GÜVENLİK PARADİGMASININ DEĞİŞTİRİLMESİ
Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile küresel ölçekte “daha demokratik ve daha özgür bir dünya” arayışları ivme kazanmıştır. Bu özgürlük ve demokrasi rüzgarı, ABD’yi vuran 11 Eylül Saldırılarına kadar devam etmiştir.
Dünyada esen özgürlük ve demokrasi rüzgarlarına karşılık, 1990’lı yılların Türkiye’de benzer bir şekilde yaşandığı söylenemez. Tam aksine bu yıllar, Türkiye’nin daha fazla içe kapandığı; olağanüstü hal uygulaması, işkence vakaları ve faili meçhul cinayetler gibi olağanüstü anormalliklerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Yine bu yıllarda yaşanan 28 Şubat Süreci 1 ile ülke bir taraftan AB sürecinden ve dünyadaki gelişmelerden koparken, diğer taraftan kendi vatandaşlarıyla bir tür “Güven krizi” yaşar hale gelmiştir.
11 Eylül 2001’den sonra özgürlükler alanında dünyada bir daralma ve içe kapanma yaşanırken, Türkiye’de yine tam tersi bir süreç gelişmiş; demokratikleşme ve insan hakları alanında bir genişleme ve rahatlama dönemine girilmiştir. Son on yılda ortaya konulan politikalarla yerleşik güvenlik anlayışında köklü bir paradigma değişikliğine gidilmiştir. Güvenlik politikalarında milleti ve vatandaşı “tehdit” olarak görme yaklaşımına son verilerek, milletin tarihin derinliklerinden süzülüp gelen sağduyusuna güvenen bir anlayış
benimsenmiştir. Otoriter devlet anlayışından demokratik devlete geçişin bir yansıması olarak, ülkemizin can yakıcı sorun alanlarının başında gelen teröre ilişkin sadece güvenlik eksenli değil, çok boyutlu bir strateji benimsenmiştir. Başta terörle mücadele olmak üzere güvenlik konularında, demokratik bir hukuk devletinde olağanüstü ve istisnai sayılan yaklaşım ve yöntemler terk edilerek normalleşme yolunda çok önemli adımlar atılmıştır. Normalleşmeye yönelik bu adımlar; darbe, post-modern darbe, darbe teşebbüsü gibi demokrasi karşıtı girişimlerin sorumlularının yargı önünde hesap vermeleri sürecini de beraberinde getirmiştir.
Bu kapsamda; olağanüstü hal uygulamasına son verilmiştir. DGM’ler ve özel yetkili mahkemeler kaldırılmıştır. Terörü sona erdirmek, toplumsal barış ve kardeşliği sağlamak amacıyla “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” başlatılmıştır. Terörle mücadele alanında politika ve strateji geliştirmek üzere Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kurulmuştur. Vatandaşlık Kanunu değiştirilmiştir. Yerleşim birimlerine eski isimlerinin iadesine ilişkin çalışmalar başlatılmıştır. Gündelik hayat kolaylaştırılmıştır. Vatandaşa güvensizlik aşılarak bürokrasi azaltılmıştır.
Çalışmanın envanter bölümünde kronolojik olarak detaylı bir şekilde sıralanan bu adımlardan başlıcaları aşağıda açıklanmıştır:
Olağanüstü Halin Kaldırılması
Olağanüstü yönetim usulleri, devletin, hukuk düzeninin olağan kuralları ile üstesinden gelmesine imkan bulunmayan olağanüstü bir tehdit veya tehlike karşısında başvurduğu yollardır. 1982 Anayasası, “olağanüstü hal” ve “sıkıyönetim” olmak üzere iki tür olağanüstü yönetim usulü öngörmüştür. Bunlardan olağanüstü hal; belli sebeplerle ilan olunan, geçici olarak temel hak ve hürriyetlerin kısmen veya tamamen durdurulmasına veya vatandaşlar için para, mal ve çalışma yükümlülüklerinin getirilmesine imkân veren bir olağanüstü yönetim usulüdür. Sıkıyönetim ise olağanüstü halin ilanını gerektiren sebeplerden daha vahim sebeplerle ilan olunan, geçici olarak temel
hak ve hürriyetlerin kısmen veya tamamen durdurulmasına veya Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınmasına imkân tanıyan ve kolluk yetkilerinin askeri makamlara geçmesi sonucunu doğuran bir olağanüstü yönetim usulüdür.
