En Büyük Türk Atatürk,
En Büyük Türk Atatürk
Yekta Güngör ÖZDEN,
2005
Tarihte özgün yeri olan Türklüğün son simgesi kanımca en büyük Türk Atatürk’tür. Bir kimsenin büyük olması, saygıyla karşılanıp iyi duygularla anılması ve örnek alınması için yalnızca alanında başarılı olması yetmez. Kişiliğini dokuyan öğelerin, niteliklerinin, söylem ve eylem tümlüğüyle davranışlarının düzeyli, özgün ve üstün olması gerekir. Görüşleri ve düşünceleriyle seçkinliğinin belirginliği yanında yapıcı ve yaratıcı gücüyle de örnek olması aranır. Asker olarak görevlerindeki başarısı, arkadaşları içinde hemen tanınacak bir çizgide bulunması, önerileri ve uyarılarıyla ilgi çekmesi, düzenli yükselmesi, önemli yerler için düşünülmesi birbirine eklenen gelişimin belirtileridir. Çanakkale Savaşlarının ünlü bir komutanı olunca umutsuzlukla kıvranan toplum için yeni bir umut kaynağı olmuştur. Balkan Savaşı ile 1. Dünya Savaşı’nda büyük yitiklere uğrayan, büyük acılar çeken, büyük boyutlu yoksunluklara düşen halkın giderek azalan dayanma gücü Mustafa Kemal’le canlanmıştır. Ekonomik yönden yıkık durumda olan devlet ülkeyi Batı’nın sömürgesi durumuna düşürmüş, kendisinin ve yakınlarının çıkarını her şeyin üstünde tutan Osmanlı yönetimin başı olan Padişahı-Halife düşmanla işbirliğini yeğleyerek halkının yaşamını gözardı etmiştir.
Mondros Ateşkesi’nin sakıncalarına ilk yakınma Mustafa Kemal’den gelmiştir. Anlaşmaya karşı çıkarak ülkemiz zararına gelişmelere neden olacağını vurgulayıp yönetimi uyarmıştır. İstanbul’da gerekli görüşmeleri ve hazırlıkları yaptıktan sonra Yunanlıların İzmir’e çıkışının ertesi günü, 16 Mayıs 1919’da, Samsun yolculuğuna başlamıştır. İngiliz savaş gemileri İstanbul’da görününce “Geldikleri gibi giderler”diyen Mustafa Kemal’in 9. Ordu (sonra 3. Ordu oldu) Müfettişi olarak Samsun’a ulaştığı 19 Mayıs 1919 Anadolu İhtilâli’nin başladığı gündür. Her sözcüğünü kendi yazıp katılan arkadaşlarına imzalattığı 22 Haziran 1919 günlü Amasya Genelgesi de ihtilâlin bayrağıdır.
Eylemler, çalışmalar ve sonuçları ortama, koşullara, olanaklara göre değerlendirilir. Yabancı yayılmacıların, sömürgeci dış güçlerin, özetle emperyalistlerin her şeyini almaya koyuldukları Türkiye’nin (ülkemize bu adı 11. yüzyılda Türk çoğunluğun yaşaması nedeniyle Batılılar vermişlerdir) tüm kaynaklarını yağmalamak, topraklarını aralarında paylaşmak, halkını yeryüzünden silinceye kadar kıyıma uğratmak amaçları çirkin, insanlık dışı tutumlarla yürütülüyordu. Ordular dağıtılmış, silâh ve cephanelerine el konulmuş, hiçbir dayanma olanağı bırakılmamıştı. Bu koşullara, yoksunluklara, yokluklara karşın öğrencilik yıllarından beri ülkesi için düşündüklerini gerçekleştirmeyi ilke edinen Mustafa Kemal devletin ve ülkenin içinde bulunduğu tehlikeye değinerek Amasya Genelgesi’nde kurtuluş için ulusun kararını ve direncini zorunlu saymıştır. Bir başyazarın şaşırtıcı “Milli Kurtuluş Savaşı’na Hacıbektaş’ta karar verildi” yazısı yanlıştır. Çok önceden karar verildi. Hacıbektaş’ta doğrulanıp katılım ve destek konuşuldu.
