HİÇ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HİÇ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ekim 2015 Cuma

HİÇ


HİÇ



Yekta Güngör Özden

 Yekta Güngör Özden,

03.05.2004/Sayı:55

Atatürk Cumhuriyet’ini yıkma yarışında dış düşmanları geçen iç düşmanlar ne derlerse desin görünen köy kılavuz istemiyor. Kaldı ki böyle kılavuzlara da gerek yok. Ne oldukları, ne istedikleri, kimlere ve nasıl hizmet ettikleri çok belli. Yalan-dolan, abartı, arsızlık, yüzsüzlük, pişkinlik, sırıtma, pis dalkavukluk. Bilgisizlikle yoğunlaşan ahlâksızlık. Çıkar amaçlı düşüklük ve yanlılık. Paralı askerler türü bağımlılık. Bozukluklarının kanıtı saldırganlık. Bir şeyler söyleyip yazdığını sanan, oturtulduğu medya köşesinde verilen talimatları yerine getirdiği ölçüde şımartılan “karışık karıştırıcılar” gerçekleri tersine çevirerek okuyanları, izleyenleri aldatıyorlar. Bu hengâme içinde doğrunun, yararlının ne olduğunu ayırt etmek güçlüğünü çeken seçmen şaşkın. Yıllardır “evet” denilmesi için, her yolu, her yöntemi deneyen, para musluklarını sonuna kadar açan, siyasal baskıların en ağırını uygulamaya geçiren AB ve ABD’nin çabalarına karşın alınan sonuçlar bağımsızlığı, özgürlüğü, egemenliği, güvenliği ve onuru savunanları haklı çıkarmıştır. Bunca yüklenmeye karşın KKTC’de “evet”lerin %90 olması gerekirdi. Demek ki usunu kullanan, varlığının nedenini bilen, geleceğini güvenceye almaktan vazgeçmeyen karakterli, onurlu, değerbilir insanlar tükenmedi. “Hayır” diyenleri çözüm karşıtı olmakla suçlayan bilirbilmezler var. Kimse çözümsüzlüğü savunmuyor, istemiyor. İstenen, ezilmeden, erimeden, eğilmeden, eşit, onurlu, güvenceli biçimde Kıbrıs Devleti’nin asıl öğesi olmaktır. İsveç görüşmelerini, Annan’ın İngiltere kaynaklı ABD destekli amaçlı planını Lozan’la karşılaştırmak, Lozan’da ver-kurtulculuk oynandığını söylemek çirkinliğine, aymazlık ve sapkınlığına düşenler, ne dediklerini bilmeyen bağnazlardır. Bir yaşlıya, bir büyüğe, bir devlet başkanına nasıl hitap edileceğini bilmeyecek ölçüde gözü dönen, terbiyesini yitiren patron maşalarının kullandığı sözcükler, okuyanları tiksindirmektedir. Aynı yayın organında birbirinin tersi yazılar, düşünce özgürlüğünün değil, medya çarpıklığının göstergesidir.
Kıbrıs sınavı
Kıbrıs konusunda söylenecek o kadar çok şay var ki, sıralamakta, doyurucu düzeyde belirtmekte güçlük duyuyorum. Ancak Kıbrıs olayları çok kişi ve kuruluş için gerçek bir sınav oldu. TBMM, Cumhurbaşkanlığı, Milli Güvenlik Kurulu, Bakanlar Kurulu, siyasal partiler, demokratik kitle örgütleri, medya başta olmak üzere, kimin ilkeli, tutarlı, kararlı, etkin ve içtenlikli olup olmadığı daha iyi anlaşıldı. Özellikle Genelkurmay Başkanı’nın okuduğu ve konuştuğunun birbine bağlantısı unutulup değişik görülmesi, yansız görünme özeni ile yeterli açıklıktan yoksun bulunması, Cumhurbaşkanı’nın kimi yetkilerini kullanmaya gerek görmemesi sürekli tartışılacak ve sık sık anılacaktır. Düş kırıklığı, umutsuzluk, güvensizlik artmaktadır. Anlamsız ve aşırı hoşgörü demokratlık değildir.
