Ekonomi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ekonomi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Kasım 2019 Pazartesi

ABD’nin Ortadoğu Politikalarının Sürdürülebilirliği ve Ortadoğu’da Güç Mücadelesi., BÖLÜM 1

ABD’nin Ortadoğu Politikalarının Sürdürülebilirliği ve Ortadoğu’da Güç Mücadelesi., BÖLÜM 1





Zafer Akbaş* 
* Yrd. Doç. Dr; Düzce Üniversitesi İşletme Fakültesi Uluslar arası İlişkiler Bölümü – Düzce. 

Özet 

İkinci Dünya Savaş’ından sonra, Ortadoğu’da en etkili aktör, ABD olmuştur. Ancak ABD’nin etki kapasitesinde değişme yaşanmaktadır. ABD’nin Ortadoğu stratejisinin sürdürülebilirliği, konjonktürel gelişmelere, ekonomik, politik ve askeri unsurlara bağlıdır. Çalışmada ABD’nin hegemonik gücünün hızla erimeye başladığı, savaşa varan müdahale şekilleri ile ekonomik durgunluk ve krizlerin de bu gerilemeyi hızlandırdığı; BRIC ülkeleri ve Türkiye gibi bölgesel aktörlerin uluslararası düzende ve bölgede daha etkin olacağı ve mevzi kazanacağı değerlendirmesi yapılmıştır. 

Giriş 

ABD’nin Soğuk Savaş Dönemi’nde Ortadoğu ile ilişkileri güçlenmiştir. Bu dönemde bölgeye ABD ve SSCB güç rekabeti damga vurmuştur. 1997’de 21. Yüzyılı “Amerikan Yüzyılı” olarak ilan eden projeyi başlatan, 11 Eylül 2001’de de tarihinin en büyük terörist saldırısını yaşayan ABD, Ortadoğu’ya yönelerek, bölgeyi askeri müdahalelerle şekillendirmeye çalışmıştır. Ancak, ABD’nin bölgeye yönelik politikalarının sonucu olan Afganistan ve 2003’teki II. Körfez Savaşları, ABD politikalarının meşruiyetini sorgulatmıştır. 

Ekonomik sorunlar ve finans krizleri, ABD gücü ve politikalarında zorunlu değişime neden olmuştur. ABD politikalarındaki değişimde müttefiklerinin ekonomik gücündeki azalmanın da etkisi olmuştur. Japonya ve Avrupa Birliği ülkelerinin 2008’den beri içinde bulunduğu ekonomik sorunlar ABD’yi olumsuz etkilemektedir. 
Ortadoğu Bölgesi tarih boyunca güçlü devletlerin egemen olmak istediği bir yer olmuştur. Bölgenin jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik özellikleri bölgeyi bir rekabet alanı haline getirmiştir. ABD’de bölgenin özellikleri nedeniyle bölgeye yönelik hakimiyet politikaları izlemiştir. ABD bölgeyi kendi çıkarları bakımından “yaşamsal öneme sahip bölge” olarak görmektedir. Ancak ABD gücünde azalma yönündeki değişim ABD ve bölgedeki çıkarlarını etkilemektedir. 

Çalışmada bölgenin taşıdığı özellikler bağlamında ABD’nin bölgede izlediği politikalar ele alınmıştır. Ayrıca bölgede ABD stratejisinin sürdürülebilirlik koşulları da incelenmeye çalışılmıştır. 

ABD’nin Ortadoğu Politikasının Temel Unsurları, Aktörler ve Süreçler 

ABD, dünya sahnesine her ne kadar Birinci Dünya Savaşı’nda çıkmışsa da etkili bir aktör olarak rol üstlenmesi, İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında olmuştur. ABD’nin Ortadoğu’ya girişi konjonktürel gelişmelerin de etkisiyle olmuştur denilebilir. İngiltere, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde bölgeden çekilmeye başlarken; bölgede Amerikan etkisi artmaya başlamıştır. 

Ortadoğu, zengin enerji kaynaklarının bulunmasıyla, 20. Yüzyıldan itibaren bölgenin enerji kaymaklarına bağımlı tüm ulusların, ekonomi politikalarını ve güvenliklerini etkileyen bir bölge haline gelmiştir. ABD’nin Ortadoğu’ya ilgisi, I.Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde, petrolün temel enerji kaynağı olarak kullanılmaya başlaması ile artar. ABD’nin bölge politikası, “bölgenin zengin petrol kaynaklarına serbestçe erişim ve söz sahibi olmaya” odaklanmıştır. Bölgenin Soğuk Savaş Dönemi SSCB-ABD rekabeti, Soğuk Savaş Dönemi sonrasında sona ererken, bölgenin tek süper gücü ABD olmuştur.1 

Truman yönetimi, Sovyetler Birliği’ne karşı çevreleme politikası izlerken, Ortadoğu’da zayıflamaya başlayan İngiliz yönetiminin yerini doldurma isteğinde olduğunu da bir anlamda ortaya koymuş oluyordu.2 ABD, 1957’de Eisenhower Doktrini ile tam da Ortadoğu’ya yöneldi. Bu doktrin ile Ortadoğu ülkelerine, ekonomik ve askeri yardım yapılması, Komünist kontrol altında bulunan herhangi bir devletten bu devletlere saldırı yapılması ve bölge devletlerinin istemesi halinde, Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nin kullanılması kararlaştırılmıştır.3 ABD bu sayede, bir taraftan Arap ülkeleriyle daha yakın ilişkiler kurmaya, diğer yandan da SSCB’yi kontrol etmeye çalışmıştır. Bununla birlikte Vietnam Savaşı’nın ABD üzerindeki olumsuz etkilerinin de bir sonucu olarak, 1970’te yayımlanan Nixon Doktrini’nde ABD’nin bölgesel çatışmalara doğrudan müdahale etmeyeceği, bunun yerine askeri ve ekonomik yardım yapacağı ifade edildiyse de bu durum kalıcı hale gelememiştir. 1980’de ilan edilen Charter Doktrini’nde ise Basra Körfezi’ne yapılacak herhangi bir saldırının ABD’nin yaşamsal çıkarlarına bir saldırı olarak değerlendirileceği ve bu tür bir saldırının her türlü araçla önleneceği ifade edilerek Nixon Dönemi anlayışı terk edilmiştir. 

ABD, başta Sovyet tehdidini önlemek, sonra da diğer çıkarlarını yerine getirmek amacıyla, 1979 sonunda Ortadoğu Bölgesi’nde görev almak üzere, merkezi Amerika’da olan Çevik Kuvvet’i kurmuştur. Sonraları I.Körfez Savaşı’nda olduğu gibi gereksinim duyduğu durumlarda, Çevik Kuvveti askeri müdahaleler ve yardımlar için kullanmıştır. 1980’li yıllarda Reagan Yönetimi Sovyet karşıtı tutumunu ve Ortadoğu’ya ilgisini sürdürmüştür. Bütün bunlar, Ortadoğu petrollerinin güvenliğinin ve Batıya akışının sürekliliğinin sağlanmasının, ABD’nin 
Ortadoğu politikasının temel ve vazgeçilmez unsuru haline dönüştüğünü göstermektedir. 

1990’larda ABD’nin dünyaya egemen olması birçok gözlemciye göre “tek kutuplu an”ı oluşturmuştur. Soğuk Savaş yıllarının tersine, Amerika’nın karşısında uluslararası sistemde ciddi bir rakip, bir askeri ve siyasi gücüyle ABD ile boy ölçüşecek ikinci bir güç yoktu. ABD ekonomik gücünü dünyaya yansıtarak küreselleşme sürecini bütün gücüyle desteklemiştir.4 Amerika Birleşik Devletleri'nin küresel hegemonya hedefi, pek çok kimse tarafından imparatorluk olarak nitelendirilmekte, hatta “Yeni Roma İmparatorluğu ya da İkinci 
Roma İmparatorluğu” benzetmesi yapılmaktadır. 

11 Eylül 2001’de El Kaide terör örgütü üyesi oldukları kabul edilen bir grup terörist, New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Washington’daki Savunma Bakanlığı binası Pentagon’a saldırı düzenledi. Bu saldırıda çok sayıda ölen oldu. ABD, saldırılar sonrasında terörle mücadeleyi sadece ülke de değil ülke dışında da sürdüreceği mesajını verdi ve öyle de yaptı. 

11 Eylül 2001 saldırılarının ardından ABD’nin dost ve düşman tanımlaması değişti. ABD, terörist saldırılar sonrasında dünyayı kendi çıkarlarına göre şekillendirme gayreti içine girdi. Bunun için de askeri müdahaleyi bir araç olarak kullandı. 

11 Eylül saldırılarının ardından CIA Başkanı George Tenet, Irak’ın El Kaide Örgütü ile temasta bulunduğunu ve Irak ile İran’ın 11 Eylül saldırılarını desteklediklerini düşündüklerini ifade etmiştir. Başkan Bush, ABD Kongresi’nde 29 Ocak 2002’de yaptığı konuşmada Irak, İran ve Kuzey Kore’yi “Şeytan Üçgeni-Axis of Evil” olarak nitelemiştir.5 

Savaş sonrasında CIA (Merkezi Haberalma Teşkilatı) tarafından verilen bazı bilgilerin doğru çıkmaması CIA’nin dolayısıyla da ABD’nin eleştirilmesine neden olmuştur. Ancak yapılan savaşın ve verilen zararın artık geri dönüşü söz konusu olamazdı. 

Doig ve diğerleri tarafından ele alınan bir makalede, CIA tarafından Bush Yönetimi’ne verilen bilgilerin, Bush Yönetimi tarafından politize edilerek kullanıldığı ifade edilmiştir. 