Her şeyi hukuk yoluyla çözümlemek için kollarını sıvamış, özverili ve yurtsever arkadaşlarıyla Anadolu yollarında bağımsızlık savaşını başarıyla sonuçlandırmanın önlemlerini almıştır. Erzurum ve Sivas Kongrelerini toplamış, birleşip bütünleşme, yabancı yönetimini reddetme, ülke tümlüğünü koruma, halkın özgürlüğü için ne yapılması gerekiyorsa hepsini kararlaştırarak 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM’ni açmıştır. Kongreler ve Meclis, Mustafa Kemal’in kimsenin dayatması olmadan geleceğe yönelik örgütlenme izlencelerinin temelleridir. Karşıtlıkları, kıskançlıkları, bozgunculukları ve engellemeleri önleyen Mustafa Kemal’in çabaları TBMM gizli oturum tutanaklarında ayrıntılarıyla saptanabilir. Süre uzatımlarıyla taşıdığı Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları Başkomutanlığı’nı 30 Ağustos 1922 Dumlupınar Başkomutan Meydan Savaşı Zaferi’yle tamamlamış, 9 Eylül’de İzmir’den sonra Ankara’ya gelip Meclis’te yaptığı tarihî konuşma ile görevini teslime hazır olduğunu bildirmiştir.
Mustafa Kemal’in Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’yla Anadolu topraklarında haçlıları yenilgiye uğratması yalnız Türkiye müslümanlarına değil, dünya müslümanlarına en büyük iyiliğidir. Böylece kutsal topraklar yabancıların eline geçmemiştir. Dinden anladığını ve kendini dindar sananlar öncelikle bu olguyu değerlendirmelidir. Atatürk’ün inanca saygısı çok açıkken, bunu her zaman özdeyiş niteliğindeki sözleriyle belirtmişken inancı sömürüp kötülüklerine araç kılan çıkarcılar yalanla, iftirayla tersini ileri sürmüş, bugünkü gericiliğin de nedeni olmuşlardır. Atatürk’e saldıranlar insan olamazlar ki müslüman olsunlar. Atatürk’ün savunmaya da, övgüye de gereksinimi yoktur. Kimilerinin şimdi yaptıkları gibi kimseyi de tabulaştırmıyoruz. Atatürk’ün öldüğünü biliyoruz, o da öleceğini biliyordu. “Benim nâçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır ama Türkiye Cumhuriyeti sonsuza değin bağımsız yaşıyacaktır” sözü bu gerçeğin belirtilmesidir. Ayrıca miras olarak akıl ve bilimden başka bir şey bırakmadığını, dogmalara karşı olduğunu da açıklamıştır. Çıkarlarına dokunduğu, kötülüklerini engellediği, oyunlarını bozduğu için din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi olan ve ancak dinlerin bulunduğu yerde işlevi bilinen lâikliğe saldırı tümüyle gericileri okşamak ve oy sağlamak içindir. Avrupa 300 yıl sonra, 300 milyon ölü verince lâikliği benimsemiştir. Türkiye’de lâiklik bağımsızlığın, özgürlüğün, demokrasinin kaynağı, siyasal, hukuksal ve ulusal birliğin dayanağı olmuştur. Lâik Atatürk Cumhuriyeti dünyadaki 54 ya da 55 müslüman çoğunluklu ülkeler içinde islâmiyetin ve demokrasinin en iyi yaşandığı ülkedir. Hiçbir müslüman çoğunluklu ülkede dinsel görevler Türkiye’deki ölçüde özgürce ve mutlulukla yaşanmamaktadır. Bu da lâiklik sayesindedir. Bir kültür kurumu olan dine vicdan tahtında özgün yerini vermiştir.
Namık Kemal’in şiirlerinde bile tam belirgin olmayan, soyutta kalan “vatan”ı belirginleştirip somutlaştıran ve dünyaya benimseten de Mustafa Kemal’dir.
Mustafa Kemal, müdafaa-i hukuk ruhu, kuva-yı milliye ateşiyle başlattığı tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik ve aydınlanma amaçlı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı Misak-ı Millî doğrultusunda başarıya ulaştırdıktan sonra “Askerî zaferlerin siyasal ve ekonomik başarılarla tamamlanması... “ gereğine değinmiştir. Bu, ileri görüşlülüğünün açık kanıtıdır. Yaşamsal olmayan savaşları cinayet sayan anlayışını “Ülkede barış, dünyada barış” sözüyle pekiştirmiş, serüvene, gösteriye, hukukdışılığa asla kaçmamıştır. “Annelerin acısını yüreğinde duymayan komutan olamaz” diyerek gereksiz savaşlara karşı çıkmıştır. Türk askeri için söylediği güzel sözlerini, özellikle Anzaklar için “Toprağımızda yatanlar bizim çocuklarımız olmuştur” sözünü hiç bir zaman unutamayız. Böyle bir yüce insanlık anlayışının dünyada başka örneği yoktur.
