Hangi Son?
Hatice ÇELİK
31 Mart 2020 22:45
Uluslararası sistem kurulduğu günden bugüne dek en ciddi sınavlarından birini veriyor. Tüm dünyayı etkileyen ve henüz ne zaman biteceğine dair kesin bir öngörüde bulunamadığımız korona virüs salgını sistemin pek çok bileşenini ve dinamiğini de sorgulamamıza vesile oluyor. Ulus devletten tutun da bölgesel ittifaklara, uluslararası örgütlerden devletlerin yönetim biçimlerine dek pek çok yapı ve olgu bu sorgulamadan nasibini alıyor/almaya devam edecek. 1945 yılında II. Dünya Savaşı’nın ardından kurulan ve adına Bretton Woods dediğimiz sistem özellikle Ekonomik alanı dizayn etmiştir. En önemli adım ekonomik sistemin belkemiği IMF (International Monetary Fund/Uluslararası Para Fonu)’nin kuruluşu idi. 1944 yılının Temmuz ayında Amerika Birleşik Devletleri’nin New Hampshire eyaletinin Bretton Woods kasabasında bir araya gelen 45 ülke temsilcisi, II. Dünya Savaşı sona erdikten sonra kurulacak yeni bir uluslararası ekonomik işbirliği zemini konusunda anlaşmaya vardılar. Böyle bir yapının elzem olduğu düşünülmekteydi zira Büyük Buhran’ a yol açan ekonomik politikaların tekrar edilmemesi arzulanmaktaydı. 1945 yılının Aralık ayında 29 kurucu üyenin anlaşma imzalaması ile resmileşen kurum 1947 yılında faaliyetlerine başlamış; Fransa IMF’den borç alan (1948 yılında) ilk ülke olmuştur.1 Siyasi alanın dizaynı da Birleşmiş Milletler’ in kuruluşu ile gerçekleşmiştir. 26 Haziran 1945 tarihinde BM Anlaşmasını 50 ülke tarafından imzalanmış (Polonya sonradan imzalayarak 51.kurucu ülke olmuştur); ülkelerin kendi iç onay mekanizmasından geçtikten sonra da 24 Ekim 1945’te faaliyetlerine başlamıştır. Bugüne dek farklı ölçeklerde krizler yaşayan bu sistem, Çin Halk Cumhuriyeti’nde 2019 yılının son günlerinde ortaya çıkan korona virüs nedeniyle sancılı bir kriz ile daha karşı karşıya. Küreselleşen ekonomiler, artan siyasi diyalog, malların, hizmetlerin ve insanların hızlı ve serbest dolaşımı elbette ki virüsün de serbestçe ve hızlıca yayılmasına neden oldu. İlk aşamada Doğu Asya ülkeleri olan Güney Kore, Japonya, Tayvan; daha sonra pek çok komşu Asya ülkesi ardından da Avrupa ülkeleri ve Amerika virüsün durakları haline geldi.
