Faşizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Faşizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mart 2021 Salı

TARİHİN SONU ( FRANCIS FUKUYAMA ) BÖLÜM 4

TARİHİN SONU ( FRANCIS FUKUYAMA )  BÖLÜM 4


Francis Fukuyama, Tarihin Sonu, Şule ŞAHİN CEYLAN, liberalizm, komünizm, diyalektik, demokrasi, monarşi, faşizm,

O’na göre, dünya siyasetine hakim olmaya devam edecek tek sistem, batının liberal demokrasisidir. 11 Eylülün getirisi olan karsı karsıya gelişte, eşitler arası bir çatışma olmadığı gibi, geleneksel işleyişlerinde batının tehdidini hisseden toplumların, modernleşme karşıtı eylemleri söz konusudur (Fukuyama, 2002/a: 250). 
Fukuyama dini, milliyetçi, ırkçı ve etnik mücadelelerin, demokrasi karsısında durusunu, dünya çapında önemi olmayan rakipler olarak değerlendirmiştir. 
Hatta faşizmin Almanya’da ki ilk görünümü bile, dünyanın bütününü sarsacak bir kuvveti yansıtmamaktadır. Şimdilerde de, tehlikesinin büyüklüğüne inanılmayan akımların, benzeri bir tehdit oluşturması her zaman mümkündür. Fukuyama, milliyetçiliğin aşırı biçimini henüz olgunlaşmamış demokrasilerde görülebilecek bir problem olarak niteleyerek, demokrasinin ileri safhalarında çözüleceğini ileri sürmektedir. Oysa bundan kesin bir çözüm gibi bahsetmek Fukuyama’nın sıklıkla değindiği rasyonellikle uyuşmamaktadır (Himmelfarb, 2002: 63) 

Ayrıca bir diğer eleştiri noktası da, liberal demokrasinin sınıf sorununu çözdüğü ve diğer toplumsal sorunların modern izim öncesi dönemden kaldığı iddiasıdır. 
Böyle olmuş olsa bile bu, sorunların varlığını ve uyandırdığı rahatsızlığı gidermemektedir. 
Liberal demokrasi bakımından bu tip bir gerekçelendirmeye gitmek, açıkça sorunların varlığının kabulü ve çözümleyemedikleri için bastırılmaları anlamına gelir (Himmelfarb, 2002: 63). 

4. SONUÇ 

Francis Fukuyama’nın tarihin sonu tezine dikkat çeken ve üzerinde düşünmeye değer kılan etkeni, iddiasının büyüklüğünde aramak gerekir. Fukuyama demokratik devletin temel özelliklerini rasyonellik, homojenlik ve evrensellik olarak belirlemektedir. Demokrasi ilkelerine göre isleyen bir devlet, yarışan çıkarları insan olma kimliği çerçevesinde birleştirip, açık ve net ilkelere dayanmakta, kisiler arasındaki eşitsizliği kaldırarak sınıfsız bir toplum yaratmakta ve yurttaşlar arasında dil, din, ırk veya başka farklılıkları gözetmeden, esit hak ve özgürlüklerden yararlanmasını sağlamaktadır. Fukuyama, temel hak ve özgürlükler kategorisini, mülkiyet, düşünme, açıklama, istediği dine mensup olup bu dinin gereklerini yerine getirme, siyasi iktidara katılma haklarıyla çizmiştir. Fırsat eşitliğini dengeleyen ve yeniden paylaştırmayı sağlayan sosyal hakları geri planda tutmaktadır. Kanaatimizce söz konusu haklar da demokrasinin islemesi bakımından diğerleri kadar önemlidir. Liberal demokrasilerin sınıf sorununu ortadan kaldırdığını savunan birinin, bu yolda çözüm getiren hak ve özgürlükleri ikinci plana atmaması gerekmektedir. Eğer ki liberal demokrasi, toplumsal adaletsizlikleri asgari düzeye indirme işlevini üstleniyorsa, sosyal haklar 
bu yolda kullanacağı temel enstrüman niteliğindedir. 

Fukuyama, liberal demokrasinin sınıf sorununu çözdüğünü ve diğer toplumsal problemlerin demokrasi öncesi rejimlerin kalıntıları olduğunu söylemekte, ancak 
halen mevcut olan bu tip pürüzlerin nasıl aşılacağına dair bir çözüm getirmemekte dir. Oysa istikrarlı bir demokrasinin işlemesindeki engeller arasında, sosyal adaletsizlikleri de saymıştır. Demokrasinin istikrarını engelleyen böyle bir sorunu ortaya koyduktan sonra, nasıl çözümleneceği ile ilgili de görü belirtmesi, hiç değilse ertelememesi gerekir. Aslında kastettiği, liberal demokrasilerin bu tip pürüzleri gidermeyi hedeflediği olabilir. 

