Füze Savunma Sistemi ve Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Arif BAŞBAŞOĞLU
Ahi Evran Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
Ekim 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 34
Türkiye, Füze Savunma Sistemi’ne dahil olurken komşuluk ilişkilerinde oluşabilecek sıkıntıları en aza indirme çabasında.
< Bundan sonraki süreçte asıl sorun Türkiye’nin uluslararası güvenlik sistemi ile ilişkili imkanlar, realite ve zorunlulukların sağlıklı ve
gerçekçi bir analizi dahilinde, kendisine ait bir füze savunma sistemi kurma potansiyelidir. >
Giriş
Düşman olarak belirlenen tarafı o harekete geçmeden caydırmayı ve etkisiz hale getirmeyi hedefleyen savunma sistemlerinin geliştirilmesi algılanan tehdit ile doğru orantılı olarak gerçekleşmektedir.
Bu anlayış çerçevesinde 19-20 Kasım 2010 tarihleri arasında düzenlenen Lizbon Zirvesi’nde açıklanan ve “Aktif Angajman Modern Savunma” başlığını taşıyan NATO’nun son stratejik konseptinde balistik füzelerin yayılmasının Avrupa-Atlantik bölgesi için ciddi bir tehdit olduğu ve üye ülkelerin topraklarını balistik füze saldırısına karşı korumak üzere Rusya Federasyonu ile işbirliği çerçevesinde kabiliyet geliştirileceği ifade edilmişti. Böylece NATO’nun kolektif savunma anlayışının temeline resmi olarak “Füze Savunma Sistemi” yerleştirilmiş oldu.
Bu savunma sistemi fikri tarihsel ve pragmatik açıdan bir NATO projesi olarak değil, ABD’nin dış politikasının zorunlu bir sonucu olarak doğmuştur.
Bu makalede, öncelikle özünde bir ABD projesi olan Füze Savunma Sistemi’nin NATO bünyesine dâhil edilme süreci ve içeriği ele alınacaktır. Daha sonra bu projenin Türkiye’nin dış politika anlayışı ile uyumlu olup olmadığı tartışılacaktır. Yıldız Savaşları Projesi’nden Füze Savunma Sistemine NATO çerçevesine taşınan Füze Savunma Sistemi’nin özünü teşkil eden “balistik füzelerin kullanım aşamasında yok edilmesi fikri”, 1980’li yıllardan itibaren ABD’nin güvenlik politikalarının oluşturulmasında dikkate alınan hususlardan olmuştur. Bu anlayışın ilk yansıması Sovyetler Birliği’ne yönelik olarak 23 Mart 1983 tarihinde Ronald Reagan’ın konuşmasıyla kamuoyuna tanıtılan “Stratejik Savunma Girişimi” daha popüler ismi ile Yıldız Savaşları Projesi’dir.1 Yaklaşık yirmi beş yılda işlevsel hale gelmesi planlanan projeye göre, düşman füzeleri uzaya yerleştirilen araçlarla imha edilecekti. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve tehdit tanımının değişmesiyle beraber rafa kaldırılan proje 2000 yılında Yeni-
Muhafazakârların iktidara gelmesi sonrasında önleyici müdahale anlayışı çerçevesinde tekrar gündeme gelmişti. O dönemde Polonya’ya füzelerin,
Çek Cumhuriyeti’ne ise radar sistemlerinin yerleştirilmesi tartışılmış; ancak 11 Eylül saldırılarından sonra Rusya ile terörizmle mücadele çerçevesinde işbirliğini geliştirmek isteyen ABD bu ülkeyi karşısına almak istemediği için bu konuda somut bir adım atılmamıştır.
28-29 Kasım 2006 tarihlerinde gerçekleştirilen Riga Zirvesi’nde NATO’nun geleceği ile ilgili olarak hazırlanan “Kapsamlı Siyasi Yönerge” başlıklı
belge2 Füze Savunma Sistemi’nin NATO’ya entegre edilmesi süreci açısından önemli bir metindir. Belgede, değişen şartlara kendini uyarlaması gereken NATO’nun, dünyanın bütün bölgelerine, uzun süreler için kuvvet gönderme yeteneğine sahip olması gereği üzerinde durulmuştur.
