YÖK’te Yeni Dönem
Özgür Erdem
19.01.2004/Sayı:48
AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte YÖK ve üniversite sistemi yeniden tartışılmaya başlandı. Tartışma geçtiğimiz Ekim ayında AKP’nin üniversiteler üzerinde tahakküm kurma çabasına girişmesiyle alevlenmişti. Hükümetin YÖK’ü tasfiye etmeyi amaçlayan tasarısını YÖK ve üniversitelerin direnişi nedeniyle geri almasıyla sonuçlanmıştı. Kemal Gürüz’ün emekliye ayrılması, yeni YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in Cumhurbaşkanı’nca atanmasıyla üniversitelerde yeni bir dönem başladı. Teziç tarafından kamuoyuna sunulan ve Üniversitelerarası Kurul ile YÖK’ün ortak çalışmasının sonucu olan yeni YÖK Yasası taslağıyla YÖK ve üniversiteler yeniden gündemin ön sıralarına yerleşti.
Öncelikle bu tartışmanın basit bir mevzuat değişikliği tartışması olmadığının altını çizmemiz gerekiyor. Üniversiteler Türkiye için bir eğitim kurumundan
öte anlamlar taşır. Türkiye’de hocasıyla öğrencisiyle üniversite hem toplumu ilerleten, hem de uyandıran bir işleve sahip olmuştur. Kurtuluş Savaşı’nda,
27 Mayıs döneminde, 68’lerde üniversitenin direnişi Türk siyasetine damgasını vurmuştur. Bu nedenle üniversiteler Türkiye için hâlâ çok önemlidir ve
yüksek öğretimi etkileyecek tüm düzenlemeler bu yüzden tüm toplumun müdahil olduğu siyasi tartışmalara dönüşmektedir.
AKP’ye karşı Üniversitenin direnişi
Üniversitelerin AKP iktidarı için ise farklı bir önemi var. Türkiye’yi bir halifeliğe dönüştürmeye kalkışan AKP’nin emellerine ulaşabilmek için tasfiye etmesi
gereken kurumların başında üniversiteler geliyor. Bilindiği gibi 28 Şubat sürecinde üniversiteler Atatürkçü güçlerle şeriatçı güçlerin mücadelesini yaşamış ve üniversitelerdeki şeriatçı kadrolaşma ve örgütlenme engellenmişti. AKP’nin öncelikle 28 Şubat’ın rövanşını en azından üniversitelerde almak gibi bir amacı var. 28 Şubat’tan sonra üniversitelerde yaşanan değişimlerin geri alınması AKP için oldukça önemli.
28 Şubat süreciyle birlikte, imam-hatip mezunları üniversitelerde istediği bölüme giremez olmuştu. Türban genelgesi üniversitelerde uygulanmaya başlamış,
şeriatçı terör örgütlerinin üniversitelerdeki gücü önemli ölçüde kırılmıştı. 28 Şubat öncesinde üniversitelere bile hakim olmaya başlayan şeriatçı harekete en
büyük darbe yine üniversitede vurulmuştu. AKP ile birlikte yeniden iktidara gelen şeriatçı hareket 28 Şubat’ın (kendince) hesabını görmeye üniversitelerden
başladı.
Üniversiteler AKP için yalnızca rövanş değil, aynı zamanda Türk siyasetinde hakim olma, devlet içine kadro sokma ve imam-hatip mezunları gibi militan
kadrolarını yetiştirme gibi işlevleri de görebilecek. Tabii bunun için de üniversitenin AKP’ye karşı yürüttüğü laiklik mücadelesinin kırılması gerekiyor.
Üniversitelere hakim olanın Türkiye’ye de hakim olacağını bilen AKP, üniversitelerin yeniden yapılanmasını bu yüzden öne çıkarıyor.
YÖK’ün 28 Şubat’tan beri sürdürdüğü misyon
AKP ile üniversiteler arasında yaşanan mücadelenin önemini tam olarak anlayabilmek için bu mücadelenin keskin bir biçimde yaşandığı 28 Şubat öncesini hatırlamak gerekiyor. Toplu namazların kılındığı, Ramazan aylarında oruç tutmayan öğrencilerin ellerinin satırlarla kesildiği, türban politikasıyla başı açık kız öğrenciler üzerinde baskı kurulduğu günleri unutmamak gerekiyor. Üniversitelerde şeriatçı kadrolaşma da 28 Şubat öncesinde yoğun bir şekilde yaşanmıştı.