Öğrencilik yıllarında Bulgar Türkolog Arolof’a açıkladığı görüşlerini 1907’de Ali Fuat Cebesoy ve arkadaşlarına da açıkladığını anılarında Cebesoy yazmaktadır. Erzurum Kongresi öncesi “Hükümet biçimi cumhuriyet olacaktır” yanıtı da aynı doğrultudadır. Erzurum Kongresi sonrasında yinelediklerini Mazhar Müfit Kansu not etmiştir: Türkiye’de cumhuriyet kurulmalıdır. Lâtin harfleri kullanılmalıdır ve kadınlar bağımlılıktan, karanlıktan kurtarılmalıdır. Bugün, asla dinsel zorunluluğu bulunmayan sıkmabaş için çıkarılan gürültüyü, içilen andları, hukuksal gerekleri, devletin niteliklerini gözardı eden kavgayı gözetirsek Mustafa Kemal’in 80 yıl önceki başarısının göz kamaştırıcı değeri daha iyi anlaşılır. “İnanıyorum o halde varım” dan “Düşünüyorum o halde varım” düzeyine bizi Atatürk taşımıştır.
1922 sonlarıyla, 1923 başlarında çıktığı Marmara ve Ege Bölgesi gezisi sırasında 16 Ocak 1923 İzmit Basın Toplantısı, 7 Şubat 1923 Balıkesir Paşa (Zagnos) Camii hutbesi, 17 Şubat 1923 İzmir İktisat Kongresi konuşmaları kuruluş evresinin önemli aşamalarını yansıtmaktadır. Tam bağımsızlık için ekonomik bağımsızlığı, izlenmesi gereken yolları büyük bir ileri görüşlülükle gündeme getiren Mustafa Kemal, yalnız o günün değil bugünleri de içine alan yarınların çözümlerini anlatmıştır. Bir askerin askerlikten siyasete, eğitimden ekonomiye, sanattan spora her alana el atması büyüklüğünü yansıtan açılımlardır. Annesinin mezarı başında Allah’ı anarak ulusal egemenlik için ölümü göze alacağını söylemesi ulusuna saygısının ve güveninin yüceliğini anlatmaktadır. Nitekim, gezisi sırasında kimi milletvekilleri basılı duyuru yayımlayarak Padişah-Halife olmasını istemişlerse de bu tür önerileri elinin tersiyle iterek “Kimsesizlerin kimsesi-Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan en büyük Türk Devrimi-Demokrasinin yönetimdeki adı ve yaşama geçiş biçimi” dediği tam eşitlikçi yurttaşlar düzeni cumhuriyeti ilân etmiştir. Şimdilerde bile bay-bayan kimilerinin peygamberlik, diktatörlük özentisi için de oldukları gözetilirse Atatürk’ün tartışılmaz büyüklüğü bir kez daha doğrulanır. Döneminde Almanya’dan sığınan bilim adamı 150’ye yakındı. Meclisin adı gibi devletin adı da birleştiricidir. “Türk Cumhuriyeti” değil, Türkiye Cumhuriyeti’dir. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” sözü anlayış düzeyini çok iyi yansıtmaktadır. Cumhuriyet tam bir halk demokrasisidir. Bölücülük ve ayrımcılığın terörle tırmandığı günümüz ortamı gözetildiğinde Atatürk’ün tanımsız büyüklüğü yine yükselmektedir, 1930’ların dünyadaki 10-12 cumhuriyetinin en önde gelenlerinden biri olan Türkiye, dünya ekonomik buhranını da atlatmıştır. 1930’ların kararlılığı, ilkeliliği, devrimciliği, saygınlığı, onuru bugünlerde özlediğimiz ruhu anlattığından bilenler için çok değerlidir. 