Önlenmesi gereken tehditler olarak küresel terörizm ve kitle imha silahlarının yayılması ön plana çıkarılmış ve NATO ülkelerinin savunma sistemlerinin bu tehditleri karşılayacak şekilde geliştirilmesi önerilmiştir. Bu tehditlerin Avrupa-Atlantik bölgesi dışından kaynaklanabileceği de net bir şekilde belirtilmiştir. NATO’nun müdahale alanının genişletilmesi açısından önem taşıyan yukarıdaki ifadeler, İttifak’a küresel sorumluluklar yüklemektedir. Bu ifadelerden yola çıkararak, belgede İttifak’ın küresel sorunlara müdahil olmaya daha meyilli bir güvenlik örgütü haline gelmesinin öngörüldüğü ifade edilebilir.
Kapsamlı Siyasi Yönerge’nin yayımlanmasından sonra balistik füzelere karşı savunma sistemi oluşturma düşüncesi NATO içerisinde daha fazla tartışılmaya başlandı. NATO içerisinde bu konunun da ele alındığı İttifak’ın geleceğinin planlanması ile ilgili çalışmalardan biri de Müttefik Dönüşüm Komutanlığı eş güdümünde 2007 yılında hazırlanmaya başlanan ve 8 Mayıs 2009’da Brüksel’de gerçekleştirilen bir konferans ile kamuoyuna açıklanan “Çoklu Gelecekler Projesi”dir. Bu proje, gelecekteki muhtemel tehdit alanlarını ortaya koyarak NATO’nun alabileceği görevleri ve bunların icrası için kazanılması gereken yetenekleri belirlemek amacıyla hazırlanmıştır.3 Senaryo analizi yaklaşımına göre yapılan bu çalışmanın temel varsayımı, geleceğin kesin olarak tahmin edilmesinin mümkün olmadığı, ancak senaryolar yardımıyla birden fazla
gelecek hakkında tahminde bulunulabileceğidir. Bu çalışmada hareketli platformlara konuşlandırılabilen ve giderek daha esnek kullanım imkanı
kazandırılan balistik füze sistemlerinin sadece devletlerin sahip olduğu bir kabiliyet olarak kalmama ihtimali üzerinde durulmuş ve NATO’nun
bu anlamda oluşabilecek tehditlerin bertaraf edilmesi noktasında görev üstlenmesi gerektiği belirtilmişti.
Füze Savunma Sistemi’nin NATO’ya entegre edilmesinin en somut adımlarından bir diğeri ise 17 Eylül 2009 tarihinde ABD Başkanı Barack Obama tarafından onaylanarak yürürlüğe giren Avrupa kıtasının füze savunmasına yönelik “Aşamalı Uyarlanabilir Yaklaşım” adı verilen politikadır.4
Bu politika ABD’nin ulusal füze savunma sisteminin NATO üyesi diğer ülkelerin ulusal füze savunma sistemleri ve NATO içerisinde geliştirilmekte olan Aktif Katmanlı Saha Balistik Füze Savunma (The Active Layered Theater Ballistic Missile Defense) sistemi ile entegre edilmesine dayanmaktadır. Belgede politik ifadeler yerine Füze Savunma Sistemi’nin İsrail ile doğrudan ya da dolaylı ilişkisi Türkiye’nin hassas olduğu konulardan biri.doğrudan İran’dan kaynaklanabilecek balistik füze tehdidinden bahsedilmiştir. Bu tehdit çerçevesinde ilk olarak ABD yapımı gelişmiş radar sistemleri, bazı NATO üyesi devletlerin topraklarına yerleştirilecek ve daha sonra bu sistemin vurucu gücü olan füzeler yine bazı üye ülkelere konuşlandırılacaktır. Belgede Polonya ve Çek Cumhuriyeti’yle radar ve füze sistemlerinin yerleştirilmesi konusunda çeşitli anlaşmalar imzalandığı
belirtilmiş; Rusya Federasyonu ile bu konuda işbirliğine gideceği vurgulanmıştır. Sistemlerin kademeli olarak 2020 yılına kadar işlevsel
hale getirilmesi öngörülmektedir.
