Düşkünlük ve Düşüklük
Yekta
Güngör Özden
|
|
08.03.2004/Sayı:51
Atatürk’ü
ve Sabiha Gökçen’i küçültmek istiyorlar
Türk
Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratma, etkisiz duruma getirme girişimlerini Sabiha
Gökçen’in ermeni asıllı olduğunu (olabileceğini değil) savlayan amaçlı
yayınlar izledi. Yakınlarının, aralarında benim de bulunduğum yakından
tanıyanların, kendisiyle yüzyüze görüşüp yaşamına ilişkin yayınlar
hazırlayanların, soyağacı belgelerinin yansıttığı ortak ve tartışmasız
gerçeğe karşın saçmalığı belirgin bir savı gündeme getirmenin yanlışlığı
açıktır. Kimileri de “Ermeni olsa ne olurmuş?” türü, saçmalığı doğrular
içerikte sözler etti. Böyle olsa onu ve Atatürk’ü daha haklı kılan bir
görünüm, ulusallaşmayı destekleyen bir durum ortaya çıkar ama kimi amaçlı
yayın ve tartışmanın birbirine eklendiği karmakarışık ortamda
ırkçı-turancılarla köktendincileri, ulusallığı değişik alanlarda kaldırmaya
çalışanları karşılıklı tepkilere çağıran sav yine bir siyasal oyunun
parçasıdır. Atatürk’ü ve Sabiha Gökçen’i küçültmek, temsil ettikleri
değerleri yıpratmak, ermenilere verilecek ödünlerin altyapısını
hazırlamaktır. Kim bilir daha neler hazırlanmıştır? Her gün birçok çelişki ve
ayrılıkla düş kırıklığı yaratan yetkili-sorumluları bırakıp Atatürk’e kadar
uzanan saldırıları sayfalara taşımak bağışlanır bir tutum değildir.
Azınlıkları kışkırtanlar bizim yapıcı ve olumlu yaklaşımımızı örnek
almalıdır.
28 Şubat
tarihteki yerini almıştır
28
Şubat’ın yıldönümü yalan-yanlış değerlendirmelerle geçti. İnançlı
geçinenlerin kendilerine özgü gerçekdışı yayınları yinelendi. Benim 28
Şubat’la hiçbir ilgim ilişkim olmadı. Olsaydı övüneceğimi söylemiştim.
Görevimin başında, kurumumun bağımsızlığı-görevimin yansızlığına gölge
düşmemesi özeni içinde, duyarlı bir yurttaş ve yargıç olarak sonucunu
beğeniyle karşıladım. Tümüyle gerçekçi, hukuksal, yararlı bir anayasal
çalışma yapılmıştır. Gericiliği, bağnazlığı, kötülükleri, ayrılıkları
kışkırtan yaklaşımlarla usdışı değerlendirmelerin, çirkin yakıştırmaların,
bilinen yalanların kimseye getireceği bir kazanım olamaz. 28 Şubat, kim ne
derse desin tarihimizdeki yerini almıştır. 28 Mart’la karşılaştırmaya
çalışanlar da kendi çıkarlarının karanlığında unutulacaklardır.
Siyasal
partilerin ulusa hiçbir yarar getirmeyen, yaşama hiçbir olumlu katkı
sağlamayan ufuksuzlukları bıkkınlık vermiştir. Demokrasinin olmazsa
olmazlarından biri sayılan partilerin çoğu kendi kısır döngüleri içinde
çırpınmaktadır. İlkesizlik, tutarsızlık, toplumsal özelliklere uzaklık,
durağanlıkla özürlü duruma düşmüşken, kimileri de Türkiye Cumhuriyeti’nin
varlığına yönelik aykırılıkları geçerli saymaktadır. Oy toplayıp bir yerlere
gelmek için yapılan, ilkeye dayanmayan anlaşmalar, birlikteliklerin önceleri
olduğu gibi şimdi de sakıncaları açıktır. Kimi tanıtımlarda terör
örgütlerinin bir liderinin övüldüğü sloganları izlemekle yetinen partilerin
yöneticileri seçim sonrasında ulusumuza bu aymazlığın hesabını vermelidir.