Hatta CIA üzerinde baskı kurularak Saddam ile El Kaide arasında işbirliği bulunduğuna yönelik deliller elde edilmeye çalışıldığı ve zaman zaman da CIA’nın devre dışı bırakıldığı belirtilmiştir.6 

Kendi topraklarında terörist saldırılara maruz kalan ABD, mağdur psikolojisinin meydana getirdiği uluslararası ortamdan yararlanarak, önce Afganistan’a, ardından Irak’a girdi. El Kaide üyelerinin Afganistan’da konuşlandığını ve bunların teslimini isteyen ABD, istediği sonucu alamayınca 7 Ekim 2001’de Afganistan’a müdahale etti. 

Afganistan’a müdahale eden ABD ve müttefikleri, Taliban iktidarına son vermiştir. Afganistan Müdahalesi, başlangıçta NATO desteği alınmadan başlatılmış, sonradan NATO’nun ve dolayısıyla AB’nin desteği alınmıştır. 

Barnell’e göre 11 Eylül saldırıları takvimsel olarak değil ama dünyayı değiştiren, dönüştüren sosyal, ekonomik, politik özellikleri dolayısıyla 20. Yüzyılı sonra erdiren önemli bir tarihsel olaydır. 11 Eylül saldırıları, yeni stratejik ortaklıklara ve diplomatik birlikteliklere neden olmuştur.7 

ABD, Afganistan müdahalesinde tutsak ettiklerini savaş tutsağı kabul etmemiştir. Bunları Guantanamo üssünde tutuklu tutmuştur. Bu askeri üstte tutsakların maruz kaldığı işkence ve kötü muamele uluslararası alanda başta insan hakları örgütlerince, ciddi eleştiriye maruz kalmıştır. ABD’nin savaş hukukuna ve insan haklarına aykırı hareket ettiği ifade edilerek ABD eleştirilmiştir. 

Ayrıca Afganistan mücadelesi sırasında ve sonrasında, ABD askerleri tarafından öldürülen siviller de ABD’nin Afganistan müdahalesinin meşruiyetini sorgulatır hale gelmiştir. ABD, Afganistan müdahalesinin adını “Sürekli Özgürlük” olarak koymuştur. Ancak müdahalenin üzerinden on yıl gibi bir zaman geçmesine rağmen, Afganistan’da kalıcı barışın ve düzenin sağlanamaması ABD’ye olan güveni sarsıcı etki doğurmuştur. 
Operasyon zamanında ABD’ye destek verenlerin bu desteğinin II. Körfez Savaşı’nda da günümüzde de kalmadığı değerlendirilmekte dir. 

ABD ve İngiltere tarafından düzenlenen ve “Irak’a Özgürlük Operasyonu-Operation Iraqi Freedom” adıyla duyurulan işgal operasyonu, 20 Mart 2003’te başladı. Bu operasyon kamuoyunda beklenen desteği bulamamıştır. 

Fransa, Almanya, Rusya ve Çin gelişmelerden endişe duyduklarını dile getirerek, saldırıları durdurması istiyordu. Belçika ise ABD’nin hukuk düzeninden ayrıldığını dile getirmiştir.8 

II. Körfez Savaşı sonrası, ABD’nin Ortadoğu politikalarına tepki daha fazla artmıştır. Bu tepkiler, bir taraftan AB üyesi bazı ülkelerden gelirken, diğer taraftan Rusya ve Çin gibi aktörlerden gelmiştir. 

ABD ile AB arasında II. Körfez Savaşı sonrasında “Transatlantik Çatlak” meydana geldiği sıklıkla dile getirilmiştir. Bu bağlamda olmak üzere; Almanya ve Fransa, ABD’nin askeri politikalarına karşı çıkmıştır. İngiltere, İspanya ve eski Doğu Bloku ülkelerinin bazıları ise ABD politikalarını desteklemiştir. 

ABD’nin Irak’a karşı askeri güç kullanma stratejisine, uluslararası alanda karşı çıkan ülkelerin başında Çin ve Rusya yer almıştır. ABD müdahalesine karşı BM Güvenlik Konseyi’nde oylama olması halinde veto yetkisinin kullanılacağı dile getirilmiştir. Bunun üzerine ABD, askeri müdahaleyi içeren karar tasarısını Güvenlik Konseyi gündemine getirmemiştir. 

Benzer şekilde bazı bölgesel aktörler de, II. Körfez Savaşı’na aktif askeri destek vermemiştir. Türkiye bunlardan biridir. Türkiye, Irak’a Kuzey’den, Türk topraklarından girme stratejisine karşı çıkmıştır. Suudi Arabistan’da ABD’ye yakınlığına rağmen, beklediği düzeyde destek vermeyen bölgesel aktörlerden biridir. 

ABD’nin Ortadoğu’da izlediği politikaları gerçekleştirmek üzere izlediği politikalardan biri de Büyük Ortadoğu Projesi’dir. Bu proje ABD çıkarlarını bölgede korumak ve geliştirmek üzere dizayn edilmiş ve somutlaştırılmıştır. 

11 Eylül saldırılarının ABD’de meydana getirdiği etki sonrasında, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) gündeme gelmiş ve terörizmle savaş, radikal hareketlerin sınırlandırılmasına yönelmiştir. Büyük Ortadoğu Projesi, ABD Başkanı Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice tarafından, Fas’tan Çin sınırına kadar 22 ülkenin siyasi ve ekonomik coğrafyasının değiştirilmesi hedefi olarak tarif edilmiştir. 

İlerleyen zaman içinde BOP, Kuzey Afrika, Kafkasya ile Orta Asya ülkelerini alarak, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP) haline dönüştürülmüş ve Çin’e kadar uzanan coğrafyada, sivil toplum hareketlerinden kuvvet kullanımına kadar varan çeşitli yöntemlerle, Batıyla uyumlu rejimlerin tesis edilmesi hedefine yöneltilmiştir.9 Daha önceleri, Büyük Ortadoğu Projesi olarak adlandırılan proje, 2004 Haziran’ında, ABD’nin Georgia eyaletinin Sea Island bölgesinde düzenlenen G8 zirvesi ile birlikte, Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi adıyla anılmıştır. 

GOP, Ortadoğu ülkelerinde eğitime destek verilmesi, kadınların kamusal alana daha fazla çekilmesi, demokrasinin güçlenmesi, terörün, uyuşturucu ve silah kaçakçılığının önlemesi, insan haklarına daha fazla önem verilmesi gibi somut taleplerin hayata geçirilmesi gibi hedeflere yönelmiştir. Bu hedefler özde bölge halkları için yararlı olacağı iddia edilebilir hedefler olmakla beraber, dışarıdan dayatılıyor olmasının başarı şansını azalttığı söylenebilir. 

ABD, bu projeyi Afganistan ve Irak müdahalelerinin ardından ortaya atmıştır. Projenin fikir babaları ABD Yeni Muhazakarları’dır (New Conservatives). Projenin ortaya atılmasındaki amaçların, bozulan ABD imajının düzeltilmesi, ABD’nin bölgesel çıkarlarının gerçekleştirilmesi, kendisine ve müttefiki olan İsrail’e yöneldiği iddia edilen tehditlerin bertaraf edilmesi olduğu söylenebilir. 

ABD’nin demokratikleşme söylemine destek vereceği düşünülen bu proje ile bölge ülkelerinin yeniden yapılanmasının; ülke halklarının ise demokratik ve ekonomik kriterlere göre daha iyi duruma ulaşmasının sağlanacağı de varsayılmaktadır. Bu vesile ile ABD, bir yandan doğal kaynakları kontrol ederken, diğer taraftan ülke rejimlerini ve bunun uluslararası düzeydeki yansımasını belirleyerek merkezi konumunu pekiştirecektir.10 

BOP ile ilgili hedeflerden biri de demokratikleşmedir. Bu amacı gerçekleştirmek üzere Ortadoğu’da demokratikleşmenin sağlanması ve kurumsallaşması gerekçesiyle, Büyük Ortadoğu coğrafyasının bilgi toplumuna dönüştürülmesi hedeflenmektedir. Bunun için 800 milyon insanın yaşadığı bölgede okuma yazma bilmeyenlerin oranının yarı yarıya azaltılması, yüz bin kadın öğretmen yetiştirilmesi, internet ağlarının kurulması, okullara kitap yardımı yapılması ve dünya klasiklerinin Arapça’ya çevrilmesi öngörülmüştür.11 
ABD’nin demokratikleşme söylemi bölge için önemli olmakla beraber bunun bir süreç olduğu, sürecin doğru yöneltilmemesinin amacın gerçekleşmesini geciktirebileceği ve ABD’nin bölge ülkelerine öncelikle güven vermesi gerektiği söylenebilir. 

Demokratikleşme ve ekonomik kalkınmaya ağırlık verilmesine ilişkin olduğu iddia edilen Büyük Ortadoğu Projesi’nin esasında, Ortadoğu’nun enerji kaynaklarını kontrol altında tutmak, bölgeyi kendi ekonomik, askeri ve siyasal çıkarlarının yanı sıra, İsrail için de daha güvenli hale getirmeyi amaçladığının düşünülmesi BOP’a duyulan kuşkuları artırmıştır.12 

Bu nedenle de BOP’un kadük kaldığı değerlendirmesi yapılmaktadır. 

ABD’nin 2003’te başlattığı II. Körfez Harekatı, tek taraflı ve müttefikleriyle dünya üzerinde hegemonyasını pekiştirmek isteyen ABD dış politikasının, Uluslararası hukuku, normları ve örgütleri ikinci plana atan dünyayı yönetme girişimi13 olarak nitelendirilmiştir. 

