere-Pakistan ve İran, Bağdat Paktına katılmışlardır. (1958’de Irak’ın ayrılması ile adı “CENTO” olmuştur.) George Kennan tarafından ortaya atılan ve Sovyet tehdidine karşı “çevreleme politikası” olarak anılan teori gereği, Ortadoğu çemberindeki boşluk tamamlanmıştır.
Sovyet tehdidi ve patlak veren Süveyş Krizi nedeniyle ABD, Ortadoğu’yu savunacağını 1957’de Eisenhower Doktrini ile açıkça ilan etmiştir. Bu doktrine göre,
“Uluslararası komünizmin kontrolündeki herhangi bir devletin saldırısına uğrayan Ortadoğu devletlerini, askeri güç de dahil gerekli her türlü araçla koruyacağını ve bu doğrultuda askeri yardım yapacağını ilan etmektedir.”112
1970’lerde uluslararası ilişkilerde yaşanan yumuşamaya bağlı olarak ABD Başkanı Nixon, 18 Şubat 1970’te Kongreye gönderdiği bir raporla politika değişikliğini ilan etmiştir. Nixon Doktrini olarak tarihe geçen bu politika, iki kutuplu yapının sona erdiğini ve bunun kalıcı bir barışın egemen olduğu yeni bir uluslararası yapı oluşturulması için fırsat olduğunu vurgulamıştır. Nixon Doktrinin özü, ABD, özgür ulusların savunulmasında askeri ve ekonomik tedbirlerin alınmasında tek başına hareket etmeyecek, yükün bir kısmını ABD’nin dost ve müttefikleri yüklenecektir. ABD doğrudan askeri müdahalede bulunmayacak, bunun yerine askeri ve ekonomik yardımda bulunacaktır. Doktrin gereği İran ve Suudi Arabistan’a silah transferinin artırılmasını öngören “İki Ayaklı” (Twin Pillar) politika uygulamaya konulmuştur. Böylece Ortadoğu’da İngiltere’nin çekilmesi ile ortaya çıkan boşluk ABD tarafından doldurulmuştur.113
1979 Şubatında İran Şahı’nın devrilerek yerine Şii yönetiminin gelmesi, Sovyetler Birliği’nin 27 Aralık 1979’da Afganistan’ı işgali 114,
Ortadoğu ülkelerini tedirgin etmiştir. ABD açısından, Ortadoğu’da önemli bir müttefik olan İran’ın eksilmesi yanında, İran Şii yönetiminin Ortadoğu ülkeleri
için ciddi tehdit olarak ortaya çıkması ABD’yi yeni politika arayışlarına itmiştir. İran’ın ABD yörüngesinden çıkmasıyla ABD’nin İki Ayaklı politikası fiilen sona ermiştir. Diğer taraftan ABD’nin petrole olan bağımlılığının getirdiği yeni bir sorun da ortaya çıkmıştır. ABD Başkanı Carter, petrolün savunulmasında ve güvenliğinin sağlanmasında ABD’nin gerekirse doğrudan askeri gücünü kullanacağını belirtmiştir. Savunma Bakanı Brown, Ortadoğu’daki petrolün güvenliğinin sağlanmasının ABD’nin yaşamsal çıkarları ile yakından ilgili olduğunu, gerekirse askeri güç dahil her yola başvuracaklarını açıklamıştır. Brzezinski; Ortadoğu’nun Batı Avrupa ve Uzak Doğu kadar önemli bir stratejik bölge haline geldiğini, üç bölgeden birine yönelecek bir tehdidin derhal diğer ikisinin güvenliğini de tehdit eder hale geleceğini açıklamıştır.
23 Ocak 1980’de ABD Başkanı Carter;
“Basra Körfezi’ndeki denetimi ele geçirmek amacıyla herhangi bir yabancı güç tarafından yapılacak müdahale ABD’nin yaşamsal çıkarlarına bir saldırı
olarak dikkate alınacak ve böyle bir saldırıya askeri güçte dahil her türlü araçla karşı konacaktır.”115 açıklamasıyla Carter Doktrinini ilan etmiştir. ABD böylece, Ortadoğu’daki müttefik ve dost ülkelerin savunulmasına ve ABD’nin savunma harcamalarının artırılmasına karar vermiştir. ABD Savunma Bakanı Harold Brown 20 Şubat 1980’de,
“Eğer Batılı sanayileşmiş ülkeler ve müttefiklerimiz Körfez’deki enerji kaynaklarından mahrum bırakılırsa bu hem onların hem de Dünya ekonomisinin
felaketine sebep olacaktır.” 116 şeklinde açıklama yaparak konunun önemine dikkat çekmiştir.