Bu belgedeki anlayış NATO’nun son stratejik konseptinin temel unsurlarını belirlemek için hazırlanan ve 17 Mayıs 2010 tarihinde yayımlanan “NATO 2020: Sigortalanmış Güvenlik; Dinamik Angajman”5 başlıklı uzmanlar raporuna da yansımıştır. Raporda NATO’nun, geleceğini planlarken füze saldırılarına karşı önlemler geliştirilmesi vurgulandığı gibi bu tehdidin adresi olarak da yine İran gösterilmiştir.6 Kasım 2010’da NATO’nun Lizbon Zirvesi’nde kabul edilen son Stratejik Konsept’te de bilindiği gibi NATO tarafından karşılanması gereken tehditlerin başında balistik füzeler ön plana çıkarıldı ve İttifak’ın kolektif savunma anlayışının temeline resmî olarak “Füze Savunma Sistemi” yerleştirildi. Bu zirve ile ABD’nin “Aşamalı Uyarlanabilir Yaklaşımı” isimli politikası NATO Füze Savunma Sistemi’nin esasını oluşturmak üzere kabul edilmiştir. Belgede
tıpkı Soğuk Savaş sonrası dönemde açıklanan diğer iki konseptte olduğu gibi, tehdit olarak herhangi bir ülke ya da bölgenin ismi geçmemiştir.
Ancak yukarıda da özetlendiği gibi ABD ya da NATO organlarınca yayımlanan diğer belgelerde Füze Savunma Sistemi’nin bugün için İran’a yönelik
olduğu açıktır. Aslında bu proje Yıldız Savaşları ismiyle ilk ortaya atıldığında tehdit unsuru ülke Sovyetler Birliği’ydi. Proje’nin 2020 yılına kadar etkin olacağı düşünüldüğünde tehdit olan ülkenin yine değişebilmesi ihtimal dahilindedir. Ancak burada değişmeyecek husus Füze Savunma Sistemi’nin kuruluş amacı olan herhangi bir füze saldırısını başlamadan önlemek, başlarsa da ABD topraklarına ulaşmadan hedef ülkenin ya da müttefik ülkelerin toprakları üzerinde engellemektir. Peki bu sistemin işleyişi ve özellikleri nelerdir?
Füze Savunma Sistemi’nin İşleyişi Füze Savunma Sistemi’nin temel unsurlarını radarlar, füze sistemleri, komuta-kontrol unsurları ve haberleşme sistemleri oluşturmaktadır. Sistem, füzenin hedef ülkeden atıldığı anda konumunun radarlar tarafından tespit edilmesi sonrasında komuta-kontrol unsurunca en yakın füzenin ateşlenmesiyle mümkün olduğunca kısa süre ve mesafe içerisinde düşürülmesi şeklinde çalışmaktadır. Bir balistik füzenin vurulmasında üç aşama önemlidir: fırlatma ve yükselme safhası, uzay boşluğunda uçuş safhası, hedefe
yaklaşma safhası. Sistemin başarılı olması için radarın en uygun yerde, önleyici füzelerin de mümkün olduğu kadar hedef ülke sınırına yakın olması gerekmektedir.7 Günümüzde otuz kadar ülkenin balistik füze teknolojisine sahip olduğu bilinmektedir. Hedef olarak görülen İran’ın Kuzey Kore’den teknolojisini aldığı orta menzilli (1500-1800 km) Şahap-3 ve menzili 2000 km.den fazla olan Şahap 3B füzelerinin nükleer, kimyasal, biyolojik ya da radyolojik harp başlığı taşıyabileceği öne sürülmektedir.
< Milli bir füze savunma sistemi kurma çabalarının henüz yetersiz olduğu da açıktır. Teknolojik açıdan taşınan bu yetersizliğe rağmen Türkiye’nin Füze Savunma Sistemi’ne dahil olması bu anlamda bir imkan olarak da değerlendirilebilir. >
Füze Savunma Sistemi çerçevesinde tehdide yakınlığı açısından Türkiye’den talep edilen en önemli husus, fırlatmave yükselme safhasında imha edilemeyen hedef füzenin uzay boşluğundaki uçuş safhasında takibini sağlamaya yönelik radar zincirinin ilk halkasını oluşturulmasıdır. Bu şekilde balistik füze hakkındaki bilgiler mümkün olduğu kadar çabuk sağlanacak ve füzenin imhası için zincirin diğer halkalarına bu bilgiler aktarılabilecektir.8
Bu çerçevede 14 Eylül 2011 tarihinde Malatya’nın Kürecik ilçesinde söz konusu radarlardan birisinin kurulmasıyla ilgili olarak mutabakat metni imzalanmıştır.