Dayatmalı oylamanın sonuçlarını iyi değerlendirmek, gerçekçiliği elden bırakmamak gerekmektedir. Kanımca “hezimet” sayılması gereken sonucunun “zafer” gösterilmesi aldatmacanın âlâsıdır. Hem de dik âlâsı. Oylama sırasında bile rumların yeni kazanımları Plan’a ekletip işlettikleri gerçeği karşısında Kıbrıslı Türklerin ne aldığı, ne kazandığı hiç sorgulanmamıştır. Durumları iyiye mi, kötüye mi gitmiştir, içtenlikle ilgilenen olmamıştır. Tüm çabalar, AKP iktidarının bir şey yaptığı, bir şeyler kazandırdığında yoğunlaşmış, odaklanmıştır. Siyasal gösteri için Kıbrıs gözden çıkarılmıştır. Bunun da asıl nedeni AB’ye girme yolunun açılmasıdır. Oysa şimdiye kadar nasıl oyalamışlarsa bundan sonra da öyle oyalayacaklar, yeni bahanelerle yeni ödünler koparacaklardır. Şimdi KKTC’ye ekonomik destek, ambargonun gevşetilmesi, AB bürosu açmak gibi etkisiz göstermelik yaklaşımlar, çoğu boş sözler rüzgârı estirilmektedir. KKTC’nin tanınması gibi bir aşama asla gündemde yoktur. Kıbrıs’ta toplam %89.1 “evet” oyuna karşılık %110.9 “hayır” oyunun çıkması rumların istediği doğrultuda sonuca gelindiğini göstermektedir. Asla unutulmamalıdır ki, rumlar birleşmeyi istemedikleri gibi Türklerin adada bulunmasına da katlanamamaktadır. Megali İdea’dan, Enosis’ten vazgeçmeleri olanaksızdır. AB dağılırsa Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması ilkedir. AB üyeleri ve ABD açıkça ve çok yanlı biçimde Yunanistan’ı tutmakta bu nedenle Kıbrıs’ın acı gerçekleri gözardı edilerek yapay ve yararsız bir birliktelik için uğraşılmaktadır. KKTC iktidarı Türkiye Cumhuriyeti’ni istememekte, rumlara, Yunanistan’a bağlılık ve bağımlılığı yeğlemektedir. Tüm sorun, çıkarda düğümlenmektedir. Türkiye’nin güvenliği kimsenin umurunda değildir. Tek rum devleti oluşturmak, Kıbrıs’ı Yunan adasına çevirmek çabası açıkken tehlikeleri önleyen, erteleten, evetçileri kurtaran, hayırcılar oldu. Geçiş düzenlemesi, para yardımı, tüzük değişikliği, sınır belirlemesi de rumların aldıkları yanında bir hiç.
Sözde dostlar
Türkiye’den beklentileri nedeniyle arada sırada gülümseyen sözde dostların sözleri de inandırıcı değildir. Aldatıldıklarını açıklamalarına karşın rumları antlaşmalara aykırı biçimde AB’ye alanların sınırlı tepkisine rumlar gülüp geçmektedir. Onlar için değişen bir şey yoktur. “Hayır” demekle kendi ayrıcalıklarını vurgulamışlar, dış baskılara boyun eğmediklerini, istemediklerini kabul etmeyeceklerini göstermişler, onurlu davranmışlardır. M. A. Talat yönetimi ödünler vermiş, vereceğini göstermiş, yalvar yakar olmuş, rumların yararına Türklerin zararına her maddeye katlanmış, aldatıcı reklamlar ve ısmarlama toplantılarla oy artırmaya çalışmış, çıkar için Plan nasıl olursa olsun kabul edeceklerini açıklamış, sonuçta yalnız, elleri boş kalmıştır. Rumların bile istemediğine razı olarak ezilip büzülmüştür. AB’nin, ABD’nin çabaları barış için değil, yeni haçlı seferinin başarısı içindir. Adaletsiz, haksız, yanlılığı çok belirgin plan ve dayatmalı referandumu desteklemek başka anlama gelemez. Şimdi yeniden referandum çıkışları duyulmaktadır. Sözde dostlara asla güvenilmez. Hukuka uygunluğu