Duyurusu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Duyurusu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2015 Pazar

Elde var Sıfır,




Elde var Sıfır,


Yekta Güngör Özden

Aralık ayının ikinci yarısına AB tartışmaları ile Irak’ta öldürülen beş güvenlik görevlisi sorunu ile girdik. Deniz Kuvvetleri önceki komutanıyla eşinin ve kızının yargılanması, önceki Jandarma Genel Komutanı’yla önceki Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri’nin de yargılanabileceği haberleri yanlı basının öne çıkarmaya çalıştığı olaylar. Hukuksuzluğun, yolsuzluğun, aykırılık ve sakıncanın nerede olursa olsun, kimler tarafından yapılırsa yapılsın ortaya çıkarılıp sorumlularının etkin yaptırımlara bağlı tutulmasını herkes ister. Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratacak biçimde yaklaşımlar, önyargılı davranışlar, siyasetçilerin yaptıklarını unutturmak istercesine başka konularla gündemi değiştirme çabaları dikkat çekmektedir. Kendi gözlerindeki merteği unutup başkasının gözündeki çöple uğraşan Avrupalıların etkisiyle Millî Güvenlik Kurulu yapısındaki değişiklikle başlayan Silâhlı Kuvvetleri etkisizleştirme çabalarının Genelkurmay Başkanlığı’nı Millî Savunma Bakanlığı’na bağlama değişikliğiyle sürdürüleceği anlaşılmaktadır.

Söz AB’den açılmışken

AB üye adayı Türkiye Cumhuriyeti’ne verilecek görüşme tarihi nedeniyle yoğun çalışmalar yapıldığı, Başbakanın ve Başbakan Yardımcısı Dışişleri Bakanı’nın yurtdışında ayrı ayrı görüşmelerle yeni koşul sürülmesini önlemeye çalıştıkları bilinmektedir. Son olarak Çankaya Zirvesi’nde de Kopenhag ölçütleri dışında yeni koşul kabul edilmemesi konusunda görüş birliğine varıldığı duyurulmuştu. Liderler toplantısından önce de Avrupa Birliği Parlamentosu yarıya yakın karşıoyla Türkiye’nin AB’ne alınması doğrultusunda karara vardı. Başbakan Güney Kıbrıs’ı tanıma baskısına karşı toplantıyı terketmek durumunda iken masaya geri dönüp 1963 Ankara Anlaşması kapsamına AB’nin on yeni üyesini almaya ilişkin Uyum Protokolünün “Güney Kıbrıs’ı tanıma sayılmamak” sözlü kaydıyla imzalanacağını bildirdi. Türkiye ile görüşmelerin 3 Ekim 2005’de başlamasına, bunun Birliğe alınma için bir güvence olmayacağı, görüşmelerin her zaman askıya alınabileceği, kesilebileceği, sonuçsuz kalabileceği, görüşmeler sırasında yeni koşullar getirilebileceği, görüşmelerin tamamlanmasından sonra da üyelerin veto hakkı bulunduğu “ucu açık” sözüyle vurgulanarak, karar verildi. Karardan sonra Fransa ve Avusturya ayrıca halkoyuna gideceklerini açıkladılar. 15-20 yıl sürmesi beklenin görüşmelerin böyle başlaması, ne olursa olsun bir tarih alınması -sanki hiç tarih alınamazmış gibi- iktidar yetkililerince bir müjde gibi duyuruldu ve şenlikler yapıldı. Belki bir süre sonra Bayram olarak kutlanması için yasa önerisi ya da tasarısı gündeme getirilecektir. Yanlı medya çoğunluğunun günlerdir yürüttüğü tantana, tarih verilmesiyle büsbütün çığrından çıktı. Zafer nitelemeleri, Genelkurmay ile telefon görüşmelerinde “Kalbimiz sizinle” yanıtının alındığı söylentileriyle yaygınlaşırken Suriye gezisine çıkan Başbakan “İslam ülkelerinden kutlamalar aldıklarını” söyledi. Eşit onurlu, anlamlı bir AB üyeliği kolay kolay karşı çıkılacak bir durum değildir. Ne var ki tüm aday üyeler için getirilen koşullara özelde eklenen ağır koşullarla Türkiye’nin üyeliği engellenmekte, ayrıca yapısının bozularak zayıf biçimde girmesi için fırsat sayılan süreç tam bir yanlılıkla, belirgin amaçlarla kullanılmaktadır. Lozan’ı büyük ölçüde geçersiz kılacak, Sevr’i yeniden gündeme getirecek doğrultuda istekler birbirini izlemektedir. Yunanistan’la Ege konusundaki anlaşmazlığın Lahey Yüksek Adalet Divanı’na taşınması, etnik ve dinsel azınlıkların benimsenmesi, Devleti yıkmaya yönelik teröristlerin bağışlanarak kürt ayrımcılığının kabulü, Kıbrıs Rum Devleti’nin tanınması bunlardan kimileridir. Patrikhane’nin ekümenliği, Heybeliada Ruhban Okulunun açılması, sözde ermeni soykırımının kabulü de ABD desteğiyle koşullar çizelgesinde yer almaktadır. Bunları daha nelerin izleyeceğini kestirmek olanaklı değildir. Demokrasinin ne olduğunu yeterince kavrayamamış medya kesiminin şakşakçılığı gerçeklerin bilinmesini önlemektedir. İktidara yaranmak için ne yapacaklarını şaşıranlar ne kazanılıp neler yitirildiğinin ayırdında değildir. Önceki iktidarların başımıza getirdiği günümüz iktidarı kendi varlığı ve geleceği için AB’ni istemektedir, Türkiye için değil. Böyle olmasa idi onların istediklerini yapmaktan önce kendi ulusunun gereksinimlerini ve özlemlerini gözetirdi. Başta Anayasa, seçim ve siyasal partiler yasaları değişiklikleri, yargı bağımsızlığı, üniversite özerkliği, işsizlik, dokunulmazlık dosyaları nerde? Yapılan üstünkörü değişiklikler iyileşme, güçlenme doğrultusunda hiçbir şey vermiyor. İşte Türk Ceza Yasası, işte Dernekler Yasası ve öbürleri. Değiştirilmesi önerilemez lâiklik niteliği için koparılan fırtına. Yetkileri azımsanan Cumhurbaşkanlığının Başkanlığa dönüştürülmesi söylemleri. Geri çevrilen ya da iptal edilen yasalarda direnme. Değiştiği söylenenlerin sıkmabaş konusundaki inatları. Çağdaş Türkiye’yi yıllardır savunanların çizgisine değişerek geldiği savındakilerin önceleri karaladıkları insanlardan özür dileyecek yerde onların güvenliğini gözardı edip teröristlere özel bakım ve olanaklar sağladıkları bilinmelidir.