Atatürk
ilkelerini “ayrıntı” sayan iktidar
Kamu
Yönetimi Temel Yasası ile Yerel Yönetimler Yasa Tasarısı’nı olumlu
karşıladıkları izlenen siyasal parti yöneticilerinin laik cumhuriyet düzenine
ne ölçüde yaraşır oldukları giderek daha belirginleşmektedir. Milli Eğitim
Bakanlığı’nın yurtdışında görevlendirilecek personelinin seçiminde “Türk
Devrimi ve Atatürk İlkeleri”ne bağlılık ölçütünü kaldırması, bu temeli
“ayrıntı” sayması, iktidarın amacının göstergelerinden birisidir.
Varlığımızın nedeni, yaşam felsefemiz ilkeleri gözardı eden yönetimin bilimi
ve gerçeği dışlayan anlayışın, laikliği ve ulusallığı kaldırmaya yönelik
çabanın yıkım getireceği unutulamaz. Yurtdışında laikliği savunup, her
fırsatta “değiştiğini” söyleyip bildiğini okumanın hiçbir anlamı yoktur.
Söylemiyle eylemi çelişenlerin gerçekçi olmadığı vurgulanmakta, bunların
ciddiye alınmaması gereği daha çok paylaşılmaktadır. Yandaşı basın Tayyip’in
değişmediğinde direnmektedir.
Denktaş’ı
oyuna getirmeye çalışıyorlar
KKTC
Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’ı oyuna getirircesine davranışlar, baskı ve
gözdağı içeren sözler sıcaklığını korurken bu kez YÖK Yasa Tasarısı nedeniyle
“Bu iş Meclis’e gelecek. Sözü olan adımını ona göre atsın” tehdidi günümüz
Başbakanının inatçılığını pekiştirmektedir. Yabancılara boyun eğenlerin
içerde dikleşmesi, üstelik efelenme nitelikli çıkışları, gelecekte nelerle
karşılaşacağımızı eylemli biçimde anlatmaktadır. Ne tuhaf durum, Cumhuriyet
Hükümeti’nin başını cumhuriyet karşıtları övmekte, savunmakta, sözcülüğünü
yapmaktadır. Türklüğünü yadsımıyorsa amaçladığı anlamda CHP’nin “kökü”
Tayyip’in de köküdür.
ABD’nin
“Büyük Ortadoğu atağı”, adamlarının Türkiye’ye gelişiyle boyut kazanacaktır.
Antalya’da önceki günlerde yapılan ve Devlet Bakanı Ali Babacan’ın da
bulunduğu söylenen bir toplantıda Amerikalı’nın Türkiye’yi küçümseyen, kürt
devletinin kurulacağını, onlarla birlikte yaşamak zorunda olduğumuzu
vurgulayan, Kıbrıs’ın AB ve ABD isteği uyarınca Annan Planı’na göre
verileceğinin önceden ABD’ye bildirildiğini anlatan sözleri duyarlılıkla
karşılanıp bir yanıt verilmiş değildir. Türkiye ABD çıkarlarına göre
düzenlenen yeni bir Ortadoğu yapılanmasında kendisine ayrılan yerde verilen
görevi yerine getirmek üzere hazırlanmaktadır. Yeni proje, değişik yönden
tehlikeler ağı olabilir.
10. Yıl
Marşı’nın bağımsızlığa, özgürlüğe, ulusal egemenliğe, aydınlanmaya, tüm
çağdaş olanaklarıyla uygarlığa ve güzel yarınlara çağrı olduğunu, Türklüğü
yücelttiğini bilmeyen köktendinciler, ümmetçi bağnazlar, Başbakanlık
Müsteşarı’nın bir kuruluşun uygulama okulunda “Allah’ın selamı ve rahmeti
üzerinizde olsun” sözleriyle konuşmaya başlamasının mutluluğuyla
kendilerinden geçmişlerdir. Atatürkçüler, laik devlette Başbakanlık
Müsteşarı’nın anlayışını ve tutumunun hangi doğrultuda olacağını gösteren bu
dinsel söylemini tepkisizlikle izlemişlerdir. Düşündürücü olan, bu
aldırışsızlıktır.