gözetmeden neler önerecekleri belli olmaz. Kimbilir yakında neler getirecekler, neler görecek, duyacağız? Bu kadar ödün verdikten sonra AB ve ABD gülmüş, yakınlaşmış ne çıkar? Irak’taki çuval unutuldu mu? Afganistan için yeni görev zorlaması yok mu? Büyük Ortadoğu Projesi nedir? Kıbrıs’ta bir şey alınıyor mu? Rumların eklettiği, doldurttuğu boşluklara karşı Kıbrıs’lı Türkler için Plan’da küçük bir düzeltme oldu mu? Olacak mı, olabilir mi? Yazılan haksızlıklar, eşitsizlikler, kurumların oluşum ve yetkilerinden vergi paylarına uzanan çizgideki ayrıcalıkları, nüfus ve konut sorunları, Türk gemilerine sınırlama ne olacak? Batının amacı Kıbrıslıları Türkiye’den ayırmak, Türkiye’nin ilişkisini tam kesmektir. Verilmiş görüneni sonradan alan siyasi kurnazlık ürünü düzenlemeler. Verilenleri saklayan, Batı yanlısı, hattâ tutsağı medya. Dincilerin “cennet” sözü gibi çıkarcı Batıcıların “AB’ne girme” sözünün boşluğu, kaba sözler, çirkin yakıştırmalar, nereler kimlerin eline geçti, kimler neredelerde oturuyor, hangi yetkileri kullanıyor, ibretle izliyoruz. Aşağılamalara, çuval olayı gibi, tepkisiz, duyarsız bir yönetim. Tüm dertleri amaçladıkları düzeni gerçekleştirmek. “Bile bile lades” sözünü anımsatan tutumları da dış destek ve koruma için. Laiklik konusundaki çelişkili tutum ve sözleri ortada. Parayı onurdan üstün tutan pespayeler alkış tutuyor. AB zaptiyeleri böyledir.
Ya bizimkiler(!)?
Sözde dostlar bir yana ya içimizdekiler? Kimi görevdeki ve emekli diplomatlar dahil ilgililerin çoğu Türkiye Cumhuriyeti’nin değil, karşıtlarının adamı gibi çalıştılar. Hele gazete köşelerinde ne olduklarını bir kez daha gösteren nağmeler dizenler. Denktaş’a saldırıp istifaya çağıranlar. AB düşkünlüğü, bağımlılığı giderek tutsaklığa dönüştü. “DEP davasını AB için Kıbrıs’tan sonra yeni bir engel kılmağa kimsenin hakkı yok.” diye kendi yargısını azarlayan, köşesini evetçilere bırakan enseciler, yapılanların Lozan’da da ver-kurtulculuk yapıldığını anımsattığı ileri süren palavracılar, neler neler. TBMM’nin “Şey”le gündemdeki başkanının 23 Nisan resepsiyonunda konuşulanlar insanı acı acı güldürüyor. Kıbrıs gidiyor, ülkede neler oluyor, orda neler konuşuluyor... Ne PKK/KADEK’in yeni saldırıları, ne amaçlı Anayasa değişikliği, ne irtica yuvalarının basılması, ne işsizlik, eğitim, kadrolaşma hiç biri gündemde değil. Bir belirsiz güç gözleri kapamış, kulakları tıkamış, dilleri bağlamış, elleri kelepçelemiş, ayakları demirlemiş gibi.
İktidar başının övgülerinden geçilmiyor. “Dünyanın 100 etkin kişisinden biri seçildiği”ni yabancı basından aktararak duyuruyorlar. Aynı yabancı basın Atatürk’ü nasıl değerlendirmişti, unutuldu mu? Yabancıların işlerine geldikçe çocukların elma şekeriyle kandırılmasına ağırlık verildiği gibi Türkiye’yi iyice avuçlarının içine almak için iktidarı okşayıp duruyorlar. Tam bir siyasal alış veriş. “Al takke ver külah” sözünü hatırlatıyor. Recep Tayyip ne yapmış da etkin olmuş? Kimleri nasıl etkilemiş? Batı bu kadar zayıf ve edilgen mi? Yoksa yine vücut dili mi konuşturuluyor? Neresinden bakılsa amaç ve araç belli. Valilikler ve üniversiteler de bozulacak.