1930’larda kalmak başka, 1930’ların devingenliğini ve yüceliğini taşıyıp sürdürmek başkadır. 10. Yıl Söylevi’nde coşkuyla açıklanan ilerleme, daha görkemli kutlamalar geleceğe her yönden daha iyi yürümenin anlatımıdır. O günün koşullarında en iyi, en güzel bugün için de örnek olmazsa, bugünler ve yarınlar dünden iyi olamaz. Bugünleri düne borçlu olduğumuzu asla unutamayız. Atatürk ve arkadaşları olmasa neler olurdu, ne olurduk düşünmek, uzak-yakın kimi ülkelere bakmak yeter. Şeyhülislâm’ın ölüm fetvasına, Padişah’ın idam fermanına aldırış etmeden ordudan çıkarılmasını anlayınca resmî sıfatlarını ve giysisini bırakıp bir kişi olarak ulusunun bağrına dönen Mustafa Kemal, isyanları bastırıp ihanetleri göğüsleyerek uygarlık projesini gerçekleştirmiştir. CHP’nin 15-20 Ekim 1927’de toplanan II. Büyük Kurultayı’nda 36, 5 saat süren Büyük Söylevi’nde kurtuluş ve kuruluşumuzu destansı bir dille anlatmış, kanıtlarıyla gerçekleri ortaya koymuştur. Büyük Söylev yurttaşlık bilinci taşıyan her Türk’ün başucu kitabı olmalıdır, Mustafa Kemal Atatürk için ne söylense azdır. O’nun eşsiz değerini tanımlamak güçtür. Sözleri, eylemleri, öngörüleri, buyrukları, öncülük ve önderliği tarihsel ve evrensel, kişiliği, önünde her gün özlemle ve saygıyla eğilmemizi, yürekten anmamızı gerekli kılacak değerler dizisidir. Her konuyu, her sorunu hukuka bağlı kalarak gerçekleştirip çözümlemiştir. Yargı bağımsızlığına büyük önem vermiş, yargıya iletilen sorunlara ilişkin kararları saygıyla karşılamış, bilimsel atılımlara destek olmuştur. Hukuk devrimini tüm devrim atılımlarının itici gücü yapmıştır. Kadın haklarına verdiği önem kadınlarımıza 1930’da Köy İhtiyar Kurullarına, 1933’de Belediye Meclislerine, 1934’de TBMM’ne seçilme haklarının verilmesiyle somutlaşmıştır. İsviçre’de bile kadınlara seçilme hakkının 1970’lerde tanındığı gözetilirse Atatürk’ün bu alandaki büyüklüğü çarpıcı biçimde benimsenir. Kadınlarımızın toplumsal yaşamdaki yaraşır oldukları yeri almaları Atatürk’e borçluyuz. Kadın-erkek eşitliğinin yaşama geçmesinin öncüsü, giyim kuşam düzgünlüğünün örnek kişisi de Atatürk’dür. Milletler Cemiyeti üyeliğimiz 1932’de “Atatürk’ün ülkesi” nitelemesi ve yöneticilerinin çağrısıyla olmuştur. Yunanistan’ın sürgünden dönen Başbakanı Elefterios Venizelos 12 Ocak 1934 günlü mektubuyla Atatürk’ü en övücü sözler ve nitelemelerle Nobel Barış Ödülü’ ne aday göstermiştir. Birleşmiş Milletler Bilim ve Kültür Komisyonu UNESCO Genel Kurulu 1963 ve 1978 yıllarında Paris’te aldığı kararlarla 100. doğum yıldönümü olan 198l’de tüm üye ülkelerin törenlerle Atatürk’ü anmalarını istemiştir. İçimizde kimilerinin inkâr ve ihanetini, saldırı ve safsatasını düşünürsek yabancıların değerbilirliğinin kimleri utandırması gerektiğinde birleşiriz.