Anlaşılan,
bugünün iktidarı kendini desteklemeleri için AB’ye ve ABD’ye istediklerini
alma sözünü vermiştir. Kıbrıs’ta bu durum bunun içindedir, Ege’de,
Güneydoğu’da. Başka bir şey iktidarın umrunda değildir. İçerde kendi
istediklerini yapma olanağı bulunsun, karşısına çıkacakları AB ve ABD
desteğiyle sustursun ve durdursun, bu yeterlidir. AB’yi ve ABD’yi de
Türkiye’nin laik, demokrat bir hukuk devleti olup olmaması hiç
ilgilendirmemektedir. Onlar için istediklerini verecek, yapacak bir iktidar
gereklidir. İçerde ne isterse yapsın, sorun değildir. Bakalım gelecek ne
gösterecek? ABD ve AB, bugünkü iktidara “Bizim istediklerimizi yapın, siz de
istediklerinizi yapın” demektedir.
Dernekleri
kendine yer edinmek için kullananlar var
Demokratik
kitle örgütlerinin Türk Devrimi ve Atatürk İlkeleri konusundaki
yetersizlikleri açıktır. Bağımsız yapılarına, siyasal kuruluşlara karşı
yansız tutumlarına gölge düşürecek ilişkilerden, davranışlardan kaçınarak
yansız olmamaları gereken konularda, ilkelerde daha tutarlı ve etkin olmaları
beklenir. Karanlık ve karışık ilişkiler, güdümlü duruma getirecek
birliktelikler, yanlış anlamaya neden olacak katkı ve yardımlar çok önem
taşımaktadır. Kuruluşun demokratik yapısını bözan disiplinsizlikler, güç
kırıcı durumlardır. Çalışma disiplinini sağlayamayan, yöneticilerine yönelik
haksız, çirkin amaçlı saldırıların yaptırımını belirleyemeyen kuruluşlar
kimseye güven vermez. Seçilmek için, yeniden göreve gelmek için kuruluşun
karakterinden ödün vererek disiplinsizliğe özendirenler, bir gün gelir en
ağır saldırılarla karşılaşırlar. Kendilerini temsil eden insanlara ters
bakan, suçlamayı ve yalan söylemeyi beceri sayan, kişilerin arkasından
konuşup yanında suspus olan, kavgayı yöntem edinen, dayanışma, yardım, değer
bilirlik duygularından yoksun kendini beğenmiş gösterişçiler ne yapabilir,
bunlarla ne yapılabilir? Dernekleri dedikodu kapısı, sigara ve oyun salonu ya
da gösteri sahnesi sananlar var. Rozet ve etiket düşkünleri asla yaraşır
olmadıkları yönetici sıfatlarıyla kendilerini tanıtmak, toplum içinde yer
edinmek, aday ya da danışman olmaya çalışırlar. Kimileri görevlerini bunun
için kullanırlar. İzlenen, görünen budur. İktidarın yerel seçimlerde daha çok
oy alıp düşündüklerini daha geniş kapsamlı, daha hızlı yapma çabası
bilinirken kimi dernekler Tüzüklerini, amaçlarını, ilkelerini unutup seçim ve
yer kapma yarışına girmekte, birçok kliği ve hizbi uzlaştırarak denge sağlayacağını
sanan zavallı yöneticilerin elinde oraya buraya bağlanmaya bakmaktadır.
İlerici kuruluşların kendilerine sık sık sorması gereken sorular, özeleştiri,
sorgulama, yargılama türü kendini yoklama gerekleri vardır. Kaç kızımızı
sıkmabaştan kurtarmışlardır? Kaç kadınımızı çarşaftan uzaklaştırmışlardır?