Kimi eski faşist yeni şeriat özentisi de “ılımlı İslam”la getirilmek isteneni benimsetmeye çalışıyor. Şeriatı yararlı, şirin ve gerekli göstermek için islamiyetin sert yanlarının bırakılarak uygulanması anlamında bir gereksiz çıkışa yandaş toplamak istiyor. Aslında şeriatın açılımına ortam ve iklim hazırlanıyor. Din, dindir. İslamiyet de islamiyet. Ilımlısı, ateşlisi, serti, yumuşağı diye ayırmak dinin doğasına, niteliğine, yapısına aykırı. Dini din okutmaktan çıkarıp siyasal amaçlı sömürü, şeriatı yerleştirme çabalı yozlaştırma sonucu teröre elverişli kılma çabalarını kırmak yerine büsbütün köktendinciliği kışkırtmak için ustalıklar, oyunlar sergileniyor. Abant toplantılarını Washington’a taşımanın başka anlamı yoktur. ABD kendini Irak batağından kurtaramamışken Türkiye’ye yeni çerçeveler çizmekte, hazırlıklarına omuz vermektedir. Dinciler de inanç temizliğiyle Fethullah Gülen’in ABD konukluğunu nasıl bağdaştırdıklarını vicdanlarına sormamaktadır. Orda kimin yanında, kime yararı oluyor, kimlere ne yapıyor, neler yaptırıyor? Ateist ve teröristi bir tutmanın yanılgısı düşünce düzeyini ortaya koymaktadır. Yineliyorum, bilgili ve terbiyeli bir kimse inançsız da olsa inançlara saygılıdır. İnanca saygı, onun sahibi kişiye saygının doğal gereğidir. İnançsızı teröristle bir tutmak, ikisinin de ne olduğunu bilmimiktir. Amaç, varsa islamiyetin ateşini düşürmek, yanılgılarla, yanlışlıklarla gölgelenmesini önlemek değil, laikliği sulandırmak, yozlaştırmak, etkisiz ve geçersiz kılmaktır. Türkiye’nin bugünü ve geleceği ABD’de biçimlendirilmekte, görevlileri saptanmakta, yeni reçeteler bu amaçla hazırlanmaktadır. “Ilımlı islam” da bir ABD dayatmasıdır. Bu çıkış kimi AKP’lileri bile ayağa kaldırmıştır. Öylesine tehlikelidir. Ayrıca teröristlerin dindarlardan değil, dincilerden çıktığı da unutturulmak istenmektedir.
Ortak yanları
Bir tanıdık sıkılarak ve çekinerek söylüyordu “Bırakınız fog-mog çocuğunu, ne çocuğu olduğu belirsiz, arsız-yüzsüz, soysuz-terbiyesiz, rezilden de rezil, pişkin ve sırıtkan, Türkiye, Türklük, Atatürkçülük, insanlık düşmanı kaşağılık aşağılıklarla gideceğimiz yer bellidir. Sevr’in intikamını, Lozan’ın öcünü almaya kararlı Batı işbirlikçilerini bulmuştur. İşte ermeni soykırımı tasarılarının geçişi. Gıkları çıkıyor mu? İttihatçıların torunları boş durmuyor. Gençleri kandırıp kırdıran dönekler Lozan’ı suçluyor. Yüzü kara olanlar enselerin karartılmamasını isteyerek omuzlarımıza, sırtımıza haçlıları oturtuyor. Hangisi bizim kadar içtenlikli, hangisi bizim kadar barıştan yana, hangisi bağımsızlıkçı?” Doğruyu kınamak doğru değildir. Bir şey söylemeye gerek yok. Powell demedi mi “Rumlar merak etmesin, 1974 tekrarlanmayacak” Peki kıyıma uğrayan Türkler miydi, Rumlar mı? Niye “İki yan da merak etmesin” ya da “Türkler de merak etmesin” demedi. Onlar için AKP iktidarı çantada keklik. Kurşun askerlerle oynayan çocuklar gibi ne isterlerse yaptıracaklarına eminler. Fransa’da 15’i aşkın ermeni anıtına yenileri ekleniyor. ABD Califonria Valisi Schwarzenegger “Konstantinopolis” diyerek 24.04.2004’ü “Ermeni Soykırım Günü” ilan etti. Kanada Avam Kamarası Ermeni Soykırım Tasarısı’nı kabul etti. Cılız, sönük, zayıf, etkisiz yanıtlarla geçiştiriliyor. Haklı çıkışın, onurlu duruşun, eşit konumun hiçbir belirtisi yok. Türk-Osmanlı sentezini benimseyenler hiç ilgimiz olmayan Osmanlı’yı bile savunamıyorlar. Bilimin dinleri inceleyebileceğini ama dinlerin bilim olamayacağını söyleyemiyorlar. Vatanı olmayanın dininin olmayacağını bilmiyorlar. Ümmet düşüncesi kişiliğin, ulusun, bağımsızlığın önüne alınıyor. Laiklik güvenceyken değeri bilinmiyor, yadsınıyor. TBMM komisyonunda laiklere çamur atılıyor, laiklik suçlanıyor.