Olanlar ve olacaklar

“Zafer”, savındakilere Lozan ile Londra ve Zürih’i anımsatmak gerekir. 30 Ağustos 1922 ile Milletler Cemiyeti’ne girişi anımsatmak gerekir. Teokratik monarşiden cumhuriyete geçişi, Türk Devrimi çınarını tüm dallarıyla anımsatmak gerekir. AB’nin sıkı yandaşlarından Mesut Yılmaz’ın “Hezimet” nitelemesiyle Mümtaz Soysal’ın “Fiyasko” nitelemesi kanımca duruma daha uygun düşmektedir. Tarih alınması elbette kötü olmamıştır, iyi olmuştur. Ama bu koşullarla alınması iyi olmamıştır kötü olmuştur. Kalıcı kısıtlamalar korunmuştur. Deregasyonlar, uzun geçiş dönemleri, özel düzenlemeler ya da kalıcı koruma önlemleri her zaman söz konusudur. Bu önlemleri Komisyon her görüşme konusunda kişilerin serbest dolaşımı, yapısal politikalar ve tarım bağlamında olduğu gibi genişlikle kullanabilecektir. Yukarda değindiğim koşullar olduğu gibi sürecektir. Üyelerin veto hakları tartışmasız vardır. Ayrıca referanduma gitme kararları açıktır. Bunların en önemlisi de KKTC’ni sona erdirecek Güney Kıbrıs’ı tanımak sözüdür. AB sözcüsü karşıtlarını kışkırtmamak, yatıştırmak ve sakinleştirmek için bunun tanıma anlamına gelmediği açıklamasını yapmıştır. Oysa bal gibi tanımadır. Tanınacağı uyum protokolünün 10 yeni üyeyi içine alacak biçimde genişletileceği sözünün içindedir. Protokol imzalandığı gün tanınma gerçekleşmiş olacaktır, o kadar. TBMM’nde Brüksel liderler toplantısı öncesi görüşme önerisi çoğunluk oylarıyla reddedilmişti.Tarih alınınca Baykal-Başbakan tartışması öğrencilerin münazara etkinliği gibi geçti. Ucu açık süreç, sonuçta avutucu bir bağ ile de bitebilir. Tam üyelik yerine başka bir adla AB ile ilişki sürdürülüp Türkiye sömürüsü amacına ulaştırılabilir. Bu, ikinci sınıf bir üyeliktir. Zafer değil, HİÇ... Diplomasi siyasal şantajı, efeliği, blöfü kaldırmıyor. Onun çarkları güçle ve gerçekle dönüyor.