Kaç çocuğumuzu tarikatın elinden almışlardır? Kuruluşlarına kaç üye
kazandırmış, üyelerini amaçları doğrultusunda eğitmiş, güçlendirmiş, etkin
duruma getirmiş, kuruluşlarına neleri kazandırmış, düzeyini ne ölçüde
yükseltmişlerdir? Bildiri ile, konuşmayla aynı salonlarda aynı konuşmacıları
dinleyen aynı insanlarla ne sağlanmıştır? Yenilenen nedir, elde edilen
nelerdir? Hangi kötülük ve aykırılık önlenmiş, hangi ilke ve iyilik
benimsetilmiştir? Karışık işler çevirenlerin yanında yetişenler karmakarışık
işlere girişirler. Hiçbir niteliği olmayan kişiliksiz kimileri onun bunun
adamı görünerek ayrılık yaratırlar. Düşünsel, eylemsel, akçalı hiçbir
katkıları olmayan rozetçiler sıraları doldurur. Yöneticiler kendilerini
alkışladıkları, oylarını verdikleri için bu yararsızları korurlar, hiçbir
disiplin işlemini uygulamazlar. Görevlisi olduğu kuruluşun onurlu yapısını
koruyacak yerde aymazlığın, tembelliğin, çelişkilerinin eleştirisine
katlanamayıp ona buna çamur atan, etiket böbürlenmesi ile kurulan kimselerden
hiçbir yarar gelmez. Sunacak, tanıtacak, adından sözedilecek değeri, özelliği
bulunmadığından kuruluşunu kullanıp kullandırıp, partili, militan aynı
düzeydeki kimselerin ve aldatılmışların oyuyla yeniden seçilmeyi içlerine
sindirirler. Utanacak yerde sırıtırlar. İlkelilik, tutarlılık onlar için
anlam taşımaz, hatta gericilik sayılır. Bir ya da birkaç oy için çoğunluğun
kınadığı adamla orda burda boy gösterir dolaşırlar.
Son
zamanlarda bu tür kişilere sık rastlandığından konuya değinmeyi sürdüreceğim.
Hiçbir katkıları olmayanlar eleştiride süre ve kimseye sıra tanımazlar. Nasıl
verildiğine şaşılacak kimi bilimsel ve yasal ünvanlara sığınırlar. Seçmenler
de onları bir şey sanarak, taşıdıkları sıfatın saygınlığına aldanarak
oylarıyla desteklemek durumuna düşerler. Böylece zarar iki yanlı oluşur.
Yanınızda olmak, listenizde yer almak için çabalayanlar sizden sonra karşı
yana yamanmak için olmadık davranışlara girer. Karakter ve kişilik sorunu
gündeme gelir. Bu görünüm birçok kuruluşta sık sık üzüntüyle izlenir. Üstelik
kendilerini haklı göstermek için yalan, karalamaya başlarlar. Dün kötüleyip
yakındıklarıyla, bugün öylesine kucaklaşır, senli-benli olurlar ki tiksinti
duyarsınız. Dün kimlerle idiler, bugün kimlerle ve yarın kimlerle
olacaklardır, şaşar kalırsınız. Böyle mi olmalı? Bir yer, bir sıfat için
bunlar değer mi? “Ne yaptılar ne yapabilirler?” diye sorup oy vermesi
gerekenler de umursamıyor, ipin ucunu bırakıyor. Tadı-tuzu kalmıyor. Siyasal
ortam da böyle değil mi?
Nedense
kimileri doyumsuz ve görgüsüz, kendisinin çok başarılı, üstelik yetenekli
olduğu kuruntusuna kapılarak, yaptıklarını başkalarının yapamayacağını,
yerinden ayrılmaması gerektiğini savunup bir iki şakşakçısının abartılı
sözleriyle yenileşmeye ve gençleşmeye karşı çıkarlar. “Benden başkası yok!”
demek, başkalarına saygısızlıktır. Etik tanımazlar, hukuk tanımazlar,
yetkilerini kötüye kullanıp güçleriyle istedikleri sonucu alacak her tür
oyuna girişirler. ilkesizlik ve tutarsızlığın ilginç örneklerini birbirine
ekleyerek, kendilerini ve çevrelerini aldatarak yerlerinde otururlar. Ama
eskirler, değer yitirirler, tutkularına yenilirler. Bıkkınlık verirler. Nasıl
olsa bir gün gideceğini, o koltuk için kişiliğini küçültmenin gereksiz
olduğunu düşünmez. Kendisine dostça öneride bulunanları da düşman sayar.