Nasıl Türk Ceza Yasası’nın 163. maddesi (Özal zamanında oldu) kaldırılınca şeriatçılık ve terör arttıysa şimdi de Leyla Zana’yı düşünce suçlusu (!) gösterip yapılacak yeni değişikliklerle düzenlemelerle etnik terörü azdıracaklar. Kendilerini köktendinci ve etnik teröre araç durumuna getirenleri doğrulara çekmenin olanaksızlığını bilmeyecek, olanları görmeyecek, olacakları kestiremeyecek durumda olanlar siyasete soyunursa böyle olur. Oy toplayacaklarını sanarak verdikleri ödünlerle Türkiye’nin temelini yıkmaktadırlar. Kimileri de parti parti dolaşıp bir yere kapılanmak için kişiliğini gözardı edip yanaşma çabaları içindedir. Bu arada en önemli olay Kürtçülerin tahliye edilmeyip yine cezaya çarptırılmalarına kızıp Türk yargısına saldıran Avrupalılara etkin yanıtlar verilmemesidir. Bağımsızlığını tartışmalı duruma getirdikleri Türk Yargısı’na yabancıların saldırısı kendilerinin aymazlık ve bağnazlıklarının belirtisidir. Yanlılıklarının ve Türkiye düşmanlıklarının çirkin yeni örnekleridir. Türkiye’de ilgilenilecek başka konu, kurum ve kişi yok mudur? Durumu kötü olan yalnız Leyla Zana ve arkadaşları mıdır? Olayın içeriğinden yeterli bilgileri var mıdır, yoksa içimizdeki işbirlikçilerinin etkisiyle ısmarlama işlemler, amaçlı destekler peşinde midirler? Türkiye Batının sömürgesi midir, mandası, dominyonu mudur? Recep Tayyip AB’nin Türkiye Genel Valisi midir? Kıbrıs’ta Kuzey’in “evet” demesi için Güney’in “hayır” diyeceğini günlerce işleyen medyanın yaptığı kışkırtıcılık, kurduğu baskı, görevlendirdiği kişiler gözetilirse bağımsızlığımıza ve onurumuza yönelik saldırılardaki suskunluğuna ne anlam verileceğini belirlemek güçleşiyor. Eşine az rastlanır, hatta benzeri görülmemiş bir pişkinlik ve utanmazlıkla sürdürülen Kıbrıs yayınları tarihimizin “mütareke basını” sayfalarından daha karanlık olacaktır.
Son günlerde anamuvafakat partisi durumuna düştüğünü üzülerek izlediğimiz yine de ABD ajanlarının el atmasından, ele geçirmesinden çekindiğimiz CHP’lilerin yanlış kalkışmalarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Yasası’nın 35. maddesi gündeme geldi. Bilinen karşıtları nasıl da sevindiler. Unutuyorlar ve bilmiyorlar ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu gücü içinde Silahlı Kuvvetler’in önemli bir yeri vardır. Nasıl Anayasa’da ulusun egemenlik hakkını yetkili organlar eliyle kullanacağı öngörülmüşse, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en doğal görevi olan Cumhuriyet’i koruyup kollamanın da hukuksal bir vurgulaması olacaktır. Laik Cumhuriyet’i kuran Atatürk’ü yetiştiren ocağın önderine, Başkomutan’ına bağlılığın olağan ve gerekli bir anlatımını 35. madde yansıtmaktadır. Bu yalın anlatımı darbe dayanağı sanmak ya da öyle göstermek büyük bir yanılgıdır. Darbeler doğal direnme hakkının kullanılmasıyla olabileceği gibi çoğunlukla yasadışı olarak gerçekleşir. 35. maddeye bahane gösterip Silahlı Kuvvetler’i çekindirecek, etkisiz kılacak, hatta dışlayacak biçimde öneri getirmenin anlamı yoktur. Bu olsa olsa Milli Güvenlik Kurulu’na ilişkin düzenlemeyle başlayan Silahlı Kuvvetler’i suskun, tepkisiz, ilgisiz, iktidar buyruğunda bir güç kılma amacına hizmettir. Şeriatçıların girişimlerinin önündeki başlıca engelden, laikliğin ödünsüz ve gerçekçi bir koruyucusundan kurtulmak istenmektedir. Ulusun en güvendiği kurumdan korkanların sık sık bu tür istek ve paslaşmalarla zaman alacağı, gündem değişikliği sağlayacağı sezilmektedir. Silahlı Kuvvetler karşıtları sevindiklerini saklamıyor.