Bush Yönetimi’nin 11 Eylül saldırıları sonrası ortaya attığı “Önleyici Savaş” doktrini, ABD’nin uluslararası hukuku kendi çıkarlarına göre yorumladığı, terörist saldırıları insanlığa karşı değil sadece kendi ulusuna karşı saldırılar olarak nitelediği, diğer devletleri “dostlar ve düşmanlar” olarak ayırdığı, bu nedenlerden ötürü de büyük bir meşruiyet krizini derinleştirdiği doktrin olmuştur. 

ABD’nin uyguladığı bu strateji, dünyayı daha çok güvenlik eksenli politikalara doğru yöneltmiştir. Demokratik uygulamaların bu vesileyle kısıtlandığı, bir ortamı meydana getiren anlayış da aynı anlayıştır. 

Günümüz ABD Ortadoğu politikasının önemli bir ayağını da İsrail’in bölgedeki varlığı oluşturmaktadır. İsrail, bölge ülkeleri içinde ABD’ye en yakın devlettir. ABD’nin bölgedeki en önemli amaçlardan biri İsrail’in varlığını korumak ve geliştirmektir. 

ABD’nin stratejik çıkarlarından biri olan İsrail’in bölgedeki varlığının sürdürülmesine ve geliştirilmesine yönelik izlediği bazı politikalar, gerek bölge ülkeleri tarafından gerekse bölge dışı aktörler tarafından eleştirilmektedir. 

İsrail’in terörle mücadele adı altında bölgede izlediği politikalar insan hakları ihlallerine yol açmaktadır. Filistinlilerin yurtlarından edilmesi İsrail’in izlediği bir diğer politikadır. İsrail, uluslararası hukuku hiçe sayarak Doğu Kudüs’te yerleşimciler için yeni konutlar yapmaktadır. ABD’nin Ortadoğulu devletleri silahlanma konusunda tehdit ve takip ettiği dönemlerde İsrail’e askeri yardımlar yapması, İsrail’i izlediği politikalar ve yaptığı eylemler nedeniyle neredeyse koşulsuz desteklemesi sık görülen bir durumdur. ABD’nin bölgedeki en önemli stratejik ortağı İsrail’dir. Bütün bunlar ABD’nin gerek bölgesel aktörler gerekse diğer aktörler tarafından eleştirilmesine neden olmaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi’nin İsrail’i eleştiren, kınayan karar tasarıları ABD engeline takılmaktadır. ABD veto yetkisini sürekli olarak İsrail lehine kullanmaktadır. 

ABD’nin bölgede izlediği İsrail stratejisi sürdürülebilir değildir. ABD’nin İsrail ile ilgili politikaları Wilsoncu ABD ilkelerine de uymamaktadır. Ancak ABD’nin realist 
yaklaşımla çıkarlarını önceleyen politikaları tercih etmesi, uluslararası toplumun hem ABD’ye hem de İsrail’e olan desteğinin azalmasına neden olmaktadır. 

ABD için İsrail’in bölgedeki varlığının korunması ve geliştirilmesi öncelikli çıkarlardandır ve hatta en öncelikli olanıdır. ABD, İsrail’i bölgede terör başta olmak üzere her türlü tehlikeden koruma görevini üstlenmiş durumdadır. İsrail’in uluslararası hukuku ve insan haklarını hiçe sayan politikaları bile ABD için bir sorun kabul edilmemektedir. ABD içinde İsrail’i destekleme yönünde güçlü bir lobi faaliyeti yürütülmektedir. 

Arap-İsrail çatışması, Ortadoğu’da istikrarsızlık nedenlerinin en önemlilerindendir ve bu durum merkezi bir problemi oluşturmaktadır. Bu sorundan dolayı bölgede birçok savaş çıkmış, terörist ve gerilla grupları oluşmuştur.14 

ABD’nin Ortadoğu’da izlediği önemli politikalardan biri de İran’ın çevrelenmesidir. Daha önceleri dost ve müttefik ülke olan İran artık ABD tarafından uluslararası terörü destekleyen devletler arasında sayılmakta ve sürekli baskı ve ambargo altında tutulmaktadır. 

ABD’nin İran’a karşı sert tutumu 11 Eylül saldırıları sonrasında daha da sertleşmiştir. İran’ın barışçıl amaçlı olduğunu iddia ettiği nükleer enerji programı ABD tarafından şiddetle eleştirilmektedir. ABD girişimleri sonucu BM’den İran’a ambargo uygulanması kararı alınmıştır. İran ile İsrail arasındaki karşılıklı tehditler de ABD’nin İran’a karşı tutum geliştirmesine neden olmaktadır. 

ABD’nin Ortadoğu politikasının önemli bir ayağını enerji kaynakları ihtiyacı oluşturmaktadır. ABD’nin petrole olan ihtiyacı yaşamsal bir çıkar sorunu olarak 
tanımlanmaktadır. 
Bu nedenle, bölge enerji kaynaklarının Batıya ucuz, güvenli, kesintisiz ve sorunsuz aktarılması ABD’nin en önemli dış politika önceliklerindendir. 

ABD’nin günlük petrol tüketimi 25 milyon varildir. ABD, petrol ihtiyacının % 30’unu üretmekte, % 70’ini ise ithal etmektedir. Bu durum ABD’nin petrolde dışa bağımlılığını göstermektedir. 2003’te varili 25 ABD Doları olan petrol 2011’de 90 ile 100 dolar civarında seyretmektedir. Petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar ABD ekonomisini büyük oranda etkilemektedir.15 

Ekonomi günümüzde güvenliğin olmazsa olmaz bir parçası olarak kabul edilmektedir. Ekonomik bakımdan dışa bağımlı olan ülkeler siyaseten veya askeri olarak “güvensiz” ülke olarak nitelendirilebilmektedir. Bu nedenle ABD ekonomik bakımdan dışa bağımlılığı azaltmak istemektedir. ABD için Ortadoğu petrollerinin güvenliği neredeyse ABD’nin güvenliği ile eşdeğer durumdadır. 

2008’de ABD’de başlayan finans krizi ile 2011’e gelindiğinde iyice derinleşen ABD ekonomisindeki resesyon ve tekrar eden kriz beklentisi, enerji kaynaklarının önemini artırmıştır. Bu durum ABD’nin bölgesel aktörlerle ve diğer büyük güçlerle enerji kaynakları kontrolü hakkındaki rekabetini daha çetin hale getirmektedir. 

Çin, Rusya ve AB ülkelerinin enerji politikaları ABD çıkarlarını etkilemektedir. Bu bakımdan dünyanın en önemli enerji kaynağı olan Ortadoğu üzerindeki rekabet de artmaktadır. Benzer şekilde, Hazar petrolleri, Kafkasya ve Karadeniz üzerinde de bir rekabet yaşanmaktadır. Bu durum Ortadoğu’nun önemini artırmaktadır. ABD hegemonyasının sürdürülebilirliği bölge enerji kaynaklarının kontrolüne bağlıdır. 

ABD’nin izlediği güvenlik politikaları, 1945'ten beri izlediği ''dünyanın çeşitli bölgelerinde kendisine rakip olabilecek güçlerin doğmasına engel olma'' politikasının taktiksel düzeyde farklılaşmış devamıdır. ABD, potansiyel rakiplerin doğmasını önleyebilmek için dünyanın temel kaynaklarının da kontrol etmek durumundadır.16 

ABD’nin Ortadoğu politikasının önemli bir temelini de ABD güvenliği ve terörle mücadele oluşturmaktadır. 11 Eylül saldırıları güvenlik sorunsalını ABD ihtiyaçları için liste başı yapmıştır. 

ABD’nin ulusal çıkarları bakımından tehlike ve tehdit oluşturabilecek devletler “Ortadoğu devletleri” olarak kabul edilmektedir. Ayrıca terör faaliyetlerinin odaklandığı en önemli merkez de Ortadoğu kabul edilmektedir. 

ABD küreselleşmiş dünyada, artık güvenliğin yerelde olamayacağını düşünmektedir. Terör küreselleşmiş durumdadır. ABD için güvenlik artık denizaşırı anlam taşımaktadır. 

ABD’nin güvenliğini en çok tehdit ettiği kabul edilen bölge Ortadoğu’dur. 

ABD’nin savunma hattı, Amerika Kıtası’nın dışına taşmıştır. Orta Asya, Kafkasya ve Ortadoğu bu hatta yer almaktadır. Bu bölgelerin kontrol altında bulundurulması, ABD ulusal güvenlik ve refahının sürdürülmesi için gerekli bir koşul kabul edilmektedir. ABD’nin amacı bu bölgelerde egemenliğini kurarak, bu coğrafyayı kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmektir.17 

ABD, 11 Eylül sonrası geleneksel dış politika stratejisi olan Çevreleme (Containment) ve Caydırıcılık (Deterrence) stratejisini terk ederek, Önceden müdahale (Preemption) stratejisini uygulamaya başlamıştır.18 
Bu strateji, uluslararası kamuoyunda haklı ve ciddi eleştirilere maruz kalmıştır. Bu nedenle Obama’nın başa geçmesinden sonra, Bush yönetimi ve uygulamalarının olumsuz yansımaları giderilmeye çalışmıştır. 