Ancak olan ve olması gerekeni birbirine karıştırmakta, henüz böyle bir sorumsuzlaştırma nın mevcut olmadığı gerçeğini gözardı etmektedir. 
Tezini, Hegel diyalektiği ve tarihselci yaklaşımla kuvvetlendirme çabasının, sistematik bir yol izlemediğini söyleyebiliriz. Hegel düşüncesinden kendi savını 
besleyecek unsurları, bütünlük kaygısı gütmeden çekip almıştır. Felsefi bir temelle, tarihin sonu fikrini daha kolay güçlendireceği fikriyle, çalışmasının çeşitli yerlerine 
serpiştirmiştir. Bu durumda hem kendince güçlü bir dayanak sağlamış, hem de cevaplayamadığı her soru ve sorunda devreye soktuğu bir anahtar edinmiştir. 
Fukuyama’nın, bir dönem liberal demokrasiye alternatif olmuş ya da olduguna inanılmış rejimleri eleştirisi ve O’na yöneltilen eleştirilerde, dikkatimizi çeken 
husus, tarihin sonunu ağırlıklı olarak S.S.C.B’nin dağılmasına ve Soğuk Savaş ’ın bitimine bağlamasıdır. Bu durum, ister istemez tarihte böyle bir devinim olmasaydı, 
Fukuyama’nın tezinin de yazılmayacağını akla getirmektedir. Yani aslında S.S.C.B’nin dağılması karsısında duyduğu sevinci dışa vurma sürecinde, bunu 
destekleyecek felsefi dayanaklar aradığını, her tür gerekçelendirmesi nin altında bu tepkinin yattığını söyleyebiliriz. İslamın bir seçenek olamayacağını söylerken, bunu temellendirdiği nokta da ilgi çekicidir. Hem liberalizmin ekonomik ve siyasi boyutunu birbirinden ayırmış, hem de İslamın liberalizm karsısında alternatif 
sayılmamasını, Batı ve İslam dünyası arasındaki güçlerin eşit olmayışıyla açıklamıştır. Güç derken kastettiğinin ne olduğu açık değildir. Yarıştırdığı güçler, 
ekonomik üstünlük ya da toplumlar tarafından benimsenme ihtimali olabilir. Liberal demokrasi ülkelerinin barısı yaydığı fikri de, yakın dünya tarihi hatırlanınca, kuşku uyandırmaktadır. Neticede Fukuyama’ nın demokrasinin üstünlüğü fikrine katılmakla beraber, bunu açıklarken dayandığı kaynakları ve gerekçelendirme 
biçimini tartışmaya açık bulmaktayız. 

