Erdoğan Yönetimi ve Avrupa Ne Diyor?
Yazar: Ümit Özdağ
08 OCAK 2015 PERŞEMBE
Parlamenter demokrasilerde iktidarlardan “AKP iktidarı”, Almanya’da “CSU iktidarı”, İngiltere’de “İşçi Partisi iktidarı” diye parti adı verilerek bahsedilir. Başkanlık sistemlerinde de “Obama Yönetimi” diye başkanın adı verilerek iktidar tanımlanır. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması ile birlikte AKP iktidarı dönemi sona ermiş ve “Erdoğan Yönetimi” dönemi başlamıştır. Erdoğan Yönetiminin Batı dünyası ile arasının gittikçe gerildiği görülmektedir. Avrupa Birliği ülkeleri için Erdoğan Yönetimi büyük ölçüde aşılması gereken bir iktidar olarak görülmeye başlanmıştır. AB için sorun henüz iktidarda Erdoğan’ı aşacak bir siyasal seçeneğin gündemde de olmamasından kaynaklanmaktadır. Üstelik kısa vade de AB-Erdoğan ilişkilerinde gelişmeler Erdoğan’ın lehine şekillenebilir. AB içinde büyük rahatsızlıklar yaşanmaktadır. Avro bölgesinde Yunanistan krizi ve Yunanistan’ın Avro’dan çıkması ile büyük bir sarsıntı yaşanabilir. AB/Brüksel bürokrasisinin (insanlara işkembe çorbası içmeyi bile yasaklayan) anti-demokratik teknokrat diktatörlüğüne AB üyesi ülkelerden tepkiler yükselmeye başlamıştır. AB pazarı Avro sayesinde bir Alman iç pazarına dönüşmesi tepkileri artırmaktadır. AB’ci liberal partiler güç kaybederken, sol ve aşırı sağ partiler güç kazanmaktadır. Bütün bu yaşananlar, Erdoğan üzerindeki AB baskılarını azaltacaktır. Ancak halen Avrupa’dan ve AB’den Erdoğan Yönetimi'ne yönelik eleştirilerin zirveye çıktığı bir dönemden geçilmektedir.
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland’ın son Türkiye ziyareti sırasında yapmış olduğu açıklamalar, Avrupa’nın Erdoğan’a karşı Mısır’da Müslüman Kardeşlere karşı gerçekleşen bir darbe sürecini gayri meşru görmeyeceğini göstermektedir. Thorbjorn Jagland, Türkiye’deki otoriterleşmenin Ukrayna ve Tunus gibi devrime yol açabileceğini söyleyerek, sanki böyle bir gelişmeye ön kutsama dahi yapmıştır. Hürriyet gazetesi’nde 8 Ocak 2015’de çıkan haberde Thorbjorn Jagland şöyle demektedir: “Bağımsız mahkemelere sahip olmak kadar basın özgürlüğüne ve ifade özgürlüğüne sahip olmak da aynı derecede önemli. Kuvvetler ayrılığı, denge ve kontrol mekanizmalarının varlığı her demokrasinin temel prensibidir. Bu bağımsızlık kuruluşlar olmadan, her zaman yolsuzluk ve gücün kötüye kullanımı ortaya çıkar. Bunu son olarak Ukrayna’da, Tunus’da ve başka yerlerde de gördük. Eğer bu bağımsız kuruluşlara sahip değilseniz bu devrime bile yol açar.” Bu açıklamalar bir siyaset bilimci akademisyen tarafından yapılır ise analizdir ancak sorumlu mevkide bulunan bir siyasetçi tarafından yapılır ise tehdit veya en azından diplomatik mesaj niteliği taşır. Jagland’ın açıklaması önemsiz diyerek üzerinde durulmayacak bir açıklama değildir. Ukrayna ve Tunus örneklerini vermesi tesadüf değildir. Ukrayna’da devrilen lider seçim ile işbaşına gelmiş bir siyasetçi idi. Darbe yerine “devrim” kavramının seçilmiş olması tesadüf değildir. Devrim kavramı meşrulaştırıcı, darbe kavramı gayrimeşrulaştırıcıdır.
Aynen Erdoğan’ın ABD ziyareti sırasında eşine bir üniversitede “Diktatörlüğün Psikolojisi” adlı bir İngilizce kitabın hediye edilmesinin tesadüf olmadığı gibi. Avrupa gazetelerinde Erdoğan Yönetimi'nin çok ağır bir şekilde eleştirilmesi de tesadüf değildir. Özetle, ABD-AB, Erdoğan Yönetimi arasındaki ilişkilerin gittikçe gerildiği görülmektedir. Ancak Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne kızarken eski bir AKP’li bakan olan Ertuğrul Günay’ın Sözcü gazetesinde 29 Aralık 2014’de çıkan şu açıklaması da unutulmamalıdır: “Türkiye’de geçen yıl aralık ayı sonundan itibaren hukuk devleti askıya alındı. Korkarım 21. Yüzyılda geçmiş yıllarda demokrasinin askıya alındığı bir hesaplaşma ile yüzyüze gelebiliriz.” Bu cevap üzerine Sözcü muhabiri Günay’a sorar: “Darbe mi olur diyorsunuz yani?” Günay’ın cevabı şöyledir: “Bu ülkede bundan sonra her şey olabilir. Demokrasi ve hukuk devleti yürürken herkes hukuk devleti içinde kozlarını paylaşır ama bu yolları kapatırsanız her yol mübah hale gelir. Türkiye de AB’den başka bir noktada hareket eder, demokrasi ve hukuk devletini yeniden kuramazsa yakın vadede bütün bu çatışmadan bölünmüş çıkar.”
Sonuç, Avrupa ne der ise desin içerideki endişe ve eleştiriler ne kadar haklı olur ise olsun Türkiye için demokrasinin bir milli güvenlik rejimi olduğudur. Türkiye’nin milli güvenliğinin korunmasında demokratik rejim ve meşruluk Türk Ordusu kadar önemli katkıda bulunmaktadır. Erdoğan Yönetimi bu anlamda demokrasinin güçlendirilmesinin Türkiye’nin milli güvenliğinin güçlendirilmesi olduğu gerçeğinden hareket etmelidir. Demokrasiyi zayıflatıcı, hukuk devletini tasfiye edici, Anayasa Mahkemesi’ni yok etmeyi hedefleyen adımlar/projeler demokrasi ile birlikte Türkiye’nin milli güvenliğini olduğu gibi iktidarın da varlığını tehlikeye atar.
..