Gençleri desteklemiş, geleceğin güvenceleri olduklarını belirterek her yönden en iyi biçimde yetişmelerini büyük önem vermiştir. Öğretmenler için güzel sözleri, özendirici anlatımları eğitimcilere her zaman güç vermektedir. Okullar, hastahaneler, salonlar, yollar, demiryolları, uçak alanları, stadyumlar, fabrikalar, devlet yapıları, köprüler Atatürk döneminin kazanımlarıdır. 10. Yıl Marşı’nda yansıtılan coşku, cumhuriyet Türkiyesi’nin gücünden kaynaklanmıştır. Büyük Söylevi’nde her ülkede olabilecek kötülükleri anımsatan “Gaflet, dalâlet ve hıyanet... işgalcilerle yönetimin işbirliği...” olgularından sözeden bölümden önceki “Bilimin ve teknolojinin son gereklerine göre bir devlet kurduk” sözleri amaçlanan ulusal ereği açıklamaktadır. Ulusal yapı, ulusun örgütlenmesi, siyasette cumhuriyetle doruğa ulaşmadır. Atatürk’ün dediği gibi cumhuriyet doğamıza, yaradılışımıza, yapımıza en uygun rejimdir. Anlayıştan kurallara ve kurumlara, her yönden yepyeni bir toplum ve devlet yaratmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün tek adamlığı yalnız Türkiyemiz için değil tüm dünya için de değerlendirilebilecek bir özgünlüktür. “Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir. -Ya istiklâl ya ölüm!- Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir” sözleriyle Büyük Söylev’indeki anlatımları ve Gençliğe Seslenişi’ndeki öngörüleriyle her ülke, her ulus, her toplum, her birey için hiçbir zaman unutulmayacak değinmeler vardır. Özdeyiş niteliğindeki sözleriyle geçmişin tarihsel çizgilerini önümüze serdiği gibi yarınlara ilişkin uyarılarını da yapmıştır. Hiçbir sözünün yanlışlığı ileri sürülemez. Özellikle inanç sömürücülerinin karanlık çağrıştıran, kötülüklere neden olan davranışlarını yerinde vurgulamalarla ortaya koymaktan asla çekinmemiştir. Gençlik, spor, bilim, eğitim, öğretim, öğretmenler, sanat, sanatçı, tiyatro, resim, müzik, heykel konusundaki konuşmaları herkese ışık tutacak doyuruculuktadır. Türk kadını ve anneler için erlerimiz, subaylarımız ve ordularımız için söyledikleri, genelgelerinde belirttikleri unutulması olanaksız en güzel düşüncelerdir. 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi’nde açıklanan “Bu milletin istiklâlini yine bu milletin azim ve kararı kurtaracaktır” maddesi ile 20 Ocak 1921 Anayasası’nın 1. maddesindeki “Egemenlik bağsız koşulsuz ulusun olup, ulus kendi kendini yönetir” açıklığı o günlerin koşulları gözetildiğinde bilimsel yönüyle de büyük beğeni toplayan soylu düşüncelerdir. Milletin olmadığı, Padişah Halife yönetiminin iş başında bulunduğu, Vahdettin’in “Bu millet bir sürüdür, ben de çobanıyım “ dediği karanlık günlerde “millet”ten söz ederek ümmet yapısına ve işbirlikçi İstanbul yönetimine karşı çıkmak başlıbaşına bir olaydır.
Kurtuluş ve kuruluş evrelerini izleyen zamanı ülkesi için değerlendirmesi de görülmemiş bir hız örneğidir. 3 Mart 1924 günlü 429, 430 ve 431 sayılı yasalarla hukuksal düzenlemeler için dinsel görüşe son verip tüm yetkiyi yasama organında yoğunlaştırarak lâikliği, ulusal egemenliği pekiştirmesi, öğrenim birliğini sağlayarak üç tür okula ve çelişkili eğitime son vermesi, ilâhiyat fakültelerinin açılmasını öngörmesi, halifeliği dışlayarak Osmanlı Hanedanı üyelerini yurtdışına göndermesi, daha sonra başta onbeş tür dinsel nikâhı kaldırıp uygar nikâhı ve öbür yurttaşlık haklarını eşitlikle getiren Medeni Yasa olmak üzere devrim yasalarını yaşama geçirmesi asla unutulamaz. Türk Ulusu’nu çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmak için giriştiği tüm çabalar tarihimizde gereken yerini almıştır. Kimler ne tür anlatımlarla gerçekleri örtmeye ve unutturmaya çalışırsa çalışsın Atatürk güneşi sonsuza değin ulusal varlığımızı aydınlatacaktır.