KAYNAKÇA 

Akarsu, B. , (1994) Çağdaş Felsefe, İstanbul, İnkılap Kitabevi. 
Akyol, T. , (2002), Tarihin Sonu mu?, Aydın,M., Özensel, M., (edts), Francis Fukuyama v.d, Tarihin Sonu mu ? (148-156), Ankara,Vadi Yayınları. 
Bayar Bravo, I., (2005), ‘’Tarihin Sonu, İlerleme ve Küreselleşme Üzerine Bir İnceleme’’,C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 29, No:2, 125-138. 
Bochenski, J. M.,(1997), Çağdaş Avrupa Felsefesi, çev: S.R. Kırkoglu, İstanbul, Kabalcı Yayınevi. 
Bock, K., (1990), İlerleme, Gelişme ve Evrim Kuramları, çev: A. Uğur, Bottomore, T., Nisbet, R., (edts), Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, (53-96), 
Ankara, Verso Yayıncılık. 
Bloom, A.,(2002), Fukuyama’nın Makalesi Üzerine, Aydın,M., Özensel, M., (edts), Francis Fukuyama v.d, Tarihin Sonu mu ? (50-55), Ankara,Vadi 
Yayınları. 
Boucher, Geoff,(1998), History and Desire in Kojeve, ‘Legacy of Hegel’ Seminar, www. marxıst. org (13.04.2007) 
Buhr, M./ Kosing, A.(1999), Bilimsel Felsefe Sözlüğü, çev.: V. Bildik, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları. 
Caslin, T., (1993), Devlet ve Ekonomi, Saybasılı, K.(edt.), Liberalizm, Refah Devleti, Eleştiriler, (290-314), Ankara, Bağlam Yayınları. 
Cevizci, A.(2002), Felsefe Sözlüğü, İstanbul, Paradigma Yayınları. 
Çaglar, B. (1996) Hukuk Devletinde Gündelik Hayatın Estetigi, Ökçesiz, H., (edt.), 
Hukuksal Olgular Araştırması ve Hukuk Devleti, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi 3, (165-171), İstanbul, Alkım. 
El-Efendi, A., (2002), Tarihin Sonu’ndan Sonra İslam ve Çatışmanın Geleceği, çev: Y.Aktay, Aydın,M., Özensel, M., (edts), Francis Fukuyama v.d, Tarihin 
Sonu mu ? (185-202) Ankara,Vadi Yayınları. 
Fukuyama, F., (1999), Tarihin Sonu ve Son İnsan, çev.: Z. Dicleli, İstanbul, Gün Yayınları. 
Fukuyama, F., ( 2000/a), Güven (Sosyal Erdemler ve Refahın Yaratılması) , 2.baskı, İstanbul, Türkiye İş Bankası Yayınları. 
Fukuyama, F., (2000/b), Büyük Çözülme, İstanbul, Sabah Kitapları. 
Fukuyama, F., (2002/a), Hala Tarihin Sonundayız , çev: Ö. Gözel, Aydın, M., Özensel, M., (edts), Francis Fukuyama v.d, Tarihin Sonu mu ? (248-250), 
Ankara,Vadi Yayınları. 
Fukuyama, F., (2002/b), Yayınlanısının 10. yılında Tarihin Sonunun Neresindeyiz?, çev.: C. Aydın, Aydın,M., Özensel, M., (edts), Francis Fukuyama 
v.d, Tarihin Sonu mu ? (172-175), Ankara,Vadi Yayınları. 
Fukuyama, F., (2002/c), Hedefler: Modern Dünya, çev. B. Akgün, Y. Aktay, Aydın,M., Özensel, M., (edts), 
Francis Fukuyama v.d, Tarihin Sonu mu ? (251259), Ankara,Vadi Yayınları. 
Gökberk, M., (1996), Felsefe Tarihi, İstanbul, Remzi Kitabevi. 
Hamilton, P., (1996), Historicism, London, Routledge. 
Himmelfarb, G.,(2002), Fukuyama’ya Cevap, çev: Yusuf Kaplan, Aydın,M., Özensel, M., (edts), Francis Fukuyama v.d, Tarihin Sonu mu ? (61-64), 
Ankara,Vadi Yayınları. 
Hüseyin, S. A.,(2002), Tarihin Sonu ve Medeniyetler Çatısması çev: Mevlüde Ayyıldızoglu, Aydın,M., Özensel, M., (edts), Francis Fukuyama v.d, Tarihin 
Sonu mu ? (203-222), Ankara,Vadi Yayınları. 
Kaboglu,İ.Ö.,(2002), Özgürlükler Hukuku, 6. baskı, İstanbul, İmge Kitabevi Yayınları. 
Kaloianov, Radostin, Hegel, Kojeve and Lacan; The Metamorphoses of Dialectics-Part II: Hegel and Lacan, www.academyanalyticarts. org. (10.04.2007) 
Kojeve, A.,(1934) Introduction to the Reading of Hegel, 
www. marxıst.org/reference/subject/philosophy/works/fr/kojeve.htm. (20.03.2007) 
Kumar, K.,(2002), Sosyalizmin Sonu mu? Ütopyanın Sonu mu? Tarihin Sonu mu?’ Dünya Neyi Tartışıyor : Yeni Düşünce Hareketleri, Doğu-Batı Düşünce 
Dergisi, sayı 19, 105-123. 
Laurent, Eric, The Dialogue Lacan-Kojeve on Bureaucracy and on Empire, 
www. wapol. org. (22.11.2006) 
Mazrui, Ali A.,(2002), Tarihin Sonu ve İslam, çev: K. Çayır, Aydın,M., Özensel, M., (edts), Francis Fukuyama v.d, Tarihin Sonu mu ? (125-147), 
Ankara, Vadi Yayınları. 
Miller, D./ Coleman, J./ Connolly, W./ Ryan, A., Blackwell’in Siyasal Düsünce Ansiklopedisi, cilt II,(1995), çev: B. Peker-N. Kıraç, Ankara, Ümit Yayıncılık. 
Pons, A.,(2003), İlerleme, çev: İ. Yerguz, Raynaud, P., Rials, S.,(edts), Siyaset Felsefesi Sözlügü, (430-435), İstanbul, İletişim Yayınları. 
Tanilli, S.,(1993), 7. baskı, Devlet ve Demokrasi, İstanbul, Cem Yayınevi. 
Tanilli, S., (2003), Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz?, İstanbul, Adam Yayıncılık: 1819. 
Touraine, A.,(1997), Demokrasi Nedir?, çev: O. Kunal, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları. 
Özcan, M. T., (2001),Hukuk Sosyolojisine Giriş, İstanbul, Don Kisot Yayınları. 
Özlem, D.,(1994), Tarih Felsefesi, İstanbul,: Anahtar Kitaplar Yayınevi. 
Yılmaz, M.,(2002), Medeniyetler Çatışmasına Giriş, 
Yılmaz, M.(edt.), Samuel P. Huntington v.d , Medeniyetler Çatışması, (13-22), Ankara, Vadi Yayınları. 

