Demokrasi Terbiyedir
Yekta Güngör Özden
01 MART 2010
Yargı kararlarını dinlemek bir yana karşı çıkan iktidar kesimi kendilerinin demokrasinin kaynağı ve dayanağı olan lâikliğe karşı eylemlerin odağı sayılmalarını, böylece demokrasi, hukuk, yargı karşıtlıklarının cezaya bağlandığını unutup geçmişi kötülemeyi sürdürmektedir. Hukukdışı olayları, demokrasinin kesintiye uğradığı-uğratıldığı durumların yinelenmesini aklı başında hiçbir kimse istemez. Ancak, insan hakları, demokrasi ve inanç sömürüsüyle iktidarı ele geçirip kadrolaşma ve partizanlıkla çoğunluk diktasına yönelenlerin kendilerinden başka her kesimi eleştirilip karalamasının inandırıcılıktan yoksun olduğu açıktır.
Önceki bir AKP il başkanının Başbakanı “ İkinci Peygamber gibi.. ” nitelemesinin anımsatılmasıyla Meclis’te çıkan kavga olayı kapsamında Başbakanın önceki Sağlık Bakanı bir milletvekiline söylediği uygunsuz sözlerden başka “... eşimi GATA’ya almayanları savunacak kadar iz’ansızsın!” demesinin yanında yardımcılarından birinin “... askerden daha gerisiniz” suçlaması düşündürücüdür. Uyumu, uzlaşmayı, bu nedenle kimi ödünleri ve ilgisiz kalmayı uygun bulduğu anlaşılan sorumlu ve yetkililerin suskunluğunun neden olduğu sanılan sakıncalı çıkışlar Silâhlı Kuvvetlerimize yönelik olunca üzüntü ağırlaşmaktadır. Yardakçı, şakşakçı medya kesiminin ve kimi demokrat görünme heveslilerinin İç Hizmet Yasası’nın 35. maddesinin kaldırılması kışkırtmalarıyla birleşen çabalarının anayasa değişikliklerine uzandığı, Cumhurbaşkanı’nın bu konuda Hindistan yolundaki belirsizliği açık konuşmasının tartışıldığı günümüzde söylem inceliğinin ve anlam ağırlığının gözardı edildiği kanısındayız.
TEKEL işçilerinin haklarını almak için giriştikleri eylemlere ilişkin “PKK katılımı” sözünü eden Bakan, bildiri okuyup pankart açarak işçileri kınayan iktidar maşası çok zavallı öğrenciler, basın ahlâkına aykırı tutumlarıyla kararıp küçülen medya kesimi ve özellikle adları geçtikçe dudak bükülen kimi yazarlar, erken seçim atışmaları içinde daha fazla tepki almaktadır. Medyada yeni dönüşler yaşanıyor.
Sorun, dönüp dolaşıp kişilikte, nitelikte, terbiyede düğümlenmektedir. Terbiye, ahlâka uygun tutum, davranış düzgünlüğü ve güzelliğidir. Özetle, insanlıktır. Terbiyesizlik, insan ilişkilerinde ölçüsüzle başlayıp çirkinlikle yansıyan kural dışılık, çelişki, aykırılık, sakınca ve kötülükleri içerir. Terbiyesizlik bilgisizlikten daha ağırdır. Bilgisizliği eğitim-öğretimle, çalışmakla, okumakla gidermek olanağı bulunmasına karşın kişisel bozukluğun belirtisi olan terbiyesizlik, eğitim-öğretim görenlerle nitelikli sanılanların bile kaçınamadıkları olumsuz eylemler sayıldığından kişilikle doğrudan ilgilidir. Giderilmesi olanaksız değilse de güçtür.
Başbakan Yardımcısı B. Arınç’ın TBMM Başkanvekillerinden Güldal Mumcu’nun odasına girerek çıkışması, davranış çirkinliği açık. Kendini savunma ve haklı olduğunu kanıtlama çabası çocukları belki kandırabilir. Gerçekleri saptırıp başkasını suçlayarak suçlanmaktan kurtulmak oyunu, suçluluk telâşının kanıtıdır. Tıpkı Başbakanın partisinden iki yıl sonra ayrılan sakıncalı söz sahibi il başkanını bırakıp onun sözünü anımsatan milletvekilini suçlaması gibi. Of İlçesi’nin AKP’li Belediye Başkanı’nın Başbakan için şükür namazı kıldırmasının önceki Aydın İl Başkanınınkinden ne ayrımı var? Ölçüler kaçırılınca olumsuzluklar artıyor. Kimbilir daha neler olacak, neler göreceğiz? Kimlikler, kişilikler daha iyi anlaşılacak.