Oraya nasıl, kimlere dayanarak geldiğini, verdiği sözleri de unutur. Daha
önce uygun bulduğunu sonra aykırı bulur. Kurallarda değişikliği savunarak
kendine süre sağlar. O koltukta yaşam boyu oturulsa ne olur? Kendini övmek,
geçmişi yermek, gerçeği yadsımak ne getirir? Hangi olumlu katkıyı
yaygınlaştırdı, hangi olumsuzluğu önledi, engelledi bilinmez. Dayanışmayı
ayrıştırmaya dönüştürürler, o kadar. Siyasal partilerde yakınma nedeni olan,
lider sultası, dikta nitelikli düzen de böyle değil mi? Bunlar toplumsal acı
gerçeklerdir.
Gençleri Bölenler Gençleri Birleştiremez
Eğitim,
deneyim, uzmanlık gözetmeden, herşeyi herkesten iyi bildiklerini, iyi
yapacaklarını sananlar, kimseye yol vermez, hak tanımaz, olanak sağlamaz.
Hırsı, usunu bastırır. Başkalarının sırtından geçinen asalak tipler
çoğunlukla böyledir. Dürüst, onurlu, kişilikli insanlara katlanamazlar.
Atatürkçü geçinen kimilerine baktıkça ürperiyorsunuz. Birbirlerini nasıl
karalayıp kötülüyorlar. Yalanın, çirkinliğin, terbiyesizliğin önü alınamıyor.
Utanmaları da yok. Sakıncalı tutumu belgelenmiş, yetkili kurul kararlarıyla
saptanmış, disiplin yaptırımına bağlanmış olsa da yinelemekten kaçınmayanı
var. Kendi sorup kendi yanıt vererek düzmece söyleşiler yayınlatanlar da
çıkabiliyor. Bunlar, yitirdiklerimizden, karşı devrimcilerin güçlenmesinden
dersler çıkaramıyor. Demokrat geçinirler, seçim sonuçlarına katlanamazlar.
Yerine gelene destek vermez, onu başarısız kılmaya, yalnız bırakmaya çalışır.
Güçlendirme büyüklüğü yerine yıpratma küçüklüğüne düşer. Yürüyemez,
konuşmaları anlaşılmaz, okuyup yazamaz duruma gelir, yine de “Ben!. Ben!...”
der. Yanındaki bir iki yadırganan kişinin kışkırtmasıyla gülünç olur. Önceki
yıllar yaptıkları yazıp söyledikleriyle çelişir, ayıplanır. Bunlara ne gerek
var? Kötü örnek olarak anılmakla kendilerine yazık etmiş olmuyorlar mı?
Herşeyi tadında bırakarak gençlere yol gösterici, yardımcı olmak
yeğlenmelidir. Görev katları, yerleri kimsenin sonsuz ve sınırsız malı
değildir. İnsan konumuyla değil, onuruyla övünmelidir.
“Yapışıp
kalma, kazık çakma, koltuk ve minder çürütme” sözleriyle özetlenen bencillik
ve direnme, başkasını ahlak dışı yollarla uzaklaştırıp kendine yer açma
açıkgözlülüğü, pis kurnazlık, toplumsal zayıflıklarımızdan biridir. Toplu
çalışma terbiyesinden uzak kişisel davranışlar da böyle. Spor yarışmalarında
zaman zaman izlediğimiz yanlışlıklar da. Gençleri bölenler gençleri
birleştiremezler.
