CENEVRE GÖRÜŞMELERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CENEVRE GÖRÜŞMELERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2017 Cumartesi

1974 Müdahalesinden 15 Kasım 1983’te KKTC’nin Kuruluşu


1974 Müdahalesinden 15 Kasım 1983’te KKTC’nin Kuruluşuna Kadar Geçen Dönemde Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları ;



    15 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs’ta Ada’nın Yunanistan ile birleşmesini destekleyen Sampson darbesi gerçekleşir. 
Bunun üzerine TBMM bir kapalı oturum gerçekleştirir ve  oybirliğiyle ile aldığı karar sonucu 20 Temmuz 1974’te 1960 Garanti Antlaşmasının 4. maddesine dayanarak ve “ Bozulan Anayasal durumu yeniden tesis etmek, Ada’nın Toprak Bütünlüğünü ve egemenliğini korumak ” gerekçesi ile Birinci Barış Harekatı’nı düzenler (Hasgüler ve Uludağ, 2004a: 332)30. 

30 70’lerin başlarında Türkiye ile Yunanistan arasında kara ve havasahaları nedeniyle bazı sorunlar yaşanır. Aslında gerginlikler 1960’lı yılarda, Yunanistan’ın Ege Ada’larını yeniden silahlandırması nedeniyle başgöstermiş, 1969 yılında Ankara, Limni’yi silahlandırdığı için Atina’ya nota vermiştir. 
1973 yılı ilk ülke arasındaki kıta sahanlığı sorunu açısından kritik bir yıldır. 1 Kasım 1973’te Türkiye, TPAO’ya Ege’de petrol arama ruhsatı verir ve bu durum 1961’den bu yana benzer ruhatlar vermekte olan Yunanistan tarafından bir nota ile protesto edilir. 
    29 Mayıs 1974’te Türkiye’nin araştırma amaçlı olarak Çandarlı Gemisi’ni Ege’ye göndermesi bir başka gerginlik sebebi haline gelir. 
    2 Haziran 1974’te Yunanistan Ege karasularını 6 milden 10 mile çıkardığını açıklaması üzerine Ankara’nın Atina’ya nota vermesi Barıs Harekatı öncesinde iki ülke arasındaki ilişkilerin geldiği noktayı göstermesi bakımından önemlidir. Bu dönemin olaylarının ayrıntılı incelemesi için, Şule Kut, “Türk Dış Politikasında Ege Sorunu”, 
Türk Dış Politikasının Analizi, der. Faruk Sönmezoğlu (İstanbul: Der Yayınları, 2004), s. 507-521. 
31 Bülent Ecevit, Barış Harekatının ve Cenevre Konferanslarının ardından 17 Ağustos 1974 tarihinde TRT’de Mehmet Barlas’ın sorusuna verdiği yanıtta 
Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili resmi tezini şu sözlerle açıklamıştır: 
“Coğrafi bölge ayrımı temeline dayanan, iki özerk federe yönetim ve bunların ikisini de kapsayan federal devlet yapısı, yani Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti. 
Bu nihaidir” Bülent Ecevit, Dış Politika (Ankara: Ajans Türk Matbaacılık Sanayii, 1976), s. 57. Barış Harekatları ve Cenevre görüşmeleri sırasında yaşanan 
gelişmelerin ayrıntılı bir analizi için, Mehmet Ali Birand, 30 Sıcak Gün (İstanbul: Milliyet Yayınları, 1980). 
32 Tuncer Topur, Türkiye’nin Altı kanton önerisi çok büyük bir risk taşımakta olduğunu, “zira bu kantonların Kıbrıs Cumhuriyeti içindeki statüsü ile ilgili hiçbir bilgi, hiçbir öneri yer almamış olması düşündürücüdür” sözleriyle ifade etmiştir (2002: 143). Türkiye’nin “Altı kantonlu federasyon önerisinin ayrıntıları için” ayrıca 
bkz. İsmail Sabahattin, 150 Soruda Kıbrıs (İstanbul: Kastaş Yayınevi, 1998), s. 136; Mehmet Ali Birand. Diyet: Türkiye ve Kıbrıs Üzerine Pazarlıklar, 
1974-1980 ( İstanbul : Milliyet Yayınları, 1987), s. 60-63. 
32 İki Barış Harekatı arasında Türk-Yunan ilişkileri açısından bir gerginlik daha yaşanır. Bu da “FIR hattı” olarak bilinen sorundur. Hava güvenliği açısından ülkelerin belli hava koridorlarından sorumlu olmasını ifade eden FIR (Flight Information Region), Yunanistan’ın askeri uçuşların da bilgi alışverişi kapsamında değerlendirilmesi talebi üzerine iki ülke arasında soruna dönüşmüştür. (Kut, 2004: 518). Ankara, Atina’nın bu konudaki tutumuna kaşılık olarak 4 Ağustos 1974’te 714 sayılı NOTAM’ı 
yayınlamış ve Ege’nin orta hattının doğusunda kalan hava bölgesinin kendi sorumluluk alanında olduğunu ilan etmiştir. Atina buna 13 Eylül 1974’te yayınladığı 1157 sayılı NOTAM ile yanıt vermiştir. Şenol Koray Sakınmaz, “ Ege ve Azınlık Sorunları ”, 
Kıbrıs Tüneli: Türk-Yunan İlişkileri (İstanbul: Akademi Kültür ve Sanat Yayıncılık, 2004), s: 103-106. 