Avrupa Parlamentosu’nun kabul ettiği karar Türkiye yararına değildir. Bilinen tüm koşullar ustalıkla, tuzak biçiminde, satırlara yerleştirilmiştir. Azınlık dayatmaları, Kıbrıs’tan askerleri çekmek, ermeni soykırımı, Ermenistan sınırının açılması, güneydoğu sularının kullanılması, bölgesel kalkınma destekleri, tarım vd. hepsi vardır. Zaten 2014 yılına kadar akçalı bir yardım ya da destek asla yapılamayacaktır. Serbest dolaşım yoksunluğu da kesin. Parlamentodaki hayırcılar “Türkiye AB’ne hiç alınmasın” evetçiler de “Türkiye ancak bu koşullarla alınabilir” diyenlerdir. Bu koşullarla alınmak alınmamaktan kötüdür, çırılçıplak alınmaktır. Avrupa Güvenlik İşbirliği konusundaki tutumu belli olan ülkeler yükü yıkarak Türkiye’ye kendi pisliklerini yıkatacaklardır. Böyle süklüm püklüm, parça bölük, zayıf girmektense hiç girmemek elbet daha iyidir. AB’ne girenler bile bayram yapmazken yenilgiyi saklamak için bayram türü şenlikler düzenleyenlere bakmak gerekir. Partizanlığın ölçüsüzlüğü şakşakçılığın tiksindirip nefret duyuran türü bu olayda bir kez daha ortaya çıkmıştır. AB’ne katılsak birlikte olacağımız Yunanistan’la Kıbrıslı Rumların yineledikleri megaloidea ile enosisten vazgeçmemeleri, uçak dalaşmaları, kayalara bayrak dikmek çılgınlıkları, liderler kararından duydukları mutluluk bizim için iyi şeylerin olmadığı ve düşünülmediği gerçeğini yansıtmaktadır. Verilen ödünler nedeniyle suçlanmaktan ve sorumluluktan kurtulmak ödünleri haklı, olağan, yerinde, gerekli, zorunlu göstermek için abartılarla bayram yapılıyor. Gürültüyle bastırmak, üstünü örtmek istiyorlar. İlkellik ve görgüsüzlük sırıtan belediye otobüsleriyle parasız taşımak, belli yerlere yazılar asmak, nutuklar atmak, Atatürk’e saygıyla bağdaşmayacak reklâmlara uzanmak yakışık almamaktadır. Keşke ödünler verilmeden, onurlu, eşit biçimde AB’ne girilseydi de ulusal bayram yapılsaydı. Fransa, sözde ermeni soykırımını gündeme getireceğini hemen duyurdu. Üniter devlet yapısının sona erdirilmesi için özel kesimin kamu yönetimi üzerinde egemenlik kurup kararlara katılmasından başlayarak akçalı konulara değin genişletme çabaları, çoğulculuğu yozlaştıracak kötüye kullanmaların belirtisidir. Başbakanı karşılama, Ankara Kızılay toplantısı, medyadaki allayıp pullamalar partizanlık ve dincilik boyutlarını sergiliyor. Sonuç olumsuzken olumlu gösterip Fethullah Gülen’e bağlamak isteyenler de öne çıkmaya uğraşıyor. İbretlik bir tablo. Hepsine AB Şikesi de denilebilir.