Yine ve her zaman laiklik
Geçmişi geleceğinin göstergesi olan kimi yazarların iktidar palyaçoluğuna soyunduğu ortamda laikliğin eleştirilmesi beklenen bir yaklaşımdır. Anayasa Mahkemesi’nin sıkmabaşla ilgili ilk kararında bilimsel yönden incelenip kezlerce tanımı yapılan laikliği yalnızca din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak göstermek yeterli değildir. Din ve vicdan özgürlüğü, kişinin istediği inanca bağlı olması, onu yaşamasıdır. Laiklik bu özgürlüklerin güvencesidir. Ailede, okulda, devlet yönetiminde dayanağın inanç değil, hukuk, akıl, uygarlık, yaşam gerekleri olduğunun bilinmesidir. Laiklik dinlerin olduğu yerde vardır, olmadığı yerde yoktur. Başta inanç ve düşünce özgürlüğü olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerin güvencesi bağımsızlığın, demokrasinin kaynağı, siyasal, hukuksal, ulusal birliğin dayanağı, eşitlik, kardeşlik, insanlık, barış, bilimsellik ve çağdaşlığın en sağlıklı ortamıdır. İnanç karşıtlığı değil, inançlar yönünden devletin saygın bir yansızlığıdır. Yüzlerce tanımı yapılabilir. Türkiye’de laiklik sayesinde barış, toplumsal dayanışma, tam bir inanç özgürlüğü vardır. Batılıların katılığı yanında Türk ulusunun inancını yaşamaktaki hoşgörüsü örnek olacak düzeydedir. Kimsenin inancına karışılmamakta, dinsel görevlerini yerine getirmesi engellenmemektedir. Dünyadaki müslüman çoğunluğu barındıran ülkeler içinde hiçbiri Türkiye’deki kadar inancını özgür yaşamamaktadır. Hiçbirinde Türkiye’deki kadar demokrasi ve uygarlık yoktur. Köktendincilerle iç ve dış destekçilerinin “din özgürlüğü olmadığı” savı tam bir yalandır. Onlar din sömürüsü olduğunu dinsel terörün sürdüğünü söylemez saklarlar. Türkiye’de kimse inancı konusunda laiklerden zarar görmemiştir. Laikler insan yaralamamış, yakmamış, öldürmemişlerdir. Hücre evleri, domuz bağları, insan kaçırıp boğarak öldürme, oruç tutmadığı için dövme, sıkmabaşa olur vermediği için düşman ilan etme, kötülükleri, insanlıkdışı davranışları yoktur. “Devletin laik olacağı, bireyin olmayacağı” görüşü de bilgisizlik ürünüdür. Amaçlı bir anlatımdır. Lakliği benimseyen, koruyan, yaşamında uygulayan insan laiktir. Laik devleti de ancak laik olanlar yönetir, laikliği ancak bu nitelikte olanlar uygular. Ülkemizde laikliğe ters düşen oluşumlar, laiklerden değil karşıtlarından gelmektedir. Siyasetçilerin ödünlerle yozlaştırmaya çalıştığı bu kavramın, bu kurumun değerini bilmek zorundayız. Mezhep kavgalarının, köktendinciliğin önlenmesi, insanlığın erdeminin hakkıyla yaşanması için laikliğe önem göstermeliyiz. Daha birkaç gün önce Sakarya ve Kahramanmaraş’ta medrese eğitimine baskın yapılarak irticai kalkışmalar izlemeye alındı. Denizli Garnizon Komutanı’nın uyarısı unutulmadı. Toplu namazlar, devlet yapılarından yükselen ezan sesleri, mescitler, tarikat dayanışması, köktendinci kadrolaşma, imam hatip okulları kavgası, gerici giysilerin arttığı sokaklar, neler neler... Laikliği kendi anlayışlarına uygun duruma getirip şeriatçı açılımlarını sağlamak için