Sonuç Yerine: Türkiye’nin Tavrı
Soğuk Savaş sırasında NATO’nun pasifliğini vurgulamak için kullanılan No Action Talk Only (NATO, Eylemde Bulunmaz Sadece Konuşur) ya da Not After Two O’clok (NATO, Öğleden Sonra 2’den Sonra Çalışmaz) gibi alaycı ifadeler Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’yu tarif etme açısından yetersiz kalmıştır. Zira bu dönemde, NATO’nun güvenlik algılamasında, askerî unsurların yanına siyasi, ekonomik ve sosyal unsurların da katılması, İttifak’ın mücadele ve müdahale alanını her geçen gün genişletmekte ve derinleştirmektedir. Bu müdahaleci yaklaşım ABD’nin Soğuk Savaş sonrası politikalarının İttifak’a bir yansıması olarak da değerlendirilmelidir. Aynı bakış açısıyla Füze Savunma Sistemi
de ABD’nin ulusal politikasının İttifak’a yansıma sürecinin bir uzantısı olarak kabul edilebilir. Bu durumda Füze Savunma Sistemi’nin NATO kapsamına
alınmasının Türkiye’nin ya da diğer NATO üyesi ülkelerin doğrudan talebi ya da tercihi neticesinde değil, tamamıyla ABD’nin politikaları ve yönlendirmesiyle gerçekleştiği net olarak ifade edilmelidir.
Füze Savunma Sistemi’nin Türkiye’nin “Komşularla Sıfır Sorun” anlayışına bağlı olarak şekillendirilen dış politikasıyla da doğrudan örtüşmediği ortadır.
Tarihsel olarak 1961’de yaşanan U-2 casus uçağı olayı, 1963’te Jüpiter füzelerinin Türkiye’nin görüşü alınmadan sökülmesi, 1964’te gönderilen Johnson Mektubu ve 1975- 1979 tarihleri arasında Türkiye’ye uygulanan silah ambargosu gibi NATO üyesi olan iki müttefik arasında güven bunalımına sebebiyet veren olaylar da halen akıllardadır. Ancak tüm bunlara rağmen Türkiye’nin halihazırda karar alma sürecinde en etkili olduğu uluslararası örgütlerden olan NATO içinde ABD’nin önerdiği ve yıllardır geliştirmeye çalıştığı bir projeye karşı çıkması ihtimali de gerçekçi değildir.
Bundan sonraki süreçte asıl sorun Türkiye’nin uluslararası güvenlik sistemi ile ilişkili imkanlar, realite ve zorunlulukların sağlıklı ve gerçekçi bir analizi dahilinde, kendisine ait bir füze savunma sistemi kurma potansiyelidir. Zira bilindiği gibi her şeyden önce füze savunma sistemleri son derece maliyetli teknolojiler gerektirmektedirler. Bugün artık ülkelerin daha az maliyet ile daha büyük hasar yaratacak silah teknolojileri geliştirme çabaları geçmişe nazaran çok daha fazladır. Daha önce silah teknolojisi konusunda rakipsiz bir üstünlüğe sahip gelişmiş Batı ülkelerinin tekel konumlarını sarsan gelişmeler ve özellikle de Çin ve İran’ın füze teknolojisi konusundaki atılımları bu anlamda dikkate değerdir.
< Türkiye’nin, Füze Savunma Sistemi’ni oluşturulma aşamasına doğrudan dahil olamadığı bir gerçektir ancak yine Türkiye’nin yukarıda bahsedilen imkânlar doğrultusunda sistemi kendi dış politik menfaatlerini göz önüne alarak yönlendirebilme potansiyeli bulunmaktadır. >
Bu noktada Türkiye’ye yöneldiğimizde konu ile ilgili çalışmaların yapıldığı bilinmektedir ancak bu çalışmaların milli bir füze savunma sistemi kurma çabaları açısından henüz yetersiz olduğu da açıktır. Teknolojik açıdan taşınan bu yetersizliğe rağmen Türkiye’nin Füze Savunma Sistemi’ne dahil olması bu anlamda bir imkan olarak da değerlendirilebilir.