Verilen tarih bir yükümlülük getirmiyor Avrupalılara. Verip de yitirecekleri bir şey yok. Tarih verecek, birçok şey alacak, hiçbir başka şey vermeyecek. Ödün vermeye hazır bir yönetim var. AB’ne girmeden, girmek kuşkulu iken, girmiş gibi aldatıp kendini güçlü göstermek isteyenlerin yaygarası var. Avrupa’dan yükselen sesleri duyurmak istemeyen koşullanmış medya var. AB’nin ne olduğu yeterince bilinmiyor. Tarihin neler karşılığı, nelere mal olarak alındığı anlatılmış değil. Binbir çıkış yolunun ortasına sıkışmış bulmaca yolcusu gibi oyalanan Türkiye var. Olay gerçek olsaydı, Türkiye’deki lâik cumhuriyet karşıtı köktendincileri dize getirip Avrupa ölçütlerine bağladıkları için mutluluk duyulurdu. Ankara Anlaşması’nı yeni üyeleri kapsayacak biçimde genişletecek uyum protokolüyle yeni ödün de verilmiştir. Bu kadar ödünü kim verse onu hemen Birliğe alırlardı. Tarih, üyelik sürecinin doğal gereği. Önemli olan sonuçtur. Eşitlik ve onurlu tutum isteyenleri suçlayan yalakalar bilim adamlarına ve uzmanlara “bilgisiz” diyen patavatsızlardır. Avrupa beslemelerinin yapamayacakları terbiyesizlik ve sapkınlık yoktur. Şimdi her ödünü verip bayram yapanlar ilerde neler yapacak göreceğiz. Kestirmek olanaksız. Kına bile yakabilirler. Aslında görüşme günü verilmesi de Atatürk’ün kazandırdığı düzeyle olmuştur. Bayram yapanlar da Atatürk karşıtlarıdır.

Aktörler

Başta iktidar, arkasında anamuvafakat partisiyle öbür sözde muhalefet partileri, şakşakçı medyanın kimi dalkavuk kalemleri, kimi cılız demokratik kitle örgütleri (kimi vakıf, dernek ve meslek kuruluşları) utanılacak sonucun sorumlularıdır. Durmasını bilmediler. Yalvar yakar olmasalardı AB ısrar edecekti. Başbakanın geciken çıkışları, ters dönüşü, daha sonra yenilgiyi zafer gibi ballandırarak anlatması güveni sarsıyor. Ödünler, aşağılanmak, küçümsenmek içe sinmiyor.

İtalyan Başbakanı Berlusconi’nin “Recep Tayyip Kıbrıs’ı tanıyacağını söyledi” açıklamasını Patrik Bartholomeos’un “Sorunlarımızı Erdoğan halledecek, sabır önerdi” açıklaması izledi. Avrupa Parlamentosu Üyesi Feleknaz Uca’nın kürtçülerin bildirilerine destek vermesi yanında Madame Mitterand’ın Zana muhabbeti, gerçekleri görmemek için gözlerini oğuşturanlara gözlerini açtıracak belirtilerdir. Teröristleri geri vermeyen Avrupa ülkeleri Türk düşmanlığını AB ile özdeşleştirmeye çalışmaktadırlar. Türkiye’de kimilerinin “Avrupasız olamayız, ne olursa olsun AB’ne girelim” görüşünü bilen Avrupa, Türkiye ile oynuyor. Kurtuluş Savaşı’nı Avrupa desteğiyle mi kazandık? Cumhuriyeti Avrupa desteğiyle mi kurduk? Devrimleri onların yardımı ile mi yaptık? Dünya ekonomik buhranını Avrupa’nın katkısıyla mı atlattık? İkinci Dünya Savaşı’na batılıların çabasıyla mı girmedik? Kanımca bize yaraşan “AB’ne girmek en doğal hakkımız. Onlar diktatörlerin avucunda kıvranırken biz pırıl pırıl cumhuriyetle demokrasiyi yaşıyorduk. AB Türkiye’yi almakla kendini kanıtlar. Türkiyesiz Avrupa olmaz” deyip açılan kapıda olumlu sonuca çalışmaktı. Şamata yapmak değildi. Avrupa kendi çıkarlarına ve siyasal durumlara bakmaktadır. Asıl olması gerekenler onları ilgilendirmemektedir. Bunu bilen siyasal iktidar kendi varlığını pekiştirip güvenceye almak amacıyla Başkanlık sistemini bile gündeme getirmeye hazırlanmaktadır.