Başka ulusların yüzyıllardır çözemedikleri abc sorununu yeni yazıyla çözümlemiş, Millet Mektepleri, Halkevleri, Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarıyla hem ulusal yapının temel taşlarını koymuş, hem de geleceğimizin ulusal güvencelerini kazandırmıştır. 5 Kasım 1925’de Ankara Hukuk Okulu’nun açılışında yaptığı konuşma “ihtilâl ve inkılâp” kavramlarına bakışını belirgin biçimde belleklere kazımıştır. Hukuka verdiği değeri “Cumhuriyetin yaptırımı” olarak nitelendirmesi çağdaş güvence türü yönünden ne kadar ileri düşündüğünün kanıtıdır. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin, öbür bilim yuvalarının kurulması çalışmaları, bilim adamlarıyla toplantıları, Medenî Bilgiler kitabını yazması, okuduğu ve sayfa yanlarına not düştüğü kitapların sayısı, Müzik Muallim Mektebi açılışı, opera ilgisi Mustafa Kemal’in özgün kişiliğini dokuyan üstün yanlarından kimileridir. Vasiyetnamesi de yapıtlarına eklenecek bir soylu anlayışın, bir büyük kişiliğin ürünüdür. Sağlığında devlete verdiği taşınmazları, Atatürk Orman Çiftliği ve öbür varlıkları gibi kurduğu iş Bankası’ndan payına düşecek gelirleri bıraktığı kurumlar, kullandığı sözcükler amacının güzelliğini açıklar. Özellikle yakınları için “yaşadıkları sürece ve bana şeref bağlarını korudukça” koşulları, herkesi düşündürmelidir. Ülkemizin tüm varlıklarının ve değerlerinin özeti ve simgesi, Türkiye aydınlanmasının kaynağı, Türkiye’mizle özdeşleşerek kurumlaşan ilkeler anıtı Mustafa Kemal Atatürk’ün değerini bilmediğimizi sık sık yineliyorum. Onun gösterdiği yönden ve çizdiği yoldan dönenler, başka yollara sapanlar, demokrat ve ilerici görünerek başta kürtçülük ve mezhepçilik, ayrımcılık, bölücülük ve yıkıcılık eylemlerine destek olanlar, bu doğrultuda toplantılar düzenleyip bildiriler yayımlayanlar, düşman, terörist ve sapkın örgütlerin siyasal yaşam içine alınmasını isteyenler, yabancıların oyuncaklarıdır. Kürtçü, eski tüfek, şeriatçı-mezhepçi, ırkçı-faşist, dönek, çıkarcı tüm Atatürk Türkiyesi karşıtları hemen biraraya gelmekte, yıkımımız için kazmalarını birlikte vurmaktadırlar. Adlar, imzalar, açıklamalar incelendiğinde kimlerin neden birlikte olduğu kolayca anlaşılır. Atatürk’ün bizi kurtardığı aşağılık duygusunu üzerinden atamayan zavallılar ne diyeceklerini, ne yazacaklarını şaşırıyorlar. Kimileri Atatürk’ün adını anmaktan kaçınıyor, o saygın ada her ağız da yakışmıyor. Sıkmabaşları kamusal alanlara alarak Atatürk ve lâiklik karşıtı iktidarla uzlaşıp uyuşanlar ibretle izlenmektedir. Atatürk’ün altıokla ulusal yaşımıza kazandırmak istediği ileriliklerini ayırdında olmayan, ilkeleri değerlendiremeyenlerin yalanları ve çarpıtmaları siyasal malzeme olarak kullanılmakta, rejim karşıtlarına yardım etmektedir. Altıokun gündeme getirdiği ereklerden hiçbirisinin hiçbir sakıncası yoktur. Atatürk’ün 1931’de CHP III. Kurultayı notlarında bulunan devletçilik açıklaması asla özel girişim karşıtlığı değildir. Devletçi halk değil, halkçı devlet ile kamu ve özel girişim ekonomik dayanışmasını, günün koşullarına uygun öncülüğü ve dengeyi öngörmektedir. Yeterince anlaşılsaydı günümüzdeki gereksiz, peşkeş ve yağma türü özelleştirmelerin acısı yaşanmazdı. Ekonominin temelini özel girişim olarak gören, gerçek kişilerin atılımlarını zorunlu sayan anlayış asla yadırganamaz. Demokrasinin temel öğesi de kişidir. Millîleştirmelerle yabancıların elinden kurtarılan varlıklarımız ve kaynaklarımız ulusal yarara sunulmuştur. Parasal güçlükler ve oyunlar yaşanmadan, üstelik onurlu bir yaklaşımla kabul edilen Osmanlı borçları ödenerek ülkemiz bayındır kılınmıştır.
Türkiye’yi parça parça eden, onurumuzu ayaklar altına alan, ulusumuzu tutsak kılıp yeryüzünden silmeyi amaçlayan Sevr Antlaşması’nı yırtıp Misak-ı Milli’yi gerçekleştirerek Lozan Barış Antlaşması’yla bağımsızlığımızı herkese benimseten Atatürk ve arkadaşları ulusumuzun övünç kaynaklarıdır. Ne kadar kıvanç duysak azdır. Atatürk olsa, yönetimde Atatürkçüler olsa AB, ABD dayatabilir miydi? Onların önünde eğilinir miydi? Bayraklarımız yakılır mıydı? Üniversitelerde öğrenci kavgaları olur muydu?