Olağanüstü hal uygulaması, terör nedeniyle Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki bazı illerde sıkıyönetim uygulamasının alternatifi
olarak 1987’den itibaren uygulanmaya başlanmıştır. 19 Temmuz 1987 tarihinde geçici olarak başlatılan ancak üst üste 46 kez uzatılarak 2002 yılına kadar aralıksız devam ettirilen olağanüstü hal döneminde, idarenin sahip olduğu güçlü yetkiler ve insan haklarının önemli ölçüde sınırlandırılması ciddi sorunlara yol açmıştır.
Özellikle olağanüstü hal durumunda söz konusu olan yargısal denetim istisnaları, insan hakları açısından bu dönemlerin ne derece ciddi endişeleri barındırdığınıda göstermektedir. Bu endişeler, Türkiye’nin AİHM önünde rekor sayıda mahkumiyetleri ile tescillenmiştir.
< Demokratikleşme adımlarının ilk büyük hamlesi olarak olağan üstü hal uygulamasına 30 Kasım 2002 tarihinde yani hükümetin kurulmasından on iki gün sonra,yeni bir uzatma kararı alınmamak suretiyle son verilmiştir. 1961 ve 1982 Anayasası dönemlerindeki sıkıyönetim ve olağanüstü hal uygulamalarının uzunluğu dikkate alındığında, 2002 yılında tüm Türkiye’de olağan yönetim şekline dönülmüş olması oldukça önemli bir gelişmedir. >
Ayrıca bu dönemlerde askeri makamlara verilen ilave yetkiler de buna eklendiğinde, olağanüstü hal uygulamasının demokratikleşmenin önündeki en önemli engellerden biri olduğu görülmektedir.
Demokratikleşme adımlarının ilk büyük hamlesi olarak olağanüstü hal uygulamasına 30 Kasım 2002 tarihinde yani hükümetin kurulmasından on iki gün sonra, yeni bir uzatma kararı alınmamak suretiyle son verilmiştir. 1961 ve 1982 Anayasası dönemlerindeki sıkıyönetim ve olağanüstü hal uygulamalarının uzunluğu dikkate alındığında, 2002 yılında tüm Türkiye’de olağan yönetim şekline dönülmüş olması oldukça önemli bir gelişmedir. Bu adım, sembolik
açıdan da “sessiz devrim”in başlangıcında önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmelidir.
Devlet Güvenlik Mahkemelerinin ve Özel Yetkili Mahkemelerin Kaldırılması
Güvenlik-özgürlük dengesinde güvenliğin öne çıkartılmasının bir göstergesi olarak 1973 Anayasa değişiklikleri ile yargı sistemimize dahil edilen DGM’ler, sürekli olarak eleştirilerin odağında yer almaktaydı. Özellikle yargılama usulündeki farklılıklar ve mahkeme üyelerinden birisinin askeri hakim olması, bu mahkemelere yönelik eleştirileri artırmaktaydı. Uygulamada da ağırlıklı biçimde güvenlikçi yaklaşımlarla davaları sonuçlandırmaları nedeniyle söz konusu eleştirileri adeta haklı çıkarmışlardır.