“Nabza
göre şerbet veren”ler, kuruluşlarına, yöneticilerine saldırıları işleme koymaz,
disiplin sağlayamaz, tersine saldırganlara hoş görünüp onların desteğini
almak için onlarla işbirliğine girişir. Bunun güncel örnekleri vardır. Sorunu
kişiselleştirmek istemiyorum. Bunlar yanlış işler. Bir yerde biraz daha
kalmak, oturmak, yeniden seçilmek önemli değil. Güvenilir, aranılır, tutarlı
olmak, adam olmak önemlidir. Yalvarıp yakararak isteklerde bulunduğu,
yanlarına alınmasını, aralarında bulunmasını istediği, yüzlerine güldüğü,
önlerinde “el-pençe divan” durduğu, övgülerle yere göğe sığdıramadığı
insanların arkasından söylemediklerini bırakmazlar. Yüzlerine vuramayacak
kadar incelikle davrananların anlamadıklarını, bilmediklerini,
duymadıklarını, görmediklerini sanır, sırıtırlar. Yerlerini korumak için
herşeyi yapabilirler. Giderek kötüleşen, bozulup yozlaşan siyasetin onurlu,
soylu bir kurum olduğunu göstermek için özveriyle çalışıp birlikteliğe örnek
ve öncelik yapmak isteyenleri suçlarlar ama kendileri parti parti dolaşıp yer
arar, listelere aday vermeye çalışırlar.
Yalnız üye
yazılıp hiçbir çalışmaya katılmayan, genel kurullarda bulunmayan, ödenti
vermeyen üyelerin kimileri yapacak başka işleri olmayan, kendini göstermek,
tanıtmak, kurulup dolaşmak için orayı kullananlardır. İçtenlik, dayanışma,
katkıda bulunma, görev ve sorumluluk alma düşünceleri yoktur. Önce ne varsa o
ya da öncekini yıkarak, kötüleyerek kendinden söz ettirme yeterlidir. Kimi
medya ilgilileri ile ilişki kurup adını yazdırmak, arada sırada yalan-yanlış
bir şeyler yazıp kendini göstermek. Kimi karışık ilişkilerle kendi amaçları
doğrultusunda kadrolaşmak, yarınlara hazırlık yapmak. Güdümlü ve edilgen
kılınmaya katlanmak. Kullanılmaya elverişli olanlar kullanılır. Çoğunlukla
tembel, pısırık, hatta korkak olan bu tür kişiler gülümseyişle, “efendim!”
sözcükleriyle olumlu izlenim uyandırmaya çalışır, hayalleriyle kendilerini
avuturlar. Kişiliğe, niteliğe değil mevki ve makama, tetiğe meteliğe
bakarlar. Yetkiliyseniz etkili sayar. Yetkiniz kalkınca sizden uzaklaşırlar.
Böyle kimilerinin birbirlerinden yakınmalarını anlatmak için nasıl
geldiklerini, nasıl ezilip büzülerek oturduklarını, sonra nasıl saygısızlık
ettiklerini bilenler çoktur. Birkaç sözcükleri vardır, sürekli onları
yinelerler. Hukukları hukuksuzluktur, terbiyeleri terbiyesizliktir.
Okumadıkları, okuyup anlamadıkları belirgin kitaplardan söz ederek
yalan-dolanla sırıtıp kırıtmayla, göz boyamayla varlıklarını sürdürürler.
Toplumsal, uygar tepkiyle bu çirkinlikler önlenmelidir. Küçük hesaplarla, dar
kadrolarla “cemiyetçilik” bitikliğin belirtisidir.
TÜRKSOLU’nu
karalayanlara karşılıkları verilecektir
Kimi
kuruluş yetkililerinin TÜRKSOLU’nu ve yazarlarını suçlayıp karalama çabasında
olduklarına ilişkin bilgiler gelmektedir. Yarası olan gocunur. Kendi adımıza
vereceğimiz hiçbir yanıt ve hesap yoktur. Kendini bilmezlerin söz ve
yazılarının da hiçbir önemi yoktur. Zamanı, sırası, yeri geldiğinde
karşılıklarının verileceğinden kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Karşı olunan
kuruluş ve kişilerle ilişkili göstermek, kimi rapor uydurmalarına dayanmak
suçluyu kurtaramaz. Nerede olursa olsun yakasına yapışılır, sorulur. Atatürk
düşmanlarına, hainlere, verkurtulculara bir şey diyecekleri zaman dilleri
tutulur, yazacakları zaman elleri titrer ama Atatürkçülere söylemediklerini,
yapmadıklarını bırakmazlar. Medyanın kötü kesimiyle işbirliğinde, sakıncalı
ilişkilerde kusur işlemezler. Kalıplaşmış düşünceler, paslanmış yöntemlerle
sarsak yürüyüşlerini sürdürürler. Atatürkçülüğe yaraşan yaratıcılık,
devingenlik, yeni yöntemler, yeni söylemler, durağanlığı, geriye gidişi
tersine çevirecek atılımlar yoksa neye yarar. Siyasal cilveler düşkünlüğün
sonucudur, kötü düşkünlükler düşüklük nedenidir.