Yenilenen ve Yinelenen Öneriler

Eğitim, kültür ve siyasal düzeyi doyurucu olmayan toplumlarda devlet düzenine ilişkin köklü değişiklikler büyük duyarlık gerektirir. Mutlak monarşiden cumhuriyete atlayan halkımız büyük mutlulukları Atatürk ve İnönü zamanında yaşamıştır. 1961 Anayasası nın kötü bir kopyası olan günümüz 1982 Anayasası’nda Cumhurbaşkanı’nın yetkileri yarıbaşkanlık sistemindekinden aşağı değildir. Bunu sorumsuz ama çok yetkili bir Başkanlığa dönüştürmek diktatörlüğe kapı açar. Köktendinci düzenden vazgeçmediklerini sıkmabaş ve kadrolaşma ile, tetikçi atamalarıyla perçinleyen siyasal iktidar, özlediği düzeni gerçekleştirmek için Başkanlık sistemiyle yanıp tutuşmaktadır. Gerçeklerle, bilimsellikle ilgisi olmayan savlarla gündem doldurulmaktadır.

Vatandaşlık tartışmaları da böyledir. Anayasa’nın ilgili 66. maddesinin yazılışındaki yanlışlık kötü niyetlilere bahane vermektedir. Anılan maddenin başlığı “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” olacakken “Türk vatandaşlığı”dır. Birinci fıkra vatandaşlığı değil, başlık doğrultusunda Türk’ü tanımlamaktadır. Oysa, vatandaşlık tanımlanmalı idi. Yine de amaçsal yorum yoluyla Anayasaya göre, vatandaş olmakla Türk olunuyor, Türk olmakla vatandaş değil. Hangi soy kökeninden ve inanç bağından olursa olsun devletle kişilerin bağı Türk Vatandaşlığıyla anlatılmaktadır. Bir ayrım yoktur. Türklük bir ırk adı olarak değil, bir vatandaşlık niteliği olarak, ilişkinin adı olarak kullanılmıştır. Yalnız Türk ırkından gelmekle vatandaş olunmaz, her ırktan vatandaş olunur. Bu gerçekleri tersine çeviriyorlar. Böylece T.C. vatandaşı olmaktan gurur duymayanlar durumu sömürüp yanıltıyorlar. Belirtilen nedenlerle kurulan vatandaşlık (yurttaşlık) bağından kıvanç duymayanlara söylenecek söz çoktur. Bir devletin bir vatandaşı olacağını ama aynı kişinin başka devletin de vatandaşı olabileceğini daha önce yazmıştık. Ulusu bölme çabalarını vatandaşlık tartışmalarıyla genişletmek isteyenler rahat durmamaktadır. İşin acı yanı, bunların safsatalarını, yalanlarını, saçma sapan savlarını gündeme taşıyan medya da vardır. ABD’nin kuklası olmayı, Irak işgalini benimseyen, ayrımcılık için terörü kullanılmayı uygun bulanlara sayfalarını açanlar. Nice konu ve sorun sahipsizken. İlgilenecek, duyurulup yansıtılacak birçok olay varken.

Medya

Birkaç kişilikli yazar, birkaç düzeyli yayın organı dışında medyanın durumu içler acısı. Çıkar kimilerini hemen küçültüp bitiriyor. Tutumu ve doğrultusu belli iktidarın başarısızlığını tersine çevirip “zafer” demek, halkına ihanettir. Medya çökmüştür. Onurlu ve yürekli birkaç organın varlığı (onların da kimi yanları, kimi sorunları ve aykırılıkları yok değil) sonucu değiştirmiyor. Kendileri de yakınıyor. Yalakalık ve yaranma yarışması üzüyor. Nerede basının evrensel nitelikleri? Nerde ilkeler, verilen sözler, basın ahlâk yasası? Nerde yurt gerekleri, ulusal çıkar, yaşam gerçekleri, dürüstlük, kişilik ve onur? Yabancı sözcükler, karışık anlatımlarla bilgiçlik taslıyorlar.