28 Şubat Türkiye’yi şeriatçı idareden kurtardığı gibi üniversitelerde de hocalar ve öğrenciler üzerindeki şeriatçı baskıyı ortadan kaldırmıştı.
YÖK de bu dönemde 28 Şubat’ın kararlılığının üniversitelerde uygulanmasını sağlamıştı. Bu anlamda şeriatçı ve bölücü çevrelerin YÖK’e karşı çıkmasını ve
“demokrasi” çığlıkları atmasını doğal karşılamak gerekiyor. Bu çevrelerin çığlıklarına aldanan kesimlere ise 28 Şubat öncesi üniversitelerin durumunu
hatırlatmaktan başka bir çare kalmıyor.
AKP’nin hayali: Federal Türkiye federal üniversiteler
AKP iktidarı Türkiye’de bir halifelik rejimi kurmaya çalışmakta. Bu rejimi tesis edebilmek için devletin gücünü kırmayı ve kendisine direnecek güçleri zayıflatmayı hedefliyor. AKP bir yıllık icraatıyla ve çıkardığı yasalarla bu yönde önemli adımlar da attı. Son olarak, Meclis gündemine gelen Kamu Yönetimi Reformu yasasıyla da Türkiye’yi 81 eyalete bölmeyi hedefleyen AKP, böylelikle devletin merkeziyetçi üniter yapısına bir darbe daha vurmayı planlıyor. AKP’nin
planı aslında çok açık, Türkiye’yi bir eyaletler federasyonuna çevirerek bölücülüğe ve şeriata karşı direniş olanaklarını zayıflatmak. Ve gerekli yasal
değişikliklerle de direnişin elini kolunu bağlamak.
Üniversiteler açısından da durum çok farklı değil. Türkiye’nin üniter yapısını ortadan kaldırmak isteyen AKP, üniversitelerde de üniter yapıyı yok etmeye
çalışıyor.
AKP’nin asıl istediği üniversite sistemini rektörlerin büyük direnişiyle rafa kaldırılan AKP’nin ilk YÖK Yasa tasarısında görebiliriz. Bu taslakta AKP,
YÖK’ün merkeziyetçi yapısını tasfiye ederek üniversite sisteminde federal bir yapıyı tesis ediyordu. Hatta, bir adım daha giderek büyük üniversiteleri 4-5
parçaya bölerek üniversitelerin gücünü de önemli ölçüde kırmış oluyordu.
Merkezi bir YÖK’e Hâlâ ihtiyaç var
28 Şubat öncesinde ve AKP iktidarı boyunca üniversitelerin şeriatçı iktidarlara direnişini olanaklı kılan bir anlamda merkeziyetçi yapının varlığıydı.
AKP’nin hayal ettiği gibi tek tek birbirinden kopuk ve bağımsız üniversiteler tek başına siyasi iktidarın baskılarına direnecek gücü kendilerinde bulamayacaktır.
Türkiye’deki üniversiteleri birarada tutan ve merkezi bir yapıyla denetleyen ve düzenleyen bir yüksek öğretim kurumunun varlığı üniversitelerin şeriatçı baskıya direnmesini mümkün kılan şeydir. Dolayısıyla üniversitelerdeki merkezi yapı çokça sanıldığı gibi demokrasiyi ortadan kaldıran bir uygulama değildir. Tersine şeriatçı yönetime direnme olanaklarını güçlendirdiği için aslında önemli bir demokrasi mevzisidir.
Aynı şekilde 28 Şubat sürecinde görüldüğü gibi özellikle taşra üniversitelerinde üniversite yönetimlerinin öğretim üyeleri üzerindeki siyasi baskı hâlâ akıllardadır.