Sovyetler’in Afganistan işgali ve İran’ da Şii yönetiminin işbaşına gelmesi üzerine Carter döneminde Körfez güvenliğini sağlamak, bölgedeki yaşamsal önemdeki ABD çıkarlarını korumak üzere Aralık 1979’da Acil Müdahale Ortak Görev Gücü (Rapid Deployment Joint Task Force, RDJTF) oluşturulmuştur. 200.000 hazır kuvvetten ve 100.000 yedekten oluşan ve merkezi Florida’da bulunan bu güç, Dünyanın neresinde olursa olsun müdahale edebilecek yetenekte oluşturulmuştur. Çöl koşullarında savaşma yeteneğine sahip, hareket kabiliyeti yüksek ve nitelikli bu güç, Körfez Bölgesinin güvenliğini sağlayacak, siyasal girişimlerin yanı sıra gerektiğinde müdahalede bulunabilecektir.117
Ocak 1981’de ABD Başkanı seçilen Reagan, çevreleme politikasının önderliğini daha sert ve aktif bir şekilde yapacağını açıklamıştır. Savunma bütçelerini iki misline çıkarmıştır. RDF’nin en önemli işlevi, ABD’nin bölgedeki çıkarlarını ve petrol ithalatını güvenceye almaktır. RDF’nin bütçesi ve ABD’nin Ortadoğu’daki askeri müttefikleri İsrail, Pakistan ve Türkiye’ye askeri yardımın artırılması kararlaştırılmıştır. ABD polislik görevi yanı sıra, Körfez Bölgesinde rejimlerin değişmesiyle sonuçlanacak kriz durumlarına müdahale etmeyi düşünmektedir. Savunma Bakan Yardımcısı Francis J. West ; Çevik Kuvvetin amacının Ortadoğu’ya ciddi bir tehdit söz konusu olduğunda Bölgeyi korumak olduğunu, diğer amaçlarının ise;
“İsrail’in güvenliğini ve bölgede barışın sürekli olmasını sağlamak, Radikal devletlerin saldırılarına karşı, Suudi Arabistan , Umman, Ürdün ve Mısır gibi
ılımlı Arap devletlerini desteklemek, Ilımlı Arap ülkelerini iç ayaklanma veya yıkıcı faaliyetlere karşı desteklemek ve Körfez’de olabilecek bir Sovyet işgalini
caydırmak” 118 olduğunu açıklamıştır.
ABD askeri gücünü konuşlandırmakta kolaylıklar aramış, ancak bölge ülkelerinin isteksizliği ile karşılaşmıştır. Ocak 1981’de Taif’te düzenlenen İslam Konferansında Suudi Arabistan Müslüman ülkelere süper ülkelerle ittifaklar kurmamaları çağrısında bulunmuştur. Kuveyt Dışişleri Bakanı Şeyh Sabah El Ahmet El Sabah’ın o günlerde hayli ilginç bir konuşma yapmıştır;
“..Bizi kime karşı savunma? Ülkemizi kim işgal ediyor? Bizi savunmasını kimseden istemedik. Bununla beraber; kolaylık tesisleri isteyen gemiler çevremizde dolaşıp duruyor. Bu durum bir bakıma, iki yönetmenli (Rusya ve ABD) bir filme benziyor. Film nasıl sona erecek? Belki, iki süper güç anlaşarak.
Pekala, bu petrol sahaları bize aittir, diğerleri de size. Bölgeyi buradan şuraya ikiye böleceğiz. Sorun böyle mi son bulacak?” 119
ABD askeri gücüne topraklarında üs vermekte direnen Ortadoğu’lu ülkelerin, Saddam’ın Kuveyt’i işgali ile bu kolaylıkları vermekte tereddüt etmedikleri görülmüştür. Suud ve Kuveyt’li yöneticiler, ABD stratejileri karşısında oyunun bir parçası olmuşlardır.
RDJTF Komutanlığının (REDCOM) adı 1 Ocak 1983’te ABD Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) olarak değiştirilmiştir. CENTCOM’a bazı kolaylıklar sağlayan anlaşmalar, Umman, Kenya ve Somali ile yapılmıştır. 1990’ların ortalarında, CENTCOM’un sorumluluk alanı, Kuzey Doğu Afrika ve Güney Batı Asya bölgesini kapsamaktadır. Körfez Krizi sonrası ABD’ye üs vermekte zorlanan ülkelerle ABD arasında, ABD askerine kolaylık sağlayan bir dizi anlaşma, Kuveyt, Bahreyn ile 1990’da, Katar ile 1992’de imzalanmıştır. Suudi Arabistan ve BAE ile de anlaşmalar dizisi sürdürülmüştür.120 Tek süper gücün bulunduğu ve çıkarlarını sınırlayacak bir başka gücün bulunmadığı yeni bir Dünya düzeni söz konusudur. Yeni dünya düzeni kavramını ilk kullanana dair değişik iddialar ortaya atılmıştır. 1985’te Peru maliye Bakanı Alva Castro, 1990’da Gorbaçov, 1992’de Kissinger kullanmıştır.121
ABD’nin Ortadoğu’daki ekonomik çıkarlarının temelini, sanayileşmiş Batı ülkelerinin gereksinimi olan petrol oluşturmaktadır. 1973 petrol ambargosu ile, 1.7 dolar olan petrol, 11.6 dolara kadar yükselmiştir. İran-Irak savaşı ile 13 dolardan 21 dolara, Irak’ın Kuveyt işgali ile 21 dolardan 40 dolara çıkmıştır. 2006 yılı itibarı ile petrol fiatları 70 doları görmüştür.