***

TARİHİN SONU ( FRANCIS FUKUYAMA ) BÖLÜM 3

TARİHİN SONU ( FRANCIS FUKUYAMA )  BÖLÜM 3


Francis Fukuyama, Tarihin Sonu, Şule ŞAHİN CEYLAN, liberalizm, komünizm, diyalektik, demokrasi,

Ekonominin kötüye gidisini durdurmak için özel sektörün rolünü arttırması ve dışarıya açılması halinde, totaliter devleti bir başka tehlike beklemektedir: 
Ekonomide modernleşme, tüm diğer alanlara yansıyacak, düzeni eleştiren yeni bir aydın sınıfı oluşacaktır. Ayrıca yönetime kimin geleceği anayasayla belirlenmediği 
için, politikacılar reform vaatlerinde bulunup destek toplamaya çalışırlar, ki bu zaten modernleşmeyi tetiklemektedir (Fukuyama, 1999:49). 
Fukuyama’ya göre, ekonominin merkezi bir planlamayla yürütülmesi, sadece rasyonel yatırımları ve teknolojik gelişmeleri engellemekle kalmamış, aynı zamanda çalışma ahlakını da bozmuştur. Diğerlerinden daha verimli ve iyi çalışan kisi, bu yönünün takdir edilmemesi halinde, az emek harcayıp aynı parayı kazanma yoluna gidebilir. Çalışma ahlakı açısından, komünizmin benimsetmeye çalıştıgı grup ruhundan sa, bireysel çıkarlar daha teşvik edicidir ( Fukuyama, 1999:105, 234). 
Totaliter rejimlerin uygulamadaki bir başka olumsuzluğu, çevreyle ilgilidir. Vatandaşlar rejimin katılıma imkan vermeyen yönünden ötürü, çevreyi kirletip 
ekolojik dengeyi bozan kuruluşların faaliyetlerini engelleyemedikleri gibi, devlet politikaları da böyle bir izin vermemekte, bu konuda her hangi bir duyarlılık 
göstermemektedir (Fukuyama, 1999:130). 

3.1.2. Sağ Otoriter Rejimler 

Sağ otoriter rejimler ya faşizm ya da askeri diktatörlük biçiminde karşımıza çıkar. 
Askeri diktatörlüklerin uzun vadeli ve ortak bir felsefi, siyasi, ekonomik dayanağı 
olmadığı gibi, faşizm de felsefi ya da siyasi bakımdan bir bütünlük taşımadığı için, 
kesin sınırlarını belirlemek kolay değildir. Ancak faşizmin genel ögelerinin, kişisel 
haklar yerine ödevlerin ağır basması, eşit ve evrensel olmayışı, ulusal çıkarların ve devletin ön planda bulunması, ekonomik sorunların çözümünde bağımsız bir teori geliştirilmemesi, dış dünyaya karsı saldırgan bir milliyetçiliği beslemesi, ırkçı bir politika gütmesi, parlamenter rejimin temel ilkelerinin reddedilmesi olduğunu 
söyleyebiliriz (Tanilli,1993:67-72). 