Öte yandan DGM’lerin yapısı, AİHM tarafından AİHS’nin adil yargılanma hakkına aykırı bulunarak Türkiye’nin mahkum edilmesine neden olmuştur. Bu sebeple ilk olarak 1999 yılında yapılan anayasa değişikliği ile DGM’lerde askeri hakim bulunması yönündeki uygulamaya son verilmişti. 2004 yılında ise bu mahkeme ler tümden kaldırılmıştır. DGM’lerin kaldırılması ile bunların yerine özel yetkili ağır ceza mahkemeleri kurulmuş, bu mahkemeler de genel olarak devlet aleyhine işlenen suçlar ile örgütlü suçlara bakmakla yetkilendirilmişlerdir. On yıllık süre boyunca ortaya çıkan aksaklıklar nedeniyle 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun ile kabul edilen üçüncü yargı paketinde yapılan yenilikle özel
yetkili mahkeme uygulamasına da son verilmiştir. Yeni düzenlemede, bu tür suçlar dolayısıyla açılan davaların “ Bölge Ağır Ceza Mahkemesi” olarak adlandırılan mahkemelerde görüleceği kabul edilmiştir.
Böylece 1973 yılında başlayan DGM serüveni 2004 yılında sonlandırılmış, DGM’lerin yerine yetkilendirilen özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin
de 2012 yılında kaldırılması ile yargıda normalleşme doğrultusunda önemli bir adım daha atılmıştır.
< Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi kapsamında atılan adımlarla, korkuların, tabuların, yasakların aşılması; toplumun ve devletin kendi sorunları ile yüzleşmesi;yıllardır konuşulamadığı için daha da büyüyen sorunların açıklıkla konuşulup tartışılabilmesi sağlanmıştır. Bu şekilde, sorunların rahatça tartışılıyor olması ve devletin ilk defa böylesine yoğun bir çözüm iradesi ve arayışı sergilemesi, Aynı zamanda bir tür “ Sosyal Restorasyon” işlevi görmüştür. >
Terörü sona erdirmek ve toplumsal barış ve kardeşliği sağlamak amacıyla 2009 yılı Temmuz ayında “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” başlatılmıştır.
Bu proje ile, yıllardır karşı karşıya kalınan ve karmaşık bir hale gelen terör sorunu karşısında çok boyutlu bir çözüm politikası geliştirilmesi hedeflenmiştir.
Bu çerçevede Türkiye’nin demokrasi standartlarını yükselterek terörü sona erdirmek veya asgari düzeye indirmek amaçlanmıştır. Bunu sağlamak için bir taraftan demokratikleşme alanında ileri adımlar atılmakta, diğer taraftan da terör örgütünün beslendiği kaynaklar kurutularak, örgüte yeni katılımları önlemeye ve bir şekilde katılmış olanları tekrar topluma kazandırmaya yönelik çalışmalar sürdürülmektedir.
Türkiye’nin 2002’de başlayan demokratikleşme ve normalleşme sürecinin devamı niteliğinde olan Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi ile temel hak ve özgürlüklerin standardını yükselterek demokratikleşme alanını genişletmek suretiyle her türlü görüşün barışçıl bir şekilde ifade edilebildiği, çözüm önerilerinin karşılıklı hoşgörü içinde tartışılabildiği, çoğulcu ve özgürlükçü bir ortamı sağlamak amaçlanmıştır.
Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi kapsamında atılan adımlarla, korkuların, tabuların, yasakların aşılması; toplumun ve devletin kendi sorunları ile yüzleşmesi; yıllardır konuşulamadığı için daha da büyüyen sorunların açıklıkla konuşulup tartışılabilmesi sağlanmıştır. Bu şekilde, sorunların rahatça tartışılıyor olması ve devletin ilk defa böylesine yoğun bir çözüm iradesi ve arayışı sergilemesi, aynı zamanda bir tür “sosyal restorasyon” işlevi görmüştür.
Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi çerçevesinde atılan adımlara devam edilmekte, ortak aidiyetin güçlendirilmesi ve ortak bir gelecek inşası için çalışmalar sürdürülmektedir.