yabancı destekli toplantılar büyük giderlerle düzenleniyor. Kimi rektörler de bu tehlikeli açılımı destekleyerek, kendi üniversitesini anlayışlı gösterip reklamcılık yapıyor. İmam hatipleri övenleri “geleceğe doğru gelişim” diye sunan çürük beyinliler çıkıyor. Şeriatın yeni adı “ılımlı İslam” olacaktır. Şeriat bu adla yumuşatılarak dayatılacaktır. Gericiliğe, köktendinciliğe, şeriatçılığa karşıtlık sözde islamiyeti yumuşak gösteren bu adla önlenecektir. Bu ad, bu niteleme, bu tanım islamiyete aykırıdır. Ama amaçları için dini de araç olarak kullanan kafalar bu aykırılıktan da kaçınmazlar. Gerçekte ne demokrasinin islamcısı, ne de islamcının demokratı olur. Din dindir, demokrasi de demokrasi. Din siyasallaştırılırsa demokrasi dinselleşir, demokrasi olmaktan çıkar. “Ilımlı islam” şeriatçılığın benimsetilip uygulanmasına hız vermek için getirilen ara formüldür. Böylelikle insani ve demokratik gösterilip şeriat daha kolay uygulanmak istenmektedir. Gerçekte ve özde bulunanla değişen ne ki “ılımlılık” öneriliyor? Dini her yere sokmak çabası açıklıkla saptanmaktadır. Aynı kafalar soykırımı yadsıyıp kürtçü açılımların düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesinden yanadır. Gerçeklerin bu ölçüde uzağında olanların nasıl siyaset yaptıklarına şaşanlar giderek artmaktadır. Saddam Hüseyin’in diktatörlüğünü ağır biçimde kınamakla birlikte ABD işgaline karşı çıkışını desteklemeyi “Saddamcılık” saymakta direnen kepazelerin yabancı uşaklığının yarattığı tiksinti gibi. ABD’de, Almanya’da, Fransa’da, başka ülkelerde zindanlarda çürümekte olan soydaşlarını bırakıp zararlılar için af isteyenler bakalım gelecekte nasıl anılacaklar?
Türkiye’de laikliğin “din düşmanlığı” olduğunu söyleyenler laiklik düşmanı şeriatçılardır. Şeriatın ne olduğunu da doğru dürrüst bilmezler, tarih de okumamışlardır. Son yıllarda olanları da gözardı ederler. Bunları kandıran Batılı da “din özgürlüğü yoktur” savıyla okşayıp daha çok ödün almaya koyulur. Yabancılara güvenen yabancılaşır.
Ve her zaman Atatürk
İktidarın dolu dizgin gidişine ayak uydurmak için kendini yadsıyan kişiler ve kuruluşların bu ölçüde olacağını sananlar azdı. Yargının bile etkilendiği konuşmalardan, önerilerden, tutumlardan anlaşılıyor. İç ve dış borç, kayıtdışı artışları sürüyor. İşsizlik büyüyor. Ücretler eriyor. Yatırım yapılmıyor. Kimse ekonominin iyi gittiğini ileri süremez. Halkıyla alay eden halktan olamaz, halk adamı olamaz. Üniversiteler, yurtsever işadamları, memur, işçi aileler yakınıyor. İktidar amigoları, iktidar mızıkacıları hangi şarkıyı söylerse söylesin güçlükler dayanılmaz, katlanılmaz çizgiye geliyor. Kıbrıs’ta yeni oyunlara başlanacaktır. Durumu fırsat bilip yeni ödünler isteyeceklerdir. AB’ye ve ABD’ye asla güvenilmez. Hukuka aykırı nice çözüm önerileri dayatacaklardır. Elverişli iktidar onların iştahını kabartmaktadır. Oyalama, avutma, çarpıtma, saptırma, dayatma, kandırmaca, alavere dalavere “Kıbrıs Yunanistan’a” yapacaklar. Suları bulandıracaklar. Umarız kanlandırmazlar.