   Birinci Kıbrıs Barış Harekatı’nın ardından 25 Temmuz 1974’te Cenevre Konferansı toplanır. Konferansa Kıbrıs Türk kesimini temsilen Rauf Denktaş, Türkiye’yi temsilen Dışişleri Bakanı Turan Güneş katılır. 30 Temmuz 1974’te imzalanan Cenevre Antlaşması 16 Ağustos 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran Lefkoşe Antlaşması’nın geçerliliğini teyit etmektedir. Aynı zamanda Cenevre Protokolü’nün birinci maddesi, Türkiye’nin garantör devlet olarak haklılığını tescil etmektedir (Tuncer, 2005: 111). Çözüm seçeneklerinin tartışıldığı ikinci Cenevre Konferansı’nda Türkiye ile Kıbrıs Türk kesimi yeni kurulacak devletin federal bir yapıya olması gerektiğinde hemfikirdir31. Ancak bu yapının nasıl 
oluşturulacağı konusunda Türkiye’nin resmi tutumu Denktaş’ı henüz destekler nitelikte değildir. Denktaş, Türklerin ve Rumların birbirinden tamamen ayrıldığı iki bölgeli bir federasyon önerisi getirirken, Türk Dışişleri Bakanı, Güneş Tezi olarak anılan “ Altı Kantonlu Kıbrıs federasyonu ” önerisini getirir (Orme, 2004: 122)32. Cenevre görüşmelerinin tarafları uzlaştırmaktan uzak olduğu gerekçe gösterilerek 14 Ağustos 1974 tarihinde İkinci Barış Harekatı başlatılır33. 


Kıbrıs Barış Harekatı ve Cenevre Konferansları sonrasında kabul edilen Cenevre Protokolü, Türk diplomasisi açısından “büyük bir başarı” olarak kabul edilmesine rağmen (Tuncer, 2005: 111.) Ankara’nın bu kritik noktada 4 Mart 1964’te yaptığı hatayı düzeltme fırsatını tamamen gözden kaçırdığı bir gerçektir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ve Cenevre’deki tarafların on yıldır Kıbrıs Hükümeti olarak Rum hükümetini kabul ettikleri biliniyorken Cenevre Konferansı kararlarında bu yanlışın düzeltilmemesi, “Kıbrıs Hükümeti” ile ne kastedildiğinin açık bir şekilde tanımlanmamış olması, Türk diplomasisi açısından son derece büyük bir hata olmuştur (Topur, 2002: 141). Bu bakımdan Bülent Ecevit’in Cenevre Konferansları sonrasında “Bu başarı ile Kıbrıs’a verilecek yeni statünün temeli atılmış oldu” ifadesi “mesnetsiz” kalan bir ifadedir (142-3). 