ABD, Almanya, İngiltere, Japonya ve Fransa, petrol ithalatlarının bir bölümünü bu bölgeden karşılamaktadırlar. Dünya petrol rezervlerinin %65’inin, doğal gaz rezervlerinin yarısına yakınının bu bölgede bulunduğu göz önüne alındığında
bu durum daha açıklıkla anlaşılabilir. Dolayısıyla ABD ve ABD’nin batılı müttefikleri için bu petrol kaynaklarının güvenliği hayatî önem taşımaktadır.122
ABD bölgeye yaptığı müdahalelerle bölgedeki çıkarlarını korumak için bazı doktrinler ortaya koymuştur. ABD, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Basra
körfezinin güvenliğini dış siyasetinin önceliklerinden biri olarak kabul etmiştir. Öncelikle körfez bölgesinin sahip olduğu doğal kaynakların ( petrol ve
doğalgaz) batıya düzenli ve makul bir fiyatla akışı ABD’yi bölgeyle ilgilenmeye sevk etmiştir.123 Bunun yanında, İsrail’in güvenliğinin124 sağlanması125, Sovyet Rusya’nın bölgede etkinlik kurmasının engellenmesi ve bölgede kurulan dengenin ABD aleyhine bozulmasının engellenmesi ABD’nin bölgedeki temel amaçları olmuştur. ABD yabancı bir gücün Ortadoğu’da etkinlik kurmasına izin vermeme politikasına devam etmektedir.
ABD, bölgedeki “hayatî çıkarlarını” tehlikede görürse, dünya kamuoyunu ve uluslararası hukuku dikkate almayacağını göstermiştir. Körfez Savaşı ve
2003 Irak müdahalesi bunu ıspatlamıştır.126
Fransa’nın eski Ankara Büyükelçisi Eric Rouleau; ABD’nin Irak‘ın tecrit edilmesi politikalarından taviz vermemesinin asıl amacının Saddam’ı devirmek olmadığını, tecrit ile Irak petrolünün dünya piyasalarına girmesinin engellendiğini söylemektedir. Eğer Irak petrolü dünya piyasalarına çıkarsa, petrolün ucuzlayacağı, petrolün ucuzlamasının ise, Kuveyt ve Suudi Arabistan’ın ABD’den satın aldıkları 30 milyar dolar tutarındaki silah bedelini ödeme zorluğuna neden olacağına ve ABD’nin rakipleri Almanya ve Japonya’nın ekonomik rekabet şanslarının artacağına bağlamaktadır.127
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)
Ortadoğu teriminin kullanımı II. Dünya Savaşı başlamadan hemen önce yeni bir değişime uğramıştır. Bu sıralarda Mısır’da konuşlu olan İngiliz Komutanlığı’nın sorumluluğuna verilen bölge Ortadoğu diye anılmaya başlamıştır. Söz konusu Komutanlığın sorumluluk alanında Libya, Sudan, Mısır, bugünkü Levant ülkeleri (İsrail, Ürdün, Suriye, Lübnan), Irak, Arabistan, günümüzün Körfez ülkeleri, İran ve Türkiye yer almaktaydı.
Buna ilave olarak batıdaki Cezayir, Fas ve Tunus ile doğudaki Afganistan ve Pakistan da politik açıdan Mısırdaki İngiliz Komutanlığı’nın sorumluluk
alanıyla birlikte mütalaa edilmekteydi.128
Büyük Ortadoğu Projesi kavramının çıkışını Sovyetler Birliği'nin dağılmasına kadar götürenler bulunmaktadır. Sovyetlerden boşalan yerleri doldurmak için duyulan strateji eksikliği, Ortadoğu’da BOP ile doldurulmak istenmektedir. Büyük Ortadoğu kavramı ilk kez 1995 tarihli “ABD Ulusal Stratejik İncelemeler Enstitüsü” ve “National Force Quarterly” isimli dergilerde yer almıştır. ABD Başkanı Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice, 7 Ağustos 2003’te The Washington Post Gazetesinde yayınlanan “Ortadoğu’yu Dönüştürmek” isimli makalesinde, Ortadoğu’daki siyasi, kültürel ve ekonomik değişimin 22 ülkeyi kapsayacağını dile getirmektedir.129
Geleneksel Ortadoğu’nun mücavir alanları olan Kuzey Afrika ülkeleri ile Afganistan ve Pakistan’a ilave olarak Orta Asya ülkeleri de Büyük Ortadoğu
bölgesine dahil edilmiştir. Bütün bu bölgenin askeri sorumluluğunun ABD Merkezi Komutanlığı (CENTCOM)’na verilmiş olması, yeni tanımlamanın bazı
jeopolitik gerekçelere dayandırıldığını göstermektedir.
Büyük Ortadoğu kavramının pazarlanması, gerçekte ABD ve Avrupa’nın birlikte yürüttüğü ve iki kıtanın ortak çıkarlarının gereği olan bir faaliyettir. Her şeyden önce Büyük Ortadoğu’nun merkezinde bulunan “Yakındoğu”, petrol nedeniyle hem ABD hem de Avrupa için önemlidir. Kuzey Afrika ülkeleri, kökten dinci terör ve yasadışı insan göçü gibi nedenlerle ABD’den çok Avrupa’nın endişe duyduğu ve bu nedenle kontrol altında tutmak istediği bölgedir.