Zira Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak sivrildiği mevcut dönemde maliyeti son derece yüksek olan bu savunma teknolojisinden NATO dahilinde hem teknik hem de askeri açıdan yararlanma imkânı bulunmaktadır. Diğer taraftan Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO bünyesinde ilk kez bir Türk büyükelçisinin NATO Genel Sekreter Yardımcılığı görevine getirilmesi ve savunma politikası ve planlamasından sorumlu olması bu anlamda dikkate değer bir gelişmedir. Sonuç olarak Türkiye’nin, Füze Savunma Sistemi’ni oluşturulma aşamasına doğrudan dahil olamadığı bir gerçektir ancak yine Türkiye’nin yukarıda bahsedilen imkânlar doğrultusunda sistemi kendi dış politik menfaatlerini göz önüne alarak yönlendirebilme potansiyeli bulunmaktadır. Bu noktadan sonra uluslararası güvenlik konjonktürü kadar Türkiye’nin izleyeceği strateji de bu potansiyelin
hayata geçirilmesinde etkili olacaktır.
DİPNOTLAR;
1 Bu projenin kapsamlı bir analizi için bkz. Federation of American Scientists, “Possible Soviet Responses to the US Strategic Defense Initiative”, Interagency Intelligence Assessment, 12 September 1983, (Erişim) http://www.fas.
org/spp/starwars/offdocs/m8310017.htm, 30.09.2011.
2 Üç bölüm ve yirmi bir maddeden oluşan belgede, İttifak’ın değişim süreci, hedefleri ve gelecekte karşılaşabileceği tehditler ele alınmıştır. Belgenin tam metni için bkz., North Atlantic Council, “Comprehensive Political
Guidance”, 29 November 2006, (Erişim) http://www.nato.int/cps/en/SID-BE7F4F92-5E137DFF/natolive/official_
texts_56425.htm, 30.09.2011.
3 Supreme Allied Commander Transformation, Summary Conference Report: Multiple Futures Project, Norfolk, 9 May 2009, s. 1, (Erişim) http://www.act.nato.int/content.asp?pageid=994727586, 30.09.2011.
4 Bu politikanın onaylanmasıyla ilgili bilgi notu için bkz. The White House, “Fact Sheet on U.S. Missile Defense Policy:
A “Phased, Adaptive Approach” for Missile Defense in Europe”, 17 September 2009, (Erişim) http://www.whitehouse.gov/the_press_office/FACT-SHEET-USMissile-Defense-Policy-A-Phased-Adaptive-Approach-for-Missile-
Defense-in-Europe/, 30.09.2011.
5 Nisan 2009’da Kehl ve Strasburg’ta gerçekleştirilen Zirve sonunda, Yeni Stratejik Konsept’in oluşturulabilmesi için on iki kişilik bir grup oluşturulmuştu. Bu grup üye ve ortak ülke yetkilileriyle ve sivil toplum, düşünce kuruluşu
temsilcileriyle görüşmeler yaparak Stratejik Konsept’in temel unsurlarını belirlemişlerdir. Bu çalışmalar sonunda oluşturulan Raporun tam metni için bkz., NATO Public Diplomacy Division, NATO 2020: Assured Security;
Dynamic Engagement-Analysis and Recommendations of the Group of Experts on a New Strategic Concept for NATO, Brusselss, 17 May 2010, (Erişim) http://www.nato.int/strategic-concept/expertsreport.pdf, 30.09.2011.
6 NATO Public Diplomacy Division, NATO 2020: Assured Security; Dynamic Engagement-Analysis and Recommendations
of the Group of Experts on a New Strategic Concept for NATO, a.g.e., s. 12.
7 Balistik füzelerle ilgili daha ayrıntılı teknik bilgi için bkz. Missile Defense Agency U.S. Department of Defense,“A
System of Elements”, (Erişim) http://www.mda.mil/system/elements.html, 30.09.2011.
8 Serdar Erdurmaz, “NATO Füze Savunma Sistemi Türkiye’nin Gereksinimlerini Karşılamaya Yeterli mi?”, 27 Kasım
2010, (Erişim) http://www.turksam.org/tr/a2257.html, 30.09.2011.
***