Obama Dönemi’nde ABD’nin çok taraflı, diplomasiye dayalı, yumuşak güç kullanımına ağırlık veren, bölgesel değil ülkesel yaklaşımları benimseyen, iç dinamiklerin göz ardı edilmediği politikaların daha çok uygulanmaya çalışıldığı söylenebilir.19 

Obama’nın başa geçmesi ile birlikte, ABD’nin küresel stratejik hedefi değişmemiştir. Hedeflere yönelik araçlar değişmiştir. Bush’un tercih ettiği “Hard Power” yerine “Soft Power” devreye girmiştir. Obama Dönemi’nde Genişletilmiş Ortadoğu’ya yeniden yönelmek ve Ortadoğu’da Amerikan diplomasine yeniden önem vermek gerektiği değerlendirmesi yapılmıştır. 20 

Uluslararası Düzende Küresel ve Bölgesel Değişimler 

Günümüz uluslararası düzeninin en güçlü aktörü ABD’dir. ABD, uluslararası sistemi tek başına etkileme kapasitesine sahiptir. ABD’nin küresel yönetişimi her zaman tek başına gerçekleştiremediği iddia edilebilir ancak ABD’den günümüzde daha güçlü bir uluslararası aktör olmadığı da ortadadır. 

Küresel düzeyde ABD’nin güç kaybetmesi dışında güç kazanan, aktörler vardır. Bunlar bölgesel ve küresel düzeyde politika izleyen Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Güney Kore, Türkiye gibi aktörlerdir. 

Kissenger’a göre XX. yüzyılda, uluslararası ilişkileri hiçbir ülke, Birleşik Devletler kadar kesin, fakat aynı zamanda kararsız bir şekilde etkilememiştir. Hiçbir toplum, onun kadar başka devletlerin içişlerine karışmama ilkesinde ısrarlı ve kendi değerlerinin dünyaca uygulanması düşüncesinde bu kadar ateşli olmamıştır.21 Ancak ABD’nin bu politikalarında özellikle Bush döneminde önemli bir değişimin de olduğunu söylemek gerekir. ABD anılan dönemde realist politikaların idealist politikalara galip geldiği bir ülke olmuştur. 

Obama Dönemi’ni ise bu bakımdan bir nevi restorasyon dönemi olarak görmek mümkündür. 

Soğuk Savaş Sonrası Dönemde, Ortadoğu Bölgesi’nde artık iki kutuplu dünyaya göre değil, bir yandan küresel dünya düzeni tarafından yönlendirilen, diğer yandan ülkelerin kendi ulusal politik, ekonomik, stratejik ve etnik yapılarının gerektirdiği çıkarlara uygun politikalar izlenmektedir.22 

11 Eylül saldırıları, Westfalyan sistemin seküler niteliğini sorgulatmıştır. Değerler ve normların dikkate alındığı, kimlik-kültür faktörlerinin belirleyiciliğine önem veren yeni yaklaşımlar daha fazla önem kazanmıştır. Ayrıca ABD’nin teröre karşı savaşı ve yeni Amerikan stratejisi, transatlantik gerilimlere ve Asya’da ittifakların yön değiştirmesine yol açmıştır. Sınır aşan güvenlik sorunları da gün geçtikçe artmaktadır.23 

Wallerstein’e göre, dünya sisteminde ABD’nin 50 yıl önceki hegemonyası, üretim verimliliğine, Avrupa ve Asyalı müttefikleri tarafından kabul edilen politik ajandasına ve askeri süper güç üstünlüğüne dayanıyordu. Oysa bu durum günümüzde değişmiştir. Artık ABD’nin üretim verimliliği çok büyük bir rekabetle karşı karşıyadır. Müttefiklerin eski politik desteği olmamakla beraber bir rekabet durumu da vardır. Bütün bunların dışında geriye şimdilik sadece askeri süper gücü kalmaktadır.24 

Wallerstein bu düşünceyi 2002’de dile getirmiştir. 

Günümüzdeki gelişmeler de bu iddiayı doğrulamaktadır. 

ABD üretim verimliliğindeki düşüş ve politik desteğinin de eskisi gibi olmadığı düşünüldüğünde; askeri süper gücünün sürdürülebilir olmadığı ortaya çıkar. Bu durum, sadece bölgesel ölçekte değil, aynı zamanda küresel ölçekte de güç dengesinde değişime neden olabilecektir. 

Afganistan ve Irak'ın işgali, İran ve Suriye'ye yönelik ciddi tehditler, Büyük Ortadoğu Projesi'nin aşama aşama uygulamaya konulması, ABD’nin küresel imparatorluk hedefinin aşamaları olarak algılanmıştır. Amerikan yönetiminin uluslararası hukuku tanımayan tavrı, uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapmayan tutumu ve Amerikan çıkarlarını dünyanın geri kalanından çok daha önemli kabul eden yaklaşımı, yeni yüzyılda çok ciddi bir kaos ve belirsizliğin kapılarını aralamıştır.25 

Yüzyıllık jeopolitik tezlerden, yeni büyük oyun yaklaşımlarının ortaya konduğu günümüze kadar uzanan geniş zaman diliminde, Avrasya coğrafyasının bir çatışma ve mücadele alanı olacağı beklentisi sürekli canlı tutulmuştur. Dünya siyasetine egemen güç olmanın yolunun bu coğrafyada hakimiyet kurmaktan geçtiği çeşitli tezlerin merkezinde yer aldı. Bu bölgede devam eden karışıklıklar egemen gücün ya da güçlerin meşruiyetini ortaya koyması ve kendini dönemin şartlarına göre yeniden üretmesi için kullanılmaya başlanmıştır.26 

II. Körfez Savaşı’nda (2003) Batılı ittifak çöktü. ABD ile Avrupa Birliği’nin bazı üyeleri arasında çıkar çatışması meydana geldi. Avrupa Birliği, 2003 müdahalesinin öncesi ve sonrasında ABD’yi tek ses olarak desteklemedi. Tam tersine bazı AB üyesi ülkeler, ABD karşıtı tutum izledi. II. Körfez Savaşı, transatlantik çatlağı derinleştirdi. 

Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile İngiltere ve İspanya gibi ülkeler her ne kadar ABD politikalarını destekleseler de, AB’nin ekonomik ve siyasi bel kemiğini oluşturan Almanya ve Fransa gibi ülkeler ABD karşıtı politikalar izlemişlerdir. Bu durum Avrupa kamuoyunda ABD politikalarına olan desteği azaltmıştır. 

Petrol fiyatlarındaki istikrarsızlık ve ABD’nin petrole olan bağımlılığı değişmemiştir. ABD ve müttefiklerinin petrolden kazançları azalmaktadır. 
ABD finans sistemi bozulmaya yüz tutmuştur. Bu durum ABD ekonomisinde ve ABD’nin küresel üstünlüğünde zayıflamaya neden olmaktadır.27 

Basra Körfezi, 2020’li yıllarda da dünyanın önemli ve kilit arz merkezi olacaktır. Asya açısından körfezin önemi artacak, Avrupa açısından var olan önem devam edecektir. Doğal gaza olan talep yeni jeopolitik gelişmelere ve uluslararası planda yeni bağımlılık ve saflaşmalara yol açabilecektir. 28 

Arıboğan’a göre, Ortadoğu bugün dünyada devam eden küresel ölçekli siyasal çatışmaların bölgesel cephesidir. Ortadoğu sorunu olarak nitelendirilen sorunlar özü itibariyle küresel çatışmaların ve rekabetin uzantılarıdır.29 Bu iddiadan yola çıkarak küresel çatışma ve rekabetlerin son bulmaması halinde Ortadoğu’daki çatışmaların da bitmesini beklemek doğru olmayacaktır. 

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

16 Ekim 2019 Çarşamba

TÜRKİYE’NİN SAVUNMA REFORMU TESPİT VE ÖNERİLER., BÖLÜM 3

TÜRKİYE’NİN SAVUNMA REFORMU TESPİT VE ÖNERİLER., BÖLÜM 3


Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM) 

Türkiye’de modern bir savunma sanayiinin geliştirilmesi ve TSK’nın ihtiyaçlarının bu şekilde karşılanması amacı ile kurulan SSM’ye, 3238 sayılı Kanun ile aşağıdaki görev ve yetkiler verilmiştir:22 

I. SSİK’nın aldığı kararları uygulamak 
II. Proje bazında yıllar itibarıyla verilecek olan alımların programlarını sipariş kontratına bağlamak 
III. Mevcut milli sanayii, savunma sanayii ihtiyaçlarına göre reorganize ve entegre etmek, yeni teşebbüsleri teşvik ve bu entegrasyona 
ve ihtiyaçlara göre yönlendirmek, yabancı sermaye ve teknoloji katkısı imkanlarını araştırmak, teşebbüsleri yönlendirmek, bu konudaki devlet katılımını planlamak 
IV. Fon kaynaklarını dikkate alarak alım programlarını ve finansman modellerini belirlemek 
V. İhtiyaç duyulan modern silah, araç ve gereçlerin özel veya kamu kuruluşlarında imalatını planlamak 
VI. Gerektiğinde özel, kamu veya karma nitelikli yeni yatırımları dışa açık olmak kaydıyla desteklemek. 

Sistemin Işleyişi 

Türkiye’nin ulusal savunma ve güvenlik strateji ve politikalarının esasını, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) adlı doküman oluşturmaktadır. 

SSM teşkilat şeması Tablo 4’te verilmiştir.23 


TABLO 4. SSM TEŞKILAT YAPISI 23 


TABLO 5. TEDARIK SÜRECI AKIŞ ŞEMASI 


Kamuoyunda “Kırmızı Kitap” olarak da bilinen MGSB beş yılda bir güncellenmekte, hazırlık ve yenileme süreçleri MGK Genel Sekreterliği eş güdümünde yürütülmektedir.24 

MGSB, bir önceki döneme ait plan ve öngörülere dair değerlendirme; belirlenmiş hedeflere ulaşılma durumu; varsa aksaklıkların ve nedenlerinin tespiti ile yeni döneme dair öngörü ve hedefleri içerir. MGSB’deki tüm analiz ve öngörüler, siyaset, savunma, sosyoloji ve çevre konularında ve bölgesel, ülkesel, sosyolojik ve bireysel ölçeklerde yapılır. 