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’nın Kurulması
Türkiye’nin, kırk yıla yaklaşan uzun terörle mücadele geçmişinde “bütüncül bir terörle mücadele stratejisinin bulunmadığı”, terör sorununa sivil ve sosyal bilimler perspektifinden bakan bir kurumunun olmadığı hususu, ciddi bir eksiklik olarak sürekli dile getirilmiştir. Bu alanda da önemli bir adım atılmış; 17/2/2010 tarihli ve 5952 sayılı Kanun ile çok boyutlu ve bütüncül bir yaklaşımın gereği olarak terörle mücadele alanında bilimsel metot ve verileri kullanmak suretiyle daha fazla analiz yapmak, çözüm önerileri, politika ve stratejiler geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kurulmuştur.
Böylece güvenlik paradigmasındaki değişime paralel olarak; sorunu yalnızca güvenlik tedbirleriyle özdeşleştirmeyip, terörle mücadeleyi çok boyutlu bir çerçevede toplumsal, psikolojik ve hukuksal boyutlarıyla ele alacak, sosyal bilimlerin verileriyle hareket edecek ve uluslararası deneyimlerden faydalanacak yeni bir yaklaşım benimsenmiştir.
Vatandaşlıktan Çıkarılanlara Haklarının İadesi
Özellikle askeri darbe dönemleri ve sonrasında bireylerin vatandaşlıktan çıkarılmaları, pek çok durumda başvurulan bir yöntemdi. İnsanlarımızın
siyasi ve keyfi gerekçelerle vatandaşlıktan çıkarılmaları, kendilerinin ve ailelerinin mağduriyetine neden oluyordu.
Bu kapsamda 2009 yılında yeni bir Vatandaşlık Kanunu çıkarılarak daha önce vatana bağlılıkla bağdaşmayan eylemlerde bulundukları gerekçesiyle Türk vatandaşlığı kaybettirilen lere Bakanlar Kurulu’nca yeniden vatandaşlık hakkı verilmesi imkanı getirilmiştir. Böylece 12 Eylül Askeri Darbesi döneminde
veya daha sonra siyasi nedenlerle yurt dışına çıkmak zorunda kalan ve vatandaşlık hakları ellerinden alınan kişilerin yeniden bu hakkı elde edebilmelerinin önü açılmıştır.
Gündelik Hayatın Kolaylaştırılması
Geçmişte, güvenlik gerekçesiyle gereğinden fazla sayıda ve sıklıkta rutin olarak uygulanan ve bazen kilometrelerce araç kuyruğuna neden olan yol kontrolleri ve arama noktaları, vatandaşlarımızın haklı şikayetlerine neden oluyordu. 1990’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yaşayan vatandaşlarımızın gündelik hayatlarındaki en önemli sıkıntılarından birini, bu güvenlik kontrolleri oluşturuyordu. Vatandaşlarımızın gündelik hayatlarını kolaylaştırmak amacıyla, 2010 yılı başlarında çıkarılan bir genelge ile söz konusu yol kontrol ve arama
noktalarının sayısı azaltılmıştır.
Önceki dönemlerde yine çeşitli güvenlik gerekçeleriyle, vatandaşlarımızın yaşadıkları bölgelerdeki yayla ve meraları kullanmalarına yasaklar getirilmişti. Bu durum, bölge ekonomisini olumsuz etkiliyordu. Vatandaşlarımızın istihdam ve refah seviyesinin yükseltilmesi amacıyla, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki yayla ve meralara ilişkin bu yasaklar 2010 yılı başlarında kaldırılmıştır.
Yerleşim Birimlerine Eski İsimlerinin İadesi
Kültürel geçmişle kurulan köprünün en önemli ayaklarından biri, coğrafi yer isimleridir. Bu bakımdan, her yerin isminin tarihsel bir arka plana dayandığı söylenebilir. Türkiye’de geçmişte pek çok bölgenin ismi siyasi ve ideolojik nedenlerle değiştirilmişti. İnsanların yaşadıkları yerlere kendi yerel dilleri ve kültürleri çerçevesinde isimler verebilmeleri de mümkün değildi. Bu durum, vatandaşlarımızın aidiyet duygularının zedelenmesine yol açıyordu. Bu konudaki haklı talepler gözönüne alınarak yerleşim birimlerine eski adlarının yeniden
verilmesinin önü açılmış; bu çerçevede bazı yerleşim yerlerinin isimlerinde değişikliğe gidilmiştir.