13 Şubat 1975’te kurulan Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kuruluş bildirisine nihai amacın Kıbrıs Rum toplumu ile iki bölgeli bir federasyonda birleşmek olduğu yazılır. 
Türkiye BM Daimi Temsilcisi İlter Türkmen, 20 Şubat 1975 tarihli Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde “Kıbrıs’ta iki topluluklu, iki bölgeli bir federasyon kurulması ve uluslararası anlaşmalarla sağlanan mevcut garantilerin korunmasının tartışılamayacağını” belirtir (Sönmezoğlu, 1991: 107). Diğer bir deyişle, Türkiye, 1960 anlaşmaları ile “Adadaki mevcut düzeni koruma imkanından vazgeçmeyeceğini” söylemekte ama bu düzenin iki topluluklu, iki bölgeli bir federasyona dönüştürülmesini istemektedir. Zira 1960 Anayasasına göre kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti üniter bir yapıya ya da bazı yorumlara göre “fonksiyonel federasyon” olarak nitelendirilen yapıya sahiptir (Stavrinides, 1976: 76). Yine Kıbrıs’ı kuran antlaşmalara göre iki bölgelilik söz konusu değildir34. Türkiye, bu tarihten itibaren 1960 antlaşmalarının kendi haklarıyla ilgili bölümlerinin değişmeden kalmasını, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş esaslarını belirleyen şartların ise kendi iki bölgeli federasyon tezi doğrultusunda değiştirilmesini savunma, bunun dışındaki her türlü girişimi hukuk dışı ilan etme siyasetini sürdürmüştür. Türkiye’nin 31 Ağustos 1998’e kadar savunduğu “iki bölgeli federasyon” tezi uluslararası düzeyde resmi olarak ilk kez 20 
Şubat 1975 tarihli Birleşmiş Milletler oturumunda ifade edilmektedir.35 

34 Kıbrıslı Türkler ve Rumlar, Klerides ve Denktaş arasında 1975’te imzalanan Nüfus Mübadelesi Anlaşması’na kadar Ada’da dağınık olarak yaşamışlardır. 
35 Türk hükümetlerinin programlarına baktığımız zaman, Kıbrıs’ta “federatif” bir çözümün desteklendiği ifadesinin ilk kez 26 Ocak 1974 - 17 Kasım 1974 tarihleri arasında görev yapan Bülent Ecevit’in Başbakan olduğu 37. hükümetin programında yer aldığını görüyoruz. “Coğrafi temele dayalı federasyon” tezi ise ilk defa 17 Kasım 1974 – 31 Mart 1975 tarihleri arasında görev yapan 38. hükümetin, Sadi Irmak hükümetinin programında dile getirilmiştir. Demirel’in Başbakan olduğu 31 Mart 1975- 21 Haziran 1977 tarihleri arasında iktidarda olan 39. Hükümetin programı “iki bölgeli federasyon” tezini çözüm olarak kabul eden ilk hükümet programıdır. 1923’ten bu yana hükümet programlarının tam metni için, http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/hukumetler.htm. Ancak Türkiye’nin “iki bölgelilik” ya da “iki kesimlilik” kavramını tam olarak tanımlamadığı da bir gerçektir. İki kesimlilik, toplumların coğrafi olarak birbirinden mutlak biçimde ayrı yaşaması olarak tanımlanabilecek kadar basit bir kavram değildir. İki kesimlilik, üç özgürlükler olarak isimlendirilen, seyahat, yaşama ve mal mülk edinme özgürlüğünü kapsadığı gibi, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum bölgelerinde yaşayacak kişilerin yerel seçimlerde aday olabilme ve oy kullanabilme esaslarını da içermektedir. Bu anlamıyla iki kesimliliğin açık bir şekilde tanımlanmaması bunun müzakereler sırasında farklı yorumlanabilmesine yol açmıştır. 36 Denktaş bu durumu şu sözlerle itiraf etmiştir, “Türk Hükümetinin cesaretle geri döndürülemez bir biçimde müdahale adımını atmış olmasına rağmen kendi geniş ölçekli çıkarları ve yükümlülükleri nedeniyle bizim için ayrı bir devlet kuramamış olması son derece talihsiz bir gelişmeydi” (1988: 119). 37 Denktaş, 15 Nisan 2004’te TBMM’de yaptığı konuşmada Annan Planı’nın iki kesimliliği kalıcı bir barışın formülü olarak kabul eden 1975, 1977 ve 1979 antlaşmalarını kaale almadığını söylemektedir. Oysa ki 1975 antlaşması sadece bir nüfus mübadelesi antlaşmasıdır. İlerde tesis edilecek barışın hangi esaslara dayanması gerektiği konusunda bir hüküm içermemektedir. 1977-79 antlaşmalarının yorumlanması konusunda da Kıbrıs Rum ve Türk taraflarında çok derin farklılıklar olduğunu bilinmektedir (Gobbi, 1993?: 26). 1977 antlaşmasında sadece “iki toplumluluk” ifadesine yer verilmiştir; “iki kesimlilik” sözcüğü Makarios’un itirazları sonucu kullanılamamıştır (Birand, 1987: 222). 