MGSB hazırlandıktan sonra Bakanlar Kurulunun onayına sunulur ve Başbakanlık Uygulama Direktifi ile yürürlüğe sokulur. MGSB’de yer alan temel esas ve ilkeler, Genelkurmay Başkanlığı, bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşlarının kendi görev ve yetki alanlarına ilişkin strateji dokümanlarına altlık teşkil eder. Bu kapsamda Genelkurmay Başkanlığı, MGSB doğrultusunda Türkiye’nin Milli Askeri Stratejisi (TÜMAS) belgesini hazırlar. 

TÜMAS’ın ana işlevleri şunlardır:25 

I. 20-30 yıllık gelecek vizyonu kapsamında milli askeri hedeflerinin tespiti 
II. Bu hedeflerin elde edilmesinde takip edilecek stratejinin tanımlanması 
III. Diğer milli güç unsurları ile koordineli olarak askeri gücün hazırlanması, yönlendirilmesi, geliştirilmesi ve kullanılmasına ait esasların belirlenmesi. 

TÜMAS uyarınca tüm kuvvet komutanlıkları, Planlama, Programlama ve Bütçeleme Sistemi (PPBS) dahilinde ve Konsepte Dayalı 
İhtiyaçlar Sistemi (KDİS)26 yöntemi ile kendi harekat ihtiyaçlarını belirlerler. Her kuvvetin hazırladığı Harekat İhtiyaç Planı (HİP), TÜMAS'ta 
tarif edilen hususlara cevap verebilecek ekipman, araç-gereç ve kabiliyet gereksinimlerini tanımlar. HİP’ler, hazırlanan Stratejik 
Hedef Planı (SHP) doğrultusunda bir önceliklendirme işlemine tutulurlar ve bunun sonucunda On Yıllık Tedarik Planı (OYTEP) hazırlanır.27 

OYTEP’te yer alan her bir ihtiyaç kaleminin temini için hazırlanan Proje Tanımlama Dokümanı (PTD) tedarik sürecini başlatır. Tedarik 
sürecinin üç farklı kanalı bulunmaktadır. Bunlar SSM, MSB İç Tedarik Daire Başkanlığı ve MSB Dış Tedarik Daire Başkanlığıdır (Tablo 5).28 

OYTEP’in hazırlanması ile belirlenen ihtiyaçların birer PTD’ye dönüşmesi ortalama on yıllık bir süreci kapsamaktadır.29 

TEDARIK VE MODERNIZASYON MEKANIZMASININ YAPISAL SORUNLARI 

Yukarıda tarihsel arka planı ve genel mimarisi sunulan planlama ve tedarik sisteminin işletilmesinde çeşitli sorunlarla karşılaşılmaktadır. Bu sorunları 
beş ana başlıkta özetlemek mümkündür: 

Zaman ve Süreç Yönetimi 

Savunma sistemlerinin tedarikine yönelik planlama, ihtiyaç belirleme, tedarik, operasyon ve hizmetten alma süreçleri onlarca yılı kapsayabilmektedir. 
Bu duruma örnek olarak, Türk Hava Kuvvetleri’nin ihtiyacına yönelik 1990’lı yılların başında tanımlanan Havadan Erken İhbar ve 
Komuta Kontrol (HEİK) uçağı tedarik programı gösterilebilir. 1996 yılında resmen başlatılan projede firmalara Teklife Çağrı Dosyası (TÇD) 
Haziran 1998’de yayımlanmış, aday firmalardan teklifler aynı yılın Aralık ayında toplanmıştır. Kazanan firmanın 2000 yılı Kasım ayında ilan 
edilmesinden sonra başlayan sözleşme görüşmeleri, Haziran 2002’de dört adet HEİK uçağı için 1,5 milyar dolarlık sözleşmenin imzalanması ile 
sonuçlanmıştır.30 “Barış Kartalı” olarak adlandırılan uçağın ana sensör sistemi olan ve yeni bir teknoloji içeren MESA radarının geliştirme ve 
entegrasyonunda yaşanan sıkıntılardan dolayı projede kayda değer bütçe ve takvim aşımları meydana gelmiştir. Yaşanan sorunların çözümünden 
sonra ilk uçak ancak 2007 Eylül ayında ilk uçuşunu gerçekleştirmiş ve Hava Kuvvetleri’ne 2014 Ocak ayında teslim edilmiştir. 
Dört uçaklık filonun göreve tam hazırlık seviyesine ulaşması ise ancak 2016 Mayıs ayında gerçekleşmiştir.31 

Bir başka örnek olarak Arap Baharı ve hemen ardından patlak veren Suriye iç savaşı gösterilebilir. Çatışmaların 2011 Mart ayında hızla 
ülke geneline yayılmasından sonra Suriye, oldukça karmaşık bir “vekalet savaşları” sahnesine dönüşmüştür. Savaşta gerek müdahil ülkeler gerekse 
farklı ideolojik ve kültürel motivasyonlara sahip silahlı gruplar yeni teknoloji, taktik ve yöntemlerle saldırılar gerçekleştirmektedirler. 
Söz gelimi on yıl önce kısıtlı sayıda ülkenin elinde bulunan insansız hava araçları (İHA) farklı tip, görev ve konfigürasyonda silahlı gruplar tarafından 
da kullanılmaya başlamıştır. Buna ilaveten “hibrid savaş” gibi farklı askeri ve askeri olmayan yöntem ve usullerin birlikte, eşgüdüm 
içinde kullanıldığı yeni bir savaş türü ortaya çıkmış; özellikle Rusya tarafından Ukrayna krizinde yoğun olarak kullanılmıştır. 

Türkiye’nin savunma ve güvenlik planlama sisteminin temelinde yer alan KDİS yaklaşımı, 1970’lerin sonlarında ABD’de geliştirilmiştir.32 
Temel esasları itibarıyla simetrik bir rekabete uygun bir sistemdir. Hızlı değişen tehdit ortamına, jeopolitik gerekliliklere yanıt vermede 
etkin değildir. Özelde ABD-SSCB, genelde ise NATO-Varşova Paktı arasındaki güç mücadelesi ve rekabet ortamına göre hazırlanıp şekillendirilen 
KDİS, günümüzün şartlarına yanıt vermekten uzaktır. Zira KDİS, hasmın stratejik hamle, plan ve kararlarının öngörülebildiği, ortam ve 
koşulların belli ya da en azından öngörülebilir olduğu durumlar için ideal bir ihtiyaç tanımlama metodudur. Ülke dışı silahlı grupların jeopolitik 
ölçekte etkin olduğu, ülkeler arası ilişkilerin süratli bir biçimde dostluktan çatışmaya dönüşebildiği günümüzde, ihtiyaç plan ve öngörüleri 
için daha hızlı, esnek ve uyum yeteneği yüksek bir yaklaşıma ihtiyaç bulunmaktadır. 

Türkiye’de savunma planlama ve tedarik mekanizmasında eşgüdüm, süreklilik ve çift başlılık sorunları göze çarpmaktadır. 

Disiplinler arası Perspektif 

Soğuk Savaş’ın ideolojik temelli ve çift kutuplu ortamında ulusal savunma ve güvenlik ihtiyaçları, askeri kabiliyet odaklı olarak tanımlanmaktaydı. 
Bu durumun bir yansıması olarak Türkiye’de ulusal savunma ve güvenlik sistemi büyük ölçüde askeri bürokrasinin denetim ve 
yönetiminde şekillenmiştir. Her ne kadar sürecin çeşitli aşamalarında sivil otoritenin onayı söz konusu olsa da, savunma ve güvenlik ihtiyaçlarının 
planlanması, ulusal savunma stratejisinin geliştirilmesi, savunma yönetimi gibi konularda sivil bürokrasi ve akademik kurumlar yeterli ölçüde 
insan kaynağı ve entelektüel kapasite geliştirememiştir. 

Başka bir ifade ile ulusal savunma ve güvenlik konuları neredeyse tamamen askeri bürokrasinin uhdesine bırakılmış, bu alanda sağlıklı 
ve işler bir etkileşim ve iletişim mekanizması tesis edilmemiş ya da edilememiştir. 

