HİLAFET GELİYOR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HİLAFET GELİYOR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Şubat 2015 Pazartesi

CUMHURİYET GİTTİ.., HİLAFET GELİYOR. !!!!



CUMHURİYET  GİTTİ..,  HİLAFET  GELİYOR. !!!!


GÖKÇE FIRAT, BAŞYAZI,
Cumhuriyet gitti...Hilafet geliyor!!!
17.05.2004/Sayı:56


Geçtiğimiz yaz, 9 Hazirandan başlayarak üç sayı üst üste bir çağrı yaptık gazetemizden: Ordu Göreve!
9 Haziran tarihli gazetemizin kapağı “Ordu Düşmanları: AB-ABD-AKP”, 23 Haziran tarihli gazetemizin kapağı “Ordu Göreve”, 7 Temmuz tarihli gazetemizin kapağı ise “İndirin Şu Hükümeti” idi.
Hemen ardından da “Türk’ün Ateşle İmtihanı” sayımızı çıkarttık.
İki aylık yayınımızın amacı, Ordu’nun tasfiye edilmeye çalışıldığı bir dönemde ve ortamda, bunun önüne geçmekti. Kritik mesele, AB’ye uyum adı altında MGK’da yapılacak değişikliklerdi. Yine mevcut yasalarda yapılması planlanan tüm değişiklikler, Ordu’yu tasfiyenin planlanmış, tasarlanmış adımlarıydı.
Bu oyunu gördüğümüz andan itibaren, hem Türk milletine Ordu’ya sahip çıkması, hem de Ordu’ya Türkiye’ye sahip çıkması çağrısını yaptık. Eğer bu yapılmazsa, ya da geç kalınırsa olacaklar tam bir felaketti.
Türkiye bugün o felaket tablosunun içindedir.
Felaket açık:
-Kıbrıs gitti...
-MGK gitti...
-YÖK gitti...
-Cumhuriyet gitti...
-ABD geliyor!!!
-AB geliyor!!!
-Kürdistan geliyor!!!
-Ermenistan geliyor!!!
-Büyük Yunanistan geliyor!!!
-Hilafet geliyor!!!
Felaketin sorumlusu Atatürkçü geçinenler
Peki bu Türkiye tablosu kimin eseri?
Bizce bugünkü felaketin asıl sorumlusu, molla iktidarı değil, o iktidarın planlarını göre göre, bunu engelleyecek adımları atmayan, atacaklara engel olan, kendilerini Atatürkçü-Milli olarak adlandıran, köşebaşlarını tutmuş, bir avuç Atatürkçü geçinen zevattır.
Atatürkçüler, Cumhuriyet’in özgün bir rejim olarak, Cumhurbaşkanlığı, Meclis ve Ordu arasında bir “birliktelik” rejimi olduğunu bilirler. Cumhuriyet, içerden ve dışardan gelecek tehlikelere karşı, kendini ayakta tutacak ve koruyacak kurumları yaratmıştır.
Ancak anlaşılan o ki, kendisini koruyacak olan anlayışı yaratmada yeterli başarıyı elde edememiştir.
Molla iktidarı, içerden ve dışardan aldığı güçle, Cumhuriyet’in dinamiklerini dinamitledi. Bunu yaparken çok akıllı taktikler üretti.
Önce demokrasi diyerek, Ordu’yu pasifize etti, bunu yaparken eline AB sopasını alıp Atatürkçüleri susturdu.
Ordu’yu pasifize edip Atatürkçüleri susturunca, Cumhurbaşkanlığını da safdışı etti.
Bu noktada devletin sahipsiz bırakıldığını, koruyup kollayacakların “terhis edildiğini” gören, tüm devlet bürokrasisi esir edildi.
Son noktada, türban ve imam hatip diyerek YÖK Yasasını getirdiler. Böylece Cumhuriyet’in son direnme mevzisi üniversiteler teslim alındı.
Kıbrıs giderken Cumhurbaşkanı’nın son çırpınışlarını dinleyen olmamıştı, şimdi YÖK giderken Ordu’nun son çığlıklarını dinleyen olmuyor.
Ama bu, bizim eserimiz...