Toplumda yalancıların çığırtkanlığı, gerçekçilerin pısırıklığıyla dolaylı biçimde destekleniyor. Silâh, kavga, hukuk dışı girişim, elatma aklı başında kimselerin isteyeceği ve önereceği durumlar değildir. Ama bakmasını bilmek, seslerini duyurmak, eleştirmek, önermek, uyarmak gibi yapıcı eylemlerin, demokratik yöntemlerin savsaklanması da doğru değildir. İlgisizlik, tepkisizlik ve suskunluk demokratik çöküntü belirtisidir. Dinciler, kendilerinden biri ne yaparsa yapsın arkasında oluyorlar. Dindar yalan söylememeli iken din yoluyla her dinsizliği yapıyorlar. Aydın sanılanlarla, kendilerini aydın sananların dağınıklığı, birbirlerine ve kendilerine karşıtlığı, aykırılık ve kötülükleri anlatmakla bitmez. Yıllardır özverilerle gerçekleştirmeye çalıştığımız, birleştirme sağlamaya çabaladığımız dayanışma konusunda katkılarını esirgeyenler, karşı çıkanlar, olumlu sonuçları önleyip engelleyenler şimdi birleşmeden söz etmektedirler. Sağlık, varlık, zaman yitirildikten sonra öne çıkmak oyunlarıyla.

Kürtçülerin Bildirisi-Duyurusu

Kimilerinin kürtçülükle ilgili olmamasına karşın imzaladığı, kimilerinin tümüne katılmadığı, kimilerinin de imzasını koymadığını söylediği bölücü bildiri-duyuru Fransa ve Almanya’da özel sağlandığı anlaşılan desteklerle yayımlanmıştır. Gerçeklerle hiç ilgisi olmayan savlar, alınması olanaksız ve aykırı örnekler, içtenliksiz uygunsuz öneriler içeren metin, özgürlüklerin kötüye kullanılmasının tipik bir örneğidir. Zamanı gözetilirse ülkemizi ve devletimizi güç duruma düşürmeyi amaçlayan ısmarlama bir çıkıştır. “Kürt güneşi”yle, Apo’nun komutasındaki terörle, Zana’ların kurlarıyla, Avrupalıların Türk düşmanlığıyla örülü ağ kendi ayaklarındadır. Medyadaki palyaçoların görmek istemedikleri tehlike giderek yakınlaşmaktadır. Vatan satıcılarına övgüler dizilip Atatürkçüler karalanırken uyuyanlar kendi yüzlerine bakamayacaklardır. Bu bildiri-duyuru Zana ve arkadaşlarını makamlarında kabul eden, onlarla görüşen, onlara yemek veren, olanak sağlayan, onları şımartan devlet yetkililerini düşündürmelidir. Bundan ders almış olmaları gerekir. Devleti koruyanları teröre açık tutup teröristleri olanaklarla donatmanın getirdiği olumsuz sonuçlar elbet AB sürecini etkileyecektir.

Avrupalı sözde dostlar Zana’ya ne için ödül vermişlerdir? Ne yapmış, neyi kazandırmış, neyi sağlamıştır? Ayrılıkçılara, teröristlere, katillere selâm anlamında değil midir? Bunları şımartarak AB’ne yaranmak isteyenler, bunları ortaya salarak neden olanların kendi kusurlarından yakınmaya hakları yoktur. Topraklarımız onların mı ? Papandreu’nun “Patrikhane Mekke’mizdir” sözüyle Paris’te bir sokağa Zana’nın adının verilmesi boşuna değildir. Eşleri Bakanın hanımıyla görünmek ve birlikte fotoğraf çektirmek için birbirlerini iten Dışişleri ilgililerinin bu konularda yapmaları gereken çok şey olmalıdır. Suriye Cumhurbaşkanı’nın modern eşinin yanında Başbakanın sıkmabaşlı eşi ve kızı çağdaşlık savlarımıza aykırı düşmüştür.