Bu sıkıntının en bariz şekilde ortaya çıktığı yer, ihtiyaçların planlanması aşamasında savunma sanayii, üniversiteler ve hatta SSM gibi doğrudan 
konuya müdahil kurum, kuruluş ve bireylerin bilgi birikimi, yetenek ve tecrübelerinden yararlanılmamasıdır.33 

Yukarıda bahsedildiği gibi teknolojinin, ekonomik ve sosyokültürel etkenlerin etkisiyle hızla 
değişen tehdit ortamı ve evrilen savaş, savunma stratejisinin planlamasında sadece askeri-teknik uzmanlığın değil aynı zamanda ekonomi, siyaset 
bilimi, sosyoloji, sosyal psikoloji, bilim ve teknoloji yönetimi gibi birçok farklı disiplinin denkleme katılmasını zorunlu kılmıştır. Daha yalın bir 
ifade ile savunma planlaması sadece askeri bir mesele olmaktan çıkmış, disiplinlerarası bir konuya dönüşmüştür. Türkiye’de bu konuda kayda değer 
bir muhafazakarlığın olduğu iddia edilebilir.34 

Askeri-Sivil Bürokrasi Eşgüdümü 

Türkiye’de savunma planlama ve tedarik mekanizmasında eşgüdüm, süreklilik ve çift başlılık sorunları göze çarpmaktadır. Bu konuya örnek 
olarak MSB’nin personel sistemi gösterilebilir: 

MSB Müsteşarlığına atanan askeri personel bu kadrolarda uzun süreli çalışmazlar. Bu süre kurmay olmayan subaylar için çoğunlukla 
dört beş yılı kurmay subaylar için iki üç yılı geçmemektedir. Bir başka açıdan bakıldığında atamalarda personelin uzmanlık alanı ve 
deneyiminden ziyade, atama yönetmeliğinde belirlenmiş, çeşitli garnizonlarda yapılan görev süreleri ön plana çıkmaktadır. Karargaha 
atanan personel görev yaptığı süre içerisinde alanında uzmanlaşmakta ancak verim alınacak dönemde tekrar atama görmektedir. Aslında 
bu konu sadece MSB Müsteşarlık Karargahı için değil aynı zamanda Genelkurmay ve Kuvvet Karargahları için de geçerlidir. Bu 
durum aynı zamanda ülkenin ulusal savunma politikalarının belirlenmesinde ve yönlendirilmesinde etkisi olan askeri bürokrasi için 
ciddi bir sorun teşkil etmektedir.35 

Eşgüdüm sorununun temelindeki bir başka etken, çift başlılık ya da mükerrer teşkilatlanmadır. Bu sorunun en bariz örneği, hem MSB 
hem de SSM bünyesinde araştırma geliştirme 

(AR-GE) dairelerinin bulunuyor olmasıdır.36 
Bu mükerrerlik, bütçe ve kadro israfına yol açmakta, projelerin bütüncül bir yaklaşımla planlanması ve yönetilmesinin önünde engel olmaktadır.37 

Sanayi ve Teknoloji Politikası 

Türkiye’de etkin ve sağlıklı işleyen bir bilim ve teknoloji politikasının varlığından söz etmek güçtür. Bu durumun bir yansıması ve yukarıda bahsedilen sorunların bir sonucu olarak savunma sanayiine yönelik, tek merkezden ve askeri-sivil bürokrasinin eşgüdümü ile yönetilen bir savunma sanayii teknoloji politikası bulunmamaktadır. 

SSM tarafından hazırlanan Teknoloji Yönetimi Stratejisi ve Sektörel Strateji Dokümanı gibi temel belgeler, yukarıda anılan yapısal sorunlardan dolayı sağlıklı bir şekilde sürece altlık teşkil edememektedir. 

Bu sorunun bir başka müsebbibi, ulusal savunma ve güvenlik ihtiyaçlarının belirlenmesinde bütüncül ve disiplinlerarası bir yaklaşımın değil platform veya sistem odaklı bir yaklaşımın benimsenmesidir.38 Bu durum farklı ihtiyaç kalemleri için mükerrer sistem, alt sistem veya teknoloji edinimine yol açabilmekte; savunma sanayiinin altyapı ve kabiliyet geliştirme planlaması için öngörü yapabilmeyi zorlaştırmaktadır. 

Insan Kaynakları 

Ulusal savunma ve güvenlik sisteminin değişim ve dönüşüm sürecindeki belki de en önemli sorun insan kaynakları altyapısının yetersizliğidir. Soğuk Savaş sürecinde bu alanda herhangi bir yatırım yapmamış ve ulusal savunma ihtiyaçlarının planlamasını NATO’ya havale etmiş olan Türkiye, özellikle sivil alanda savunma ve güvenlik araştırmalarında kısır kalmıştır. Daha da vahimi Soğuk Savaş sonrası döneme uyum sağlamakta, hızla değişen jeopolitik dengelerin gerektirdiği esneklik ve yetkinlikte bir entelektüel sermaye biriktirememiştir. 
Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı çok katmanlı ve çok boyutlu tehdit ortamını sağlıklı şekilde analiz edecek, fırsat ve ihtiyaçları tespit edebilecek, bunlara mukabil planlama ve politika geliştirme süreçlerini yönetebilecek insan kaynaklarına ihtiyaç bulunmaktadır. 

Bunun için de ulusal savunma ve güvenlik meselelerini disiplinlerarası bir yaklaşımla ele alabilecek askeri ve sivil uzman kaynağının süratle 
geliştirilmesi gerekmektedir. 

NASIL BİR REFORM? 

Konusu ne olursa olsun politika tasarımı, icra ve değerlendirmesi döngüsel bir süreçtir. Bu döngünün temel aşamaları şu şekilde sıralanabilir: 

I. İhtiyacın tanımlanması 
II. Politikanın tasarımı ve alternatiflerin analizi 
III. Politika tavsiyesinin karar alıcılara sunulması 
IV. İcra 
V. Değerlendirmeler 


TABLO 6. ÖRNEK BIR POLITIKA ÇEVRIMI 

Bu aşamaların her biri kendi içinde geri besleme mekanizmasına sahip olmalıdır. Eylem ve kararların tasarım ve değerlendirmeleri aynı anda yapılmalı; paydaşlarla daimi ve sağlıklı bir iletişim ortamı korunmalıdır. 

Değişim ve dönüşüm sürecinin her aşaması SMART39 esasına göre tasarlanmalı ve yönetilmelidir. 

Yani hazırlanan savunma reform planı; 

• Kesin ve net tanımlanabilen hedeflere sahip olmalı 
• Ölçülebilir çıktı ve hedefler içermeli 
• Paydaşlar tarafından kabul görmeli, içselleştirilebilmeli 
• Hedefleri gerçekçi ve makul nitelikte olmalı 
• Belli bir zaman diliminde erişilebilir olmalıdır. 

Bu temel hususlardan hareketle yukarıda mevcut durumu tespit edilmeye çalışılan Türkiye’nin ulusal savunma ve güvenlik sisteminin 
değişim ve dönüşümü için bir taslak eylem planı aşağıdaki şekilde hazırlanabilir. 

Nihai Hedeflerin Tespiti 

Uygulanacak değişim ve dönüşüm programının iki ana nesnesi bulunmaktadır: Ulusal savunma ve güvenlik sistemi ve bu sistemin odağındaki 
TSK. Dolayısıyla bu programın uzun vade nihai hedefi bu iki unsura dair olmalıdır. Bu hedefler şu şekilde ifade edilebilir: 

I. Ulusal savunma ve güvenlik politikalarının bağımsız olarak belirlenmesi ve yürütülmesi kabiliyetinin kazanılması 
II. Ulusal savunma ve güvenlik sisteminin temel unsuru olan TSK’nın etkin ve caydırıcı bir güç haline gelmesi. Paydaşların Tespiti 

Ulusal savunma ve güvenlik, disiplinlerarası ve geniş kapsamlı bir konudur. Sadece askeri teknik, taktik ve stratejilere indirgenebilecek bir alan olmayıp ekonomiden sosyolojiye, bilim ve teknoloji politikalarından dış siyasete çok farklı branşların bir arada ele alınmasını gerektirir. 
Dolayısıyla ulusal savunma ve güvenlik sisteminin reformu, değişim ve dönüşüm süreci çok sayıda farklı disiplinden kurum, kuruluş, uzman kelimelerinin baş harflerinin bir araya getirilmesi ile elde edilen proje ve kalite yönetim esası. ve araştırmacının birlikte, uyum içinde çalışmasını gerektirecektir. Ancak sürecin hazırlanması ve yönetiminde koordinasyonda etkin rol alması gereken paydaşlar bulunmaktadır. 

Bunlar şu şekilde sıralanabilir: 

I. Cumhurbaşkanlığı 
II. TBMM (İhtisas Komisyonları: Milli Savunma, Güvenlik ve İstihbarat, Dışişleri) 
III. Milli Güvenlik Kurulu 
IV. Genelkurmay Başkanlığı 
V. Bakanlıklar (Milli Savunma, Dışişleri, İçişleri, Adalet, Bilim, Sanayi ve Teknoloji) 
VI. Milli İstihbarat Teşkilatı 
VII. Savunma Sanayii Müsteşarlığı 
VIII. Akademik Danışma Kurulu (Üniversiteler, araştırma merkezleri ve enstitüler, düşünce kuruluşları). 

Kısa Vadede Gerçekleştirilecek Faaliyetlerin ve Hedeflerin Tespiti 

Etkin tedavi ancak doğru teşhis ile mümkündür. Dolayısıyla kısa vadede yapılması gereken faaliyetlerin başında, mevcut sistemdeki sorun, aksaklık 
ve tıkanma noktalarının tespiti ile izlenecek yol haritasının belirlenmesi gelmektedir. Bu maksatla ulusal savunma ve güvenlik mekanizmasında 
yer alan tüm kurum ve kuruluşlar ile konunun uzmanı akademisyen ve uzmanların yer alacağı, geniş katılımlı bir “Milli Savunma Değişim ve 
Dönüşüm Şurası” düzenlenmelidir. Bu şuranın düzenlenmesinin amacı sadece fikir ve tespit paylaşımı değil doğrudan plan ve icraya yönelik işlem 
maddelerinin hazırlanması olmalıdır. 

Şura sonucunda çıkarılacak işlem maddelerinin titizlikle takibi yapılmalı, bu konuda bir takip ve koordinasyon mekanizması teşkil edilmelidir. 

Şura ile birlikte, ana alt başlık ve alanlarda çalışmaları koordine etmek üzere askeri ve sivil bürokrasinin yanı sıra akademisyenlerin de katılımı 
ile çalışma grupları ve paneller gerçekleştirilebilir. 
Her bir panel kendi uzmanlık alanı ile ilgili durum tespit ve öneri raporları hazırlayarak “Değişim ve Dönüşüm Yol Haritası”nın içeriğini oluşturacaktır. 