Herşey farklı olabilirdi...
Geçtiğimiz yaz yaptığımız uyarılar dikkate alınsaydı durum çok farklı olabilirdi.
Haziran ayında molla iktidarı çok güçsüzdü. Kıbrıs’ta Milli Güçler hâlâ iktidardaydı. En önemlisi, mollanın Ordu korkusu vardı. Bir şey yapacağı zaman, “Ordu ne der?” diye kendi kendine soruyordu.
Bu noktada, Türkiye’yi ve Cumhuriyet’i savunan güçler, Türk Ordusu’nun etrafında kenetlenerek ve “sıklet merkezi”ni buraya kurarak, molla iktidarına karşı bir direniş mevzisi yaratabilirdi.
Henüz Ordu’nun eli kolu bağlanmamıştı...
Bu aşamada Atatürk Gençliği “Ordu Göreve” pankartıyla meydana inince, molla iktidarı sus pus olup kalmıştı. Bu, onlar için önemli bir uyarıydı. Ordu için de bu çok uygun psikolojik bir üstünlük aracıydı.
Eğer o gün o pankarta küfretmek, pankartı açanları provokatörlükle suçlamak yerine, “evet ben de o pankartın arkasındayım” sesini çıkartsaydılar, çok farklı olurdu.
Ne mi olurdu?
Bilindiği gibi pankart konusunda bir tek Ordu konuşmamıştı!
Ama pankartı sahiplenenler bir bir safa girseydi, Ordu’da yaşanan dönüşüm yaşanmaz, yurtsever komutanların eli kolu bağlanmazdı. Ve o utanç verici Kıbrıs açıklamalarını yapacak şahıs, değil molla iktidarını desteklemek, mecburen molla iktidarına karşı tavır almak zorunda kalırdı. Kalırdı, yoksa orada daha fazla kalamazdı!
Ama öyle olmadı.
Çünkü Milli Güçlerin bu büyük çıkışı, bir grup Rus ve Çin ajanı güçler tarafından sabote edildi. Topal ajan, hemen çıkıp mollayı destekleyen açıklamalar yaptı. Bir kısım rektör olmuş, hatta darbe için kulis yapan ama basın höt diyince korkan rektör müsveddesi Atatürkçü gençlere saldırı başlattı.
Büyük basın bunları öne çıkarttı.
Öyle bir hava yaratmaya çalıştılar ki, milyonların Ordu Göreve feryadı sanki marjinal bir istekti. Oysa marjinal olan tek şey, bu talebi sabote eden bu ajanlardı.
Bu ajanlar, Ordu’nun yanına sokulup, onu destekler göründükleri bu zamanda, Ordu düşmanı 40 yıllık tarihlerinde bile veremedikleri zararı vermiş, Ordu’yu pasifize etmişlerdir.
Şimdi, Türkiye bunun bedelini ödüyor...
19 Mayıs’a giderken
Ordu’yu böylece pasifize eden karanlık ajan tayfası, bugün içine sızıp darmadağın ettiği milli güçlere, bu defa da Avrasyacılık adı altında Rus ajanlığı tohumları ekiyor.
Tam da 19 Mayıs’a giderken, Mustafa Kemal’in, “Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir. Ya İstiklal Ya ölüm” diyemeyecek bir grup Atatürkçü kılığındaki pısırık ve şahsiyetsiz zevat “Ya AB/ABD, ya da Rusya” diyip Rusya’nın kucağına atlıyor!
Bir ülkeye, bir Ordu’ya ve Atatürkçülere daha fazla ne kadar zarar verilebilirdi bilemiyoruz...
CIA’nın operasyonu başarıya ulaşmıştır...
ABD topal ajanını ne kadar ödüllendirse azdır.
ABD, Irak’ta işkence ve tecavüzlere girişirken, bu sahte ulusal kanaldan da aynı tecavüz haberleri geliyor.
İğrenç...
İsteyen “Ordu göreve” pankartının ardına, isteyen tecavüzcülerin ardına geçebilir.
Oyun bitti, biz bizeyiz...

..