Tüm iç ve dış olumsuzluklara, gerçekleşmesini asla istemediğimiz kötü olasılıklara karşı umutluyuz. Çünkü Atatürkçüyüz. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının nelerle karşılaştıklarını bildiğimizden korkmuyor ve çekinmiyoruz. Kaçınmıyoruz ve yılmıyoruz. Korkaklar, çıkarcılar, nankörler, ilkesizler, ikiyüzlüler, dönekler, sapkınlar, aymazlar ayrılacaklar, dökülüp gidecekler, bitip tükeneceklerdir. Tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği, çağdaşlığı, onuru, saygınlığı, güveni ve insanlığı yeğleyenler canlarını adayarak koşacaklardır. Atatürk’ün en elverişsiz ortamda, en kötü koşullarda olanaksızlıklar içinde güçlükleri yenip verdiği savaşlar gözetilirse yapmamız gereken çok şey olduğunda birleşiriz. Bu gerçeklere gözlerini kapayıp Atatürk aleyhinde giderek artan yayınları, Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasındaki tüm karşıtlarına yollama yapılarak yazılanları yanlı ve abartılı değerlendirmeleri, gerçeklerin amaçlı biçimde tersine çevrilmesini gördükçe araç olanların insanlıkları kuşku veriyor. Kini, nefreti, değişik nedenli bozuklukları yansıtan yapıtlar, kürtçü, hilafetçi, ermeni, rum yandaşlığının paketidir. Kurtuluş Savaşı küçümsenmekte, Anadolu’yu gerçek sahiplerinden alma biçiminde tanıtılmaktadır. Sapkınlığın bu ölçüde alçaklığa dönüştüğü az görülmüştür. Bunlar nasıl okullarımızda okumuşlar, ekmeğimizi yemişler, suyumuzu içmişler, havamızı solumuşlar bilinmez. Bu tür yaklaşımların bilimsellikle hiçbir ilgisi olmadığı açıktır. “Resmi tarih” diye genişletilen suçlamalarıyla Atatürk’ün Büyük Söylev’i sözde yanıtlanmakta ve yalanlanmaktadır. Yasal geçerliği tartışmasız sağlıklı belgeleri de kapsayan saldırıları, aşağılık duygularından kaynaklanan hafife alma çabaları, dedikodularla, düşünce pislikleriyle doludur. Ismarlamacı yazarlara göre Atatürk’ün karşıtları kusursuz, haklı ve doğrudur. Yalnız ve hep Mustafa Kemal suçludur. Atatürk suçlu ise yurdu kurtarıp bağımsız devlet kurduğu için suçludur. Biz de Atatürkçü olduğumuz için suçluyuz. Yineliyorum: Türkiyemizle özdeşleşerek kurumlaşan, Türkiye Aydınlanmasının kaynağı, tam bağımsızlık, özgürlüğün, ulusal egemenliğimizin simgesi Atatürk bizim her şeyimizdir. Atatürkçü olmak onurdur. Ölmek de yok dönmek de yok!
Kutlama
Yeni af yasalarıyla sıkmabaşlı gerici militanların üniversitelere doldurulup istenmeyen olaylara ortam hazırlandığı bugünlerde Atatürkçü gençlerin canla başla çalışarak aldıkları sonuçları, alacaklarının güvencesi sayarak kendilerini kutluyorum. Değişik bağlamda tembelliğin, umursamazlığın, adam sendeciliğin, ilgisizliğin, tepkisizliğin giderek arttığı, suskunluğun yaygınlaştığı günümüzde sorunları bilerek ve çözümleyerek Atatürk yolunda birliktelik, dayanışma ve Atatürkçü başarılar için didinen İleri dergisi ve TÜRKSOLU gazetesi emekçilerinin ikinci yıllarını da kutluyorum. Gelecekleri için en iyi dileklerimi açıklıyorum.
(Gerici gazete ve dergileri Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sevindirmesi bile TÜRKSOLU’nun başarılarından biridir.)

..