Büyük Ortadoğu ülkelerinin genelinde teşkilatlanma, ekonomik entegrasyon, silahların kontrolü ve kollektif savunma anlayışı ve düzenlemeleri çok zayıf ya da yoktur. İslami kültürün yanı sıra, İsrail-Filistin sorunu ve Batılı ülkelerin sömürgeci politikaları, Batı ve özellikle ABD karşıtlığının kolayca yeşerebildiği bir iklim haline gelmiştir. Kökten dinci örgütlerin terörü din ortak paydasına oturtarak kitleleri kapsayacak temel bir iktidar vasıtası olarak seçmeleri, İslam’a Batı’da radikalizm ile özdeşleşen bir genelleme ile yaklaşılmasına yol açmıştır. İslamın Batı karşıtlığı konumuna gelmesi, soğuk savaş sonrası NATO’nun işlevsiz kalmasının da bir sonucudur. “Kızıl” tehlike, yerini “Yeşil” tehlikeye bırakmıştır. NATO, kuruluş amacı dışında görevlere hazırlanmaktadır.130
Arap milliyetçiliği veya İslami temel üzerine kurulu anti-demokratik rejimler Batı’nın doğal kaynaklar deposu olan bu bölgeye kesintisiz ulaşımını
tehdit etmektedirler. Bu nedenle, bu bölgeye de demokrasi ve istikrar getirilmeye uğraşılması, ancak bu çok zaman alacağından ya da belki de hiç
mümkün olmayacağından enerji kaynaklarının batıya ulaştırılmasının olası risk tartışmaları yapılmaktadır. Ayrıca, bölgede hızlı bir silahlanma ve kitle
imha silahlarına sahip olma yarışı vardır. Buna Akdeniz, Süveyş Kanalı, Türk Boğazları ve Basra Körfezi gibi stratejik ulaşım hatlarının bölgede kesişmesi
de eklenince, Büyük Ortadoğu bölgesinin önemi ayrı ve bir bütün olarak ele alınması gerekmektedir.
Amerikan dış politikasındaki stratejik ağırlık merkezinin artık Avrupa olmayacağı, Amerikan üslerinin Doğuya ve güney Doğuya doğru kaydırılmasından da anlaşılabilmektedir. ABD, Avrupa’nın güvenliğini Avrupalılara bırakma niyetindedir. Amerikan stratejisinde önceliğin Büyük Ortadoğu olacağı, Irak’ın işgali ile belli olmuştur.
ABD tarafından özellikle uluslararası terörizme dikkat çekilerek, bu tehdidin ABD’yi vurmasını beklemeksizin yerinde bertaraf edilmesini öngören “önleyici darbe stratejisi benimsenmiştir. Ayrıca global ekonominin gelişmesi ile Amerikan ulusal güvenliği arasında doğrusal bir ilişki kurulmaktadır.131
Bunun pratikteki anlamı, ABD’nin sadece güvenlik değil, aynı zamanda ekonomik çıkarlarını hedef alan risk ve tehditlerin nerede ise bulunup yok edilmesidir. ABD’nin Büyük Ortadoğu’daki dört temel stratejik amacı, kendi yetkililerinin açıklamalarına göre, doğal kaynaklara kesintisiz ve kısıntısız erişim, İsrail’in bekasının sağlanması, kökten dinci terörün önlenmesi ve bölgenin demokratikleştirilmesidir. Genel bir ifade ile, BOP’un temel ayakları,
Ortadoğu’da Siyasal, Ekonomik, Toplumsal/Kültürel ve Stratejik dönüşüm olarak sıralamak mümkündür.132 Özellikle İsrail’in bekası konusunda ciddi
sıkıntılar mevcuttur. Her şeyden önce İsrail’in Araplar tarafından kuşatılmışlıktan kurtarılması ve bu maksatla İsrail’e bölgesel dostlar bulunması gerekmektedir. ABD bu maksatla hem İsrail’e yakın bir bölgede Kürt oluşumuna sıcak bakmakta, hem de Türkiye’nin İsrail’le yakınlaşmasını desteklemektedir. İsraillilerin Kürdistan ile bağları, Türkiye ile büyüyen ittifakından daha büyük değere ve anlama sahip olacağına dair yorumlar da bulunmaktadır.133
ABD’nin NATO Daimi Temsilcisi Büyükelçi Nicholas Burns yaptığı bir konuşmada “ NATO misyonunu değiştirmelidir, Konsept olarak dikkatimizi ve askeri gücümüzü tehdidin olduğu yere teksif etmek zorundayız. NATO’nun geleceği doğuda ve güneyde, yani Büyük Ortadoğu’dadır” demiştir. NATO Genel Sekreteri Hoop ise, NATO’nun büyük Ortadoğu’da rol almasına bütünüyle taraf olduğunu belirtmektedir.134
Türkiye, coğrafi konumu itibarı ile Büyük Ortadoğu’nun merkezinde yer almaktadır. Ortadoğu Avrasya’nın kesişme noktasında, Türkiye de
Ortadoğu’nun önemli kesişme noktasında bulunmaktadır. Türkiye, Büyük Ortadoğu’da, kuzeyden güneye, batıdan doğuya ya da tersi istikametlerde
oluşturulacak tüm politikaları etkileyebilecek durumdadır. Türkiye’nin tarihi, kültürel, ekonomik, siyaset ve güvenlik bağları ile bağlı olduğu Büyük
Ortadoğu bölgesinde, içinde Türkiye’nin bulunmadığı gelişmelerin başarısız olacağı değerlendirilmektedir.