Kılık-kıyafet yönetmeliklerini bir türlü uygulamayan ve üniversiteleri şeriatçı örgütlerin devlete meydan okuduğu kurtarılmış bölgelere dönüşmesine seyirci kalan kimi üniversite yönetimleri, Atatürkçü ve ilerici pek çok öğretim üyesi üzerinde de büyük baskılar uyguluyordu. Ancak 28 Şubat sürecinden sonra YÖK’ün merkeziyetçi yapısı sayesinde bu üniversitelere müdahale edilebilmiş, üniversitelerdeki şeriatçı-bölücü terör örgütleri önemli darbe almış, şeriatçı kadrolaşma da engellenmiştir.
Görüldüğü üzere, YÖK’ün merkeziyetçi yapısı üniversitelerin şeriatçı hükümete karşı direnişini sağlamada önemli bir silaha dönüşmektedir.
“İki Kemal”in Mustafa Kemal’e verdiği zarar
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in son 2 yıldır YÖK’e atadığı yeni üyeler ve son olarak yeni YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, YÖK’te yeni bir
dönemin başladığını gösteriyor. AKP’nin halifelik rüyaları ve bu rüyaların gerçekleşmesi için üniversiteleri teslim alma projesi sürmektedir.
Ancak üniversiteler önündeki AKP tehlikesi 28 Şubat öncesindeki tehlikeden farklıdır. 28 Şubat ile birlikte üniversitelerin şeriatçı terör örgütlerinden ve
şeriatçı kadrolaşmadan temizlenmesi gerekiyordu. Türban genelgesinin uygulanmaya başlanması, imam-hatip mezunlarının istediği bölümlere girmesinin engellenmesi bu çabanın bir ürünüydü. Ancak, bugün üniversitelerin önünde bir “temizlik” değil, savunma görevi bulunmaktadır. Şeriatçı tehdidin azalmadığını, hatta arkasına ABD’yi almış AKP iktidarıyla birlikte artttığını unutmadan, uyanıklığı elden bırakmadan laiklik konusunda taviz vermemek gerekiyor.
Fakat, 28 Şubat döneminin sert idari tedbirlerine dayanmak ve bununla yetinmek artık çıkar yol değil ve üniversitelerin artık farklı bir kimlikle toplumun
önüne çıkması gerekiyor.
Bir dönem artık kapandı. 28 Şubat sonrası şeriatçılarla yaşanan hesaplaşma süreci Atatürkçü güçlerin başarısıyla sonuçlanmıştır denebilir.
Ancak bu başarıda esas pay sahibinin son dönemde üniversiteleri yöneten kadrolar mı olduğu sorusunun da sorulması gerekmektedir.
28 Şubat ile birlikte Atatürkçü kesilen, Atatürkçü kimlikle kendini topluma tanıtmaya çalışan, 28 Şubat’ı var eden irade sayesinde uygulanabilen türban
genelgesini, kendi başarısıymış gibi sunan ekip artık miadını doldurmuştur. Üniversitelerin adeta kendilerine muhtaç olduğunu düşünen ve aslında hiç de
Atatürkçü olmayan bu ekip, geldiği mevkilerine tanıdığı ayrıcalık ve yetkileri kendi kişisel siyasi ve ekonomik ihtirasları için kullanmıştır. 28 Şubat’tan sonra
Atatürkçü gözüküp kimi mevkilere gelenler, Atatürkçülüğün tek adresi olduğunu iddia ederek mevkilerini adeta işgal etmiştir.
İsmen “Kemal” olmanın Mustafa Kemal olmak için yeterli olmadığı ortadadır. Kemaller 28 Şubat’tan beri Atatürkçülüğe büyük zarar vermişlerdir.
Atatürkçülük maskesiyle yaptıkları Atatürkçülüğe ve gerçek Atatürkçülere mal edilmiş, Atatürkçülüğü salt laikliğe indirgemişlerdir.
Kemallerin sahte Atatürkçülüğü Mustafa Kemalleri de engellemeye çalışmıştır.
YÖK’te son yıllarda yaşanan değişiklikler ve son olarak Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in YÖK başkanlığına getirilmesi, üniversitelerde belli mevkilerde tutunmuş
sahte Atatürkçülerden kurtulunacağı yolunda bir umut ve beklenti yaratmıştır. Sahte Atatürkçülerin yolsuzlukları, adam kayırmaları, siyasi baskıları, keyfi
uygulamaları, intihalleri engellenmelidir. Hele hele sahte Atatürkçülerin yaptıklarının Atatürkçülüğe mal edilmesinin kesinlikle önüne geçilmelidir.