Vatandaşa Güvensizliğin Aşılarak Bürokrasinin Azaltılması
Kamu hizmetlerinin hızlı, etkili, verimli, nitelikli ve saydam bir biçimde verilebilmesi için iyi işleyen bir bürokratik sisteme ihtiyaç duyulmaktadır. Kamu kurumlarındaki işlem süreçlerinin uzaması, hem emek ve zaman israfına hem de devletin halk nezdinde güven ve itibar kaybına sebep olmaktadır. Diğer taraftan ayrıntılı kurallar ve vatandaştan talep edilen belgelerin çokluğu, devletin vatandaşa olan güvensizliğinin bir göstergesi olarak görülmektedir. Bu kapsamda kırtasiyecilik ve uzun zaman alan işlem süreçleri en çok da dürüst
ve masum vatandaşları sıkıntıya sokmaktadır.
Son on yılda bürokrasinin azaltılmasına yönelik atılan adımlarla, Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında oldukça yavaş ve hantal olan kamunun işleyiş mekanizmaları nedeniyle mağduriyet yaşayan vatandaşların, eğitim, sağlık, maliye gibi temel kamu hizmetlerine erişimi kolaylaştırılmaya çalışılmış, bu alandaki bürokratik engellerin mümkün olduğunca kaldırılması hedeflenmiştir.
2000’li yıllardan itibaren sürdürülen demokratikleşme çabaları, temel hak ve özgürlükler alanını genişletmiş, gündelik hayatı kolaylaştırmış ve devlete güven duygusunu geliştirmiştir. Bu bağlamda vatandaşa güvensizliğin aşılarak bürokrasi nin azaltılmasına yönelik atılan adımlar, demokratikleşme sürecinin bir parçası olarak değerlendirilebilir.
Bu kapsamda; etkili, verimli, hesap verebilir, vatandaş beyanına güvenen ve şeffaf bir kamu yönetimi oluşturmak ve kamu hizmetlerinin hızlı, kaliteli, basitleştirilmiş ve düşük maliyetli bir şekilde yerine getirilmesini sağlamak üzere, idarelerin uyması gereken usul ve esaslar yeniden düzenlenmiştir. İlk olarak güncelliğini ve uygulanabilirliğini yitirmiş olan hükümlerin ayıklanması, çelişkili hükümlerin düzeltilmesi, mevzuatın basitleştirilmesi ve kalitesinin artırılması amacıyla 2007 yılında “Uygulama İmkanı Kalmamış Bazı Kanunların Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun” kabul edilmiştir. Ardından 2009’da yürürlüğe giren “Bürokrasinin Azaltılması İşlemlerinin Birleştirilmesi Çalışmaları ve Kamu Hizmetlerinin Sunumunda Uygulanacak Usul ve Esaslara İlişkin Yönetmelik” ile Başbakanlık, Bakanlıklar ile bazı bağlı ve ilgili kuruluşlara ait toplam 170 yönetmelikte değişiklik yapılmıştır. Bürokrasinin azaltılması ve idari işlemlerin basitleştirilmesi amacıyla yapılan budüzenlemeyle 421 belge işlemden kaldırılırken, 215 hizmette de noter onayı zorunluluğu kaldırılmıştır. Ayrıca 46 yetki merkezdentaşraya, 26 yetki de valilik ve bölge müdürlüklerinden alt kademelere devredilmiştir.