ABD’nin Basra körfezindeki artan varlığı 2003’te en yüksek seviyeye çıkmıştır. ABD Irak’ı bölgedeki çıkarlarına en önemli tehdit olarak görmüştür ve Irak’ı kitle imha silâhlarına sahip olmakla ve El-Kaide gibi terörist örgütleri desteklemekle suçlayarak Irak’a müdahale etmiştir. ABD Dışişleri Bakanı Powel’ın sonradan açıklamasına göre, ABD’nin yalan istihbarata dayanarak onbinlerce Iraklının ölümüne sebep olduğu ortaya çıkmıştır.
ABD, 2003 yılında Irak’a yaptığı müdahaleyle körfez bölgesinin merkezine hem askerî hem de siyasî olarak yerleşmiştir. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında belirlemiş olduğu temel çıkarları olan petrolün batıya kesintisiz ve makul bir fiyatla akması, İsrail’in güvenliğinin sağlanması ve yabancı bir gücün bölgede etkinlik kurmasının engellenmesi doğrultusunda elinden gelen her yolu denemiştir.135
Bölgedeki büyük devletler dışında küçük devletler de ABD’nin varlığıyla birlikte büyük oranda ABD’nin güdümüne girmiş gibi görünmektedir.
Özellikle güvenliklerini ABD’ye ihale etmiş olan körfez ülkelerinin ekonomilerine de ABD’nin çıkarları doğrultusunda yön verilecektir.
ABD, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Basra Körfezinin güvenliğini dış siyasetinin önceliklerinden biri olarak kabul etmiştir. Öncelikle Körfez bölgesinin sahip olduğu doğal kaynakların ( petrol ve doğalgaz) batıya düzenli ve makul bir fiyatla akışı ABD’yi bölgeyle ilgilenmeye sevk etmiştir.
Bunun yanında, İsrail’in güvenliğinin sağlanması, Sovyet Rusya’nın bölgede etkinlik kurmasının engellenmesi ve bölgede kurulan dengenin ABD aleyhine
bozulmasının engellenmesi ABD’nin bölgedeki temel amaçları olmuştur.
1970’lerin başında İngiltere’nin bölgeden çekilmesi ile ABD bölgedeki varlığını daha da arttırmıştır. ABD’nin bölgeye yönelik siyasetine baktığımızda
şu görülmektedir; II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD bölgedeki çıkarlarını korumak için yaklaşık her on yılda bir kendi ve batılı müttefikleri aleyhine
bozulan dengeyi düzenlemeye girişmiştir. 1947 Truman Doktrini, 1957
Eisenhower Doktrini, 1969 Nixon Doktrini, 1980 Carter Doktrini, 1990-91 Körfez Savaşı, 1993 çifte kuşatma siyaseti ve 2003 Irak müdahalesi ABD’nin
Körfez bölgesini de içeren Ortadoğu’yu şekillendirme girişimleridir.
ABD 2003 Irak’a müdahalesiyle bölgedeki “hayatî çıkarlarını” tehlikede görürse, dünya kamuoyunu ve uluslararası hukuku da dikkate almadan tek taraflı hareket edebileceğini göstermiştir. Bu durumun hem uluslararası sistemde hem de bölgede olumsuz yansımaları olacaktır. ABD Irak’a müdahale ederek bölgedeki varlığını artırmış ama, hem dünya kamuoyunda hem de bölge kamuoyunda var olan desteğini tepkiye çevirmiştir.
ABD ve AB’nin önümüzdeki dönemde, Büyük Ortadoğu ve Genişlemiş Avrupa'ya yönelik politikalarını, belki zaman zaman birbirleri ile çatışma içinde uygulayarak güvenliklerini sağlamaya çalışacaklardır. ABD’nin dünya üzerinde hakimiyetini geliştirmeye çalışırken, AB’nin yeni güvenlik stratejisi ile global bir güç olmayı hedeflediği ve ABD’nin karşısına ikinci kutup olarak çıkarak, Genişlemiş Avrupa kapsamında bir güvenlik çemberi oluşturma çabasında olduğu görülmektedir.
ABD’nin, Avrupa ve mücavir bölgesinin AB tarafından kontrol edilmesini bir dereceye kadar kabul ederek, ağırlıklı olarak gayretlerini Büyük Ortadoğu bölgesine teksif edeceği, bu amaçla NATO'dan mümkün olduğu kadar fazla istifade etmekle beraber, gerekirse tek başına da hareket etmekte
tereddüt etmeyecektir.
NATO’nun, ağırlık merkezinin doğuya doğru kaymaya devam edeceği136 ve önümüzdeki dönemde BİO faaliyetlerinin Orta Asya ve Kafkaslarda canlandırılacağı, Akdeniz Diyaloğuna hayatiyet kazandırılacağı ve Afganistan’a ilave olarak Irak’ta da görev üstleneceği ihtimal dahilindedir.