Uluslararası sistemin kurucusu ve koruyucusu olan Batı (ABD ve Avrupa ülkeleri) Doğu’dan çıkan bu virüsle mücadele ederken daha doğrusu etmeye çalışırken ilginç bir hal içine düştü. Beklenmedik bir biçimde Doğu daha başarılı şekilde süreci yönetirken Batı virüsle mücadelede afalladı ve bocaladı. Her gün yüzlerce insanın ölüm haberini aldığımız İtalya ve İspanya’yı İngiltere ve ABD’den gelen sayılar takip ediyor. Neredeyse tüm ülkeler sınırlarını her türlü ulaşım yollarına kapatırken İtalyanlar kendilerine destek olmadığı gerekçesiyle Avrupa Birliği’ne kızgın ve evlerinde AB bayraklarını yakan bazı İtalyan vatandaşlarının videoları sosyal medyada dolaşıyor. Devletler üstü bir yapı olarak bildiğimiz ve low politics (alçak veya düşük politika olarak Türkçe’ ye çevrilen ve güvenlik ve askeri konular haricindeki pek çok konuyu kapsayan kavram) konularında AB üyesi ülkelerin ortak karar alabildiklerini düşündüğümüz AB, böylesi bir salgın felaketinde tek vücut olmayı başaramamış görünüyor. Üye ülkeler kendi başlarının çaresine bakmaya çalışırken bu kriz bittiğinde elbette bunun bir sorgulanması yaşanacak ve sonuçlarının kimseyi şaşırtmayacağı kanaatindeyim. Muhteşem Batı demokrasileri belki de gözlerimizin önünde büyük bir felakete doğru sürüklenirken Doğu’dan gelen haberler tam zıt doğrultuda. Çin her ne kadar halk sağlığı-özgürlük ikileminde bazıları tarafından eleştirilse de salgının başladığı yer olan Hubei eyaletinin Wuhan şehrini hemen karantinaya almış, çok sayıda geçici hastane inşa etmiş, yoğun bir çaba sonrası salgının diğer eyaletlere yayılmasını büyük ölçüde durdurabilmiştir. Son bir haftadır ise Wuhan kaynaklı yeni vaka görülmediği yönünde haberler alıyoruz. Elbette Çin 2002 SARS salgınından da tecrübeli olduğu için çok hızlı ve efektif önlemler alabildi; üzerine mevcut ekonomik kapasitesi ve teknolojinin de katkısını ekleyerek belki de tüm ülkeye yayılabilecek bir salgını yeterince yavaşlattı. Güney Kore ise ilk vakaların görüldüğü günden bu yana çok yaygın test uygulaması sayesinde pozitif vakaları bularak salgının yayılma grafiğini epey düzleştirmiş ve kontrol altına almış görünüyor. Güney Kore’deki hocalarımdan aldığım bilgiye göre halktaki tek endişe yurtdışından getirilen Kore vatandaşlarından kaynaklanabilecek ikinci bir dalga vaka artışı ancak eminim Kore hükümeti sıkı kontrol sayesinde bunu da engelleyecektir. Singapur ise küçük bir ada ülkesi ve teknolojik gelişmişliğinin avantajı ile müthiş bir takip sistemi sayesinde pozitif vakaların geriye doğru izini sürerek muhtemel taşıyıcı her bireyi tespit edip karantinaya alarak salgını yavaşlatmış durumda. Benzer bir durum Japonya’da da görülmekte.
Peki nasıl oldu da sistemin kurucuları ve güçlü temsilcileri bu noktaya gelirken Asya ülkeleri bunu başarabiliyor? İnsan odaklı yaklaşımını sürekli övdüğümüz ve toz kondurmadığımız Avrupa nasıl oluyor da bu kadar çok kayıp veriyor?
Bu soru üzerine hepimizin uzun uzun düşünmesi gerekiyor. Şimdiye kadar zihinlerimizde yarattığımız/yaratılan Batı algısı asla başarısız olamaz, her şeyin üstesinden gelebilir, en güçlü, en iyi, en teknolojik, en insan odaklı, en en en...Belki de sorun da tam buradadır. Dünyaya ve meselelere bakışımızın bu denli Batı merkezci olması; üniversitelerimizde dünya tarihi dersleri okuturken bile Batı dışı bölgeleri ihmal ediyoruz, her şeyin başlangıcını Batı kabul ediyoruz/kabule itiliyoruz, Batı dışında bir gelişme, ilerleme veya takdir edilebilecek bir şey bulunamazmış gibi bir algı içinde dönüp durmamıza neden oluyor. Belki de korona virüs sayesinde bu algıyı değiştirmenin en azından sorgulamanın tam zamanı. Birileri Batı’dan daha iyi iş çıkarıyor iken ilk olarak sorabileceğimiz -yıllar önce ortaya atılan tarihin sonu argümanından hareketle- “hangi tarihin veya kimin tarihinin sonu?” olabilir.
Ve elbette peşine gelecek soru: Yeni tarihi kim / kimler yazacak?
***