TABLO 7. ULUSAL SAVUNMA VE GÜVENLİK REFORMU PROGRAMI TASLAĞI PAYDAŞLAR FAALİYETLER 


Şuranın bir başka önemli çıktısı “Ulusal Savunma ve Güvenlik Ekosistemi”nin oluşması olacaktır. Bu süreçte reformun kanuni ve hukuki altyapısının oluşturulması için yasa ve kanun tasarıları da şekillenecektir. 

Kısa vade eylem planının en önemli bileşenlerinden biri de insan kaynaklarının geliştirilmesi olacaktır. 

Türkiye’de halen savunma ve güvenlik alanında faaliyet gösteren akademisyen ve araştırmacı sayısı azdır. Bu sayının hızla artırılması gerekmektedir. 

Bu maksatla savunma ve güvenlik alanında yüksek lisans, doktora ve doktora sonrası araştırma yapacak akademisyenlere burs, bu alanda yürütülecek proje 
ve araştırma faaliyetlerine fon gibi teşvik mekanizmaları hızla hayata geçirilebilir. Bu şekilde savunma ve güvenlik alanına yönlendirilecek araştırmacı ve akademisyen sayısı artırılabilir. Ayrıca savunma ve güvenlik alanında düzenlenecek seminer, kongre, kurultay ve benzeri faaliyetlere destek ve 
teşvik sağlanarak bu alandaki çalışmaların nitelik ve niceliğinin artması sağlanabilir. Bu tedbirlerle, ülke genelinde kamuoyu ve akademik çevrelerde 
savunma ve güvenlik konularının gündemde üst sırada kalması, bu sayede hem insan kaynağının geliştirilmesi hem de genel farkındalık düzeyinin 
artırılması sağlanabilir. 

Savunma sanayiine yönelik bir sanayi ve teknoloji politikasının bu kapsamda hazırlanması; mevcut savunma sanayii yapılanmasının reforma 
tabi tutulması önem arz etmektedir. Savunma sanayiinde özellikle kritik alt teknoloji ve bileşenlerde millilik oranının yükseltilmesi ve savunma 
sanayiinin etkin bir dış politika aracı olarak kullanılması hususları ön planda tutulmalıdır. Bu iki ana husustan hareketle savunma reformunun hazırlanmasında, alt başlık olarak savunma sanayii reformu da kısa vadede gündeme getirilmelidir. 

Nihayetinde hazırlanacak bir yol haritası ile değişim ve dönüşüm sürecinin dönüm noktaları, hedefleri ve başarı kıstasları belirlenmelidir. Bu kapsamda dünyadaki savunma reformu örnekleri incelenmeli, Türkiye’ye özgü bir model geliştirilerek uygulanması bir takvime bağlanmalıdır. Bu takvimin ve yol haritasının ilkelerinin uygulanmasında etkin bir değerlendirme ve takip sisteminin bulunması hayati önem taşımaktadır. 

Orta Vadeli Hedeflerin Tespiti 

Kısa vadede alınacak tedbir ve gerçekleştirilecek faaliyetler ile öncelikle hedef kitle ve paydaşlar üzerinde etki, değişim ve dönüşüm sağlanacaktır. 
Bu süreç tipik olarak iki yıl civarında bir zaman aralığını kapsar. 

Reform programının tatbikinin, değerlendirme ve geri besleme mekanizmalarının sürekli işletilmesi ile devamı halinde orta vadede elde edilecek başlıca çıktılar şunlar olacaktır: 

I. Tehdit değerlendirmelerinin cari ve konjonktürel ölçekten uzun vadeli seviyeye yükseltilerek, disiplinlerarası bir perspektifle ve alan uzmanı sivillerle istişare edilebilecek mekanizmaların tesisi 

II. Tehdit değerlendirmelerinin “4. nesil savaş” ya da “hibrid savaş” gibi yenilikçi konsept ve doktrinleri de kapsayacak şekilde güncellenmesi; ulusal savunma ve güvenlik ekosisteminden bu doğrultuda etkin biçimde faydalanılmaya başlanması 

III. Sivil uzman ve araştırmacı altyapısının nitelik ve nicelik açısından yükselmesi; bu kabiliyetin korunması. 

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME 

Daha önce verilen Barış Kartalı HEİK programı örneğinde de görüldüğü üzere savunma sistemlerinin, özellikle bilim ve teknolojideki gelişmelerin de etkisiyle geliştirme, üretim ve testleri yüksek maliyetli, yüksek riskli ve zaman alıcı süreçlerdir. Bu da teknik ve taktik gereksinimlerin belirlenmesinden hizmete girişe kadar geçecek zamanın giderek artması anlamına gelmektedir. 
Dolayısıyla savunma ve güvenlik ihtiyaçlarının planlaması için gerekli olan askeri, teknolojik ve siyasi görüş menzili giderek artmaktadır. 

Başka bir ifadeyle ülkeler ve ordular, askeri kapasitelerini planlarken çok daha uzun vadeli öngörü ve değerlendirmeler yapmak durumunda kalmaktadırlar. 

Teknolojik, ekonomik ve sosyokültürel etkenler nedeniyle günümüzde jeopolitik dengelerin ve tehdit ortamının bir önceki yüzyıla kıyasla çok daha hızlı değiştiği, evrildiği bir vakıadır. 
Bu ortamda savunma ve güvenlik kabiliyetlerinin plan, inşa ve idamesine yönelik olarak hızlı, esnek ve uyum kabiliyeti yüksek yaklaşımların gerekliliği ön plana çıkmaktadır. 31 Temmuz tarihli KHK ile kurulan Milli Savunma Üniversitesi bu yolda atılmış olumlu bir adımdır ancak yüksek lisans ve doktora seviyesi sivil uzmanların yetiştirilip söz konusu zafiyetin giderilmesi için kayda değer bir süre gerekecektir. 

Türkiye’nin ulusal savunma ve güvenlik mekanizması, çevresindeki tehdit ortamına ve ulusal ihtiyaçlara yanıt verebilecek kapasitede değildir. 
Bu zafiyetin en önemli nedeni, ulusal savunma ve güvenlik stratejisini inşa edecek eşgüdümlü, uyumlu bir asker-sivil yapısının noksanlığıdır. 

Bu zafiyetin giderilmesi palyatif tedbirlerle ya da sadece teşkilatlanma değişiklikleri ile mümkün olamaz. 

Kültürel bir dönüşüm şarttır. Böyle bir kültürel dönüşüm, aynı ağ odaklı mimari hususunda olduğu gibi, çok boyutlu, disiplinlerarası düşünce 
ve karar alma sisteminin uygulanmasına bağlıdır. 

Ukrayna’dan Irak’a, Suriye’den Doğu Akdeniz’e son derece karmaşık ve dinamik bir tehdit ortamında bulunan Türkiye’nin, farklı ulusal güvenlik tehditlerine farklı, esnek ve hızlı tepkileri proaktif biçimde koyması gerekir. Halihazırda tüm savunma teşkilat, sanayi ve planlaması reaksiyonerdir; kendini savunmacı bir vizyonun ürünüdür. Yeni sistem tedarik projesinden teşkilat yapılanmasına hiçbir kademede önalıcı, yaratıcı ya da dinamik bir ortak aklın izi yoktur. Bunun nedeni de özellikle sivil kademelerde bu alanlara yönelik derinlikli ve yetkin bir kapasitenin olmamasıdır. 
Bu yoksunluk hali kendi başına Türkiye için bir ulusal güvenlik tehdididir. 

Türkiye’nin ulusal savunma ve güvenlik alanında kendi özgün stratejik aklını inşa etmesinin zamanı gelmiştir. Somut, nesnel ve gerçekçi hedeflere 
dayanan bir yol haritası dahilinde kurulacak bir Ulusal Savunma ve Güvenlik Ekosistemi ile bu mümkündür. 

Türkiye ve Türk demokrasisi 15 Temmuz 2016 günü, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde örgütlenmiş ve Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ya da Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak adlandırılan bir grubun düzenlediği kanlı bir darbe girişi mine maruz kaldı. Sivil halkın ve TSK’nın komuta kademesinin büyük kısmının kesin ve kararlı duruşu ile kısa sürede bastırılan bu kalkışma sonrasında devlet mekanizması ve bürokraside geniş çaplı bir temizlik ve yeniden yapılandırma çalışmaları başlatıldı. 

Bakanlar Kurulunun 20 Temmuz tarihli toplantısında kararlaştırılan doksan günlük Olağanüstü Hal (OHAL) uygulaması ve müteakip 31 Temmuz tarihli Kanun Hükmün de Kararname (KHK) kararları ile başta TSK’nın yapısı olmak üzere Türkiye’nin savunma ve güvenlik mekanizması önemli yapısal değişikliklere tabi tutuldu. 

Bu kapsamda örneğin Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Içişleri Bakanlığına bağlandı. Genelkurmay Başkanlığı Cumhurbaşkanlığına, kuvvet komutanlıkları ise Milli Savunma Bakanlığına (MSB) bağlandı. Harp okulları yeni kurulan Milli Savunma Üniver sitesi’ne bağlanırken, askeri liseler ise kapatıldı. 

Kökleri 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına kadar uzanan TSK’nın reform ve dönüşüm tarihi ortam, zaman ve jeopolitik koşullara yanıt vermek amacıyla yapılan hamleler silsilesidir. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra oluşan yeni güvenlik ortamında, özellikle 11 Eylül ve Arap Baharı gibi süreçlerden sonra TSK’nın reform ihtiyacı gündemde yer almaktaydı. Dolayısıyla yukarıda anılan ve bir müddet daha devam edeceği anlaşılan bu düzenlemeleri, 15 Temmuz kalkışmasına karşı tepkisel tedbirler olarak değil başta TSK’nın yapı ve işleyişi olmak üzere Türkiye’nin ulusal savunma ve güvenlik sisteminin değişim ve dönüşüm süreci kapsamında değerlendirmek gerekir. 