Özellikle, 11 Eylül’ü takip eden süreçte, İslam’ın 3. kutup olarak belirginleştiği ve din faktörünün ön plana çıkmaya başladığı, ABD ve AB’nin bu nedenle, radikal İslamla mücadeleyi yürütmek adına Demokratik İslam da denen ılımlı İslamı ön plana çıkarma çabası içerisinde olduğu ve bu kapsamdaki ülkeleri ekonomik yönden de kendilerine bağımlı hale getirerek, siyasi kontrol sağlamaya çalışacaktır. Türkiye, Genişlemiş Avrupa ve Büyük Ortadoğu ile ilgili gelişmeler ışığında, Avrupalılaşma veya Avrasyalılaşma seçenekleri ile karşı karşıyadır.
2.1.2. ABD’nin Kuzey Irak Kürt Politikası
İngiltere’nin Irak’ta işgalci olarak bulunduğu dönemin Genel valisi Sir Wilson Irak’ın jeopolitik önemi ile ilgili olarak şöyle demiştir137;
< “ Bu stratejik bölgenin anahtarı Irak’tır. Irak’ı işgal etmekle İslam Dünyasının kalbine hançer saplamayı ve böylece Müslümanların aleyhimize birlik oluşturmalarını engellemeyi başardık. Barış dönemindeki politikamız bu ülkeyi korumak olmalıdır. Zira Mezopotamya bizim için bölgedeki bütün ülkeleri İngiltere hakimiyeti altında tutmaya yarayan bir çivi gibidir. Bu yüzden bu ülke, bölgedeki Arap ve diğer islam ülkeleri ile birlik olmamalı ve onlardan uzak tutulmalıdır. “ >
Soğuk savaş döneminde her iki blok için mücadele alanı haline gelen Ortadoğu’da, ABD, Kürtleri 1960’ların sonlarında desteklemeye başlamış,
soğuk savaş döneminin sona ermesi ile uluslararası alanda tek başına kalan ABD’nin Kürtlere olan ilgisi artış göstermiştir.138
İran’lı Kürtler, Mahabat kentinde Kürdistan Demokratik Partisini, ardından Mahabat Kürt Cumhuriyetini (1946) kurmuşlardır. Sovyet desteğindeki bu etkinlikler içersinde yer alan Molla Mustafa Barzani’ye general payesi verilmiştir. Bölgede Sovyet etkinliğini kırmak amacıyla Amerikalı bir generalin komutasında ki İran birlikleri Mahabat’a girerek Kürt hareketini ezmiş, liderlerini asmıştır. 2000 adamı ile Sovyetlere sığınan Molla Mustafa Barzani, 1958’e kadar burada kalmıştır.139
Haziran 1961’de Irak’ta İsyan eden Barzani liderliğindeki bazı Kürt aşiretler, Irak güçlerine karşı yer yer başarılar elde edince, Abdülkerim Kasım, yabancı bir muhabire verdiği demeçte, İngiltere ve ABD’yi isyancıları desteklemekle suçlamıştır.140
1969 yılında Baasçı Irak yönetiminin Kürtlere yönelik saldırıları karşısında Sovyetler sessiz kalmışlardır. Sovyetler, Irak yönetimi ile olan iyi ilişkilerini bozmak istememişlerdir. Artan Sovyet etkisine karşı, ABD İran üzerinden Kürtleri desteklemiştir. Molla Mustafa’nın 1969’da iki ABD’li subayı kabul ettiği basında yer almıştır. ABD’den 14 milyon dolar yardım alan Barzani, ABD ile gizli bir anlaşma yapmıştır. Kürtler komünistlerle temas ve ilişki kurmayacaklar, Baas rejimini zayıflatacaklardır. ABD Hükümeti masraftan kaçınmayacaktır. Yinede IKDP 1972 yılına kadar Sovyetlerle ilişki içersinde olmuştur. Fakat 1972’den itibaren Sovyetlerle Barzani’ler arasındaki ilişki soğumaya başlamıştır.141
Sovyetler ile Irak arasında 15 yıllık işbirliği anlaşmasının imzalandığı 9 Nisan 1972’den itibaren Moskova’dan Irak’a para ve silah akışı başlamıştır.
Sovyetler’den ümidi kesen Barzani, ABD ve ona bağlı olan İran ve İsrail ile ilişkilerini geliştirmiştir. Barzani’lere de ABD’den silah ve para akışı başlamıştır. ABD Başkanı Nixon’un Barzani’lere yardım emri, Güvenlik Danışmanı Kissinger’in aracılığı ile CIA’ya iletilmiş ve gereği Dışişleri Bakanlığına rağmen yerine getirilmiştir. ABD’nin Barzani’leri destekleyip güçlendirmesindeki en önemli hedefi, işgalci İsrail ile her türlü barışa ve ateşkese karşı görünen radikal İsrail karşıtı ülke Irak’ı etkisiz hale getirmektir.142
Molla Mustafa Barzani, yeni hamileri ABD ve müttefiklerine güvenerek Haziran 1973’te Washington Post Gazetesine verdiği mülakatta;
“Eğer ABD bu kurtlara karşı bizi desteklerse, biz onun politikaları doğrultusunda hareket etmeye hazırız. Eğer bize yeterli yardım yapılırsa, biz petrol
bölgelerini alır, bundan yararlanmayı ABD’li şirketlere bırakabiliriz..”143 demektedir.
İsrail Hükümeti de ABD ve İran’ın Irak’lı Kürtleri destekleme faaliyetlerine eş zamanlı olarak istihbarat örgütü MOSSAD’ın Barzani’leri takviye etmesi yönünde kararlar almıştır.