Fukuyama’ya göre meşruiyet, sadece sol totaliter rejimlerin değil, aynı zamanda sa otoriter rejimlerin de temel sorunudur. Bireye özgürlük tanımayan, iktidarı tek bir kişinin veya bir grubun iradesine bırakan faşizm ve diğer askeri diktatörlükler, 
yapıları gereği baskıcı ve kısıtlayıcıdır lar. Bu yönü devre dışı bırakmak için, fasist 
rejimler bazı durumlarda plebisit yoluna giderek, iktidarı meşru bir temele 
oturtmaya çalışmışlardır (Tanilli, 1993:71-72). 
Ancak böyle bir gerekçelendirme tek basına yeterli değildir. Sadece zora ve baskıya dayanarak yönetilen bir ülkede, meşruiyet sorunu farklı görünümlerde ortaya çıkabilir. Meşruiyetin sağlanması, itaat eden kişilerden hiç değilse bir kısmının yönetime ve iktidarının haklılığına inanmasına bağlıdır. Meşruiyetin bir soruna dönüşmesi, sıradan halkın inançsızlığından ziyade, yönetime yakın olanların desteğini çekmesiyle gündeme gelmektedir. Temelde meşruiyet krizi, yüksek rütbeli kişilerin, düzenin haklılığına inancını yitirmesinin bir uzantısıdır ( Fukuyama, 1999: 32). 
Sağ otoriter rejimlerde bu sorun iki şekil de ortaya çıkar. Ya faşizm egemendir ve 
insanlar demokrasi ile eşitliğin dışarıda bırakıldığı yüksek bir ülkü etrafında 
birleştirilirler. Ya da mevcut toplumsal düzeni sağlamanın ötesinde bütünsel bir 
amacı olmayan, askeri diktatörlükler, bu amacı gerçekleştirmek için görevi 
devralırlar. 
İlkinde rasyonel olmayan bu yüce hedefe ulaşılamaması, ulaşıldığı hallerde ise, otoriteyi meşru kılan amaç ortadan kalktığı için, rejimin anlamsızlaşması söz konusudur. 
İkincisindeyse, yönetimdekilerin düzeni korumak veya yeniden sağlamak dışında bir rolleri olmadığından, meşruiyetleri de aynı amaçla sınırlıdır. İlk modelden farklı olarak, demokrasi ve halk egemenliği ilkesini reddetmez, ancak toplumun henüz buna hazır olmadığı gerekçesiyle ertelerler. 
Burada amaç ve meşruluk kısa sürelerle sınırlıdır. Böyle bir diktatörlük, saglam bir 
zemin üzerine kurulmadığından, toplumsal düzenin teminiyle meşruiyetini yitirir ya da geniş kapsamlı kalkınma planları yapılmadığı ve vaad edilen düzen 
oturtulamadığı için iktidardakiler kendi rızalarıyla çekilirler. Fukuyama istatistiksel 
bir değerlendirmeyle, terörizmle mücadele, eski düzenin sağlanması, ekonomik 
karışıklıktan kurtulunması gibi sınırlı amaçları bulunan askeri diktatörlüklerin, 
çoğunlukla kendi rızalarıyla en iyi rejimin demokrasi oldugunu ve yerlerini yeni 
yöneticilere bıraktıklarını vurgulamıştır ( Fukuyama, 1999: 34-38). 

Özetle faşizm ya da askeri diktatörlük görünümüyle tarih sahnesinde yerini alan 
otoriter rejimler, uzun süreli meşruiyet sağlayamadıkları ve demokrasi karsısında 
kuvvetli bir seçenek sunmadıkları için daha bastan eksik ve yetersizdir. Yönetenleri, ‘ideoloji’ kavramının soyut ve gerçekliği doğrudan betimlemeyen niteliğini dışta bırakmak için, kendi savlarını ‘dünya görüsü’ olarak tanımlasalar bile (Özcan,  2001:128), böyle bir kavram değişikliği meşruiyet zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. 

3.1.3. İslam 

İslam, toplumsal yasama iliskin bir takım ekonomik ve siyasal düzenlemeler getirmesi bakımından, diğer dinlerden ayrılmakta, bütünsel bir ideoloji olma özelliği de taşımaktadır. Bütün insanları ulusal özelliklerinden ayırarak sadece insan olma vasfıyla değerlendirmekte ve bu bakımdan evrensel bir yönü bulunmaktadır. Hatta bazı ülkelerde liberal demokrasiye baskın gelmekte ya da hiç değilse tehdit unsuru oluşturmaktadır (Fukuyama, 1999:60). 
Fukuyama İslamın bu yönünü ve dünyada azımsanmayacak sayıda insan tarafından benimsenmesini kabul etmekte, ancak liberalizme alternatif oluşturabileceğine inanmamaktadır. O’na göre, İslam sadece su anda kabul gördüğü ülkelerde gücünü devam ettirebilir ya da en fazla eski yandaşlarını yeniden kazanabilir. Evrensel bir yanı bulunmakla beraber, getirdiği dünya düzeninin benimsenmesi inanç boyutundan ayrılamaz. Liberal demokrasinin egemen olduğu ülke halkları açısından cazibe kazanmasını ve tarihin sonunda İslamın mutlak egemenliğini, Fukuyama mümkün görmemektedir ( Fukuyama, 1999: 60). Çünkü İslam demokratik bir hükumet sistemiyle bağdaş sa bile din ve vicdan özgürlüğü ile özgür ibadet hakkı gibi temel haklarla uyumlaştırılması çok zordur (Fukuyama, 1999: 219). 
    İslam dünyasını diğer dünya kültürlerinden ayıran şey, demokrasinin temel ilkelerinden olan dinsel hoşgörüyü reddeden tek sistem olusudur. 
Batıda, devletin dine hizmet etmek yerine, dinsel hoşgörü ve çoğulculuğu benimsemesi, İslam anlayışıyla uyuşmamaktadır (Fukuyama, 2002: 255). 
Ayrıca devletin belli bir dini benimseyerek, vatandaşlarına karsı ısrarcı bir tutum göstermesi, sanıldığının aksine, dinin kisiler üstündeki etkisini azaltmakta 
ve hatta soğumalarına neden olmaktadır (Fukuyama, 2000: 304). 