Çanakkale’de 57. Alay’a “Size ölmeyi emrediyorum” diyen büyükler büyüğü, Türk Ulusu’na cumhuriyetle sonsuza değin bağımsız yaşama erincini tattırmış, koruma ve savunma görevini de kendini genç bilen her yurttaşa vermiştir. Kurulmasına öncülük ettiği uluslararası kuruluşlarla evrensel barışa verdiği önemi de yaygınlaştırmıştır. Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne üyeliği de Atatürk’e duyulan güvenle gerçekleşmiştir. Avrupa Birliği’ne girilecekse bu da Atatürk’ün kazandırdıklarıyla gerçek bir çağdaşlık düzeyine erişmemizin sonucu olacaktır.
Yabancıların Türkiye hakkındaki yanılgılarını ve yanlışlarını anlamlı davranışlar ve sözlerle karşılamıştır. Kabotaj Yasası’na yazdığı (mad.5) “... aykırı davranmaya cür’et eden yabancı gemilerine iki katı ceza verilir” tümcesi ulusal onuru ödünsüz gözetmesine bağlanmalıdır. Yabancı devlet büyüklerinin Türkiye’ye gelerek görüşmeleri kişiliğine verilen değerin bir göstergesidir. İnsanlık, komutanlık, devlet adamlığı, liderlik, aile büyüklüğü nitelikleriyle zamanının en seçkin, en saygın kişisiydi. Düşünceleri ve eserleriyle bugün bile aramızda yaşamaktadır. Samsun’a çıkışın yıldönümlerini gençlere, Meclisi açmanın yıldönümünü çocuklara, 30 Ağustos zaferinin yıldönümünü silâhlı kuvvetlere, cumhuriyet ilânının yıldönümünü Türk Ulusu’na bayram olarak armağan etmesinin anlamı benzersizdir. Dünyada bunları veren bir başka lider yoktur. Stalin, Peten, Hitler, Salazar, Franko, Mussolini, Tito vd. unutulmuş, ulusunun birliğini, ülkesinin tümlüğünü sağlayan, geleceği güvenceye bağlayan Atatürk unutulmamıştır. Unutulanlar diktatör, Atatürk demokrattır. Ölüm günü öğrenciler derslere girmeyince ne yapacağını sorduğunda İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Bilsel’in “Sizin ülkenizde böyle bir büyük adam öldüğünde ne yapılıyorsa onu yapınız” yanıtını Alman Prof. Arndt “Benim ülkemde böyle bir büyük adam olmadı da ölmedi de” sözleriyle karşılamıştır.
Atatürk gerçek Tek Adam’dır. Bağımsız, onurlu, dostça yaşamayı, iyi gelenekleri sürdürerek toplumsal barışı ve ulusal dayanışmayı ilke edinen çağdaş milliyetçiliği getirdiğinden en büyük Türk büyüğü ve en büyük Türk milliyetçisidir.
İleri dergisinin genç yöneticilerinin isteği üzerine ivedi biçimde ve hemen kaleme aldığım bu özet değerlendirmeler Atatürk’ü nasıl anladığımın kırık-dökük açıklanmasıdır. O’na yaraşır olmak için Atatürkçe çalışmak, düşünmek ve yaşamak gerektiğine inanıyorum. Bu arada Atatürkçülükle Kemalizmi birbirine karıştıran ya da özellikle birbirine karşı gösteren eğilimleri kınadığımı belirtmek istiyorum. İleri yöneticileri Atatürk’ün yüceliğini yinelemek olanağını vermekle önemli bir görevi yerine getirmişlerdir. Sahte Atatürkçülerin cirit attığı bir ortamda gerçekleri savunmak güç ama onurludur. Gericiler 1922 Başkomutan Meydan Savaşı’ndan, özellikle saltanatın kaldırılıp hilâfetin dışlanması ve lâik cumhuriyetin ilânından sonra inatla Atatürk’ü kabul etmezler, Mustafa Kemal’le yetinirler. Onlar için Atatürkçülük yoktur. Kemalizm de yoktur. Kimi ilerici geçinenler de Kemalizm’i savunur, kuruluşlarının adı olan Atatürkçülüğü değil, Kemalizm’i kullanırlar. Atatürkçülük Mustafa Kemal’in özgün adı Atatürk’ten kaynaklandığından doğumundan ölümüne her dönemiyle Mustafa Kemal Atatürk’ü kapsar, Kemalizm’i de içerir. Atatürkçülük ve Kemalizm aynı anlamdadır. Biri öbürüne karşı değildir, birbirinin yerine kullanılır. Atatürkçülükten söz eden Kemalizm’i yadsımaz ama Kemalizm’den söz eden kimileri Atatürkçülüğü dışlar. Kavram karışıklığına neden olan ayrımcılığın hiçbir yararı yoktur. İkisi de kullanılır ama en doyurucu en kapsamlı, en yeni, en gerçek, en anlamlı olanı Atatürkçülüktür. Ancak, “Atatürkçüyüm” demekle, rozet takıp nutuk atmakla, resim asmakla Atatürkçü olunamaz. Kuruluşuna ayda 1 YTL. ödentisini vermeyen bana göre adam olmaz ki Atatürkçü olsun. Yalan söyleyen, çalışmaktan kaçınan, onun bunun peşinde dolaşıp gösterişlere kaçan, kav gacı, karıştırıcı, bir dernekten verilen “Danışman” unvanıyla kart bastırıp birbirlerine dalkavukluk yapanlar Atatürkçü olamazlar. Atatürkçü olmak başlıca onurdur, erdemdir, bunu her baş, her omuz, her yürek taşıyamaz.