İstanbul’daki bir açılışta “..kutsal değerlerden, TBMM’ni çalıştırmamaktan, düzey”den söz ederek “Milletin diliyle konuştuklarını” söyleyen Başbakanın muhalefeti suçlama sertliği ve adamlarını kayırma çabası ilginç çizgiler taşımaktadır. İzleyeceğiz. “Hem suçlu, hem güçlü” sözünü anımsatan tutumlar anlamsız ve gereksiz direnmenin belirtilerindendir. Grup toplantılarındaki konuşmaları “kötü örnek” olacak türdendir. Tıpkı kavgaya kışkırtması ve yatıştırmak yerine tutuşturmayı yeğlemesi gibi. Demokrasiye ışık yerine gölge düşüyor.
Demokrasi sömürüsünün yıldızları medyanın tetikçileri, iktidarın şakşakçılarıdır. Yalanla, yakıştırmayla, karalamalarla sonuç almaya, güç kırmaya çalışan kimi zavallılardır. Utanmaları, sıkılmaları yoktur. Arsızlığın ve yüzsüzlüğün örneklerini vererek her gün çukurlarının biraz daha derinine batmaktadırlar. Kaç kez yazılıp söylenenin tersini yineleyerek çamur atmaktadırlar. Anayasa Mahkemesi ve öbür yüksek mahkeme üyeleri 28 Şubatçıları ayakta alkışlamadı. Çağrı üzerine verilen bilgiler dinlenince teşekkür edildi. İzleyenler içinde Sayıştay Başkanı olarak bugünün Millî Savunma Bakanı da vardı. Okuyarak, izleyerek, dinleyerek bilgi alınır. Karşılaştırma yapılır, karşı görüş, savunma dinlenir. Çağrılan yer Genelkurmay’dır. Çadır ya da gazino değildir. 28 Şubat denilerek ünlenen olay Anayasa gereğince Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında asker ve sivillerden oluşan kurulun aldığı, Başbakan ve ilgili bakanların imzaladığı, Bakanlar Kurulu’nun benimseyip genelgeyle ilgili birimlere bildirdiği bir karardır. Ne kurul üyesi Bakanlar zorla getirtilmiş, ne zorla imzalatılmış ne de ülke zararına olan öngörüler sıralanmıştır.
Bir gazetede ya da herhangi bir yayın organında yazı yayımlamak oranın kadrolu yazarı olmak demek değildir. Üstelik emekli olur olmaz değil, emekli olduktan yedi yıl sonra yalnız kendi görüş ve düşüncelerini yazmak kimsenin oluruna bağlı değildir. Kendine, birlikte olduğu kimilerine ve parayla çalıştığı yere bakmadan başkalarını bağımsız-özgür yazıları nedeniyle suçlamaya çalışıp gerçekdışı nitelemelerle kendi çarpıklıklarını saklamak beceri sayılamaz. Hele Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın hazırladığı iddianameyle alaya kalkışmak terbiye yoksunluğunun kanıtıdır. Başsavcı yanlış yapsaydı Anayasa Mahkemesi iktidar partisine ceza vermezdi. Günümüz olayları da Başsavcıyı doğrulamaktadır. Saldırısı nedeniyle aldığı cezayı sindiremeyen sözde yazarın ikidebir dolaylı ve üstü kapalı biçimde karalama çabası kişiliğinin ve karakterinin açılımıdır. Bir yaygın söz vardır: “Ben her söze cevap veririm ama önce söze bakarım, söz mü? Sonra söyleyene bakarım, adam mı?” Okurlarımızı aydınlatmak için şimdilik bu kadar yer vererek iplikleri pazarda olanları ciddiye almadığımızı belirtmek istiyoruz.