3.2. Fukuyama’ya Yöneltilen Eleştiriler 

Francis Fukuyama’nın tarihin sonuna erisildigi ve tüm dünya için düşünülebilecek en iyi rejimin liberal demokrasi olduğu tezi, iddialı yapısı dolayısıyla, çok sayıda eleştiriye neden olmuştur. 
Bu eleştirilerin bir kısmı, tezini kuvvetlendirmek için felsefi temel arayışına, Hegel diyalektiğini yanlı yorumlamasına, felsefece düşünme ve gerekçelendirme yönünün zayıflığına ilişkindir. Bazıları tarihin sonu ve liberal demokrasi tezine karsı çıkmamakta ancak bu sonuca varış yolunu eleştirmektedir. 
Bazılarıysa tarihin bir sona ulaştığını bütünüyle reddetmektedir. Hepsine bu metin kapsamında yer vermek mümkün olmamakla beraber, bir kısmına değinmeye çalışacağız. Fukuyama’ya ‘Medeniyetler Çatışması’ teziyle karsı çıkan Samuel P. Huntington, tarihin devam ettiğini, buna dayanarak liberal demokrasi ve hukuk devletinin evrenselleşmedigini, çatışmaların sürdüğünü belirtmiştir (Çağlar, 1996: 168). 
Dünyadaki diğer medeniyetlerin, batıyı taklit etmelerini engelleyecek farklı özellikler taşıdıklarını iddia eder. O’ na göre, yeni dünyadaki mücadelelerin gerçek 
nedeni, ekonomi yahut ideolojiler değil, kültürler arası farklılıklardır. Dünya olaylarında, milli devletlerin rolünü benimsememekte, ancak asıl mücadelenin, farklı medeniyetlere mensup milletler arasında gerçekleşeceğini ileri sürmektedir. Burada belirleyici etken olarak dine ve kültüre yer vermiştir, ki asıl ayrım batı medeniyeti ve diğerleri arasındadır (Yılmaz, 2002: 14). 
Fukuyama, kültürel faktörlerin varlığını reddetmemekte, hatta bunlara bazı durumlarda demokrasiye geçişi engelleyici rol tanımaktadır. Ancak O’na göre, asıl 
belirleyici kültür değildir. Toplumsal özelliklerden ötürü demokrasiye geçiş yavaş olsa bile, herhangi bir medeniyetin mensubu olmak, bu geçişi imkansız  kılmamak tadır. Demokratikleşme sürecindeki siyasi tutum, kültürden daha belirleyicidir. Ayrıca ülkelerin demokratik bir geleneğe sahip olması gerektiği iddiasını da reddetmekte ve başlangıçta ya da sonradan, katı bir otoriter geleneğe sahip hiçbir halkın ve ülkenin bulunmadığını söylemektedir (Fukuyama, 1999: 221-223). 