YÖK’teki yeni yönelim
Teziç’in göreve başlar başlamaz kamuoyunun tartışmasına sunduğu yeni YÖK Yasa Tasarısı da YÖK’ün yeni yönetiminin önümüzdeki dönemde alacağı
yönelimi gösteriyor.
Yeni yasa tasarısını incelediğimiz zaman, Teziç’in daha demokratik, daha katılımcı, daha hukuki bir YÖK anlayışına sahip olduğunu görüyoruz.
Taslakta, YÖK’te özellikle rektörler ve dekanlar üzerindeki denetim arttırılıyor, YÖK Denetleme Kurulu’nun üye sayısı ve yetkileri arttırılıyor.
Ayrıca Yargıtay, Sayıştay ve Danıştay’dan seçilecek üyelerle birlikte Denetleme Kurulu’nun hem hakkaniyeti, hem de güvenilirliği arttırılmaya çalışıyor.
Aynı şekilde, öğrencilerin ve araştırma görevlilerinin üniversite ve fakülte yönetimlerindeki söz ve karar hakları arttırılıyor, rektör ve dekan seçimlerinin
daha demokratik hale gelmesi sağlanıyor. Teziç’in öğrenci temsilcilerinin ve öğretim üyesi derneklerinin görüşlerini de alması üniversitelerin bundan sonra
daha demokratik olacağının göstergesi.
Yeni taslakta düzenlenmese bile, disiplin yönetmeliğinin Türk yargısındaki son değişikliklerle uyum içerisinde yeniden düzenlenmesinin gereğinden açıkça
bahsediliyor. Mevcut disiplin yönetmeliğinin ne kadar baskıcı ve anti-demokratik olduğu ortada. Öğrencilerin en ufak siyasal faaliyetinin istendiğinde
okuldan uzaklaştırmaya varacak kadar ağır şekilde cezalandırılması hem üniversitelerin geldiği noktanın, hem de mevcut yasaların çok gerisinde kalıyor.
Üstelik yönetmeliğe göre bir öğrencinin eğitim yaşamı ya da bir öğretim üyesinin akademik kariyeri bir rektörün ağzından çıkacak kelimelere bağlı oluyor.
Çılgın bir rektörün yürüttüğü bir siyasi linç kampanyasının sonucu olarak okulundan atılan Atatürkçü gençler mevcut mevzuatın nerlere yol açacağının güzel bir göstergesi. Bu yüzden disiplin yönetmeliğinde bir iyileştirmeye gidilmelidir.
Teziç’in YÖK’ü:
AKP’ye Direniş devam edecek
Dikkat çeken bir başka nokta da AKP’nin iktidarının ilk gününden itibaren ısrarla savunduğu kimi değişikliklerin Teziç’in taslağında yer almaması. Örneğin
ÖSYM YÖK’e bağlı olarak çalışmaya devam ediyor. İmam-hatip mezunlarının istediği bölüme girmesini sağlayan düzenleme de rafa kalkıyor. Hükümetin
üniversiteler üzerinde baskı kurmasını engelleyen YÖK’ün merkeziyetçi yapısı da gerekli kimi demokratik düzenlemelerle birlikte korunuyor.
Teziç’in sunduğu taslakta, YÖK’ün yapısının AKP’nin istediği şekilde değiştirilmesinin Anayasa’ya bile aykırı olan gereksiz bir uygulama olarak görülmesi üniversitelerin direnişinin süreceğinin önemli bir işaretidir. Zaten Teziç’in göreve başladığında laiklik ve türban konusunda taviz vermeyeceğini beyan etmesi de tüm Atatürkçülerin alkışladığı bir tutumdu. Üniversitelerde demokratik bir açılım yaşanması, keyfi idareye son verilmesi hocasıyla öğrencisiyle tüm üniversite kamuoyunun isteği. Ancak bunu yaparken laiklik konusunda uyanıklığı elden bırakmamak ve üniversitelerin laiklik konusunda direnmesinin idari olanaklarını ortadan kaldırmamak gerekiyor.