Zaten Denktaş ve Kiprianu arasında 1979’da imzalanan antlaşma da 1977 antlaşmasına atıfla düzenlenmiştir. İki kesimliliğin ifade edilmemiş olması bir yana, 1975 mübadelesi de dahil olmak üzere üç anlaşmada da üç özgürlük ilke olarak iki tarafça kabul edilmiştir. 

31 Mart 1975’te Adalet Partisi iktidara gelir. Başbakan Demirel’in KTFD’yi tanımaktan başka seçeneği yoktur. Bu dönemde Türkiye bir yandan maruz kaldığı ABD silah ambargosu altında ezilmekte diğer yandan Denktaş’ın bağımsızlık ilanı konusundaki isteklerini dizginlemeye çalışmaktadır. 1978-79 dönemlerinde yeniden iktidara gelen Ecevit de Denktaş’ın bağımsız bir devlet kurma girişimlerini engelleme çabalarını sürdürmüştür (Dodd, 1999: 135).36 

Türkiye bu dönemde Denktaş’ın bağımsızlık konusundaki isteklerine gem vurmanın yanısıra toplumlararası görüşmelerde inisiyatif alması konusunda Kıbrıs Türk liderine baskı uygulamaya başlamıştır. Nitekim önce Demirel’in daha sonra da Ecevit’in girişimleri ile gerçekleşen görüşmelerin sonunda Denktaş’ın çözüme temel teşkil ettiğini savunageldiği 1977 Denktaş-Makarios Dört Nokta Antlaşması ve 1979 Denktaş-Kiprianu On Nokta Antlaşması imzalanır37. 

1970’lerin sonlarına doğru Türkiye kendi içindeki sorunlarla ilgilenmeye başladığı için Kıbrıs meselesi önemli bir gündem maddesi olmaktan çıkar. 12 Eylül askeri 
darbesinden sonra da Türkiye, Denktaş aracılığıyla yürütülen ikili görüşmeleri desteklediğini belirtmekle yetinmiştir. 1980’lerdeki müzakereler açısından dönüm noktası sayılabilecek gelişmelerden biri 15 Kasım 1983’te Denktaş’ın o dönemde Türkiye’deki iktidar boşluğundan da yararlanarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etmesidir38. 


***