Irak Hükümeti 11 Mart 1974’te reform paketini kabul etmeleri konusunda Barzani’ye ültimatom vermesi üzerine, Molla Mustafa Barzani, Irak Hükümetine karşı savaş başlatmıştır. İran üzerinden ABD’nin desteği ile güçlenen Kürtler, Baas rejimine zor anlar yaşatmışlar, sıkışan Baas rejimi, ABD’ye heyet göndererek anlaşma yolu aramıştır. 1975 yılında Irak ile İran arasında Cezayir anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma ile İran, Irak’tan istediklerini almıştır. Anlaşma gereği, İran Irak Kürtlerine olan desteğini kesecektir. Anlaşmadan sonra Kürt direnişi kırılmış, Kürtler Baas rejimi tarafından sert bir şekilde ezilmiştir. Kürtler, önce Sovyetler’in , daha sonra ABD’nin politikalarında siyasi baskı aracı olarak kullanılmışlardır. İran’a kaçan Kürtlerin bir kısmı silahlarını Şah’a teslim etmiş, zor koşullarda hayatlarını sürdürmek zorunda kalmışlardır. Bir kısmı Irak güçleri tarafından öldürülmüş, bir kısmı Saddam tarafından Irak’ın Güneyine sürülmüştür.
1980-1988 yılları arasında sekiz yıl süren İran-Irak savaşı Kürtlerin toparlanmalarına fırsat vermiştir. İran’la savaşırken Kürtlerden istediği desteği
alamayan Saddam, savaş sona erince Kürtlerin üzerine yürümüştür. Saddam’dan kaçan Kürtler, Türkiye ve İran’a sığınmışlardır. Savaş sırasında
İran’ı karşılarına almayan ve Saddam’a istediği desteği vermeyen Kürtler, savaş sonrası 1988’de Halepçe’de yine yalnız bırakılmışlardır.
Irak’ın Kuveyt'i işgal etmesiyle başlayan ( 2 Ağustos 1990) Körfez Savaşı, Irak’ın Kuveyt’ten çekilmeye başlaması (27 Şubat 1991) ile sona ermiştir. Körfez Savaşı sonrasında meydana gelen otorite boşluğundan istifade eden ve ABD’nin yardım edeceği beklentisi ile Kürtler tekrar ayaklanmışlardır. Mart 1991’de yoğunlaşan çatışmalar üzerine, Irak Hükümeti güçlü bir şekilde Kürtlerin üzerine yürümüş, 2 milyon civarında Kürt Saddam birlikleri önünde Türkiye ve İran sınırına doğru hareketlenmiştir. Türkiye’nin sınırlarını açmasıyla 250 bin Kürt Türkiye’ye sığınmıştır. Bir milyonun üzerinde Kürt, sınırın Irak tarafında beklemiştir. Tüm bunlar olurken, Saddam Yönetimi ile Kürtler arasındaki mücadeleyi ABD’nin tepki vermeden sadece izlemesi dikkate değer bulunmuştur.144
Kürtlere kurtarma ve yardımı öngören “Huzur Operasyonu” Temmuz 1991’de sonlandırılmış, “Acil tepki gücü” veya “Çekiç Güç” olarak adlandırılan Huzur Operasyonunun ikinci kısmı devreye girmiştir.
Kuzey Irak’ta ABD sayesinde korumalı-güvenli bir alana kavuşan Kürtler 17 Mayıs 1992’de “Temsilciler Meclisi” seçimini, 7 Temmuz 1992’de ise bakanlar kurulunun oluşumunu gerçekleştirmişlerdir. Kürt liderler bağımsız bir Kürdistan kurulmayacağı konusunda güvence verseler de, bağımsız bir parlamentonun ardından yeni hükümetin oluşturulması bağımsızlığa yönelik bir adım olarak algılanmıştır. Türkiye, yeni kurulan hükümeti tanımadığı gibi, bu oluşumu bölge barışına bir tehdit olarak gördüğünü açıklamıştır.145
Clinton döneminde ABD’nin Irak politikasının temel esasları; Saddam tehdidi sayesinde bölgedeki ABD varlığı meşruiyet kazanmaktadır. ABD varlığı ile Arap ülkeleri korunacak, ABD petrole hakim olabilecektir. Saddam’ın uluslararası konumu, Saddam’a karşı ABD müdahalesine uygundur. İran’ın bölgeye nüfuz etmesi ciddi bir tehlikedir ve İran nüfuzunun engellenmesinde Saddam temel unsur olabilir. Saddam’ın devrilmesi ve yerine güçlü birinin bulunamaması sonucu Irak’ın bölünmesi gibi hususlar bölgedeki güçler dengesinin bozulması tehlikesini doğurabilecektir. Bu durum ABD’nin daha fazla harcama yapmasını ve yükün altına girmesini gerektirecektir. 146
Kuzey Irak’taki oluşumun bağımsız bir Kürt Devleti olmasının ciddi zorlukları bulunmaktadır. Aşiret yapısının sürmesi ve geçmişteki iç çatışmalarının her an ortaya çıkma ihtimali, toplumsal birliktelik olasılığını azaltmaktadır. Olası bir Kürt Devleti, komşularının güvenliğini tehdit edeceğinden, komşuları tarafından istenmeyecektir. Denize çıkışı bulunmayan ve komşuları tarafından istenmeyen bir Kürt Devleti’nin yaşama şansı bulunmayacaktır. Kendine yeterli ekonomisi olmayışının yanında, ticaret için komşularının kara ve hava sahalarına bağımlı olacaktır. Ekonomik avantaj sağlamak ve kendine yeterli olmayı hedefleyecek olası bir Kürt Devleti, petrole sahip olmak, Musul ve Kerkük’ü sınırları içersine almak isteyecektir. Bu durum, Araplar ve Türkmenlerle karşı karşıya gelmelerine yol açacaktır. Kuzey Irak’ta meydana gelecek bir çatışma, bölge ülkelerinin
müdahalesini gündeme getirebilecektir.147
Bağımsız bir Kürt Devleti kurulmasının önündeki en önemli belirleyici unsur, başat güç olan ABD’nin böyle bir yükün altına girmek isteyip istemiyeceği olacaktır. I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşından sonra Kürt Devleti kurulması imkanı ortaya çıkmış, bölge ülkelerinin tutumları ve politik gerçekler uygun ortamın oluşmasını engellemiştir. Bağımsız bir Kürt Devletinin varlığı, uluslararası ortak politik çıkarlarla örtüşmemiştir.