Kaldı ki ‘‘çağdaş liberal devlet, siyasal barışın temini için, dinsel ve geleneksel kültürlerin sunduğu farklı ahlaki öneriler arasında, hükumetlerin taraf 
tutmayan bir tavır sergilemeleri kavramı üzerine kuruludur’’ (Fukuyama, 2000/b: 19). Fukuyama ve Huntington’ın tezlerinin birbirine zıt yapısı, ilkinin Soguk Sava sonrasında dünya siyasetinin daha az anarşik olacağı, ikincisinin ülke içi 
çatışmaların yerini, medeniyetler arasındaki çatışmaların alacağı tezleri arasında, bir görüş ayrılığını da getirir (Hüseyin, 2002:203). 
Fukuyama’nın tarihin sonu teziyle ilgili şüpheleri ve eleştirileri arttırıp, Huntington ’un söylemini kuvvetlendiren en belirgin yakın tarihli olay, 11 Eylül saldırılarıdır. İşte bu noktada Fukuyama tezinin hala geçerli olduğunu ve yeni durumun bile liberal demokrasinin gücünü sarsamayacağını ileri sürmektedir. O’ na göre, demokrasinin kültürel bir temeli olmakla beraber, Huntington’un iddia ettiği gibi yalnızca batıda geçerli bir işlerliği bulunmamaktadır (Fukuyama, 2002/a: 249). 
Dünyanın birleşmeye doğru gittiği yönündeki bu iyi niyetli varsayım aslında, Batının değerlerinin küreselleşme aracılığıyla tüm dünyaya yayılması arzusunun başka türlü ifade edilişidir (Touraine, 1997: 202). 
Bu noktada İslamın, Fukuyama’nın tarihin sonundaki liberalizm anlayısına bir alternatif olabileceği iddiaları yoğunlaşmaktadır. İslamın, 11 Eylül olayları 
gerçekleşmeden önce de liberal demokrasi karsısında bir seçenek olduğu görüsü, bir nebze kuvvet kazanmıştır. Bu yöndeki eleştiriler, dünya nüfusunun önemli bir 
bölümünün müslüman olusuna, farkında olarak ya da olmayarak dünya tarihini bu kitlenin şekillendirdiğine, liberalizmin siyasal alana yansıyan tarafıyla, ekonomik 
yönünün birbirlerinden ayrı değerlendirilmesine ve İslamın özünde demokrasiyi dışlamadığına ilişkin dir. Öyle ki demokrasiyi dışlamayan İslamın, dünya nüfusunun beşte biri tarafından benimsendiği de göz önüne alınırsa, bir zaman sonra İslami değerlerin, müslüman olmayan ülkelerde bile geçerli kılınması mümkündür (Mazrui, 2002: 143-145). 

Hatta tarihin sonunu batı demokrasisiyle özdeşleştiren anlayış, kendisine yönelik böyle bir tehdit in varlığını sezinlediği ve bu nedenle gerildiği için, İslamın bir alternatif olamayacağını vurgulamaktadır (El-efendi, 2002: 189). Fukuyama ise 11 Eylül’de ortaya çıkan şiddeti, İslam dünyasının, tarihin sonunun gerçekliğini sezerek, kapıldığı bir endişenin açığa vurulması olarak algılamaktadır. 