Tüm bu
nedenlerle ve yazılabilecek başka nedenlerle toplumsal işlev yüklenmiş
kuruluşların çok duyarlı, çok özenli davranmaları beklenir. Derneklerin
siyasetle uğraşmaları yasağı 1995 Anayasa değişikliği ile kaldırıldı.
Siyasetle uğraşıp iktidar olma yarışına katılmadan, ama iktidarı ve
muhalefeti etkileyerek daha düzeyli ve daha beğenilir yaşam için çabalarda
bulunabilir.
Parti Militanlarını Salonlara Dolduranlar yarın pişman olur
Üyeleri
arasında siyasetçiler, siyasal parti üyeleri bulunabilir ama çalışmalarını
onlara ve onların kuruluşlarına göre değil kendi kuruluşunun gereklerine göre
yürütür. Ben, Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı iken, günlük siyasetin
dışında kalma ilkemizi vurgulamak için “Derneğimize siyasetçi girer ama
siyaset giremez” demiştim. Kuruluşların ilgililerine bunu anımsatıyorum.
Kendine yer yapmak, kimi olanaklar sağlamak, durumu düzeltmek için
siyasetçilere sığınılamaz. Onların desteği istenemez. Onlardan Türkiyemizi
yükseltecek davranışlar için çalışma istenir. Sakıncalı durumlardan,
ayrılıklardan kaçınmaları, Atatürk İlkeleri’ne bağlılık istenir. Anlam ve
amaç ağırlığı olmadan sayı kalabalığı ile etkinlik düzenlemenin, siyasal parti
militanlarını salonlara doldurarak aldatıcı görünümlerle güç gösterisine
kalkmanın hiçbir yararı yoktur. Bu tür yapaylıklar yarınlarda üzüntü verir,
pişmanlık duyurur. Kendine konumunu sağlayanları dışlayıp nerden gelip nereye
gittiği bilinen kimselerle işbirliği kuranları zaman daha iyi değerlendirir.
Ne oldukları çok iyi anlaşılır. Yıllarca aynı görevde kalıp yerine gençleri
yetiştiremeyenler, görevlerini genç üyelere devredemeyenler, hangi başarının
sahibi olabilirler? Anılacak hiçbir çabası, kazandırdığı hiçbir şey olmadan,
görevde ve emekli asker ve sivil kimilerinin, kimi medya ilgililerinin
arkalarında ya da yanlarında olduklarını söylemekle, onlarla görüşmeler yapıp
buyruklarını yerine getirmeye hazır olduğunu bildirmekle, kuruluş dışındaki
güçlere dayanmakla, onların yönlendirmesine kapı açmakla bir yere gidilemez,
bir şey elde edilemez. Kurulan ilişkilerle belki bir şeyler sağlanabilir, bir
yerlerde görev alınabilir, medya söz edebilir. Aylık bağlatılabilir ama
kuruluş yara alır. Kuruluş kullanılmış ve kullandırılmış olur. Kuruluşun
bağımsızlığı ve onuru zedelenir. Oysa demokrasinin çağdaş öğeleri içinde
toplumsal örgütlerin özgün bir yeri vardır. Bunu koruyamayan ve
sürdüremeyenler çekilmeyi bilmelidirler. Kuruluşlar da kendilerini
yenilemeyi, birkaç belli kişinin, bir kliğin güdümünden ve tekelinden
kurtulmayı, kronikleşmişleri durdurmayı bilmelidir.
Esenlik
dilerim.
|