< Bürokrasinin azaltılması ve idari işlemlerin basitleştirilmesi amacıyla yapılan bu düzenlemeyle 421 belge işlemden kaldırılırken, 215 hizmette de noter onayızorunluluğu kaldırılmıştır. Ayrıca 46 yetki merkezden taşraya, 26 yetki de valilik ve bölge müdürlüklerinden alt kademelere devredilmiştir >
Yapılan bu düzenlemeler sayesinde bürokratik engel teşkil eden ve kırtasiyeciliği gereksiz yere artıran, zaman ve kaynak israfına yol açan işlemler azaltılmış; böylelikle kamu yönetiminin etkili ve hizmet odaklı bir yapıya kavuşturulması, işleyişinin basit ve hızlı olması yönünde önemli mesafeler alınmıştır. Bu kapsamda, merkezi idare ve yerel yönetimler tarafından sunulan hizmetlerde gereksiz bilgi ve belgeye dayanan düzenlemelerin ortadan kaldırılması, bazı hizmetlerin öncelikle elektronik kanallar üzerinden sunulması gibi değişikliklerle belge israfının önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Devletin kağıtlar üzerinden sunduğu veya aldığı ayrıntılı şekil kurallarına dayanan, külfetli ve masraflı hizmetler daha hızlı, güvenilir ve kesintisiz olarak e-devlet organizasyonu çerçevesinde dijital ortamda sunulmaya başlanmıştır. E-devlet sayesinde kamu kurum ve kuruluşları vatandaşa sunulacak hizmetleri günün teknolojik ortamın da bürokrasi engeline takılmadan gerçekleştirmektedir. Resmi işlemlerde evrak aslı istenmek yerine vatandaş beyanına güvenilerek T.C. kimlik numarası, ikametgah adresi, kimlik ve iletişim bilgileri esas alınarak işlem yapılması öngörülmüştür. E-devlet uygulaması yalnızca vatandaşla kamu arasındaki işlemlerin değil kamu kurumları arasındaki bilgi akışının da hızlanmasını sağlamış ve kamu hizmetlerindeki verimliliği artırıcı bir etki yapmıştır.
Kamu hizmetleri alanında karşılaşılan en temel sorunlardan bir diğeri, sağlık sektöründe yaşanan karışıklık ve hizmete erişimin yavaş olmasıydı. Sağlık sektöründe son yıllarda uygulamaya giren, sevk zincirinin kaldırılması; Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK gibi kuruluşların Sosyal Güvenlik Kurumu çatısı altında birleştirilmesi; SSK ve devlet hastanelerinin birleştirilmesi; hastaların istedikleri hastaneye gidebilmeleri; vatandaşların özel sektörde tedavi olabilmesinin yolunun açılması ve böylelikle kamu sektörünün de hizmet kalitesinin
yükseltilmesi gibi uygulamalar, vatandaşlara duyulan güveni yansıtan ve gündelik hayatı kolaylaştıran önemli çalışmalardır.
Vatandaşların devletle olan ilişkilerinde en fazla şikayetçi oldukları bir diğer konu ise topluma tepeden bakan, vatandaşın derdini, sıkıntısını kendilerine anlatamadığı, devletin otoriter ve sert yüzünü yansıtan yöneticilerdi. Bu konuda da ciddi bir yaklaşım değişikliğine gidilmiş ve son dönemlerde yapılan atamalarda devletin sıcaklığını, şefkatini ve değişen yüzünü gösteren, toplumsal değerlerle barışık, kucaklayıcı, çözüm üreten ve insan odaklı yöneticilere öncelik verilmiştir.
DİPNOTLAR;
1- 28 Şubat Süreci, 28 Şubat 1997’de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararlarla başlayan anti-demokratik bir süreci ve bu süreçte yaşananları ifade etmektedir. Millet iradesini yok sayan ve “post modern darbe” olarak da isimlendirilen siyasete yönelik bu müdahale ile birlikte mevcut hükümet istifaya zorlanmış; başta din ve vicdan hürriyeti olmak üzere temel hak ve hürriyetleri ihlal eden birçok uygulama hayata geçirilmiştir.
***