Başka neler

Üniversitelerde öğrencilerin birbirlerine saldırılarının savunulacak hiçbir yönü yoktur. Saldırı özgürlük ve hak değildir. Saldırı demokratik bir yöntem ve uygar bir davranış değildir. Kendine, bilgisine güvenemeyenlerin ilkel tutumlarının kaba biçimde dışavurumudur. Atatürkçü gençlerin bu olaylarla ilgisi olmaması sevindiricidir. Gençlerimize Atatürk’ün Büyük Söylevi’ni okuyup özümsemelerini, katılıktan, bağımlılıktan kurtulmalarını, inanç ve ırk sömürüsüne girmemelerini, kardeşlik ortamında sorunlarını çözüp uygarca tartışmalarını öneriyorum. Üniversiteye zarar vermeleri asla bağışlanamaz.

Diyarbakır’da Apo lehine sloganlar atılarak güvenlik güçlerine saldırılması da asla hoşgörülemez. Bu saldırı gerçekte devlete saldırıdır. Yıllarca neler söylenip yazıldığı, neler yapıldığı, ne amaçladığı bilinmemekte midir? Dün rüzgâr ekenler, bugün fırtına biçmektedir. Yarınlarda neler olacağını hep birlikte göreceğiz.

Irak’ta öldürülen beş yurttaşımızdan sonra yine ölümler oldu. Afganistan’da bir mühendisimizi yitirdik. Önleyici ilgi özlenen düzeyde değil, cılız. Doyurucu ses çıkmıyor. Güçlü çıkış yok. Dost bildiklerimiz umursamıyor. Çuval olayına gereken tepkinin verilmemesinin sonuçları yaşanmaktadır. PKK-Kongra/Gel girişimleri yazılmaktadır. Yurttaşlarımız televizyon dizileriyle uyuşturuluyor.Yılbaşından sonra artacağı söylenen sayının şimdilerde 122 olduğu belirtiliyor.

CHP’li bir belediyenin camilerdeki halıları yıkamak için 150 milyar liralık aygıt aldığı söyleniyor. Diyanet İşleri’nin, Diyanet Vakfı’nın kabarık bütçesi ve yapılması gereken huzurevi, öğrenci yurdu, sağlıkevi, aşevi, kitaplık, yol, kaldırım vd. zorunlu ivedilik ve öncelik isteyen hizmetler varken,inanç sömürüsü yoluyla oy beklenen kesimin kime oy vereceği belli iken bu yollara başvurmanın anlamsızlığı açıktır.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Yılbaşı Hutbesi de basında değinilen konulardan biridir. Yılbaşı hristiyanların günü değildir. Onların Noel’i ayrıdır.

Sıkmabaşçıların dindarlara yakışmayacak sözler ve sloganlarla Ankara’da kurdukları çadırı AKP’lilerin ziyaretle destek vermesi AB üyeliğindeki içtenliksizliği vurgulamaktadır. Merve Kavakçı bile sıkma başıyla Meclis’e gelip oturmayı ummaktadır. Onların kendileri için demokrasi istemeleri gibi kendileri için AB’ni istedikleri de hepimiz için acı gerçeklerden biridir.

Doğalgaz için dua edilmesi hâlâ nerelerde olduğumuzu göstermektedir. AB bizim ne durumda olduğumuzu her yönüyle bilmekte, düzenli biçimde izlemektedir. Bu nedenle üyeliğimize karşı çıkılmaktadır. Giysiden yaşam biçimine, ülke kurumlarının ve sorumlularının tutumuna, kurallara değin mercek altındayız. Bunları değerlendirip koşullar sürerek engel çıkarmaktadırlar.

Bolu Belediyesi’nin pazarcılar için gezici (seyyar) mescit açtığı haberlerine, cennette kola, çikolata olduğunu söyleyen kadın vaizler eklenmiştir. Millî Eğitim Bakanlığı’nın durumu ve tutumu bellidir. Bu oluşumlarla nereye, nasıl gidilecek? Kimler ilgileniyor, neler yapılıyor? Güven ve huzur verici bir bilgilendirme de yapılmıyor.