***

18 Ekim 2015 Pazar

Liberalizm, Faşizm, Aslanlar ve Ceylanlar





Liberalizm, Faşizm, Aslanlar ve Ceylanlar



04 Ekim 2008 Cumartesi
EROL MANİSALI
Doğadaki denge dayatmacı ve belirleyicidir. Aslanın ceylanı yemesi, doğal düzenin ve dengenin özünü oluşturur. “Fizyokratlar” iktisadı, doğal dengenin oluşumu içinde değerlendirdiler.
İktisadi oluşumları da, “doğadaki denge gibi kendi doğal akışı içinde bırakarak”, en iyi sonucun elde edileceğine inandılar. Klasik iktisat, bunun devamı oldu. Liberal (özgürlükçü) iktisat bunun üzerine kuruldu.
İşleri (piyasayı) kendi haline bırakmanın, iktisatta da doğadaki gibi, “dengeyi sağlayarak sorunları çözeceği” sanıldı. Aslanlar her zaman ceylanları yemeli ve denge bu yolla gerçekleştirilmeliydi…
Muhafazakâr ve sağ iktisadi düşünce özünde “doğallığı, statükoculuğu ve güçlünün egemenliğini”benimser. Hatta bütün bunları, liberal (özgürlükçü) bir anlayış üzerine oturtmaya çalışır.
- Liberal (özgürlükçü) anlayış kamusal, toplumsal ve toplumcu müdahaleyi reddeder. Liberallere göre iktisadi olayları, “kamu yararını göz önüne alarak yönlendirmek yanlıştır”. Mikro birimlerin özgürlüğü esastır. “Birey ve firma çıkarını korursa toplumsal gelişme zaten bunun doğal sonucu olacaktır”denir.
Neo liberalizm (yeni özgürlükçülük) aslında, “özgürlüklerin arkasına saklanmış faşizmi” temsil etmektedir. 20. ve 21. yüzyıllar bunun örnekleriyle doludur.
- İngiliz ve Amerikan liberalizmi yerküremizde baskıcı, antidemokratik, darbeci ve faşist sonuçları beraberinde getirmiştir. Irak’taki “yeni liberalizm oyunu” bu uygulamaların en taze örneğidir.
- Yeni liberalizm, “sistemi güçlünün egemenliğine” dayandırır. Batı’nın dev şirketleri ve nükleer küresel güçleri, “serbest piyasalar ve kendilerine hizmet için kurdukları uluslararası kuruluşlar aracılığı ile” bu küresel egemenliği elde etmeye çalışırlar. 1978’de Dünya Bankası, IMF ve FED tarafından ortaklaşa hazırlanan Washington Uzlaşısı, küresel prömiyerini 24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül Amerikancı darbesi ile Türkiye’de uygulamaya açtı. (*)
Yeni liberalizm…
Soğuk savaş sonrasında ABD ve AB, “dışarıdaki ülkelere” yeni liberalizmi önermeye ve dayatmaya başladı. Serbest piyasa, serbest kur, malların ve sermayenin serbest dolaşımı üzerine oturtulmuş bir düzen kurmak istediler. Bu “tek yanlı” çalışan bir sistemdi.
Ceylanların kaçabileceği, saklanabileceği bir kovuk, bir oyuk kalmamalıydı. Aslanlar avlarını (gıdalarını) elde edebilmek için her yere serbestçe girmeliydiler. Yeni liberalizm böyle bir özgürlükler düzeniydi. Aslanlar özgürce saldırabilmeliydi. Serbest piyasa, “düz ova” anlamına geliyordu, zayıflara korunacak bir yer bırakılmıyordu.
Yeni liberalizm ve dinciler
Yeni liberalizm yalnızca vahşi kapitalizmin önündeki engelleri kaldırmıyordu. Dinci bir düzen kurmak isteyenler de yeni liberalizme dört elle sarıldılar. Sadece aslanların değil şeriatçıların da yolu açılıyordu.
Bir tek koşulla; aslanlara hizmet vermeli ve onların işlerini kolaylaştırmalıydılar.
- Dinciler de aynen liberaller gibi, “toplumsal ve toplumcu düşünce ve uygulamalara şiddetle karşıydılar”. Siyasal İslam için bir tek kitap, bir tek düzen vardı; o da kutsal kitapta öngörülen hayat tarzıydı.
- Dinciler fizyokratların (ve liberallerin) doğal yaşam ve denge anlayışını, kutsal kitabın öngördüğünü söyledikleri “varoluş felsefesiyle” bütünleştiriyorlardı.
Müdahale ne demekti? Toplumsal ve toplumcu kurallar olamazdı, çağdaş uygarlık gibi saçmalıklar yanlıştı! Halk kendi yaşam tarzını belirleyemezdi. Nasıl yaşanacağı çoktan yazılmıştı…
Bu karanlık çağ düşüncesi özgürlükçü (liberal) fikirlerle saçma bir biçimde örtüştürülüyordu. Vahşi kapitalizm ve işbirlikçi dinciler ilginç bir koalisyon kurdular.
Kapitalizmde aslanın ceylanı parçalayıp yeme özgürlüğü ile kamusal alanda türban takma özgürlüğü aynı kefeye kondu. Bu saçma beraberliğin uygulanabilmesi için dincilerin aslanlara bir şeyler vermesi gerekiyordu.
- Ülkenin en stratejik kurumlarının AB ve ABD tekellerine sunulmaları…
- Bizim piyasamızın onlar tarafından işgaline icazet verilmesi…
- Ülkenin yönetimine Brüksel ve Washington’un ortak edilmesi bu alış-verişin vazgeçilmez koşullarıydı. Üstelik bunlar, “din adına” yapılıyordu. Siyasal İslam ile Hıristiyan dünyası arasında ilahi adalet konusunda ilginç bir beraberlik kuruldu. Dinin toplum hayatındaki önemi ve ağırlığının artması için her iki taraf da birlikte hareket ediyorlar.
Batı bu yolla, aslanların yolunu açmaya çalışırken siyasal İslam da onlara kendi özel yolunu temizletiyor. Saldıran aslanlar dincilerle birlikte ilerliyorlar, ne garip… Her ikisi de liberalizm, demokrasi ve insan haklarından söz ediyorlar, aynen Irak’taki gibi…
(*) Batının Yeni Türkiye Politikası, Cumhuriyet
Kitap, 2008

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/13788/Liberalizm__Fasizm__Aslanlar_ve_Ceylanlar.html



.