Vakıf üniversiteleriyle laiklik korunmaz
Teziç’in tasarısının yukarıda sıraladığımız önemli doğrularının yanında değinilmesi gereken bir yanlışı da bulunuyor. Tasarı, vakıf üniversiteleri hakkında ayrıntılı bir düzenleme içermekte ve yıllardır eksik kalmış yasal dayanağı sunmakta ve vakıf üniversitelerini Türk yükseköğreniminin önemli bir parçası olarak tanımlamaktadır.
Herşeyden önce vakıf üniversitelerinin öğrenciler arasında nasıl bir eşitsizlik yarattığı tartışma götürmez bir gerçektir. Liberal ekonomiyi savunanların vakıf
üniversitelerini onaylaması doğaldır. Ancak kendisini Atatürkçü olarak tanımlayanlar arasında bile vakıf üniversitelerini savunanların, hatta vakıf
üniversitelerine destek olanların yer alması ilginçtir. Özel bir eğitim kurumu hiçbir şekilde Atatürkçülüğe sığmaz. Paralı eğitim hem Atatürk’ün son verdiği,
hem de Atatürkçülüğün özüne ters bir sistemdir. Bu nedenle kimi hocalarımıza Atatürk’ün Halkçılık ve Devletçilik ilkelerini hatırlatmak istiyoruz.
Üniversitelerde AKP’ye karşı direnmek isteyen, kendisini Atatürkçü olarak tanımlayan pek çok hocamızın bulunduğunu biliyoruz. Ancak bu hocalarımızın
bir kısmının Atatürkçülüğü laikliğe indirgemesi, AKP’ye karşı verilen Atatürkçü mücadeleye zarar veren bir tutumdur.
Deli Dumrullar Engellenmeli
Tasarıdaki denetimle ilgili maddelerin artması, rektörlere ve dekanlara geniş yetkiler vermesi, ancak bu yetkilerin de denetime açık hale getirilmesi,
öğrencilerin ve araştırma görevlilerinin üniversite yönetimine katılımını arttırması, disiplin yönetmeliklerinin yeniden düzenlemeye tutulacağının savunulması şüphesiz çok olumlu adımlardır.
Bugün kimi üniversitelerde ortaya çıkan “Deli Dumrul”lar üniversiteleri kendi kişisel şeyhliklerine dönüştürmüştür. Yolsuzlukların, hukuksuzlukların, keyfiliklerin, haksızlıkların haddi hesabı yoktur. Denetleme mekanizmalarının yetersizliği nedeniyle Deli Dumrullar engellenememektedir. Mağdur olanların eğitim hayatları veya akademik kariyerleri heba olmaktadır. YÖK Yasası’nda “Deli Dumrul”ları engelleyecek düzenlemelere ihtiyaç olduğu açıktır.
Kemaller gidecek Mustafa Kemaller gelecek!
Türk üniversitelerinin bir değişime ihtiyacı olduğu ortada. Ancak bu değişim mevcut YÖK sistemini tasfiye eden bir yönde değil, üniversitelerin AKP’ye karşı
layıkıyla direnmesine olanak veren yönde olmalı. YÖK’ün merkezi yapısını sulandırmak yerine, sistemi suistimal edenler temizlenmeli, yapısal sorunlardan
kaynaklanan kimi tıkanıklıklar ve eksiklikler yeni bir yasal düzenlemeyle giderilmeli, üniversiteler Atatürkçü mücadeleyi gerçekten verecek kadrolara teslim edilmelidir. Deli Dumrulların oluşmasına olanak veren kimi antidemokratik hükümler düzeltilmelidir. Kimi üniversitelerimiz zaten gerçek Atatürkçülerin
yönetimindedir, ancak kimilerinde sahte Atatürkçüler gerçek Atatürkçülerin önünde engel olmaktadır.
AKP iktidarına karşı üniversiteler başından itibaren direndi. Ancak bu direnişin takıyyeci değil tam anlamıyla Atatürkçü bir içerikte devam etmesi gerekmektedir. Bu nedenle giden bir Kemal hayırlı olmuştur. Üniversiteler diğer Kemaller’den de kurtulacak, yerlerine Mustafa Kemaller gelecektir.
http://www.turksolu.com.tr/48/erdem48.htm
***