Atatürk’ün “Ulusların yargı hakkı bağımsızlığının birinci koşuludur. Adalet gücü bağımsız olmayan bir ulusun devlet olarak varlığı kabul edilemez” biçiminde öztürkçeleştirdiğimiz sözünün 1920’deki aslının Adalet Bakanlığı’nda asılı bulunduğu yerden kaldırıldığı da öğrenilmiştir.

Antalya’da dinler bahçesindeki açılışta çekilen kolkola-elele fotoğrafta bir Atatürkçü yer alsa dinciler kıyamet koparırlardı. İşlerine gelince nelere katlanıyorlar.

Necip Hablemitoğlu ölüm yıldönümünde anıldı. Ama sorumluların saptanması için neler yapıldı ya da yapılıyor? Aksoy’un, Mumcu’nun, öbür aydınların ölüm yıldönümleri de yaklaşıyor. Vicdanlar sızlamıyor mu?

Atatürk’ümüzün en yakın arkadaşı kahraman İsmet İnönü’yü özgün niteliklerini belirterek andık, 31. ölüm yıldönümünde. Yeterince değeri bilinmemiş bir Türk büyüğüdür. Devrim şehidimiz Mustafa Fehmi Kubilay’ı 74. ölüm yıldönümünde anarken CHP’liler arasında yaşanan üzücü olaylar çok düşündürücüdür. Devrim karşıtlarının ilgisizliği TBMM Başkanı ile Başbakanın iletileriyle silinirken kimlerin, nerden nereye, niçin ve nasıl geldiği ya da gelmiş göründüğü konuşmaları arttı.

2004’ün son haftasına yine AB tartışmalarıyla giriliyor. Böylece 2004 bitip 2005 geliyor. Kimileri şans oyunlarıyla umutlarını süslüyor. Gerçekte yaşamımızdan bir yıl daha gidiyor, sona bir yıl daha yaklaşılıyor. Gençler büyüme sevincinde. Ülke sorunları, kimi oran indirimlerinin bir siyasal gülümseyiş gibi sunulmasıyla unutturulmak isteniyor. Çağdaşlık, kardeşlik, barış, dayanışma, kuruluş felsefesine uygunluk konularında hiçbir atılım görülmüyor. Partizanlık, milletvekili yolluk ve ödeneklerinin artırılması girişimleri, 2005 Bütçesi ve Yüce Divan çalışmalarının gelişigüzel değerlendirilmesiyle zaman doluyor. AB’ne eşit ve onurlu girmek için çalışmak, uluslararası ilişkilerde ustalıkla davranmak, ulusal birliği güçlendirerek karşıtlarımızın umudunu kırmak zorundayız. Kıbrıs ve AB konusunda her iktidarın değişik ve birbirine benzer kusurları olmuştur. Görüşme günü alındığına göre geçmiş kusurları gözeterek, onları yinelemekten kaçınarak durumu çok iyi değerlendirmek ve olumlu sonuçlar sağlamak için çabaları sürdürmek gerekmektedir. Etkin siyasal çabalarla süreç iyi kullanılmalıdır. Rum ve Yunan beklentileri bozulmalıdır.

MHP Genel Başkanı korumasının kullandığı sözler, bir devlet görevlisi için sert bulunsa da tepkisi haklıdır. Başbakanlık olurunu kaldırmadan yakıtı kesilmesinden, sonra zırhlı araçlarının alındığı, koruma görevlilerinin taşıtlarının verilmediği kamu görevlileri yanında kimilerine de zırhlı taşıtların sağlandığı gözetilirse siyasal iktidarların kendilerine göre işlem yaptıkları gerçeği daha iyi anlaşılır.

Genelkurmay Kubilây iletisinde gericilikle savaşımda bir değişiklik olmadığını açıkladı. Toplumda böyle bir kanının yayılmakta olduğu sanılarak açıklama gereği duyulmuş izlenimi ediniliyor. Duyarlık ve özen için yararlı bir değinmedir. Türkiye’yi Türkiye yapan ilkelerde iktidara ya da iktidardakilerle ilişkiye göre yaklaşım olacağını kimse düşünemez. Yanlış bir görünüm verip izlenip uyandıranlar olursa kimse bağışlamaz.

Yeni yılın Sağlık, Mutluluk ve başarıyla geçmesini diliyorum.

http://www.turksolu.com.tr/72/ozden72.htm


.