Bu yeni düzenlemelerin ve akabindeki savunma ve güvenlik mekanizmasının yeni işleyiş sisteminin, savunma planlama ve tedarik süreçlerine doğrudan etkilerinin olaca ğı muhakkaktır. TSK’nın, çağın gereklerine uygun kabiliyet ve imkanlarla donatılması, geleceğe ilişkin sağlıklı öngörü ve planlama yapılabilmesi ve tüm bu süreçleri etkin, bilimsel ve nesnel temellere oturtan bir anlayış ile yöneten bir sistemin inşa edilebil mesi, ulusal menfaatler açısından hayati önemi haizdir. 

Böyle bir değişim ve dönüşüm sürecinin yönetilebilmesi için de öncelikle sistemin işleyişinin, varsa yapısal sorunlarının ya da geliştirilmesi gereken yönlerinin 
tespiti gereklidir. 

Bu çalışma ile söz konusu değişim ve dönüşüm sürecindeki düşünsel faaliyetlere, planlama ve tedarik perspektifinden katkı sunulması amaçlanmıştır. 



ANKARA • İSTANBUL • WASHINGTON D.C. • KAHİRE 
www.setav.org 


DİPNOTLAR;

1. Çağlar Kurç, “Between Defense Autarky and Dependency: The Dynamics of Turkish Defense Industrialization”, Columbia University-Arnold A. Saltzman Institute 
of War and Peace Studies, (27Ocak 2016), http://ssrn.com/abstract=2724377, (Erişim tarihi: 11 Ağustos 2016).
2. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, http://www.mgk.gov.tr/index.php/kurumsal/hakkimizda, (Erişim tarihi: 12 Ağustos 2016).
3. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği.
4. Faruk Sönmezoğlu, ABD’nin Türkiye Politikası (1964-1980), (Der Yayınları, İstanbul: 1995).
5. Türkiye Hükümeti ile ABD Hükümeti arasında 12 Temmuz 1947 tarihinde Ankara’da imzalanan “Türkiye’ye Yapılacak Yardım Hakkında Anlaşma”nın onanmasına 
dair Kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi, (1947), 
https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc029/kanuntbmmc029/kanuntbmmc02905123.pdf, (Erişim tarihi: 11 Ağustos 2016).
6. Bülent E. Beyoğlu ve Abdurrahman Kılıç, “Türk Savunma Sanayiinin Kısa Tarihi”, Savunma Sanayii Gündemi, Sayı: 13, (2010/3), s. 20.
7. 1324 sayılı Kanun, 31.07.1970, 1324, Resmi Gazete, 07.08.1970, 13572.
8. 3238 sayılı Kanun, 07.11.1985, 3238, Resmi Gazete, 13.11.1985, 18927.
9. Arda Mevlütoğlu, “Türkiye’nin Son Anda İptal Edilen Eğitim- Taarruz Uçağı Projesi”, siyahgribeyaz.com, 15 Şubat 2016, 
    http://www.siyahgribeyaz.com/2016/02/turkiyenin-son-anda-iptal-edilen-egitim.html, (Erişim tarihi: 10 Ağustos 2016).
10. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, 
     http://www.mgk.gov.tr/index.php/kurumsal/hakkimizda, (Erişim tarihi: 12 Ağustos 2016). 
11. Arda Mevlütoğlu, “Savunma Reformu: Ne? Ne İçin? Nasıl?”, siyahgribeyaz.com, 28 Ağustos 2014, 
     http://www.siyahgribeyaz. com/2014/08/savunma-reformu-ne-ne-icin-nasl.html. 
12. Levent Kalyon, Cumhuriyet Dönemi Savunma Politikaları, Doktora Tezi, (Ankara, 2008). 
13. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği. 
14. Kalyon, Cumhuriyet Dönemi Savunma Politikaları. 
15. Kalyon, Cumhuriyet Dönemi Savunma Politikaları. 
16. Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde 
      Kararname, 31 Temmuz 2016, Resmi Gazete, 
      http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/07/20160731-4.pdf, (Erişim tarihi: 11 Ağustos 2016). 
17. Savunma Sanayii Müsteşarlığı Sanayileşme Portalı, http://sanayilesme.ssm.gov.tr/SSM/Sayfalar/default.aspx, (Erişim tarihi: 11 Ağustos 2016). 
18. 3238 sayılı Kanun, 07.11.1985, 3238, Resmi Gazete, 13.11.1985, 18927. 
19. Savunma Sanayii Müsteşarlığı Sanayileşme Portalı, http://sanayilesme.ssm.gov.tr/SSM/Sayfalar/default.aspx, (Erişim tarihi: 11 Ağustos 2016). 
20. Hakkı Kurban, “28 Yıldır Var Ama Bir Kez Bile Toplanamadı”, Akşam, 7 Haziran 2013. 
21. 3238 sayılı Kanun, 07.11.1985, 3238, Resmi Gazete, 13.11.1985, 18927. 
22. 3238 sayılı Kanun, 07.11.1985, 3238, Resmi Gazete, 13.11.1985, 18927. 
23. Savunma Sanayii Müsteşarlığı, http://www.ssm.gov.tr/org/img/basic/org_TR1.jpg, (Erişim tarihi: 11 Ağustos 2016). 
24. Atilla Sandıklı, “Milli Güvenlik Sistemi, Milli Güvenlik Siyasetinin Tespiti ve Vasıtaları”, BİLGESAM, 11 Kasım 2013, http:// 
www.bilgesam.org/incele/263/-milli-guvenlik-sistemi--milli-guvenlik-siyasetinin-tespiti-ve-vasitalari, (Erişim tarihi: 11 Ağustos 2016). 
25. Sandıklı, “Milli Güvenlik Sistemi, Milli Güvenlik Siyasetinin Tespiti ve Vasıtaları”. 
26. İngilizce literatürde Concept Based Requirements System (CBRS) olarak geçmektedir. 
27. Arda Mevlütoğlu, “Türk Dış Politikasının Güncel Sorunları Paneli”, siyahgribeyaz.com, 22 Mayıs 2016, 
      http://www.siyahgribeyaz.com/2015/05/turk-ds-politikasnn-guncel-sorunlar.html, (Erişim tarihi: 11 Ağustos 2016). 
28. “Tedarik Yönetimi”, Savunma Sanayii Müsteşarlığı, 
      http:// www.ssm.gov.tr/anasayfa/kurumsal/Documents/SP/yazi7.html, (Erişim tarihi: 11 Ağustos 2016). 
29. “Tedarik Yönetimi”, Savunma Sanayii Müsteşarlığı. 
30. İbrahim Sünnetçi, “Türkiye’nin Savunmasında Gerçek Bir Güç Çarpanı: HİK Uçağı”, Savunma ve Havacılık, Sayı: 155, (2013). 
31. “HİK Uçakları ‘Tam Harekat Yeteneğine’ Kavuştu”, Kokpit.aero, 23 Mayıs 2016, 
      http://www.kokpit.aero/hik-ucak-lari-operasyonel?filter_name=bar%C4%B1%C5%9F%20kartal%C4%B1, (Erişim tarihi: 10 Ağustos 2016). 
32. Philip Romero, “Developing and Assessing Concepts for Future U.S. Army Warfighting: A Progress Report”, The RAND Corporation, (Nisan 1988), 
      http://www.rand.org/content/dam/rand/pubs/notes/2009/N2630.pdf, (Erişim tarihi: 10 Ağustos 2016). 
33. “Tedarik Yönetimi”, Savunma Sanayii Müsteşarlığı. 
34. Bu konuda bir tartışma için bkz. Arda Mevlütoğlu, “Ulusal Güvenlik Politikalarını Birlikte Tasarlamak”, siyahgribeyaz.com, 12 Ağustos 2015, 
     http://www.siyahgribeyaz.com/2015/08/ulusal-guvenlik-politikalarn-birlikte.html, (Erişim tarihi: 9 Ağustos 2016). 
35. Kalyon, Cumhuriyet Dönemi Savunma Politikaları. 
36. “Milli Savunma Arge Faaliyetleri”, T.C. Milli Savunma Bakanlığı, 
       http://www.msb.gov.tr/Arge/icerik/mill-savunma-arge-faaliyetleri , (Erişim tarihi: 10 Ağustos 2016); 
SSM ARGE ve İhtiyacın tanımlanması Alternatiflerin geliştirilmesi ve analizi Tavsiyelerin İcra karar alıcılara sunulması Değerlendirmeler (ex-post, ex-ante, midterm) Teknoloji Yönetimi Dairesi, 
      http://www.ssm.gov.tr/anasayfa/ projeler/Sayfalar/projeGruplari.aspx?daireID=7, (Erişim tarihi: 10 Ağustos 2016). 
37. Ayrıca bkz. Arda Mevlütoğlu, “İki Etkinlik, Bir Sürü Soru, Kocaman Bir Kafa Karışıklığı”, siyahgribeyaz.com, 26 Mayıs 2016, 
      http://www.siyahgribeyaz.com/2016/05/iki-etkinlik-bir-suru-sorukocaman-bir.html, (Erişim tarihi: 8 Ağustos 2016). 
38. “Tedarik Yönetimi”, Savunma Sanayii Müsteşarlığı. 
39. İngilizce “specific” (belirli), “measurable” (ölçülebilir), “accepted” (kabul gören), “realistic” (gerçekçi) ve “timely” (takvime bağlı) 


***