Olanları görmüyor, görmek istemiyorlar. Gerçekleri çarpıtarak yazıyor, eğilimlerinin ve düşkünlüklerinin esiri oluyorlar. “Bu yargıyla demokrasi olmaz” diyecek kadar saçmalamaya başladılar. Yargı yargıya bırakılmak istenmiyor. Yargı baskı altında tutuluyor. Yalnız yargı mı? Yargının içinde kendi yandaşları, kullanılacak insanlar aranıyor. Anayasa dışına çıkan insan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin dışına çıkmaz mı? Türkiye’de yönetim bu pervasızlık içindedir. Bunun için de rezalet ve kepazelik sayılacak, üzücü olaylar yaşanmaktadır. Suçlar artmış, yaşam koşulları güçlenmiş, toplumsal barış bozulmuş, kişisel ilişkiler uygarlık çizgisinin altına düşmüştür. TEKEL işçilerinin demokratik hakları yönetimin tutumu nedeniyle haksızlık olarak yansıtılmakta, yandaş medyanın çarpıtmasıyla kamuoyu yanlış bilgilendirilmekte, “yargı reformu” denilerek yargı bağımsızlığıyla yargıç güvencesini büsbütün ortadan kaldırıcı amaçların gerçekleşmesi için halk aldatılmaktadır. Demokratlık savında bulunanların yargıya karşı şimdiki sözleri kullanmaları düşünülemez. Yalanları bahane yaparak halkını fişleyen bir iktidar hiçbir demokraside görülmez. Yargıyla günümüzdeki gibi kavgaya girişen bir iktidar olmaz. İktidarı tutan, iktidara yaranmak ve yanaşmak isteyen kimseleri -değişik özellikli- çağırıp konuk ederek okşayıcı konuşmalarla görevlendirmek kurnazlığına tenezzül edilmez. Yargıçları siyaset yapmakla suçlayan iktidar hukuk dışına düşer. Geçerliğini (meşruiyetini) yitiren iktidarlara karşı durmak görev sayılır, direniş hakkı verir.
Yurtdışında beslenip Türkiye gerçeklerini amaçlı biçimde saptıran, okuduğunu anlamayan, kendi gazetesinin doğrultusunu ve tutumunu değerlendiremeyen, ahlâk düşkünlükleri ve kişisel bozuklukları dillenen tetikçiler, herkesi kendileri gibi sanan dalkavuklar, yüksek yargıçları uluorta suçlayarak enginde uluyan âdiler, köşelerinde havlayanlar, başkalarının onuruna saldırarak onursuzluğa düşenler giderek azıtıyor. Azgınlıkları iktidar okşamasından kaynaklanıyor.
Kamuoyu araştırmalarında oy oranı giderek düşen iktidar çırpınmaktadır. Hele ilerici, özgürlükçü sanılan kimilerinin yaptıkları iktidar destekçiliği niteliğindedir. Kimi sanıkların soruşturma-arama sırasında masalarında bulunan düzmece ve sahte belgelerin gerici basına sızdırılması, kişilik ve onura kişilik ve onuruna saldırı suçundan ötede alçakça bir tutumdur.
Bu arada Nusaybin Belediyesi’nin cadde ve sokaklara vermek istediği adlar iktidarı da uyarmaktadır. Hakkâri’de hâlâ Apo için sokak savaşı yaşanmaktadır. Deniz Feneri soruşturmasından haber yoktur. İktidarın işine gelmeyenler konusundaki suskunluğu ilginçtir. Ekranlarda argo, kötü sözcükler dolu güldürüler, ölçüye kaçıran kimi diziler sürmekte, iktidar ahlâk ve dindarlık için içki yasağını yaygınlaştırmaktadır. Çelişkiler az değil. Yeni gözaltılar göze batmaktadır. Kimbilir daha neler göreceğiz?
3 Mart 1924 Devrim Yasaları, 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi ile 1 Mart 1935 ilk kez on sekiz kadın milletvekilinin TBMM’ne girişi ve 12 Mart 1921 İstiklâl Marşı’mızın kabulü yıldönümleri unutulmamalıdır.
http://www.turksolu.com.tr/273/ozden273.htm
..