< ...ABD eski adalet bakanlarından Ramsey CLARK, 1991 Aralığında İngiliz soruşturma komisyonu adına yaptığı açıklamada, ABD’nin savaşı önceden tasarladığını, 1989’dan beri Irak’ı savaşa sürüklemek için provokasyonlar düzenlediğini öne sürdü...” “...ABD eski adalet bakanlarından Ramsey CLARK, 1991 Aralığında İngiliz soruşturma komisyonu adına yaptığı açıklamada, ABD’nin savaşı önceden tasarladığını, 1989’dan beri Irak’ı savaşa sürüklemek için provokasyonlar düzenlediğini öne sürdü...” >
Körfez Savaşı sonrası meydana gelen uluslararası gelişmeler bir Kürt Devleti kurulabilmesine imkan vermektedir. Bu gelişmeler mi Kürtlere bir Devlet
kurma fırsatı vermektedir veya Kürtlerin Devlet kurabilmeleri için mi bu gelişmeler148 yaşanmaktadır149, iyi analiz 150 edilmesi gerekmektedir.151
Körfez Savaşı sonrası Irak lideri Saddam’ın özellikle iktidarda tutulması sağlanmıştır.152 Saddam güçlerinin önünden kaçan yüz binlerce çoluk,
çocuk, kadın, yaşlı Kürtlerin korunmasına ABD hemen müdahalede bulunmamıştır.153 Bu politikaların gerekçelerini bulmak, ABD’nin Kürt Devleti
politikasının ipuçlarını verecektir. Olası bir Kürt Devletinin kurulmasında belirleyici olacak olan ABD’nin politikaları olacaktır. ABD’nin bağımsız bir
Kürt Devleti kurulmasını istediği, ancak, bir Kürt Devleti’nin Ortadoğu’daki ve buna bağlı Avrasya’daki çıkarlarına vereceği zararı göz önüne aldığında bu
isteğinden vazgeçeceği değerlendirilmektedir.154 Diğer taraftan Irak’ta yaşanan-yaşanacak bir iç savaş ile Irak’ın üçe bölünebileceği ve bağımsızlığın ilanı için uygun bir ortamı kollayacak bir Kürt Devleti’nin ortaya çıkacağı yönünde gelişmeler devam etmektedir.
ABD’nin Ortadoğu politikalarında Yahudi lobilerinin etkinliği bilinmektedir.155 İsrail, 1960’lı yılların başından itibaren Amerika’dan muazzam politik destek ve benzersiz ekonomik yardımlar almıştır. İki sebebi bulunmaktadır; Birincisi, sadece Ortadoğu’da değil, Dünyanın her yerinde İsrail politikalarının ABD politikalarını desteklemesi ve İkincisi, ABD yönetiminin İsrail’in ABD içindeki muazzam nüfuzunu kullanmasıdır. Bu desteğin bir kısmı Hristiyan fundamantalistlerin İsrail’i destekleme çabası olsada, esas neden, Amerika’daki örgütlü Yahudi Lobileridir.156 Özellikle G. W. Bush döneminde yeni muhafazakarlar, (Evangelist grup) Yahudi lobileri ile yakın ilişki içersindedirler. Pentagon ve Hükümet içersinde İsrail lehine çalışanlara, casuslukla suçlananlara rastlanmaktadır.157 ABD’nin Ortadoğu politikasının temel unsurlarından biri de, İsrail’in kuruluşundan bu yana desteklenmesi olmuştur.158 Irak’a karşı yapılan savaşın gerçekte İsrail’in talebiyle yaşama geçtiği159 ve ABD’yi İran’a saldırtmak isteyeninde İsrail olduğunu yorumlayan ABD’li analistler bulunmaktadır.160 ABD’de, gerek hükümet içinde, gerekse kamuoyunda dış politikada İsrail’in çıkarlarının ABD çıkarlarının önüne konulduğu161 konusunda tartışmalar yaşanmaktadır.162
5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.
***