Bir kurum, şube sayısıyla değil, saygınlığıyla güçlü ve önemlidir. Tabelâ şubeleri çoktur. Yabancıların para desteğine avuç açıp onların övgülerini yaparak sırıtanlar, tutarsızlık, tüzük ve seçim oyunlarıyla “ismi var, cismi yok” durumuna düşenler, iktidarın dümen suyunda ve akıntıya kürek çekenler, çalışma, çaba ve üretme yerine lafazanlığı, gün geçirmeyi yeğleyenler, kendilerinden söz edilmesi ve kimi siyasal beklentilerle partilerin kapılarında, orda burda dolaşanlar, yoksunluklara ve güçlüklere karşın parlayan kuruluşlarını durgunluğa ve donukluğa düşürerek, soldurup söndürenler, kimileriyle karşılıklı koruma-kollama ilişkisi kurup bağımlı ve güdümlü duruma gelenlere gülünür. Sahte Atatürkçüler açık Atatürk düşmanlarından daha tehlikelidirler.
Yürekli, ileri görüşlü, örnek bir komutan ve devlet adamı olan Atatürk insancıllığıyla gerçekten üstün ve tek kişidir. Usa, bilime, ahlâka, adalete verdiği önemle çağdaşlarının her zaman ilerisindedir. Türk Ulusu’nun üstün niteliklerini O’nun kadar uygunlukla yansıtan bir başka kişi yoktur. Yabancı asker ve sivil tanınmış kişilerin övücü sözleri bilinmektedir. İsmet İNÖNÜ’nün “Devletimizin kurucusu, ulusumuzun özverili ve yürekten bağlı öncüsü, insanlık ülküsünün sevdalı ve seçkin yüzü, vatan sana minnettardır. “ sözleri ile Celâl Bayar’ın “Atatürk, seni sevmek millî bir ibadettir” sözleri örnek, özdeyiş türü anlatımlarıdır.
Atatürk en çağdaş Türk milliyetçisi, en büyük Türk Devrimcisi, ileri görüşlü, içtenlikli, yürekli, insancıl, yurtsever, yapıcı, yaratıcı, ulusuna saygılı, hukuka bağlı, bilime ve özgürlüğe tutkun, düşün kaynağı güçlü, gerçek ilerici, gerçek demokrat bir Türk büyüğüdür. Gün geçtikçe değeri daha artan, daha çok aranan, daha çok özlenen anıtsal bir kişidir. Çok dilli, çok dinli, çok ırklı, çok hukuklu bir toplumdan ulus yapısına yükseltmiştir. Misak-ı Maarif’le aydınlanma, bilgilenme ve bilinçlenme çığırını açmıştır. Öztürkçeye, dil bağımsızlığına ve temizliğine, basın özgürlüğüne, tarıma, hayvancılığa büyük önem vererek çiftçileri ulusun efendisi olarak kucaklamıştır. Böyle bir kişi unutulmaz, unutturulmaz. Atatürk bizim için bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik, çağdaşlık, insanlık, demokrasi, akılcılık, bilimsellik, eşitlik, barış, dostluk, onur dem ektir. Türkiye demektir. Ne mutlu Atatürk’ümüz olduğuna ve Atatürk’le olduğumuza.
Yekta Güngör ÖZDEN, 2005
http://www.guncelmeydan.com/pano/en-buyuk-turk-ataturk-yekta-gungor-ozden-t32996.html
***